Emeğin Partisi, Kasım ve Aralık aylarında, dört ayrı merkezde düzenlediği “bölgesel konferans”ta, sendikal mücadele ve sorunlarını tartıştı.
Bu dört toplantıya; işçi ve kamu emekçilerinin yöneticisi, işyeri temsilcisi, ileri işçi ya da partinin bu alandaki özel görevlilileri olan toplam 540 partili katıldı. Tartışmaların merkezi; “sendikal hareketin bugün içine sürüklendiği kaostan nasıl çıkabileceği” sorunuydu. Bu çerçevede, sınıf mücadeleci bir sendikacılık anlayışının sendikal hareket içinde egemen olması, sınıf sendikacılığı fikrinin yaygınlaştırılması için yapılması gerekenler; EMEP ve onun üyelerine düşen görevler tartışıldı.
Bu tartışmalarda; sınıf sendikacılığı çizgisi ve sendikal hareketin bugün içinde bulunduğu koşulların ve görevlerin belirlenmesinde; TÜMTİS tarafından, TÜMTİS’in 31. Genel Kurulu’nda dağıtılıp, kürsüden ilan edilen “sınıf sendikacılığına çağrı” bildirgesi, tartışmalara yol gösteren temel belge olarak benimsendi.
Dört ayrı bölgede yapılan tartışmalarda; 100’den fazla partili söz alıp, tartışılan konulara ilişkin görüşlerini dile getirdi.
Bu dört toplantıda yapılan konuşmalara bakıldığında şu söylenebilir ki; son yıllarda Türk-İş’in Başkanlar Kurulu toplantıları da dâhil sendikal toplantı ve kongrelerde, çeşitli vesilelerle düzenlenen hemen her emekçi toplantısında, sendikal hareketle az çok ilgili kişilerin özel sohbetlerinde bile konu olan; “sendikal hareketin nasıl bir çöküşe sürüklendiği” ve “yeniden nasıl ayağa kalkabileceği”; asıl dikkat çekilen şeydi.
Elbette ki; sendikal hareketin en temel sorusu ve sorununa yaklaşımında, sadece sorular sorulmadı, yanıtlar da verildi. Bazen yerel bazen de uluslararası işçi hareketinde ortaya çıkan örnekler üstünden yürüyen tartışmalarda; partili sendikacılar ve emekçiler; sendikal hareketin bugün içinde bulunduğu “iki temel zaafının, “işçi yığınlarının sendikal hareketin dışına itilmesi” ve “sendikaların siyaset dışılık adına burjuva siyasetine saplanması, işçi siyasetinin dışında kalması” olduğu tespitinde tüm katılımcılar tam bir fikir birliği içindeydi. Bu fikir birliği temelinde günümüzde partili sendikacılara, parti üyelerine, işçi önderlerine düşen görevler belirlendi.
Bu tartışmalarda varılan sonuçlardan birincisi; sınıf sendikacılığı ve bütün öteki sendikacılık eğilimleri arasında bir mücadelenin, bugün dünkünden çok daha fazla önem kazandığı idi. Dolayısıyla sendikal bürokrasinin çeşitli fraksiyonlarının şahsında temsil edilen, sarı, uzlaşmacı, reformcu karakterdeki sendikacılık anlayışlarının sermaye yanlısı, işçi ve emek düşmanı karakterleri, ortaya çıkan yeni olgular ışığında bir kez daha deşifre edilirken; aynı zamanda, pratikte de sendikal hareket içinden bu anlayışların tasfiyesi için çaba harcanması görevinin bugün yeniden öne çıkmış olduğu tespiti yapıldı. Bu açık burjuva karakterli, işçi ve sınıf haini sendikacılık anlayışlarının sendikal hareketten tasfiyesi mücadelesinde, onlarla işbirliğine giren, görünüşte “işçici”, ama aslında sendikal hareketi işçi siyasetinin dışında tutan ya da sınıfı ve sendikaları siyasete çekme adına, sendikaları ve sendikal mücadeleyi dar grupçu çıkarların aracına dönüştüren anlayışlara karşı da; hem parti yayınlarında hem de işyerlerinde yürütülen mücadelenin, yeni koşullarını da göz önüne alarak, yenilenmesi gereğine dikkat çekildi.
Demek ki, dünden bugüne gelen reformcu, uzlaşmacı, çağdaş, kitle, siyaset dışı, siyaset üstü, bürokratik gibi adlar alan sınıf işbirlikçisi, sarı sendikacılık anlayışlarına karşı mücadelenin yenilenmesi, bu anlayışlar karşısında, bugün gelinen aşamada, ortaya çıkan olguların da yardımıyla, bunların yeniden mahkûm edilmesi görevi öne çıkmıştır. Dolayısıyla hem parti basınında hem de işyerlerindeki çalışmada; bugün sendikal hareketi batağa sürükleyen anlayışların tarihsel kökenleri ve hele de bugünkü politik kaynaklarında sermayenin olduğuna dair teşhirinin önem kazandığı, toplantılarda vurgulanan başlıca konulardan birisi olmuştur.
Çünkü sendikal mücadele; “işçi sınıfının sermayeye karşı mücadelesinin bir alanı”dır ve dolayısıyla bu alandaki mücadele, bir yanıyla “patronlar ve sermaye hükümetlerine karşı işçilerin çalışma ve yaşama koşullarının iyileştirilmesi mücadelesi” iken, bir yanıyla da “işçi sınıfı içinde sermayenin uzantısı olan sendikal bürokrasi ve onların şahsında biçimlenen burjuva sendikacılık anlayışlarına karşı bir mücadele”dir. Bu nedenledir ki, sendikal mücadele, son tahlilde işçi sınıfının (ve kamu emekçilerinin) sermayeye karşı mücadelesinin bir yönüdür ve sınıf sendikacılığı fikri; bu mücadelenin çizgisinin niteliğiyle; sınıfın iktidarını amaçlayan bir sınıf mücadeleci çizgiyi oluşturan politikalarıyla ayırt edilir. Ve bütün öteki sarı, uzlaşmacı sendikacılık anlayışları ise; baştan ya da son tahlilde sermaye ile uzlaşmayı amaçlayan sendikacılık anlayışları, bu karakterleri nedeniyle de, sınıfın mücadelesinin engelleri olduğu için ve böyle bir engel rolü oynadıkları ölçüde, sınıf sendikacılığının hedefi olurlar. Bu yüzden de; sınıfın sendikalarından sendikal bürokrasinin tasfiyesi ve sendikaların yeniden inşası sorunuyla, işçi sınıfının çalışma ve yaşama koşullarını iyileştirmesi mücadelesi olarak sendikal mücadele, günümüz koşullarında bir madalyonun iki yüzü gibi iç içedir. Dolayısıyla sınıfın sermayeye karşı mücadelesinde sendikaların rollerini oynamalarını engelleyen, sendikaları sınıfa karşı kullanan her tür ve her ad altındaki sendikacılık anlayışına ve bu anlayışın temsilcilerine karşı mücadele, aynı zamanda, bir taktik mücadelesidir ve bu yüzden de, “sendikal hareket içindeki tutumumuz” sorunu, bu taktikle bağlantılı olarak ele alınmak durumundadır.
SENDİKAL MÜCADELE TAKTİĞİ
Konferanslarda söz alıp konuşan partililerin önemli bir kısmı, bu taktiğin çeşitli yönlerine dikkat çektiler: Bu yönleri şöyle sıralayabiliriz:
1) Bugün sendikal hareketin bir “çöküşe” sürüklenmiş olduğu, tarihinde görülmedik ölçüde güç ve itibar yitimine uğradığı; sermayenin ideologlarının da, işçi sınıfının mücadeleci sendikacılarının ve bu gidişattan huzursuz olan basit işçinin de kabul ettiği bir gerçektir. Ve aslına bakılırsa; herkes kendi yönünden bu gidişata müdahale etmektedir.
Örneğin sermayenin ideologları, hazır fırsat ele geçmişken; mücadeleci bir sendikacılığı, sınıflar ayırımı ve karşıtlığı üzerinde kurulmuş sendikaların artık devrini kapattığını ilan ederek; “sendikalar, kapanıp ortadan kaldırılsın” diyemedikleri için, sendikaların, “birer sivil toplum kurumu” olarak, işçiler arasında kültürel, sosyal ilişkileri, bireysel düzeyde dayanışmayı geliştiren kurumlar olarak rol oynamasını, işçilerle patronlar ve hükümet arasında “sosyal diyalog” kurumları olmasını istemekte ve propaganda etmektedirler. Elbette, merkezinde, böyle bir “tasfiye amacı”nın bulunduğu anlayış; bir yandan burjuva medyası ve öteki propaganda merkezleri tarafından yayılırken; bir yandan da üniversitelerde hazırlanan “tezler”le, sermaye örgütlerinin sponsorluğunda oluşturulan “projeler”le ete kemiğe büründürülmek üzere desteklenmektedir.
Sendikal bürokrasi ise, sınıf mücadelesini reddeden ve sendikalara bu mücadelenin dışında bir görev biçen her görüşe çanak tutarken, aynı zamanda, sendikaların küçülüp içe kapanmasını teorileştirip, buradan “küçülerek ayakta kalma modelleri” geliştirmekte; örneğin sendikaların şubelerini, bölge örgütlerini kapatarak, profesyonel elemanlarının sayısını azaltarak -kendi maaşlarına dokunulmasına izin vermeden- “masrafları kısmakta”, gelecekte de maaşlarını garantiye alacak vakıflar, ticari şirketler kurarak, sendikaları “güçlendirme”ye yönelmektedirler. Onlara göre de, artık sendikacılık ve sendikalar “bitmiş”tir ve sendikalar, kendilerinin geçimini sağlayan kurumlar olarak anlamlıdır! Bunun dışında ise, üyeleri kaldıkça da, devlet ve sermaye ile işçiler arasında diyalogun kurumları olarak rol oynamalıdırlar. Vs. vs.
Sendikal hareket içinde burjuvazinin uzantısı olarak faaliyet gösteren bu yıkıcılık dışında, sendikaların siyaset dışı kalmasında sendikal bürokrasiyle ayrışan, ama işçilerin de sendikal faaliyete katılmasını savunan “işçici” sendikacılık anlayışlarından ya da sendikaların siyaset yapmasından kendi gruplarının günlük çıkarları doğrultusunda bir siyaseti, bir “menfaat örgütü” olmasını anlayan anlayışlar da, sınıf sendikacılığının mücadele hedefidir. Ancak gerçekten sendikal hareketin, sınıfın mücadelesinin önünde engel olacak bir pozisyonda iseler. Yoksa, soyut olarak, kendi başına bu görüşlere karşı pratikte bir mücadele (onlarla polemik ya da onları büyük birer gerçek engel gibi ilan ederek sürtüşmelere girişmek), anlamlı değildir.
2) Bugün sendikal hareket bir yol ayrımındadır, ama önündeki yollardan sadece birinin, sınıf sendikacılığı çizgisinin açık olduğunu, bunun dışında her yolun çöküşü daha da derinleştireceğini göz önüne alan partililer; “bugün sendikal hareket nereye gidiyor; bu çöküşü önleme ve sendikaların yeniden mücadele örgütleri olarak ayağa kalkması için ne yapmak gerekir”, “nasıl bir sendikacılık anlayışıyla bugünkü sorunları aşabiliriz?” sorusunu her platformda tartışmaya açmanın, bugün başlıca görevlerden olduğuna dikkat çektiler.
Konuşmacıların dikkat çektiği tartışma toplantılarını şöyle sıralayabiliriz:
a- Partili sendikacılar ve parti örgütleri, panel, forum, konferans, sempozyum gibi açık platformlarda, partili ve asıl olarak da partili olmayan işçi ve sendikacılık kesimlerinin sendikal hareketin sorunlarını yukarıdaki sorular çerçevesinde tartışan toplantılar örgütlemelidir. Bu toplantıların, mümkün olduğu kadar geniş kesimlerin katılımı gözetilerek düzenlenmesine özen gösterilmelidir. Konuya ilişkin birikime sahip bilim adamları, sendikacılar, sendika uzmanları gibi çevrelerin katılmasına önem verilmelidir.
b- Benzer soruların ve sorunların tartışması, sadece parti tarafından düzenlenmiş toplantılarda değil, temsilci toplantıları, sendika kongreleri vb. gibi uygun sendikal toplantılarda, üretim ve hizmet birimlerinde açılmalıdır. Buralarda, yukarıdaki soruların; “sendikamız neden bugünkü duruma düşmüştür, bu durumdan nasıl kurtulur?”, “nasıl bir sendika istiyoruz?” türünden özgünleştirildiği ya da sendika yönetimlerinin uzlaşmacı tutumlarının eleştirisini temel edinen tartışmalar yapılabilir.
c- Kuşkusuz ki, sendikaların bugünkü durumu göz önüne alındığında; sendikal hareketin nereye gittiği ve buradan nasıl çıkacağını tartışmak için, “bütün işçileri ilgilendiren” pek çok vesile çıkacaktır. Kuşkusuz ki, işyerinde sınıf sendikacılığının ne olduğu ve sendikaların yeniden inşası sorununun gündeme gelmesine en elverişli ortam, sendikaların seçimleri, toplusözleşme dönemleri ya da işyerinde işten çıkarma, patronların yeni bir dayatması, TİS ihlali, işçilerin fiilen kullana-geldiği haklarının ihlal edilmesi gibi “sıcak” sendikal sorunların çıktığı ortamlardır. Böyle durumlarda işçilerin kulakları; “sendikaların ne olduğu ve nasıl bir pozisyonda bulunması gerektiği” tartışmasına açık olacağı gibi, patronun ve sendikal bürokrasinin “suçüstü” yakalandığı durumlar olması nedeniyle, böyle dönemlerde işçi yığınları, kolayca tutum alacak bir pozisyona da geçerler.
d- Özellikle sendika seçimleri döneminin, “nasıl bir sendika istiyoruz?” sorusunu ya da işçi ile sendikasının ilişkisini ifade eden başka soruları tartışmaya en uygun dönemler olduğu apaçıktır. Sadece teşhir ve tartışmanın değil, ama daha ileri giderek bir tutum almanın gündeme geldiği böyle dönemlerde; elbette ki, “nasıl bir sendika istiyoruz” vb. sorulara yanıtımız sınıf sendikacılığı açısındadır ve sınıf sendikacılığı çizgisinde bir tutum alınmasının propagandası sürdürülecektir. Ama seçimlere yönelik pratik platform açısından; kuşkusuz sınıf sendikacılığı çizgisinin yol göstereceği, ancak daha geniş; mücadeleci, sendikal demokrasinin gerçekleştirilmesi ve güncel taleplerin öne çıkarıldığı bir tutum önem kazanır. Çünkü işçilerin çoğunluğu, sınıf sendikacılığını ve onun ilkelerini henüz benimsememiş olabilirler; ama sendikaların mevcut sınıf işbirlikçisi, sarı sendikacılık çizgisine, anti-demokratik ve bürokrat sendikacıları koruyan sendikal işleyişe karşıdırlar; dolayısıyla sendikalarının bu durumdan kurtulmasını istemektedirler. Bu yüzden de, sendikal bürokrasiye karşı oluşturulacak cephenin gerçekleştirilmesinde; “sınıf sendikacılığından yana olanlar bu tarafa, olmayanlar öbür tarafa” gibi bir bölünme, bu bölünme temelinde bir sendikal mücadele taktiği, elbette ki, akıldışı ve kabul edilemezdir. Tersine, sendika seçimleri sürecinde oluşturulacak “muhalefetin” çizgisi; sendikal bürokrasinin sendikada uyguladığı sarı, uzlaşmacı sendikacılık çizgisine tutum alan, işçilerin sendika yönetimine gelmesinden yana olan (bu, sendikanın mücadeleci bir çizgide yeniden örgütlenmesi isteği anlamına gelir) tüm işçileri birleştiren bir saflaşmayı tarif etmelidir. Kuşkusuz ki, böyle bir sendikal seçim mücadelesinde aslolan; şu ya da bu kişiler değil, sınıfın mücadelesine uygun bir sendikacılık çizgisi üstünde anlaşılması, bu sendikal platformda işçi çoğunluğunun birleştirilmesidir. Bu platformu mücadeleye yansıtacak kişilerin kim olduğu, bu birliğin ve mücadeleci sendikacılık fikrinin bir ifadesi olarak anlamlıdır. (Böyle bir platformu kimi sahtekârlar da, yönetimlere gelmek için kullanabilir denirse de, bu tür kötü niyetlileri tasfiyenin yolunu işçiler bulacaktır.)
Bugün işçilerin acil taleplerinin ifadesi olabilecek, IMF’nin arkasında yer aldığı sermaye güçlerinin saldırı programını başarısızlığa uğratma, işçilerin ekonomik çıkarlarını koruma, iş güvencesi, işsizlik sigortası, işten çıkarmaların önlenmesi ve sendikal demokrasinin gerçekleştirilmesi amacını kapsayan bir “taktik program” etrafında oluşacak bir sendikal mücadele platformu; işçilerin sendika yönetimlerine gelmesi ve sendikaların “yeniden inşası”nda ilk adımlar bakımından son derece önemlidir. Ve sınıf sendikacılığı etrafında birleşebilecek olan sınıfın ileri kesimlerinin böyle bir çıkışın merkezinde yer alması, sendika seçimlerinde böyle bir taktik program etrafında mücadeleyi örgütlemesi, elbette belirleyici bir öneme sahiptir.
SENDİKALARIN YENİDEN ÖRGÜTLENMESİNDE YIĞINLARIN ROLÜ
Aslında sendikaların yönetimine yeni kadroların seçimi; sendikaların yeniden inşasının, hem sınıfın fikri dönüşümünün hem de sendikal demokrasinin, sendika yönetimlerine işçi iradesinin yansıdığının ifadesidir. Bu yüzden de; yönetimleri sendikal bürokrasi tarafından ele geçirilmiş olan sendikaların yeniden sınıfın sendikaları durumuna gelmesi mücadelesinin bir yönünü, sendikaların yönetimine işçilerin nasıl bir sendikacılık anlayışı ile geleceği belirler. Ama bunun diğer yanı da, işçi sınıfının ana kitlesinin sendikal mücadeleye çekilmesi; bu mücadele içinde sendikalarına sahip çıkma düşünce ve duygusunun güçlenmesidir. Her iki durumun örgütsel karşılığı ise; sendikaların, sadece yöneticiler bazında örgütlenip işçilerden üye aidatı toplayan kurumlar olmaktan çıkarak, her üyesinin örgütlü hale geldiği örgütler biçimine dönüşmesidir. Bunun ön koşulu ise, sendikanın işçi yığınları içinde örgütlenmesidir. TlS’lerden sendikal hakların genişletilmesine, işçilerin hak özgürlük taleplerinden sendika içi demokrasinin genişletilmesine kadar her konuda “sıradan işçi”nin bir tutum almasının sağlanması için, sendika örgütünün, sendika binasından çıkıp işçinin içinde kurulması gerekmektedir.
Konferanslara katılan işçilerin ve sendikacıların en büyük çoğunluğu; bu dönüşüm ihtiyacına ve bu dönüşümün gerçekleştirilmesi için partili işçilere, sendikacılara düşen göreve özenle dikkat çektiler. Çünkü Türkiye’de sendikalar, kendi tarihlerinde sadece ilk örgütlenme dönemlerinde, işyerleri örgütleri, gerçek birer işçi örgütü olmuşlar; ama yasal olarak sendikalaştıktan sonra; işyeri örgütü hızla yok olurken; sendika yöneticisi, “temsilci” gibi unvanlar alan işçiler hızla ana kitleden ayrılmış; bu ayrılma ile birleşen “başka bir yaşam tarzı”, sendika ile işçinin “ayrılmasına” da karşılık gelmiştir.
Bugün de yeni örgütlenen işyerlerinde bu durumun yaşandığına; sendikalı olma mücadelesi içinde her işçinin bu mücadeleye katılımı sağlanır ve buna özen gösterilirken; yetkili, sendikanın belirlenmesinden sonra, bu durum hızla tersine döndürülerek, işçilerin sendikal mücadelenin, onun sorunlarının dışına itilmelerine dair çok sayıda örnek bulunmaktadır. Ve aslında var olan sendikaların, kendi köklerine, ilk örgütlenirken yaptıkları örgütlenmeye dönüşmeleri; bugün işyerinde sendikanın yeniden örgütlenmesinin ne anlama geldiğinin de önemli ölçüde yanıtı olacaktır.
Özellikle bir taban çalışması yürütülmeden ve parti örgütleri yeterince oluşmadan yapılan sendikacılık girişimlerinin “başarısız” olmasının nedeni de, burada yatmaktadır. Çünkü bürokrat sendikacılar; kendilerine yapılan “sendikalaşma” başvurusunu, “kendi yerlerini tehdit etmeyecek” biçimde gerçekleştirmeyi amaçladıklarından, mücadeleci işçileri hızla dışlamaya yönelmekte; sıkı bir taban örgütlenmesinin olmadığı koşullarda, ileri işçileri, çoğu zaman patronla da bir uzlaşma içinde kolayca dışlayarak, işçi çoğunluğunu sendikal mücadelenin dışına itmektedir.
Konferansta dikkat çekilen bir diğer nokta ise; taban çalışmasının doğru gelişmesi ve işçi yığınlarının mücadeleye istikrarlı katılımı için sendikal çalışmanın, bir parti çalışması olarak yürütülmesinin önemidir. Yani işyerindeki sendikal çalışma; partinin işyerindeki çalışmasının bir alanı olduğu ölçüde; sendikanın derinlemesine olarak yığınlar içinde örgütlenmesi, ileri işçiler aracılığı ile işçi yığınlarının bu mücadeleye çekilmesi mümkün olabilmektedir. Bu yüzdendir ki, partinin işyerindeki çalışmasının esası, iş ve hizmet birimlerinde parti örgütlerini oluşturmak, sendikal çalışmayı da bu birimlerdeki parti grubunun bir çalışması olarak ele almaktır. (Elbette; partinin derinlemesine bir çalışması olmadan da sendikal örgütlenme yapılması için elverişli olan işyerlerinin olmadığı söylenemez. Tersine konferanslarda böyle örneklere de değinilmiştir: Ama bunlar rastlantısal olgulardır.)
MİLYONLARCA SENDİKASIZ İŞÇİNİN ÖRGÜTLENMESİ SORUNU
Sendikal hareketin en önemli sorunlarının başında, kamuya ve sınırlı sayıda özel sektör işletmelerine sıkıştırılmış olması gelmektedir. Bu yüzden de, sendikal hareket kendisini yeniden örgütlerken, birer birer işyerlerinde “derinlemesine” bir çalışma ile işyerindeki işçi yığınlarını kapsamanın ötesinde, aynı zamanda, milyonlarca sendikasız işçiyi de örgütlemek görevini pratik bir sorun olarak ele almak durumundadır.
Konferanslarda, sendikal hareketin olmazsa olmaz yönelişlerinden birisi olan “sendikasız işyerlerinde sendikal örgütlenme” zorunluluğu da ele alınmıştır.
Özellikle bugün sendikalı işçilerin sayısının genel işçi kitlesi içinde yüzde 8’Ier dolayında olduğu ve sendikaların buralardan da özelleştirme, taşeronlaştırma, resen emeklilik vb. yollarla tasfiye edildiği göz önüne alındığında, sendikal örgütlenmenin hızla yaygınlaşmasının bir ihtiyaçtan öte bir zorunluluk olduğu ortadadır.
Kuşkusuz bu, rasgele yapılacak bir iş olmadığı gibi, “her işyerinde birden sendika örgütleri kurmaya yönelelim” demek de değildir. Tersine, var olan güçler en verimli bir biçimde kullanılarak; Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) içinde genç işçiler arasında; bu sanayi bölgelerindeki “lider işletmeler” (çalışan işçi sayısı, işkolu ve bölgedeki önemi bakımından önde olan işletmeler) esas alınarak ama tüm sanayi bölgesinde faaliyet gösteren, oradaki olumlu koşullardan yararlanan, olumsuzlukları azaltan bir taktiğin izlenmesi bir zorunluluktur. Bursa Üçyıldız ve Adana’daki EKSA fabrikalarındaki çalışmanın örnek alınacak doğru ve yanlışları analiz edildiğinde, yapılması gerekenler ortaya çıkmaktadır:
Konferanslarda dile getirilenler ve partinin bu alanlardaki çalışmasının dersleri göz önüne alındığında;
1) Her OSB’deki çalışma, bölgenin kendine has özelliklerini dikkate alıp mücadelenin ilerlemesine dayanak olarak kullanılabilecek bir plan dâhilinde yürütülmek durumundadır.
2) Bu tür bir çalışmada; OSB’de sadece patrona karşı değil ama OSB yönetimine karşı da bir mücadele yürütüldüğü, dolayısıyla sadece tek bir fabrikadaki işçilerin değil tüm bölgedeki işçilerin birleştirilip mücadelenin “destek gücü” olarak örgütlenebildiği, tüm ileri işçilerin mücadele birliği gerçekleştirildiği ölçüde sendikal mücadelenin ilerleyebileceği, bu çalışmaların en önemli derslerindendir. Bu yüzden de, işyerindeki mücadele komitesi, OSB’nin mücadele komitesiyle, işkolu farkı gözetmeksizin birleşmek durumundadır.
3) Çalışmanın profesyonelce olması; maddi, manevi her imkânı mücadelenin bir dayanağı yapan, en küçük imkânı bile heder etmeyen, dikkatlilik, ciddi bir kararlılık ve fedakârlıkla yürütülen bir çalışma, OSB’deki çalışmalarda vazgeçilmez bir ilke olarak benimsenmek durumundadır.
4) Her işletme, partinin örgütleneceği bir işletme olarak ele alınıp; sendikal çalışmayı parti çalışmasının bir alanı olarak görmek; partinin ve politikanın imkânlarını seferber ederek bu işletmeleri partinin ve sendikal çalışmanın kaleleri olarak değerlendirmek, OSB’lerde çalışmanın temeli olmak durumundadır.
***
Bütün bu değerlendirmeler, böylesi kapsamlı bir mücadele alanı olarak sendikal mücadele alanının yönlendirilmesi, işçi sınıfı partisinin bu hareket içindeki hem rolünün önemine hem de vazgeçilmezliğine apaçık işaret etmektedir.
Konferanslarda yapılan tartışmaların içeriğini ve çıkan sonuçları yukarıda özetlemeye çalıştık. Bu sonucu, bir formülasyon olarak, “Ciddi bir parti çalışmasına dayanmayan bir sendikal çalışmanın başarılı olma şansı olmayacağı gibi, ciddi bir sendika çalışmasını gündemine almayan bir parti örgütünün de sınıfın içine derinlemesine nüfuz etme, onu örgütleme şansı yoktur” biçiminde ifade edebiliriz. Aslında bu formülasyon, sınıf sendikacılığı hattında ortaya konan, sendikal hareketin en temel zaafı olan; “yığınlardan kopmuşluk” ve “siyaset dışılık” eğilimlerine karşı mücadeleyi de ifade etmesi bakımından önemlidir. Aynı zamanda bu formülasyon, sendikal harekete müdahalenin profesyonelce olması, bu alanda güçleri birleştirmenin olduğu kadar deneyimleri biriktirip pratiğe geçirmenin tek yolu olduğu anlayışıyla da birleşen bir formülasyon olarak; EMEP’in dört ayrı bölgede topladığı sendikal konferanslardan çıkan ana fikri ifade etmektedir.
Ocak 2002