Frederic Joliot-Curie… 1935 yılında Nobel ödülü almış Fransız bilim adamı. Çok bilinen bir Nâzım Hikmet şiirinde adı geçen İren Curie’nin kocası. Antifaşist mücadelenin ön saflarında yer alan bir bilim insanı. Nazi işgaline karşı direnen Ulusal Cephe’nin genel başkanı. Dünya Bilim İşçileri Federasyonu genel başkanı. Dünya barış kongresi genel başkanı. Fransız Komünist Partisi Merkez Komite üyesi.
Daha çok uzatılabilecek bir listedeki bütün bu özelliklerin bir insanda cisimleşmesi, hayal değil. Bunlar 20. yüzyılın en büyük fizikçilerinden biri olan Frederick Joliot-Curie’nin hayatına dair ilk sıralanabilenler.
Joliot’un fizikle ilgilenmeye başladığı yıllara -yani lise yıllarına- bakılacak olursa, gelişiminde tüm güçlükler karşısında gösterdiği çabanın ne kadar önemli olduğu görülecektir. Lise öğrenimine, paralı bir okul olan Lakanal lisesinde başlayan Joliot’nun Birinci Dünya Savaşı’nda ağabeyi, bundan kısa bir süre sonra da babası ölmüştür. Bu olaylar, Joliot’nun yaşamında önemli değişikliklere yol açmıştır. Ailesinin ekonomik durumunun bozulmasından dolayı, paralı bir okul olan Lakanal lisesinden, parasız bir okul olan Lavosier lisesine geçmek zorunda kalmıştır. Bu süreci Frederic’in okul arkadaşı olan Biquard’in yazdıklarından izleyebiliriz:
“Babasının ölümü ve ailenin mali durumunun bozulması Frederic’in Lakanal lisesinden alınıp parasız bir okul olan Lavosier lisesine verilmesini gerektirdi. Bu yıllar onda yeni bir merakın uyandığı yıllardır: Evin bir bölümü laboratuar haline gelmiş, çalışma odasının dört yanı tüpler, şişeler, elektrik aygıtlarıyla dolmuştu. Ve çalışma masasının karşısında, duvarda, bir fizik dergisinden kesilmiş bir resim: Pierre ve Marie Curie’nin resmi. Genç Joliot’un geleceği yavaş yavaş şekilleniyordu, fizikçi olacaktı. Liseyi bitirince Joliot’un gideceği okul hemen hemen belliydi; Paris Fizik ve Kimya Yüksek Okulu. Çünkü bu okul Paris’teki parasız birkaç yüksek okuldan biriydi. Joliot 1918’de bu okulun giriş sınavlarına katıldı, başarılı olamadı. 1919’da sınava yeniden girdi, bu kez birinci oldu. Sınavın hemen ardından ağır bir tifoya yakalandı. Yaşamla ölüm arasında savaşla geçen bir yılın sonunda 1920’de okula başladı.
Paris Fizik ve Kimya Yüksek Okulu 1882’de kurulmuştu. Endüstrinin isteklerine dönük uygulamaya ağırlık veren bir eğitim programı izliyordu. Okulu bitirenler fizik ya da kimya mühendisi diploması alıyorlardı. Joliot Fizik ve Kimya Yüksek Okulu’nda dönemin ünlü fizikçilerinden Paul Langevin’in öğrencisi oldu. Langevin ünlü bir bilim adamı olmasının ötesinde, insan hakları, demokrasi ve barışın yılmaz bir savunucusu olarak da tanınmıştı. Joliot Fizik ve Kimya Yüksek Okulu’nu 1924’de birincilikle bitirmiş ve bu başarısından dolayı Pierre Curie madalyasıyla onurlandırılmıştır.”
Sınıf ve askerlik arkadaşı Pierre Biquard’la birlikte okulu bitirince Langevin’e gittiler. Her ikisi de kendini bilime adamak istiyorlardı. Langevin, üniversite yaşamında dışarıda çalışmaya göre ellerine çok daha az para geçeceğini, üstelik Fransa’nın içine kapalı bilim dünyasında politeknik ya da yüksek öğretmen okulu gibi “birinci sınıf” eğitim kurumlarından mezun olmayanların ilerlemelerinin çok zor olduğunu anlattı onlara. Ama iki arkadaşın kararları kesindi. Birkaç gün sonra Langevin temaslarının sonuçlarını bildirdi; ikisine de 3 yıl süreyle Curie fonundan burs sağlanmıştı. Biquard kendisinin asistanı olacaktı, Joliot ise radyum enstitüsünde Marie Curie’nin asistanı oluyordu.
Bu olaylar örgüsünün buraya alınmasının nedeni, kapitalist eğitim sisteminin savunmasını yapmak ya da “Çok çalışırsanız siz de yaparsınız” öğüdünü yinelemek değil. Ancak, olanakların kısıtlılığının, bilim insanının özgürce çalışmasının önüne geçemediğini ve bu koşullarda üniversitede “bir şey yapılamayacağı” yargısının yanlış olduğudur. F. J. Curie’nin çabasının sadece kendini tatmin ve kendine çıkar amaçlı olmadığı ve bilimin işlevi itibariyle böyle olamayacağı unutulmamalıdır. Curie’nin akademik çalışma yapabilmek için aşması gereken engellerin ne kadar zorlu olduğu, akademik çevrelerdeki duruşuyla çok önemli bir isim olan Langevin tarafından da kendisine hatırlatılmıştır. Bu yolda Joliot Curie bu engelleri aşmasını bilmiştir. Bu zorlukların belki de en önemlisi, bilim adamı yetiştirmek için değil de, endüstrinin ihtiyaçlarını karşılamak ve ara eleman yetiştirmek amacıyla kurulmuş bir okulda okumasından kaynaklanan zorluklardır. F. J. Curie’nin içinde bulunduğu koşullar, özgür bilim ve üniversite özlemini taşıyan Türkiyeli bir üniversite öğrencisininkine o kadar çok benziyor ki…
Joliot Marie Curie’nin asistanı olarak başladığı yolda, eşi iren Curie ile birlikte 1935 yılında yapay radyoaktifliği bularak ilerledi. 1935’te Nobel Kimya Ödülünü de alırken aynı anda Antifaşist Aydınlar Komitesi’nin de etkin bir üyesi olan Joliot, Sosyalist Parti’nin üyesiydi. Bir yandan bilimsel gelişimini ve bilimsel araştırmalarını sürdürürken bir yandan da laboratuarın dışındaki hayata karşı da sorumluluklarını da unutmuyordu. Avrupa’da faşizmin ayak seslerinin duyulmaya başlandığı bu yıllarda, İspanya’da Franco gericiliği ile cumhuriyetçiler arasındaki savaş sürüyordu. Joliot Curie ve eşi, cumhuriyetçilere destek veren örgütlerde önemli görevler almıştı. Sosyalist Parti’nin İspanya İç Savaşı konusunda suya sabuna dokunmaz tutumu, onları Sosyalist Parti’den uzaklaştırmıştı. Hitler faşizminin savaş çığlıkları artık kulakları sağır edecek kadar yükselmişti. Hitler Almanyası’nın Çekoslovakya üzerideki bütün isteklerinin İngiliz ve Fransızlar tarafından kabul edilmesi üzerine, Joliot, aydınlar komitesinde yer aldı.
Joliot Curie, akademik mücadelenin, laboratuarın dışında da, bilim insanı ve onun üretimi olan bilimsel bilgi hayatla yüzleştiğinde de yürütülmesi gerektiğinin farkındaydı. Çünkü laboratuarın dışına çıkan bilgi toplumsallaşmaya başlar. Buradan sonra artık bilim adamının da, bilginin de, toplumun üretim sistemiyle ilişkisinin belirleyici etkisi ortaya çıkar. Bu ilişkide bilim adamı, hem kendi bilimsel üretim sistemine müdahale ettirmemek, hem de bilginin kullanım amacının ve şeklinin ve bunun insanlığı nasıl etkileyeceğini kontrol altına almakla yükümlü olmaya başladığı için, sorumludur. John Desmond Bernal’in de belirttiği gibi, çabası açısından bilim, komünizmdir.
1940 baharı sonunda Almanlar kuzeyden Fransa’ya girdiler. İşbirlikçi Fransız burjuvazisi ise, halkından, düşmandan korktuğundan daha çok korkuyor ve Paris’in savunulması için halka silah dağıtılması önerisini reddediyordu. 14 Haziran’da tek kurşun atılmadan Paris düştü. Tarihin bu karmaşık döneminde herkes kendi safını daha net biçimde ortaya koymak zorunda kalıyordu. İşte bu noktada F. Joliot Curie, laboratuarında çalışmalarının arasında gömülmek veya birçok meslektaşının yaptığı gibi ABD’nin ya da Almanya’nın atom silahları isteğini karşılamak yerine, Fransız Komünist Partisi’nin çağrısına kulak verdi ve Vichy hükümetine, savaşa ve Nazilere karşı Ulusal Cephe’nin örgütlenmesine katıldı. Ulusal Cephe’nin üniversite komitesinde yer aldı.
Aynı süreçte Joliot’un France de College’deki görevini sürdürdüğü ve atom bombası yapımı için çok önemli olan ve Sovyetler Birliği hariç bir tek Fransa’da bulunan sikletronu yönettiği unutulmamalıdır. Bundaki amacı, hem ülkesinin geleceği için genç bilim adamları yetiştirmek, hem de Almanların sikletronu atom bombası yapımı için kullanmalarını önlemekti. Joliot’a işgal altındaki Fransa’yı terk etmesi önerildiğinde, “Fransız atom fiziği geleneğini sürdüreceğim ve gelecek kuşağın fizikçilerini yetiştireceğim” diyerek yurt dışına çıkmayı reddetti. İlk iki yılı, çoğu aygıtı sökülmüş veya bozulmuş laboratuarları tamir ederek harcadı. 1942’ye gelindiğinde sayıları on beşi bulan genç bilim adamları ile birlikte radyoaktif izleyicilerle ilgili çalışmalar yaptı. Bu çalışmalarının sonucunda kanser teşhisini kolaylaştıracak sonuçlar ortaya koydu ve Fransa Tıp Akademisi üyeliğine seçildi. Bu çalışmaların hepsinin İkinci Dünya Savaşı boyunca olması ve Joliot’un Ulusal Cephe’ye genel başkanlık yaptığı döneme denk gelmesi, önemini bir kat daha artırıyor.
Üniversitedeki laboratuarını da direnişçiler için el bombası, telsiz, molotof kokteyli yapan bir imalathaneye dönüştürmesi ve Fransız Komünist Partisi’ne üye olmasının nedeni sorulduğunda, ülkesini çok sevdiğini söylemiştir.
Faşist Almanya’nın Sovyetler karşısında bozguna uğramasının ardından Fransa’nın kurtuluşu ile birlikte Joliot Curie ve eşi bütün çabalarını Fransa’da bilimsel çalışmaların yeniden örgütlenmesine yönelttiler. Bu konuda F. Joliot öğrencilerine şunları söylüyordu: “Bilim Fransa için zorunludur. Bir ülkenin bağımsızlığı ancak öteki uluslara yaptığı özgün katkılarla olanaklıdır. Bu olmadığında sömürge durumuna düşülür.
Bilim adamının yurttaşlarını bilimin görevi hakkında aydınlatması, bilimin özel girişimin kazancını arttırmak için değil insanı özgürleştirmek için var olduğunu anlatması gerekir. Bu bilim adamının yurtseverlik görevidir… Artık laboratuara kapanıp özveriyle çalışmak yetmiyor. Günümüzde bilimi savunmak gerekiyor, hem burada hem yaşamda.”
0, bilimin savunulması gerektiğine inandığı için, Japonya’ya atom bombası atılması kararının altına imza atanların yanında değil, Stockholm çağrısının altına imza atanların yanında yer aldı. Bunun sebebini şu kısa sözü ifade ediyor:
“Biz bilim adamları ancak sürekli bir barış var oldukça iç huzuruna kavuşabilir ve bütün günlerimizi laboratuarda geçirebiliriz.”
İşte bu yüzden belleğimizde savaş karşıtı mücadelenin simgelerinden biri olmuştur. ABD’nin okyanus ötesinde çaldığı savaş tamtamlarına gençlerinin kanını Amerikan dolarına satarak karşılık veren işbirlikçi hükümetlerin karşısında, savaşa böylesine yiğitçe karşı çıkan bilim insanlarına ülkemizin ne kadar ihtiyacı olduğu su götürmez. Bilim insanları, bugün ABD emperyalizmi için savaşa destek vermekle (YÖK’ün son dönemdeki basın açıklamasıyla yaptığı gibi), eşit, özgür bir toplumu yaratma çabasına omuz vermek arasında seçim yapmak zorundadırlar. Çünkü ürettiklerinin laboratuar dışına çıktığında insan yaşamına etkisi o kadar arttı ki, artık kendi kabuğuna çekilmek taraf olmamak değil savaşa destek vermek anlamına geliyor.
Frederic Joliot Curie’nin yaşam öyküsü, bilim adamının yaşam içinde edineceği konum için çok önemli bir örnek sunuyor.
Tarih onu unutmayacaktır…