Vergi, günlük yaşamımızın ayrılmaz bir parçası. İşyeri ziyaretlerinde, dost-arkadaş sohbetlerinde her gün vergi konuşuyoruz. Görsel ve yazılı medyada vergi üzerine mutlaka bir habere tanıklık ediyoruz. Kısaca vergisiz günümüz geçmiyor.
Toplumun istisnasız bütün kesimleri vergiyi en çok kendilerinin ödediğini ifade ediyor. Çalıştırdığı bir-iki işçiyle kendini “işveren” olarak tanımlayan esnaf-ticaret erbabından büyük patronlara kadar herkes, işçi çalıştırmanın maliyetinden şikâyetçi. Sosyal güvenlik primlerinin de gerçekte bir vergi olduğu dikkate alınırsa, işçi istihdamının maliyetli olduğu gerçek. Sofralarımızın temeli ekmekten, her gün kullandığımız içme-kullanma suyuna, elektriğe, telefona, belediye otobüsüne kadar her şeyde sürekli vergi ödüyoruz. Yaşamımızı zorlaştıran en önemli olgulardan biridir vergi.
Son dönemlerde, vergi yükünün ve vergi adaletsizliğinin arttığına ilişkin haberlere çok sık rastlanır oldu. Dayanıklı tüketim malları ve otomobilde biriken stokların eritilmesi amacıyla, 2001 yılının son iki ayında uygulanan KDV indiriminin süreklilik kazanması ve hatta genelleştirilmesi talep ediliyor. Emlak vergisi tartışmaları sürerken, vergi iadesinin devam edip etmeyeceğini merak ediyoruz.
TANIMLAR KAVRAMLAR
Uzun zamanlardan bu yana, devlet gelirleri içerisinde, yüzde itibarıyla en büyük, nitelik itibarıyla en sağlam ve en az masrafla elde edilen gelir unsurunu vergi gelirleri oluşturmaktadır.
Bu özellikleri ile vergi, etkili ve yönlendirici maliye-ekonomi politikası araçlarındandır.
Vergi gelirlerinin, kamu giderlerine karşılık olarak alındığı ifade edilmektedir. Ekonomi ansiklopedileri ve ders kitaplarında vergi; “kamu hizmetlerinin maliyetini karşılamak üzere, ekonomik birimlerden siyasi cebir altında (zorla) ve karşılıksız olarak devlete kaynak aktarılması” olarak tanımlanmıştır.
Vergi siyasi cebir kullanılarak tahsil edilmektedir. Bunun anlamı, verginin yasalarla konulması ve yasalara uyulmasının yaptırımlara bağlanmış olmasıdır. Vergi, ülkedeki ekonomik güç ilişkilerinin gerçek bir yansıtıcısıdır.
Siyasal erke sahip olanlar ve siyasal erki yönlendirenler, Anayasa’nın siyasal haklar ve ödevler bölümünde düzenlenen vergi “koyma” ve “salma” konusunda sergiledikleri tutumla, ekonomik gücü elinde tutmanın bütün avantajlarını kullanma konusunda tereddüt etmemişlerdir. Anayasa’nın 73. Maddesinde yer alan, verginin, “herkesten mali gücüne göre alınması” ile “vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı maliye politikasının sosyal amacıdır” biçimindeki düzenlemeler, gerçekleşmesi, esas olarak ekonomik güç ilişkilerinin değişmesine bağlı, aldatmacadan başka bir anlam taşımayan, yazılı metinlerde kalan düzenlemelerdir.
Vergi, gelir kaynağı olmak dışında, tasarrufu ve ekonomik büyümeyi teşvik, gelir dağılımını düzeltme(!) şeklindeki sosyal ve ekonomik politikaların da en etkili aracı olarak kullanılmaktadır.
Her yıl vergi yasalarında değişiklik yapan onlarca vergi yasası çıkarılmasına karşın, sermaye partilerinin programlarında ve bu partiler tarafından kurulan hükümet programlarında “vergi reformu” yapılacağı ifadesi „demirbaş” olarak yer almaktadır.
1980 yılından bu yana çıkarılan bütün vergi yasalarının gerekçesinde, uygulanacak vergi politikalarının hedefinde aşağıdaki amaçların olduğu belirtilmiştir:
– Mevcut vergi sistemini daha adaletli hale getirmek,
– Verginin verimliliğini artırarak kamu harcamalarının sağlıklı kaynaklara dayandırılmasını sağlamak,
– Ekonomideki değişme ve gelişmeleri izleyebilecek esneklik sağlanarak, vergi kayıp ve kaçağını kalıcı biçimde önlemek,
– Vergi tabanının yaygınlaştırılması ve kayıt dışı ekonominin kayda alınmasını sağlamak.
Vergileme ile ilgili en önemli kavramlardan birini, vergi yükü kavramı oluşturmaktadır.
Genel olarak vergi yükü, kişilerin mal varlığında vergileme dolayısıyla meydana gelen azalma olarak tanımlanmıştır. Diğer bir ifade ile vergi yükü, vergilerin kişiler üzerindeki parasal etkisidir.
Vergi yükü, fiilen ödenen veya yansıma dolayısıyla yüklenilen vergiler kadar olabilir. Vergi yükünün gerçekçi bir biçimde hesaplanabilmesi için, bireylerin kamu kesiminden elde ettikleri transferlerin, sübvansiyonların ve kamu hizmetlerinin yayılan dışsal ekonomilerinin de dikkate alınması gerektiği ifade edilmektedir.
Vergi yükü ile ilgili olarak dikkate alınması gereken diğer kavramlar, sektörel vergi yükü, bölgesel vergi yükü, farklı gelir kategorileri üzerindeki vergi yükü ve bireysel vergi yüküdür.
Verginin üzerine salındığı yükümlüye vergi yükümlüsü (mükellefi) denilmektedir.
Vergi ile ilgili tartışmalarda, vergiyi anlamamıza yardımcı olacak kavramlardan biri de verginin yansımasıdır. Bazı vergiler, vergi yükümlüsü tarafından kısmen veya tamamen yansıtılabilmektedir. Bu durumda vergi, yükümlü üzerinde göründüğü halde, vergiyi asıl yüklenen, yansıma sonucunda verginin üzerinde kaldığı kişidir. Örneğin; KDV, sonuç olarak nihai tüketiciye yansımaktadır.
VERGİNİN SINIFLANDIRILMASI
Vergiler çeşitli biçimde gruplandırılmaktadır. Günümüzde uygulanan vergiler, bunların konulmasına neden olan olayın niteliğine göre gruplandırılmaktadır. Ülkemizdeki gruplandırma şu şekildedir:
A- GELİRDEN ALINAN VERGİLER:
1- Gelir Vergisi
2- Kurumlar Vergisi
B- SERVETTEN ALINAN VERGİLER:
1- Motorlu Taşıtlar Vergisi
2- Veraset ve intikal Vergisi
3- Emlak Vergisi
4- Servet Vergisi
C- MAL VE HİZMETLERDEN (HARCAMALARDAN) ALINAN VERGİLER:
1- Katma Değer Vergisi (KDV)
2- Akaryakıt Tüketim Vergisi (ATV)
3- Taşıt Alım Vergisi
4- Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi
5- Damga Vergisi
6- Harçlar
D- DIŞ TİCARETTEN ALINAN VERGİLER:
1- Gümrük Vergisi
2- İthalde Alınan KDV
3- Akaryakıt Gümrük Vergisi
Vergilerin dolaylı ve dolaysız olarak gruplandırılması yaygın bir anlayıştır.
Gelir ve/veya servetin doğrudan doğruya vergilendirilmesi dolaysız, herhangi bir olayın (örneğin harcamanın) vergilendirilmesi ise dolaylı sayılmaktadır. Kapitalist ülkelerde dolaylı vergiler önemli bir ağırlığa sahiptir. Tekel maddeleri, telefon konuşmaları, elektrik harcamaları vb. aracılığıyla alınan bu vergiler, sermayedarla işçi ve emekçiyi, tüketici olarak eşitlemekte ve gelirleri arasında uçurum olmasına karşın her iki kesimden aynı oranda alınmaktadır.
TARİHÇE: DÖNEMLER İTİBARIYLA VERGİ
Türkiye Cumhuriyeti’nin vergi politikası, ülkenin ekonomi politikalarının oluşturulması için toplanan İzmir İktisat Kongresi ile başlar. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, yeni vergiler konmaktansa, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan vergilerin toplanmasına devam edilmiştir. İmparatorluğun en önemli vergisi olarak “aşar”, en belirgin örnektir. İzmir İktisat Kongresi sonrasında, aşar kaldırılarak hayvan sahiplerinden alınacak sayım vergisi, umumi istihlak (tüketim) vergisi ve kazanç vergisi uygulanmıştır. Umumi İstihlak vergisinin 1926 yılında kapsamı genişletilerek, adı, muamele vergisi yapılmıştır.
Cumhuriyet dönemi vergi politikalarında muaflıklar ve istisnalar en önemli unsurlardan birini oluşturmuştur. Her dönemde “teşvik” edilecek bazı gelir unsurları bulunmuş; teşvikler, esas olarak, ekonomik gücü elinde bulunduran büyük sermaye lehine konulmuştur. Vergi yasalarındaki muafiyet ve istisnalarla, bu kesimlere sürekli biçimde kaynak aktarımı sağlanmıştır. Bu, hem vergi koyucunun, siyasal erkin ya da daha genel bir deyişle devletin sınıf niteliğinin dolaysız ifadesi ve göstergesidir hem de verginin/vergilerin kapitalist toplum ve burjuva devlet koşullarında niteliğini ortaya koymaktadır. Her toplumda ekonomik egemenliği elinde tutan sınıf, (geçici istisnalar bir yana) kural olarak, siyasal egemenliği de elinde bulundurur ve onu ekonomik egemenliğini koruyup güçlendiren bir dayanak olarak kullanır.
Vergiyi tarihsel süreç içerisinde değerlendirmek için aşağıdaki tablonun incelenmesi yararlı olacaktır.
1934–1935 Bütçe Yılında Tahsil Edilen Vergilerinin Dağılımı
Gelir Grupları Tahsilât (1000 TL) %
Gayrimenkul sahiplerinden alınan 9,359 4,72
Çiftçilerden 23,390 12,80
Ticaret ve Sanayiden 9,806 4,94
Serbest Meslek Erbabı 340 0,18
Hizmet erbabı ve küçük sanat erbabı 36,793 18,55
Dolaylı vergiler 116,643 58.81
Toplam 198,331 100
Yukarıda yer alan tablonun incelenmesi halinde, görülecektir ki, ticaret ve sanayiden alınan vergi, hizmet erbabı ve küçük sanat erbabından alınan verginin ancak beşte birine tekabül etmektedir. Dolaylı vergilerin, toplam vergi gelirleri içindeki payı da dikkat çekicidir.
İkinci Dünya Savaşı döneminde, savaş zenginlerini vergilendirmek için Varlık Vergisi Kanunu çıkarılmış, 12.11.1942–15.3.1944 tarihleri arasında uygulanan varlık vergisi, en büyük uygulayıcısı İstanbul Defterdarı Faik Ökten’in tanımlamasıyla “Varlık Vergisi Faciası”dır.
Varlık vergisinin uygulanması sonucunda büyük haksızlıklar yapılmış, savaş zenginlerinin vergilendirilmesi amaçlanırken (!), gayrimüslimler üzerinde yoğunlaşan bir vergileme yapılarak, önemli servet değişiklikleri sağlanmıştır.
Varlık vergisini ödeyemeyenler, özellikle gayrimüslim yurttaşlar, Erzurum Aşkale’ye sürgün edilmişlerdir. Cumhuriyet Dönemi’nde, 1950’ye kadar olan dönemde, vergisini ödeyemeyenler yol yapımında çalıştırılmış ya da hapse atılarak cezalandırılmışlardır. Savaş zenginleri, İş Bankası’ndan düşük faizle kredi alarak, vergilerini ödemiş ve çalışma kamplarına gitmekten kurtulmuştur. 1949 yılı, vergicilikte önemli bir tarihtir. 1948 yılında toplanan İktisat Kongresi sonrasında, bugün de uygulanan gelir, kurumlar ve vergi usul kanunları çıkarılmıştır.
Vergicilikte ciddi politika değişiklikleri, esas olarak, 1960 yılından sonra görülmüştür. Vergi kanunları yeniden düzenlenmiş, bazı istisna ve muafiyetler daraltılmış, vergi oranları ayarlanmış, 27 Mayıs 1960 hareketinin de etkisiyle servet bildirimi esası getirilmiştir. Servet beyanı esası, Anavatan Partisi’nin iktidara gelmesinden sonra kaldırılmıştır (1983).
1960 yılından sonra, sürekli vergi reformu çalışması yapılmıştır. Vergi kanunlarının maddeleri, sürekli biçimde gözden geçirilmiş ve geniş kapsamlı tasarılar hazırlanmıştır.
12 Eylül’den sonra yapılan değişiklikle gelir vergisi oranları düşürülmüş, hayat standardı esası getirilmiş, vergi gelirlerini artırmak için vergi affı çıkarılmış ve 1984 yılı sonunda, birçok harcama vergisi kaldırılarak, Katma Değer Vergisi Kanunu çıkarılmıştır.
Anavatan Partisi’nin iktidar yılları “vergi alma, borç al” yıllarıdır, ihracatın teşvik edilmesinin en üst düzeye çıktığı, ihracatçılara çeşitli adlarda bir dizi primin verildiği, hayali ihracatın patladığı bu dönemde, iç ve dış borç stoku hızla büyümüştür. Katma değer vergisinin hayatımıza girmesiyle birlikte, “vergi iadesi”nin, ihracatçıların yanında, işçi, memur ve emeklilerle esnafa da verildiği yıllar başlamıştır. Yaygın reklâm filmleri, ünlü sanatçıların rol aldığı skeçlerle “KDV fişi” alınması propagandası yapılmıştır. Herkes, alışveriş fişi biriktirmeye başlamış, önceleri hemen ertesi ay, sonraları ücretliler için ertesi yıl alınan vergi iadeleri ile aile bütçelerinin az-çok güçlendirilmesi sağlanmıştır. Ancak, burada önemli olanın, vergi iadeleri yoluyla oldukça ciddi bir oranda ve tüm tüketimi kapsayarak konulan, kuşkusuz asıl yükü emekçilere binen KDV’nin işçi ve emekçilere “benimsetilmesi” olduğunu görmek gerekir.
1980–2000 yılları, vergi yasalarında en çok değişikliğin yapıldığı yıllar olma özelliğini taşıyor. Bu süreç içersinde birkaç kere ciddi “vergi reformları”nın yapıldığı iddia edildi.
Şimdi yeni vergi reformu tartışmaları gündemimizde. “Nereden buldun” sorusunun sorulmasının bir kez daha ertelenmesi ya da hiç sorulmaması talep ediliyor.
Bir gün otomotivcilerin, bir gün dayanıklı tüketim malları sektörünün ya da tümünün birden KDV indirimi talep ettiği, vergiyi gerçekten ödeyen emekçilerin ise, seslerini yeterince yükseltmediği bir süreçteyiz.
ÖRTÜLÜ VERGİLEME
Birkaç ay önce yaşanan doğalgaz olayında olsun, geçtiğimiz günlerde itiraf edilen akaryakıt ürünlerinin fiyatlandırmasında olsun, ortaya çıkan gerçek; kamu ürünlerinin fiyatları ile oynanarak yüksek gelir elde etmenin amaçlandığıdır. Doğalgaz olayında, yurtdışından alman doğalgazın, maliyet fiyatının çok üstünde bir fiyatla halka satıldığı ortaya çıkmıştır. BOTAŞ’ın elde ettiği kazanç devlete yetmemiş, bunun üzerine İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri’nin yüksek kazançları eklenmiş, aşırı fiyatlarla vergileme yapılmıştır. Hem de katlanılmaz adaletsizliğiyle villa ve yalılara daha düşük, yüksek katlı binalara ise daha yüksek fiyattan doğalgaz satılmıştır.
Yıllar yılı akaryakıt ürünlerinin pahalı olmasının nedeni olarak sunulan, petrolün pahalı ithal edilmesi ve Türk parasının yabancı paralar (dolar) karşısında değer yitirmesi gerekçesi (bahanesi), son 34 aydır petrol fiyatlarının ucuzlaması ve TL’nin yabancı paralar karşısında değer kazanması ile boşa çıkmıştır.
Gerçek, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş tarafından açıkça ifade edilmiştir. “Devlet, gelir elde etmek istiyor, bu nedenle petrol ucuza alınsa da, döviz ucuzlasa da, biz daha fazla gelir elde etmek için, akaryakıt ürünlerinin fiyatlarını artırmaya devam edeceğiz” denilmiştir. Hiç şüphesiz, bu da, bir vergilemedir. Ve açıktır ki, adaletsiz bir vergilemedir. Alınması gereken kesimlerden alınmayan vergiler, adaletsiz bir şekilde harcamalar üzerinden, dolaylı biçimde alınmaktadır.
Son yılların devlet bütçelerinde ortaya çıkan gerçek, dolaylı vergilerin payının sürekli arttığı şeklindedir. Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı veriler, son 20 yıl içerisinde, dolaylı vergilerin (Dâhilde alınan KDV, ithalde alınan KDV, Akaryakıt Tüketim Vergisi, Harçlar gibi) payının, yüzde 35’lerden yüzde 67’ye çıktığını göstermektedir. 2002 yılı bütçesinde, dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı, yüzde 66,7’dir.
UYGULAMADAKİ VERGİLERİN ÖZELLİKLERİ
Gelir Vergisi: Gerçek kişilerin elde ettikleri safı gelirler üzerinden alınan vergidir.
Verginin konusuna giren gelir unsurları,
– Ticari kazanç
– Serbest meslek kazancı
– Zirai kazanç
– Ücret
– Gayrimenkul sermaye iradı
– Menkul sermaye iradı
– Sair kazanç ve irat’tır
Gelir vergisi, esas olarak vergi mükelleflerinin beyanları üzerinden alınan bir vergi olmakla beraber, ülkemizdeki uygulanması, gelir vergisinin, özellikle ücretlilerin kesinti (stopaj) yoluyla ödedikleri bir vergi olarak tanımlanması sonucunu doğurmuştur. Dükkân kiralarının, banka faizlerinin ve zirai ürünlerin de ağırlıklı olarak stopaj yoluyla vergilendirilmesi ile gelir vergisinin beyan üzerinden alınan kısmı önemsizleşmiştir. Vergi istatistikleri yıllığının verilerine göre, kesinti yoluyla alınan gelir vergisinin toplam geliri vergisine oranı 1987 yılında yüzde 62 iken 1994’de yüzde 89’a, gelir vergisinin payı yüzde 38 iken yüzde 11 ‘e düşmüştür.
Kesinti yoluyla ücretlilerden alınan verginin toplam gelir vergisine oranı 1987 yılında yüzde 35 iken, 1994’de yüzde 60’a çıkmıştır. Bu oran bugün de yüzde 50’den fazladır (Yüzde 58). Kiralardan, serbest meslek ödemelerinden, zirai ürün satışlarından ve mevduat faizlerinden yapılan kesintilerin toplamı yüzde 20’yi dahi bulmamaktadır.
Burada söylenmesi gereken, gelir vergisinin yükünü çekenlerin ya da bu verginin başlıca hedefi durumunda olanların; aradaki gelir uçurumuna rağmen, vergi kesintilerine de türlü yollarla “çözüm bulabilen” kapitalistler değil ama başta işçi ve memurlar olmak üzere emekçiler olduğudur. Fabrikalara, topraklara, limanlar ve tersanelere, madenlere, bankalara sahip olan, enerji üretimi ve dağıtımını, iç ve dış ticareti, iletişimi ve ulaşımı ellerinde tutan, milyarlarca dolarlık servete ve bunun üzerinden emekçilerin hayal edemeyecekleri gelirler elde eden tekeller başta olmak üzere kapitalistler, bu gelirleri üzerinden “devede kulak” misali vergi öderlerken; tek “vergi kaçırma” imkânı, günlerini ve geleceklerini tehlikeye atarak sigortalı olmaktan vazgeçmek olan işçi ve emekçiler, devlet harcamalarını asıl finanse eden kesim durumuna getirilmişlerdir. Devletin burjuva niteliğinin, bir yönüyle anlamı budur.
1999 yılı kazançlarına ilişkin 2000 yılında verilen gelir vergisi beyannamelerinin ayrıntıları incelendiğinde, hiç şaşırtıcı olmayan verilerle karşılaşıyoruz.
Verilen Beyanname Sayısı 1224048
(Ticari Kazanç) 1068375
(S. Meslek Kazancı) 76666
(Zirai Kazanç) 13657
(Ücret) 4198
(Gayrimenkul Sermaye İradı) 75441
(Menkul Sermaye İradı) 44044
(Diğer Kazanç ve İrat) 6236
Birden fazla gelir unsurundan dolayı geliri olanlar olduğu dikkate alınarak yapılacak inceleme sonucunda, ülkemizdeki serbest meslek kazancı elde edenler ile zirai kazanıcını beyan edenlerin azlığının dikkat çekecek kadar az olduğunu görüyoruz.
RANTİYENİN VERGİLENDİRİLME(ME)Sİ
a) Gayrimenkul
Sadece gayrimenkul sermaye iradından dolayı gelir vergisi beyannamesi veren kişi sayısı 283.542’dir. Toplam, 3.100.000 gayrimenkulden dolayı verilen beyannamelerle beyan edilen toplam vergiye tabi gelir 316 trilyon, toplam gelir vergisi 81 trilyondur.
Ücretlilerin milli gelirden aldıkları pay (ve ödedikleri gelir vergisi) dikkate alındığında, gayrimenkullerini kiraya vererek elde edilen rant gelirlerinin üzerinden ödenen gelir vergisinin önemsizliği anlaşılacaktır. Kira gelirlerinin önemli bir kısmının beyan edilmediği, yapılan beyanların, elde edilen kira gelirlerinin çok az kısmını kapsadığı da, kimsenin meçhulü değildir.
Gelir vergisi içersinde önemli bir yer tutması gereken, ticari ve sınaî faaliyetler sonucunda elde edilen gelirlerin beyan edilen kısmı da önemsizdir.
1982 yılında vergi güvenlik müessesesi olarak vergi sistemine giren “Hayat standardı” esası olmasa, ticaret ve serbest meslek kazancı sahiplerinin beyan üzerinden ödeyecekleri vergi, asgari ücretlinin vergisine dahi ulaşmamaktadır.
b) Menkul
Parayla kazanılan paraları anlatmakta kullanılan menkul sermaye iratlarının önemli bir kısmı ya hiç vergilendirilmemekte ya da sadece stopaj yoluyla yapılan vergileme ile yetinilmektedir.
Örneğin ücretliler enflasyondan en çok etkilenenler değilmiş gibi onlar bu “canavar” karşısında korumasız bırakılırken, menkul sermaye iradı gelirleri, Gelir Vergisi Kanunu’nun 76. Maddesindeki düzenleme gereği, enflasyondan arındırıldıktan sonra vergilendirilmektedir. Geçtiğimiz aylarda çıkarılan vergi yasası ile, hazine bonosu ve devlet tahvilleri yoluyla elde edilen menkul sermaye iratlarının enflasyondan arındırılması yeterli görülmemiş, 26.7.2001 tarihinden sonra ihraç edilmiş hazine bonosu ve devlet tahvilleri ile elde edilen gelirlerin her kişi için 50 milyar TL’si beyan dışı bırakılarak, paradan para kazananlara önemli bir avantaj sağlanmıştır.
Sağlanan kıyağı bir örnekle anlatmak gerekirse: 4 çocuğu olan bir aile düşünelim. 6 kişilik ailenin, 26.7.2001 tarihinden sonra piyasaya sürülen hazine bonosu ve tahvillerden dolayı her bireyi için 100’er milyar olmak üzere, 600 milyar gelir elde ettiğini varsayalım. Bu gelirler, 2001 yılı için belirlenen yüzde 50,7 enflasyondan arındırılacaktır. Arındırma sonrasında, her bireyin vergiye tabi menkul sermaye iradı 50 milyarın altında kaldığından 600 milyar gelir üzerinden hiç vergi ödenmeyecektir.
Bu uygulama 2002 yılında da sürecektir. 50 milyarlık sınır, yeniden değerleme oranında artarak uygulanacaktır. Asgari ücretli işçi aylık 24 milyon gelir vergisi öderken, hazine bonolarından ayda 15 milyar kazanan para sahibi hiç vergi ödemeyecektir.
Sistemin ve onun vergi koyucusuyla vergi politikasının sınıf niteliğini, bundan daha net biçimde tanımlayacak bir uygulama herhalde zor bulunur. Mali sermaye egemenliğinin, başlıca özelliklerinden olan “rantiye” faaliyetini koruma altına aldığını gösteren bu örnek ve menkul rant gelirleri vergi ilişkisi, kapitalizmin günümüz yapılanması hakkında da fikir vermektedir. Günümüz kapitalizmi, mali sermaye egemenliği demek olan tekelci kapitalizm ve ona denk düşen devlet “rantiyer”dir. Kuşkusuz bir üretim temeli vardır; ama paradan para kazanma, onun başlıca yönlerinden biridir. Sabancı ve Koç gibi ülkemiz mali sermayesinin iki temel direği başta olmak üzere holdinglerin, 2000 ve 2001 yılı gelirlerinin yüzde yüzünden fazlasını rant gelirleri olarak elde ettikleri göz önüne alınırsa, bu vergi politikasının, asıl kimlerin çıkarlarının ifadesi olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
KURUMLAR VERGİSİ
Kurumların elde ettikleri kazançlar, kurumlar vergisine tabidir. Kurum kazançları, gelir kapsamına giren gelir unsurlarından oluşur. Anonim, limitet, kooperatif, komandit şirketler, KİT’ler, dernek ve vakıflara ait iktisadi işletmeler elde ettikleri safi kazançlar üzerinden kurumlar vergisi öderler.
Gelir üzerinden alınan vergilerin içinde kurumlar vergisinin payı ancak yüzde 18’dir.
2001 yılında yüzde 20 olan bu pay 2002 bütçesinde yüzde 18’e düşürülmüştür.
Son yayınlanan istatistiklere göre 1999 yılı kazançlarına ilişkin, 2000 yılında verilen kurumlar vergisi beyannamelerine göre, verilen beyanname sayısı 385,172’«lir.
385.172 kurumlar vergisi mükellefinin 198.408’i vergiye tabi kurum kazancı beyanında bulunmuştur. Geriye kalan “zarar” gösterenler içinde, koca koca holdingler de bulunmaktadır.
7 katrilyon 179 trilyon matrah üzerinden hesaplanan kurumlar vergisi 2 katrilyon 166 trilyondur.
Zarar gösterilip ödenmeyerek kaçırılan, beyan edilmeyen, kaçak ve bilânço vb. oyunlarıyla “hiç” edilenler bir yana, tümünün ödendiği kabul edilse bile, sadece burjuvaziye, şirket sahiplerine vb. özgü olan kurumlar vergisi, gelirler üzerinden alınan toplam verginin beşte birini bile bulmamaktadır. Ülke kaynakların neredeyse tamamını -yabancı tekellerle birlikte- ellerinde tutan holdingler başta olmak üzere, kapitalist kurumlar olan şirketlerin, kendi çıkarlarını, artı değerin daha büyük bir kısmına doğrudan el koymalarını, devlet aracılığıyla halka dayatmaları, devletin sınıf niteliği bakımından anlaşılır olmakla birlikte, bunca pervasız oluşları dikkate değerdir.
Öte yandan kurumlar vergisi yasaları, muafiyet ve istisnalar yasası haline gelmiş durumdadır.
Bu yasalarda yer alan muafiyetlerin bir kısmı sosyal politikaların sonucu olarak zorunlu olarak getirilmiştir.
Gelir ve kurumlar vergisinde muafiyet ve istisnaları şöyle sıralayabiliriz. Bazı istisnalar her iki vergi için de getirilmiştir.
– Esnaf muaflığı
– Küçük çiftçi muaflığı
– Diplomat muaflığı
– Telif kazançları istisnası
– Binaların konut olarak kiraya verilmesinde belli bir kısım gelirin istisnası
– İhracat istisnası
– PTT acentelerinde kazanç istisnası
– Sergi ve panayır istisnası
– Eğitim, Öğretim ve Sağlık Hizmetlerinde kazanç istisnası
– Yatırım İndirim istisnası
– Serbest Bölgeler istisnası
– Kalkınmada Öncelikli Yöreler istisnası
– İştirak kazançları istisnası
– Risturn istisnası
– Turizm hasılatı istisnası
– Yatırım fonları ve yatırım ortaklıkları istisnası
– Rüçhan hakkı satışı ve emisyon primi istisnası
– İştirak hisseleri veya gayrimenkullerin satışı ile üretim ve turizm tesislerinin aynî sermaye olarak konulmasından doğan kazançlara ilişkin istisna
– Yurt dışında yapılan inşaat, onarıma, montaj işleri ve teknik hizmetlerden sağlanan kazançlara ilişkin istisna
– Devralınan banka zararı istisnası
– Türk uluslararası gemi siciline kayıtlı gemi siciline kayıtlı gemilerin işletilmesinden ve devrinden elde edilecek kazançlara ilişkin istisna
– Kurumların kendi yasalarında yer alan istisnalar
Kurumların vergisi, devletin vergi gelirleri içinde yüzde 10’dan az paya sahiptir. Kurumlar vergisinin önemli bir kısmını, Kamu İktisadi Kuruluşları ödemektedir. Bütün holdinglerin, büyük şirketlerin, bankaların ödediği toplam kurumlar vergisi ise, GSMH’nin ancak yüzde 1,5’una eşittir. Bunun da yarısını da, kamu kuruluşları ödemektedir.
Ülkede oluşan katma değere, kâr, artı değer olarak el koyan, devletin vergi gelirlerinin tamamını faiz olarak kasalarına aktaran holdinglerin ödediği kurumlar vergisi önemsizdir. Ancak holdingler, ödedikleri verginin azlığı geniş kitlelerce anlaşılmasın diye, sorumlu sıfatıyla ödedikleri vergileri öne çıkarmaktadırlar.
Holdingler, büyük sermaye sahipleri, işyerlerinde çalışan işçilerin ücretleri üzerinden sorumlu sıfatıyla vergi dairelerine yatırdıkları gelir vergisini (kesintileri), kendi ödedikleri vergi gibi göstermektedir.
Patronlar, işçilerin, emekçilerin, bütün bir halkın tüketici olarak ödedikleri dolaylı vergileri de kendi vergileri gibi ifade ediyorlar. Oysa dolaylı vergiler, yansıma sonucunda, en sonunda son tüketicinin ödediği vergidir.
KATMA DEĞER VERGİSİ (KDV)
Katma Değer Vergisi, harcamalar üzerinden alınan bir vergidir. KDV’nin mükellefi, gerçek anlamda en son harcamayı yapan nihai tüketicidir.
Katma Değer Vergisi, gelir sağlama bakımından diğer dolaylı vergilerden daha üstündür. Ancak adaletsiz bir vergidir. Geliri ne olursa olsun KDV’ye tabi bir mal ya da hizmetten yararlanan tüketici aynı oranda vergi ödemektedir. Görünüşteki eşitlik, gelirlerdeki farklılık dikkate alınırsa adaletsizliğin ifadesidir.
Devlet bütçelerinde en büyük gelir kalemini KDV oluşturmaktadır. 2002 yılı bütçesindeki 58 katrilyonluk toplam vergi gelirinin 19,5 katrilyonunun dâhilde ve ithalde alınacak KDV ile sağlanması öngörülmüştür. Bu tutar, toplam vergi gelirlerinin üçte birinden fazlasına tekabül etmektedir.
KDV ile birlikte, Akaryakıt tüketim vergisi, Banka ve muameleleri vergisi, Taşıt alım vergisi, Damga vergisi ve Harçlar gibi diğer dolaylı vergilerin 2002 bütçesindeki toplam vergi gelirlerine oranı ise yüzde 67’dir. Zenginlik kaynaklarının yüzde 80-90’ını tekeller ellerinde tutarken, devlet bütçesinin üçte ikisini, kuşkusuz ezici çoğunluğu “dar gelirli” olan tüketiciler üzerinden alınan dolaylı vergiler karşılamaktadır. Bu, kapitalizmin “adaleti”dir; aynı zamanda, verginin, kapitalizmde, sermayeye kaynak aktarımının, dolayısıyla sermaye birikiminin başlıca yol ve araçlarından biri olduğunu göstermektedir.
“SERVET” VERGİSİ
Motorlu taşıtlar vergisi, Veraset intikal vergisi ve belediyeler tarafından tahsil edilen Emlak vergisi gibi vergiler, servet üzerinden alınan vergiler olarak tanımlanmaktadır. Tanımın bu şekilde yapılmış olması, aldatıcıdır. Güç bela sahip olunmuş sıradan bir otomobil ya da konutun, lüks otomobiller ve sayısız emlak sahibi kişilerle aynı oranlar üzerinden vergilendirilmesi eşitsizlik ve adaletsizlik örneğidir. “Servetten” alınan vergilerin, toplam vergi gelirlerine oranı sadece yüzde birdir.
Servet ve kazançlarını, yoğun emek sömürüsü ve vergisiz kazançlar üzerinden yapanların ödediği herhangi bir servet vergisi sistemimizde yoktur.
Adaletsiz dolaylı vergiler yerine, herkesten mali gücüne, servetine ve gelirine göre vergi alınması, sermaye gelirlerinin toplam vergi gelirlerine katkısının artması gereği sık sık ifade edilen ancak bu sistem çerçevesinde gerçekleşmesi mümkün olmayan dilek ve temenniler olarak kalmıştır.
SONUÇ YERİNE
• Vergi; devletin, siyasi iktidar sahiplerinin hükümranlık gücünü kullanmak suretiyle, siyasal zorla, ekonomik birimlerden, ekonomik gücü elinde tutan ve kullananlara kaynak aktarımı demektir.
• Vergi, “kamu giderlerine karşılık” toplanması gereken bir “yükümlülük” iken, sayıları birkaç bini geçmeyen para sahibine devlete verdiği borçların faizini ödemek için toplanan bir “yükümlülük” haline gelmiştir.
• Verginin az kazanandan az, çok kazanandan çok alınması, herkesten mali gücüne, gelirine, servetine göre alınması yönündeki teorik doğruların ekonomik ve siyasal güç değişmeden uygulanması olanaksızdır.
• Kayıt dışı ekonominin kayda alınması yerine “kayıt dışı ekonominin yarattığı dinamizm” tercih edilmektedir. Vergi kayıp ve kaçağını önlemek sadece slogandır. Bütün düzenlemeler ve uygulamalar yasaların gerekçelerinde sıralanan genel doğruların tersine gerçekleştirilmekte, doğrular sözde kalmaktadır.
• Geniş halk kitlelerinin manipüle edilmesi, vergi “ödevini” eksiksiz yerine getirmesi yönünde yapılan tehditler-gözdağları sermaye ve servet sahiplerine yeni teşvikler ve kaynak aktarımı sağlamak içindir.
• Vergi sistemimiz etkin değildir. Vergi yönetimi ve denetimi güçsüzdür. Uygulanan vergi politikaları eşitsizdir ve adaletsizliği derinleştirmektedir.
• Vergi, emekçiler için yaşamı daha da güçleştiren bir cendere, para sahipleri içinse propaganda malzemesidir.
• Bütün tersine söylemlere karşın, vergiyi patronlar-sermaye sahipleri değil, emekçi halk ödemektedir.
• Vergi “reformu” söylemleri aldatmacadır.
• IMF ve Dünya Bankası”nın son vergi önerileri, verilen borçların karşılığının zamanında ve eksiksiz geri ödenmesini sağlamak içindir. Sermaye sahiplerine yapılan teşviklerin azaltılması ve kaldırılması söylemleri, emekçilerin üzerine yıkılacak yeni vergi yüklerine hazırlanmamız anlamına gelmektedir.
• Kapitalizm ve mali sermaye egemenliği koşullarında vergi sistemini, bu sistemin adaletsizliği, vergi politikalarının emekçiden sermayeye ve tekellere kaynak aktarıcı içeriğini kökten değiştirmek olanaksız olmakla ve bu, bir sistem değişikliğini, emek iktidarını gerektirmekle birlikte, böyle bir mücadeleye bağlanmış bu alanda iyileştirmeler için mücadele sadece mümkün değil aynı zamanda gereklidir de. Vergi adaletsizliklerinin giderilmesi, emekçilerin ağır vergi yüklerinden kurtulması, devletin vergileme aracıyla sermayeye kaynak aktarımındaki pervasızlığın önünün kesilmesi, başlıca emekçilerden toplanan vergilerin IMF dayatmalarının karşılanmasına, iç ve dış borç faizlerinin ödenmesine yöneltilmesinin önlenmesi için mücadele zorunludur ve bu mücadele, kolaylıkla anlaşılacağı gibi tekellere ve kapitalist sisteme darbe vuracaktır.
Vergi Yasası Ne Getiriyor?
Vergi yasalarında önemli ve kapsamlı değişiklikler yapan 4369 sayılı Vergi Yasası 29 Temmuz 1998 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmış bulunuyor…
4369 sayılı yasa ile rant-faiz gelirleri üzerinden önümüzdeki yıllarda alınması planlanan vergilerin bir kısmından vazgeçildiği ve sermaye kesiminin borsa kazançları üzerinden alınması öngörülen vergilerden vazgeçilmesi talebini ısrarla sürdürdüğü görülüyor. Israr sonuç veriyor ve Borsadan 2000 yılında alınacak vergi erteleniyor.
Vergi Yasası’nın Sanayici ve İşadamlarına, tüccarlara neler getirdiği Yaklaşım dergisinin Ağustos sayısına yazan Gelirler Genel Müdürü Nevzat Saygılıoğlu tarafından başlıklar halinde şöyle sıralanıyor:
* Kurumlar vergisi yükü yüzde 49’dan yüzde 30’a indirilmektedir.
* Gelir vergisi alt dilimi yüzde 25’den yüzde 15’e, üst dilimi yüzde 55’den yüzde 40’a indirilmektedir.
* Temettü stopaj vergilemesi, dağıtım bırakılarak şirket bünyesinde oto-finansman özendirilmektedir.
* Kârın sermayeye eklenmesi kâr dağıtımı sayılmayarak işletmelerin mali bünyeleri güçlendirilmektedir.
* Geçici vergi cari dönemin gerçek geliri ile ilişkilendirilmektedir.
* Mükellef alacakları için tersine faiz uygulaması getirilmektedir.
* Döviz cinsinden alacak ve borçlar reeskonta tabi tutulmaktadır.
* Dövize, altına veya başka bir değere endeksli menkul kıymetlerin değer artışlarının gelir sayılmaması esası getirilmektedir.
* Menkul sermaye iratlarındaki enflasyondan arındırma oranı daha gerçekçi hale getirilmektedir.
* Binalar ve özel maliyet bedelleri için yeniden değerlenmiş bedel üzerinden amortisman ayırma imkanı getirilmektedir.
* Yatırım indirim uygulaması gerçek bir teşvik niteliğine kavuşturulmaktadır. Yatırımcıların ödeyecekleri ‘vergi’, ‘faizsiz kredi’ olarak kendilerine bırakılmaktadır.
* Yatırım malları KDV’den istisna edilmektedir.
* İhracatta yurtiçinden sağlanan girdiler KDV’den istisna edilmektedir.
* Vergi oranı indirilen mallarla ilgili olarak yüklenilen KDV’nin iadesine imkân verilmektedir.
* Amortismana tabi sabit kıymetler İçin yüklenilen KDV’nin bir defa indirilmesi sağlanmaktadır.
* Organize sanayi bölgelerinde arsa ve işyeri teslimleri KDV’den istisna edilmektedir.
* Yabancı ve imtiyazlı şirketlerin, enflasyon ve kur farkından kaynaklanan sorunları giderilmektedir.
* KOBİ’lerin kullandığı ihtisas kredilerinin maliyeti düşürülmektedir.”
Genel Müdür’ün yazısında belirtmediği önemli birkaç “yarar” da kanunun geçici 5. maddesinde hüküm altına alınıyor.
* Yasanın yayımını izleyen 5 ay içinde (1 Ağustos–31 Aralık) işe aldıkları işçilerden sendika üyesi olanların ücretlerinden, bu suretle işe başlanılan aydan itibaren 36 ay süreyle kesilen ve beyan edilerek tahakkuk ettirilen gelir ve damga vergilerinin, beyanname verme süresini izleyen ikinci yılın aynı döneminde ödenmesi imkânı getirilmektedir.
* Belirtilen işçilerin 12 ay süreyle, SSK primlerinin işveren hisselerinin yarısının Hazine tarafından ödenmesi sağlanmaktadır.
* Diğer konularda işçi sayısına bağlı olarak işverene getirilen yükümlülüklerin 3 yıl süreyle uygulanmayacağı hüküm altına alınıyor.
* 3417 sayılı “Çalışanların tasarrufa teşvik edilmesi hakkındaki kanun” hükümlerinin de 3 yıl süreyle uygulanmaması sağlanmış bulunuyor.
(26 Eylül 1998 Cumartesi, Yeni Evrensel)
Vergi tabanının genişletilmesi, kayıt dışı ekonominin kayda alınması, vergi sisteminin basit ve açık hale getirilmesi ve vergisini düzenli olarak ödeyenlerin vergi yükünü artırmadan, vergi gelirlerinin artırılması amacıyla gerçekleştirildiği belirtilen “vergi reformu”, başlangıçta bu amaçlarının çok dışına düşüyor ve vergide adalet sağlanması bir yana, rant ve faiz gelirleri elde edenlere, bankalara, borsa kazançlarına getirilen vergiden vazgeçilerek, her zaman olduğu gibi, tüm yük emekçilerin sırtına yükleniyor. Vergi oranlarında sağlanan indirim dışında (ki onda da adaletsizlik bulunuyor. Düşük gelir elde edenler İçin vergi oranı yüzde 25’ten yüzde 15’e, milyarlar, trilyonlar elde edenler için vergi oranı yüzde 55’ten yüzde 40’a indiriliyor) işçilere, emekçilere hiçbir avantaj sağlamayan yasa, sermayenin vergi konusundaki taleplerini karşılamakla sınırlı kalıyor.