Uluslararası işçi hareketi ve sendikal mücadele

GİRİŞ
Bilindiği gibi; ulusal ve uluslararası koşullardaki gelişmelere bağlı olarak, belli dönemlerde “sınıf ve güç” ilişkilerindeki belirgin değişimler, kaçınılmaz olarak günlük mücadele taleplerinde, ittifaklarda yenilenmeyi talep eder. Mücadelenin yeni döneminde izlenecek yol ve alınacak tutum; devrimci sınıf çizgisi ile aynı zamanda kendisi de güçlerini; ittifaklarını ve platformunu yenilemekte olan burjuvazinin baskısıyla beslenen sınıf-dışı reformist ve küçük burjuva ‘sol’ akımlar veya eğilimler arasındaki mücadelenin nesnel zeminini oluşturur ve her akım, aldığı tutumla, sınıf hareketinin geleceğindeki yerini tayin eder. ’90’lı yıllarda Uluslararası Marksist-Leninist Hareket’te meydana gelen dalgalanma ve yer yer tasfiyeye varan eğilimlerin bugünkü durumu, bunun bir örneğidir.
Geçen süre boyunca Marksist-Leninist hareket, temsil ettiği platformun daha çok bilincine varmış ve bunun gerektirdiği sorumlulukları yerine getirme yönünde daha ileri adımlar atmıştır. Gündemini oluşturan tartışmalar bu gelişmenin göstergesidir.

1- SINIF VE GÜÇ İLİŞKİLERİNDEKİ DEĞİŞİM VE YENİ BİR PLATFORM İHTİYACI
11. Dünya Savaşı boyunca, gerek SSCB’de, gerekse; Avrupa başta olmak üzere, gelişmiş ülkeler işçi hareketinde ve emekçi kitleler gözünde Devrimci Sınıf Partilerinin kazandığı güven ve prestij; bir yandan, zafer sarhoşluğu eğilimine yaslanan ve onu kışkırtan, öte yandan da; emperyalizmin saldırıları karşısında teslimiyet ve işbirliği yolunu tutan modern revizyonizmin egemenliğiyle birlikte; tersine doğru işleyen bir rol oynadı. Gerçek komünistler için, devrim ve sosyalizm davasına karşı sorumluluklarını daha da ağırlaştıran bir etken olan bu güven ve prestij; sosyalizm tehdidine karşı; emperyalist sistemin bütün güç ve olanaklarını tek bir merkez etrafında birleştirerek saldırılarını yoğunlaştırdığı koşullarda ve bunun da baskısı altında; SSCB’de, proletarya diktatörlüğünün sınıfa yabancılaşarak bürokratik tekelci bir burjuva diktatörlüğüne dönüşmesi, gelişmiş ülkelerde ise; komünist partilerin, emperyalist burjuva platformun reformcu ve parlamentarist bir “muhalefet unsuru” düzeyine düşmesi sürecinde, partilere egemen olan revizyonizmin elebaşları tarafından sınıfın uyanıklığını körelten bir kalkan olarak kullanıldı.
Böylece, dünyanın en gelişmiş ülkelerinde işçi sınıfı hareketi; en ileri tarihsel zaferlerinin ardından, bilincinde ve eyleminde derin tahribatlar yaratan, tarihinin en uzun süreli durgunluk, gerileme ve dağınıklık sürecine girmiş oldu.
Bu, aynı zamanda, işçi sınıfının bağımsız politik ve sendikal eylemi açısından belki de, tarihinin en ağır darbesi anlamına geldiği gibi; uluslararası güç ve eylem birliğinin de, en uzun süreli kesintiye uğraması demekti. Bizzat bu durumun kendisi, ideolojik tahribatın da derin ve uzun süreli sonuçlar doğurmasının belirleyici etkenlerinden biri oldu.
Revizyonizmin yol açtığı tahribat sadece SSCB ve ileri ülkelerle sınırlı kalmadı; sosyalizmin ve proletarya hareketinin tarihsel başarı ve zaferlerinden güç alan Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın birçok ülkesinde ortaya çıkan ulusal kurtuluş hareketlerine ve anti-emperyalist mücadelelere de, ağır zararlar verdi. Bu ülkelerde sosyalizme ve işçi sınıfına olan güveni sarstı. Aynı zamanda bu gelişme; geri ülkelerde anti-emperyalizm eğilimine yaslanan küçük burjuva akımların yaygınlaşmasında önemli bir rol oynadı. Çin Devrimi’nin Maocu yorumu ve Küba Devrimi’nin Kastrocu yorumu; küçük burjuva akımların önemli bir bölümünün esin kaynağı olurken, aynı zamanda; 70’li yıllarda, bu akımların çeşitli ülkelerde alınan ilk yenilgilerin ardından proletarya hareketi ve sosyalizmden uzaklaşmalarının da gerekçeleri arasında yer alarak; geri ülkeler işçi sınıfının, genel halk hareketi içindeki etkinliğini zayıflatıcı bir rol oynadı. Buna rağmen geri ülkelerde, zaman zaman ileri boyutlar kazanan işçi sınıfı mücadelesi, Marksist-Leninist akımların gelişimi açısından önemli bir temel oluşturmakla birlikte; bir yandan, bu ülkelerdeki işçi hareketini de etkisi altına alan revizyonizmin egemenliği, öte yandan; sosyalizmin ve ileri ülkeler proletaryasının fiili desteğinden yoksun olusu nedeniyle, kendi başına uluslararası ölçekte bir güç olma düzeyine ulaşamadı.
Böylece, tarihsel olarak elde ettiği mevzilerin gerisine düşen işçi sınıfı hareketi, gerek ideolojik olarak, gerekse; mücadele biçimleri, örgütlenme ve çalışma tarzı açısından kendi devrimci geleneklerinden koparak büyük ölçüde revizyonizmin ve reformizmin etki alanına girdi. Bu gelişme, büyük çoğunluğu sendikal bürokrasi veya iktidardaki ülkelerde devlet ve parti bürokrasisi olarak örgütlenerek burjuvalaşmış tabakanın güçlenmesi ve bir bütün olarak harekete egemen olması süreciyle birlikte ve iç içe yaşandı ve boyutlarını bugün daha iyi anlamakta olduğumuz sınıf-dışı gelenekler, norm ve alışkanlıklar yarattı.

2- BUGÜNÜN BAŞLANGICI VE İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ SÜRECİN ÖZELLİKLERİ
Revizyonizmin egemenliği ve proletarya diktatörlüğünün tasfiyesi sürecinde adım adım oluşturulan ve Gorbaçovculuğun nihai darbeye hazırladığı bürokratik tekelci devlet kapitalizminin çöküşü öncesinde, ABD emperyalizmi tarafından kışkırtılan ve önderlik edilen Irak saldırısı; emperyalist ülkeler arasında, savaş sonrası dönemde giderek değişen güç ilişkilerinin yol açtığı çelişkilerin de, açıktan karşı karşıya gelmeden, ama belirgin tutum farklılıkları olarak ortaya çıkışını sağladı. Bir anlamda farklılıkların ortaya çıkması ABD tarafından dayatıldı. Dünya çapında sürdürülen eşi görülmedik bir propaganda ve demagoji kampanyasıyla ‘muhteşem’ bir finale dönüştürülen ve “sosyalizmin yıkılışı” olarak gösterilen bürokratik tekelci kapitalist sistemin çöküşünü, hızla emperyalist sistem içinde ilişkileri düzenleyen belli başlı kurumlarda ortaya çıkan çözülme, rekabet ve çatışma sürecinin başlaması izledi.
Bugün, bütün boyutlarıyla ortaya çıktığı gibi; bir yandan emperyalist ülkeler arasında; dünyanın bütün bölgelerini ve ekonominin bütün sektörlerini kapsayan bir yenilenme ve yeniden mevzilenme sürecine, sermayenin olağanüstü boyutlarda yeniden yoğunlaşması eşlik etti ve buna hız kazandırdı. Globalleşme ve liberalleşme sloganları bu mücadelenin bir aracı olmak üzere, belli başlı ülkeler ve özellikle ABD tarafından dayatılarak, bütün geri ve bağımlı ülkelerde ekonomilerin ulusal dayanaklarının tahrip edilme süreci hızlandırıldı. Belli başlı stratejik bölgelerde, ulusal ve dinsel farklılıklara dayanan iç çatışmalar kışkırtıldı ve geri ülkeler üzerinde ekonomik, siyasi ve askeri dayatma ve şantajlar açıktan ve kural tanımaz bir özellik kazandı.
Bu olgunun diğer yanı ise; ‘sosyal devlet’in tasfiyesi ve sendikaların işlevsizleştirilmesi başta olmak üzere, sınıfın tarihsel kazanımlarına yönelen saldırıların bütün ülkelerde açıktan gündeme sokulması ve burjuva devletin yeni koşullara göre reorganizasyonu, yani; belli başlı sınıflar-arası ilişkilerin yenilenme süreci olarak gelişti.
Elbette ki; meşru temsilcisi ve savunucusu oldukları işçi sınıfı hareketi tarihinin yarattığı ve revizyonizm tarafından 50 yıla yakın süredir üzeri küllenen devrimci tecrübe ve birikimi yenilemek ve geliştirmek, mücadelenin yeni döneminin en önemli dayanaklarından biri haline getirmek; en başta, gerici dalga karşısında en sağlam ideolojik mevzilere sahip yegâne akım durumunda olan Marksist-Leninist partilerin görevi ve varlık nedenidir.

3- EMPERYALİST EGEMENLİK, YAĞMA VE YIKIMA KARŞI DEVRİM VE SOSYALİZM İÇİN MÜCADELE
Modern toplumun iki temel sınıfı proletarya ve burjuvazinin; -durgunluk, gerileme ve sıçramalarla da olsa,- kaçınılmaz olarak bütün cephelerde daha ileri biçimlerde karşı karşıya gelişine yol açacak gelişmelerin uç verdiği bugünkü koşullarda; burjuvazi, görünüşteki bütün avantajlarına rağmen, güçlerini birleştirme ve ara sınıfları kazanma açısından kaçınılmaz olarak son elli yılın sağladığı olanaklarını yitirme sürecine girmiştir. Emperyalist burjuvazi ve işbirlikçi egemen sınıflar; gerek ülkeler olarak, gerekse; tekelci gruplar olarak kıyasıya rekabet ve çatışmalara; işçi ve emekçi sınıflara, ezilen halklara karşı da, dizginsiz bir saldırı ve zorbalığa adeta mahkûm durumdadır ve bu süreç bütün ülkelerde açık belirtileriyle yaşanmaktadır.
— Ekonomik açıdan; bütün ülkelerde özelleştirme, taşeronlaştırma, kalite çemberi, esnek çalışma vb. saldırılarla; işsizliğin ve işten atmaların ileri boyutlar kazanması; reel ücretlerde düşüş; sosyal haklarda kısıtlamalar ve sendikaların işlevsiz hale getirilmesine yönelik saldırılar olarak gündeme geldi. Başta üretici köylülük olmak üzere bütün tekel dışı sınıflar kredi, pazarlama ve sübvansiyonları kapsayan ve tekelci çıkarlara boyun eğdirmeyi amaçlayan ağır saldırılarla karşı karşıya kaldılar. Kamu hizmetlerinde çalışanlara ve memurlara yönelik ücret kısıtlamaları gündeme geldi. Özellikle emperyalizmin yeni bir yağma, talan ve sömürgeleştirme saldırısıyla karşı karşıya olan geri ülkelerde, işçi sınıfı ağır baskı ve sömürü koşullarında gelişimini sürdürürken, köylülük ve küçük burjuva tabakalardan giderek daha fazla insan işsizler yığınına katıldı. Büyük şehirlere göç hızlandı. Düzenli bir iş ve gelirden yoksun ve çürüme tehdidi altında yeni emekçi semtleri, bölgeler oluştu. Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın birçok ülkesinde; emperyalist yağma ve talanın bir sonucu olarak; toplumsal organizma bütünüyle çözülme ve yıkım tehdidiyle karşı karşıya kaldı.
— Siyasi açıdan; belli başlı gelişmiş kapitalist ülkelerde farklı gerekçelerle ve farklı biçimlerde, ama özünde aynı olmak üzere; gerici yasaların gündeme getirilmesi, faşist partilerin teşvik edilmesi ve güçlendirilmesi, polisin yetki ve müdahale alanlarının genişletilmesi, bütün burjuva partiler arasında ortak “ulusal” politik temellerin geliştirilmesi ve tekelci burjuvazinin politik çıkarlarının devlet eliyle güvenceye alınması yönündeki gelişmeler belirgin hale geldi. Geri ülkelerde emperyalist kölelik zincirlerinin daha da ağırlaştırılması, kışkırtılan iç kargaşa ve bölgesel çatışmalar ve emperyalistler arası rekabet ve çatışmaların bir unsuru olarak; işbirlikçi egemen sınıf klikleri arasındaki çelişkilerin keskinleşmesi, tehdit ve şantajların artışı, giderek artan bir faşist terörün günlük politika haline gelmesi, özel olarak eğitilmiş faşist terör örgütlerinin, polis şefleri ve generallerin devletin bütün kurumlarında artan etkinliği, genel bir eğilim olarak ivme kazandı.
— Askeri açıdan; ABD başta olmak üzere, Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya ve Rusya gibi belli başlı emperyalist ülkelerde ordunun modernizasyonu, dış müdahaleler için özel askeri birliklerin eğitimi, Ortadoğu, Balkanlar gibi stratejik bölgelerde askeri mevzilenme ve hareket olanakları yaratma yönünde hızlanan girişimler, geri ülkelere yeni askeri kölelik anlaşmalarının dayatılması, uluslararası hukukun giderek güç ve etkinliğini yitirmesi, buna karşılık; tehdit, şantaj ve zorbalık yöntemlerinin giderek belirginleşen bir eğilim haline gelmesi vb. gelişmeler bu alandaki saldırıların genel karakterini ortaya koymaktadır.
TV başta olmak üzere bütün araçlarla, sınırsız bir çığırtkanlıkla ve sistematik bir propaganda eşliğinde sürdürülen bütün bu saldırılar; giderek daha çok insanın kaygılarını artıracak şekilde, sadece işçi sınıfının değil; bütün insanlığın geleceğini tehdit eden gelişmeler olarak anlam kazanmaktadır.
Bugün iradi bir tercihin ürünü olarak değil, tersine; emperyalist sistemin içine girdiği sürecin zorunlu bir unsuru olarak ve bütün ülkelerde şu veya bu şekilde, ama mutlaka gündeme gelen saldırıların temel sonucu; kaçınılmaz bir şekilde kendi karşıt güçlerini de, harekete geçirmiş olmasıdır.
Anlatım kolaylığı açısından belli kategorileri temsil eden tipik ülkelerde, yakın dönemde ortaya çıkan mücadeleler, işçi sınıfı hareketinin bugünkü durumunu karakterize eden özellikler hakkında somut değerlendirmeler yapmamıza ve sonuçlar çıkarmamıza olanak sağlamaktadır.

A- Gelişmiş Kapitalist Ülkeler:
Tasarruf tedbirleri ve özelleştirmeleri hedef alan grev, gösteri ve genel grevlerin ardından, Fransa’dan yayılan ve aynı işkolunda Belçika, İspanya, Portekiz ve Slovenya’yı içine alan, işten atmalara karşı dayanışma grevi ve buna bağlı olarak Brüksel’de 100 bin kişilik gösteri gerçekleşti. 1 Mayıs’ta bütün sendika merkezlerini birlikte hareket etmeye zorlayan baskının ardından, işçi sınıfı A. Juppe hükümetini istifaya zorlayarak erken seçime ve ‘sol’ partilerin kendilerinin de beklemediği çoğunluğu elde etmelerini sağlayan siyasal sonuçlara yol açtı. Bununla da yetinmeyerek seçimlerin hemen ardından ‘çiçeği burnunda’ ‘sol’ hükümeti uyaran kitlesel eylemler yaptı. Son birkaç yılın olayları, kapitalist burjuvazinin saldırılarına karşı mücadeleye atılan Fransız işçi sınıfının sadece sendika merkezlerini değil ‘sol’ partileri de geride bırakarak yoluna devam etme kararlılığını gözler önüne serdi.
Sendikal hareket üzerinde sosyal demokratlar eliyle burjuva etkinin en güçlü olduğu Almanya’da; tasarruf paketine karşı yer yer DGB yönetimini de mücadeleye zorlayan işçi sınıfı, Fransız sınıf kardeşlerinin yolunu izledi. ’97 başından itibaren, inşaat, maden ve metalürji sektörlerinde ayrı ayrı on binlerce işçi, işten atmalara karşı, yer yer süreklilik kazanan ve polisle çatışmayı da göze alan gösteriler yaptı. Belli sektörlerde, sendika merkezlerini de peşinden sürükleyen veya onlara rağmen mücadeleye atılma ve taleplerinde ısrar eğilimleri ortaya çıktı.
Sendikal hareketin en kaba yöntemlerle baskı altında tutulduğu ABD’de; özellikle otomotiv sektöründe işten atmalara karşı on binlerce işçinin sürdürdüğü sektörel grevler; kapitalizmin bu en gelişmiş ve pervasız merkezinde de, işçi sınıfının kapitalizmin saldırılarına karşı daha kararlılıkla mücadeleye yönelmekte olduğunun açık göstergesidir.
İtalya, İspanya, Yunanistan, İsviçre gibi belli başlı Batı Avrupa ülkelerini de kapsayan bu gelişmeler;
Birinci olarak; burjuvazinin sınıfa yönelen saldırılarıyla, sınıf içinde kendi dayanağı durumundaki işçi aristokrasisinin, sendikal bürokrasinin temellerini de zayıflatarak; kaçınılmaz bir şekilde daha ileri mücadelelere yönelişini kolaylaştırmakta olduğunu;
İkinci olarak da; mücadele taleplerinin ve biçimlerinin genişlemesi ve ilerlemesi oranında ve mücadele seyri içinde, sınıfın, revizyonizmin ve reformizmin etki alanından hızla sıyrılarak kendi tarihsel tecrübe ve birikimini hatırladığını göstermektedir. Bunun anlamı; sendikal hareketteki yenilenmeyle, sosyalizme yönelişin birbirine bağlanarak ve sınıfın bizzat kendi günlük pratik eylemi içinde, -40 yılı aşkın süreden beri modern revizyonizmin yaymaya çalıştığı; işçi sınıfının tarihsel rolünü yitirdiği, proletarya diktatörlüğüne gerek duymadan toplumsal ilerlemenin gerçekleşebileceği vb. şeklindeki burjuva sınıf egemenliğini ebedileştirme amacı taşıyan teorilerin yarattığı,- yanılsama ve bulanıklıkların, hızla dağıtılabilmesini kolaylaştıran etkenler olarak da önem kazanmasıdır.

B- Eski “sosyalist” ülkeler:
Ekim Devrimi ve sosyalizmin tarihsel başarı ve zaferlerinin tecrübe ve birikimini olduğu kadar; 40 yılı aşkın süredir revizyonist ihanetin tahribatlarının da damgasını taşıyan Rus işçi sınıfı; yüz binlerce işçinin katıldığı gösteriler eşliğinde, 20 milyon işçinin gerçekleştirdiği yakın dönemlerin bu en geniş katılımlı genel greviyle, daha ileri mücadelelere yöneleceğinin ilk ciddi işaretini vermiş oldu. Bu, aynı zamanda, revizyonizmin yarattığı yanılsama ve bulanıklıklara karşı önemli bir darbe anlamına geldiği gibi; sosyalizmin bu eski ülkesinde sendikal hareketin uluslararası düzeydeki öneminin de somut bir ifadesidir.
Gene aynı şekilde; Arnavutluk halkının silahlı ayaklanması, Bulgaristan ve Polonya’da gelişen ve doğrudan hükümeti hedef alan genel grev ve gösteriler; günlük acil taleplerle çıkan eylemlerin hızla siyasal hedeflere yönelmesi açısından tipik özellikler göstermektedir.
Bu ülkelerde; iktidarı kaybederek, işçi sınıf ve sendikal hareket içinde, mevcut koşulların yardımıyla “muhalefet” olarak mevzilenmeye çalışan revizyonist parti ve klikler; bugün de, mücadelenin gelişimi önündeki en ciddi engelleri oluşturmaktadır.

C- Geri ülkelerdeki durum:
İspanya ve Yunanistan gibi geçmişte ayaklanma ve iç savaş deneylerine sahip ülkelerdeki genel grev ve gösterilerin yanı sıra; Türkiye, Güney Kore ve Ekvador gibi, işçi sınıfının geçmiş mücadele birikiminin nispeten zayıf olduğu ülkelerde de, işçi hareketi, diğer emekçi sınıfları da teşvik eden bir gelişme seyri izledi. Sendikal bürokrasiyi yer yer önüne katıp sürüklerken, giderek sektörler düzeyinde, yerel platformlar düzeyinde bağımsız eylemlere yöneliş daha da belirgin hale geldi. Sendikal bürokrasideki çöküşe dönüşen çözülme, mevcut sendikal hareketin yeniden örgütlenmesini gündeme getirirken; küçük ve özellikle orta boy işletmelerde çalışan on binlerce işçi, sendikal örgütlenme hedefiyle mücadeleye yöneldi. Tunus, Fas ve Cezayir gibi ülkelerde her türlü gerici saldırıya rağmen, sendikal hareket mücadelenin en önemli dinamiği olma özelliğini geliştirdi. Geri ülkelerde proletarya hareketinde ortaya çıkan gelişmeler ve giderek daha açık bir şekilde uç vermekte olan dinamizmin yanı sıra; Meksika, Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerde ortaya çıkan ve yer yer isyan biçimini alan köylülük ve diğer emekçi sınıfların mücadelelerindeki gelişmeler, daha şimdiden; proletarya ve emekçi halk hareketinin uluslararası temellerini tarihte görülmedik derecede genişleten, emperyalizme karşı mücadelenin sınıfsal içeriğini geliştirip güçlendiren bir özellik kazandığını göstermektedir.
Ana çizgileriyle ortaya çıkan bu gelişmeler; emperyalist burjuvazinin dünyanın bütün ülkelerini ve bölgelerini kapsayan, dizginsiz bir sömürü ve sınırsız bir egemenlik uğruna açık bir yağma ve yıkım olarak ortaya çıkan saldırılarına karşı; işçi sınıfının, henüz dizginlerinden boşanmamış da olsa, özellikle bilinç ve örgütlenme yönünden temel zayıflıklarını giderememiş de olsa -ki; bunları gidermek devrimci sınıf partilerinin temel görevi, varlık nedenidir- bir kez daha ve bütün hatlarıyla, kaçınılmaz olarak devrime ve sosyalizme yönelecek olan bir mücadeleye ilk ciddi adımlarını atmış olduğunu gösteriyor. Bunun ilk sonucu; 40 yılı aşkın süredir burjuvazinin ve egemen sınıfların dayanağı durumundaki sendikal bürokrasinin yer yer çöküntüye dönüşen çözülüşü ve her geçen gün daha geniş yığınların gözünde sendikaların örgütlenme, direnme ve mücadele merkezleri olarak yeniden ve vazgeçilmez bir anlam ve önem kazanmasıdır.

4- SENDİKAL HAREKETE İLİŞKİN ÖNYARGILAR
Proletarya hareketi belli başlı ülkelerde ilk ciddi mücadelelere yöneldiğinde; farklı ülkelerde, değişik gerekçelerle ve değişik biçimlerde oluşmuş bulunan sendikal harekete ilişkin birçok önyargıyı yıktı.
Birincisi; burjuvazinin tahkim ettiği gerici ve revizyonist sendikaların yıkılmazlığına ve ele geçirilmezliğine ilişkin düşünceler, bugün, hareketteki gelişmenin diriğinde kaldı. Maddi temelleri sarsılan sendikal bürokrasi açıkça iki seçenekle karşı karşıya kaldı; ya saldırılardan yana olmak, ya da cepheden mücadeleye katılmak veya ona yol vermek. Çeşitli ülkelerde ortaya çıkan örnekler bunu kanıtlamaktadır.
İkincisi; mevcut sendikalar aracılığıyla ileri mücadeleler örgütlenemeyeceği yönündeki düşünceleri de; gene, sendika yönetimlerine rağmen mücadeleye atılan işçiler; kendi taleplerini ve bunları hedefleyen eylemlerinin yönetimini güvenceye alacak örgütler yaratarak geçersiz hale getirdiler. Fransa’da “eylem komiteleri”, Türkiye’de “sendikal platformlar” ve Almanya’da “işçi temsilcileri”nin geliştirdiği baskı; bunun pratik örneklerini oluşturmaktadır. Aynı şekilde, CGT eliyle gündeme getirilen ve sendikaların sınıfın temel örgütleri olarak işlevlerini ortadan kaldırmaya yönelik açık saldırı; Fransız işçi sınıfının açık ve net tutumuyla çöpe atıldı.
Üçüncüsü; gerici sendikaların tabanında önemli potansiyel oluşturan işçi kitlesiyle, onların günlük mücadelesiyle bağları zayıflatan ve kendileri de giderek umutsuzluğa düşen küçük burjuva sekter anlayışlar, pratik hareketin kendisi tarafından mahkûm edildi. Bugün, birçok örnekte görüldüğü gibi; sınıfın günlük mücadelesini geliştirmeye ve güçlendirmeye hizmet eden her tutum; geniş kesimlerin desteğini almaktadır. Sınıfın mücadeleye atılan yığınları açısından temel ölçü; günlük mücadeleye katılımda içtenlik ve alınan pratik tutumdur. Önce bilinç ve örgüt, sonra mücadele gibi revizyonist anlayışlar yanında; politik mücadeleyi öncüye ve ekonomik mücadeleyi sendikalara bırakan küçük burjuva anlayışlar da mevcut gelişmeler karşısında şimdiden iflas etmiştir.
Devrimci Sınıf Partileri de, bir dönemin yarattığı düşünce alışkanlıklarından ve normlardan kurtularak; hareketin olanaklarını, genişleyen temellerini ve bunun yarattığı ihtiyaç ve sorumlulukları gözeten bir perspektif geliştirmek ve çalışma ve faaliyetlerini hızla yenilemek sorunuyla karşı karşıyadır.
Marksist-Leninist teori ve bunun yön verdiği bir program devrimci bir sınıf partisi olmanın önkoşulu olmakla birlikte, özellikle mücadelenin bugünkü koşullarında, hareketin merkezinde olması gereken partiler için kesinlikle yetersizdir. Marksist-Leninist partiler, bugün, mücadelenin giderek genişleyen ihtiyaçlarına cevap verebilecek ve onu ilerletecek taktikleriyle ve günlük mücadele çizgileriyle de bir sınavla karşı karşıyadır. Bu aynı zamanda teorik ilkelere ve program hedeflerine bağlılığın da bir göstergesidir. Bu nedenle:
a- Bir dönemin koşullandırdığı, sadece taraftar çevreleriyle sınırlı bir yönetim ve faaliyet tarzı; söylenenler ne kadar doğru olursa olsun, harekete yön verme şansı elde edemez. Çünkü Marksist-Leninist partiler proletaryanın bir bölümünün değil, bütün bir sınıfın partisidir. Her geçen gün daha geniş yığınların mücadeleye atılmakta olduğu bugünkü koşullarda; sınıf partileri yüz binlerin, milyonların eylemini ve bunun ihtiyaç ve sorumluluklarını faaliyetinin merkezine almak zorundadır. Yani faaliyetimizin içeriği, sadece kendi taraftar çevrelerimizi değil; yığınları kendi tecrübe ve deneyleriyle ikna etmeye ve mücadelelerini geliştirmeye hizmet etmek zorundadır.
b- Genel olarak parti faaliyetinin bütün alanlarında olduğu gibi, özellikle sendikal mücadelede de, hareketin yönetimi böylesi dönemlerde, sadece ilgili parti üye ve taraftarlarının sorumluluğuna bırakılamaz, işinin ehli ve en yetenekli parti kadroları sendikal politika ve taktiklerin hayata geçirilmesini güvence altına alacak şekilde, en önemli ve en gerekli yerlerde sendikal mücadelenin yeniden örgütlenmesi ve geliştirilmesi sorumluluğunu yüklenmek durumundadır.
Özel olarak sendikal alandaki mücadele, her ülkenin kendi koşullarına özgü biçim ve gelişim süreçlerini göz önüne alan bir yenilenme hedefine bağlanmak zorundadır.
c- Bugün Devrimci Sınıf Partileri, sadece sınıfa politika ve faaliyet götüren örgütler değil; sınıfın mücadeleye yönelen güçlerinin parti olarak örgütlenmesi ve her düzeyde onların politik gelişimini ve pratik hareketin yönetimini bizzat kendi ellerine almalarını esas alan partiler olmak zorundadırlar. Mücadelenin içinde ve ön cephesinde örgütlenmenin pratik anlamı budur. Ancak bunu gerçekleştirebildiğimiz koşullarda, bir dönemin yarattığı tahribatları bertaraf ederek, sınıfın Marksizm-Leninizm ve sosyalizme olan güvenini tazeleme olanağı elde edebiliriz. Mevcut gelişmeler, bunun koşullarını daha da olgunlaştırmaktadır.
En genel ifadeyle taktiklerinin özü güç toplamak ve daha ileri mücadelelere hazırlanmak olan Devrimci Sınıf Partileri, ancak yeni dönemin ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir tarzda, pratik çalışmanın içeriğini ve buna denk düşen örgütsel dönüşümü hızla gerçekleştirebildikleri oranda, mücadelede yeni ve daha ileri mevziler kazanabilirler.

5- SENDİKAL HAREKET VE GÜNLÜK MÜCADELE TALEPLERİ
Saldırıların genel karakteri; ülkeden ülkeye farklı biçimlerde ve zamanlarda da olsa, mücadelenin benzer nitelikte taleplerle ortaya çıkmasına yol açtı. Özel olarak Avrupa’da, saldırıların AB gibi ortak karar mekanizmalarıyla ortaya konması, kıta düzeyinde mücadelenin temellerini, en azından birbirini etkileme olanaklarını güçlendirdi. Genel olarak ele alındığında;
— Özelleştirmelere, işten atılmalara ve işsizlik tehdidine karşı talepler,
— Ücret kısıtlamaları, tasarruf tedbirleri ve sosyal hakların kısıtlanmasına karşı talepler,
— Sigorta hakkına yönelen saldırılara karşı talepler,
— İşgünü süresi ve tatil hakkına yönelen saldırılara ilişkin talepler,
— Aynı zamanda, bütün bunlara karşı gelişen mücadelelerin önünü kesmek, sınıfın güçlerini bölmek ve işçiler arasında rekabet ve çatışmaları körüklemek amacıyla; taşeronlaştırma, esnek çalışma, kalite çemberi, eşel-mobil vb. adlar alfanda sendikaların tümüyle işlevsiz hale getirilmesi yönündeki saldırılara karşı talepler, son birkaç yılda belli başlı ülkelerde günlük mücadelenin konusu oldular. Saldırılar püskürtülememiş olmasına rağmen, özel olarak Avrupa’da burjuvazinin hızını kesti ve tavsatmaya zorladı. Buna karşılık, egemen sınıfların elde ettikleri başarılar mücadeleyi yatıştırmayacağı gibi; yeni taleplerle temellerinin genişlemesinden başka bir sonuca yol açma şansına sahip değildir.
Öte yandan saldırıların genel sınıfsal karakteri göz önüne alındığında; ekonomik veya kısmi siyasal taleplerle de ortaya çıksa; mücadelenin, hızla egemen sınıflarla, burjuva hükümetlerle karşı karşıya gelen siyasal bir özellik kazanması; Devrimci Sınıf Partilerine daha da büyük sorumluluklar yüklemektedir. Çünkü siyasal taleplerin formüle edilmesi ve diğer günlük mücadele talepleriyle birleştirilmesi Devrimci Sınıf Partilerinin faaliyetinde özel bir öneme sahiptir.
Bilindiği gibi; sınıfa yabancılaşmış sendikal bürokrasinin en önemli özelliklerinden biri; bir yandan sınıfın taleplerini yatıştırıp en geri çizgide tutarken, öte yandan; kendi formüle ettiği şekliyle günlük talepleri ve mücadele biçimlerini sınıfa dayatmasıdır. İşten atmalara ve işyerlerinin tasfiyesine karşı DGB tarafından öne sürülen, ama “kime karşı, kiminle birlikte” olduğu ortada bırakılan, “iş için birlik” sloganı; sınıfın taleplerini istismar ederek yatıştırma ve oyalama aracına dönüştürmenin tipik bir örneğidir. Devrimci Sınıf Partileri ise; günlük mücadele talepleri ve şiarlarını, sınıfın en geniş yığınlarını birleştirmenin ve mücadelelerini güçlendirmenin en önemli koşullarından biri olarak ele alırlar.
Bu açıdan ele alındığında;
— İleri ülkelerde; kazanılmış demokratik hak ve özgürlüklerin budanması anlamına gelen gerici yasalara karşı; diğer emperyalist ülkelerle girilen rekabetin bir ürünü olarak gündeme gelen ve geri ülkeler üzerinde baskı ve sömürünün, tehdit ve şantajların yoğunlaştırılmasına, faşist akımların teşvik edilmesine, yabancı düşmanlığı ve milliyetçi önyargıların körüklenmesine karşı mücadele talepleri özel bir anlam kazanmaya başladı.
— Geri ülkelerde ise; saldırıların emperyalizm ve işbirlikçi egemen sınıflar tarafından dayatılmış olması ve diktatörlük koşullan; günlük mücadele taleplerinin anti-emperyalist ve temel demokratik taleplerle, faşist teröre ve diktatörlüğe karşı taleplerle birleştirilmesi özel bir anlam kazanmaktadır.
Gerek, bu taleplerin ele almışı ve formüle ediliş biçimi, gerekse; bu hedefler doğrultusunda ortaya çıkan ve çıkacak olan mücadelelerin geliştirilmesi; sınıf içinde mevzilerini yenilemeye çalışan burjuva reformcu ve revizyonist akımlarla Devrimci Sınıf Partileri arasındaki mücadelenin en temel konularından biri olmak zorundadır.

6 SENDİKAL HAREKET VE ÖRGÜT BİÇİMLERİ
Revizyonist-burjuva sendikal bürokrasinin 40 yılı aşan egemenliğinin en önemli tahribatlarından biri de, örgüt ve mücadele biçimlerinde izlenen; sınıfı kendi tarihine ve devrimci geleneklerine yabancılaştırarak, örgütlenme ve mücadele geleneğinin köreltilmesine ve kendine güvenin zayıflatılmasına yol açan ve burjuva parlamentarizmine hapsedilmiş, dayatmacı ve bürokrat çizgidir.
En başta, sendikal demokrasi; bütünüyle içi boşaltılmış, gösterişli, ama biçimsel bir içerik kazanarak, sendikal bürokrasinin egemenliğini tahkim etmenin aracına dönüştürüldü.
İkinci olarak; sınıfın örgütlenme ve mücadele yeteneğinin “hayat kaynağı” olan fabrika ve işyerlerindeki inisiyatif köreltilerek; çok yüksek rakamlara varan gelir düzeyi ve yaşam tarzıyla, burjuva devlet mekanizmalarında özel kabul gören sosyal konumlarıyla, sendika yönetim organlarının ve özellikle merkezlerinin “yıkılmaz kaleler” haline getirilmesini esas alan bir çizgi izlendi.
Üçüncü olarak; mücadele biçimlerinde, bir yandan, parlamenter pazarlıkların ve seçim kampanyalarının bir unsuru olarak düzenlenen, öte yandan; yıl dönümlere göre planlanmış ve sendikal bürokrasinin şovlarının sahnelendiği tantanalı ve içi boş resmi gösterilerle sınıfın zapturapt altına alınmasına hizmet eden bir çizgi egemen hale geldi.
Son birkaç yılın mücadeleleri; bir yandan sendikal bürokrasinin “kale”lerini çatlatırken, öte yandan; hızla, sınıfın kendi tarihsel birikim ve tecrübesine ve bunun bir ürünü olan devrimci mücadele geleneklerine yönelmesini sağladı. Bu yönelişin ortaya çıkardığı, meşruiyetini ve gücünü fabrika ve işletmelerden alan grev, genel grev ve bunlara bağlı olarak veya bunlarla birlikte gelişen sokak gösterileri gibi örgüt ve mücadele biçimlerini geliştirmek, en önemli görevlerimiz arasındadır.
Devrimci Sınıf Partilerinin bu konudaki taktiğinin özü; sendikal demokrasiyi de, sendikal örgütlenme ve mücadele çizgisini de, fabrika ve işletmelerde, sınıfın günlük yaşamına ve mücadelesine aktif katılım ve onun inisiyatif ve yeteneğini, kendine güven ve cesaretini geliştirme temeline dayanır. Çünkü sınıf hareketinin devrimci geleneği, fabrika ve işletmelerin “kale”ler haline getirilmesi gerektiğini öğretir. Ama aynı zamanda, böylesi dönemlerde sınıfın en geniş yığınlarına, en azından ana kitlesine yönelen günlük ajitasyonun önemi kat be kat artar. Ancak böyle bir yöneliş; sendikal hareketteki küçük sayılan mevzilerimizle bile, belli bir sendikal tutumu temsil edip geliştirme ve yeni mevziler kazanma olanaklarımızı güçlendirir. Sınıfın taze güçleriyle birleşmenin ve örgütsel temellerimizi yenileme ve tahkim etmenin temel koşulu budur.

7- SENDİKAL HAREKETTE İTTİFAKLAR VE YÖNETİM SORUNU
Bir dönemin en çok bulandırılan konularından biri olan ittifaklar ve yönetim sorunu; bugün de, sendikal hareketin başta gelen kilit sorunları arasında yer alır. Mevcut gelişmeler, taktiğimizi somutlaştırabileceğimiz somut ipuçları ve örnekler vermektedir.
Birinci olarak; bugünkü koşullarda, sendikal mücadelede taktik ittifak politikamızın özünü sınıf hareketinin içine girdiği gelişme sürecini güvence alfana alıp teşvik edecek, bu konuda şu veya bu ölçüde ileri adım atılmasına katkıda bulunacak ve sınıfın en geniş kesimlerini birleştirmeye hizmet edecek belirlenmiş bir platform temelinde, her somut durumun gerektirdiği ittifaklar, güç ve eylem birlikleri yapmak için çaba sarf etmek olarak özetleyebiliriz. Çünkü bugün, Fransa örneğinde görüldüğü gibi, sınıfın ileri kesimlerinde sadece sendikal bürokrasiye karşı değil, aynı zamanda sözde ‘sol’ siyasi partilere olan güvenin de giderek daha fazla sarsıldığı göz önüne alınırsa; mücadele içindeki tutumlarımızla onların güvenini kazanmanın, her zamankinden daha büyük bir öneme sahip olduğu açık bir gerçektir.
İkinci olarak; her ülkede değişik özellikler gösterse de, hangi akım veya partiye mensup olursa olsun, genel olarak temelleri sarsılan ve yer yer çöken sendikal bürokrasi, giderek derinleşen bir bölünme ve ayrışma yaşamaktadır. Bir yandan bunu derinleştirerek sınıfı daha ileri bir çizgide birleştirmeye hizmet edecek ittifaklar yaparken, öte yandan da; mevcut durumun yarattığı olanakları fırsat bilerek platformlarını yenilemeye çalışan sendikal klikler arası manevraları boşa çıkarmak, ittifak politikalarımızın temel yanlarından birini oluşturmak durumundadır.
Üçüncü olarak; doğaldır ki; “sol” grup ve akımlarla yapılacak ittifakların temelini de, onların kendilerine yakıştırdıkları sıfatlar veya bizim onlarla ilgili ideolojik-teorik değerlendirme ve yargılarımız değil; pratik hareketin çıkarlarına ve ihtiyaçlarına cevap verecek somut mücadele platformları ve bu akımların pratik mücadeledeki rolleri ve her somut durumdaki tutumları belirleyecektir.
Yıllar boyu, sendikal bürokrasi tarafından “ele geçirilen” ve yozlaştırılan sendika yönetimleri konusunda sınıfın devrimci geleneği sade ve somuttur: Temel ölçü mücadelede alman tutum ve sınıfın çıkarlarını, inisiyatif ve tecrübesini, içtenlikle temsil edebilme yeteneğidir. Devrimci sınıf partileri açısından da temel sorun “sendika yönetimlerinin ele geçirilmesi” değil; mücadele içinde alınan tutumla, temsil edilen sendikal çizginin bir ürünü olarak sendika yönetimlerine seçilmeyi “hak etmek”, sendika yönetimlerinin oluşturulmasına katılmak, buralarda sınıfın ileri kesimleriyle birleşmek ve daha ileri mücadelelere hazırlanmaktır. Yani, sorun, sınıfa yönetim dayatmak değil; sınıfın güvenine layık olmaktır.

8- SENDİKAL HAREKETİN ULUSLARARASI BİRLİĞİ
Sınıfın uluslararası birliğinin baltalanarak üzerinin küllenmesi; sendikal hareketin tek tek ülkelerde ulusal sınırlar içine hapsedilmesine, devrimci sınıf bilincinin köreltilmesine ve bunlara bağlı olarak; sınıfın kendine güvenini zayıflatıp moral değerlerde aşınma ve zayıflamalara yol açan en önemli etkenler arasında yer aldı.
Son yıllarda, emperyalist sistemin içine girdiği süreç ve bunun bir sonucu olarak ortaya çıkan saldırıların genel karakteri, birçok ülkede mücadelelerin ortaya çıkışına yol açan koşullar ve taleplerdeki benzerlik; burjuva basının bütünüyle görmezden gelme tutumuna rağmen, şimdiden birçok yanılsama ve bulanıklığı dağıtarak, bütün ülkelerde karşılıklı olarak birbirini teşvik eden, uluslararası bir sınıf olma bilincini yeniden tazeleyen ve enternasyonalist dayanışmanın koşullarını güçlendiren sonuçlara yol açtı. Özellikle Avrupa’da kıtasal düzeyde dayanışma ve geleceğini birleştirme konusunda somut örnekler ortaya çıktı.
Açıktır ki; bütün olumlu gelişmelere rağmen, gerek tek tek ülkelerdeki temelleri, gerekse uluslararası bilinç, örgütlenme ve mücadele düzeyi açısından, sınıf hareketi, henüz sendikal bir birliğin bugünden yarına gerçekleşmesine olanak verecek bir seviyede değildir.
Bu koşullarda; gelişmiş ülkeler başta olmak üzere her ülkede, burjuvaziye ve egemen sınıflara karşı mücadele içinde sendikal hareketin yenilenmesi, her bir ülkede uluslararası bir sınıf olma bilincinin geliştirilip güçlendirilmesi; bugünün en başta gelen görevleri arasındadır.
İkinci olarak; son dönemlerde, sınıf hareketindeki gelişmeler karşısında, el çabukluğuyla biçimsel ve göstermelik sözde uluslararası platformlar aracılığıyla, sınıfın ileri kesimlerini yedeklemeye yönelen sosyal demokrat, ‘sosyalist’, Troçkist ve eski revizyonist akımların çabalarını boşa çıkarmak önem kazanmaktadır. Marksist-Leninist partiler, şu veya bu şekilde ileri işçilerin katıldığı uluslararası girişimlerde, koşulların uygun olduğu veya gerektirdiği her durumda, kendi tutumlarını savunmak ve sınıf dışı akımlara karşı bu alanda da sistemli bir mücadele sürdürmek zorundadır.
Üçüncü olarak da; uluslararası düzeydeki gelişmelerin genel özelliklerini göz önüne alan ve sendikal hareketin yeniden örgütlenmesine hizmet edecek, belirlenmiş somut bir taktik çizgiye bağlı olarak kendi ülkelerimizdeki özgül koşulların belirlediği ihtiyaçlara cevap veren günlük taktik ve politikalar geliştirmek ve bunları hayata geçirmek üzere güçlerimizi ve enerjimizi yoğunlaştırmak ve yenilemek; önümüzdeki dönemin en önemli görevleri arasındadır.
Sonuç olarak; sendikal hareketin uluslararası birliğinin temel koşulu; kendi ülkelerimizde burjuvaziye ve egemen sınıflara karşı, sınıfın sendikal eyleminde elde edilecek başarılar, kazanılacak mevzilerdir. Ve bugün, bunun olanakları her zamankinden daha geniştir.
Bütün bunları güçlendirmek üzere; sendikal hareket içinde sürdürülecek ideolojik mücadele ve aydınlatma faaliyetinin temel amacı; mücadeledeki gelişmelerin şimdiden dağıttığı yanılsama ve bulanıklıkların etkisiyle çarpıtılan ve unutturulmaya çalışılan, işçi sınıfı tarihinin bilinç ve tecrübe birikiminin daha ileri düzeyde özümsenmesini ve harekete yön vermesini sağlamak, yeniden ML ve sosyalizme yönelişi hızlandırmak ve bugünkü eyleminin bilincini geliştirip önünü açmaktır.

Ağustos 1997

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑