Teori, taktik ve günlük mücadele

Kendi teorisini, “Gözler önünde’ cereyan eden tarihsel bir hareketten doğan ilişkilerin genel ifadeleri” olarak, bilimsel bir temel üzerine oturtan Marksizm; aynı zamanda, işçi sınıfının; “tarihsel görev ve sorumluluklarının bilincine varma”sı ve “kurtuluşunu kendi eline” alması için doğrudan sınıflar mücadelesine bağlanan ideolojik bir tutum ortaya koydu. Böylece, sadece “dünyayı yorumlamakla yetinen klasik felsefenin, süre-giden “tarihsel hareketten” kopuk ve sözde “sınıflar üstü ve tarafsız”, ama gerçekte, egemen sınıflara hizmet eden özelliğine karşılık; “dünyayı değiştirme”yi esas alan bir bakış açısı ve işçi sınıfını esas alan bir ideolojik tutum, Marksist teorinin ayırt edici özelliği oldu ve onun politik mücadelede bir silah, bir “eylem kılavuzu” olarak anlam kazanmasını sağladı. Feodalizme karşı toplumsal gelişme ve ilerlemeyi savunan burjuvazi; gelişmesinin son sınırına dayandığı emperyalizm çağında, sadece sınıf çıkarları ölçüsünde ve sınıf çıkarları yararına kullanmak üzere “bilimsel” olabilirken; nihai amacı; her türlü sömürüyü ortadan kaldırarak, kendi sınıfsal varlığına da son vermek olan işçi sınıfının ideolojisi olma özelliği, Marksist teorinin bilimsel karakterini zayıflatmak bir yana; onu gerekli kılan, yani ancak, işçi sınıfı temeline oturduğu, onun mücadelesiyle birleştiği ölçüde gelişip güçlenmesini ve zenginleşmesini sağlayan bir koşul durumuna getirir ve işçi hareketinin ve Marksizm’in 150 yılı bulan tarihi de bunu kanıtlar. Marksizm’in ayırt edici yanını, sadece sınıfların varlığının kabul edilmesiyle yetinmeyip, bunu; proletarya diktatörlüğünün zorunluluğu ve bu uğurdaki mücadeleyle birleştirilmesi olarak ortaya konması, bu gerçeğin bir başka biçimde ifade edilmesi ve pratik sonuçlarına götürülmesidir.
19. yüzyılın ikinci yarısı boyunca Marksizm’in, işçi sınıfı hareketi içinde teorinin en genel sorunlarından pratik hareketin günlük sorunlarına doğru gelişen, zenginleşen; dünyada ve özel olarak Avrupa’daki işçi mücadelelerinin deneyleriyle kanıtlanan genel bir etkinlik ve zafer kazanmasıyla birlikte, artık, sapmalar; Marksizm’e karşı cepheden bir mücadele olarak ortaya çıkmadı, tersine; gerek teorik sorunlara yaklaşımda ve gerekse pratik hareketin sorunları karşısında alınan tutumlarda ortaya çıkan farklılıklar ve bunlara yön veren ideolojik-sınıfsal özelliklerle anlaşılır hale geldiler. Genel olarak Marksizm’in teorisini kabul eden Kautsky’nin “ultra emperyalizm” teorisiyle, emperyalist savaşta aldığı ve proleter enternasyonalizmine ve Alman işçi sınıfının bağımsız sınıf çıkarlarına ihanet eden tutumu, aynı küçük burjuva sınıfsal yaklaşımın teori ve pratikte birbirine bağlanan sonuçlarıdır. Hangisinin bir diğerinin sonucu olduğunun burada bir önemi yoktur. Ama daha sonraki işçi hareketinin deneylerinin de kanıtladığı gibi; -içtenlikle düzeltilmediği sürece- Marksizm’in teorisine yaklaşımdaki küçük burjuva özellik, pratik harekette de aynı sınıfsal karakterde tutumlara kaynaklık edebileceği gibi; pratik harekete yaklaşımdaki sınıf dışı tutum da, er ya da geç, kendi teorik temellerine yönelecektir. Burada kesin olan, Marksist bilincin doğruluğunu kanıtlayan biricik ölçünün sınıf mücadelesinde alman tutumda ifadesini bulacağı gerçeğidir.
En gelişmiş temsilciliğini Kautsky’nin yaptığı II. Enternasyonal oportünizmine karşı uluslararası planda verilen mücadelenin yanı sıra; ülke içinde sağ ve sol sapmalara karşı Marksist teorinin temelleri üzerinde sürdürülen mücadeleler içinde şekillenen ve emperyalizm ve proletarya devrimleri çağının Marksizm’i olarak da adlandırılan Leninizm; kapitalizmin emperyalizm çağına geçişini ve bunun karakteristik özelliklerini ortaya koyan teorik tahlillerin yanı sıra; demokratik devrimde proletaryanın önderliği, köylülükle ittifak ve kesintisiz olarak sosyalizme geçiş, emperyalistler arası çatışmalardan yararlanma, kapitalizmin eşitsiz gelişimi ve tek ülkede devrimin gerçekleşebilirliği, proletarya devrimi ve ulusal kurtuluş hareketleri arasında ittifak gibi, günümüzde de güncelliğini koruyan ve Ekim Devrimi ve sonrasının yaşanan olaylarıyla kanıtlanmış olan tarihi tecrübelerle de Marksizm’in ve proletarya hareketin gelişiminde daha ileri bir aşamayı temsil etti.
Özel olarak; Marksist teorinin bilimsel temelleri üzerinde, devrimci sınıf partisinin karakteristik özelliklerinin şekillenmesinde, politik strateji ve taktiklerde genel ilke ve sonuçlara kavuşmasında, Ekim Devrimi ve 1950’lere kadar uzanan proletarya diktatörlüğü döneminde ve İkinci Dünya Savaşı boyunca kazanılan başarılarla ve dünya ölçeğinde askeri ve diplomatik alanı da kapsayan tecrübelerle proletarya hareketinin cephaneliğine vazgeçilmez nitelikte devrimci silahlar kazandırdı. Ama aynı şekilde Marksizm’in ulaştığı genel sonuç ve formülasyonlardan belli somut durum ve koşullardan nasıl yararlanılacağı sorunu daha da büyük önem kazandı.
Marksizm; ideolojik bir sağlamlığı gerektiren genel teorik ilkeleri ve bunların yön verdiği programıyla; stratejik hedeflerine ulaşmak üzere, “somut koşulların tahlili”nden çıkarılan ve mücadelenin gelişip ilerlemesine hizmet eden taktikleriyle, özel olarak “sınıfın bağrında” ve onun günlük mücadelesi içinde ve onun kadar “canlı bir organizma” olan partisi ve mücadele çizgisiyle, bunu hayata geçirmede kararlı ve disiplinli kadrolarıyla, onların şahsında ve eyleminde temsil edilen ve günlük iniş çıkışları gözeten, ama sınıfın eylemini, belirlenmiş ortak hedeflere yöneltmede gösterilen yetenek ve irade sağlamlığıyla; mücadelenin objektif ve sübjektif yönlerinin kendine özgü, canlı bir bileşkesi olan partinin kesintisiz faaliyetinde somut bir anlam kazanır ve gelişir. Yerinde atılan bir sloganda, alınan somut bir tutumda, yapılan eylem çağrısında, bir fabrikada alınan bir grev kararında, sokak gösterisinde, yani sınıfın eyleminde somut ve maddi bir güce dönüşür. Marksizm, bütün bunların bilincinde olmanın, bütün bunların bilinci olmanın yolunu açar.
Devrimci bir sınıf partisi hedeflenen özellikleri, sadece teorik bir bilgiyle, sadece “sonuçların” bilgisiyle ve bir çırpıda kazanamaz, tersine; ancak, sınıfın günlük yaşamı ve mücadelesi içinde bizzat kendi deneyleriyle edinilen, yenilgi ve başarılarla, ilerleme ve gerilemelerle, bunların sağladığı deneylerle kendi faaliyetinin, aldığı tutumların daha çok bilincine vararak, saflarını arındırıp sağlamlaştırarak, sınıfın daha geniş kesimleriyle birleşerek ulaşır ve yeniden ve yeniden daha gelişmiş bir öngörüyle ve daha ileri hedeflere yönelir ve bütün bunlar, partinin teorik düzeyini geliştirir, teoriyi mücadelede bir silah olarak kullanmada ustalaşmasını sağlar.
Ülkemiz devrimci sınıf hareketi, proletarya hareketinin amaçlarını ifade eden devrimci bir program için verdiği ideolojik-teorik mücadelenin yanı sıra, taktik tutumları ve günlük mücadele çizgisiyle de başından itibaren revizyonist-küçük burjuva akımlara karşı giderek belirginleşen ve sınıf hareketinde kazandığı yer ve meşruiyetle somut bir anlam kazanan bir mücadele sürdürdü. Bugün, Emeğin Partisi olarak örgütlenmekte olan sınıfın ileri kesimleri ve giderek artan sayıda partiye yönelen genç işçilerin en önemli dayanaklarından biri; Marksizm’in bizzat kendi kaynakları, uluslararası işçi hareketinin devrimci birikimini temsil eden önderlerinin bizzat kendi eserleri ise; bir diğeri de; bugünkü koşullarda daha ileri derecede sonuçlar çıkarabileceğimiz devrimci sınıf hareketinin tecrübe ve birikimidir.
“Kendi hareketinin tarihine karşı belli bir inançsızlıkla davranan işçi, sınıf bilincine ulaşmış sayılamaz.” (Lenin, Tasfiyecilik Üzerine) ise; emperyalist burjuvazinin ve onun yardakçısı durumundaki burjuva “sol”un her türlü çarpıtama ve saldırılarına rağmen ortak sınıf duygu ve bilincinde yeni bir canlanmayı körükleyen bir mücadele sürecine girmiş bulunan uluslararası işçi sınıfı hareketinin bir parçası olan Türkiye işçi sınıfı da, işçi sınıfı tarihinin uluslararası deneylerini inanç ve güvenle sahiplenmek, revizyonizmin ve reformizmin kendi tarihinde yol açtığı tahribatların daha çok bilincine varmak, kendi sınıf tecrübelerini daha ileri düzeyde kavrayarak bilincini yenilemek zorundadır. Bu yazının amacı da konuyla ilgili bağı oranında program ve strateji sorununa değinip geçerken, tümü de birbirine bağlı bir bütün oluşturan; taktik tutum, günlük mücadele çizgisi, somut parti faaliyeti ve sloganlar sorununda, Leninist yaklaşımın hatırlanması temelinde ve mücadelenin yaşanmış somut örneklerini irdeleyerek, bizzat kendi faaliyetimizin daha çok bilincine varmamıza yardımcı olmaktır.

PARTİNİN ROLÜ VE ÖNEMİ
İşçi sınıfı; burjuvaziye ve kapitalizme karşı sosyalizm ve sınıfsız toplum için mücadelede bağımsız çıkarları olan bir sınıf olarak ortaya çıkarken; her şeyden önce Marksist teorinin bilimsel temelleri üzerinde gelişen, toplumsal gelişmenin nesnel yasaları ışığında modern toplumdaki sınıf ilişkilerinin ve kendi sınıfsal konumunun genel bir kavranışına ve bunun yön verdiği, amaçlarını ilan eden bir programa ihtiyacı vardır. Bunlar, bir sınıf partisi olmanın önkoşullarını ve “hareketin nesnel yönünü” oluştururlar. Marksizm’in genel teorisi gibi; program da, günlük hareketin dışında ve genellikle kendilerini işçi sınıfı davasına adamış aydınlar tarafından oluşturulur. Ama aynı zamanda, mücadelenin ilerleyen aşamalarında giderek daha somut bir anlam kazanarak göz önünde bulundurulması gereken ve mücadelenin bütün süreci boyunca, bir anlamda sınanıp deneyden geçerek, mücadeleye bağlandığı ve ona yön verdiği oranda maddi güce dönüşecek olan zorunlu başlangıç adımlarıdır.
Marksist teorinin kendi özüne ve ruhuna uygun olarak bir eylem kılavuzu haline gelebilmesinin veya böyle ele alınmasının temel koşulu; her dönemde sınıfın ileri kesimlerine dayanmayı esas alan sınıf partisi ve onun belli bir stratejik plan ve buna hizmet eden taktikler temelinde sürdürdüğü kesintisiz faaliyetidir ve bunlar da hareketin objektif yanına sıkı sıkıya bağlı, onu göz önüne alan, onu hızlandıran veya yavaşlatan, ama hiçbir zaman onu yaratmayan bilinçsiz sürecin bilinçli ifadesi olan sübjektif yanını oluştururlar. Programın hayata geçirilmesinde tayin edici olan da, mücadelenin koşulları tarafından belirlenen ortak bir disiplin ve sorumluluk temelinde örgütlenmiş kadrolar ve onların partinin kesintisiz faaliyetinde sınıfın günlük yaşamı ve mücadelesi içinde bizzat kendi deneyleriyle kazanılan ve tutumlarında somutlaşan nitelik ve özellikleridir. Leninizm’in gelişmesinde parti sorununun Marksizm’i ele alıştaki ayırt edici yanlarından ilkini oluşturması, mücadeledeki bu, tayin edici öneminden ileri gelir. Hareketin sübjektif yanlan, yani; bilinçleri, duyguları, sevinçleri, özlemleri ve toplum içindeki varlıklarıyla işçi sınıfı ve emekçi halk söz konusu olduğunda, onu anlamak; sadece iktidar için mücadelede değil, iktidar dönemi boyunca da olağanüstü bir öneme sahiptir. Çünkü parti; sınıfsız topluma kadar, bilinç farkları nedeniyle, değişen oranda da olsa, sınıfın sadece belli bir bölümünü kapsayacaktır. “Halk kitleleri içinde bizler hâlâ denizde bir damla gibiyiz ve ancak halkın ne hissettiğini doğru olarak ifade edebilirsek iktidarı yürütebiliriz. Yoksa Komünist Partisi proletaryaya, proletarya da kitlelere önderlik edemeyecektir ve bütün makina parçalanacaktır.” (Lenin, 11. Kongre Konuşması)
Varlığını ve geleceğini, işçi ve emekçi yığınların her türlü sömürü ve zulümden kurtuluşu davasıyla birleştirmiş gerçek bir sınıf partisi, ancak ve ancak böylesine içten bir sorumluluk bilinciyle, işçi ve emekçi yığınların güvenini kazanabilir. Burjuva egemenliğin hiçbir biçimi bu temeller üzerinde oluşmuş güvenin yerini dolduramaz. Bunun içindir ki; devrimci bir sınıf partisinin inşası, her ülkenin kendine özgü koşullan içinde gerçekleşen, sınıfın ve partinin, karşılıklı olarak ilişkilerini geliştiren ve birbirlerini güçlendiren, bizzat kendi öz deneylerini gerektiren belli bir süreci kapsar. Lenin gibi, kendi hasımlarının bile, bir deha olarak hakkını teslim ettikleri bir öndere sahip olan Bolşevik Partisi’nin, RSDİP içindeki Bolşevik Grup’tan devrimci bir sınıf partisi haline gelmesi, 1900’lerden, 1912’lere uzanan ayaklanma, yenilgi, ilerleme ve gerilemeleri, bunların deneylerini kapsayan çok yönlü bir mücadele döneminin ürünü olması; sorunun önemini gösterir.
Bu, aynı zamanda sınıfla politik ve örgütsel bağların teşekkül etmesi ve sağlamlaşması, sınıfın ileri kesimlerinin mücadele içinde bir parti olarak ortaya çıkmaları sürecidir ve her ülkenin kendi koşullarına özgü biçimlerde, uluslararası koşulların da şu veya bu yönde etkisi altında gerçekleşir. Partinin strateji ve taktiği, günlük mücadele çizgisi böyle bir süreç içinde giderek daha somut bir anlam ve önem kazanır. Mücadeledeki tutumu; kadrolarının faaliyetinde ve eyleminde, sınıfın daha geniş kesimleri nezdinde ayırt edilir hale gelir.
Ülkemizde devrimci sınıf hareketinin gelişimi de, uluslararası planda işçi hareketinde modern revizyonizmin egemenliğine, küçük burjuva ‘sol’ akımların etkilerine karşı çok yönlü bir mücadeleyi, yenilginin yol açtığı etkilere, tasfiyeci saldırılara karşı mücadelelerle birleştiren ve azımsanmayacak bedellere mal olan bir süreci kapsar. Bu dönem boyunca gerek parti ve örgüt mefhumunun kavranmasında gerekse sınıf hareketi ve sınıfın ileri kesimleriyle bağlar açısından ilan edilmiş amaçlarına bağlılıktaki içtenlik ve sorumluluk bilinci sınıfın ileri kesimleriyle giderek sağlamlaşan bağların gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Bugün Emeğin Partisi olarak örgütlenmekte olan sınıfın ileri kesimleri ve genç işçilerin giderek kendilerine daha da güven kazanan politik gelişimi; devrimci sınıf hareketindeki ayırt edilir hale gelmenin de göstergesidir. Ama gene günlük mücadelede ortaya çıkan zayıflıklar ve yetersizlikler de; ülkemizin kendine özgür koşullarında, diğer etkenlerin yanı sıra, uzunca bir süreci kapsayan ve ağırlıklı olarak sınıf dışında örgütlenmiş bir örgütle sınıfa yönelik faaliyet sürdürmenin yol açtığı alışkanlıkları, yarattığı zayıflıkları hızla aşabilmek için; sınıfın kendi tecrübelerini anlama, onlardan daha ileri sonuçlar çıkarma, bizzat kendi rolümüzün bilincine varma, sınıfın daha geniş yığınlarının örgütlenme ve mücadele yeteneğini geliştirmeye önem veren daha bilinçli bir faaliyet sürdürme ve bilincimizi her günkü hareketin deneyiyle tazeleyip geliştirme konusunda giderek artan sorumluluklar yüklemektedir.

PARTİ FAALİYETİNDE STRATEJİNİN ROLÜ VE ÖNEMİ
“Programın direktifleri tarafından yönlendirilen ve iç (ulusal) ve uluslararası planda mücadele eden güçlerin değerlendirilmesine dayanan strateji, doğan ve gelişen güçler ilişkisinden en iyi sonuçların elde edilebilmesi için proletaryanın devrimci hareketinin yöneltilmesi gereken genel yolu, genel yönü saptar. Buna uygun olarak, proletaryanın ve müttefiklerinin güçlerinin toplumsal cephedeki mevzilenme planını ortaya koyar (genel mevzilenme planı)… Bu, stratejinin, kendini yolun saptanmasıyla ve proletaryanın kampındaki savaş güçlerinin mevzilenmesi planının ortaya konmasıyla sınırlayacağı anlamına gelmez; tersine, strateji savaşı yönetir ve emri altındaki yedeklerden akıllıca yararlanıp, taktiği desteklemek üzere onlarca manevralar yaparak tüm dönüşüm dönemi boyunca mevcut taktikte düzeltmeler yapar.” (Stalin Strateji ve Taktik)
Ülkemiz koşullarında işçi sınıfı partisinin asgari programı; emperyalizme ve işbirlikçi egemen sınıflara karşı, işçi sınıfı öncülüğünde, başta köylülük olmak üzere, kırın ve şehrin emekçi sınıflarıyla ittifak temeline dayanan halkın demokratik egemenliğini hedefler. Dolayısıyla mücadelenin bu aşamadaki hedefleri sadece işçi sınıfının değil, halkın büyük çoğunluğunun çıkar ve özlemlerini kapsar. İşçi sınıfının ancak mücadele içindeki tutumu ve yeriyle elde edebileceği öncülük rolü, ona, koşullarını olgunlaştırarak, emekçi halkın çoğunluğunu ikna edebildiği ölçüde, kesintisiz bir şekilde sosyalizme geçiş olanağı sağlar.
Stratejik plan, işçi sınıfının öncülüğünü güvence altına alacak şekilde, köylülük temel olmak üzere, diğer emekçi sınıflarla ittifakı, orta burjuvaziyi tarafsızlaştırmayı esas alır. Emperyalistler arasında, egemen sınıf klikleri arasında ortaya çıkması muhtemel olan çelişki ve çatışmalar devrimin dolaylı yedeğini oluşturur. Ama sadece, bunun böyle belirlenmiş olması kendi başına bir anlam ifade etmez, stratejik bakış açımız her günkü mücadelede göz önünde bulundurulduğu ve mücadeleye bilinçli katılımın temel koşullarından biri haline getirildiği ölçüde, hedeflenen sınıflar mevzilenmesinin gerçekleşmesini kolaylaştırır ve güvenceye alır. Bu da, işçi sınıfının dostlarını bilmesi, onlarla birlikte mücadelenin yollarını bulması, onlara kendini bağımsız bir sınıf, ama ortak çıkarlarının en tutarlı savunucusu bir müttefik olarak kabul ettirmesini öğrenmesi demektir.
Bir örnek vermek gerekirse; Antep’te dokuma işçilerinin sendika, sigorta, sekiz saatlik işgünü için sürdürdükleri kitlesel grevin ardından, Antep orta ve küçük sanayicileri de dâhil olmak üzere, küçük esnaf, sanatkâr vb. halk kesimlerinin, Irak ambargosu ve Pazar üzerindeki baskıları ve sıkıntıları dile getiren miting çağrıları oldu. Bu konuda alınacak taktik bir tutumun işçi sınıfı açısından stratejik önemi nedir? Günlük çıkarlar açısından bakıldığında; işçilerin, dün kendilerine karşı en acil talepleri için mücadele ettikleri küçük ve orta sanayicilerin de katıldığı bir mitingi desteklemek anlaşılamaz. Ama sınıfın ve emekçi sınıfların uzun vadeli çıkarları, partinin stratejik bakış açısı göz önüne alındığında; sınıf bilinçli işçilerin, orta burjuvazinin de dâhil olduğu halk kesimlerinin kısmi de olsa; anti-emperyalist, anti-tekel taleplerini desteklemesi, program hedefleri açısından; orta burjuvazinin tarafsızlaştırması, bağımsızlık talebini tutarlılıkla savunma, ulusal ve halkçı ekonominin propagandasını yapma konusunda, işçi sınıfına olanak sağlar. En önemlisi, emekçi halk kitleleri göz önünde, işçileri, sadece kendi dar çıkarlarını savunmakla yetinen bir sınıf olmaktan çıkarıp, toplumun ve ülkenin çıkarlarını gözeten, toplumsal mücadelede dikkate alınması gereken bir güç olarak algılanmasını sağlar. Sınıfın öncü rolünün güçlenmesine şu veya bu ölçüde katkıda bulunur. Bu, sendika, sigorta ve sekiz saatlik işgünü mücadelesini zayıflatmaz, tersine, işçilerin taleplerini daha güvenle savunmalarına destek olur. İşçi şunu diyecektir; “Sen ekonomik durumunu benim sırtımdan değil, emperyalizme, işbirlikçi tekellere karşı mücadeleyle düzeltebilirsin ve ben, bunun için de mücadele ediyorum ve bu mücadelenin de en tutarlı savunucusuyum.” Burada, sorunun esas yanını, orta boy sanayicilerin ikna edilmesinden çok; sınıfın, halkın çoğunluğunun çıkarlarını temsil etmekte olduğunun anlaşılması, ülkenin geleceğinde söz sahibi, bağımsız bir sınıf, ama halkın çoğunluğunun çıkarlarını bilinçle temsil eden bir müttefik, giderek öncü sınıf olarak ortaya çıkması ve bunun stratejik önemi oluşturur. Son dönemlerde Eskişehir, Çorum, Akyazı vb. yerlerde düzenlenen köylü eylemleri gerek sınıf özellikleri, gerekse; taleplerinin içeriği açısından işçi sınıfı partisinin aynı stratejik bakış açısıyla ve önemle ele alması gereken eylemlerdir. Dolayısıyla, stratejik bakış açısı günlük mücadelede her zaman bize yön veren bir doğrultu olmalıdır. Bu, sınıfın politik güç ve etkinliğini artırdığı gibi; mücadelenin daha ileri mevziler elde ederek, daha ileri hedeflere yönelmesini kolaylaştırır. Sınıfın daha ileri derecede kendi çıkarlarının bilincine varması, ortak bir sınıf duygusuyla hareket etmesini sağlar. Aksi takdirde, mücadele; günlük hedefler içinde, dar sınırlar içinde boğulur ve bu da, işçi sınıfının zararına olan sonuçlara yol açar.
Bir başka örnek; sendika yönetimlerinin işbirlikçi tutumlarına karşı sınıfın sendikal mücadelesinde giderek önem kazanan sendikal platformlara karşılık, burjuva “sol” parti ve akımların desteğinde, işbirlikçi sendika merkezleri ve memur sendikalarını da yedekleyerek geliştirilmeye çalışıla-an sözde “demokrasi platformları” karşısında sınıf bilinçli işçilerin, başlangıçtaki zayıflıkları aşarak giderek netleşen tutumudur. Yerel sendikal platformlar bir yandan, kendi bağımsız karar alma ve hayata geçirme tutumlarını korurken; aynı zamanda “demokrasi platformlarında somut hedefler için, birlikte hareket edilebilecek güçlerle eylem birlikleri yapmaktan kaçınmadılar. Böylece işçi sınıfı için stratejik önemi olan sendikalarda, sınıfın bilincini köreltecek ittifaklardan kaçınılıp sınıfın bağımsızlığı korunurken, birleştirilebilecek güçlerle birlikte olmaktan kaçınılmamış oldu. Bu tutum, hayata geçirildiği ölçüde, günlük mücadelenin gelişimini güçlendirdiği gibi; sınıfı yedeklemeye çalışan manevraların etkisini kırmaya da hizmet etti. Yani stratejik hedeflerin gözetilmesi, günlük mücadelenin anlamının ve sorunlarını daha ileri derecede kavranmasına ve sınıf dışı akımlara karşı daha doğru bir tutum alınmasına ve sınıfın her günkü mücadelede diğer sınıflarla ilişkilerinin daha çok bilincine varmasına hizmet eder.

PARTİ FAALİYETİNDE TAKTİĞİN ROLÜ VE ÖNEMİ
“Taktik, stratejinin direktifleri ve devrimci hareketin hem kendi ülkesindeki hem de komşu ülkelerdeki deneyleri tarafından yönlendirilir; hem proletaryanın ve müttefiklerinin güçlerinin durumunu (yüksek ya da düşük kültür düzeyi, yüksek ya da düşük örgütlenme ve bilinç derecesi, çeşitli geleneklerin varlığı, hareketin ve örgütlenmenin çeşitli biçimlerinin varlığı, temel ve yardımcı biçimler), hem de düşman kampındaki güçler durumunu her an göz önünde bulundurur ve düşman kampında-. Ki her uyumsuzluktan ve her karışıklıktan yararlanır. Taktik, (stratejik planda ortaya konan güçlerin mevzilenmesini gerçekleştirmek amacıyla) geniş kitleleri devrimci proletaryanın safına kazanmak ve onları toplumsal cephede mücadele mevzilerine çekmek için stratejinin başarılarım en güvenli bir biçimde hazırlamada izlenmesi gereken somut yolları gösterir. Buna uygun olarak partinin sloganları ve direktifleri bunlar tarafından belirlenir ya da değiştirilir.”
Doğru bir taktik çizgi, mücadelenin gelişme seyrinin canlı bilgisini, mücadele eden güçlerin karşılıklı ilişkilerinin, mücadelenin her anında izlenmesini, kendi güçlerini ve olanaklarını bilmeyi ve bunları her somut durumda, stratejik hedeflerle ilişkisi içinde, en iyi şekilde değerlendirmeyi amaç edinir. Sadece durumun ne olduğunu değil; her somut durumda neyi nasıl yapacağını bilmek demektir. Her parti organı hem doğru bir taktik çizginin izlenmesine olanak sağlayacak canlı parti bilgisinin oluşmasının, hem de hayata geçirilmesinin bir unsuru olarak onun sorumluluğunu taşır.
Sorunu somutlaştırmak açısından, devrimci sınıf hareketinin son on yılda izlediği taktik çizginin somut koşullara göre kazandığı özellikleri kısaca özetleyerek irdelemek; içinde bulunduğumuz sürecin daha somut olarak kavranmasına ve özel olarak da, Emeğin Partisi’nin günlük faaliyetinde, sloganların ele alınışında ve taktik tutumlarında yer yer ortaya çıkan ve somut koşulların sağladığı olanaklardan ve araçlardan en iyi şekilde yararlanma konusunda zayıflıklar yaratan gecikme ve belirsizliklerin daha hızlı bir şekilde giderilmesine yardımcı olacaktır. Bugünden geriye baktığımızda; politik koşullarda, sınıf ve güç ilişkilerinde, örgütlenme ve mücadele biçimlerinde, kesin dönemeçler yerine, bazı yönleriyle farklılaşan özellikleriyle iniş ve çıkışlar veya dalgalanmalar gösteren üç dönemden söz edebiliriz.
Birincisi; 12 Eylül sonrası dönemde, ’84’lerden itibaren, bir yandan, işçi hareketinde ilk canlanma belirtilerinin uç vermesi (Derby-Dora, Netaş grevi, en ileri örnekleri olarak gösterilebilir.), yarı yarıya varan ücret kayıpları başta olmak üzere sendikal haklara vurulan darbelerin sonuçlarının daha açık biçimde ortaya çıkması, işçi sınıfının yaşam koşullarındaki ağırlaşma ve mücadele öğelerinde birikim, öte yandan; burjuva cephede, burjuva partilerin kendi varlıklarını savunmakla sınırlı olmak kaydıyla, anayasanın bazı maddelerini gündeme getiren tartışmaların körüklediği, halk kesimlerinde ortaya çıkan politik canlanma eğilimleri. “Sol” partiler ve aydınlar arasında parti kurma tartışmaları; uluslararası planda Gorbaçovculuk ve sahte liberalizm rüzgarlarının etkisi; ülke içinde yenilginin yol açtığı yılgınlık, inanç sarsıntısı ve güvensizliğin etkisi altında, TKP de dahil olmak üzere revizyonist ve küçük burjuva “sol”un belli başlı akımlarını saran ideolojik ve örgütsel tasfiye dalgası. Bütünüyle sınıf hareketinden kopuk bir platformda cereyan eden, sözde “sosyalistler” arası birlik tartışmaları.
Kabaca özetlemeye çalıştığımız bu koşullarda, devrimci sınıf hareketi tasfiyeci saldırılara karşı ideolojik ve örgütsel temellerini sağlam bir mevziden savunmayı, sorunlarını; meşru, örgütsel platformlarında ve sınıf hareketinin pratik sorunlarına bağlayarak tartışma ve çözmeyi esas alan bir çizgi izledi. Güçlerini fabrika ve işletmelerde yoğunlaştırarak, günlük faaliyetini; sınıfın ileri kesimleriyle bağlar kurma, sınıf hareketine ve sorunlarına nüfuz etme gibi, somut görevler üzerinde yoğunlaştırırken, bir yandan merkezi yayınlarıyla, öte yandan; mümkün olan bütün araçlarla günlük ajitasyonu yoğunlaştırmaya yöneldi. ‘Harekette canlanma ve güçlerini toparlama’ diye özetleyebileceğimiz bu süreçte ’89 ‘Baharı’na doğru geldiğimizde, belli başlı merkezlerde günlük faaliyetin organik bir yapıya kavuşturulması, sınıfın ileri kesimleriyle kurulan bağlar, dağınık parti çevrelerinin genel olarak partiyi sahiplenme tutumuna girmesi ve hareketin sorunlarına nüfuz etme açısından asgari adımların atılmış olması gibi gelişmeleri göz önüne aldığımızda, belli bir yolun alınmış olduğunu söyleyebiliriz. Bunu, işçi hareketinde patlak veren ve birçok özellikleriyle, sınıf hareketindeki dinamiklerin önemli boyutlarda ortaya çıkmasına olanak sağlayan “Bahar Eylemleri” izledi.
Bugünden bakıldığında, bazı sorunlarda, daha sonra aşırı bulabileceğimiz vurgulara rağmen; ‘sorunlarını, meşru, örgütsel platformlarında ve sınıf hareketinin pratik sorunlarına bağlayarak çözme’yi, ‘kavranacak esas halka’ olarak almasının devrimci sınıf hareketinin taktik çizgisinde, daha sonraki gelişme süreçlerini de etkileyen belirleyici bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Bu tutum, ‘sol’ hareketin içinde bulunduğu, uluslararası gelişmelerle birlikte yenilginin yol açtığı etkiler altında ve işçi sınıfına, Marksizm’in teorik temellerine ve tarihsel kazanımlarına karşı güvensizliği ve inançsızlığı körükleyen; sınıf hareketinden kopuk oluşu nedeniyle de, bütünüyle spekülatif bir karakter kazanan, ideolojik ve örgütsel tasfiye platformundan kesin bir kopuşu ifade eder. Böylece, devrimci sınıf hareketi, sınıf mücadelesinin ve onun somut sorunlarının nesnel zemini üzerinde, kendi ideolojik tutumunu sağlamlaştırdığı gibi, teorik mücadele alanında da; bunun yeterince ve gerektiği kadar değerlendirilip değerlendirilememesinden bağımsız olarak, daha güçlü mevzilere sahip oldu.
İkincisi; ‘89 ‘Baharı’yla başlayıp, ‘92 başlarına kadar devam eden süreci kapsar. Geri ve dolaylı biçimlerden başlayıp giderek açık kitle eylemlerine doğru gelişen ve bütün emekçi sınıfların sempatiyle karşıladığı, büyük çoğunluğu sendika yönetimlerine rağmen gelişen ve yer yer sendika yönetimlerini de hedef alan eylem dalgası, sınıfın ileri kesimlerindeki mücadele birikim ve inisiyatifinin gelişmesine olanak sağladığı gibi; gelişim seyri içinde, kısmi siyasal özellikler kazanarak eylemlerin açık talebi olarak ilan edilmemiş de olsa, kısmi siyasal sonuçlara yol açtı. Burjuva cephedeki politik çelişkileri daha da açığa çıkardı ve işçi sınıfının politik gelişimine somut olanaklar sağladığı gibi; Kürt emekçi halkının kitlesel mücadelelere yönelişinde de, teşvik edici bir rol oynadı. Bu dönemin egemen sınıflar cephesindeki en belirgin siyasal gelişmesi, daha sonraki süreçte giderek artacak olan generallerin burjuva partilere, hükümetlere ve günlük politikaya açıktan müdahale eğilimini (Sansür Sürgün Kararnamesi) ortaya koymasıdır.
Gerek işçi sınıfı, gerekse devrimci sınıf hareketi açısından önemli bir atılımı temsil eden ’90 1 Mayısı gelişmelere yeni bir ivme kazandırdı. Zonguldak direnişi ve metal grevleriyle hareket daha ileri özellikler kazanmaya başladı.
İşçi hareketinin bu dönemdeki doruk noktasını oluşturan Zonguldak Direnişi’nin yenilgiyle sonuçlanmasının ardından ve uluslararası gelişmelerin seyrinde yeni bir dönemeci temsil eden, Irak saldırısı, emperyalist demagoji kampanyası eşliğinde revizyonizmin çöküşü ve seçimlerle birlikte egemen sınıflar; generaller desteğinde, burjuva reformizmini ve Kürt hareketindeki reformist eğilimleri de yedekleyerek, stratejik bir saldırı kampanyasının temellerini attılar ve yeni bir dönemece yol açan manevralar yaptılar. Kürt ulusal hareketinin ortaya çıkış biçimi tarafından koşullandırılan sınırlılık ve zayıflıkları, ağır taktik hata ve yalpalamaları değerlendirerek başlatılan demagojik saldın kampanyasının ön cephede görünmeyen hedefi sınıf hareketini zayıflatmak ve diğer halk kesimleriyle ve özel olarak Kürt halk hareketiyle birleşme olanaklarına darbe vurmak olarak anlam kazandı.
Hareketteki gelişmeler, burjuva ‘sol’ akımların üzerinde bulunduğu ideolojik platformu fiilen sona erdirdi. Onlar, demokrasi bayrağını egemen sınıflara bırakan, liberal bir muhalefet çizgisinde platformlarını yenileme ve işçi sınıfının rolünü zayıflatmak üzere diğer emekçi sınıflar hareketine tutunma çabası içine girdiler.
Devrimci sınıf hareketinin pratik mücadelenin ihtiyaçlarına ve görevlerine bağlanan taktik çizgisi, sınıf hareketinin sorunlarına nüfuz etmesine, sınıfın belli başlı eylemlerinde fiilen yer almasına, onların gelişimine yardım etmesine ve sınıfın ileri kesimleriyle daha ileri bağlar kurmasına olanak sağladı. ’90 1 Mayısı’nda sınıfın ileri kesimlerince açıkça benimsenen taktik tutumu, devrimci sınıf hareketinin politik ve taktik olarak bütün burjuva ‘sol’ akımlarla arasındaki farklılığın somut olarak anlaşılmasını sağlayan bir gösterge oldu ve daha sonraki gelişimini güçlendirdi. Gene, Irak saldırısı karşısında alman tutum sınıfın politik gelişimini sağlam temellere oturtma amacına hizmet etti. Bu dönem boyunca öne sürülen ve yaygınlaşan ‘iş, ekmek, özgürlük’ sloganı, sınıfın taleplerini özlü olarak ifade ettiği gibi, günlük mücadele hedeflerini de güçlendirdi.
Öte yandan, sınıf hareketinin merkezinde yer alması, onun bütün sorunlarıyla yüz-yüze gelmesi, ağırlıklı olarak sınıf dışında bir örgüt olarak şekillenmenin yarattığı ve ağır tasfiyecilik yıllarının daha da güçlendirdiği sınıfa yabancı yaklaşımların, sınıfın günlük yaşamıyla birleşmede gösterilen zayıflıkların ve bunların beslediği alışkanlık ve eğilimlerin devrimci sınıf hareketi saflarında açıkça su yüzüne çıkmasını sağladı. Bunlar, bir yandan, sınıfın ileri kesimleriyle güçlerini yenilemeyi sekteye uğratırken; öte yandan; mevcut olanakları değerlendiren ve mücadeleyi geliştiren sloganlar öne sürme, her tür örgüt ve mücadele biçiminden yararlanma ve karşı devrimin saldırılarını boşa çıkaracak manevralar yapabilme, taktik çizgiyi somutlaştırma ve güçlendirme gibi, kapsamı genişleyen görevler karşısında yeteneksizlik ve yer yer direnme eğilimlerine yol açtı. Ama aynı zamanda, devrimci sınıf hareketinin kendi sorunlarını da, somut olarak anlamasını ve önüne koymasını sağladı. Sınıf hareketinin içinde bir örgüt olarak, ona karşı sorumluluk ve görevlerini yerine getirebilme temelinde, faaliyetin ve mücadelenin belli başlı alanlarında yenilenme ve daha sonraki dönemin belli başlı gelişmeleri bu sorunun önemini bütün boyutlarıyla ortaya çıkardı.
Üçüncüsü; ’92’lerden itibaren Kürt ulusal hareketinin izlediği çizginin zayıflıklarının ve küçük burjuva grupların anarşizan eylemlerinin malzeme yapıldığı her fırsatta şovenizmin körüklendiği demagoji kampanyaları eşliğinde politik ortamın terörize edilmesi, faşist terör kurumlarının yenilenmesi, işkence ve yargısız infaz diye adlandırılan cinayetlerin yoğunlaştırılması, işten atmalar, özelleştirme ve gerçek ücretlerde düşüşün sürmesi ve ’94 Nisanında olduğu gibi ekonomik açıdan bütün emekçi kesimleri etkileyen saldırı ‘paketleri’nin gündeme getirilmesi. Terör yöntemlerinin ağırlık kazanmasına bağlı olarak burjuva partilerin, parlamentonun ve ‘seçilmiş’ hükümetlerin; generaller, polis şefleri ve diğer terör kurumları karşısındaki yerinin daha zayıflaması, adeta generallerin günlük yönetimi altına girme doğrultusundaki açık eğilim.
Bugüne geldiğimizde, egemen sınıflar cephesinde, burjuva partiler ve diktatörlüğün belli kurumlarını da içine çeken ve özellikle “Susurluk Kazası” olarak bilinen olayın ardından daha da hızlanan çatışma ve yer yer çözülme belirtilerinin ortaya çıkışıyla birlikte; ağırlıklı olarak ABD politikalarına bağlanmış bulunan generaller, burjuva partiler alanı çerçevesinde, RP’yi hedef alıp, diğer büyük çoğunluğunu da yedekleyerek, politik strateji ve taktik dayatma ve hareketin günlük temposunu hızlandırma ve elde tutma yoluna girdi. Böylece, burjuva partiler ve belli başlı devlet kurumları, koalisyon veya muhalefet olarak, generaller tarafından çizilen çerçevede, egemen sınıfların büyük bir bölümünün çıkarlarını da güvenceye alacak şekilde, generaller tarafından belirlenen işbölümüne uygun olarak rollerini üstlenmeye mahkûm edilmiş bulunuyor. Yani, burjuva politik partiler cephesi, ABD ve generaller tarafından belirlenen ve dayatılan politik strateji ve taktikler doğrultusunda ve askeri bir kesinlik ve üslupla yönlendirilen günlük politikanın basit bir eklentisi ve ‘memur’u durumuna düştüler.
Karşı devrimin politik manevralarının alabildiğine yoğunlaştığı, bizzat bu çerçevede yapılan yaygaralarla, işçi ve emekçi hareketinin geriye atılmasının hedeflendiği bu dönemde ortaya çıkan eylemlerin ve mücadelelerin genel karakterine daha yakından bakıldığında; yer yer kısmi siyasal özellikler kazansa da; kimi durumlarda sendika ağalarının ihanetine karşı açık tepkilere dönüşse de; sınıfın kendi sorunları için mücadele, yani dar anlamıyla sendikal mücadele sınırları içinde kaldı. Bir örnek vermek gerekirse; özelleştirmenin sınıfın ortak sorunlarının bir parçası olarak sahiplenilmesi yerine; Yatağan, Soma, Petkim işçilerinin bir sorunu olarak kalması daha ileri mücadelelere doğru gelişmenin önündeki temel engel olarak ve daha somut biçimde ortaya çıktı. Ama aynı zamanda, ortak bir sınıf olarak hareket etme ihtiyacını daha anlaşılır hale getirdi. Bu mücadeleler içinde farklı partilere oy veren, farklı ideolojik etkiler altındaki işçiler, ortak çıkarları için birlikte mücadele etme konusunda, AŞTİ ve Antep örneklerinde olduğu gibi; sınıfın diğer kesimlerini etkileyen örnek tutumlar geliştirdiler. Sınıfın ileri kesimleri, sorunlarını, sadece kendi dar sınırları içinde değil; diğer sınıflarla ilişki alanında, sadece ortak bir sınıf bilinciyle hareket etmek ihtiyacı değil; aynı zamanda bunu yerine getirme bilinç ve sorumluluğu daha da büyük önem kazandı. Çıkar ve özlemleri için mücadeleye atılan diğer emekçi sınıfları ve ülkenin geleceğini, egemen sınıfların ve generallerin manevralarına terk etmenin, kendi somut sınıf çıkarları için taşıdığı tehlikeleri de, yaşanan olaylar içinde daha yakından ortaya çıktı. Sadece sınıf bilinçli işçilerin belli bir kesimini değil, sınıfın mücadeleye atılan daha geniş kesimlerinin güç, enerji ve yeteneklerini birleştirecek, sınıfa kendine olan güvenini daha da geliştirip güçlendirecek siyasal bir parti sorunu, bu koşullarda somut bir gerçek haline geldi. Bunun pratik anlamı; sınıf partisi sorununun, giderek devrimcileşen işçileri kapsamış da olsa; esas itibariyle kendini devrim ve sosyalizm davasına adamış devrimcilerin sorunu olmakla kalmayıp; devrimcilerle birlikte, sınıfın ileri kesimlerine, yani, gerçek sahiplerine mal olmasıdır. Dolayısıyla, bu davaya canı da dâhil olmak üzere her şevini feda eden, mücadelenin sıra neferlerine karşı bir sorumluluğun da yerine getirilmesidir. Sorumluluğunun bilincinde olan devrimci sınıf hareketi; bu dönem boyunca, güçlerinin yetersizliklerine ve zayıflıklarına rağmen; faaliyet ve mücadele koşullarındaki kendine özgü zorluklara ve zorunluluklara rağmen; politik taktiklerini hayata geçirmedeki yetenek eksikliklerine rağmen; egemen sınıflar karşısında işçi ve emekçi halkın çıkarlarının en tutarlı savunucusu, en tutarlı politik çizgi ve tutumun temsilcisi oldu ve bu sürecin başlarında önüne koyduğu “sınıf hareketinin içinde bir örgüt olarak, ona karşı sorumluluk ve görevlerini yerine getirebilme temelinde, faaliyetin ve mücadelenin belli başlı alanlarında yenilenme” görevini yerine getirmede daha ileri bir noktaya geldi, işçi sınıfı, kendi saflarından, giderek daha geniş kesimlerinin güvenini kazanan ve sayılan kadar, kendilerine güveni de artan; kendi hareketinin kararlı temsilcilerini ortaya çıkarmaya başladı. Bu dönemin en önemli kazanımlarından biri budur. Bu kazanımın somut ifadesi ve ürünü olan Emeğin Partisi’nin ve onunla birlikte işçi ve emekçi halk hareketinin en önemli destek ve dayanağı durumundaki günlük gazetenin, kendi platformlarında gelişip güçlenmesinin işçi sınıfının ve emekçi halkın, daha ileri mücadelelere hazırlanması açısından taşıdığı önem; sınıf bilinçli işçilerin giderek daha açık bir şekilde farkına vardığı ve sahiplendiği bir görev olarak önemini korumaktadır. Kendi yolunda ilerlemenin koşulu ise, sınıfın ve emekçi sınıfların mücadelesini ortak hedeflere yöneltmeyi amaç edinen stratejik bir perspektif ve bağımsız sınıf taktikleri ışığında, sınıfın günlük yaşamı ve mücadelesi içinde, sınıfının bilinçli bir neferi olarak sürdürülen günlük parti faaliyetinde somutlaşmaktadır.

GÜNLÜK PARTİ FAALİYETİ
Günlük parti faaliyeti; bilincin, hareket halindeki kendi somut temeli üzerine oturması, sınıfa hizmet eden bir özellik kazanması, aynı zamanda sınıfın ve partinin kendi öz deneyleriyle sınanması, özümsenmesi ve benimsenmesidir. Bu nedenle de, sadece kendi genel amaçlarının ve bunları nasıl gerçekleştireceği konusunda çeşitli ülkelerin deneylerinin bilgisi, partinin genel planda izlediği çizginin bilinmesi; günlük parti faaliyeti sürdürmede gerekli, ama yeterli değildir. Faaliyet alanında veya birimde işçilerin durumu, mücadele, örgütlenme deneyleri, bunlardan çıkardığı sonuçlar ve genel bilinç düzeyi gibi somut durumun canlı bilgisi olmadan, bunları gözetmeden, kabaca kendi kafasındakilerin aktarılması ‘havada kalan’ bir faaliyet olarak anılmaya mahkûm olur. Bunun içindir ki, günlük parti faaliyetinin, ‘sınıfın içinde’, ‘sınıfın bir parçası’, sınıfın bir mensubu olarak veya sınıfın mensuplarına ve onların, kapitalizmin sömürüsüyle her gün yüz yüze geldikleri fabrika ve işletmelere, sosyal yaşamlarının cereyan ettiği işçi semtlerine dayanarak sürdürülmesi, Emeğin Partisi’ni diğer herhangi bir akımdan ayıran en önemli özellik olarak geliştirildiği ölçüde sınıfın daha geniş kesimlerini etkileme, onların partisi olarak benimsenme olanağı artar.
Günlük parti faaliyetinin bir yanı; parti merkezinin somut koşullara ve mücadelenin ihtiyaçlarına göre, ülke çapında, programını esas alan, stratejik ve taktik açıdan mücadelenin çıkarlarını gözeten hedefler ortaya koyması ve bunların anlaşılmasında hayata geçirilmesinde; gelişimini izlemesi, koşullardaki değişmelere ve gelişmelere göre değişiklikler yapması ve somut eylemlere dönüşümünde, yaygınlaşmasında, eylemlerin örgütlenmesinde, amaçlarına ulaşmasında, parti güçlerinin gelişmesinde, görevlendirilmesinde yardımcı olmak ve yön vermek sorumluluğu olarak ortaya çıkar. Parti merkezinin bu görevleri yerine getirebilmesi doğaldır ki; partinin ve sınıf hareketinin bütün bilgisinin sözlü veya yazılı olarak, parti yayınları vb. araçlarla ama mutlaka parti merkezinde yoğunlaşmasını gerektirir. Yani Parti Merkezi; ‘yaprak kımıldasa’ haberi olmalıdır ki, doğru karar verebilsin, kararlarını somutlaştırabilsin, değiştirebilsin veya geliştirsin. Bu bilginin sürekli olarak yenilenmesinden, objektif olmasından (yani hiçbir kişisel duygu, abartı ve yorum katmadan) partinin bütün organları sorumludur ve bu görevin sürekli olarak ve yenilenerek yerine getirilmesi sınıf hareketinin bütününün çıkarlarıyla, mücadelenin geleceğiyle ilgilidir. Emperyalizmin karargâhlarından, uzmanlarından generallere, burjuva partilere, devlet kurumlarına, onların sınıf içindeki dayanağı durumunda olan işbirlikçi sendika yöneticilerine kadar bütün egemen sınıf örgütlerinin yönetim mekanizmaları karşısında, işçi ve emekçi sınıflar; kendi yönetim ve karar mekanizmalarına önem vermeden, onu, hareketin bilgisiyle donatmadan, onların manevralarını boşa çıkaramazlar, mücadelelerini geliştirip güçlendiremezler.
Parti faaliyetinin bunu tamamlayan diğer yanı; parti çizgisinin her mücadele merkezinde, her fabrika, bölge ve işçi semtinde, sendika ve kitle örgütlerinde; bulunduğu yerin özelliklerine göre somutlaştırılması, sınıfa mal edilmesi, bu doğrultuda gelişebilecek eylemlerin örgütlenmesi ve başarısı için mücadele; bütün bu faaliyetler içinde partiye yeni güçlerin kazanılması ve bütün bunların bilgisinin, özelliklerinin parti merkezine, parti yayınlarına ulaşmasının sağlanmasıdır. Bu da, parti çizgisinin yönlendiriciliğinde propaganda-ajitasyon diye adlandırılan kesintisiz bir aydınlatma, mücadeleye teşvik etme ve örgütlenme faaliyetinde ifadesini bulur. Parti çizgisinin hayata geçirilmesi; parti kadrolarının bunu anlama, bulundukları alanın koşullarını gözeterek Sınıfa mal etme konusundaki yetenek ve özellikleri tarafından belirlenir. Öyle durumlar vardır ki, herhangi bir anda, herhangi bir yerde parti çizgisini temsil eden net bir tutumun ortaya çıkması, mücadelenin yaygınlaşmasında, belirleyici önem kazanır. Parti çizgisinin sınıf içinde temsil edilmesini sağlar. Doğal olarak, sınıf partisi her alanda “en iyi”lerle temsil edilmeyi hedefler ve her partili, “en iyi”lerin partiye kazanılmasına önem verir.
Bir bütün olarak parti faaliyeti; sadece belirlenen bir çizgi ve kararlardan ibaret değildir. Aynı zamanda bunları hayata geçirmekle sorumlu olan insanların, sınıfla bağların sağlamlaşması sürecinde; yeteneklerinin, mücadele isteklerinin, partiye, yoldaşlarına ve sınıfa bağlılıklarının, kararlılıklarının, irade sağlamlıklarının, azim ve fedakârlıklarının, yani; belli başlı insani erdemlerinin bir bileşkesi olan ve parti ruhu ve parti tutumu olarak mücadelede somutlaşan belli karakteristik özelliklerin gelişmesidir. Bu özellikler, partinin mücadeledeki güç ve yeteneğini, kendine güven ve cesaretini kat be kat artıran bir rol oynar. Türkiye devrimci hareketinde birçok olumlu örneğini bulabileceğimiz bir revizyonist ve küçük burjuva akımlar tarafından, ya içtenlikten uzak soyut bir gevezeliğe, ya da; alay konusu haline getirilerek yozlaştırılan ve içi boşaltılan özelliklerden farklı olarak ve moral değerler olarak ifade edebileceğimiz bu özellikler ise, ancak ve ancak, sınıfın günlük yaşamı ve mücadeleleri içinde, bazen yıllan alan deneylerle edinilir. Parti ilkelerine bağlılık temeline dayanan; karşılıklı güven, sorumluluk ve disiplin; bütün bunların yaşamasının da, gelişmesinin de her zaman temel koşulunu oluşturur. Emeğin Partisi’nin en temel sorunlarından biri, bizzat kendi üyelerinin şahsında ve eyleminde, Türkiye ve dünya işçi hareketinin tecrübelerinden esinlenen ve onu özümseyen bir parti ruhu ve atmosferinin parti faaliyetinin içeriğinde yeşertilip sağlamlaştırılmasıdır.
Parti faaliyetinin konusu olan sloganlar, propaganda ve ajitasyon sorunu, halen güncelliğini koruyan, “Bağımsız ve Demokratik Türkiye İçin” kampanyasının ele alınışını irdeleyerek bitireceğiz.
Mevcut politik gelişmelerin “Susurluk Kazasıyla” birlikte, burjuva klikler arası mücadeleyi kızıştıran, diktatörlüğün faşist kurumlarını, tartışmaya açan bir özellik kazanması; Emeğin Partisi’nin programındaki temel hedeflerini formüle eden, “Bağımsız ve Demokratik Türkiye” sloganını öne çıkarmak; gerek, bütün emekçi halk kesimleriyle ilişkisini gözeten stratejik hedefler açısından, gerekse; günlük faaliyetin konusu olabilecek ve olması gereken somut sloganlar ve taktik tutumla ilişkisi ve onu güçlendirmesi ve daha ileri hedefe hazırlaması açısından doğru bir adım oldu. Ama temel bir sloganın kampanya hedefi gibi algılanması ise belirsizlik yarattı. Somut bir kampanyanın konusu olarak, bir anlamda temel sloganı açan, onu günlük mücadele hedefleriyle birleştiren, MGK kararlarının açıklanması, yargılamanın halka açık hale getirilmesi, soruşturma generallere dayandığında; tek tek generallerin soruşturmayla ilgilerinin açıklanması vb. somut bir özellik kazanması sağlanamadı. Bu ise; kampanyanın halka mal olmasını ve doğrudan işçi ve emekçilerin saflarında mücadele hedefi haline getirilmesini zayıflattı. Son dönemde, darbecilerin ve çetelerin halka açık yargılanması talebi, ajitasyon sloganı olarak hedefi somutlaştırdı.
Burada önem verilmesi gereken; mevcut sınıf ilişkilerinde köklü bir dönüşümü, yani bir devrimi gerektiren temel sloganlarla; bu sloganlara hizmet edecek, belli bir dönemde öne çıkan sorunlar üzerine oturan, yer yer mücadele hedefi olma özelliği kazanması amaçlanan günlük mücadele sloganlarının karıştırılmamasıdır. Temel sloganın böyle bir dönemde yürütülen ajitasyon sloganlarıyla bağı içinde ve onları da güçlendirecek ve destekleyecek bir şekilde, ama onlarla karıştırılmadan, propagandası yoğunlaştırılmalıdır. Hatta bu özellikle yapılmalı, olayların gelişim sürecinde, generallerin parlamentoyu ve mevcut yasaları da hiçe sayan pervasızlıklarına karşılık, halkın demokratik egemenliği temel talebiyle, İsrail’le yapılan askeri anlaşma gündeme geldiğinde, emperyalizmin teşhiriyle birleştirilerek, yargılama üzerine tespit ettiğimiz somut hedefi güçlendirecek şekilde desteklenmeli ve genişletilmelidir. Ve bunlar günlük faaliyetin konusu olarak ve kesintisiz bir şekilde yapıldığında işçi ve emekçilerin talepleri haline gelir.
İçinden geçtiğimiz dönemin olaylarına göz attığımızda, hemen hemen, parti asgari programının belli başlı talepleri, bazen art arda, bazen birlikte, bazen sık sık yer değiştirerek günlük, somut propagandanın konusu haline geldiler. Ama dikkat edilsin; eylem ve günlük mücadele sloganları olarak değil; tersine, günlük mücadele sloganlarını güçlendirip destekleyerek ve böylece kendilerinin de, daha somut olarak anlaşılmasına hizmet eden propaganda sloganları olarak günlük faaliyetin konusu oldular. Bu, parti faaliyetinin kapsamını genişlettiği gibi; işçi sınıfının diğer sınıflarla ilişkileri, onların taleplerini de kapsayan sloganların öne sürülmesi gibi; partinin stratejik hedeflerinin gözetilmesine daha da önem kazandırdı.
Bir diğer önemli sorun da, yer yer parti çevrelerinde ortaya çıkan ve küçük burjuva grup alışkanlıklarının kışkırttığı, slogan atmadaki başıbozukluktur. Örneğin; iş, ekmek, özgürlük sloganı; ekmek yoksa barış da yok diye; belki bir grevde atılabilir, ama Kürt ulusal hareketinin barış talebine eleştiri amacıyla atıldığında çarpıtılmış olur. Oysa slogan, yürütülen faaliyetin hedeflerine, atıldığı yerin özelliklerine göre ileri sürülür ve yerinde atıldığı zaman anlam kazanır. Yani, her aklına esenin keyfine göre değiştirdiği, rasgele söylenmiş sözler değildir. Bugün, bir sınıf partisinin taraftarı ve militanı slogan atarken hareketin önceki bir aşamasının ürünü olan alışkanlıklarla hareket edemez. O, başka grupları değil; o an, orada bulunan insanların durumunu, onlar için bir anlama sahip olup olmamasını ve her şeyden önce de partinin sürdürdüğü günlük mücadele çizgisini gözetmek zorundadır. Aksi takdirde kendi çevreleriyle düzenlenen bir gecede ‘faşizme ölüm halka hürriyet’ sloganını, aklında kaldığı için atmak gibi, M. Göktepe mahkemesinde, basın özgürlüğüyle ilgili sloganlar yerine başka sloganlar atmak gibi gariplikler kaçınılmaz olur. Ayrıca slogan, işyerinde, birimde sürdürülen aydınlatma ve propagandayla sınıfa mal edilmiyorsa, sadece bir araya gelindiğinde atılan bir özellik kazanıyorsa, bir amaca hizmet etmiyor demektir. Günlük, somut, sloganların, bunlar temelinde sürdürülen faaliyet ve mücadelelerin hedefi kitleleri partinin temel hedeflerine yaklaştıracak taktiklere ve günlük mücadeleye hizmet etmektir. Temel sloganlar, her somut duruma cevap teşkil eden günlük sloganlar olmadığı gibi; günlük, somut bir hedefle ilgili sloganlar da, her zaman kullanılabilir genel geçer sloganlar değildir. Elbette parti, bunların teorik ve siyasal eğitimini yapmakla kalmamalı; konunun önemine uygun bir politik disiplin de yerleştirmelidir. Bu, daha nitelikli faaliyet sürdürmenin temel koşuludur.
Belli bir kampanya döneminde, bazı temel taleplerin öne çıkarılması, onların günlük mücadele hedefi haline geldiğini göstermez ve kampanyadan sonra da değişmez. Temel taleplerin; eylem sloganları, somut eylem hedefleri haline gelmesi; bütün bir mücadelenin konusudur. Oysa kampanyalar, belli bir dönemi kapsar ve o dönemin koşullarının stratejik ve perspektifle ve taktik çizgiye uygun olarak belirlenmiş hedefler üzerinde ve somut sloganlarla, günlük faaliyetin ve enerjinin yoğunlaştırılmasıdır. Kampanya, belirlenen hedefler doğrultusunda bir eylemin veya eylemlerin ortaya çıkabileceğini göz önüne aldığı gibi; bunu da teşvik eder, ama eylemi şart koşmaz veya mutlaka bir eylemle noktalanmalıdır anlayışlar; salt parti çevrelerinin katıldığı, miting, toplantı ve basın açıklaması gibi eylemleri -ki, bunlar kampanyayı güçlendiren, propaganda ve ajitasyonun bir biçimi olarak, kimi durumlarda, kitlelerin eylemini teşvik eden bir adım olarak önem kazanabilirler- alışılagelmiş ve biçimsel bir amaç haline getirmekten kaçınmalıdır. Bir eyleme yol açmaması; kampanyanın başarısızlığı veya tavsatılması gerektiği anlamına gelmemelidir. Tersine, sorunlar canlılığını ve güncelliğini koruduğu sürece; belirlenen hedeflerin kitlelere mal edilmesi olarak, koşullara göre başka hedeflerle de birleşerek, faaliyetin konusu olmaya devam eder ve etmelidir.
3S kampanyası şeklinde ifade edilen kampanya örneğinde olduğu gibi; milyonlarca işçinin somut güncel mücadele hedefi olarak; sınıfın, iş, ekmek, özgürlük temel talebinde dile gelen örgütlenme özgürlüğü temel talebine bağlanan ve partinin uzunca bir döneme yayılan günlük faaliyet alanlarından biridir. Ama konunun, tabiatı gereği; doğrudan sahiplerine mal edilen ve onlarla birlikte yürütülen, her aşamada sorumlulukları ve kararları onlarla paylaşılan bir özellik kazanmadığında, günlük mücadelede somut sonuçlar elde etme olanağını zayıflatır. Bu konuda, TÜMTİS işçilerinin yürüttüğü; her adımı mücadelelerle kazanılan ve savunulan örgütlenme faaliyeti, Antep işçilerinin uzunca bir süreci kapsayan sabırlı ve kararlı çabaları, sadece sonuçlarıyla değil, işçilere mal edilmiş olması -ki, işin aslı da budur- işçilerin kendi talepleri ve kararları olarak ortaya çıkmaları açısından örnek alınmalıdır. Ayrıca, partinin farklı amaçlarla, farklı sloganlarla yürütülen kampanyalarının birbirini güçlendirecek tarzda ele alınmasına önem verilmelidir. Günlük propaganda ve ajitasyon faaliyetinin iskeletini; belirlenmiş çizgiye hizmet edecek şekilde, sloganlarının ve günlük mücadele hedeflerinin somut olarak işlenmesi ve kitlelere mal edilmesi oluşturur. Yani belirlenmiş somut bir çizgiden yoksun olarak sürdürülen propaganda ve ajitasyon faaliyeti, rasgele söylenmiş, belli bir amaca hizmet etmeyen boş sözler yığını olarak kalır.
Propaganda ve ajitasyon; amaçları ve içerikleri açısından, genellikle birlikte yürütülen ve birbirine bağlı ve karşılıklı birbirini güçlendiren faaliyetler olmakla birlikte, birbirinden farklı özelliklere de sahiptir. Aynı amaca hizmet etmeleri açısından ortak veya birbirine bağlı somut sorunlardan hareket ederler. Öz olarak söylemek gerekirse; propaganda aynı sorunu, program hedefleriyle birlikte ve stratejik perspektifi de gözeterek ve yazılı araçlarla veya yazılı araçları da kullanarak, gerektiğinde, diğer parti veya akımlarla polemikler, tartışmalar yaparak işlerken; ajitasyon, mümkün olduğunca yazılı araçları kullansa da, sözlü olarak yapılan ve aynı sorunu, günlük mücadele hedefleriyle bağı içinde sınırlayarak işler ve hitap ettiği kitleye mal etmeyi, onları, partinin yerel veya merkezi düzeyde belirlediği somut bir hedefe yöneltmeyi amaçlar. Bir örnek vermek gerekirse; çeteler, darbeciler konusunda ajitasyon; sorunun, yakın bir dönem için sınıf hareketi taşıdığı tehlikeyi vurgulayarak, bu konuda mümkün olan somut bir tepkinin gösterilmesini hedeflerken veya bununla sınırlarken, propaganda; konunun bağımsızlık ve demokrasi talebiyle, halkın egemenliği talebiyle ilişkisini, diğer partilerin bu konuda saptırmaya çalışmalarını sergilemeyi hedef edinir. Propagandayla faaliyetin sınırlandırılması, günlük mücadeleden kopma ve sadece ileri kesimler arasına kapanma eğilimine yol açacağı gibi; sadece ajitasyonla yetinmek, mücadelenin günlük hedefler içinde boğulması tehlikesine yol açar. Bunun içindir ki, birbirini destekleyen, güçlendiren ve tamamlayan bir ilişki içinde ele alınmaları gerekir.
Merkezi yayınlar, belirlenmiş politik çizgi ve taktikleriyle birlikte, propaganda ajitasyon faaliyetinin de yönlendiricisidir. Her parti organı ve partili faaliyetinde parti yayınlarının yönlendiriciliğini esas almakla birlikte, onların sadece aktarıcısı değildir, tersine, bulunduğu alanın ve birimin özelliklerine göre özgülleştirerek, kendi somut koşullarında geliştirir ve mal eder. Onların parti yayınlarını kendi yayınlan, mücadelelerinin araçları olarak benimsemelerini sağlar, onlar aracılığıyla politik ilişki geliştirip, partiye kazanmayı hedefler. Çünkü orada partiyi, o temsil etmekte, o savunmaktadır. Kendileri için bir ihtiyaç olduğuna inandıklarında, partiyle ilişkisi olmayan işçi ve emekçilerin, bildirileri, parti yayınlarını kendilerinin de dağıtması mümkündür ve bu hedeflenmelidir. Bunu hedeflemeyen bir parti faaliyeti, kendi içine kapanmış demektir. Bu açıdan ele alındığında; partinin gazeteyle ilişkisi mutlaka gözden geçirilmek zorundadır. Parti, gazeteyi ve diğer etkili yayınları ne ölçüde bir propaganda-ajitasyon aracı olarak ele alıyor? Partisiz işçilere mal etmede, onlarla paylaşmada, ne gibi bir çaba gösteriyor? İşçileri haber yazmaya ne ölçüde teşvik ediyor? Onların yaşamını ve sorunlarını ne ölçüde yansıtıyor? Bütün bunlar partinin eğitiminin, sorumluluk ve disiplinin unsurları olduğu ölçüde, sınıfın aklı başında kesimlerinin güven ve desteğini alabiliriz.
Propaganda ajitasyonun dayanağı fabrika ve işletmeler ve işçi semtleri; yani işçi yaşamının cereyan ettiği alanlardır. Bugün sınıfın günlük yaşamına nüfuz etmeyen bir propaganda ve ajitasyon faaliyetinin ikna etme ve benimsenme şansı az olduğu gibi; somut ve kalıcı bir sonuca yol açması, karşılıklı bir sorumluluk ilişkisi geliştirmesi mümkün değildir. Çünkü, propaganda ajitasyon yapan bir partili, sınıf karşısında belli bir politik çizgiyi temsil etme sorumluluğu altına girer. Kendisini, temsil ettiği çizgiye karşı sorumlu davranma konusunda kitlelerin denetimine açar. Bir işçinin güven duyması açısından, kendi fabrikasında, semtinde, kendisiyle aynı yaşam koşullarını paylaşan kendinden biriyle, bir daha ne zaman karşılaşacağı belli olmayan dışarıdan biri farklıdır.
Bütün bu özellikleri göz önüne aldığımızda; bugün artık sınıfa ve halka tümüyle yabancılaşmış “dışarıdan” bilinçli bir devrimci üslubunun yerini, mensup olduğu sınıfın sorunlarını onlarla paylaşan, onlardan biri olan partili işçinin ve devrimcinin; sade, özlü ve net üslubu almalıdır. Propaganda-ajitasyon sadece dışarıdan ‘bildiri dağıtma’ veya akıl verme işi değil; sınıfıyla sorunlarını paylaşmanın günlük ve doğal bir biçimi ve aracı; onlar tarafından kabul edilmiş ve günlük yaşamın ihtiyaç duyulan bir parçası haline geldiğinde; günlük parti faaliyetimiz kendi sağlam temellerine dayanıyor demektir. O zaman, doğru bir mücadele çizgisi izlememiz de, çizgimizin hayata geçirilmesi de, partimizin denetlenmesi de, “her koşul altında faaliyetimizin sürdürülebilmesi” de, sınıfın güvencesi altına girmiş demektir.

Ağustos 1997

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑