Dahomey Komünist Partisi Politbüro üyesi Philippe Noudjenoume’yle röportaj
Geçtiğimiz Mart ayının sonunda yapılan, Emek Partisi’nin kuruluş şenliklerine, Batı Afrika’da küçük bir ülke olan Benin’den gelerek katılan Dahomey Komünist Partisi(DKP) yöneticilerinden Philippe Noudjenoume ile Benin’in (Dahomey) siyasal durumu, sınıflar arasındaki ilişkiler ve çatışmaların tarihsel süreç içinde aldığı biçimler, komünist partinin kuruluşundan bu yana geçirdiği deneyler, partinin başta işçi sınıfı olmak üzere Beninli emekçilerle ilişkisinin başlıca özellikleri ve muhalefetin örgütlenmesi sürecinde partinin izlediği taktik ve stratejiler hakkında yaptığımız söyleşiyi okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.
Partinizin nasıl kurulduğunu ve nasıl geliştiğini anlatır mısınız?
Başlangıçta, genç komünistler Dahomey, Fransa ve Moskova üniversitelerinde ve diğer Afrika ülkelerinde öğrenciydiler. Ve bu ülkelerdeki revizyonist partilerde çalışıyorlardı. Afrika Bağımsızlık Partisi vardı. Bu parti, SBKP’nin 20. Kongresi’nden sonra 1956’da kurulmuştu. Başlangıcından beri revizyonist bir çizgi izlemekteydi. Bizim eski militanlarımız ağırlıklı olarak bu partide ve Fransa Komünist Partisi’nde çalıştılar. Moskova’da bulunanlar ise SBKP’nin gençlik örgütlerinde yer aldılar. 1961’de Dahomey’de komünist adını taşıyan ya da Marksist Leninist ön eki taşıyan küçük gruplar kurulmaya başladı. Bu gruplar Kruşçevci bir çizgi izliyorlardı. 1964’te bir ayrışma yaşandı. Bu ayrışma, Çin Komünist Partisi ve SBKP arasındaki ayrılıklar temelinde gelişti. Bizim partimizin kurucuları 1964’te SBKP çizgisinden ayrılarak kurulan Maocu gruptan geldiler. Maocu çizgide örgütlenen grup içinde 1971’de Çin çizgisinden bir kopma yaşandı. Partimizin kurucusu olan militanlar Maocu çizgiyi eleştirmeye başladılar. Mao Zedung anlayışına yöneltilen eleştiri iki noktada toplanıyordu. Birincisi Üç Dünya Teorisi, ikincisi ise kırlardan başlayan uzun süreli halk savaşı taktiğiydi. Bu iki noktaya tamamen muhaliftik. Mao Zedung’un Üç Dünya Teorisi 1972’de çıkmıştı ortaya; bu düşünceye göre dünya üçe ayrılıyordu. Birinci dünyada ABD ve SSCB; ikinci dünyada Almanya, Fransa gibi ülkeler yer alıyor diğer ülkeler de üçüncü dünyayı oluşturuyordu. Bu teoriye göre ikinci dünya ile üçüncü dünyanın birinci dünyaya karşı ittifak yapması savunuluyordu. Bizim ülkemizi egemenliği altında tutan Fransa ile ittifak yapacak değildik elbette. Bu, mümkün değildi. Böylece parti kuruluşuna doğru Üç Dünya Teorisi’yle mücadele ederek, onu bertaraf ederek ve tabii diğer gruplarla bu konuda mücadele ederek ilerledik. Diğer yandan taktik sorun olarak, proletaryanın iktidarı alması konusunda ayrışma yaşandı. Onlar kırlardan başlayan uzun süreli halk savaşımını öne sürüyorlardı. Biz kendi ülkemizin gerçekliğine, Çin’in kendi deneyimlerinden yola çıkarak öne sürdüğü bu taktiğin uygun olmadığını gördük. Marx’ın, Engels’in, Lenin ve Stalin’in büyük klasiklerinden çıkarttığımız sonuç da iktidar probleminin şehirlerde başlayacak ayaklanma ile çözüleceği oldu. Arnavutluk’taki literatürü de okuyarak bilgilerimizi pekiştirdik. Böylece sağlam bir ideolojik temel üzerinde partimizin kuruluşuna yöneldik. Dahomey Komünistleri Birliği bu anlayış çerçevesinde kuruldu sonra da ülkedeki tüm komünistlerin birliğini gerçekleştirdik. 31 Aralık 1977’de de Dahomey Komünist Partisi’ni kurduk. Böylece 1971’den 1976’ya kadar bir kuruluş aşaması geçirdik.
Partinin kuruluşu döneminde öteki burjuva sosyalist akımların durumu, gücü, işçi hareketi üzerindeki etkisi neydi?
Bütün demokratik mücadeleye Kruşçevci ve Maocu anlayış hâkimdi. Maocu gruplar devrimin asıl gücünün köylülük olduğunu savunuyordu. 1979’a kadar bu küçük burjuva popülist sosyalizm anlayışları son derece etkiliydi. Benin’de 1972’de Kereku iktidarının başlamasından sonra iki yıl içinde bu grupların hepsi dağıldı. 1975’te de tutuklama kampanyası başladı
Kereku rejimine karşı mücadele sürecinde bir cephe kurulduğunu biliyoruz. Bu cephenin özelliği ve parti ile ilişkisi neydi? Nasıl bir mücadele çizgisi izlendi? Cepheye başka gruplar katılmış mıydı?
İki aşama var. Birinci etapta; Benin’de otokrasiye karşı bütün muhalif kesimlerin birliğini sağlamanın gerekliliğini gördük. 1982’de Benin Anti Emperyalist Demokratik Cephesi (BDAİD) adıyla bir cephe kurduk. Cephenin programında demokrasi için mücadele, baskıcı anayasanın ortadan kaldırılması, demokratik bir anayasanın yeniden oluşturulması ve otokrasinin devrilmesi hedeflenmişti. Bu cephe içinde gençler ve yarı köylüler de yer almıştı. Sendikal örgütlenmeler cepheye doğrudan katılmamışlardı. Çünkü bütün sendikalar kapatılmış ve bir tek sendika açık bırakılmıştı; o da iktidar yanlısıydı. Cephenin, üstüne düşen rolü, gereği gibi yerine getirmediğinin görülmesi üzerine 1988’de ikinci etap başladı; 22 Kasım’da Halk Konvansiyonu’nu oluşturduk, konvansiyonda demokratlarla, hatta Hıristiyanlarla, illegal köylü örgütleri ve fazla gücü olmayan, öğrenci gençliğin legal sendikal örgütleriyle birlikte olmayı hedeflemiştik. Konvansiyon kurulur kurulmaz Kereku rejiminin yıkılması talebiyle bir çağrı yayınladık: 1988 Kasım ayı sonu ile aralık başında halk bu çağrıya yanıt verdi; bütün kamu ofislerinden ve işçilerden, köylülerden cevap geldi. Kısa sürede bütün Benin çapında illegal hareket komisyonları kuruldu.
Halk, daha iyi yaşam koşullan ve demokrasi için Kereku rejimine karşı gizlice örgütleniyordu.
Devletin kurduğu sendika içinde çalışmalarınız oluyor muydu, aynı dönemde illegal sendikalar var mı?
İllegal sendikalar vardı. Hükümete karşı olan bütün sendikalar illegaldi o dönemde. Devletin sendikaları içinde de taban çalışması yürütüyorduk.
1989’da Kereku rejimini yıkan hareketlenme ilerlemişti ve tek kurulu parti Dahomey Komünist Partisi olduğu halde iktidar alınamadı. Bu, nasıl oldu? Bu hareketin bir işçi-emekçi iktidarına dönüşme olasılığı yok muydu?
Evet, 1989’da hareket tamamen DKP tarafından yönetildi. Bütün alanlarda eylem komisyonları kurulmuş, bir de koordinasyon komitesi oluşturulmuştu. Bu koordinasyon da, DKP tarafından yönetilen Halk Konvansiyonu’nun yönetimindeydi. 1989’deki 100.000 kadar insanın katıldığı büyük kalkışma, tamamen bizim partimiz tarafından yönetildi.
Hareket sırasında partimiz, geçici bir program hazırlayarak geçici devrimci bir iktidar kurmayı önerdi.
İktidarın alınması sorunu 11 Aralık 1989 ayaklanmasına bağlıydı. Tam bu dönemde Fransız emperyalizmi şöyle bir planı devreye soktu. Kereku rejimini dağıttı ve demokratik bir anayasa vaadiyle ulusal bir kongre topladı. Bunun üzerine kitleler şaşkınlığa uğradı. Hareket normal seyrinden çıktı. Ayaklanmadan korkan burjuvazi, bir manevra yaparak iktidarını koruyabildi. Bu nedenle 1989’da iktidarı alamadık.
Toplanan Ulusal Kongre’ye karşı nasıl tutum aldınız?
Bunun, bütün sömürücülerin halkın iktidarı almasını engellemeye yönelik bir komplosu olması nedeniyle Ulusal Kongre’ye katılmayı reddettik.
Yığınların, işçilerin-emekçilerin tepkisi ne oldu. DKP’nin taktiklerini benimsediler mi yoksa diğer burjuva partilere mi inandılar?
Halk, korkunç bir yanılsama içindeydi. Burjuvazi herkese örgütlenme özgürlüğü tanıdı ve böylece haki yanıltarak iktidarda kalmayı başardı. Parti, 92’ye kadarki iki yıl boyunca kitlelerden yalıtıldı
1989’da Kereku’ rejiminin yıkılmasının sağladığı kazanımlar neler oldu; ekonomik alanda herhangi bir değişiklik odu mu?
Toplanan Ulusal Kongre, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası emperyalist finans kuruluşları tarafından destekleniyordu. Yapısal uyum programı devreye sokuldu ve ulusal sektörler ortadan kaldırıldı
Burjuvazi ulusal bir kongre toplayarak bütün güçleri çevresinde toparlarken toplumun ekonomik istemlerine yanıt vermediği görülüyor. Partinizin bu planı bozmak için karşı taktiği neydi?
Kongreye katılmadık; bu önemlidir. İkinci olarak da o dönemde emekçilerin kendi ekonomik talepleri için mücadeleyi sürdürmeleri için yoğun ajitasyon kampanyası başattık. Halkı harekete geçirmeye çalıştık. Emekçilerin temel taleplerinden oluşan programımızla tüm ülke genelinde ajitasyon çalışması yürüttük. Ajitasyonun temel unsurları kamu işletmelerinin özelleştirilmesinin durdurulması, işten çıkarılmalara son verilmesi, ücretlerin reel endekse göre belirlenmesiydi
1991’de bir seçim yapıldı ve siz bu seçimleri boykot ettiniz. Boykot taktiğinizin anlamı neydi, yığınlar bu taktiğinizi nasıl karşıladılar?
Boykot taktiğimiz çok başarılıydı. Güçlü etkileri oldu. Nüfusun üçte birinden fazlası boykota katıldı.
Partiniz 1993’te yasallaştı. Açık alana geçiş ve parti kadrolarının açık alandaki mücadeleye uyumu nasıl oldu, politik ve örgütsel bakımdan zorluk yaşandı mı?
1992’de radyo, TV, gibi araçları kullanabiliyorduk ama resmi olarak kayıtlı değildik. 1993’te legal kuruluşumuzu yaptığımızda adaptasyon problemlerimiz oldu. Bu problemlerin hâlâ sürdüğünden söz edebiliriz.
Daha önce, yayınlarımızda sınıfsal analizleri doğrudan gerçekleştiriyor ve ayaklanma çağrıları yapabiliyorduk. Ama yasal yayın organlarında bu mümkün değil.
Bugün hukuki engellerle çevriliyiz. Bunların partimizi etkilememesi için çaba harcıyoruz tabii ki; yine aynı şeyleri söylüyoruz ama biçimini değiştiriyoruz. Bu konuda çok hassas olmak zorundayız. Tamamen gizli yayın organımızı da koruyoruz bir yandan. Şu andaki sorunumuz, illegal aktivite ile legal faaliyeti tam olarak ayırabilme sorunu. İllegal parti aygıtının çalışmaması, güçlü tutulmaması halinde bütün partiyi tamamen silebilir burjuvazi. Legal ve illegal çalışmanın doğru bir şekilde birleştirilmesi sorunumuz vardır ve son derece zor bir sorundur.
Bir diğer sorun da açık alanda çalıştığımız için burjuva yayın organlarıyla yarışmak zorunda olmamız. Bir kere yayınımızı daha güzel göstermek için daha fazla para harcamak zorundayız. Eskiden böyle değildi. İllegal çalışma dönemine göre çok daha büyük bir mali sorunla karşı karşıyayız.
İllegal yayının varlığını korumakta ne gibi zorluklarla karşı karşıyasınız. Aynı zamanda illegal propaganda aygıtlarınız var mı?
Parti yapıları içinde ve parti sempatizan çevrelerinde illegal propaganda yapıyoruz. Bu propagandalarda halkı burjuvaziye karşı hazırlamak gerektiğini sürekli anlatıyoruz.
Otokrasinin restorasyonu gibi bir tehlike karşısında kazanımları korumak için nasıl bir çaba içindesiniz? Partiyi böyle bir sürece nasıl hazırlıyorsunuz?
Böyle bir tehlike mevcut tabii. Eski diktatör, seçimlerle tekrar başa geldi. Ve sürekli olarak, demokratik koşulların ortadan kaldırılmasına yönelik bir çaba harcanıyor. DKP’yi likide etme çalışmalarının bilincindeyiz. Bu tip yönelimlerin ve demokrasinin ortadan kaldırılmasının sonuçlarına hazırız.
Gazetemizi bastığımız mekânı hiçbir zaman ortaya çıkarmadık. Legal yayın organlarını bile bastığımız yerler farklı. Yayını burada bastığımızı söylüyoruz ama aslında başka bir yerde basıyoruz. Partinin örgütçüleri tanınmıyor. Benim gibi resmi propaganda noktalarında olanlar ise doğal olarak tanınıyor.
Doğu Avrupa’daki rejimlerin çökmesi, SB’nin, Arnavutluk’un çöküşü gibi olaylar partinizi nasıl etkiledi? Bir karışıklık yaşandı mı? Yığınlarda sosyalizme karşı bir kayıtsızlık, uzaklaşma görüldü mü?
Partide bu gelişmelerden dolayı, ne ideolojik ne de teorik anlamda bir karışıklık oldu. Çünkü biz Kruşçevci revizyonizmin ve hatta Arnavutluk’un geri dönüşünün de farkındaydık. Özellikle 1978’de Arnavutluk’a yaptığım ziyaretten sonra hazırladığım raporda, küçük ayrım noktalarını belirlemiş ve bunları partime iletmiştim ve Parti 1. sekreterimiz de bazı noktalarda Arnavutluk gibi düşünmediğini ortaya koymuştu açıkça. Bu nedenle özellikle şu tespit edilmişti; Arnavutluk’ta teknolojik bilimsel gelişme için gerekli olan yapılanma çalışmalarının gerçekleştirilmediğini gözlemlemiştik. Bu, çok önemli noktalardan biridir. Diğer yandan Arnavutluk eski üretim biçimlerini korumakta ısrar ediyordu ve biz bunun doğal bir şey olmadığını tespit etmiştik. Komünist enternasyonalin yeniden kurulması konusunda da ayrılmıştık. Gerek ’78’deki gezide olsun gerek ’81’deki karşılıklı tartışmalarda olsun bu konuda ayrılık çıkmıştı. Emperyalizmi ürkütmekten çekinme eğilimi gözlemledik Arnavutlarda.
Biz o dönemde, en azından’ biçimsel olarak, daha sonraki komünist enternasyonalin ön çalışmalarının yapılabileceği biçimsel bir uluslararası platformun oluşturulabileceğini söylemiştik. Ancak kendileri bu konuyu kesinlikle tartışmayacaklarını, onların gündeminin kesinlikle dışında olduğunu söyleyerek reddetmişlerdi. 1988-90 dönemindeki çöküş döneminden bizim partimiz hiç etkilenmedi. Tabii ki, dış basıncın altında kaldık biz de. Partinin ismini değiştirmeye yönelik öneri geldi.”Tamam siz iyisiniz, sizi seviyoruz ama görüyorsunuz komünizm kelimesi pek iyi algılanmıyor, sevilmiyor; adınızı değiştirmeniz lazım” türünde öneriler getirildi. İşçiler açısından bir sorun yoktu. Onlar partinin adının komünist olmasında bir sorun görmüyorlardı. Partimizin isminin değiştirilmesinin söz konusu olamayacağını söyledik. Çünkü bizim idealimiz komünizmdi, görüşümüz buydu.
Benin’in çok uluslu bir ülke olduğunu biliyoruz. Çatışmalı ilişkiler var mı uluslar arasında, ulusal soruna ilişkin çözüm önerileriniz nelerdir? Programınızda bunu nasıl ifade ediyorsunuz?
Bizim programımızda, ulusal soruna yaklaşımımız öncelikle ulusları özgürleştirme ve birleştirme ilkesine; ikinci olarak da hukuki eşitliği sağlamaya dayanır. Benin’de bugün 46 milliyet var ama bu 46 milliyet aslında 4 büyük ulus altında toplanmıştır. Bugün burjuvazi bu farklı etnik kesimler arasında yapay çelişkiler yaratarak kendi çıkarına kullanmaktadır. Bütün bu uluslar, emperyalizmden ciddi oranda sıkıntı duymaktadır. Çünkü kendi dillerini ifade etme hakları ve ulusal kültürlerini toplumsal hayat içinde ifade etme özgürlükleri yoktur.
Uluslar arasında hukuki bir eşitlik olduğu söyleniyor ama gerçeklik böyle değil. Benin’de en büyük kesimi oluşturan milliyet, nüfusun yüzde 30’unu oluşturuyor ve sahip oldukları haklar diğerlerine göre daha fazla.
Programımızda, emperyalizmin egemenliği altında bulunan ulusların özgürleştirilmesini benimsiyoruz. Ayrıca tabii kendi ana dillerinde eğitim görebilmelerini ve kendilerini toplumun bütün kurumlarında ifade edebilmelerini ve bu anlamda da uluslararasındaki hukuki eşitliği savunuyoruz. Fransızca ise, yabancı dil olarak öğrenilmelidir.
Köylülüğün, nüfus oranı bakımından hayli geniş bir kesimi oluşturduğu Benin’de, köylülük içindeki çalışmalarınız ne durumda. Bu kesime yönelik nasıl örgütler yarattınız ve ajitasyonda hangi unsurları öne çıkardınız?
Köylülük içindeki çalışmaya çok önem veriyoruz. Oldukça iyi bir etkiye sahibiz. Mesela köylüler üzerinde baskı yaratan bir vergiyi yıllar önce kaldırtmayı başardık. Hemen hemen ülkenin tümünde legal olarak oluşturulmuş köylü sendikalarımız var. Bunlar da bizim partimize yakınlar.
İşçilerin 200 bin kişi olduğu ülkemizde topraksız köylü nüfusu oldukça fazla, bunlar nüfusun yüzde 80’ini oluşturuyor. Topraklar genel olarak Benin’de burjuvaların tekelinde.
Bu nedenle tarım ürünlerine iyi bir fiyat verilmesi, desteklediğimiz bir taleptir. Diğer yandan toprak çalışanın olmalı talebi
Benin’de çok geçerli bir talep değil. Pamuk üretiminin çok yoğun olduğu ülkemizde, ürün Benin’de kurulmuş olan şirketleri aracılığıyla emperyalist tekeller tarafından oldukça düşük ücret karşılığında satın alınıyor. Pamuğa verilen para, köylülerin kendi hayatlarını normal olarak sürdürmelerine bile yetmeyecek kadar az.
Şu anda mevcut iktidarın yığınlara somut ne gibi saldırıları var?
Özelleştirme, işten atmalar, sosyal güvenliğin budanması ya da ortadan kaldırılmaya çalışılması gibi ekonomik saldırıların yanında özgürlüğe karşı saldırıları; grev ve gösterilere polisin gönderilmesi, polisin kitleleri dağıtması, greve çıkan işçilerin ücretlerinin ödenmemesi vs.yi sayabiliriz.
Yeni dönemde halkın sosyalizmden uzaklaşma eğilimi var mı?
Köylüler, işçiler açısından böyle bir şey söz konusu değil ama küçük burjuvazide böyle bir eğilim gerçekleşti.
Şu anda gerek uluslararası plandaki gerek ülkedeki sorunlara ilişkin nasıl bir teorik mücadele perspektifiniz var? Öncelikli problemleriniz nelerdir?
Önümüze koyduğumuz en önemli sorunlardan birisi diyalektiğin yeniden geliştirilmesidir. Bu konuda, bilimsel alanlardaki gelişmelerin teorik plana taşıyarak diyalektiğin yenilenmesinin sağlanması ve bu çerçevede Marx ve Engels’in diyalektik açılımlarının eskiyen yanlarının saptanması ve halen güncelliğini koruyan yanlarının ortaya çıkarılması önemlidir. Bu, bugünkü işçi tipolojisini tanımlamamızı da sağlayacaktır.
Bilimsel teknolojik devrim ve iletişim devriminin gerçekleşmesi sonrasında, işçinin ve işçi tipolojisinin tanımlanması sorununun, çözülmesi gereken sorun olduğunu düşünüyoruz.
Sermayenin artı değeri nasıl sömürdüğünün ortaya çıkarılması, bizim, proletaryanın taleplerini sentetize etmemizi sağlayacaktır.
Burjuva düşünürler şunu söylüyor: “Bugün sınıf diye bir şey kalmadı. Bakın işte Fransa’da, ispanya’da işçiler zenginler; arabaları var ve gelişme bu yönde; sınıf ortadan kalkıyor.” Proletaryanın taleplerini sentetize etmek, bize, burjuvazinin bu düşüncelerle işçiler üzerinde yarattığı etkiyi bertaraf etmekte önemli bir araç olacaktır. Zaten Marx’ın, Engels’in ve Lenin’in yaptığı da buydu; proletaryayı sosyalizm düşüncesi ile bağdaştırmayı bu planda gerçekleştirmek.
Her partinin kendi ülkesinin reel koşullarından yola çıkarak taktik belirlemek gibi bir görevi var. Ülkenin ekonomik gelişimini, değişik toplumsal yapılarını, sınıflarını incelemesi, hatta her sınıfın sayısını saptayabileceği derinlemesine bir araştırmaya girmesi gerekir.
Lenin’in “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” adlı kitabında yaptığı gibi, işçi sınıfını yönlendirebilmek için ülkenin toplumsal gerçekliğini tanımak gerekiyor. Proletaryanın eğilimlerine denk düşecek çalışma yönteminin belirlenmesi için bu çalışma önemlidir. Uluslararası Komünist Hareket’in de teorik planda önüne alması gereken en önemli sorunlardan birisi budur.
Türkiye’deki Proleter Sosyalist akımın da, diyalektik materyalizmin temellerini, ortaya çıkmış bütün bu olgular üzerinden güçlendirmek ve savunmak gibi bir perspektifi var. Bu konuda siz ne gibi somut adımlar attınız?
Toplumsal koşullar üzerine bir analiz çalışmamız var. Ayrıca uluslararası durum değerlendirmesine sahibiz. Bu belgelerin karşılıklı değişimini sağlamamız gerekiyor.
Dışardan bakan bir komünist olarak bize önerileriniz nelerdir? Türkiye’yi nesnel koşullar bakımından ve komünistlerin durumu açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye için görece gelişmiş bir ülke tanımını yapabiliriz sanırım. Geniş bir işçi sınıfına sahip; rakam olarak 7 milyon olduğunu öğrendim. Bu oldukça büyük bir sayı. Bunun yanında Türkiye’de, geri kapitalist gelişme biçimleri de mevcudiyetini sürdürüyor. Mesela bilgi iletişim devriminin Türkiye’ye girmemiş olduğunu gözlemledim, işçi sömürüsünün çok yoğun ve çok katı koşullarda sürmekte olduğunun farkındayım. Bu da işçilerin sermayeye karşı olan mücadelesini daha da keskinleştiriyor ve bunun doğal sonucu olarak da Türkiye’deki işçi sınıfının bilinç seviyesinin daha hızlı bir gelişme seyri izlemesi söz konusu. Böylece yalnızca sermaye tarafından sömürülen bir sınıf değil aynı zamanda özgürlükleri de elinden alınan bir sınıf var karşımızda. Ve hem sermayeye karşı mücadelenin hem de demokrasi mücadelesinin bir arada yürüyor olması Türkiye’de geleceğe yönelik, devrimin gerçekleşmesine yönelik ciddi umutlar vaat ediyor.
Geleceğe yönelik sorun şurada: Bundan sonraki gelişmeyi, Türkiye’ye büyük miktarlarda para enjekte eden uluslararası tekeller mi belirleyecek yoksa iktidarı alan proletarya mı?
Öznel olarak baktığımızda da proletaryanın, sosyalizm hareketine kendiliğinden kitlesel bir desteği var. Destek çok derinleşmemiş henüz. Bu nedenle Türkiye’deki komünistler kendiliğinden gelişen bilinci derinleştirme görevi ile karşı karşıyalar. Devrim için son derece uygun koşullara sahipsiniz. Örgütlülük konusunda partinin çok büyük bir gücü var. Şu anda söyleyebileceklerim bunlar.
Ağustos 1996
Philippe Noudjenoume:
1948’de Benin’de doğdu. Politikayla, Nasır’a sempati duyarak ve Afrika’daki anti-emperyalist ulusal rejimleri inceleyerek 1968’den itibaren ilgilenmeye başladı. Dakar Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi görürken 1969’da gerçekleştirilen ve bir yıl süren öğrenci boykotuna katıldığı için Senegal Devlet Başkanı tarafından sınır dışı edildiğinde Benin’e geri dönmeyerek Kongo’ya gitti. Eğitimini üç yıl sürdürdüğü Kongo Üniversitesi’nde Dahomey’li öğrencilerin sorumluluğunu üstlendi. 1972’de gittiği Fransa’da da bir yandan doktorasını yaparken diğer yandan da Kuzey Afrika Öğrencileri Federasyonu’nda çalıştı. 1973’te Fransa’daki Dahomey Öğrencileri Derneği’nin başkanı seçildi. 1976’da dışarıda oluşmakta olan gücün farkına varan Kereku rejimi, öğrencilerin ülkeye geri dönmesini isteyince dönmeyi reddederek arkadaşlarıyla birlikte 1978’e kadar Fransa’da kaldı. Böylece Kereku rejimi tarafından fişlenmiş oldu.
Bu dönemde yine arkadaşlarıyla birlikte Dahomey KP’nin kuruluş çalışmasını yürüttü ve partinin kurucu üyeleri arasında yer aldı. Aralık 1978″de Benin’e döndü ve yedi ay sonra tutuklandı. 5 yıl kaldığı cezaevinden, dördüncü girişiminde başararak, dokuz arkadaşıyla birlikte 3 Nisan 1984’te kaçtı. Sonraki altı yıl, mücadelesini tamamen yeraltında sürdürdü. Şu anda partide politbüro üyeliği, Kıvılcım dergisinin (FLAM) yayın yöneticiliği, legal partinin de sözcülüğünü yapmak gibi görevler üstleniyor. Diğer yandan eğitim, liman, otel işletmeleri, santrallerde örgütlü Benin Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (CSTD)’na bağlı, partiye yakın Yüksek Öğrenim ve Araştırma Ulusal Sendikası’nın üyesi.