3–4 Temmuz 1917 gösterileri:
Rusya’da 1917 Ekim Devrimi’nden az önce ortaya çıkan 3–4 Temmuz gösterileri, Şubat Devrimi’nden o güne değin ya gerici burjuva diktatörlüğünün güçlenmesi ya da proletaryanın iktidarının kurulmasıyla çözülecek olan ikili iktidar sorununun, artık bir yol ağzına gelip dayandığı sırada siyasal dengeleri değiştiren bir toplumsal patlamaydı. Kitlelerin temmuz aylarına değin birikmiş öfkesinin dışavurumu, hem hükümeti elinde tutan burjuvazinin hem de Sovyetlerde örgütlenen küçük burjuva ve proleter kesimlerin siyasal örgütlerinin bundan sonra izleyecekleri taktiklerin ve sınıfların karşılıklı konumlarının değişmek zorunda kaldığı bir başlangıç noktasıydı.
3–4 Temmuz aynı zamanda yine sınıfların karşılıklı ilişkileri bakımından bir ayrışmanın da başlangıcıydı. Ama bu tarihin, kuşkusuz komünistler açısından bugünkü en önemli anlamı, devrimin barışçıl gelişme koşullarından silahlı ayaklanmaya doğru gidiş süreciyle ilgili, Rusya’nın o günkü özel koşullarından yola çıkarak bir örnek üzerinden tartışma olanağını sağlaması ve komünist partinin değişen tarihsel koşullara bağlı olarak, taktik ve sloganlarını üstün bir manevra yeteneği göstererek nasıl değiştirebileceğine ilişkin bir deney olmasıydı.
Şubat günlerinde çarlık iktidarına son verilmiş ve Prens Lvov’un önderliğinde liberal burjuva Kadet partisi tarafından bir geçici hükümet kurulmuştu. Bir yandan da önce Petrograd’da olmak üzere kentlerde, işçiler ve asker köylüler, 1905 Devrimi sırasında ortaya çıkmış olan bir örgütlenme modelini yeniden dirilterek Sovyetlerde örgütlenmeye başlamışlardı. Böylece, Rusya, daha önce Bolşeviklerin, programlarında öngörmedikleri bir sürece girmiş oldu.
Alt sınıfların, Bolşevik propagandanın etkisi altındaki küçük bir azınlık dışında, Sovyetlerde sürdürdükleri ama her an hükümetteki burjuvazinin ve Sovyetlerde şimdilik çoğunlukta olan ve burjuvaziyle işbirliği yapmaya yatkın olan kaypak küçük burjuva örgütlerin tehdidi altındaki iktidarlarının önemini kavrayamadıkları bu süreçte, devrim de tehlike altına girmişti.
Burjuva hükümet, dış politika konusunda çarlık zamanında imzalanan anlaşmaları aynen sürdürme eğilimine girmişti. Bu, on binlerce Rus köylüsünü kırıp geçiren, ülkede derin bir yoksulluğa ve açlığa sebep olan 1. Dünya Savaşı sırasında, Rusya eski emperyalist konumunu sürdürecek; devrim, barış sloganıyla ayağa kalkan kitlelerin talebine yanıt vermeyecek anlamına geliyordu. Sovyetlerde çoğunluğu elinde bulunduran Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler de burjuva hükümetin bu politikasını uygulamasında her türlü kolaylığı sağlamaktaydılar. Lenin’in büyük bir küçük burjuva ülkesi olarak tanımladığı Rusya’da, küçük burjuva politikanın etkisinden kurtulamamış kitleler ise olan bitenin farkında değillerdi. Yaygın bir iyi niyet atmosferi oluşmuştu.
Diğer yandan Lenin’in, “Nisan Tezleri”nde, sosyal demokrasi kavramının, savaş sırasında kendi hükümetlerinin savaş bütçelerine evet oyu veren sabık yol arkadaşları sosyal demokratlar yüzünden kirlendiğini söyleyerek adının değiştirilmesini istediği kadar, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) kadroları da yeni süreci kavramakta zorluk çekti. On küsur yıldır Rusya’da işçi-köylü iktidarıyla sonuçlanacak bir burjuva demokratik devrimi öngören Bolşevikler, Şubat Devrimi ve ondan sonra gündeme gelen ikili iktidar dönemiyle birlikte burjuva demokratik devrimin tamamlandığını ve bundan sonraki süreçte partinin sosyalist devrime hazırlanması gerektiğini Lenin, “Uzaktan Mektuplar”ını yazıncaya kadar ve ondan sonra da kısa bir dönem fark etmediler.
Lenin mektuplarının ilkinde, başta Plehanov olmak üzere birçok siyasi muarızı tarafından “devrimci demokrasinin bağrına iç savaş bayrağını dikmek”le suçlanmasına yol açacak olan “geçici hükümet desteklenmemelidir” ibaresini kullanıyor; “Nisan Tezleri”nde de, burjuva demokratik devrimin tamamlandığını ve artık, hedefin sosyalist devrim olduğunu saptıyor ve şöyle devam ediyordu: “Devrimimizin bir iktidar ikiliği yaratmış bulunmak gibi büyük bir özgünlüğü var… Bu iktidar ikiliğini eskiden kimse ne düşünür ne de düşünebilirdi. İktidar ikiliği neye dayanıyor? Geçici hükümetin, burjuva hükümetin yanında henüz güçsüz tohum durumunda, ama gene de gerçek, söz-götürmez ve büyüyen bir varlığı olan bir başka hükümetin; işçi ve asker vekilleri Sovyetlerinin kurulmuş olmasına. ‘Proletaryanın ve köylülerin devrimci demokratik iktidarı, Rus devriminde daha önceden gerçekleşmiş bulunuyor… Yaşamın gerçekleştirdiği ‘işçi ve asker vekilleri Sovyetleri’ işte proletaryanın ve köylülerin demokratik iktidarı… Bu yüzden gündemde yeni bir hedef vardı: Bu iktidarın bağrında proleter unsurlarla, küçük mülk sahibi ya da küçük burjuva unsurlar (Çheydze, Çereteli, Steklov, Sosyalist Devrimciler ve daha başka devrimci amaçlarla savaşı sonuna kadar götürme yanlıları… Burjuvaziyi ve burjuva hükümeti desteklemeden yana olanlar) arasında bölünme, ayrılma.” (Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, Dördüncü Baskı, 1989 Sol Yayınları, Çeviren M. Ardos, s.17–25)
Bundan böyle, eskiden olduğu gibi burjuva demokratik devrimi tamamlama sorununu ortaya atmanın, canlı Marksizm’i ölü metinlere feda etmek anlamına geleceğini söyleyen Lenin’in tezleri, parti içinde yoğun tartışmalara yol açmasına karşın sonuçta kabul edildi. Böylece, Şubat günlerinden sonra devrim yeni bir içerik kazanarak sürdürülecekti. Ancak, değişen içeriğe ve mevcut siyasal duruma bağlı olarak yöntemler, sloganlar ve taktiklerin de gözden geçirilmesi gerekiyordu.
Nitekim Sovyetlerde, küçük burjuva siyasal örgütlerin çoğunluğu sağladığı, geniş kitlelerin hâlâ bu görüşlerin etkisi altında hareket ettiği ilk aylarda Bolşevikler, görev olarak önlerine Aydınlatma ve açıklama faaliyetini koydular.
Lenin şöyle yazıyordu: “Yazdım, açıklıyorum, yineliyorum; devrimci amaçlarla savaşı sonuna kadar sürdürme politikası yanlısı olan geniş yığınların… yadsınamaz iyi niyeti karşısında ve bunların burjuvazi tarafından aldatıldıkları da göz önünde tutularak, kendilerine, yanılgıları özel bir sabır ve özenle anlatılmalıdır.” (Lenin, Nisan Tezleri, s. 14)
Bu hükümeti devirmek gerekliydi, çünkü kitlelere ne barış, ne ekmek ve ne de özgürlük verebilirdi ama o, işçi temsilcileri Sovyetleriyle “dolaysız ve dolaylı, açık ve gerçek” bir uzlaşmaya dayandığı için de hemen yıkılamazdı. “Bu hükümet” diyordu Lenin, Tezler’inde, “genel olarak alışılmış yöntemle devrilemez, çünkü ikinci hükümet tarafından, işçi vekilleri Sovyet’i tarafından burjuvaziye sağlanan destekten yararlanıyor” (Lenin, Agy, s. 19)
Böylece, Sovyetlerde çoğunluğu ele geçiren ve burjuva hükümetle dirsek teması halinde bulunan Sosyalist Devrimci ve Menşeviklerin politik hegemonyasının kırılması, burjuva hükümetin ve küçük burjuva politikanın gerçek yüzünün ortaya çıkması için Bolşevikler sabırla aydınlatacak, anlatacaklardı. Küçük burjuva önderler Çheydze, Çereteli, Steklov ve hempalarının çeşitli ödünler vererek burjuvaziye teslim ettikleri iktidarın yıkılması ve proletaryanın iktidarını kurmak için harekete geçilmesi, bu liderlerin, inatçı aydınlatma çabası sonucunda gerçek rollerinin anlaşılmasından sonraki işti. “Biz Blankici, yani iktidarın bir azınlık tarafından alınması yandaşları” değiliz diyordu Lenin, “iktidar durumuna gelmek için bilinçli işçiler, çoğunluğu kazanmalıdır.”
TEMMUZ GÜNLERİNE DOĞRU: ISRARLA AÇIKLAMA VE AYDINLATMA
“BÜTÜN İKTİDAR SOVYETLER’E”
34 Temmuz gösterilerine gelinceye değin, komünistler; kitlelerin eğitilmesi, onların içinde bulunduğu iyi niyetli yanılsama halinden kurtulması için çok yoğun bir propaganda-ajitasyon faaliyeti yürüttüler. Bunun sonucunda da Bolşevik etki gün geçtikçe arttı ve Sovyetlerde proletaryanın nüfuzu genişledi. Halk giderek politikleşiyordu. Krupskaya, anılarında o günleri şöyle anlatıyor: “Bir keresinde Sirokoya caddesinden Krzesinskaya köşküne kadar üç saatte gidebildim; sokak toplantıları o kadar ilginçti. Evimizin avluya bakan pencerelerini geceleri açtığımız zaman, hararetli tartışmalar gelirdi kulağımıza. İşte orada bir asker oturuyor, komşu evlerde çalışan aşçı kadınlar, hizmetçiler ve gençler hemen askerin çevresinde bir kalabalık oluşturuyorlar. Saat gecenin biri, bölük pörçük sözler duyuyoruz: Bolşevikler, Menşevikler. … Saat üç, hâlâ kesilmiyor sesler: Milyukov, Bolşevikler… Saat beş oldu. Hep aynı şey, hep politika, bitmek tükenmek bilmeyen bir toplantı.” (Krupskaya, Lenin’den Anılar, Inter yayınları, Temmuz 1990, s. 329)
Her günün çok uzun yaşandığı, sabahlara kadar politikanın konuşulduğu Rusya’da birkaç aylık dönemde çok hızlı siyasal dönüşümler yaşandı. Geçici hükümet-Sovyetler biçiminde ikiye bölünmüş iktidara ilişkin krizlerin ilki 21 Nisan’da ikincisi, 18 Haziran’da, üçüncüsü ise 3–4 Temmuz’da yaşandı. Dışişleri Bakanı Milyukov’un, hükümetin, müttefiklere karşı bütün yükümlülüklere bağlı kalacağını bildiren notası üzerine 21 Nisan’da kendiliğinden ayağa kalkarak gösteri düzenleyen kitlelerin üzerine ateş açıldı. 21 Nisan gösterisi, kendilerine silahla karşılık verilmesine karşın kitlelerin geçici hükümete attığı “barışçıl” bir tokat oldu; Milyukov istifa etmek zorunda kaldı ve yeni bir hükümet kuruldu. Bu hükümette Sovyet’i temsilen 6 bakan bulunuyordu. Yeni hükümete Sovyet temsilcilerinin alınması, Sovyetlerin yönetimini elinde bulunduran Menşevik-Sosyalist Devrimci ittifakının geçici hükümetle girdiği uzlaşmanın dolaysız ama yeni bir biçimiydi. Bu süreç, Sosyalist Devrimcilerle Menşevik saflarda da bir ayrışma yaratırken, kitlelerin gözünde, başından beri Sovyetlerle hükümet arasındaki işbirliğine dikkat çeken Bolşeviklerin itibarını, artırdı. Ama daha, kat edilmesi gereken uzun bir süreç vardı. Örneğin geniş bir köylü kitlesi hâlâ küçük burjuva siyasal görüşlerin etkisi altındaydı. Mayıs’ta yapılan Tüm Rusya Köylü Kongresi, Sosyalist Devrimcilerin üstünlüğüyle sonuçlanacaktı.
Bu yüzden 10 Haziran’da barışçıl bir gösteri yapmak isteyen kitlelere Sovyet Kongresi izin vermeyince Bolşeviklerin Petrograd Komitesi de gösterinin iptal edilmesini kararlaştırdı. Ancak gösteri konusunda ısrarlı yüz binlerce insan, Bolşevik sloganları haykırarak sokaklara döküldü ve Şubat günlerinden bu yana ilk politik gösteri yapılmış oldu. Krupskaya anılarında şöyle yazmaktadır: “Lenin ısrarla Petrograd Komitesi’nce ilan edilen bu gösterinin iptal edilmesini istedi; ona göre Sovyet iktidarını tanıdığımız için, kongrenin emirlerine karşı hareket etmememiz gerekirdi. Aksi takdirde düşmanın eline bir silah vermiş olurduk. Ne var ki, kitlenin ruh halini dikkate alan Sovyet Kongresi, 18 Haziran için bir gösteri saptadı. Gösteriye yaklaşık 400 bin asker katıldı. Pankart ve afişlerin yüzde doksanında Bolşevik Merkez Komitesi’nin şiarı vardı: Bütün iktidar Sovyetlere, kahrolsun on kapitalist bakan “
3–4 Temmuz’dan önceki bu iki gösteri, Nisan’dan bu yana etkisini artıran ve işçi ve askerlerden geniş bir yandaş kitlesi oluşturan Bolşeviklerin temel sloganlarına yönelik ilginin ölçülebilmesini kolaylaştırmıştı. Ve yine nisandan bu yana “bütün iktidar Sovyetlere” sloganını yükselterek kitleleri eğiten partinin, yöneldiği yolda hızla yürüdüğü görülmüştü. Bu süreçte barışçıl gösteriler, ikna ve aydınlatma çabasıyla kitleleri hükümetten ve küçük burjuva siyasetin etkisinden koparmaya çalışan komünistlerin ısrarlı çabalarının umulmadık sonuçlar verdiği de gözleniyordu. Diğer yandan da Menşevik ve Sosyalist Devrimcilerin propagandasından etkilenen on binlerce işçi ve köylünün Komünist partinin etki sahasına girdiği, hükümet krizinin derinleştiği, iktidarı kendi elleriyle hükümete teslim eden küçük burjuva örgütlerin içyüzü açığa çıktıkça bu saflarda çözülmenin arttığı Mayıs-Haziran ayları, taşranın da ağır ağır kazanılmaya başlandığı bir dönem oldu. Yine, Komünist partinin, legal çalışma olanaklarını bulduğu Nisan-Temmuz ayları arasındaki dönem, bu olanakların sonuna kadar nasıl ve bilinçli bir biçimde kullanılabileceğinin saptanabileceği bir tarihsel kesit olması itibariyle bugün dikkatle incelenmesi gereken bir siyasal konjonktüre işaret etmektedir. Öyle ki, Lenin’in Rusya için görülmemiş özgürlük dönemi olarak tanımladığı bu dönemde, 24 Nisan’da yapılan Bolşeviklerin 7. Konferansı, ilk açık Bolşevik Konferansı niteliğini, taşıyordu ve parti tarihinde bir kongre kadar önemliydi. Çünkü izlenecek taktiklerin belirlendiği ve Lenin’in tezlerinin kabul gördüğü ve parti programındaki burjuva demokratik devrim stratejisinin gözden geçirildiği bir konferanstı bu.
Kitlelerin Temmuz başlarında gerçekleştirdiği gösteri ise, siyasal sonuçlan bakımından yeni bir sürecin başladığına işaret ediyordu. Bu gösteriden sonra ağır bir darbe alan Sovyet örgütlenmesi ve Bolşevikler Ekim Devrimi’ne doğru ilerleyen sancılı tarihsel koşullarda politik öngörünün, manevra kabiliyetinin eşsiz örneklerini bir kez daha ortaya çıkardılar.
TEMMUZ’DAN EKİM’E DOĞRU: BOLŞEVİKLER YERALTINDA
Emperyalist politikayı sürdürmekte ısrarlı olan geçici hükümetin, tam da kitlelerin barışçıl bir gösteri düzenledikleri 18 Haziran’da cephede bir taarruz başlatması ve bu taarruzun başarısızlığa uğramasıyla binlerce Rus askerinin telef olması, barış vaadiyle işbaşında duran hükümetin içyüzünü açığa çıkardı. Geçici hükümet, kitlelerin güvenini yitirdi.
Cepheden gelen haberler üzerine ayaklanan başkent halkının üç gün boyunca sürdürdüğü gösteri, kısa zamanda silahlı bir çatışmaya dönüştü. Kendiliğinden patlayan ve kitlelerin henüz politik bakımdan olgunlaşmadığı, üstelik örgütsel bakımdan da zayıf halde bulunduğu, taşranın desteğinin tam olarak sağlanamadığı bu erken ayaklanmayı Bolşevikler durdurmaya çalıştılarsa da devrimci krizin olgunlaşmadığı bir anda zincirinden boşalan öfkenin dizginlenemez bir hal aldığını gördüklerinde eylemin barışçıl bir biçimde ve en az zararla tamamlanması için ayaklanmanın başına geçtiler. Kitleler Petrograd Sovyet’i ve Tüm-Rusya Merkez Yürütme Komitesi binasına yürüyerek Sovyetlerin iktidarı devralmasını, aktif bir barış politikası izlenmesini talep ediyorlardı. Ne var ki, sokağa dökülen halk çatılara yerleştirilen kazak birlikler tarafından tarandı. Caddeler işçi ve askerlerin dökülen kanıyla sulanırken Pravda’nın binası tahrip edildi ve diğer bir dizi Bolşevik gazete kapatıldı. Petrograd Garnizonu’nun devrimci birlikleri başkentten çekilerek cepheye gönderildi, Bolşevik militanlar tutuklandı ve Lenin hakkında da tutuklama kararı çıkarıldı. Böylece, burjuva hükümete altı bakan vererek onu destekleyen Sovyetler karşı-devrimci bir noktaya sürüklenmiş oldu. Bu, başından beri iktidarı kendi eliyle burjuvaziye sunan Sovyetlerin gerici-küçük burjuva mensupları, sonuçta gelebilecekleri en geri noktaya ulaşarak işçi ve asker köylülerin karşısına dikilmiş ve onlara sıkılan silahın tetiğine basmış oldular.
9 Temmuz’da da Tüm Rusya Merkez Yürütme Komitesi ve İşçi Köylü Sovyetleri Yürütme Komitesi’nin ortak oturumunda Geçici Hükümet, Devrimi Kurtarma Hükümeti olarak ilan edildi. Kurtarma harekâtı aynı gün Kamenev’in tutuklanmasıyla başlatıldı.
Bu, ikili iktidar döneminin sonunun geldiğini gösteriyordu. Gericilik yoğun bir Bolşevik avı sürdürürken Lenin, Zinovyev ve diğer parti liderleri ülkeden uzaklaştılar. 34 Temmuz gösterisi, kitlelerin iktidarı almaya hazır olmadıkları sırada patlayan politik bir gösteriydi. 21 Nisan’da yine bir gösteriyle tezahür eden siyasal kriz, Temmuz günlerinde doruğa çıktığında iktidar mücadelesi veren sınıflar arasındaki, kitlelerin yanılsamalarından örülü geçirgenlik giderek silindi ve sınırlar giderek netleşti. Bu hükümete karşı gösteri, alışılmış bir gösteri değildi. Lenin onu, “Bir gösteriden çok daha fazla bir şeydi. Bir devrimden ise çok daha az. Bu gösteri, devrimin ve karşıdevrimin aynı anda patlaması, proletarya ve burjuva öğelerin şiddetle aştığı orta öğelerin aniden, çok kez hemen hemen birdenbire saf dışı edilmesi idi.” (Nisan Tezleri s. 99) diye tanımladı.
Temmuz günlerinin yol açtığı en önemli sonuç, ikili iktidar döneminin sona ermesi oldu. Halkın talebine karşın, Sosyal Devrimciler ve Menşeviklerin yönetimindeki Sovyetler, iktidarı almayı reddetmiş ve tüm iktidarı kaybetmişlerdi. “İktidar burjuva geçici hükümetin elinde toplanmıştı ve bu hükümet, devrimi silahsızlandırma, devrimin örgütlerini ezme, Bolşevik partiyi yok etme çabalarına devam ediyordu. Devrimin barışçıl gelişmesi için her türlü imkân ortadan kalkmıştı…” (Stalin, Eserler, Cilt 15, Inter Yayınları, Aralık 1990, Çeviren İsmail Yarkın, s.225)
Böylece, barışçıl gelişmenin her türlü olanağının ortadan kalktığı Temmuz günlerinde Bolşeviklerin yükselttikleri slogan da farklı olacaktı ve izlenecek olan taktik de tamamen değişecekti.
Lenin, “Dört Tez” adlı makalesinde yeni dönemi tahlil ederken şunları yazmaktadır: ‘Rus devriminin barışçı bir yolla gelişmesi üzerine kurulan umutlar geri dönmemek üzere sönmüştür. Nesnel durum şöyle görülmektedir: Ya askeri diktatörlüğün tam zaferi ya da işçilerin silahlı ayaklanmasının zaferi. Bu zafer ancak, iktisadi yıkım ve savaşın uzaması sonucu, yığınların, hükümete ve burjuvaziye karşı derin bir kaynaşmasıyla birlikte olduğu zaman olanaklı olacaktır. ‘Bütün İktidar Sovyetlere’ sloganı; Nisan, Mayıs, Haziran aylarında ve 5–9 Temmuz’a kadar, yani gerçek iktidarın askeri diktatörlüğe geçtiği kadar mümkün olmuş olan devrimin barışçıl gelişmesinin sloganı oldu. Ne askeri diktatörlüğün ne de Sosyalist Devrimcilerin ve Menşeviklerin, tam, fiili ihanetini hesaba katmadığına göre, bu slogan artık bugün doğru değildir. ” (Lenin, Nisan Tezleri… s. 104)
Gerçekten de “Bütün iktidar Sovyetlere” sloganında ısrar edilmesi, iktidarın halka ihanet eden Menşevik ve Sosyalist Devrimcilere verilmesi anlamına gelecekti artık. Diğer yandan, “son kesin” savaşa doğru hızla ilerlendiği bu günlerde Bolşevikler; serüvenlerin, kargaşalıkların, bölük pörçük umutsuzca çarpışma girişimlerinin hiçbir yararının olmayacağını da saptamışlardı ve Lenin ısrarla yineliyordu “Meşrutiyetçiler ya da cumhuriyetçiler hakkında hayale kapılmak yok, barışçıl yollar hakkında hayale kapılmak yok, şu anda Kazakların ve Kara-yüzlerin kışkırtmalarına yanıt vermek yok.” Zaman, kesin savaşa sıkı bir şekilde hazırlanmak için güçlerin yeniden toparlanması ve örgütlenmesi zamanıydı. Parti illegal alana çekilmişti ama legal olanaklardan sonuna kadar yararlanmaktan ve her iki alanda süren çalışmayı ustaca birleştirmekten de geri durmayacaktı. Burjuva hükümet ve Sovyetleri ellerinde tutan küçük burjuvaziye karşı ısrarlı aydınlatma faaliyeti sürdürülürken, bu sınıfların her eylemi işçi ve köylülerin nezdinde Bolşevik aydınlatma çabasıyla bir sınava dönüşecekti. “Taktiklerimiz kitlelere gerçekleri söylemektir” diyordu Lenin, birlikte saklandıkları yerde Zinovyev’le tartışırken, “Bizim yararımıza olmasa bile gerçekleri söylemeliyiz. Ancak böylece kitleler bize güvenir. Tarihin tüm dönemeçlerinde her zaman sadece ve sadece gerçeği söylersek düşüncelerimizle yaptıklarımız farklılaşmazsa, sözde ‘taktik kaygılarla’ halka yalan söylemezsek yenilmeyiz.” (Emmanuil Kazakeviç, Mavi Defter, Evrensel Basım Yayın, Şubat 1996, Çeviren Özlem Koşar, s.27)
3–4 Temmuz olayları sadece Bolşevikleri ve Sovyetleri tahrip etmedi kuşkusuz, bu arada, siyasi üstünlüğü eline geçirmesine karşın burjuvazinin kampında da bir’ hükümet krizi yaşandı. Kriz, Başbakan Lvov’un istifası ve Kerenski’nin yerine atanmasıyla kısmen çözüldü.
Ancak kriz bitmedi, Kerenski, koltuğuna oturur oturmaz, geçici hükümet, burjuvaları ve çiftlik sahiplerini toplayarak bir devlet konferansı topladı. Bu konferansa Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler de katıldı. Kerenski, konferansta köylülerin toprak işgallerini kanla bastıracağını söylerken Bolşevikler, Moskova’da ve birkaç başka kentte grev ve protesto gösterileri düzenlediler. Ancak, Kerenski sadece Bolşevik bir kitle ile karşı karşıya değildi. Tam bugünlerde Sovyetlerin dağıtılmasını istemiyle başkaldıran gerici General Kornilov’un, Kerenski’nin iktidarını da tehdit eden girişimi karşısında güçsüz kalan geçici hükümet, Kornilov birliklerine karşı çarpışan ve işçi ve köylüleri hareketi durdurmak için silahlı direnişe çağıran Bolşeviklerin karşısında bir kez daha itibar yitirdi. Kornilov ayaklanmasının bastırılmasında gösterdikleri basan, Kornilov’la savaşırken Kerenski Hükümeti’nin karşıdevrimci yüzünü ifşa eden ve Menşevik ye Sosyalist Devrimci politikaların Kornilov’a yardımcı olduğunu anlatarak teşhir eden Bolşeviklerin prestijini bir kez daha artırdı; Moskova ve Petrograd Sovyet’inde çoğunluk, onların eline geçti. Kornilov isyanı demek ki silah zoruyla olmaktan çok, Bolşevik propagandasıyla yıkılmıştı. Kornilov’un harekete geçirdiği birliklerin çözülmesinde, askerlerin bir kısmının isyancı generali terk etmesinde bu birliklere gönderilen Bolşevik ajitatörlerin etkisi vardı. Böylece gerici isyan, hem içten hem de dıştan çökertilmiş oldu.
Çiçeği burnunda Başbakan Kerenski, daha önce bakan olarak yer aldığı bu hükümetin kolay kolay üstesinden gelemediği emperyalist soygunculuk savaşına yeniden başlama görevini, bu karşıdevrimci görevi şimdiye dek bir Sosyalist Devrimci olarak üstlenmiş ve böylece burjuvazi Sovyetlerden devşirdiği işbirlikçileriyle hükümet etme yolunu bulmuştu. Ancak Kerenski’nin, Kornilov ayaklanmasıyla siyasal yaşamı teorik olarak sona erdi ve böylece devrim bir dönemece daha girdi. Kerenski’nin başbakanlığındaki geçici hükümetten bir süre sonra Kadet bakanların ayrılması da bardağı taşıran son damla olmuştu. Çünkü bakanlar, Kerenski’ye karşı Kornilov’u tutmuşlardı. Bu, hem Kerenski’nin Kornilov ayaklanmasında üstlendiği rolün soruşturulmasını hem de “sosyalistler” in Kadetlerden ayrılmalarını isteyen Bolşeviklerin iradesinin, kitlelerden yankı bulduğunu gösteriyordu. Sosyalist Devrimci ve Menşevik yanlısı büyük bir kesim hızla bu örgütlerden kopmaya başladı.
“Kornilov isyanının yenilgisi ayrıca, Bolşevik partinin devrimin tayin edici gücü haline geldiğini ve karşı-devrimin her bir teşebbüsünü boşa çıkarabileceğini gösterdi. Partimiz henüz hükümet partisi değildi, fakat Kornilov günlerinde gerçekten hükümet eden bir güçmüş gibi davrandı, çünkü talimatları işçiler ve askerler tarafından duraksanmadan yerine getiriliyordu. ” (Stalin, Eserler C.15, s.231)
Bolşevikler moral ve politik üstünlüğü elde etmiş olmalarına ve bir hükümet gibi davranmalarına karşın işçi ve köylülerin gerçek anlamda iktidar olmalarına daha epey zaman vardı. Kornilov isyanı bu mesafeyi Temmuz günlerinden sonra oldukça kısaltmıştı. Şimdi nasıl bir yol izleneceği konusunda yeni ve siyasal dengelerin şu anki durumuna uygun bir taktik geliştirmek gerekiyordu. Lenin, Kerenski’ye karşı düşmanlığı hiç azaltmaksızın, daha önce söylenmiş olan sözleri geri almaksızın ve onu devirmekten vazgeçmeksizin an’ın özelliğini hesaba katmak gerektiğini söylüyordu. Kerenski, hemen devrilmeyecektir; Kornilov ile savaşan halka Kerenski’nin güçsüzlük ve duraksamaları gösterilerek savaşılacaktır. Bu daha önce de yapılmaktadır hiç kuşkusuz ama şimdi başlıca iş olmuştur ve “değişiklik buna dayanmaktadır.”
Lenin şöyle yazar: “değişiklik Kerenski’ye Milyukov’u tutukla, Petrograd işçilerini silahlandır… Devlet Duması’nı dağıt… Büyük toprak sahiplerinin çiftliklerinin köylülere geçmesini yasallaştır, buğday ve fabrikalar üstünde işçi denetimini kur vb. diyerek kısmi istemler denebilecek şeyler için ajitasyonun pekiştirilmesini şimdi birinci plana koymaya da dayanır. Ve biz bu istemleri, yalnızca Kerenski’ye değil, Kerenski’den de çok Kornilov’a karşı savaşım içine sürüklenmiş işçilere, askerlere ve köylülere sunmalıyız… İktidarın proletarya tarafından fethi amacımızdan uzaklaşmış bulunduğumuzu sanmak haksızlık olur. Hayır. Bu amacımıza doğru çizgi biçiminde değil, ama dolaylı yoldan büyük ölçüde yaklaşmış bulunuyoruz. Kerenski’ye karşı dolaysız ajitasyondan çok, dolaylı ajitasyon yapmak gerekir.” (Lenin, Nisan Tezleri, s. 140)
Bolşeviklerin, Menşevik ve Sosyalist Devrimcilerle ilgili teşhir faaliyetinde de boş sözlerin değil, eylemin zamanı olduğu vurgusu ön plana çıkarılacaktır artık.
Partinin, bütün dikkatini Kerenski Hükümeti’nin devrilmesi için gerekli koşulları olgunlaştırmaya yönelttiği sırada, yıkılanın yerine koyulacak devlet aygıtının nasıl oluşturulacağının da tasarımları yapılmaya başlandı. Temmuz günlerinden sonraki illegal çalışma döneminde Finlandiya’da gizlenen Lenin, “Devlet ve İhtilal” adlı önemli çalışmasını bu sırada kaleme aldı ve bu eserde Paris Komünü deneyini gözden geçirerek devlet ve sınıf ilişkisini, demokrasi sorununu işledi. Marksizm’e, proletarya diktatörlüğü kavramını tanımlayarak katkıda bulunan Lenin’in bu eseri, kesin savaşın arifesinde tüm Bolşevikler arasında heyecanla karşılandı.
Geçici hükümetin kurulmasından sonra, halka bir Kurucu Meclis’in açılacağını vaat eden ama bunu, Kurucu Meclis’te köylüler toprak sahiplerinin bütün arazilerini ellerinden almaya karar verebilir endişesiyle durmadan erteleyen liberal burjuvazi, şimdi de bu Kurucu Meclis’i savaş sonuçlanıncaya kadar iptal etmişti. “Toprak için Kurucu Meclis’e değin bekle. Kurucu Meclis için savaşın sonuna değin bekle. Savaşın sonu için, tam zafere değin bekle. İşte durum bu. Hükümette çoğunluğu elinde bulunduran kapitalistler ve büyük toprak sahipleri köylülerle düpedüz alay ediyorlar” (Lenin, Nisan Tezleri, s. 110) diye yazıyordu Lenin. Hükümet ve toprak sorununun çözümsüz bırakılmasında ve köylü kitlelerin oyalanmasında şimdiye değin destek aldığı Sovyet, büyük toprak sahiplerinin, kapitalistlerin iktidarını sağlamlaştırırken tüm ülkenin açlıktan kırılmasının baş sorumlusu olmuşlardı. Orada burada baş gösteren toprak işgalleri ise şiddetle bastırılıyor, işgalcilerin ölüm cezasına çarptırılması talebi yüksek sesle dile getiriliyordu. Bolşevikler Temmuz günlerinden sonra, kendilerini köylülerin siyasal temsilcisi olarak ilan eden Sosyalist Devrimcilerin teşhirini de propagandanın unsurlarından biri olarak belirlediler. Bu gruba karşı ajitasyonun ağırlık merkezi onların köylülere karşı işledikleri ihanet üzerine kaydırılacak, Sosyalist Devrimcilerin yoksul köylüler kitlesini temsil etmedikleri işlenecekti. Lenin, “Onlar, emekçilerin ve sömürülen yığınların çıkarlarını küçük bakanlık görevleri karşılığında Menşeviklerle ve Kadetlerle blok kurmak karşılığında teslim ettiler” diye yazıyordu.
Partinin açık ve legal çalışma koşullarına sahip olduğu dönemde yürüttüğü, Şubat günlerinden sonra başlayan ve “bütün iktidar Sovyetlere” sloganıyla yürütülen açıklama ve aydınlatma faaliyeti, Temmuz olaylarından sonra partinin yeraltına çekilmesi, sloganın çekilmesi ve silahlı ayaklanmaya hazırlanma taktiğiyle yer değiştirmişti. Şimdi, sınıfsal dengelerin, liberal burjuva hükümetin zafiyete düşüşü ve Sovyetlerdeki küçük burjuva egemenliğin çözülmesiyle değişmesi ve Bolşevik politikanın yaygın bir etki kurması üzerine “bütün iktidar Sovyetlere” sloganının yeniden gündeme getirilmesi söz konusu olabilirdi. Çünkü Sovyetler, işçi ve asker köylü yoksul halkın devrimci eylemi sırasında kendiliğinden ortaya çıkmış ve bu kesimlerin seçilmiş temsilcileri tarafından oluşturulmuş bir örgüttü ve kendiliğinden ortaya çıkan bu iktidar organlarına siyasal içeriğini Bolşevikler vermişti.
Demokratik bir yönetim organı olarak burjuva parlamentodan başka bir biçimin tanınmadığı bir konjonktürde Sovyet, aşağıdan gelen hareketin kendisini ifade ettiği, mevcut ve bilinen demokratik kurumlardan daha demokratik ve kitlelerin siyasal iktidara doğrudan katılımını güvence altına alan bir aygıttı. Eylül günlerine gelindiğinde, teşhir ve eleştirinin, sözün ve açıklamanın da son sınırına varılmıştı. Uzunca bir süre, iktidar talebini dile getirmeksizin iktidara yürüyen komünist parti, Lenin’in Temmuz günlerinden sonra gündeme getirdiği silahlı ayaklanmaya hazırlık taktiğinin de ilk bölümünün tamamlandığını ve ayaklanma zamanının geldiğini saptamaktaydı şimdi. Ama daha eylüldü ve bir aylık bir zaman, Rusya koşullarındaki bir ülke için çok uzun bir süreydi. Ekim Devrimi’ne kadar geçen süreye neler neler sığmamıştı ki. “Ama şimdi ayaklanma an meselesi”ydi
12 EylüPde parti Merkez Komitesi’ne ve Moskova ve Petrograd komitelerine yazdığı mektupta Lenin “iki başkentteki işçi ve asker Sovyetlerinde çoğunluğu sağlayan Bolşevikler iktidarı alabilirler ve almalıdırlar” diyordu, kesin ve açık bir talepti bu; iki gün sonraki mektubunda ise açıklıyordu: “Başarmak için ayaklanma bir komploya değil, bir partiye değil, ama öncü sınıfa dayanmalıdır. İşte birinci nokta. Ayaklanma, halkın devrimci atılımına dayanmalıdır. İşte ikinci nokta. Ayaklanma, yükselen devrim tarihinin, halk öncüsünün etkinliğinin en güçlü olduğu, düşman saflarında ve devrimin güçsüz, kararsız çelişki dolu dostlarının saflarında duraksamaların en güçlü oldukları bir dönüm noktasında patlak vermelidir. İşte üçüncü nokta”
Evet, ayaklanma an meselesi haline gelmiştir ancak, Bolşevikleri kan dökücülükle suçlayan liberal burjuvaziye ve küçük burjuva sözcülere karşı, cephede dökülen kanların hesabı sorularak yanıt verilecektir daha. Böylece zaman hızla ilerlerken saatin akrebi Lenin’in “bunalım olgunlaşmıştır” saptamasından 8 Ekim’de yazdığı gibi, “uygun zamanı bekleyerek oyalanma ölüm demektir” anına gelmiştir bile. Şubat’tan
Ekime kadar süren uzun bekleyiş, sabır ve tahammül burjuvazinin ve küçük burjuvazinin halkın gözünde defalarca defalarca sınavdan geçirilmesi sonucunda karşılığını almıştır.
Ayaklanmayı bir sanat eseri gibi işleyen, emin ve güvenli adımlarla ilerleyen, bunun için kitlelerin zamansız patlayan öfkesini bile kontrol altında tutmaya çalışan Bolşeviklerin eşsiz manevra yeteneği, bugün için de öğretici derslerle doludur.
Gerçekten de, beklemenin biliminin yapıldığı bir süreçtir Şubat-Temmuz ve Ekim dönemi. Öyle ki, kanla, ihanetle, yalpalamalarla sınanmış; ayaklanma anı geldiğinde “kesin savaş”ın başlama zamanını burjuvaziye ifşa eden Kamenev ve Zinovyev gibi yol arkadaşlarının vefasızlığında tökezlemiş; ama aylar boyu Bolşeviklerin inatla sürdürdüğü bir mücadelenin sonucunda kazanılmış geniş kitlelerin kararlı desteğiyle üstesinden gelinmiş bir dizi politik ve askeri karşı-devrimci barikatın arkasında yavaş yavaş filizlenen ve olgunlaşan bir eserdi devrim.
Ve Lenin “koşullar yerine geldikten sonra ayaklanmayı bir sanat olarak görmeyi kabul etmemek, Marksizm’e ihanet etmektir, devrime ihanet etmektir” diye sesleniyordu hasımlarına. Devrimin bütün hayhuyu içinde bunca özenli bekleyişe karşı Bolşevikleri Blankizmle suçlayan anarşistlere haklı ve gururlu bir öfkeyle yanıt verirken o, geri çekilmenin, hamle yapmanın doğru anı saptamanın ve buna herkesi; başta yoldaşlarını ve kitleleri ikna etmenin son an üzerinde belirleyici bir etkide bulunacağını bilen bir devrimcinin sabrının, coşkusunun, inatçılığının örneğini gösteriyordu. Ekim Devrimi; iradenin, kitlelerin yanılsamaları arasından onu yakıp yıkarak kendisine yol açmasının ürünüydü ve en önemli sınavını 3–4 Temmuz gösterilerinde vermişti.
Ağustos 1996