Emek cephesi için çağrı

(Aşağıdaki yazı, 14 Temmuz’da gerçekleştirilen İstanbul İşçi Kurultayı’na İstanbul İşçi Sendikaları Şubeleri Platformu tarafından sunulan önergenin metnidir. Yazı başlığı bize aittir.)

Son on yıldır emperyalist ülkelerin önderliğinde birleşen dünya gericiliği, “Yeni Dünya Düzeni” adı altında dünyayı ekonomik-sosyal bakımdan “yeniden yapılandırmayı” amaçlayan bir programı bütün ülkelerde hayata geçirmeye çalışıyor. Bu programın özü, işçi ve emekçi sınıfları, örgütsüzleştirip politika dışına iterken, ülkelerdeki ilerici demokrat muhalefeti düzen içi platformlarda eriten bir politikanın cenderesi içinde tutmak olarak ortaya çıkmış bulunuyor.

 

Uluslararası sermaye, kurmak istediği toplumsal düzenin altyapısını, işçi sınıfı başta olmak üzere tüm emekçilerin örgütlerini işlevsizleştirip dağıtmak, özelleştirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma politikalarıyla işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarını gasp etmek, eğitim, sağlık vb. toplumsal hizmetleri, özel kurumların parası olan kişilere verdiği hizmetler haline getirmek, sürekli ve belirli bir saatle çalışmayı ortadan kaldırarak “esnek çalışmayı” prensip edinen bir ekonomik “yeniden yapılanmayı” genel ve tartışılmaz bir uygulama haline getirmektir. Böylece işçi; sermaye ve hükümetler karşısında örgütsüz, güvencesiz tek başına bir biçimde kalacak, kapitalistin uygun gördüğü bir ücret ve uygun gördüğü sürece çalışmaya zorlayan işçi-patron ilişkisini kabul etmekten başka seçeneğe sahip olmayacaktır.

 

“Herkese demokrasi” vaadiyle, genel bir kabul gördürmeye çalışılan Yeni Dünya Düzeni, bırakalım “herkese demokrasi”yi klasik Avrupa demokrasilerinde bile sağında faşist, solunda 2. Enternasyonal partilerinin yer aldığı burjuva siyaset yelpazesindeki farklılıkları da ortadan kaldırarak, bütün burjuva-düzen partilerini tek bir program, tekellerin programı etrafında birleştirerek, partiler ve parlamentoda tam denetim sağlayarak, bu tekeller demokrasisini “herkese” dayatmıştır.

 

Yeni Dünya Düzeni’nin “ebedi barış” vaadi ise, tam bir hayal olarak kalmış; Avrupa’nın ortası dâhil, dünyanın her köşesi ulusların, milliyetlerin, mezheplerin, ırkların, aşiret ve kabilelerin birbirini boğazladığı bir kan deryasına dönüşmüştür. Savaşan tarafların her birinin arkasındaki emperyalist ülkeler, bu savaşları kendi çıkarları lehine sonuçlandırmak için silahlanmadan istihbarat örgütleriyle müdahaleye, doğrudan asker çıkarmaya kadar pek çok eylemle savaşları yaygınlaştırıp sürmesinin başlıca nedeni olmuşlardır. Bütün bu boğazlaşma ve kargaşaların kışkırtıcıları, “yeterince” savaştıklarına karar verdiklerinde, sureti haktan görünerek, halklara yarın yeniden kargaşa çıkarmalarının bütün tuzaklarını da sunan, Pax-Americana’yı “barış” diye dayatmaktadırlar.

 

Türkiye, emperyalist Yeni Dünya Düzeni’nin Ortadoğu’daki ileri karakolu rolünü oynamaktadır. Bu rolün kaçınılmaz sonucu olarak da, vahşi bir sömürü, işçi ve emekçi örgütlerine pervasız bir baskı uygulamakta, ücret ve maaşlar hızla düşürülürken sendikalar ve diğer emekçi örgütleri sendika bürokrasisi ve düzen partileri aracılığıyla işlevsiz, sözde işçi ve emekçi örgütlerine dönüştürülmektedir. İşçilerin, emekçilerin hak mücadelesi; polis copu ve göz altılarla sonuçlanmakta, kamu çalışanlarının grevli toplusözleşme hakkı talebine karşı, sürgün, sendika kapatmayla yanıt verilmekte, imzalanmış toplusözleşmeler patronlar ve hükümet işbirliğinde çiğnenmekte, “sıfır toplusözleşmeler” dayatılmaktadır. Sokak infazlarına, “faili meçhul” cinayetlere, kayıplara, binlerce siyasi tutuklunun cezaevlerine doldurulmasına Kürt köylerinin yakılması, boşaltılması eşlik etmekte, “ülkenin bölüneceği” demagojisi arkasında vahşi bir savaş sürdürülmekte, ülke kaynakları dağlara bomba, özel savaş birliklerine ücret olarak ödenmektedir. Sisteme muhalif görülen partiler kapatılmakta, emekçilerin örgütlenme özgürlüğü ayaklar altına alınmaktadır. Düzen partileri arasında eskiden var olan ayrıntıdaki farklılıklar da ortadan kaldırılmış, tüm düzen partileri tek bir devlet ve sermaye partisi olarak birleşmiştir. Bu yüzden hükümetler değişmekte ama hükümetlerin uygulamak istediği programlar değişmemektedir. Büyük sermaye; ülkeyi sömürü ve talanı için dikensiz gül bahçesine dönüştürmek için yasal ya da yasadışı her yöntemi uygulamakta sakınca görmemektedir. Ekonomi, büyük sermayeyle tam bir uyum içindeki IMF ve Dünya Bankası’nın denetimine bırakılırken, dış politika büyük kapitalist devletlerin Ortadoğu ve Orta Asya politikalarına endekslenmiş; tıkanan rejim, dış ve iç politikada kontrgerilla yöntemlerini ülkeyi yönetmenin asli araçlarından birisi olarak kullanır hale gelmiştir. Ekonomik ve siyasal düzen; rüşvet, soygun, rant, mafya-büyük sermaye, mafya-devlet ilişkisiyle tarif edilecek bir çürümüşlük içindedir. Milyonlarca işçi ve emekçi, olup bitenden rahatsızdır. Bu rahatsızlık kendisini sistem partilerinden kopuş olarak göstermekte, bu yüzden de sisteme demagojik bir tarzda karşı olduğunu öne süren partiler emekçiler içinde rağbet görebilmektedir.

 

İşçi sınıfı başta olmak üzere emekçiler, hak mücadelesine kitleler halinde katılmakta, kimi siyasal talepler de öne sürmektedirler. Ancak, kendisini çeşitli adlardaki platformlarla temsil eden işçi-emekçi muhalefeti, gerek talep olarak gerekse eylem birliği olarak lokal olmaktan kurtulamamaktadır. Özellikle 1989 Bahar Eylemleri’nden bu yana işçi sınıfı ve 1991’den beri kamu emekçileri on binlerle ifade edilen kitleler halinde sokaklara dökülmesine karşın her seferinde sendika bürokrasisinin, hükümetlerin ve patronların işbirliği ile dizginlenebilmiş, çoğu zaman sokakta kazanılan masa başında kaybedilerek bugüne gelinmiştir. İşçi ve emekçi yığınlarının ortak çıkarları etrafında birleşip aynı hedeflere yönelmemiş, başka bir söyleyişle ülkenin geleceğine sahip çıkacak bir siyasallaşma süreci yaşayamamış olması emekçi sınıfların başlıca zaafı iken, bu zaaf, sermaye ve gericiliğin emekçilerin yenilgiye uğratılmasında başlıca dayanak olmuştur. İçinde genellikle aydınların ve çeşitli ilerici siyasal çevrelerin yer aldığı platformlar ise, daha çok “kayıplar”, “cezaevleri”, “insan hakları”, “savaş karşıtlığı” gibi özel talepler etrafında birleşen-dağılan bir özellik göstermiştir.

 

12 Eylül darbesinden sonra yaşananlar açıkça göstermiştir ki; milyonlarca halkı birleştirebilecek tek platform, emek eksenli bir platformdur. Ortak bileşeni başka türden bir şey olan her platformun geçici ve sayıca da çok az bir kesimi birleştirebildiği son on yılın mücadeleleri içinde açıkça görülmüştür. Bu yüzden de bugün bu kurultay, emek eksenli bir platformda, 60 milyon halkı birleştirecek bir tarihsel çağrıyı yapma sorumluluğu ile karşı karşıyadır. İşçi ve emekçi sınıfların ekonomik ve siyasal taleplerini içerecek bir platformun bir emek cephesinin çekim merkezi olacağı, yaşanan mücadeleden çıkarılacak en açık sonuçlardan birisidir.

 

İstanbul Sendika Şubeleri Platformu, bu taleplerin başlıcalarını aşağıda saptamış bulunuyor. Bu talepler etrafında işçi sendikaları ve kamu çalışanları sendikalarını, özgürlük, demokrasi ve emekten yana olduğunu ileri süren siyasi partileri, kitle örgütlerini, insan hakçılarını, kadın hakçılarını, çeşitli emekçi kesimlerin meslek kuruluşlarını, şu veya bu kısmi talep etrafında da olsa özgürlükten demokrasiden, emekten yana oluşmuş yöresel platformları, aydınları, gençlik örgütlerini taleplerimiz etrafında birleşip ortak bir biçimde mücadele etmeye çağırıyoruz.

 

Burada şunu da açıkça ifade etmek gerekir ki; platformumuz, düzenin kimi aşırı uygulamalarına karşı çıkmakla sınırlı bir “muhalefet” platformu değil, sisteme karşı mücadelenin, ülkeyi bağımsız demokratik bir ülke durumuna getirecek uzun soluklu ve kapsamlı bir mücadelenin platformu olmak zorundadır. Bu yaklaşımın kaçınılmaz sonucu olarak, platformumuz; emperyalizmin, uluslararası kapitalizmin ve işbirlikçilerin baskı ve zorbalığına karşı tüm emekçileri, ilericileri, devrimcileri, demokratları birleştiren ve bütün dünyanın işçileri, emekçileri ve ezilen halklarıyla dayanışma içinde olan bir platform olmak zorundadır. Çünkü işçi ve emekçilere yöneltilen saldırının arkasında uluslararası kapitalizm vardır. Çünkü bugünkü baskı ve zorbalık rejimi ABD ve Avrupalı emperyalistlerin desteği ile ayakta durmakta; savaştan kontra cinayetlerine, özgürlüksüzlükten polis terörüne bütün baskı mekanizması bu ülkelerin ve uluslararası sermayenin icazeti ile yürütülmektedir.

 

 

 

İSTANBUL İŞÇİ SENDİKALARI ŞUBELERİ PLATFORMU

 

 

 

 

 

TALEPLERİMİZ:

 

* Özelleştirme, taşeronlaştırma ve sendikasızlaştırma, işten atma durdurulmalı; “esnek çalışma” yasaklanmalı, işçilerin yasal hakları korunmalıdır.

 

* Çalışma yaşamını ilgilendiren yasalar demokratikleştirilmelidir.

 

* SSK Yasa Tasarısı geri çekilmeli, devlet SSK’dan elini çekmeli, SSK yönetim ve denetimi işçilere devredilmelidir.

 

* SSK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur’un özelleştirilmesi ve tasfiyesinden vazgeçilmeli, bu kurumlara bütçeden fon aktarılmalıdır.

 

* Ayrımsız ve genel bir afla cezaevleri boşaltılmalıdır.

 

* Kamu emekçilerine grevli toplusözleşmeli sendika hakkı tanınmalıdır.

 

* Özerk, demokratik, bilimsel, parasız eğitim; genel eğitimin başlıca ilkesi olmalıdır.

 

* Herkese parasız sağlık hakkı tanınmalıdır.

 

* İşçi ve emekçilerin siyasi olarak örgütlenmesinin önündeki engeller kaldırılmalıdır.

 

* Toplantı ve gösteri yürüyüşlerindeki sınırlamalar kaldırılmalıdır.

 

* Düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki bütün engeller kaldırılmalı, basın üstündeki sansür ve her türden baskıya son verilmelidir.

 

* İller Yasası geri çekilmelidir.

 

* Olağanüstü Hal kaldırılmalı, özel güvenlik kuvvetleri, kontra örgütler dağıtılmalıdır. DGM’ler kapatılmalı, verdiği cezalar geçersiz sayılmalıdır.

 

* Savaşa son verilmeli, Kürt sorununun hak eşitliği temelinde çözümünün yolu açılmalıdır.

 

* NATO ve Gümrük Birliği’nden çıkılmalı, Türkiye-İsrail Anlaşması ve ülkeyi emperyalizme bağımlı hale getiren tüm anlaşmalar iptal edilmelidir.

 

 

 

Ağustos 1996

 

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑