Kurulmuş “işçi” ve “sosyalist” adlı partilere rağmen açık parti ihtiyacı

Bu yazı, Evrensel Basım Yayın tarafından Ağustos ayı içinde yayınlanacak olan İŞÇİ KİTLE PARTİSİ ÜZERİNE” adlı kitapçıktan alınmıştır.


Gerçekte “parti” olan ve sendikaları “parti” örgütü (liberal reformist işçi partileri) olarak kullanan sendika bürokrasisi ve fraksiyonlarının “parti” çalışmasını, sınıfın birliği ve parti olarak örgütlenmesinin en temel sorunlarından birisi olmasına karşın, burada ele aldığımız konu nedeniyle bir yana bırakmamız gerekmektedir.

Türkiye’de, “işçi” veya “sosyalist” adıyla kurulmuş birkaç adet partinin var olduğu bir gerçektir. Öte yandan, sözde “yeraltında” ve kendine “parti” diyen kapalı çevreleri saymasak dahi, girişim halinde bulunan daha birkaç “sol” partinin olduğu da bilinen bir olgudur.

“İşçi” ve “sosyalist” adlı bunca partiye ve parti kurma girişimlerine rağmen, açık bir işçi partisi hâlâ bir ihtiyaç mıdır? Buna kuşku yoktur. Öteki nedenler bir yana; baştan beri vurguladığımız gibi, bu parti ve parti girişimlerinin fabrika ve iş yerleriyle; uyanan, mücadele içinde ve örgütlenme halinde olan işçi kitleleriyle bir ilişkileri yoktur. Bugün “parti” ve parti girişimi olarak “çalışma” yapan çevreler gerçekte, fabrikalarda ve işyerlerinde çalışmaya hiçbir ilgi göstermemişlerdir.

Kısaca söylenirse; söz konusu “parti”lerin kurucusu olan “sosyalist” gruplar, sınıfın örgütlenmesine yardım eden ve hareketin ihtiyaçlarına bağlanan değil, kendi gruplarının ihtiyaçlarını gündem yapan bir platform üzerinde olmuşlar; sonuçta da, grup olarak yaşayabilmek için ihtiyaç duydukları “parti”leri kurmak zorunda kalmışlardır.

Ortaya çıkan tablo abartısız olarak şu tablodur: Bir yanda, bürolarını açmış işçi ve emekçilerin gelmesini bekleyen “sosyalist” veya “işçi” adlı partiler; öte yanda, fabrikalarda ve işyerlerinde, saflarına katılan proleter devrimciler ve sendikacılarla birlikte mücadele eden ve bağımsız parti olma ihtiyacını mücadele içinde fark ederek girişime dönüştüren bir işçi ve emekçi kitlesi. Kurulmuş “sol” ve “sosyalist partiler”le ileri işçiler arasındaki “ilişki”nin çizdiği tablo bu tablodur.

Tablo böyle olunca, var olan “işçi”, “sol” ve “sosyalist” adlı partilere rağmen açık bir işçi partisinin, hâlâ bir ihtiyaç olarak kaldığı; hem hareketin talep ettiği görevler, hem de söz konusu “parti”ler nedeniyle, daha da acilleşmiş bir ihtiyaç olarak kendini dayattığı bir gerçektir. Dolayısıyla, açık işçi partisi, bu broşür boyunca vurguladığımız nedenlerle, sınıfın ve hareketinin hâlâ temel ihtiyacı durumundadır.

Güvenle ileri sürebiliriz ki; ihtiyaç ve girişim halinde olan bu parti, sınıfın ana kitlesini kucaklama olanağına sahip bir parti olduğu gibi; demokrasi mücadelesinin sınıf hareketine bağlanması ve gerçek temeline oturmasının biricik güvencesi olarak da doğmaktadır. Sorunun, olanakların devrimci tarzda değerlendirilmesi sorunu olduğu kesindir.

“Sosyalist” gruplar ve açık parti sorununun bir başka yönüne geçerek devam edelim. “Sosyalist” gruplar arasındaki “birlik” sorununu, sosyalizmin temel sorunu olarak gören anlayış, etkisi kırılmış olsa da, sol kamuoyunda uzun yıllar hâkim olan anlayış olmuştur. Öte yandan bu görüşün, bazı aydın çevrelerinde ve şu ya da bu gruba bağlı kimi samimi devrimci üzerinde hâlâ belli bir etkisinin bulunduğu bir gerçektir. “Sosyalist” gruplar arası “birlik”; grupları bir araya getirerek “parti olmak”; grupları bu yolla ortadan kaldırmak olanaklı mıdır? Farklı ve çoğu yönüyle bu broşürün kapsamı dışında kalan bir sorun olmasına karşın, gene de bazı yönleriyle ve elden geldiğince yanıtlamaya çalışalım.

“Sosyalist” gruplar arasındaki “birlik”, sosyalizmin ve sınıfın yaşadığı bunca tecrübeden sonra, ancak tek bir nedenle olanak dâhiline girebilir ve ancak tek bir nedenle devrimci bir anlam kazanabilirdi. Eğer “sosyalist” gruplar, işçi sınıfı içinden çıkan ya da gerçekten sınıfa yönelen ve sınıfla birleşme yeteneği taşıyan gruplar olsalardı; o takdirde, gruplar arası birlik olanak dâhiline girebilirdi; birlik için mücadele etmek özel bir görev haline gelebilirdi. Fakat “sosyalist” grupların, bu nitelikte gruplar olmadıkları son derece açıktır.

Yedi sekiz yıllık “çalışmalarından sonra, söz konusu “sosyalist” grupların, işçi sınıfıyla bir ilişkileri kalmamıştır; kimilerinin bu yönde hiç bir yönelim göstermemeleri bir yana, bizzat kendi “çalışma”ları tarafından sınıfın ve hareketinin dışına düşürülmüş bulunmaktadırlar. Öte yandan, son yedi sekiz yıl, özellikle “sosyalist” ya da “sol” parti girişimindeki grupların, işçi sınıfı ile bağ kurma yönelim ve yeteneklerinin bulunmadığını açıkça kanıtlamıştır, işçi hareketinin geliştiği koşullarda; sosyalist bir grup, bu hareketle bağ kurma girişiminde olmuyor, işçilere yakınlaşma yeteneği göstermiyor ve kenara süpürülüyorsa; yaşadığı parçalanma ve tasfiye durumunun, çizgi ve “çalışma”sının sınıf dışılığı, halka yabancılığı ve yeteneksizliğinden başka bir şeyle açıklanamayacağı yadsınamaz bir gerçekliktir.

Birlik istemek iyi bir niyet ve saygı duyulacak bir istektir. Ne var ki, ne için ve nasıl bir birlik sorunu, son derece hayati bir sorun olduğu gibi; “sosyalist” grupların ideolojik ve sınıfsal karakterlerini ve bulundukları mevziiyi belirleyen şu gerçeklikler de görülmek zorundadır.

* Söz konusu grupların kimileri, kapitalizmde yeni “erdem”ler keşfetmiş; kimileri, emeğin ve sınıfın devrimci rolünün “bittiği”ni ilan etmişlerdir. Başka bazılarının, çizgi “çalışma”larını, sınıfın ve sosyalizmin tarihi ve kazanımlarına açıktan düşmanlık üzerine oturttukları ise, bizzat kendilerinin ilan ettikleri bir gerçekliktir. Gerçek şudur ki; belli başlı sosyalist akımlar arasındaki ayrılıklar, suni ve sekterlikten doğan ayrılıklar değil; farklı sınıflar arasındaki ayrılıklara ve farklı sınıf çıkarlarına denk düşen gerçek ayrılıklardır. “Sosyalist” grupların bazılarının, sınıfın dışında kalmaya mahkûm “blok”lar oluşturmaları olanaklıdır; buna karşılık, sınıfı kucaklamış “ortak” bir sınıf partisi oluşturmaları bütünüyle olanaksızdır.

* Türkiye’deki “sosyalist” gruplar, uluslararası ölçekte’ örgütlenen ve mücadele halinde bulunan “sosyalist” akımların fraksiyonlarıdırlar; çizgilerini bu uluslararası akımları eksen alarak oluşturmuşlardır. Nitekim “birlik çalışması” yapan grupların, ortak bir çizgi ve ortak çalışma olanağı arama güdüsüyle değil; kendilerini, diğerlerine dayatma ve üste çıkma tutumuyla hareket etmelerinin nedenlerinden birisi budur. Bütün grupların birleştiği (olanaksızı “gerçek” sayalım) koşullarda dahi; kurdukları “parti”nin, sınıfın dışında olması ve bir “hiç” olarak kalması bir yana, yeni grupların doğmaları ve “ortadan kalkanlar”ın yerlerini almalarının kaçınılamaz olacağı açıktır.

* Sadece “parti” kurmuş olanlar değil, bütün “sosyalist” gruplar, son yedi sekiz yıl içinde, sınıfın ve halkın ileri güçleri tarafından sınanmışlardır. Bu sınanma, “sosyalist” gruplar açısından iflasla sonuçlanmış; işçi hareketi gelişir ve uyanan ileri işçi ve gençlik kitlesi genişlerken, gruplar güç kaybetmiş, “birlik” yolunda parçalanmışlardır. Denilebilir ki; Türkiye’de, günlük çalışma yürütebilir durumda olan bir grup adeta yoktur; tümü de büro ve dergi çevrelerine dönüşmüş bulunmaktadır. Öte yandan, “sorunları çözme güçlerinin olmadığı”nı bizzat kendileri ilan etmişlerdir; iktidarsızlıklarını kabullenmiş olanların “toplamı”ndan, iktidar sahibi bir partinin çıkmayacağı, sınıflar ve akımlar tarihi, daha da ötesi bizzat bu gruplar arasındaki ilişkiler tarafından defalarca kanıtlanmış bir gerçeklik durumundadır.

“Sosyalist” gruplar ve “sosyalistlerin birliği” sorununa, öncelikle bu gerçekliklerin belirlediği mevziden bakmak gerektiği açıktır. Daha önemli görülmesi gereken şudur ki; eğer sorun, “sosyalist” grupların ihtiyaçlarını karşılamak değil de, işçi sınıfı hareketinin taleplerini ve işçilerin birliğinin ihtiyaçlarını karşılama sorunuysa; son yedi sekiz yıldaki açık mücadelenin, “sosyalist” gruplar ve “gruplar arası birlik” devrine (böyle bir dönemin yaşanıp yaşanmadığı ayrı bir sorun) son verdiğini her yönüyle anlamak gerekmektedir. Sınıfa yardım etmek ve işçilerin birliğine bağlanmak isteyen herkes bunu anlamak zorundadır. Çünkü “sosyalist” grupların ısrarla tutundukları platformu kabullenmek; işçi kitlelerinden ve işçi sınıfı ve halk hareketinden uzak düşmek, emekçiye ve mücadelesine yakınlaşmada yeteneksizleşmek demektir. Kendisini, mevcut “sosyalist” gruplardan ve sınıf dışı platformlarından ayırmayan devrimci bir kişi ya da akımın, sınıfa ve ihtiyaçlarına bağlanma yeteneği göstermesi olanaksız bir şeydir.

Bu tespitlerin, “grup” spekülasyonu ya da ezbere söylenmiş temelsiz sözler olduğu düşünülmemelidir. “Sosyalist” grupların, yedi sekiz yıldan bu yana ki “çalışma”ları ve bugün içine düştükleri durum, çarpıcı bir kanıt oluşturmaktadır. Öte yandan, söz konusu “sosyalist” gruplar, yeni “teori keşifleri” ve samimiyetsiz “birlik” tartışmalarıyla büsbütün koflaşırlarken; proleter sosyalist hareketin, kendisini ve çalışmasını, bu gruplardan ve tasfiyeci platformlarından ayırmasının; bütün dikkat ve enerjisini, pratik hareket ve mücadele eden işçilere yardım üzerinde yoğunlaştırmasının, sınıf içindeki tek sosyalist akım haline gelmesi sonucunu vermesi ise kuşkusuz başka bir kanıt durumundadır.

Olgu ve olayların vurguladığı şudur: İşçiler ve sosyalistlerin birliği ve sınıfın bağımsız devrimci bir parti olarak örgütlenmesi, kendi grup  “ihtiyaçları”  ile büsbütün körleşmiş ve kalplaşmış “sosyalist” grupların “birliği” ve “birlik platformları” ile karşıtlık içindedir. İşçilerin ve sosyalistlerin birliği ve sınıfın politik kitlevi örgütlenmesi, söz konusu “sosyalist” grupların dışında; fabrikalarda, işyerlerinde, kurumlarda ve yerleşim alanlarında oluşmaktadır. Binlerce işçi, emekçi ve genci şimdiden harekete geçirmekle kalmamış; aynı zamanda, parti olma ve parti olarak çalışma yürütmenin olanaklarını yaratmış bir oluşum durumundadır. Doğmakta olan bu oluşumun; sosyalizmin içtenlikli savunucusu her aydın, sendikacı ve devrimci için bir fırsat olduğu ise, kimse tarafından yadsınamaz bir gerçek olarak görülmek zorundadır.

Bu bölümün ilk paragraflarında, kurulmuş ve kurulmakta olan “işçi”, “sosyalist” ye “sol” adlı bunca “parti”ye karşın, açık bir işçi partisinin hâlâ bir ihtiyaç olarak kaldığını ve bu partinin, işçi ve emekçiler arasından doğmakta olduğunu vurgulamıştık. Doğmakta olan bu açık partinin burada vurgulanan özelliklerle kurulmasını ihtiyaç haline getiren nedenlerden birisinin de, söz konusu “parti”ler ve üzerinde bulundukları “mücadele” çizgisinin özellikleri olduğu açık bir şeydir.

Girişim halinde olanları da dâhil söz konusu “parti”ler (sosyalizmi ve tarihsel kazanmalarını inkâr etmeleri, sınıfı sıradanlaştırmaları ve dışında olmaları bir yana); kendilerini “muhalefet” gören, muhalefet “parti”si ilan eden ve nitelikleri ve özellikleri “muhalefet” kalan “parti”lerdir. Kimileri, “sosyalistlerin partisi” olduklarını ileri sürerlerken; ötekileri, “işçi ve sosyalist olmayan sol parti” olarak ortaya çıkmışlardır. Rejimin “sol” kanadının “sol”unu tutmaya ve mevcut “sol”un “sol”daki unsuru olmaya çalışmaları, bu “parti”lerin bir özelliği olmuştur. Başka bir yönden dile getirilirse; söz konusu “sosyalist” ve “sol” partiler, gerçekte bağımsız parti ve örgütler olarak değil; düzen içi yelpazenin “sol” kanadına eklemlenme biçimi olarak ortaya çıkmış kamuoyu çevreleridirler. Bu “parti”lerin, büro “parti”leri olarak kurulmaları ve “büro” çevreleri olarak kalmalarının en önemli nedenlerinden birisinin, iktidar perspektifi ve iktidar mücadelesi yeteneğinden yoksun olmaları olduğu kesindir. Denilebilir ki; İnsan Hakları Derneği bile, bu “sosyalist” ve “sol” partilerden daha iyi bir parti ve daha yetenekli bir örgüttür. Sorumsuz fraksiyon “liderlerinin, “iktidar” hırsıyla tepindikleri birer oyun kulübü olmaları ise, bu “parti”lerin iktidarsızlıklarını vurgulayan ayrı bir özellik durumundadır.

Oysa işçi ve emekçi kitlesinin ihtiyaç duyduğu parti, herhangi bir parti; bir büro partisi veya bir “muhalefet” partisi değildir. İşçi sınıfı iktidar için mücadele eden bir sınıftır; onun ihtiyaç duyduğu parti, kendisini ayrı bir sınıf haline getiren bir iktidar partisi; iktidar mücadelesi yeteneğine sahip bir partidir. Dolayısıyla, kurulmuş ve kurulmakta olan “parti”lere rağmen; devrimci bir parti, işçi sınıfı ve hareketi için hâlâ bir ihtiyaç durumundadır. Çünkü mevcut “parti”ler, sadece sınıftan ve sosyalizmden uzak değil; iktidar perspektif ve yeteneğinden ve iktidar mücadelesi örgütünden azade; bu yeteneği kazanma ve bu örgütü kurma dinamiğinden yoksun “parti”lerdir.

Gerçek şudur ki; son yedi sekiz yıllık dönem, işçi ve emekçi kitlelerin, “sosyalist” gruplardan büsbütün hayal kırıklığına uğradıkları; bu nedenle de, saflarına katılan proleter devrimciler, sosyalist aydınlar ve sendikacılarla birlikte “kendi göbeklerini kendilerinin kesmeleri”ne karar verdikleri bir dönem olmuştur. Doğmakta olan açık partinin, işte bu sürecin bir ürünü ve işçilerin “kendi göbeklerini kendilerinin kesmeleri”nin bir biçiminden başka şey olmadığı anlaşılmak zorundadır.


Ağustos-Eylül 1995

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑