Demokratik kazanımlar için mücadelenin büyük önem taşıdığı siyasal ve toplumsal koşullarda yaşıyoruz. İşçi sınıfının hak ve çıkarları için gündelik mücadelesinden, Kürt özgürlük hareketinin hedeflerine kadar birçok alanda demokrasi için mücadele önde gelen görevlerimizi belirliyor. Yalnızca genel olarak toplumsal ve siyasal hayatta değil, özel olarak işçi sınıfı örgütlerinde-sendikalarda, emekçi örgütlerinde ve bir bütün olarak emek sürecinde de demokrasi için mücadelenin önceliği bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. Art arda yaşanan “iş cinayetleri” bile, başka bir zamanda ve yerde teknik bir sorun, ya da gerçekten bir “kaza” olarak tartışılabilecekken, ülkemizde demokrasi mücadelesi içinde anlam bulabiliyor. Bu zorunluluklar ortamında, çalışma tarzımız ve başlıca taleplerimiz, ittifaklar politikamız, örgüt biçimlerimiz, ilişkilerimiz mücadelenin bu karakteri tarafından belirleniyor.
Toplumsal, ekonomik, siyasal ya da kültürel her sorunun demokrasi kavramıyla ilişkilendirilebilmesi, bir yandan “demokrasi” kavramına kaldıramayacağı kadar geniş bir kapsam yüklerken, sosyalist çalışmanın temel hedeflerini ve içeriğini de önemli ölçüde sınırlıyor. Pek çok alanda, farklı biçimlerde karşımıza çıkan baskıcı ve yasaklayıcı politikalar, adeta sınıf mücadelesinin tümünün demokrasi için mücadeleden ibaret olduğu gibi bir algıya yol açıyor.
Ancak, burjuva demokrasisi gerçekleşmiş olsa bile kapitalizm koşullarında söz konusu sorunların hiçbirinin kesin ve kalıcı bir çözümünün bulunamayacağı gerçeği açısından bakıldığında, işçi sınıfının devrimci öncüsünün sosyalizm için mücadelenin yüklediği ertelenemez görevleri de vardır ve bunların demokrasi mücadelesinin temelini ve omurgasını oluşturması gerekmektedir. İşçi sınıfı, her ülkede ve her dönemde, bütün faaliyetinin merkezini teşkil eden sosyalist nitelikte görevleri de yerine getirdiği ölçüde tarihsel işlevini gerçekleştirmeye yaklaşmış, aksi durumlarda demokratik hareketin sıradan bir bileşeni olmanın ötesine geçememiştir.
İşçi sınıfı mücadelesinin tarihi içinde pek çok kez karşılaşılan ve kimi ülkelerde çok önemli dönüm noktalarında sosyalist devrim fırsatının elden kaçmasına neden olan bu zayıflık, özellikle Lenin’in çözdüğü problemlerin başında gelmektedir. 1905 Devrimi’nin deneyimleriyle girdiği Büyük Ekim Sosyalist Devrimi sürecinde, işçi sınıfının diğer sınıflarla ilişkisini ve işçi sınıfının demokratik devrim süreçlerindeki özgül yeri ve görevini doğru tespit etmiş olması, Bolşeviklerin başarısında belirleyici bir rol oynamıştır.
Bu yazıda, Lenin’in sorunu ele alış planına uygun olarak, demokrasi mücadelesi içinde sosyalist görevlerimiz üzerinde duracağız.
PROPAGANDA, AJİTASYON, ÖRGÜTLENME
Lenin, Çarlık Rusya’sında esas olarak demokrasi için mücadelenin ağırlık taşıdığı koşullarda “sosyal demokratların” (komünistlerin) “sosyalist görevlerini” şöyle özetliyordu:
“Sosyal – demokratların sosyalist faaliyetleri, bilimsel sosyalizmin öğretilerinin propaganda yoluyla yayılmasını, günün sosyal ve ekonomik sisteminin temellerinin ve gelişmesinin, Rus toplumunun içindeki çeşitli sınıfların arasındaki ilişkilerin, bu sınıflar arasındaki mücadelenin, bu mücadele içinde işçi sınıfının rolünün, çöken ve gelişen sınıflara ve kapitalist sınıfın geçmişi ve geleceğine karşı olan tavrının, enternasyonal sosyal-demokrasi ve Rus işçi sınıfının tarihi görevlerinin neler olduğunun işçiler arasında doğru olarak anlaşılmasının sağlanmasını kapsar. Propaganda ile ayrılmaz bir biçimde birleşmiş olan işçiler arasındaki ajitasyon (…) işçi sınıfı mücadelesinin bütün kendiliğinden gelme direnişlerinde, işçilerle kapitalistler arasında işgünü, ücretler, çalışma şartları vb. nedeniyle doğacak bütün çelişkilerde sosyal – demokratların da yer alması demektir. Görevimiz, faaliyetlerimizi işçi sınıfının yaşamının pratik, günlük sorunlarıyla birleştirmek, işçilerin bu sorunları anlamalarına yardımcı olmak, işçilerin dikkatlerini, en önemli yolsuzluklara çekmek, işverenlere karşı ileri sürdükleri taleplerini, daha kesin ve pratik olarak formüle etmelerine yardımcı olmak, işçiler arasında dayanışma bilincini, enternasyonal proletarya ordusunun bir bölümünü oluşturan Rus işçilerinin birleşmiş işçi sınıfı olarak ortak çıkar ve ortak davasının bilincini geliştirmektir. İşçiler arasında çalışma hücreleri örgütlemek, bunlarla sosyal demokratların merkezî grubu arasında özel ve gizli bağlantılar kurmak, işçi sınıfı literatürünü basmak ve yaymak, işçi sınıfı hareketinin bütün merkezlerinden gelen haberleşme raporlarını düzenlemek, ajitasyonal broşür ve bildiriler basmak ve yaymak, tecrübeli ajitatörler grubu yetiştirmek, bunlar daha geniş anlamda Rus sosyal-demokrasisinin sosyalist faaliyetlerinin görünümleridir.”
Burada özetlenen haliyle, Lenin’e göre, genel hatlarıyla sosyalist görevler şu başlıklar altında toplanabilir:
· Bilimsel sosyalizmin öğretilerinin yaygınlaştırılması ve etkin kılınması,
· Proletaryanın bağımsız siyasal bir güç olarak örgütlenmesi,
· Proleter sınıf bilincinin geliştirilmesi,
· Devrimci sürecin her aşamasında proletaryanın hegemonyasının sağlanması,
· Devrimci proletaryanın dünya çapında tarihsel görevini belirleyen temel çelişmeyi -kapitalizm ile sosyalizm arasındaki uzlaşmaz çelişmeyi- çözmekte dayanacağı temelin ve başlıca silahlarının hazırlanması,
· Dünya işçi sınıfı hareketiyle enternasyonal çapta ve her düzeyde organik ilişkiler geliştirilmesi.
Bu ana konuları, başlıca mücadele biçimleri ve araçları açısından değerlendirmek gerekir.
Sınıf mücadelesinin üç temel biçimi ve üç temel aracı vardır. Mücadele biçimleri, ekonomik, teorik ve politik olarak üç ana grupta toplanır. Araçlar ise, propaganda, ajitasyon ve örgütlenmedir.
Bunlar, hangi siyaset ve ideoloji ekseninde çalışılırsa çalışılsın, her sınıf için geçerlidir. Önemli olan bunların içeriğidir ve mücadele düzleminde bir sınıfı diğerinden farklı kılan da bu içeriktir. Burjuvazi de iktidarda kalma mücadelesini bu üç aracı kullanarak sürdürür. Geniş medya olanakları, eğitim kurumları, ideolojinin gündelik hayat içinde sızmış çeşitli biçimleri ve yapıları, burjuvazinin dünya çapındaki sistemli propagandasının araçlarıdır. Kültür ve sanat, simgeler, sloganlar ajitasyon araçları olarak her gün her saat zihinlerimize burjuva fikirleri tıkıştırmak için faaliyet içindedir. Burjuvazinin siyasi partileri, dernekleri, işveren sendikaları ve devlet, yine bu sınıfın mücadele örgütleridir. Ayrıca burjuvazi yalnızca kendi ulusal sınırları içinde değil, uluslararası çapta da bunlara benzer kurumlara ve araçlara sahiptir ve mücadelesini “enternasyonal çapta” sürdürür.
İşçi sınıfının sınıf mücadelesi araçları da en azından adlandırma düzeyinde bunlardan farklı değildir. Siyasi partiler, dernekler, sendikalar ve bunlar aracılığıyla sürdürülen, ajitasyon ve propaganda… Yalnızca burjuvazi ve işçi sınıfı değil, bizde olduğu gibi, her ülkenin demokrasi mücadelesi içinde yer alan diğer sınıflar, ulusal, dinsel, toplumsal kimlik grupları da aynı kurumları ve araçları kendi sınıf çıkarları doğrultusunda kullanırlar. Bunların sınıf içeriği, esas olarak dolaysız olarak kendi sınıf çıkarlarının ifadesi olan mücadele hedeflerinin, taleplerinin ve bunların dile getiriliş biçimlerinin farklılığında görülür.
İşçi sınıfının farklılığı, bütün bu alanlarda sosyalist tarz ve içeriğiyle ortaya çıkacaktır.
İşçi sınıfının devrimci partisi ve kadroları, mücadelenin genel karakterinin gerektirdiği hallerde, kendi kimliklerini kaybetmeden gerekli ittifaklara, eylem birliklerine, ortak örgütlere girerler; ancak attıkları her adımda onları ittifak kurduğu sınıf ya da gruplardan farklı kılan özelliklerini göz ardı etmeden çalışırlar.
Özellikle propaganda kavramının kapsamına giren, geniş kapsamlı araştırmalar, bilimsel ve teorik çalışmalar alanında son otuz yıl içinde sosyalizmin ulaşılmaz bir ütopya olduğu, ya da “yaşanan sosyalizmin” geçersizliği üzerine ne kadar çok yayın yapıldığı, aydın ve sanatçı çevrelerinde, akademilerde ne kadar derin tahribatlara yol açıldığı düşünülürse, bu alandaki mücadelenin önemi daha iyi görülecektir. Marksizm-Leninizm, burjuva propaganda aracılığıyla önemli ölçüde itibarsızlaştırılmaya ve “geçersizliği kanıtlanmaya” çalışıldı. Bilhassa üniversite çevrelerinde bu büyük ölçüde başarıldı. Sosyalizme eğilimli genç araştırmacılar, “yeni sol” ve “Postmarksist” sosyolojiler, felsefeler, tarih araştırmaları gibi alanlarda farkına varamadıkları bir hegemonya altına girdiler. Pek çok kültür insanı ya da yazar, sanatçı, bu akımlardan etkilendi. SSCB’nin çöküşü en derin etkilerini burada gösterdi.
Böyle bir ortamda, Marksizm-Leninizm’i savunmak, “modası geçmiş”, “geçerliliği kalmamış” düşünceler sistemi olarak müzelik ilan edildi.
Yalnızca teori alanında değil, siyaset alanında da sınıf gerçeği yerine “toplumsal gruplar” üzerinden siyaset ve örgütlenme modelleri üretilmeye başlandı.
Bu durum karşısında sosyalistler, yaratılan atmosferin etkisinde kendilerini silik, utangaç bir pozisyona soktular. İlkelere bağlı, cesur ve kendine güvenen devrimci bir sosyalizm savunusu yapmakta tereddütler yaşandı.
Kısacası, sosyalist görevler, bu genel demokratizm havası içinde görünmez hale geldi.
SINIF HEGEMONYASI; PROPAGANDA, AJİTASYON VE ÖRGÜTLENME
Bugün de, özellikle “Haziran Ayaklanması” sonrasında, genel olarak, demokratik mücadelenin toplumsal bileşenleri olan işçi sınıfı dışındaki sınıf ve tabakaların sözcüleri, teorisyenleri ve propagandacıları tarafından öne sürülen çeşitli görüşler, kavramlar, sloganlar, sosyalist bakış açısının unutulmasına, göz ardı edilmesine ya da sosyalist teorinin bozuşturulmasına yol açmaktadır.
Bir “kavram kirlenmesi” olarak başlayıp temel siyasetleri ve ideolojik dayanakları tahrip eden bu kemirici etkinin güncel mücadele içinde önemli bir alan kapladığı görülmektedir. Böylece “sol” üzerinde, neoliberal propagandanın etkisi, Haziran 2013’ün rüzgârını da arkasına alarak, neredeyse bir hegemonya gücü kazanmıştır.
Bu, sosyalist görevlerimizin propaganda alanına giren önde gelen gündem maddelerimizden biridir.
Bilimsel sosyalizmin öğretilerinin yaygınlaştırılması ve etkin kılınması, bu açıdan iki düzlemde görevlerin yerine getirilmesine bağlıdır. Birincisi, özellikle sosyalizm dışı ya da bozuşturucu teorilerin kaynağı konumunda olan teorisyen-propagandacı aydınlar arasında, sosyalizme karşı, sosyalizmi saptıran ve çarpıtan görüşlerle mücadele etmek; işçiler arasında bu görüşlerin yansımalarına ve etkilerine karşı aydınlatıcı ve uyarıcı çalışmalar yapmak… Teorik mücadelenin bütün gelişme ve sonuçları işçiler arasında da tartışılmalı, bu yalnızca aydınlar, teorisyenler arasındaki bir tartışma olarak kalmamalıdır. Örneğin bugün sosyalizm yerine, çok geniş bir çevrede “eşitlikçi ve dayanışmacı toplum” terimi kullanılmakta, fakat bu özlemin gerçek karşılığının sosyalizm olduğu unutulmakta, sosyalizmin ise bir işçi sınıfı iktidarını, Marx’ın deyişiyle söylersek, “proletarya diktatörlüğü”nü zorunlu kıldığı hakkında bir şey söylenmemektedir. “Diktatörlük” kelimesi burjuva anlamda elbette gerici ve insanlık dışı bir siyasi biçimi ifade eder. Ancak proletarya diktatörlüğünün eksiksiz bir demokrasi olduğu gerçeğini savunmakta bu anlam kaymasının baskısı kabul edilemez. Gerçekte, işçi sınıfının, yani modern proletaryanın iktidarı olmaksızın “eşitlikçi ve dayanışmacı” bir toplumun ne olacağı sorusu da açıkta kalır. Marksizm-Leninizmin çok önceleri bilimsel olarak kanıtladığı gibi, sosyalizmin gerekli ve zorunlu koşulu işçi sınıfının iktidarıdır. Marksizm, “bilimsel sosyalizm” adını esas olarak bu teziyle kazanmıştır. Komünizme geçiş, proletarya diktatörlüğünü zorunlu bir evre olarak görmüş, gerek tarihsel pratiğin, gerekse günümüz koşullarının kanıtladığı gibi, bunun dışındaki her yol ve yöntemin burjuva-kapitalist sınırlar içinde kalacağı öngörülmüştür.
Bugün, hareket halindeki muhalefet unsurlarının hemen tamamı, aynı zamanda kapitalist düzene de karşı olduğunu düşünmekte, muhalefetini kimi zaman açıklıkla anti-kapitalist olarak nitelemektedir. Ancak sosyalizm, sınıf mücadelesi, devrim, devlet gibi kavramlar hakkında hiçbir açıklığa sahip olmamakta, genel olarak “eşit, adil, özgür toplum” gibi içeriksiz sloganlarla muhalefet yapmakla yetinebilmektedir. Sosyalizmin propagandası, özellikle bu kesimler arasında açıklık ve cesaretle sürdürülmesi gereken bir görev olarak önümüzde durmaktadır.
BAĞIMSIZ BİR SINIF OLARAK ÖRGÜTLENME
İşçi sınıfının bağımsız siyasal bir güç olarak örgütlenmesi hiç kuşkusuz toplumsal ilişkiler zeminindeki koşullara, çalışma hayatının özelliklerine, sınıf mücadelesinin her alanda kazandığı boyutlara ve bunların özelliklerine bağlıdır. Ancak, işçi sınıfının bilinciyle donanmış bir yığın hareketinden söz edebilmek, önemli ölçüde teorik alanda kazanılacak mevzilere de bağlıdır. Bu, işçi sınıfının, sınıf olarak kendisinin diğer mücadele eden sınıf ve tabakalarla olan farklılığını görmesinin yollarından birisidir. Basitçe “sınıf açısından dünyaya bakmanın temelleri” olarak adlandırabileceğimiz bu özelliğin kazanılması, elbette yalnızca propagandanın gücüne değil, bunun nasıl örgütlendiğine ve hangi araçlarla iletildiğine de içten bağlıdır. Ama “bağımsız siyasal güç” olabilmek için belirleyici olan partili-örgütlü olmak da asgari bir teorik bilinç gerektirdiğine göre, işçi sınıfı içinde sosyalist bilinçlendirme çalışmaları önem kazanmaktadır.
Devrimci sürecin her aşamasında proletaryanın hegemonyasının sağlanması konusu başlı başına bir inceleme konusudur. Pek çok toplumsal alanı kapsayan bir devrim sürecinde hegemonya kurması söz konusu olan sınıfın toplumsal sorunlar hakkındaki politikalarının sınıf bilinci haline gelmiş olması olağanüstü öneme sahiptir.
1905 Devrimi koşullarında söylenmiş Lenin’in şu sözleri, aynı koşullardan geçen her ülke işçi sınıfı için geçerliliğini korumaktadır:
“Sosyal demokratlar, proletaryaya, ülkemizdeki devrimin bütün halkın devrimi olduğunu söylüyorlar. En ileri ve devrimci sınıf olarak siz; bu devrimde salt etkin rolü oynamaya çalışmakla kalmamalı, aynı zamanda ona önderlik etmeye de çalışmalısınız. Bu yüzden, temelde sendikal hareket olarak anlaşılan sınıf mücadelesinin dar bir anlayışla çizilmiş sınırları içinde kalmakla yetinmemelisiniz. Tersine sınıf mücadelenizin sınırlarını ve içeriğini yalnızca tüm halkın katılacağı bugünün Rus devriminin bütün amaçlarını değil, daha sonraki sosyalist devrimin amaçlarını da kapsayacak şekilde genişletmelisiniz. Bundan ötürü sendikal hareketi ihmal etmeksizin, ya da legal olanakların en küçüğünden bile yararlanmayı reddetmeksizin devrimci bir dönemde halkın çarlık üzerindeki kesin zaferinin demokratik cumhuriyetin ve gerçek siyasal özgürlüğün gerçekleştirilmesinin tek yolu olarak ayaklanma, devrimci bir ordu ve devrimci bir hükümet kurma görevlerini ön plana getirmelisiniz.”
Bunlar, sınıf mücadelesinin farklı evrelerinde proleter-sosyalist bir kimlikle yer almanın, aynı zamanda diğer sınıfların önünde ve onların daha da ileri gidebilmesinin lokomotifi olarak yer almak anlamına geldiğini gösteren düşüncelerdir.
“Devrimci proletaryanın dünya çapında tarihsel görevini belirleyen temel çelişmeyi -kapitalizm ile sosyalizm arasındaki uzlaşmaz çelişmeyi- çözmekte dayanacağı temelin ve başlıca silahlarının hazırlanması”ndan söz ederken de Lenin, bir yandan işçi devriminin uluslararası boyutundan, diğer yandan da işçi sınıfının enternasyonalist bilinçle donatılması gereğinden söz etmektedir. Bütün ülkelerin işçi örgütleriyle, partiler ve sendikalar düzeyinde ilişki kurmanın ötesinde, eylem ve düşünce birliğinin sağlanması da önemlidir.
Lenin, propaganda kavramıyla teorik mücadele arasında dolaysız bir ilişki kurmaktadır. Lenin, sosyalist faaliyetin propaganda alanına ilişkin kapsamı konusunda başlıca üç nokta üzerinde duruyor.
I. Bilimsel sosyalist öğretinin kavranması ve yaygınlaştırılması yolunda propaganda ve eğitim.
II. Devrimin üzerinde cereyan edeceği alanın tanınmasına ilişkin inceleme ve araştırmalarla bunların sonuçlarının işçiler tarafından kavranması ve işçiler arasında yaygınlaştırılması yolunda propaganda.
III. Sınıf mücadelesinin esasları ve yönelimleri, yani sınıflar arası çatışmanın maddi muhtevası, sınıf mücadelesinde işçi sınıfının durumu ve rolünün, çöken ve gelişen sınıflar karşısındaki tavrının kavranması, enternasyonal proletarya hareketiyle ulusal işçi sınıfı hareketi arasındaki bağ ve işçi sınıfının dünya çapındaki tarihsel rolü hakkında sistemli bir propaganda faaliyeti.
Bunlar içinde, Lenin, sosyal ve ekonomik yapıyla ilgili araştırma ve inceleme çalışmaları ile bunların sonuçlarının sistemleştirilmiş bir bilgisinin işçi sınıfı hareketiyle Marksizmin birleştirilmesi görevine hizmet edecek tarzda ortaya konmasını, teorik faaliyet kategorisine sokuyor.
Gerçekten, değişen dünya koşullarında ve eskisine göre daha da karmaşıklaşan ve boyutlanan sınıf ilişkileri içinde, ülkenin özgün yapısını tanımak ve uygun çalışma ve örgütlenme biçimleri geliştirmek bakımından bu gereklidir. Taşeronlaştırma, esnek çalışma, sendikasızlaşma gibi koşulların yalnızca hayatın karşımıza çıkardığı problemler açısından değil, bilimsel yollardan da araştırılıp incelenmesi sosyalist çalışma tarzını güçlendirecektir.
Lenin açısından propaganda, yalnızca masa başı teorik çalışma değil, aynı zamanda sınıf mücadelesinin en temel konuları hakkında en geniş ve derin bir aydınlatma ve bilgilendirme çalışmasıdır.
Lenin, “Devrimci teori olmadan, devrimci hareket olamaz” dedikten sonra, içinde bulunulan dönemde sosyalist olmayan devrimci eğilimlerin yeniden canlanmaya başladığını ve bu durumda partinin ve sosyalistlerin net bir Marksist tavır geliştirmeleri gerektiğini belirtiyor. Bugün bizim içinde bulunduğumuz durum da buna çok benzemektedir. Bir yandan devrimci bir halk muhalefetinin hareket halinde zaman zaman büyük kabarışlarla kitlesel kalkışmalara dönüştüğüne; diğer yandan yaygın ve etkili bir kafa karışıklığının hareket halindeki kitleler üzerinde hâkim olduğuna tanık oluyoruz. Hareketin teorisi, yani bilince çıkarılmış hali, aynı zamanda geleceğini de belirleyen önemli bir etkendir ve bugün kitle hareketi ve geniş halk muhalefeti açısından bakıldığında bunun eksikliğinden kuşku duyulamaz.
Bu noktada, “iyi yetişmiş propagandacılar”ın durumu aydınlatan yazılar yazması, konuşması elbette hiçbir şeyi değiştirmez. Önemli olan, işçi sınıfının böyle bir bilinçle donanmış olarak hareketin öncü sınıfı haline gelmesi önemlidir ve geleceği belirleyecek olan budur.
Kuşkusuz teorik olarak, karışıklığa yol açan otonomculuğun, reformizmin, darbeciliğin, ulusalcılık ya da dinci gericiliğin, liberalizmin karşısında Marksistlerin dayanakları sağlamdır. Ancak bunların yaygın ve etkili bir biçimde kullanılmasının önünde henüz aşılamamış engeller vardır.
Propagandanın hayat bulmasını sağlayan en önemli araçlardan bir diğeri ajitasyondur. Teorinin (genel olarak politikanın) belirlediği esaslar doğrultusunda, gündelik sorunları işleyerek, en can yakıcı, en acil, en görünür olaylardan yola çıkarak, kapitalizmin işleyişine ilişkin en temel bilgilere ulaşmanın yolunu ajitasyon açar. Yukarıdaki soruna bağlı olarak cevaplandırmamız gereken soru şudur: Doğru, sosyalist fikirlerin ulaştırılabilmesinde bu aracı yeterince kullanabiliyor muyuz? Gündelik sorunlar hakkında, grevler, gösteriler, savaş, kitlesel işçi ölümleri, sendikalar, yolsuzluklar, antidemokratik gelişmeler vb. vb.. hakkında açık ve net bir sosyalist söyleme sahip miyiz? Başka bir deyişle, ajitasyonumuz sosyalist bir karakter taşıyor mu? Yoksa, demokrasi mücadelesinde birlikte olduğumuz diğer gruplardan farkımız yokmuş gibi mi davranıyoruz? Bütün bunları bir “demokrasi yokluğu sorunu” olarak mı gösteriyoruz, yoksa kapitalizmin temel özellikleri olarak mı? Kuşkusuz bu konuda eksikliklerimiz az değildir. Ancak gazetemiz, televizyonumuz, çevre sorunlarından hayvan haklarına kadar, uluslararası işçi hareketinden herhangi bir sokak eylemine kadar hayatın içinde ve sosyalist bir tavırla müdahale çabasındadır. Daha net, daha etkili bir çalışma yürütebilmek için yeterince araca ve deneyime sahibiz. Ve tartışmasızdır ki, daha etkili ve yaygın bir sosyalist propaganda ve ajitasyon için yapmamız gereken pek çok iş önümüzde durmaktadır.
Sosyalist ajitasyon, bir karakter olarak, sınıf pusulasını hiç şaşırmayan, içerik olarak iktidar hedefinden kopmayan, sorunların çözümünde sosyalizmin temel ilkeleri ve doğrularını yerinde kullanan bir ajitasyondur. Yoksa, her iki kelimenin arasında “sosyalizm” lafının edilmesi, Marx’tan, Lenin’den bahsedilmesi değildir. Ajitasyon, propaganda çalışmalarının sonuçlarını gündelik dile çevirmek, temel politikaları kapitalizmin gündelik görünümleri açısından hayata sokmak demektir. Bir yolsuzluğu, ırkçı, cinsiyetçi, gerici bir politikayı teşhir etmek, toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliğin en görünür biçimlerini bir kez daha gözler önüne sermek, hemen her muhalif kesimin zaten yaptığı işlerdir. Ama bir sosyalist teşhir ve eleştiri faaliyetinin bunlardan farkı ne olmalıdır?
İki temel farklılıktan söz edebiliriz:
1. Siyasal örgütlenme, özellikle demokrasi mücadelesinin ağırlık kazandığı koşullarda, bütün faaliyetin en yüksek noktasıdır. Her ajitasyon ve propaganda, her düzeyde örgütlenme ve örgütlü mücadele çağırısı içermelidir. Ancak bu, her çağrının, Moğollar’ın ünlü parçasını hatırlatırcasına “bir şey yapmalı” türü genel ve soyut bir “birleşme” ve “mücadele etme” çağrısı olabileceği anlamına gelemez; tersine her çağrı ne yapılmasını, genellikle nasıl yapılmasıyla birlikte somut olarak söyleyen bir çağrı olmalıdır.
2. Sorunların çözüm yolu olarak, “mevcut iktidarın ortadan kalkması”, “demokrasinin kazanılması” vb. değil, dolaysız olarak sosyalizm gösterilmelidir.
Elbette uygun bir dil ve üslubun kullanılması çok önemlidir; ancak ana çizgi olarak, yerine göre, parti adı verilmeden de, sosyalizm kelimesi telaffuz edilmeden de bu fikirler aktarılabilir.
SINIF MÜCADELESININ KAPSAMI VE BOYUTLARI İLE İLGILI PROPAGANDA, SOSYALIST FAALIYETIN BIR DIĞER YANIDIR
Sınıf mücadelesinin tarihi ilerleten esas güç olduğu, Marksizmin temel önermelerinden biridir. Fakat bu gerçeğin soyut bir tanımlama olarak değil, hayatın bizzat kendisinin, yaşanan anın somut bir kavranışı olarak işçi sınıfının bilincinde yer alması önemlidir. Sınıf mücadelesinin tesadüfi ve geçici bir olgu olmadığı, toplumun ayrılmaz bir unsuru olduğu ve kapitalizmle sosyalizm arasındaki mücadele kesin olarak çözümleninceye kadar devam edeceği, bilimsel sosyalizm öğretilerinin kavranılmasına ilişkin faaliyetin bir parçası olarak, sosyalist propaganda içinde sürekli olarak yer almalıdır.
Yalnızca bir fabrika içindeki mücadele ya da aynı meslek ve işkolundaki işçilerin kendi işverenlerine karşı mücadelesi, sınıf mücadelesinin sadece zayıf başlangıçlarıdır. İşçiler, ancak birleşmiş bir sınıf olarak hareket etmeleri gerektiğini kavradıkları, tek işçiler olarak yalnız “kendi” “işvereni”ne karşı değil, tümüyle kapitalizme, sınıf olarak burjuvaziye ve onun devlet iktidarına yönelmiş bir mücadelenin gereğine inandıkları zaman gerçek anlamda sınıf mücadelesinden söz edilebilir.
Ekonomik taleplerle ve kendi çevresiyle sınırlı bir mücadele, sadece, kendiliğinden bilince ilişkindir. Ve en çok sendika bilinciyle sınırlı kalır. Bu yapısıyla mücadele her zaman yozlaştırılmaya, yanlış hedeflere yöneltilmeye yatkındır. Kendiliğinden bilinç, ancak ekonomik mücadelenin dışından verilebilecek olan sosyalist bilince yerini bıraktığı zaman, işçi sınıfının mücadelesi devrimci bir özellik taşır. İşçilerin sınıf mücadelesi konusundaki eğitimi yalnızca kendi sınıflarının mücadelesinin bilgisiyle de sınırlı kalmamalıdır. Bu, esasen, siyasi içerikli bir mücadele anlayışıyla da uyuşmadığından, ekonomist, kendiliğindenci bir “eğitim”in sınırlı hedefi olabilir. Sosyalist bilinci amaçlayan bir çalışma; işçi sınıfına yalnızca kendi sınıf mücadelesinin bilgisini veren bir çalışma da değildir. Her devrimin esas karakterini teşkil eden siyasal özün bir ifadesi olarak, işçi sınıfının toplumdaki bütün sınıfların, tabakaların ve grupların, azınlık milliyetlerin, kadınların, gençlerin, “eza gören din veya mezheplerin” mücadelesine destek olacak, onlar üzerindeki baskı ve zulme sosyalist nitelikte bir tepki gösterecek tarzda eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi, devrimin hayati görevlerindendir. Ancak böylece işçi sınıfının sosyalist bilincinden söz edilebilir.
Meselenin özü, yukarıda kısmen özetlediğimiz Lenin’in şu ünlü sözündedir:
“Eğer işçiler, hangi sınıfları etkiliyor olursa olsun zorbalık, baskı, zor, ve suiistimalin her türlüsüne karşı tepki göstermeye eğitilmemişse ve işçiler bunlara karşı başka herhangi bir açıdan değil de sosyalist açıdan tepki göstermede eğitilmemişlerse, işçi sınıfı bilinçli, gerçek bir siyasal bilinç olamaz.”
İşçilerin sınıf bilinci nasıl bir fabrika ya da bir işkolu ile sınırlı kaldığı sürece ancak bir başlangıç sayılıyorsa; yalnızca bir ülke içinde sınıf birliği anlayışı ile çerçevelenmiş bilinç de tam ve sosyalist bir bilinç sayılamaz. İşçi sınıfının sosyalist bilincinin en önemli unsuru, sınıf mücadelesinin dünya çapında kavranmasıdır, komünist toplum hedefinin berrak bir ifadesi olan proleter enternasyonalizmidir. İşçi sınıfı, ulusal plandaki devrimci göreviyle uluslararası plandaki devrimci görevlerini birlikte ele almalı, ulusal görevlerinin enternasyonal görevinin bir parçası, bir unsuru olduğu bilincini edinmelidir.
İşçiler, sınıf mücadelesini, yalnızca birey olarak kendisinin değil, sınıfının ve insanlığın kurtuluşunun bir yolu ve gereği olarak kavramalıdır.
SENDIKAL – EKONOMIK MÜCADELEDE SOSYALIST GÖREVLER
Proletarya mücadelesinin diğer bir biçimi, sendikal-ekonomik mücadeledir. Sendikalar, işçi sınıfının sermaye ile günlük mücadelelerinin kaçınılmaz sonucu olarak doğmuş örgütlerdir. Bundan dolayı, geniş işçi kitlelerini barındırmak, mesleki olmak gibi özellikleri kaçınılmaz olarak taşırlar. Bu haliyle sendikalar, işçi sınıfının en ileri örgütlenme biçimi olan partiden temelde farklıdır. En geniş işçi çevrelerini, politik görüş ayırımı yapmaksızın çatısı altında toplaması, partiden farklı olarak, sendikalar için gereklidir ve iyidir. Çünkü bir yandan sendikalar, temelleri “sınıflar arası iktisadi mücadele” olarak işçi sınıfının en acil ekonomik sorunlarının çözümü için bir araçtırlar; diğer yandan işçi sınıfı ile proletarya partisi arasında, aşağıda değineceğimiz görevler yerine getirilmek şartıyla, bir bağ görevi görürler.
Fakat sendikalar, ekonomik mücadelenin dolaysız örgütleri olarak tek başlarına sermayenin gücünü kırmada kesin başarılı olamazlar. Çünkü Marx’ın dediği gibi, “salt ekonomik mücadelede, sermaye emekten daha kuvvetlidir.” Fakat işçilerin ekonomik mücadeleyi örgütlü olarak yaşadıkları bir çatı oluşundan dolayı, sendikalar hem kendilerini eğitmek ve geliştirmek için bir araya gelebildikleri bir yerdir; hem de “kurulu düzenin değiştirilmesine ve örgütlü kuvvetlerini, emekçi sınıfın kesin kurtuluşu, yani ücretliliğin kesin olarak kaldırılması için bir kaldıraç olarak kullanacakları” (Marx) bir yapıdır.
Lenin’in dediği gibi, “Teori bize öğretmektedir ki, ancak güçlü ve geniş bir sendikal örgüt; çağdaş proletaryanın çıkarlarını, yani işgücünün satıcısı olarak çıkarlarını ele aldığı zaman, proletarya kapitalizme karşı sınıf mücadelesini başarıyla götürebilir.”
Böyle bir başarı, özü, “ekonomik mücadeleyle siyasi mücadeleyi sımsıkı birleştirmek” eyleminde ifadesini bulan bir dizi faaliyet ve görevin yerine getirilmesi ile sağlanabilir.
“Biz hepimiz, sendikaların taraftarıyız; fakat onların bugün tek başına sermayenin gücünü kırmayı başarabileceklerini hayal etmiyoruz. Sermaye, kendi alanında yenilgiye uğratılamaz. Onun ellerini kamu iktidarından ayırmak gerekir. Bu ise ancak, siyasal bir mücadele yoluyla olur.” (Lenin)
PARTI SENDIKA İLIŞKISI
Sendikalar, devrimci proletaryanın siyasi örgütüyle birlikte mücadele etmedikleri zaman, işçi sınıfının nihai hedefi bakımından “dar” bir nitelik gösterirler. Bunun giderilmesi ve sendikaların sosyalizm hedefine ulaşmada işçi sınıfının sağlam araçları haline getirilmesi için, sendikaları “sosyalist içerik ve propagandayla doldurmak” ve onları devrimci proletaryanın bütün eylemlerine çekmek gerekmektedir. (Lenin, S. I. Gusev’e Mektup)
Leninist görüş, sendikalarla parti arasındaki ilişkide partiye öncelik tanır. Bu işçi sınıfının tam kurtuluşunun, örgütlenmesinin en üst biçimli olan partisi aracılığıyla gerçekleşeceği, bu görevi başka hiç bir örgütün yerine getiremeyeceği anlamına gelir. Fakat bu kavrayış, partiyle sendikaların birbirine alternatif oldukları, birinden birinin diğerine tercih edileceği anlamını içermez. Zira öte yandan, parti de sendikaların gerçekleştirmekle yükümlü olduğu kimi görevleri yerine getiremez. Eğer işçilerin kapitalizme karşı ekonomik mücadelesi kaçınılmaz ise sendikalar da kaçınılmaz olarak gereklidir. Eğer işçi sınıfının tam kurtuluşu siyasi mücadelenin sonucu olacaksa, bu da partinin göz ardı edilemez bir şart olduğunu gösterir.
Lenin, sendikaların kitlesel ve sınıfsal ikili niteliğine ilişkin tespite uygun olarak sosyalistlerin görevlerine işaret ederken, şunları söylüyor:
“Sendikalara, ‘parti ile ilgili görüşlerine bakılmaksızın (…) mümkün olan en geniş işçi çevrelerinin katılması’ sağlanmalı, fakat ‘bu örgütlerdeki sosyal – demokratlar, parti grupları halinde teşekkül etmeli ve derinlemesine, sistematik faaliyet göstererek bu örgütlerle sosyal – demokrat parti arasında en sıkı bağların sağlanması için gayret gösterilmelidir.”
Sendikalardaki sosyalist faaliyet ve görevler; Marx ve Lenin tarafından, “işçilerle kapitalistler arasındaki, işgünü, ücretler, çalışma şartları vb. nedenlerle doğacak bütün çelişmelerde” yer almanın yanı sıra, ve esas olarak, “sendikalara bağlı işçilerin geniş bir sınıf mücadelesi anlayışına ve proletaryanın sosyalist amaçlarına göre eğitilmeleri” olarak gösterilmiştir.
Lenin’e göre bu görev, partili sendikaların “eylemleriyle bu sendikalarda gerçekten yönetici bir durum kazanmaları” ile birbirine sıkıca bağlıdır. Parti, sendikalar içindeki örgütlenmesini, bu hedefleri gözeterek ve sendikaların işçi sınıfı ile parti arasında bir bağ oluşturmasını sağlamak için yürütür. Bu, “proletaryayı, devrimin bilinçli önderliği için hazırlamak ve örgütlemek ana görevine tamamen uygun” (Lenin) olmalı ve bu temelde yürütülecek diğer bir dizi faaliyetin merkezini oluşturmalıdır. Lenin’in deyişi ile bu, “bütün kitle örgütlerinde parti hücreleri kurmak, bu örgütlere proletaryanın militan görevlerinin ruhuyla, devrimci sınıf mücadelesi ruhuyla önderlik etmek” olarak özetlenebilecek bir faaliyettir.
Sendikaların, işçilerin geniş kitleler halinde çatısı altında toplandıkları örgütler oluşu, buralardaki sosyalist propaganda, ajitasyon görevinin önemini yükseltmektedir. Çünkü politik görüşleri oldukça farklı olabilen işçi yığınlarının adım adım parti saflarına kazanılması, ancak sistemli, derinlemesine ve sürekli bir sosyalist propagandayla sağlanabilir. Diğer yandan sendikalar, ancak sosyalizmin teorisi ile silahlanmışsa işçilerin kurtuluşuna ilişkin faaliyette kendi üzerine düşen görevi yerine getirebilir. Burjuva sendikacılığa karşı mücadele, yalnız sendikalar içinde değil, yalnız sendikalı işçiler arasında değil, sendikalara katılmamış işçiler arasında da yürütülmelidir. Bu, hem burjuva yanlısı sendikacılığın teşhir edilmesi yolunda işçi kitlelerini siyasal bir kavrayışa yöneltmek bakımından, hem de sınıfsal devrimci sendikaların ve sendika hareketinin yaratılması ve güçlendirilmesi bakımından önemlidir.
İşçi sınıfının “tek bir program, tek bir taktik ve tek bir sınıf örgütü” çatısı altında birleştirilmesi, bütün halk yığınlarının devrim yolunda tek bir önderlik altında birleştirilmesi mücadelesinin bir parçasıdır ve gerçekten temelidir.
POLITIK MÜCADELE, İŞÇI SINIFI HAREKETININ TEMEL MÜCADELE BIÇIMI VE ÖNDE GELEN SOSYALIST GÖREV ALANI
Marx, devrimin siyasi (politik) bir eylem olduğunu söylemişti. “Genel olarak devrim, -var olan egemen erkin devrilmesi ve var olan toplumsal ilişkilerin çözülmesi- siyasal bir eylemdir, var olan toplumsal ilişkilerin çözülmesi siyasal bir eylemdir”. Bu tanım, devrimin bizzat kendisinin ve devrim sürecinin temel mücadele alanının siyasal nitelikli oluşunu açıklar.
İşçi sınıfı mücadelesinin siyasal alandaki en önemli aracı, bağımsız siyasi partisidir.
“Bizim başlıca ve temel görevimiz, işçi sınıfının politik örgütlenmesi ve politik gelişimini kolaylaştırmaktır. Bu görevi arka plana itenler, mücadelenin her türlü özel metotlarını ve diğer bütün görevlerini buna tabi kılmayı reddedenler, yanlış bir yol izlemekte ve harekete ciddi zararlar vermektedirler.” (Lenin, abç.)
Günümüzün demokrasi mücadelesini kaçınılmaz olarak öne çıkaran koşulları, tek bir sınıftan söz eder gibi halktan söz edilebilmesi yolunda kimi görüşlere yol açabiliyor. Buradan kaynaklanan sağcı tavırlar, işçi sınıfı partisi yerine -yalnız adıyla değil, içeriği ve işlevi ile de- bir soyut sınıflar üstü halk partisi anlayışını geliştirmeye bunun pratiğini yapmaya koyuluyorlar. Böylece bir yandan halk kavramının sınıf tabiatını ve onun içindeki sınıf mücadelesini inkara zemin hazırlıyorlar, diğer yandan da işçi sınıfının devrimi başarmakta en başta gelen silahı olan parti kavramını yozlaştırıyorlar. Yaşadığımız günlerin açıkça gösterdiği gibi, bu yalnızca teorik bir hata olarak kalmıyor, fakat sınıf farklılıklarını ve işçi sınıfının devrimci rolünü silen sonuçlar doğuruyor.
İşçilerin ve devrimin ihtiyaç duyduğu parti, şartlar ne olursa olsun, bir sınıf partisidir. Bir halk partisi değildir.
“…tüm sosyal demokratlar, Rusya’daki siyasal devrimin peşinden sosyalist devrimin geleceği inancındadırlar. Otokrasiyle mücadele etmek için, şimdilik sosyalizmi bir kenara bırakarak bu tabakaların, tümüyle birleşmek mi gerekmektedir ? Otokrasiye karşı verilecek mücadelede bu tutum gerekli midir?
“..İşçilerle muhalefette bulunan belli sosyal tabakalar arasında kurulacak dostluğa değinirken, sosyal demokratlar, işçileri diğer sınıf ve tabakalardan ayırmalıdırlar. Bu dostluğun her ne şekilde olursa olsun, geçici ve koşullara bağlı olduğunu vurgulamak, bugün beraber olduklarıyla yarın mücadele etmek gerekeceğini açıklamak ve özgürlük bayrağını ancak proletaryanın taşıyabileceğini belirtmek, sosyal demokratların görevidir. Bize, ‘bu tür hareket, politik özgürlük mücadelesini zayıflatabilir’ diyenler olacaktır. Biz ise karşılık olarak bu tür hareketin özgürlük mücadelesini hızlandıracağını ileri süreceğiz. Sınıfların gerçek çıkarlarının bilincinde olduğuna güvenenler güçlü mücadelecidirler. Ve yaşadığımız toplumda son derece etkili olan sınıf çıkarlarını ön plana almayan herhangi bir girişim, sadece bu mücadeleyi zayıflatmaya yarayacaktır. Bu birinci noktadır. İkinci noktaya gelince, otokrasiye karşı verilen mücadelede işçi sınıfı kendini diğer tabakalardan ayıracaktır. Çünkü o, otokrasinin kesin ve en büyük düşmanıdır. Otokrasi ile işçi sınıfı arasında bir anlaşma söz konusu olamaz… Halkın diğer tabaka ve gruplarını otokrasiye karşı düşmanlıkları koşullara bağlıdır, bunların demokrasileri geriye dönüş yapabilir.”
İttifaklar alanında, genel sosyalist tavır hakkında da Lenin şunları söylüyor:
“…Devrimci burjuva demokratların çeşitli gruplarıyla yapılan… geçici anlaşmaların özellikle yerinde olacağı açıktır. Ama diğer yandan, bu noktada proletarya partisinin sınıf kişiliğini dirençle korumalıyız. Ve bir an olsun burjuva müttefiklerimize yönelttiğimiz sosyal demokrat eleştiriciliği terk etmemeliyiz. Diğer yandan, bugünkü demokratik devrim aşamasında yürüttüğümüz ajitasyon, ileri devrimci bir slogan ortaya atmazsak, ileri sınıfın partisi olarak görevimizi beceremeyiz.”