LOUİS BONAPARTE’IN 18 BRUMAİRE’İ

“18 Brumaire”, “2. Bonaparte”ın, birincisinin yeğeni bir hırsız ve ayyaşın, başlıca köylülerin oyuyla cumhurbaşkanı seçilmesinin üç yıl ardından yaptığı hükümet darbesinden hemen sonra, 1852’nin ilk iki ayı içinde kaleme alınmış ve ilk kez, Amerika’da çıkan bir dergide yayınlanmıştır.
Kitap, 19. yüzyılın ortalarında hemen tüm kara Avrupa’sını sararak büyük sarsıntılara yol açan 1848 Şubat Devrimi’nden başlayarak hükümet darbesine kadar gelişen olayları konu edinmektedir. 2 Aralık 1851’e kadar gelen olaylar dizini, Marx’ın kaleminden yalnızca Fransa tarihine ve aktüalitesine ilişkin derin bir bilgi ile değil, bilgi ve verilerin tarihsel gelişmenin yorumunu doğru kılacak tarzda kullanılışının parlak bir örneği olarak önümüze serilmektedir. Almanca ikinci baskıya Önsöz’ünde Marx, kendisi, hükümet darbesinin iki yanlış değerlendirilmesine değiniyor. Victor Hugo, darbeciye sövüp sayıyor, ama, olayı “bir bireyin zora başvurması olarak görüyor”: Proudhon, darbeyi daha önceki gelişmelerin bir sonucu olarak sunmaya çalışıyor, ancak, darbenin tarihselliği onda Bonaparte’ın savunmasına dönüşüyor. Ve “Bana gelince” diyor Marx, “ben, tersine, Fransa’da sınıf savaşımının sıradan ve kaba bir adamın kahraman gibi görülmesini sağlayan koşulları ve durumu nasıl yarattığını gösteriyorum.”
Anlaşılacağı gibi, kitap okunurken önemli olan, onun tarihi yorumlama tarzını yakalamak. Marx’a gelinceye kadar tarih, birbirinden kopuk olayların art arda dizilmesi şeklinde kavranırdı ve tarihin belirlenmiş bir amaca doğru akıp gittiği ve bu akışı belirli kahramanların temsil ettiğine inanılırdı. Bazı tarihçilerin sahneye sınıfları ve hatta sınıfların çatışmalarını davet etmeleri görülmemiş şey değildi, ama anlatımlarda bu çatışmalar ya fonda kalırlar ya da gelişme bir yerde kesilir kalır, birbirinden kopuk sahnelerin ötesine geçmez ve zorunlu olarak birbirine bağlanmaz ve sonuçta bütün bir gelişme, siyasal ya da dinsel, felsefi ya da hukuki tarihsel mücadele ya düşünsel kurgulamalara, ya tümüyle rastlantılara ya da kişisel yetenek ve özelliklere dayanılarak izah edilirdi. Oysa bütün bu çatışmalar, siyasal, askeri, felsefi vb. her türü, sınıflar arasıdaki mücadelenin çeşitli ifadeleri olarak ortaya çıkarlar ve hem bu sınıflar hem de mücadeleleri, onların ekonomik gelişmelerinin düzeyi ve buradan şekillenen üretim ve değişim biçimleri tarafından belirlenirdi. Bu, tarihin, yalnızca materyalist değil, aynı zamanda diyalektik kavranışıydı da.
Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları’ndan sonra, 18 Brumaire’de de diyalektik materyalist yöntemi, Şubat Devrimi ile başlayan olaylara dahice uygulayıp bütün bir gelişmeyi anlaşılır kıldıktan sonra, artık tarih birbirini kesin olarak dışlayan iki farklı türde anlatılır oldu: Bilimsel ve şarlatanca.
1848 Şubatı ile başlayan devrim, 1851 Aralık’ına kadar birçok çatışmalardan bileşerek, olaylar, gelişmeleri içinde birçok değişikliklere yol açarak ve sonunda “başlandığı yere”, yani bir devrimi, ama bu kez kendi oyları ile şarlatan bir imparator var eden köylülere de proletaryanın peşine takılarak kurtulmaktan başka yol bırakmayan toplumsal bir devrimi zorunlu kılan noktaya geri dönülerek Fransa’nın tüm sınıflarını girdabına aldı.
Önce, Kral Louis-Philippe’in Temmuz Monarşisi’ne, onun başlıca dayanağı olan mali aristokrasi ve büyük burjuvaziye karşı içinde sanayi burjuvazisi de olmak üzere, bütün bir halk ayaklandı. Sokaklara egemen olan gücü yetersiz ve tümüyle örgütlenmemiş de olsa, küçük burjuva demokrasisinin peşinden yürüyor olsa da proletaryaydı. Sosyal Cumhuriyet şiarı Şubat öncesi ortaya çıkmıştı. Ama Kurucu Ulusal Meclis’ten dışlanmasına karşı kendi devrimi için bu kez bütün diğer sınıflarla savaşmak durumunda kalan proletarya Haziran günlerinde kana boğuldu. Henüz kendi iktidarını kuracak kadar olgunlaşmamıştı. Ama 1831 Lyon yerel ayaklanmasından sonra ilk kez tüm burjuva Fransa’yı derinden titreten proletarya artık “kızıl hayaleti” ile burjuvazinin çeşitli katmanlarını hep ürkütecek ve en küçük bir karışıklık belirtisinde, aralarında ne denli çatışmalar olsa da birbirlerinin kollarına atılmaya hazır halde tutacaktı onları.
Henüz, hem burjuvazi ve proletaryanın gelişme düzeyleri, yani kapitalizmin olgunluk derecesi, hem de çeşitli sınıflar arasındaki mücadelenin tarihsel şekillenişi o durumdaydı ki, Marx’ın dediği gibi, Louis-Philippe’in burjuva monarşisinin ardından, ancak bir burjuva cumhuriyeti gelip onun yerini alabilirdi. Bu demekti ki, krallıkta burjuvazinin sınırlı bir bölümü kral adına hüküm sürmüşken, artık burjuvazinin meclisi, halk adına hüküm sürecekti.
Proletaryanın başkaldırısını ezdikten ve demokratik küçük burjuvaziyi etkisizleştirdikten sonra, Temmuz Monarşisi’nin yasal muhalifleri katıksız cumhuriyetçiler olarak Bonaparte cumhurbaşkanı seçilinceye kadar Ulusal Meclis’i peşlerinden yürüttüler, anayasa yaptılar ve kuruculuklarını süngüyle gerçekleştirdiler. Egemenliklerini, “mülkiyet, aile, din, düzen” sloganları ardında gerçekleştiriyor ve güçlü görünüyorlardı.
10 Aralık 1848, Bonaparte’ın seçilişi, dönüm noktası oldu. Şubat’ın masraflarım üstlenen köylüler oylarıyla tepkilerini göstermişlerdi ve bu seçim, Cumhuriyetçilerin şan ve şeref sağlayamadıkları ordu tarafından olduğu kadar, Bonaparte da kendilerini monarşiye götürecek “kahraman”ı gören büyük burjuvazi ve onu, Haziran ayaklanmasının cellâdı, ulusal muhafızın başı Cavaignac’ı cezalandıracak adam olarak gören proleterler ve küçük burjuvazi tarafından olumlu bulundu. Cumhuriyetçilerin sonu gelmişti, inişe geçtiler.
Burjuva kitlesi cumhuriyetçi değil, kralcıydı, lejitimist (meşruti monarşi taraftarı) ve Orleancı bölünmesiyle düzen partisini oluşturan kralcılar Bonaparte ile birleşerek Cumhuriyetçilere karşı “mülkiyet, aile, din, düzen” sloganını kullanmaya başladılar. Bonaparte düzen partisinin önde gelenlerinden Odilion Barrot’yu başbakan atamış ve cumhuriyetçilerle çatışma başlamıştı. Proletaryanın dışına itildiği tarih sahnesinden şimdi de cumhuriyetçiler dışlanacaktı. Ulusal Meclis’e kendini dağıtması dayatıldı. Meclis askerlerce sarıldı, süngü gösterildi. Cumhuriyetçiler proletarya gibi sokağa dökülmediler, güçlerini sokaktan değil, anayasadan alıyorlardı. 29 Ocak’ta onlara karşı ilk darbe gerçekleştirildi. Anayasa delinmiş, burjuva yasallığı çiğnenmişti. Sonra Bonaparte, bunu, eylemi açıktan destekleyen meclisin düzen partisine karşı kullanacaktı. Ama şimdilik, düzen partisi, kralcılar, meclis çoğunluğunu, yürütmeyi (hükümet), orduyu ellerinde tutuyorlardı, devlet iktidarına sahiptiler.
Önce proletaryayı da yanına çeken Montagne’ın üzerine gidildi. Meclis’te önemli bir güç oluşturuyordu. Proletaryadan kurtulan burjuvazi küçük burjuva demokratların da sahne dışına atılmalarının hayırlı olacağını düşünmekteydi. Tuzak kuruldu. Roma’nın Fransız birliklerince topa tutulması, anayasanın çiğnenmesi demekti ve Ledru-Rollin, demokratların önderi, Bonaparte ve bakanları için soruşturma istedi. Bununla kalmadı, anayasayı silah zoru dâhil her şeyle koruyacaklarını açıkladı. Önerge reddedildi ve Montagne da meclisi terk etti. Demokrat ulusal muhafızlar silahsız olarak sokak gösterileri düzenlediler. Gösteriler ve ulusal muhafızın demokrat kesimi dağıtıldı.
Geriye düzen partisi kalmıştı. Bir de Cumhurbaşkanı. Düzen partisinin iki kanadı Bourbon ve Orleans hanedanları taraftarları, aslında hanedan uyuşmazlığı nedeniyle değil ama Bourbonlar döneminde egemen olan toprak beylerinin ve Orleans egemenliği zamanında iktidar olan mali aristokrasi ve büyük burjuvazinin çıkarları arasındaki çatışma nedeniyle bölünüktüler. Kendileri de burjuva ilişkileri içinde yer alsalar da toprak sahipleri ile büyük mali ve ticari burjuvazinin çıkarları uyuşmuyor ve ama ikisi birlikte parlamenter burjuva diktatörlüğü çerçevesinde burjuva çıkarlarını gerçekleştirebiliyorlardı. Burjuva egemenliği artık çıplak olarak sağlanma durumundaydı.
Ama artık bir yandan da o güne dek düzen partisinin önde görünmesiyle kendini gölgede tutan Bonaparte dişlerini göstermeye başlamıştı. Düzen partisinden başbakanı görevden aldı ve parlamenter olmayan bir hükümet atadı. Çekişme başlamıştı. Bonaparte halkın hoşnutluğunu kazanacak konuşmalar yapıyor, ülkenin dört bir yanını dolaşıyordu.
Bonaparte bir yandan toplumun döküntülerinden binlerce kişiyi bir “yardım derneği” içinde örgütlüyor ve vurucu güç olarak kullanıyor, bir yandan subayları kazanmaya yönelik “şampanya-sucuklu” ağırlamalar yapıyor, askeri birlikleri teftişinde sloganlarla karşılanıyor, diğer yandan da kendisine karşı girişimlerde bulunan düzen partisinin üzerine “huzur ve düzen”i savunarak gidiyordu. 1850’de baş gösteren sınaî kriz, burjuvazinin gözünü korkutup bir karışıklık ihtimali karşısında titizliğe sevk edici olurken Bonaparte’ın “huzur” propagandası etkili oluyordu. Düzen partisi, hem devrim ihtimali karşısında hem de burjuvazinin kitlesinin kendi hakkında varabileceği “huzuru gözetmiyor” yargısı kaygısıyla Bonaparte karşısında gerileme yolunu seçiyordu. Sık sık önüne gelen fırsatlardan Bonaparte’ı etkisizleştirmek için yararlanmadı. Savaşa atılmayı, ulusa, meclisin davasını gütmek üzere çağrılar yapmayı göze alamadı. En korktuğu şey, halkın hareketlenmesiydi.
Sonunda Bonaparte önce askeri iktidarı ele geçirdi, sonra parlamentoda önemli bir güç elde etti Düzen partisi taraftarları parlamenter budalalığın zehrini içmişlerdi, Bonaparte’ın bir bakanlar kurulunu görevden almakla ve kararlar imzalamakla yetindiler. Üstelik parlamentoda Montagne ile işbirliğine yönelerek burjuvazi kitlesini tedirgin ettiler. Düzen partisinin iki kanadının Bonaparte’a karşı kaynaştırılması girişimi de sonuç vermedi. Sonunda borsadaki çıkarları dolayısıyla mali aristokrasi, ticaret ve sanayi burjuvazisi düzenin koruyucusu Bonaparte’ın destekçiliğine doğru kaydılar ve cumhuriyetçi kurucu meclisi süngülerle zorlayan düzen partisi, bu kez Bonaparte’ın askerleri tarafından zorlandı.
Monarşistler de; proletarya, cumhuriyetçiler ve demokratlardan sonra yolun sonuna gelmişlerdi. Meclis askerlerce sarıldı, yollar tutuldu, düzen partisi önderleri evlerinden gece yarısı toplandı. Darbe gerçekleşmişti.
Sonunda Fransa bir imparatorun avucuna düştü.
Konu, sonraları birçok tartışmada örnek olarak gösterildi. Bonapartizm, sınıflar-üstü bir diktatörlük olarak, bir geçiş biçimi olarak gösterildi. Bir başka yönüyle ise bir askeri diktatörlük olarak, gerici diktatörlük örneği olarak öne sürüldü.,
Aslında, egemen sınıf olarak çeşitli kesimleriyle burjuvazinin iktidarı elinde tutamayacak kadar güçsüzleştiği, işçi sınıfının ise devrim ihtimali ile yaydığı korkunun ötesinde iktidarı elde etme olanağı bulunmadığı koşullarda ortaya çıkan bir ara biçimde, Bonaparte’ın diktatörlüğü.
Marx şunları yazmıştı: “…Mutlak monarşi zamanında, Birinci Devrim sırasında ve Napoleon zamanında, bürokrasi, burjuvazinin sınıf egemenliğini hazırlama aracından başka bir şey değildi. Restorasyon döneminde, Louis-Philippe zamanında parlamenter cumhuriyette, bürokrasi, kendi başına bağımsız bir güç oluşturma yolundaki çabaları ne olursa olsun, egemen sınıfın bir aleti idi. Ancak İkinci Bonaparte zamanındadır ki, devlet tamamıyla bağımsız olmuş gibi görünür. Devlet makinesi, burjuva toplum karşısında o kadar güçlenmiştir ki, başında 10 Aralık Derneği’nin, yabandan gelerek kaderin cilvesiyle şövalye olan, şarap ve sucukla satın alınmış ve durmadan da önüne sucuk atılması gereken başıbozuk askerin şan kazandırdığı liderinin bulunması ona yetiyor… Bununla birlikte devlet iktidarı havada durmaz. Bonaparte, çok belirli ve üstelik de Fransız toplumunun en kalabalık sınıfını, yani küçük toprak sahibi köylüleri temsil etmektedir. ” (s. 137)
Ve bu pasajı, Marx’in küçük köylü üzerinde durduğu bölüm takip eder: Dağınıklığını, bir sınıf oluşturmakta zorluk çektiklerini, kendi kendilerini temsil edemediklerini, güce bağımlılıklarını, “kahraman” arayışlarını anlatan bölüm.
Sonra Bonaparte’ın açmazları ve köylülüğün başına gelenler.
Köylülüğe dayanmak ve onu temsil etmekle birlikte Bonaparte, geleceğini orta sınıfların çıkarlarını savunmakta buldu. Çünkü “Kendini toplumdan bağımsız kılan bir yürütme gücü olarak, Bonaparte, misyonunun ‘burjuva toplumunun’ güvenini sağlamak olduğunu hissediyor. Ama bu burjuva takımının gücü orta sınıftır. Onun içindir ki kendisine, bu sınıfın temsilcisi gözüyle bakıyor ve bu anlayışla kararnameler yayınlıyor (örneğin şarap vergisini iki katına çıkarıyor -ÖD). Ama Bonaparte’ın kendisi bir şeyse eğer, bu, orta sınıfın siyasal etkinliğini kırdığı ve her gün de kırmakta olduğu içindir.” Ve “Aynı zamanda Bonaparte, köylülerin ve genel anlamda halkın, burjuva toplumu sınırları içinde alt sınıflara mutluluk getirmek isteyen temsilcisi olmak sıfatıyla, kendini burjuvaziye karşı görüyor.”
“Bonaparte, toplumun bütün sınıflarının ataerkil velinimeti olarak ortaya çıkmayı isterdi Ama hiçbir sınıfa, öteki sınıftan almaksızın bir şey veremez.” Nitekim veremedi. Örneğin temsilcisi olan köylüler çok şeylerini kaybettiler. Kaybetmekteydiler zaten ve bu sürdü gitti.
Bonaparte herkese bir şeyler vermeye, ondan alıp buna vermeye çalıştı. Ama en çok da kendisine ve etrafındaki kasta aldı. Her şeyden pay olarak. Ve “Bu durumda köylülerin çıkarı, Napoleon zamanında olduğu gibi, artık burjuvazinin çıkarları ile ve sermaye ile uyum halinde değil, çelişik bulunuyor. Bu bakımdan, köylüler, doğal olarak, müttefiklerini ve yol göstericilerini, ödevi burjuva düzenini devirmek olan kentlerin proletaryasında buluyorlar.”
Ekim Devrimi 1917’de bu öngörüyü doğrulayarak gerçekleşti.

(Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Karl Marx, Sol Yayınları, 2.Baskı, 1990 Ankara, Çeviren: Sevim Belli)

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑