Son yıllarda komünistler, Stalin’le ilgili olarak yazdıkları bütün yazılarda bir genelleme yapılacak olursa eğer, hemen hemen tek bir şey işlediler: Bunlar, “Stalin Savunulmadan Marksizm-Leninizm Savunulamaz” ana temasına uygun olarak ele alınan yazılardı. Sovyet sosyal-emperyalizminin ve modern revizyonizmin yıllar sonra ama “resmen” çöküşünün ilanının ardından girişilen emperyalist ve revizyonist saldırı dalgasının yoğunluğunda, ağırlığın buna verilmesi kaçınılmaz bir gereklilikti komünistler açısından. Gerek emperyalist propagandacılar gerekse çeşitli renklerden revizyonistler, bu saldırı ortamında, Stalin şahsında sosyalizm ve Marksizm-Leninizm’i hedef tahtasına oturtmuşlardı.
Bugün, bütün bu saldırıların hızı, önemli oranda kesilmek zorunda kalmıştır. Ama komünistlerin önünde artık giderek yakıcılaşan bir zorunluluk var: Devrimin pratik olarak örgütlenmesi. Stalin’in devrimci eylemi, bu x açıdan bakıldığında devrimci militanlar açısından çok somut örneklerle doludur. Devrimci önderleri ve devrimci militanları anmamızdaki amacımızın, kendi pratik devrimci eylemimizi ilerletmek olduğu bilinciyle, Stalin’i 115. doğum gününde bu yönüyle anmak istiyoruz. O yüzden bu anma yazısının başlığım, artık her devrimci militana, kendisini adeta dayatan bir belgi olarak belirledik: Gün pratik devrimcilik zamanıdır. Kuşkusuz ki, “gün pratik devrimcilik zamanıdır” denilirken “pratik devrimcilik”, “teorik devrimcilik” gibi bir ayrım yaratmayı amaçlamıyoruz. Dergimizin daha önceki sayılarında yayınlanan birçok yazı ve komünistlerin “devrimci teori ve devrimci pratik” arasındaki ilişkiye yaklaşımları yeterince açık ve nettir ve bu okuyucularımız tarafından çok iyi bilinmektedir. Bugün ülkemiz devriminin ve emekçi hareketinin, sınıf mücadelesi açısından gelişim özellikleri düşünüldüğünde bu belginin ne kadar anlamlı olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Bir genelleme yapacak olursak; ülkemizdeki sınıf mücadelesinin kazanmış bulunduğu boyutları şöyle özetleyebiliriz: Mevcut hükümet ve burjuva partilerin tüm acizliğine rağmen sermaye ve diktatörlük, çok yönlü yalan ve baskı operasyonlarıyla desteklenen kriz programı ve halk düşmanı politikaları uygulama konusunda belirli bir ilerleme sağlamış durumdadır. Gericiliğin yaratmak için çırpındığı sahte tablo ve imaja rağmen diktatörlüğün, tarihinin en sıkıntılı dönemini yaşadığı, en aciz hükümetlerden birinin “işbaşında” olduğu, yasama-yürütme-yargı fonksiyonlarının büyük ölçüde devre dışı bırakılarak doğrudan ve daha etkili baskı ve sömürü yöntemlerine başvurulduğu ve tüm bunlarla birlikte yaşanan ekonomik kriz ve politik sıkıntıların geniş halk kitlelerini büyük bir yıkıma götürdüğü bu günlerde, karşı-devrimci gericiliğin bu derece etkili olup ilerlemeler sağlamış olmasını neye, nelere bağlayabiliriz? Bunun, sınıf ve halk hareketinin az çok etkili ve istikrarlı bir mücadele cephesi halini alamamış oluşuna; bir adım daha öteye gidilirse ilerici, devrimci mücadele güçlerinin, gerçekleştirilmesi pekâlâ mümkün olan (halen de mümkün olmaya devam eden) mücadele olanaklarını sonuna kadar ve pratik olarak değerlendiremeyişine bağlı olarak ya-sanan bir gelişme olduğuna tanık olmaktayız.
Bu zayıflığı, geçmişten beri taşınan hata ve zaaflarla ya da bugünkü mücadele koşullarının çeşitli güçlükler taşımasıyla açıklamak bütünüyle doğru değildir kuşkusuz. Karşıdevrimin çok yönlü ve ağır saldırıları, devrimci ve komünistlere yönelik baskılan, sendika ağalarının hain tutumları, küçük burjuva dar kafalılığının ya da pasifizminin hareketi baltalayıcı rolü, yığınların bilinç ve örgütlenme düzeyindeki gerilikler vb… Tüm bu zorluk ve engeller, eğer pratik devrimci tutumun gerekleri yerine getirilirse, işte ancak o zaman “çaresizleştirici”, “öldürücü”, “değişmez” zorluk ve engeller değil, ama ezilen kitlelerin gücüyle bloke edilebilen, şöyle ya da böyle aşılabilip-etkisizleştirilebilen, mücadelenin doğal-kaçınılmaz engelleri haline gelebilecektir.
İşte devrim yılları boyunca o büyük ülkenin, Rusya’nın, şu ya da bu noktasın da proletarya devrimini örgütlemek için elinden gelen her şeyi yapmak üzere harekete geçmiş bulunan Bolşevik bir mili tan, bütün zorluk, engel ve baskılara karşı, pratik devrimci değiştirici tutumun, önde gelen temsilcilerinden biri olmuştur. Bu kişi, Stalin’dir. Stalin, mücadeleye atıldığı ilk andan başlayarak, Marksizm’in usanmaz bir öğrencisi olmanın yanında, ulaştığı her yerde ve bulunduğu her alanda somut, devrimci bir dönüşüm yaratmayı ve bu arada kendisini de sürekli olarak yenilemeyi iş edinmiş olan bir proletarya militanıdır.
ÖRGÜTÇÜ VE GERÇEK BİR PRATİK DEVRİMCİ
Örgüt kavramı kuşkusuz değişik şekillerde anlaşılabilir ve anlaşılmaktadır. Örneğin kimileri, “örgütçü” denildiğinde, “devrimci örgüte adam kazanma”yı anlar. Bir başkası, örgütün gündelik işlerini organize etmenin “örgütçü” kavramının içeriğini tam anlamıyla doldurduğuna inanır. Ya da kimisi, genel olarak, “devrimci örgüt işi yapmak örgütçülüktür” inancına sahiptir. Oysa bunlardan hiçbirisi tek başına örgütçülük değildir.
Örgütçülük ve pratik devrimcilik; gündemdeki gelişmeleri Ye mevcut durumu bir “yorumcu, yakınmacı” tavrıyla ya da “müzmin protestocu” tutumuyla veya etkisiz-beceriksiz çabalarla “tespit edip eleştirmek” değil ama mevcut durum ve gelişmeleri, ileriye doğru Ye pratikte değiştirmek üzere devrimci eleştiriyle hücum edip, devrim yapma perspektifi, sorumluluğu, cesareti ve kararlılığıyla, ezilen emekçi kitlelerin kitlesel-istikrarlı mücadele ve örgütlerini alabildiğine güçlendirerek çok yönlü, etkili, sistemli, pratik ve kitlesel çalışma konusu yapmak demektir. Bu, her bakımdan devrime tam anlamıyla adapte olmak anlamına gelir.
Stalin’in, sonrasında olduğu gibi Ekim Proleter Devrimi öncesindeki çalışma ve eyleminde, gerçek bir örgütçünün, gerçek bir pratik devrimcinin cisimleşmiş gelişkin bir ifadesini görürüz. Örneğin, Bolşevik çalışmayı güçlendirmek üzere yıllarca görev yaptığı Kafkasya’daki çalışması öğreticidir. Onun, örnek bir örgütçü ve pratik devrimci oluşu, 1909’da yazdığı “Kafkasya’dan Mektuplar”a yansımıştır.
Ülkenin ve bölgenin güncel bir değerlendirmesine dayanan karşı güçlerin durumunun analiz edilmesi, ellerindeki olanak ve araçların, bunların kullanabilme imkânının hesaba katılması; işçilerin yaşam ve iş koşullarının, bilinç ve örgütlülük düzeylerinin tanınması ve bunları etkileyen koşulların ortaya konulması; sınıf ilişki ve çelişkilerinin tanınması, açığa çıkartılması ve çelişkilerin ilerlemeye yol açacak tarzda nasıl derinleştirilebileceğinin hesap edilmesi; bütün bunlara dayanan ve uygun olan amaçların ve taleplerin belirlenmesi; belirlenen amaçlara ulaşabilmek için sarsılmaz ve bükülmez bir irade ve yaratıcı eylemle sonuç almaya girişilmesi…
Bakû ve Tiflis’in fabrikalarında, sendikaların kurulması, gerici sendikaların ele geçirilmesi, belirli hedeflere ulaşabilmek için düzenlenen grevlerin amaçlarına ulaşabilmesi için, bütün olanakların sonuna kadar zorlanması ve sonuçlandırılması vardır burada. (Örneğin, Petersburg’da Kışlık Saray’a yapılan yürüyüşten birkaç hafta önce, yani 1904 yılı Aralık ayında, Bakû’deki petrol işçilerinin yaptığı sebatlı ve uzun bir grev, işçiler ile işverenler arasında bir toplusözleşme imzalanmasıyla sona ermişti. Rusya’da imzalanan ilk toplusözleşmeydi bu. Ve bu çetin grevde Stalin’in belirleyici bir rolü olmuştu.) Elbette ki bütün bu ve diğer çalışmaların genişletilebilmesi için, devrimci örgütün güçlendirilmesi ve en verimli tarzda mevzilendirilmesinin sağlanması, ajitasyon-propaganda ve aydınlatma faaliyetinin güçlendirilmesi için gerekli teknik donanımın sağlanması, araçların yaratılması… (Stalin, Bolşevik çalışmanın yaygınlaşıp emekçi kitlelerle birleşebilmesi için, örgütün sağlam bir teknik donanıma ihtiyacı olduğunu iyi biliyordu. Bir gizli basımevi kurarken ve işletirken ya da başka bir teknik aracı işletirken, eldeki her olanaktan ustaca yararlanıyordu. Bununla ilgili ilginç ve biraz da eğlenceli bir örneği burada aktarmak istiyoruz: “Polisin elinden kurtulmaya çalışan Koba, Batum yakınındaki bir köye gitmişti. Baskı makinesini de beraber götürmüş ve orada Haşim adında bir Müslüman’ın evinde kalmıştı. Teşkilatın üyeleri, kadın kıyafetine girerek ve Kafkas kadınlarının geleneksel uzun peçeleri şadralarla yüzlerini kapayarak,
Stalin’in bulunduğu eve geliyorlar ve gizli bildirileri alıyorlardı. Bunu gören komşular kuşkulanmaya başlamıştı. Koba’nın para bastığı söylentileri yayılmaya başlamıştı. Köylüler, elde ettiği kârdan kendilerine de hisse istemeye geldikleri zaman, durum tehlikeli bir şekle girmişti. Ama Koba, yaptığı işin aslını anlatarak, köylülerin güvenini kazanmış olmalıydı. Bununla birlikte, İslam dinini kabul edeceği hakkında Haşim’e söz vermekten geri kalmamıştı.” (STALİN, Bir devrimcinin hayatı-1, Isaac Deutscher, Sosyal Yayınlar, Çev. Selahattin Hilav))
1901 yılından başlayarak, uzunca bir süre faaliyet yürüttüğü Kafkasya bölgesinde Stalin’in (Kafkasya işçilerinin Koba’sının) yürüttüğü devrimci bir çalışmanın içeriği budur. O, burada gizli bir basımevinin örgütleyicisidir, devrimci bir gazetenin yayınlanmasının mimarıdır, fabrikalara dağıtılan devrimci bildirilerin yazandır, düzenlenen gösterilerin en önünde yürüyen militandır. Neredeyse dokunduğu her şeyde bir değişim yaratmaktadır ve sürekli olarak kendisini yenilemekte ve geliştirmektedir; o, buralardaki çalışmalarını kendisi açısından çıraklık ve kalfalık yılları olarak değerlendirmektedir örneğin. Elbette ki onun örgütçülüğü ve pratik devrimciliği, çarlığın da yakın ilgisine layık olmakta ve gizli polis onun hakkında şöyle bir rapor düzenlemektedir:
“1901 yılı Ağustos ayında, Tiflis Sosyal Demokrat Komitesi, daha önce İlahiyat Okulu altıncı sınıfında öğrencilik yapmış bulunan üyelerinden birini, yani Josef Vissarion Cugaşvili’yi, fabrika işçileri arasında propaganda yapması amacıyla Batum’a gönderdi. Cugaşvili’nin gösterdiği faaliyetin sonucu olarak, Batum’un bütün fabrikalarında Sosyal Demokrat teşkilatları ortaya çıkmaya başladı.” (a.g.e. s. 83)
İleri doğru hamleler yapabilmenin, somut adımlar atabilmenin vazgeçilmez koşulu ve şartıdır devrimci kadrolar. Ama gerçek bir devrimci militan, örgütçü olabilmenin şartı da somut ilerlemeler ve gelişmeler yaratabilmektir. Bugün Türkiye’de yaşanan yakıcı çelişki; gelişme ve saldırıları, bulunduğu fabrika, işyeri, yerleşim alanı, okul ve bölgesindeki yığınların ana kitlesinin; bilinç, eylem ve örgütlenmesini geliştirici pratik çalışmanın (yasal-yasadışı, sözlü-yazılı kitlesel ajitasyon, propaganda, teşhir, açıklama, kampanya, çağrı vb.) konusu haline getirmeyen devrimciler, sözde devrimci kal maya mahkumdurlar. Bunun yanında devrimin ve devrimci mücadelenin pratik olarak örgütlenebilmesi için bugün; bu çelişki, gelişme ve saldırılardan etkile nen kitlelerin en çoğuna, en anlaşılır, en etkili biçimde ve kesintisizce gitmek ve onların tek tek alanlarda ve birleşik olarak en çoğunu, en kararlı biçimlerde, en somut talepler için harekete geçirmek; güçlerini en etkin biçimde kullanıp biriktirecekleri ve belirleyici savaşlara hazırlanacakları, en kitlesel, en işlevli, en dayanıklı ve pratik araçlara kavuşturmak üzere her olanağı kullanarak en fazla çabayı gösterebilmeliyiz!
Bunun için vazgeçilmez olan şeyler den birisi vardır ki, bu devrimin ve devrimci kitle hareketinin örgütlenmesi için tam anlamıyla bir zorunluluktur: Parti disiplini.
Parti disiplini, devrimin bir parçası olmayı değil, ama devrimi yaşamının bir parçası yapmayı kafaya koymuş olan bir oportünist için, boğucu, özgürlüksüzleştirici, sıkıcı ve birey haklarını baltalayıcı bir şey ya da bir türlü azaptır. Ama proletaryanın kurtuluşunun, herkesin kurtuluşu olduğunu ve herkes kurtulmadıkça, hiç kimsenin kurtulamayacağım çok iyi bilen proletarya devrimcileri için ise devrime parti disipliniyle kenetlenmek gerçek bir özgürlük anlamını taşır. Burjuva dünyasından onu yıkmak üzere ve ona karşı tam bir koşusu gerçekleştirmek isteyenler için gerçek ve somut bir olanaktır bu.
Stalin’in bütün devrimci yaşam ve eyleminde, sarsılmaz bir parti disiplini ve bükülmez bir irade kendisini açıkça göstermektedir. O, parti disiplinini, partinin taktik ve stratejileriyle yaratıcı devrimci eylemin birleşmesi olarak görüyor ve daha 1903 yılında şunları söylüyordu:
“Savaşçı proleterin partisi, fertlerin rasgele bir araya toplanmasından kurulmuş bir yığın olamaz. Parti, merkezileşmiş ve tutarlı bir teşkilat olmalıdır… Partinin görüşlerini pasif bir şekilde kabul etmek yeterli değildir. Herhangi bir programı kabul etmeye hazır bir yığın geveze ve boşboğaz her zaman bulunur…”(a.g.e. s. 101)
Gerçekten sözü edilen dönemde, sosyalist programları benimseyen birçok kişi vardı. Ama devrimin ihtiyaç duyduğu kişiler, Lenin’in deyimiyle “doğrudan eyleme dalan” asla sarsılmayan bir disiplin ve başarma tutkusuyla harekete geçen, üzerinde iş yapılacak olan nesne eğer demir kadar sertse, ona çarpıp geri dönmeyen ama çelikten bir parti disipliniyle onu değiştirebilmeyi başaran kadrolardı. Eğer böylesi Bolşevik kadrolar olmasaydı, Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesi olanaksız olurdu. Stalin bunu biliyordu, Marksizm’i bir eylem kılavuzu olarak kavramıştı, düşünce ve eyleminde onunla silahlandırmıştı kendisini. Stalin’i, Stalin yapan şey işte buydu.
ASLA “TOPRAK”TAN KOPMAYAN BİR MİLİTAN
Stalin, “Pratik Çalışma Üzerine” başlıklı yazısında, komünistlerin kitlelerle bağlan hakkında şunları yazar:
‘Yığınlarla bağlantı, bu bağlantıları güçlendirme, yığınların sesini dinlemeye hazır olmadır. Bolşevik önderliğin gücü ve yenilmezliği burada yatar. Geniş halk yığınlarıyla bağlarını sürdürdükleri sürece Bolşeviklerin yenilmez olacağı, bir yasa olarak kabul edilebilir. Ve tersi; Bolşeviklerin tüm güçlerini yitirmeleri ve bir hiç haline gelmeleri için, yığınlardan kopmaları ve onunla bağlarını kaybetmeleri yeter, bürokratik pasla kaplanmaları yeter.
Eski Yunan Mitoloji düşüncesinde, deniz tanrısı Poseidon ile toprak tanrıçası Gaea’nın oğlu olan Anteus adlı unlu kahraman vardı. Anteus, kendisini doğuran, besleyen ve büyüten annesine özellikle bağlıydı. Bu Anteus’un yenemediği kahraman yoktu. Yenilmez bir kahraman sayılıyordu. Anteus’un gücü nede gizliydi? Bir düşmanla kavgaya giriştiğinde, kendisini doğuran ve besleyen anasına dokunur ve yeni bir güç kazanırdı, İşte Anteus’un gücünün kaynağı. Ama gene de bir zayıf noktası vardı —topraktan herhangi bir biçimde ayrılma tehlikesi. Düşmanları, Anteus’un bu zayıflığını hesaba katıp onu gözlemeye başladılar. Ve bu zayıflığından yararlanıp Anteus’u yenen bir düşman buldular. Bu, Herkül’dü, Herkül, Anteus’u nasıl yendi? Anteus’u topraktan ayırıp havaya kaktırdı. Anteuse’un toprağa dokunma olanağını ortadan kaldırıp onu boğuverdi.
Sanırım, Bolşevikler bize Yunan Mitoloji kahramanı Anteus’u hatırlatıyorlar…” (Stalin, Örgütlenme Üzerine, Yorum Yayınları)
Stalin, 1901’den başlayarak Ekim Devrimi’ne kadar, 17 yıl boyunca tam bir yeraltı militanıydı. Bu dönem boyunca 7 kez sürgün edildi ya da tutuklandı. Ama her tutuklanmanın ardından o, yine toprağa, kitlelere döndü. Onun, yıllar sonra geriye dönüp baktığında devrimci çalışmanın başarı koşullarından en önemlisi olarak gördüğü şey bu olacaktı: Ezilenlerin olabilecek en fazlasıyla ilişki kurmak. Bir Bolşevik olarak Stalin’in çalışma tarzında, ezilen kitlelerle bağı koparmamak, tersine sürekli olarak güçlendirmek için mutlaka bir yol bulunurdu. Evet, o, tam 17 yıl boyunca bir yeraltı militanıydı: Ama onun açısından yeraltı militanı olmak demek, emekçilerle ve işçilerle bağlan koparmak anlamına gelmiyor, tersine, kitle hareketini örgütlemek için sınırsız bir olanaklar toplamını, sınırsız bir özgürlük ortamını ifade ediyordu.
İflah olmaz bir yasalcı için, yeraltı yaşamından daha boğucu olan ne vardır? Böyle bir kişiye, yasadışı çalışma, tehlikeli, riskli, boğucu bir esaret ortamı olarak görünür. O, sadece yasal araçlarla ve üstelik kendince daha fazla insana seslenme imkânı varken, gizli çalışmanın temel alınmasındaki inatçılığı anlayamaz. Ona böyle bir düşünce (gizli çalışmayı temel alma düşüncesi) dar kafalılık ya da maceracılık olarak görünür. Gizli çalışmanın yasal çalışmadan kat kat özgür olduğu bir yana bırakılırsa, devrimci kitle çalışmasında yasal olanaklardan azami olarak yararlanabilmenin koşulunun gizli örgüt ya da gizli çalışmanın temel alınması gerektiği, devrim tarihi tarafından onlarca kez kanıtlanmıştır. Gerçekten, Ekim Devrimi bu açıdan çok iyi bir örnektir. “Yasalcı Marksistler”in kitlelerden kopması, ama güçlü, sağlam, esnek ve çelikten bir disiplinle örülü Bolşevik Parti’nin, devrim için yığınların yaratıcı gücünü harekete geçirebilmesi bu açıdan çok iyi bir örnektir. Bir Bolşevik militan olarak Stalin 17 yıllık yeraltı yaşamı, bu açıdan gelişkin bir örnektir. 0, bütün bu dönem boyunca, çalışma yürüttüğü yerlerde yasal olanaklardan en verimli tarzda yararlanabilmeyi çok iyi bilmiştir. Örneğin o, Bakûlü petrol işçileri arasında yürüttü ğü çalışma sırasında yazdığı mektuba, şu notu düşürmektedir:
“Eğer örgütümüz krizi nispeten kolay atlatabildiyse, eğer faaliyetine hiçbir zaman ara vermediyse ve tüm güncel sorunlara şu ya da bu biçimde tepki gösterdiyse, bunu birçok bakımdan kendisini çevreleyen ‘legal olanaklar’a borçludur.” (Stalin, Eserler-3, İnter Yayınları)
Yasal olanaklar, elbette burjuvazinin işçilere ve devrimcilere bahşettiği bir şey değil ama bizzat onların mücadelesinin bir sonucu, bir ürünüdür. Bunlar, burjuvazi tarafından, işçi sınıfına ve devrimci örgütlere daha güçlü saldırılar düzenlemek için geri atılan bir adını anlamım da taşıyabilir. Ama devrimci yaratıcı çalışma, bu olanakları, burjuvaziyi daha da geriye doğru adım attırmanın, yere yıkmanın da bir olanağıdır. Yeter ki, komünist örgüt ve komünist militanlar, bu yönde hareketli, esnek ve sağlam bir biçimde harekete geçebilsinler ve emekçi yığınları bu yönde hareketlendirebilsinler.
DEVRİMCİ RUS ATILIMCISI, AMERİKAN PRATÎKÇİSİ
“a) Rus devrimci atılımı ve b) Amerikan pratiği anlayışı, Leninizm’in tarzı, bu iki özelliğin parti… çalışmasında birleşmesidir.
Rus devrimci atılımı, eylemsizliğe, yerleşmiş verimsiz alışkanlıklara, tutuculuğa, zihin durgunluğuna, eski geleneklere kölece bağlılığa karşı panzehirdir. Rus devrimci atılımı öyle canlandırıcı bir güçtür ki, zihni açar, ileri doğru iter, eskiyi parçalar, perspektifler açar. Bu atılım olmadan hiçbir ilerici hareket mümkün değildir.
Amerikan pratiği anlayışı, tersine, ‘devrimci’ Manilovizme ve işgüzarlığa karşı panzehirdir. Amerikan pratiği anlayışı, engelleri tanımayan, her cins ve her türlü engeli verimli çalışmayla deviren, önemsiz de olsa başladığı işi muhakkak bitiren ve ciddi bir kuruluş çalışmasında mutlaka edinilmesi zorunlu olan yılmaz bir güçtür.
Ancak bu ikisinin birleştirilmesi bize, tam Leninist militan tipini ve çalışmada Leninist tarzı verir.”(Stalin, Leninizm’in Sorunları, Sol Yayınlan, s. 100 vd.)
Stalin, bunları, 1924 Nisan’ı başlarında Sverdlov Üniversitesi’nde verdiği konferanslar sırasında söylemektedir; söylenenler Leninizm’in çalışma tarzına ilişkindir. Bunlar, Stalin’in bütün devrimci hayatı boyunca karşılaştığı ve aştığı engellerden, denk geldiği ve çözdüğü sorunlardan, oportünist unsurlara karşı acımasız ve sert mücadelelerinden, yani karşıdevrimci eyleminden ve Bolşevik Parti’nin çetin mücadelelerinden vb. çıkardığı derslerin en özlü anlatımlarından birisidir.
Dikkat edilecek olursa, burada, devrimci çalışma açısından iki olumsuz yön, iki ciddi hastalık sıkı bir eleştiriye tabi tutulmaktadır. Bunlardan birincisi; “Kökeni, her şeyi yoluna koyabilen, her şeyi değiştirebilen, kararnamelerin kerametine körü körüne inanma olan ‘devrimci’ işgüzarlık hastalığı, devrimci plan yapma hastalığı”dır. İkincisi ise; “kısa sürede yozlaşma tehlikesiyle karşı karşıya olan, dar pratikçilik ve ilkesiz işgüzarlıktır. Diğer yandan da Leninist çalışma tarzı açısından olmazsa olmaz (olmazı oldurmak için olmazsa olmaz) iki devrimci vurgu yapılmaktadır burada. Bunda, çalışmada sürekli bir ihtilalcilik, devrimci coşku ve girişilen her eylemden sonuç almak ve başarma tutkusu özetlenebilir.
Bizim ülkemizdeki güncel devrimci mücadelenin sorunları açısından düşünürsek, buradan şu somut sonucu çıkarabiliriz:
Binlerce, on binlerce ezileni etkileyen yakıcı gelişme ve sorunları yine binlerin, on binlerin mücadele ve örgütlenmesine, giderek birleşik hareketine yol açacak gelişme ve sorunlar olarak değerlendirmek; kendi ilerici, devrimci varlığını böylesi bir mücadelenin örgütlenmesinin aracı olarak arındırmak, yenileyip geliştirmek. Bugün, devrimci çalışmanın ve devrimci militanın başlıca uğraşısı ve başlıca ölçütü bu olmalıdır.
Değilse, “doğruları kabul edip savunarak” “yanlışları eleştirerek”, “devrimci ilerlemeyi değil ama ‘devrimci’ plan yapmayı iş edinerek”, “çalışmaya gerçek bir ihtilalci ruh hali yerine, sorunlar altında boğulan bir sızlanıcının ruh halini geçirerek”, “devrimci teoriyle daha fazla silahlanma yerine, ondan biraz daha uzaklaşarak, zihni biraz daha durağanlaştırarak” devrim örgütlenemeyeceği gibi, böylesi bir mücadelenin” bir arpa boyu yol alamayıp, zaferler kazanamayacağı asla unutulmamalıdır. Devrimi pratik olarak örgütlemek için gerekli olan; pratik yaşam ve mücadele koşulları içinde doğruları yapmak, yanlışlardan kaçınıp, yanlışları gidermektir. Bu olmadığı takdirde, gelişmelerin doğal zorluk ve engelleri ile mevcut koşullar; taşıdığı muazzam mücadele olanaklarının sonuna kadar değerlendirilmesi çabasının, sorumluluğunun ve kararlılığının (yani pratik devrimciliğin) değil; ama ortaya çıkardığı “muazzam sınırlılıkların”, çaresizlik ve yalpalamalara gerekçe yapılışının (yani “devrimci lafazanlığın”) konusu yapılarak ele alınmış olacaktır.
Eğer “devrimci lafazanlığı” ve “dar pratikçiliği-ilkesiz işgüzarlığı”, devrimi pratik olarak ve yenilenmiş bir enerjiyle örgütlenmeye yeğlemeyeceksek; eğer kimin hangi yanlışı ya da gericiliği yaptığı üzerine değil, ama bizim hangi doğruları yaptığımız ve daha nasıl yapacağımız üzerine söz ve eylem oluşturacaksak;
Devrimci yaratıcılık ve çalışmada ihtilalcilikle, işçi sınıfını, Kürt halkını, emekçileri, gençliği ve devrimci komünist safları, güncel gelişmelerin yakıcı hale getirdiği sorun, ihtiyaç ve talepler için, tek tek ve birleşik olarak yürüteceği mücadelelere hazırlanmak üzere somut iş, kararlı ve etkili bir faaliyet yürütmek zorundayız.
Değilse, kimsenin sızlanıp yakınmayı, gelişmelerin öncesi ya da sonrasında ahkâm kesip, yerli yersiz ve sonu gelmez yorumlar yapmaya hakkı olmadığı gibi, bunun devrimcilik adına hiçbir pratik anlamı da yoktur.
Unutulmamalıdır ki bugün, “bekleme, sızlanma, yorum” değil; ezilen kitlelerin bilinç, örgüt ve eylemini geliştirecek işe yarar, pratik ve ihtilalci kararlar alma ve değiştirici, çok yönlü, etkili, inatçı ve somut girişim zamanıdır. Yukarda kısaca aktarmaya çalıştığımız, Stalin’in Leninist çalışma tarzı ve Leninist militan tipi hakkında söylediklerinden, ülkemizin güncel devrimci mücadelesi bakımından çıkarabileceğimiz sonuçlar, böylece özetlenebilir. Ve Stalin’in kendi devrimci eylemi bunun ayrıntılı, zengin ve çok yönlü bir örneğini oluşturmaktadır.
BİR YILDIZ
Stalin’in devrimci eylemi, devrimci yaşantısı ve devrimci eserleri; her işçi, her emekçi, dünyayı devrimci değiştirmek isteyen her aydın ve geleceği kazanmak isleyen her genç tarafından, bugün her zamankinden daha iyi, her zamankinden daha dikkatle ve daha ayrıntılı incelenmelidir. Biz onu, 115. doğum gününde en öne çıkmış sorunlarından birisi ekseninde anmaya çalıştık. Bir komünist, devrim için can vermiş bir komünist için düzenlenen bir anma toplantısında şunları söylemişti: “Devrimci kadroları ve devrimci önderleri anmamızın, onların ölülerine bir faydası yoktur. Onların ruhunu şad etme gibi bir kaygımız ve amacımız da yoktur, biz materyalistiz. Onları kendimiz için anarız.” Stalin gibi Bolşevik bir önderi, bu açıdan bakıldığında, her zaman çeşitli yönleriyle anabiliriz ve anmalıyız.
Bencillik, bana necilik, kendi başını kurtarma hayalleri, dünyayı kurtarmak bana mı/bize mi kaldı düşünceleri, yemeyen domuz ilkeleri, köşe dönücülük, sömürü, hırsızlık ve her türden alçalma gibi hastalık, eğilim ve tutumlar, özel mülkiyete dayalı bu sömürü, baskı ve yozlaşma düzeni sürdükçe varlığını şöyle ya da böyle devam ettirecek ve egemen sınıflar tarafından “liberalizm, özgürlük, çağdaşlık, yükselen değerler, globalleşme” vb. sloganlarla türlü ideolojik, politik, pratik çarpıtma kampanyalarıyla yaygınlaştırılmaya çalışılacaktır.
Ama sömürücü kapitalist sınıfların, düzenin çanak yalayıcılarının ve bunların artığıyla beslenen küçük burjuvazi ve sınıfına, kendisine yabancılaşmış her türden ayak takımının dünya görüşünü ve yaşam biçimini ifade eden bu olgu ve değerler, ne topluma refah, zenginlik, özgürlük vs. getirebilecek ne de bu düzenin ezip tüketmek istediği başta işçi sınıfı olmak üzere, halk kitlelerinin sonsuza değin “uygar köleliğe” boyun eğmesini sağlayabilecektir.
Ve yaşam, bu hastalıklı, çürüyen olgu, kavram, değerler ve düzenle birlikte, bunlardan ayrı, capcanlı, sağlıklı ve gelişken olan, “kolektivizm, dayanışma, sevgi, toplumsal kurtuluş, toplumsal refah, toplumsal özgürlük, toplumsal eşitlik” gibi, “herkesten emeği/yeteneği ölçüsünde, herkese emeği/yeteri kadar- sosyalizm/ komünizm” gibi “devrimci isyan, mücadele ve devrimci parti” gibi olgu, değer, dünya görüşü ve toplumsal düzeni de içinde barındırmaktadır. Ve gerçekten yeni bir dünyayı kurmayı bir temenni, bir istek, bir özlem olarak değil; ama devrimci pratik olarak örgütlemeyi kesin bir zorunluluk olarak kavrayan ve bu devrimci değerlerin egemen kılınmasını, gerçek özgürlük için bir mahkûmiyet olarak gören bizler için, yüzümüzü döneceğimiz ve örnek olacağımız, ışığı hiç sönmeyen ve asla sönmeyecek olan bir yıldız vardır.
Stalin, ışığı hiç sönmeyen bir yıldızdır.
Aralık 1994