Ekim Devrimi Sonrasında Avrupa Devrimleri Ve Enternasyonalizm

Komün’ün ezilmesinden sonra, dünya yeni bir devrim dönemine girmektedir. Bu kez, sosyalizm için olgunlaşmış kapitalizm, dünya proleter devrimini olanaklı kılacak nesnel koşulları ortaya koymaktadır. Devrimin hazırlığının yeterli olması, öncü proletaryanın bilinç, örgütlülük ve emekçi yığınları peşinden sürükleme yeteneğinin gelişkinliği durumunda zafer yakalanabilecektir.
Kapitalizmin ülkeler ve sektörler düzeyinde dengesiz gelişimi topyekûn bir dünya devrimini geçersizleştirmekte; ancak 1912 Basel Bildirisi’ni doğrulayarak gelişen ekonomik ve siyasi bunalım, yönetenleri ve yönetilenleri etkileyerek yığınları olağan dönemlerde olanın ötesinde bağımsız tarihi eyleme itmekte, devrimci durum, öngörüldüğü gibi gelişmektedir.
Kapitalizmin genel bunalımına yol açarak genel bir yıkıma ve sefalete ama giderek en çok da başlatıcılarına karşı tepkilere neden olan emperyalist savaş, uluslararası burjuvaziyi hemen her ülkede içinden çıkılmaz bir duruma yuvarlamaktadır.
Rusya kaynamaktadır. Büyük çaplı grevlerin yanında ordu savaşmamaya başlamış, kendiliğinden cephelerde kardeşleşmeler baş göstermiştir. Sonuç, ’17 Şubat Devrimi’dir. İşçi, köylü ve asker Sovyetleri kurulur. Rusya, 1905’den deneyimlidir. Otokrasi devrilir. Kerensky başbakan olur. İktidar ikiye bölünmüştür: Bir tarafta Sovyetler, diğer tarafta küçük burjuvazi tarafından desteklenen ve emperyalist politikayı sürdürmeye çalışan burjuva hükümet. Lenin, “bütün iktidar Sovyetlere” sloganını işlemektedir.
Yenilgiye gitmekte olan Almanya da karışmıştır, ikinci Enternasyonalin ana partisi SPD, Scheidemann’ların, Bauer’lerin, Noske’lerin partisi burjuvazi ve hükümetin siyasetini itirazsız kabul etse ve proletaryayı yatıştırma ve emperyalist savaşa sürmeyi ilke olarak benimsemiş bulunsa bile, işçi yığınları kontrol dışına çıkmaya başlıyordu. Nisan ’17’de SPD, Spartakistlerin de içinde yer aldığı, Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi’ni doğurmak üzere bölünürken ilk büyük grev de patladı. 200 binden fazla metal işçisi, ekmek kısıtlamasına karşı, siyasal talepler de ileri sürerek greve çıktı. Ama asıl önemlisi, Ağustos’ta yaşandı. Alman. Donanması’nda ayaklanma patladı. Demokratik bir barış ve devrim kararıyla, gemi tayfaları devrimci örgütü, harekete geçti. Birkaç gemide çıkan isyan diğerlerine de sirayet etti, ancak kanlı bir şekilde bastırıldı.
Rusya proletaryasının geçici olarak da dünya devriminin ön saflarında sorumluluk almaya zorunlu kılındığını düşünmekte olan Lenin, Rusya’da bunalımın olgunlaşmış olması görüşüne de bağlı olarak “bütün iktidar Sovyetlere” ajitasyonunun eyleme dönüşmesi zamanın geldiği inanandaydı. Sahip olduğu dünya devrimi perspektifi ve enternasyonalist bilinçle “Buhran Olgunlaşmıştır” başlıklı makalesinde şöyle yazdı:
“Şurası muhakkak ki, Eylül sonu, Rus devrim tarihinde, görünüşe göre pek muhtemelen dünya devrimi tarihinde yeni bir çağın başlangıcı oldu…
Şurası muhakkak ki, Almanya, daha önce de askeri birlikler arasında tecrit edilmiş durumda kalmış isyan örnekleri gördü, ama bunlar o kadar anlamsız, o kadar dağınık, öyle zayıf isyanlardı ki kolaylıkla bastırılabildiler ve bu, isyan hareketlerinin yığınlara bulaşmasını önlemek için esastı. Nihayet hareket, donanmada öyle bir olgunluk derecesine vardı ki, Almanya’nın askeri zindan rejiminin daha önce eşi görülmemiş bir sanatla hazırladığı ve inanılmaz bir katılık ve titizlikle uyguladığı bütün baskılara rağmen, hareketi ne bastırmayı ne de örtbas etmeyi başarabildiler.
Artık şüphe etmek mümkün değildir: Dünya proleter devriminin eşiğinde bulunuyoruz… Biz Rus Bolşeviklerine, ‘size çok şey verildi, sizden de çok şey istenecektir’ denebilir ve denmelidir.” (Nisan Tezleri, Sf. 205)
Lenin’in enternasyonalist tutumu kesindir. Görevin bilincindedir. Henüz olgunlaşmamış Alman devrimi yanında Rus devriminin olgunluğunun ve yüklediği görevin farkındadır. Rus Bolşeviklerinden “istenecek” olan şudur:
“Devrimimiz son derece kritik bir dönemden geçiyor. Bu buhran, dünya sosyalist devriminin hızlanmasından doğan büyük buhran ile ve bütün dünya emperyalizminin ona karşı yürüttüğü mücadelenin buhranı aynı zamanda yer alıyor. Partimizin sorumlu yöneticilerine dev bir görev düşmektedir; eğer onlar bu görevi yerine getirmezlerse enternasyonal proleter hareketi tam bir fiyasko tehlikesi ile karşı karşıya kalır…
Uluslararası duruma bir göz atınız. Dünya devriminin yükselişi inkâr götürmez… Alman donanmasının ayaklanması, hiç şüphesiz, dünya devriminin, büyük buhranın büyümesine işaret etmektedir.
Alman devrimcileri karşısında, bugün içinde bulunduğumuz durum üzerine düşününüz. Bize diyebilirler ki, açıkça devrim çağrısında bulunan bir tek Liebknecht’imiz var bizim. Zindan onun sesini boğdu. Devrimin zorunluluğunu açıkça ortaya koyabilecek bir gazetemiz yok, toplanma özgürlüğümüz yok. Bizim sesimiz ancak büyük güçlüklerle yığınlara ulaşıyor. Ve biz, belki de yüzde bir şansla bir ihtilale giriştik. Ve siz, devrimci Rus enternasyonalcileri, altı aydır serbestçe propaganda yapmak özgürlüğüne sahipsiniz, yirmi kadar gazeteniz var, bir sürü işçi ve asker Sovyetleri vekilleriniz var iki başkentin Sovyetlerinde üstün gelmiş durumdasınız, bütün Baltık donanması, Finlandiya’nın bütün Rus ordusu sizinle birlikte ve ayaklanmanızı zafere götürmek için yüzde doksan dokuz şansa sahip olduğunuz halde, bizim ihtilal çağrımıza cevap vermiyor, emperyalist Kerenski’nizi devirmiyorsunuz.
Evet, eğer böyle bir anda, bu kadar elverişli şartlarda Alman devrimcilerinin bu çağrılarına sadece kararlara cevap verirsek gerçekten enternasyonale ihanet etmiş oluruz.” (Age,sf.217)
Yazıldığı tarih, ’17 Ekimi’dir ve birkaç hafta sonra tarihin tanıdığı o en büyük devrimci inisiyatif kullanılacak ve Rusya’da bir ayaklanmayla Bolşevikler iktidarı alacak, proletarya diktatörlüğü kurulacaktır.
Bu, Lenin’in proleter devrimi bir dünya devrimi olarak kavrama ve başka ülkelerin proletarya ve devrimleri karşısındaki enternasyonalist tutumunun birinci yönüdür.
Söz konusu olan, yalnızca, muzaffer bir ülkenin proletaryasının diğer ülkelerde devrimin gelişmesi açısından sunacağı destek, böylelikle bir yandan dünya proleter devrim sürecinin ilerletilmesi ve diğer yandan muzaffer proletaryanın bir ülkenin sınırları içinde sıkışıp kalmasının önlenerek devrimin sağlamlaştırılması değildir. Enternasyonalist görev, daha dünya devrimi süreci pratik olarak başlamadan da yerine getirilmelidir. Bu, başka ülkelerde devrimin gelişmesini kolaylaştırmak üzere, onun, koşullan en olgun olduğu ülkede, görevin, söz konusu ülke proletaryasının en büyük fedakârlığı ortaya koyması olduğunu bilerek devrim sürecini başlatmak için elden gelenin yapılmasını gerektirmektedir.
Dünyada devrimci durum olgunlaşmak-taysa, devrim kapıyı çalmaktaysa, enternasyonalistler üzerlerine düşeni yapmak durumundadırlar. Süreci başlatmak, kuşkusuz, en çok, devrim için en hazır, en olgun koşullara sahip ülke proletaryasının görevi olmaktadır. Proletarya, uluslararası bir sınıf olarak, sadece kendi ülkesinde zafer kazanmak için değil ama başka ülkelerde kazanılacak zaferlerle bu zaferi pekiştirmek Ve dünya devriminin yolunu açmak üzere yeni zaferleri kolaylaştırıp teşvik ederek ilerlemek, böyle düşünmek ve davranmak zorundadır. “Kendi” ülkesinde devrimi başarmak üzere her şeyi yapmak, devrime girişmek ve dünya devrim sürecini başlatmak Rus proletaryası ve önderi Lenin’in başka ülkelerin proleterlerine sundukları desteğin birinci yönüdür. Bu yapılmıştır.
Aksine davranmak, Lenin’in deyişiyle enternasyonale ihanettir. Dünyada proleter devrimin ayak sesleri duyulurken ve bir dizi ülkede devrimci girişimlerini ortaya koymakta ve hatta ayaklanmakta olan proletaryanın, hele durum bir devrim için uygunken, “çağrıları”na cevap vermemek, dünya devrim sürecine, bu sürecin başlayıp, ilerletilmesi açısından, olanaklı en büyük katkıyı yapmamak, başka türlü nitelendirilemez. Dünya devriminin başlatılması ve uluslararası proletaryanın bir ülkede iktidara gelmesinin, henüz başka hiçbir somut destek sunmadan, yalnızca bu varoluşun, başka ülkelere ne büyük bir destek oluşturduğu ortadadır. Bizatihi başlamak, ortaya koyacağı örnek ve dünya proletaryasının en geri yığınları üzerinde bile yapacağı uyandırıcı ve harekete geçirici etki ile, henüz yalnızca proletarya iktidarının kurulmuş olmasından gelen güçle, enternasyonal desteğin sağlanması anlamına gelmektedir. Uluslararası etkileri bakımından “kendi” ülkesinde devrimi başlatmak ve iktidarını koruyarak onu her gün daha ileriye götürmek, proletaryanın enternasyonal görevleri ve sunacağı desteğin en belli başlı unsurudur.
Dünya devrim sürecini başlatmak, uluslararası proletarya devriminin yolunu açmak, devrimin uluslararası gelişmesinin Rusya ve Rus proletaryasını getirdiği öncü konumda ona düştü. Bu görevden kaçınamazdı, ama bu, Rus proletaryasına büyük fedakârlıklar yükledi. Rusya’da proletarya dört bir yandan üzerine yöneltilen emperyalist gerici saldırılarla boğuşmak, dünya devriminin köklerini dökülen kanlarıyla beslemek durumunda kaldı. Ve devrim ilerledi. Lenin proleter enternasyonalizmini, küçük burjuva enternasyonalizminden farklı olarak tam da bu yönlerine vurgu yaparak tanımlıyordu:
“Küçük burjuva milliyetçiliği, enternasyonalizm olarak ulusların eşitliğinden başka hiçbir şey kabul etmez… Oysa proleter enternasyonalizmi, ilk olarak herhangi bir ülkedeki proletarya mücadelesinin çıkarlarının, dünya çapındaki mücadelenin çıkarlarına bağlanmasını, ikinci olarak da burjuvaziyi yenen bir ülkenin, uluslararası sermayenin yıkılması için en büyük fedakârlığı yapabilecek nitelikte ve yapmaya hazır olmasını gerektirir.” (Sağ ve Sol Sapmalar Üzerine, sf.191)
Pratik olarak söylenene uygun davranılmıştır. Devrimin Rusya’da başlatılması, Rus proletaryasının çıkarlarının dünya çapındaki mücadelenin çıkarlarına bağlı kılınmasının bir örneğidir. Bu, aynı zamanda, uluslararası sermayenin yıkılması için en büyük fedakârlığı yapmaya hazır olduğunu, Rus proletaryasının bu fedakârlığı yapabilecek nitelikte bulunduğunu göstermiştir.
Başlamak, koşullar devrim için hazır olduğunda “kararlar almakla yetinip” beklememek, zorlukları ve fedakârlığı başkalarının yüklenmesi için kenara çekilmemek, enternasyonal tutum ve desteğin kaçınılmaz gereğidir. Uluslararası oportünizm ve sosyal şovenizm devrimden tümüyle vazgeçmiş yalnızca laflarla proletaryayı avutur ve bir devrim ihtimalinden bile korkarken, devrim ihtimali karşısında yatıştırıcılık II. Enternasyonal şefleri tarafından temel ilke olarak kabul edilirken, başlamanın enternasyonal anlamı, çok daha önemlidir.
Kuşkusuz, yalnızca dünya devrim sürecini başlatacak ilk devrime, Rusların giriştiği gibi girişmek değil, bu süreci ilerletecek, başka ülkeler proleterlerinin işini kolaylaştırmaya katkıda bulunacak hiçbir devrime, koşulları uygun olunduğunda girişmek, tek tek her ülkede devrim yapıcılığa yönelmek, devrimci davranmak enternasyonalist olmanın ölçütlerindendir. Lenin, 1921’de, çeşitli ülkeler komünist delegeleriyle III. Enternasyonal 3. Kongresi sırasında yaptığı toplantıda Çekleri bu açıdan eleştiriyordu:
“Çekoslovakya’da olaylar gerçekten eylemi hazırlama noktasına gelecek mi, yoksa güçlüklerden dem vurularak kısıtlanacak mı? Solcu yanılgı, sadece bir yanılgıdır. Büyük bir yanlış değildir ve kolaylıkla düzeltilebilir. Ama bu, eyleme geçme kararlılığını ilgilendiren bir durumsa, o zaman ufak bir yanılgı olmaktan çıkar, düpedüz ihanet olur. Bu yanlışlar birbirleriyle kıyaslanamaz. Ancak başkaları harekete geçtikten sonra biz devrim yaparız görüşü, temelden yanlıştır.” (Age, sf.215)
Rusya’da proletarya devrimiyle dünya devrimi başlamıştı ve devrimci durumun olgunlaşmakta olduğu Avrupa, kaynaşma halindeydi. Şurada burada patlak veren, yaygınlaşma eğilimi gösteren grev ve gösterilerin yanı sıra ayaklanmalar, devrimi mayalamaktaydı. Yanı sıra, Asya’nın sömürge ve yarı sömürge ulusları, bu ülkeler emekçilerinden devşirilen askerlerle ordularını şişiren emperyalistler tarafından bir kez ellerine silah verilmiş ve eğitilmişler, Sovyet örneği ise önlerinde yepyeni ufuklar açmış bulunuyordu. Yüzyıllardır ezilip horlanan, son on yıllardır emperyalistler tarafından soyulup itilip kakılan 1 milyarın üzerinde nüfuslarıyla Doğu, uyanış halindeydi. 20. yüzyılın ilk on yılında Türkiye, İran ve Çin devrimleriyle dünya sahnesine çıkan Doğu’nun ezilen ülkelerindeki mayalanış, hiç de gelişkin Avrupa ülkelerinde olandan az değildi. Rus devrimi ise yeni bir devrimci olanak yaratmaktaydı: Avrupa’nın proleter devrimleriyle Doğu’nun sömürge ve yarı sömürge ülkelerinin ulusal demokratik birbirine bağlanması ve tek bir dünya proleter devrimi sürecinin bileşenlerini oluşturması. Rusya, köprü oluyordu.
Rusya’da zafer kazanan proletaryanın enternasyonalizme temel önemdeki ilk katkısı, proleter dünya devrimini başlatmak, dünyada devrim için koşulların olgunlaşmasına katkıda bulunmak, devrimleri kolaylaştırmak ve yolunu açmak oldu.
İkinci temel katkı, hemen bunun doğal sonucu olarak ortaya çıkıyordu. Rusya’da devrim, Sovyetler fikri ve pratiği, sömürülüp ezilen işçi ve emekçi yığınların kendi kaderlerini kendi ellerine almalarının olanaklı olduğunun pratik olarak ortaya konmasının getirdiği örnek olma gücü ve bunun güçlü teşvik edici etkisi, bütün ülkelerin proleterleri ve ezilen yığınlarını uyandırıcı rolü, enternasyonalizm açısından sunulmuş paha biçilmez bir destek oluşturuyordu. Uluslararası proletarya ve Doğu’nun ezilen, sömürge ulusları gözlerini Rusya’ya dikmiş, Rus proletaryasının dev eylemini ve kendi kendilerinin efendileri oluşunu büyük bir dikkatle izliyor, ezilenlerin gücüne güvenip inanmayı öğreniyor, güçlükler içindeki Rus Devrimi’nin başarılarıyla moral tazeliyor ve şevkle kendi kurtuluşlarının yoluna yöneliyorlardı. Kuşkusuz her bir devrim, kendi nesnel koşullarının bir araya gelmesiyle patlak verecek ve kendi yolunu izleyecekti; ancak, tüm dünyada devrimin öznel koşullarının hazırlanması sürecine, ortaya koyduğu örnekle, büyük bir atılım sağlayan ve devrimin nesnel koşullarının olgunlaşmasına iki yönlü, birincisi, Rusya’nın kapitalist sistemden kopmasıyla emperyalist kapitalist sistemin genel bunalımını derinleştirip istikrarsızlığı yaygınlaştıracak ve buradan kaynaklanarak tek tek bütün ülkelerde, Rusya ile müttefik ya da düşman, emperyalist savaş içinde onunla ittifak kurmuş ya da savaşmış, onun askeri varlığından güç almış ya da ona karşı güç yığmış, Rusya ile ekonomik, ticari, mali, borçlar, alacaklar vb. türünden olduğu kadar siyasi ve askeri ilişkiler içinde de olan bütün ülkelerde istikrarsızlık ve bunalımı tırmanmadan bir rol oynayarak ve ikincisi, büyük bir itiş sağladığı devrimin öznel koşullarının nesnel koşullar üzerindeki geliştirici etkisini durmaksızın teşvik ederek, katkıda bulunan Ekim Devrimi, bir bütün olarak dünya devrim sürecini, hem nesnel hem de öznel süreç açısından olumlu etkilemiş, bu etki doğrudan ya da dolaylı olmuş, ama uluslararası proletarya ve emekçi halklar açısından temel önemde bir destek oluşturmuştu. Artık dünya, eski dünya değildi. Ne kapitalizm eski kapitalizmdi ne de uluslararası burjuvazi ve proletarya eski bulundukları konumlardaydı. Uluslararası burjuvazi ile proletarya arasında yeni bir mücadele başlamıştı. Emperyalist kapitalist büyük devletler, bulabildikleri tüm iç ve dış gerici burjuva güçleri ideolojik, siyasi ve askeri açıdan silahlandırarak genç Sovyet Cumhuriyeti’nin üzerine salıyor, buna karşılık dünya proletaryası ve ezilen halklar, en ileri unsur ve katmanlarından başlayarak, sosyalist anayurt etrafında toplanmaya yöneliyordu.
Devrimin hemen sonrasında, Rusya ve Rus proletaryası ile ilgili olarak, sorunun uluslararası boyutu, enternasyonal görevler ve dayanışma iki yönlü olarak ortaya çıkmaktaydı.
Birinci yön; Rus proletaryası, uluslararası proletarya devriminin başını çekmişti, dünya devrimi tamamlanmış olmaktan uzaktı, henüz başlamıştı; ilerletilmesi, Rusya’da devrimin zaferinin garanti altına alınması açısından zorunluydu, aksi durumda emperyalist saldırganların Rus Devrimi’ni boğma tehlikesi büyüktü, Rus Devrimi, bir dizi ülkede daha zafere ulaşacak devrimlerle güçlendirilmeli, uluslararası proletarya bir ya da birkaç ülkede devrimle iktidarı alarak ama bütün ülkelerde devrimci eylemle Rus devrimini desteklemeli ve rahatlatmalıydı. Rusya proletaryası dünyanın en geri ülkelerinden birinde devrim başarmıştı, ama henüz sadece iktidara gelmişti. Yıkım, yokluk ve saldırgan emperyalist savaşla yüz yüzeydi. Rus proleterleri ve komünistleri başta Avrupa ülkeleri olmak üzere yeni devrimler bekliyorlardı. Beklenti, Avrupa proletaryasının Rus proletaryasının yardımına gelmesi, uluslararası burjuvaziye kesin darbenin bu yolla vurulmasıydı. Ruslara düşen, bu zamana kadar, iktidara gelmek için katlandıkları fedakârlığın birkaç katı fedakârlığa katlanarak direnip dayanmaktı.
İkinci yön ise; dünya kapitalist sistemi için temel bir istikrarsızlık unsuru olarak Sovyet Rusya etrafında oluşan devrim odağının uluslararası burjuvazi üzerinde ekonomik, siyasal, askeri, mali vb. açılardan yıkıcı etkide bulunurken kapitalist sistemi zayıflatması, dünya gericiliğinin saldırılarını üzerine çekmesi yanında sağladığı örnekle uluslararası proletarya ve ezilen halklar açısından uyandırıcı, harekete geçirici etkide bulunarak uluslararası devrimin koşulları ve gelişimini olumlu yönde etkilemekte, bütün ülkelerin işçi ve emekçilerine dolaylı bir enternasyonal destek sunmakta oluşuydu. Bunun ötesinde Sovyet devrimi, uluslararası proletarya ve komünistler için dolaysız bir üs olarak, bir eğitim ve örgütlenme merkezi olarak rol oynuyor, Rusya’nın uluslararası devrime desteği bir üs olması aracılığıyla somut biçimlere bürünüyor, bu destek, eğitim ve örgütlenme için sunulan olanakların ötesinde, sınırlı olanaklara ve Rusya’nın içinde bulunduğu büyük güçlüklere rağmen başka ülke devrimleri ve proletarya hareketlerinin maddi olanaklarla desteklenmesine kadar uzanıyordu.
Enternasyonal dayanışma, destek ve yardımın bu iki yönü, karşılıklı bir etkileşim içindeydi ve bu kaçınılmazdı. Zafer kazanmış Rus proletaryası ve zaferi kazanmak için çalışan kapitalist ülkeler proletaryası ve ezilen halklara eylemli varlıkları, mücadeleleri ve birbirleri için sundukları somut destekle birbirleriyle karşılıklı bir dayanışma içindeydi. Destek karşılıklı olmak durumundaydı. Rusya proletaryası için geçerli olan, kapitalist emperyalist dünyanın ezilen ve sömürülen yığınlarının hareketinden emperyalizme karşı mücadelede destek ve güç almak ve onlara mücadelelerinde destek vermek, kapitalist ülkeler proletaryası ve dünyanın ezilen halkları açısından da geçerliydi. Onlar da, bir yandan Sovyet Rusya’da kurtuluşları için en büyük dayanağı bulur, ondan olanaklı olduğu ölçüde destek alırken, aynı şekilde hem genel olarak geliştirdikleri devrimci mücadeleleriyle ve hem de örneğin Rusya’ya yönelik yığınaklar ve saldırganlık girişimlerinin önünü grevler ve gösterilerle kesmeye yönelerek somut biçimde Sovyet Rusya’ya, onun emperyalizm karşısında dayanma gücünü artıran destek veriyorlardı. Hem Rusya’nın hem de dünyanın geri kalan ülkelerinin proletaryası ve ezilen halkları açısından bu karşılıklı yardımlaşma, gerekli ve zorunluydu. Söz konusu olan, dünya proletarya devrimiydi. Başlatılmıştı, bir ülkede sağlanan zafer korunmalı ve devrim ilerletilerek pekiştirmeli ve proletarya diktatörlüğü uluslararası bir diktatörlüğe dönüştürülmeliydi.
Proleter enternasyonalizmini, ancak bu iki yönüyle, bütünlüğü içinde kavramak mümkündür. Ne sadece Sovyet Rusya’nın başka ülkelerdeki devrimi desteklemesi biçiminde tek yanlılığı içinde ne de başka ülkeler proletaryasının Sovyet Rusya’ya tek yanlı yardımı olarak kavramak ve uygulamak enternasyonalizmi tanımlamaya yetebilir.
Nitekim uluslararası proleter devrimin gelişmesi bu yönde oldu.
Lenin, en ağır görevler ve en büyük fedakârlıkların devrim için en olgun hale gelen ve sonra da dünya proleter devrimini ilk başlatan ülke proletaryasına düştüğünü söylüyordu. Rusya proletaryası, döktüğü onca kan ve harcadığı onca fedakârca çabanın ötesinde, en az bunlar kadar önemli olmak üzere, yürüttüğü tutarlı ve doğru teorik, siyasal ve örgütsel mücadele ile yine bu sözün gereğini enternasyonal alanda da yerine getirdi.
1871-1914 “barışçıl” dönemi özellikle Avrupa partilerinde oportünizmi beslemiş ve savaşla birlikte oportünizm, sosyal şovenizme dönüşerek, uluslararası proletaryaya tam bir ihanetle emperyalizmin ve dünya burjuvazisinin yanında yer almıştı. Başta Lenin, Bolşevik Partisi “oportünizme karşı mücadele yürütülüp ondan kopulmadıkça emperyalizme karşı zafer kazanılamaz” saptamasını yaparak, bu yıkıcılığa karşı duraksamasız ve tümüyle tutarlı bir mücadele yürüterek enternasyonalizme bağlı kaldılar “Burjuva vatan” uğruna, aslında sömürgelerin paylaşımı uğruna çeşitli ülkelerin sınıf kardeşleri birbirine kırdırılamazdı. Avrupa’nın sosyal demokrat partileri emperyalist savaş karşısında, teorik ve siyasal olarak tam bir yıkıntıya uğradılar, bunda, Bolşevik Partisi’nin yürüttüğü mücadelenin kuşkusuz önemli bir payı oldu. II. Enternasyonal çöküşe gitmişti, iflas halindeydi, enternasyonalist komünistler çeşitli ülkelerde bu partiler içinde azınlık bile oluşturmakta zorlanmışlar, her ülkede enternasyonalist tutum alan birkaç komünist olmuştu. Proleter yığınları, eski alışkanlıkla, denenmiş hain sosyal demokrat partilerin peşinde gitmeye devam ediyor ve enternasyonal komünizm bütün ülkelerde zorlanıyordu. Kuşkusuz, savaş, yıkımlara, sefalete ve çıkışsızlığa yol açarak ilerledikçe proletarya yığınları eski hain partilerden kopma eğilimi gösteriyor, ancak bu, fiilde gerçekleşirken, görece ya da tümüyle örgütsüz komünistler yığınları örgütleme ve proletarya devrimine yönlendirme konusunda hızlı bir basan sağlayamıyorlardı.
Lenin, II. Enternasyonalin çöküşü ve yeni bir Enternasyonalin kurulması konusunda netti. Zimmerwald solu aracılığıyla bir süre bu mücadele verildikten sonra, bunun da ihtiyacı karşılamadığı ve çıkış yolu oluşturmadığı görüldü. Lenin ve Bolşevik Partisi, uluslararası proletarya açısından paha biçilmez bir görev ve kuşkusuz önemli bir yardım olarak yeni enternasyonalin kurulması için ellerinden geleni yaptılar. Öncü örgütsüzdü ve bu durumda proleter dünya devriminin zaferinden kesinlikle söz edilemezdi. Tek tek ülkelerde komünist partiler ve dünya devriminin koordine merkezi olarak dünya komünist partisi bir an önce kurulmalı ve öncü, oportünizm ve sosyal şovenizmin etkisinden kurtarılarak kazanılmalıydı. Bu görev, Enternasyonal’in 1920’deki 2. Kongresi’ne kadar başlıca görev olmaya devam etti. Rus proletaryası eylemi ile ve Bolşevikler teorik, siyasal ve örgütsel çabalan ile dünya proleter devriminin öznel koşullarının en başında gelen tek tek ülkelerde ve dünyada komünist partisinin kurulması için/kurulması uğruna en büyük katkıyı yaptı. Oportünizm ve sosyal şovenizmin sağcı yıkıcılığı ve ihanetine karşı yürütülen mücadelenin yanında “solcu” çocukluk hastalığına karşı yürütülen mücadele içinde tek tek ülkelerde ve dünyada komünist partisinin kuruluşu, kuşkusuz dünya devrimi için bir zorunluluk ve önemli bir gelişmeydi. Rus proletaryası ve komünistleri dünyada komünizmin yeniden ve oportünizm karşısındaki örgütlenişine yalnızca teorik ve siyasal destek vermekle kalmadılar.
Lenin daha Ekim Devrimi öngününde yeni enternasyonali kurma görevinin en başta ve en çok Rusya proletaryası ve komünistlerine, düştüğünü yüksek sesle ilan ediyordu:
“Rus proletaryasına çok şey verilmişti; dünyanın hiçbir yerinde işçi sınıfı henüz Rusya’da olduğu kadar büyük bir devrimci enerji ortaya koyamamıştır. Ama kendisine çok şey verilen kimseden çok şey istenir… Gecikmeden, devrimci proleter, yeni bir enternasyonal kurmak ya da daha çok böyle bir enternasyonalin zaten kurulmuş bulunduğunu ve iş görmekte olduğunu yüksek sesle ilan etmekten çekinmemek, bize ve kesin olarak şu içinde bulunduğumuz ana düşüyor… Bu sosyalistlerin sayısı azdır, ama her Rus işçisi Şubat-Mart 1917 devriminin arifesinde Rusya’da bilinçli çok devrimci olup olmadığını kendi kendine bir sorsun bakalım… Partimiz ‘beklememeli’, derhal III. Enternasyonal’i kurmalıdır. Almanya’da, İngiltere’de hapsedilmiş olan yüzlerce sosyalist, rahat bir nefes alacaklardır; grevleri ve gösteriler şu uğursuz, şu dalavereci Willhelm’i titreten binlerce ve binlerce Alman işçisi illegal gazetelerinde kararımızı okuyacaklardır; Karl Liebknecht’e, yalnız ona ne kardeşçe bir güven beslediğimizi bileceklerdir; şimdi de ‘savaşı sonuna kadar götürme’ ile mücadele etme azmimizi öğreneceklerdir. Bu okudukları, onların devrimci enternasyonalci güçlerini artıracaktır.” (Nisan Tezleri, sf. 69-71)
Rus devrimi, gelişmesi içinde, henüz daha zafere ulaşmadan, Alman ve öteki ülke proleterleri üzerindeki etkileme gücünü biliyor ve gereklerini yerine getirmeye çalışıyordu.
III. Enternasyonal, Rusya’da devrimin zaferi öncesinde değil ama, sonrasında ve Liebnknecht, Luxemburg ile birlikte başarısız 1919 Ocak ayaklanması sonucu Almanya’da öldürüldükten sonra kurulabildi. Ama ’19 Martı’ndaki kuruluşu onun, temel bir enternasyonalist görev olarak gerçekleştirilmesini ve bunda Rus işçileri ve komünistlerinin büyük önemdeki katkısını azaltmadı. Hapislerdeki komünistlerin yanı sıra dışarıda eylem içinde olanlar da Enternasyonal’in kuruluşu ile güçlerinin arttığını, morallerinin yükseldiğini hissettiler. Artık işçi ve komünistlerin bir dünya partisi vardı, tek tek her ülkedeki komünistlere sorunlarının çözümünde yardım ediyor, eylemlerini koordine ediyor ve sağlanan destek, manevi olmanın ötesine geçerek maddi bir destek olarak ortaya çıkıyordu. Çeşitli ülkelerde komünistlerin örgütlenmesinde, Enternasyonal’in ve onun önemli müfrezesi Bolşeviklerin ve temel dayanak olarak Sovyet Rusya’nın küçümsenmeyecek bir katkısı oldu. Savaş esirleri arasında örgütlenen Macar komünizminin önderi Bela Kun ve Türkiyeli komünist Mustafa Suphi gibi uluslararası proletaryanın öncüleri Sovyet Rusya’da kendilerini evlerinde hissederek çalıştılar. Örgütlenmelerinin ve eğitimlerinin ilk adımlarını Rusya’da atan bir dizi komünist, örneğin Bela Kun kendi ülkelerinde Rus devriminden de aldıkları güçle, devrimci eylemi geliştirdiler. Enternasyonal’in aldığı kararlar ve pratik yönlendirmesi ile bir dizi ülkede işçilerin ve komünistlerin birliği ve tek bir komünist partide toplanmaları yönünde etkisi oldu. Bir örnek vermek gerekirse, Almanya’da ’17 Nisanı’nda sosyal demokrat partiden ayrılmış olan Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi’nin 1920 Ekim’inde düzenlediği ve birliği tartıştığı Kongresi’nde KPD’ye katılma kararı almasında, önemli çalışmalar yapan ve Kongre’ye de katılıp burada yaptığı uzun konuşma ile delegeleri etkileyen Enternasyonal başkanı Zinovyev’in belirli bir katkısı oldu.
Rusya’da proleter devrimin zaferinden sonra bir dizi ülkede devrimci ayaklanmalar baş gösterdi. Avrupa’da Alman ve Macar ayaklanmasının yanında Finlandiya ve Letonya’da ayaklanmalar, hemen Sovyetlerin kurulmasına yol açıyordu. Alman ayaklanması birkaç gün içinde yenildiyse de Çek ayaklanması da içinde olmak üzere diğerleri aylarca dayandılar ve sonunda yenildiler.
Finlandiya’da 27 Ocak 1918’de gerçekleşen ayaklanmayla burjuva hükümeti devrildi. Proletarya iktidara geldi. 29 Ocak’ta devrimci bir hükümet kuran Halk Temsilcileri Konseyi kuruldu. Ekim Devrimi ve Bolşevik Partisi, Fin Devrimi’ne büyük bir olanak sunuyordu. Öteden beri Rus toprağı olan Finlandiya, Rusya’dan ayrılmak ister. Bu ne çar ne de Menşevik ve S-R’ler tarafından kabul edilirdi. Ama Fin işçi ve emekçilerini de etkisi altına alan burjuvazi ulusal davayı güder ve bulanıklık sürerdi. Nitekim Ekim öncesi Finlandiya’da bir burjuva hükümet kurulmuştu. Sovyet Rusya, Lenin’in emperyalist ekonomistler karşısında da savunduğu fikri, sosyalizme rağmen ulusların ayrılabileceği fikrini pratiğe uyguladı. İşçiler arasındaki ulusal çitlerin kalkmasının başka yolu yoktu. Gönüllü birlik ancak ayrılmanın tanınmasıyla sağlanabilirdi. Finlandiya’nın bağımsızlığı hemen tanındı ve 1 Mart 1918’de Fin Sosyalist İşçi Cumhuriyeti ile Rusya arasında, mutlak eşitlik ve birbirlerinin egemenliklerine karşılıklı saygı esası üzerinde tarihin iki sosyalist devlet arasında tanık olduğu ilk anlaşma imzalandı.
Ancak Sovyet Rusya, Brest günlerini yaşıyordu. ’18 başlarına kadar beklenen Avrupa devrimi, başlıca Alman devrimi yardıma gelmemişti. Gelen, Alman burjuvazisinin emperyalist saldırılarıydı. Riga önlerine kadar gelmişlerdi. Petrograd’ın düşme tehlikesi ortaya çıkmıştı ve proleter güçler dağınıktı, üstelik içerde Kolçak ve Denikin’in beyaz muhafızlarıyla uğraşıyordu. Polonya, Çek, Macar… ne kadar seferber edilebilir gerici güç bulmuşsa seferber eden Alman emperyalizmi Sovyet Rusya’nın üzerine çullanmıştı. Kendi ülkelerinde proletarya devriminin korkutucu hayaliyle daha bir hırslanıp, saldırganlasın soyguncu devrimin odağını, Rusya’yı ezmek ve parçalamak istiyordu. Lenin, “… emperyalist, bir soyguncu tarafından yere yıkıldık. Bizi aklın alamayacağı ağırlıkta ve küçültücü bir barışı imzalamak zorunda bıraktı.” (Sosyalizm ve Savaş, sf.143) diyordu. Rusya, yıkılmak ya da çok ağır koşullarla Brest anlaşmasını imzalayarak geri çekilmek seçenekleriyle karşı karşıya kalmış, geri çekilmeyi seçmişti.
Bu sıralarda Alman emperyalistlerinin desteğinde gerici, burjuva güçler Finlandiya’da İşçi Cumhuriyeti’ne son vererek devri mi çökerttiler. Rusya, gönüllü işçiler dışında, Fin Konseyi’ne büyük bir yardım yapamadı. Örneğin önemli yardımcı askeri birliklerle destek olamadı.
Letonya’da ise Sovyet iktidarı üç ay dayanabildi. Aralık ’18’de Leton proletaryası ve köylülüğünün Alman işgalcileri ve gerici Leton hükümetine karşı giriştikleri ayaklanma geçici bir Sovyet devrim hükümetinin kurulmasıyla sonuçlanmıştı. İktidar Sovyetlere geçmiş, Leton Kızıl Ordusu kurulmuş, taşınmaz mülklere el konurken, fabrikalar ve büyük ticaret ulusallaştırılmıştı. Sovyet hükümeti, hemen bir sosyal sigorta kurmuş, sekiz saatlik işgününü kabul etmiş ve halkın iaşe sorununun çözülmesine girişilmişti. Almanya müttefikler önünde diz çökmesine karşın, ABD ve diğer müttefik devletler tarafından yeniden silahlandırılan bölgedeki Alman ordusu Ukrayna’da egemenliği ellerinde tutan Denikin’in beyaz muhafızlarıyla birlikte Mart 1919’da Letonya’ya saldırıya geçti. Çatışmalar çetin ve uzun sürdü. 1920 başlarında Sovyet Letonyası çöktü.
Almanya’nın yenilmesi üzerine Sovyet Rusya Brest anlaşmasını tüm sonuçlarıyla feshettiğini açıklamıştı. Emperyalist Almanya’nın bütün bir savaş siyaseti ve destekçilerine sağladığı güçle birlikte çökmesiyle bir yandan Sovyet Rusya’sı rahatlamış, diğer yandan da desteksiz kalan gerici güçlere karşı işçi ve köylülerin eylemleri ve ayaklanmaları hız kazanmıştı. Sovyet Kızıl Ordusu ayaklananların yardımına koştu. Ayağa kalkan Ukrayna, Beyaz Rusya ve Baltık ülkelerinin işçi ve köylüleri, Sovyet Rusya’nın doğrudan silahlı güçle yardımını alarak Alman ve Avusturya-Macaristan işgalcileriyle “kendi” gericilerini önlerine katıp kovaladılar. Bu arada Rusya’da iç savaş da patlamış ve kızıl ordu, beyaz muhafızlara karşı savaşlar vermekteydi. En son Ukrayna gerici birlikleri de yenildiler ve Ukrayna, Letonya, Litvanya, Estonya ve Beyaz Rusya’da Sovyet hükümetleri kuruldu. Sovyet Rusya yeni Sovyet cumhuriyetlerini hemen tanıdı.
Almanların yenilgisi ve tersyüz olmaları sonucu, Sovyet Rusya’ya yöneltilmiş emperyalist saldırganlığın başını İngiliz, Fransız, Amerikan ve Japon emperyalistleri çekti. Yunan, Romen, Çek vb. gerici birliklerini derleyen emperyalistler, Sovyet Rusya’ya karşı başlıca kuzey ve güneyden iki cephe açtılar. Kolçak’ın Sibirya, Denikin ve Yudeniç’in Ukrayna ve Don’daki gerici muhafız birliklerini destekleyerek saldırdılar. Güney cephesi, tüm Baltık ülkeleri ve Ukrayna’yı kapsıyordu ve Sovyet Kızıl Ordusu Baltık ülkeleri ve Ukrayna kızıl ordularıyla bu cephede birlikte savaştı. Letonya Sovyet’inin düşmesi, Denikin’in Ağustos ’19’da Kızıl Orduyu Ukrayna önlerinde geriye püskürtmesinin doruğunda yıkıldı. Ancak Rusya proletaryası, örnek ve teşvik oluşturuculuğun çok ötesinde doğrudan silahla elinden geleni yapmıştı. Sonunda ’20 sonlarında iç savaş beyaz muhafızların yenilgisi ve emperyalistlerin çekilmesiyle sona erdi.
Daha önemli olan Almanya’nın durumuydu. Rusya proletaryası ve komünistlerinin gözlerini diktikleri en başta gelen ülke, gelişmiş sanayi potansiyeli ve yine gelişkin ve deneyden geçmiş güçlü proletaryası ile Almanya idi.
Almanya, dünya proleter devriminin yolunu açan Rus proletaryası ve komünistlerinin beklentilerine yanıt verecek gibi görünüyordu. Daha savaş bitmeden Ocak 1918’de Berlin’de başlayıp yayılan grev dalgası, yalnızca Berlin’de 500 bin, Almanya çapında ise bir milyon işçiyi kucaklamıştı. Üstelik “örnek” gücünü göstermekteydi; harekete geçirici rolünün yanında neredeyse her kitlesel hareket sonucunda olduğu gibi, Berlin grevcileri de Büyük Berlin işçi Konseyi adını verdikleri Sovyet örgütlenmesine gitmişlerdi. Ama Sovyet fikri, Alman işçilerinin kafalarında henüz belirgin değildi ve işçiler bunu belirginleştirecek bir komünist partinin güçlü örgütlendirici ve aydınlatıcı etkisinden yoksundular. Spartakistler, “Bağımsız” parti içinde bir kanat oluşturuyorlardı ve hemen hemen hiç güçleri yoktu. İşçiler henüz “Bağımsız” partinin bile değil, sosyal şoven SPD’nin etkisi altındaydı. Konsey, sıkı askeri önlemler altında etkisizleştirildi ve yığınsal tutuklamalar geldi.
Ama Almanya yeniliyordu ve büyük devlet Almanya’nın deneyli burjuvaları ve asıl yönetici güç Prusya generalleri, askeri bürokrasi, vartayı az kayıpla atlatabilmek için hükümeti zorladılar ve ordu ültimatom verdi. Derhal ateşkes görüşmelerine başlanmalı ve hükümet, şimdiye dek oldukça yararlı işler yapmış ve Alman burjuvazisine bağlılığı kanıtlanmış sosyal demokratların, SPD’nin katılımıyla genişletilmeliydi. Parlamenter monarşiye geçiliyordu, Scheidamann ve Bauer hükümete katıldılar.
Ama deneyli Alman burjuvazisi ve askeri bürokrasisi bile olayların alacağı şekli tamamıyla öngörememişti. Ekim sonunda donanmada yeni ve daha güçlü bir isyan daha patlak verdi. Gerçi yine donanma isyanı olarak bastırıldı ve isyancı erler tutuklandı, ama Ki-el’e getirilen isyancılara işçiler sahip çıktı ve dayanışma gösterileri başladı. Sert karşılık ayaklanmaya, ayaklanma da işçi ve askerlerin konseylerini kurmasına götürdü. Büyüyen donanma isyanı başta Hamburg olmak üzere Kuzey limanlarına, oradan da işçileri kapsayarak hemen tüm Almanya’ya yayıldı. Münih işçi, asker ve köylü konseyi, Bavyera’da bir Cumhuriyet kurdu.
Denizciler ve işçilerden oluşan ayaklanmacılar geleneksel olarak SPD’nin etkisindeydiler, kendilerini sosyalist sayıyor ve büyük çoğunlukla sosyalizme sempati duyuyorlardı. Ama SPD aslında, tam da onların devirmeleri gereken yerde, burjuvazinin diğer temsilcileriyle birlikte duruyorlardı. İşçi ve askerler henüz bunun farkında değillerdi. Yalnızca savaşın verdiği bıkkınlık ve Sovyet Rusya’nın ortaya koyduğu kendi kaderlerinin efendisi olma örneğinin etkisinde eyleme geçmişlerdi. Ne eğitimli, ne siyasal olarak örgütlü ve ne de kendilerinin efendileri olmaya hazır durumdaydılar.
İçinde, Spartakistleri ve Devrimci İşyeri Temsilcileri adlı doğrudan demokrasi ve parti karşısında yığın taraftarı işçi grubunun kanatlar olarak yer aldığı, SPD’den onun sol kanadı olarak ayrılanların kurduğu “Bağımsız” parti, daha çok kanatları aracılığıyla ayaklanmaya önderlik etmeye çalışıyor, ancak gerek onun genel demokrasi taraftarlığı, gerekse de merkezi disiplinli bir güç oluşturmaması ve kanatların güçsüzlüğü bu önderliğin gerçekleşmesini engelliyordu. Bu kanatlar ayaklanmanın gününü belirlemeye çalışırken işçi ve asker yığınları onları beklemeyerek harekete geçtiler sonunda. Bir gece öncesinden sokakları dolduran işçi ve askerler, 9 Kasım sabahı genel grev çağrısı yapan Spartakistler ve Devrimci İşyeri Temsilcileri’nin de katkısıyla resmi binaları ele geçirmeye başladılar. SPD’li bakanlar hükümetten çekilirken SPD harekete katıldığını duyurmakla kalmadı, Scheidemann üstelik cumhuriyet de ilan etti. Komünistlerin örgütsüzlüğü ve siyasal etkilerinin çok az oluşu, ayaklanmanın başına SPD’nin oturmasının yolunu açtı. İçinde SPD ve “Bağımsızlar”ın temsilcilerinin yer aldığı Halk Temsilcileri Konseyi kuruldu. Bu bir “kurucu meclis” niteliğindeydi ve işçi ve askerlerin oluşturdukları Konsey’lerin yanı sıra, onlarla iktidar hesaplaşmasına yol açması kaçınılmaz olarak ortaya çıkarılmıştı. Görünüşte tüm iktidar işçi ve asker konseylerinin elindeydi. Tüm konseyleri içinde birleştiren merkezi örgütlenme Tüm Berlin işçi ve Asker Konseyleri Kongresi iki kez toplanmıştı ve bir de Yürütme Komitesi vardı. Rusya’dakine benzer şekilde (Ekim öncesi) Merkez Konsey, ulusal meclis niteliğindeki Halk Temsilcileri Konseyi’nin varlığını kabul etmekte ve yürütmesini de onu denetlemekle görevli olarak seçmekteydi. Üstelik bu kafa karışıklığını şekillendirmek üzere hem Konsey’de ve hem de yürütmede SPD, önemli bir çoğunluk oluşturuyordu. Spartakistler önemsiz bir azınlıktı.
Aralık içinde hem “Bağımsız” partinin hem de Almanya İşçi ve Asker Konseylerinin Genel Kongresi toplandı. Temel tartışma konusunu konseyler ve parlamento ve parlamenter demokrasi arasındaki ilişki oluşturuyordu. Her iki toplantıdan da parlamenter demokrasi yanlısı kararlar çıktı. İşçilerin kendiliğinden konseyler İçinde örgütlenmiş olmalarına karşın. Gerçi “Bağımsız” parti her ikisini bir arada istiyordu ve üyeleri hem denetleyici Merkez Konsey’den (eski yürütme komitesi yerine kurulmuştu), hem de Halk Temsilcileri Konseyi’nden çekilmişti, içinde bir sol kanat gelişmekteydi, ama o da burjuva demokrasisi yanlısıydı.
Aralık, karışıklık içinde geçti ve 30’unda Spartakistler ayrı bir parti olarak örgütlendiler, KPD kuruldu. İçinde, sonradan Almanya Komünist İşçi Partisi’ni kurarak ayrılacak olan “sollar” etkiliydiler ve devrimin, parlamenter yollardan, sendikalar içinde çalışmadan vb. yararlanarak hazırlanmasına karşı “ilke muhalefeti” yürütüyorlardı. Kongre’de hemen saldın taktiğini kabul ettirdiler. Oysa işçi ve askerler, SPD’nin tutarsızlıklarını ve kendilerine karşı konumlarını yavaş da olsa hissetmeye başlayıp ondan uzaklaşma eğilimine girmekle birlikte, bir proleter devrim için, iktidarı tümüyle ellerine almaları için yeterli bir hazırlıktan kesinlikle söz edilemezdi. Ne yeterli bilinci ne de öncünün örgütlülüğü ve doğru siyasal taktikler söz konusuydu. Daha dün kurulmuş olan KPD, kitleler içinde kökler salmış olmaktan çok ama çok uzaktı. Devrimin hazırlanması gerekiyordu. Üstelik SPD’li eski savunma bakanı, yani Merkez Konsey üyesi Noske, çoğunluğu işsizler ve milliyetçi öğrencilerden oluşan beyaz gönüllüler (Gönüllüler Ordusu) toplamaktaydı.
Hükümeti ve Merkez Konsey’ini tek başına elinde tutan SPD “bağımsız” Berlin Emniyet Müdürü’nü görevden almaya giriştiğinde, iş çığırından çıktı. KPD’nin yanı sıra “Bağımsız” parti ve Devrimci işyeri Temsilcileri de protesto çağrısı yaptılar, işçiler sokağa çıktılar ve Emniyet Sarayı’nın önünde toplandılar. Müdür görevinden ayrılmayı reddetti. Hemen, içinde Liebknecht’in de bulunduğu üç kişilik bir geçici Devrimci Komite seçildi ve gösterilerin devamı için çağrı yaptı. Komite, işçileri yönlendiremiyor, buna güç yetiremiyor, ama sürekli ne yapacağını tartışıyordu. Komitenin karan ve haberi olmadan bazı SPD binaları işgal edilmeye başlandı. Galeyan halindeki işçiler yönetilemedi ama Noske’nin komutasındaki gönüllüler ordusu 11 Ocak’ta saldırıya geçti. Katliam başladı. Zamansız ve hazırlıksız, örgütsüz isyan ezilmiş, Liebknecht ve Luxemburg öldürülmüşlerdi.
İktidar SPD’nin elindeydi artık ve bu Ocak ’19 seçimleriyle tescil edildi. Ama dipten gelen dalga durulmadı. Ruhr havzasında, Berlin’de, Münih’te grev ve kalkışmalar devam etti. Çatışmalar ve katliamlar yaşandı. Mart’ta “gönüllüler” binden fazla işçiyi Berlin’de öldürdüler.
Bu arada, hiçbiri yerlerinden edilmeyen askeri bürokrasi yine aynı şekilde görevlerini koruyan devlet memurlarının ve burjuvazinin desteğiyle örgütleniyor ve fırsat kollu-yordu. ’20 Mart’ında Kapp-Lutwitz askeri darbesi geldi, SPD hazırlıksız yakalanmışa. Sarı sendikacı Legien’in karşı çıkışı darbenin sonunu hazırladı. Genel grevle darbe püskürtüldü ve bazı subaylar tasfiye edildiler. Haziran’da yapılan seçimler, SPD’nin etkinliğini kaybetmekte olduğunu ve “Bağımsız” merkezcilerin yükselişini gösterdi. Ama bir başka yükselen güç milliyetçilerdi. SPD, onların kurduğu hükümeti dışarıdan desteklemeye başladı. Temel bir değişiklik, “Bağımsızlar”ın sol kanadının koparak SPD ile birleşmesi ve KPD’nin etkisinde artma görülmesi oldu.
’21 Mart’ında orta Almanya’da bir ayaklanma patladı ama KPD’nin ayaklanmayı yaygınlaştırmak üzere ülke çapında ilan ettiği genel grev, işçi yığınlar içinde taraftar bulmadı ve ayaklanma birkaç gün içinde ezildi.
’21’in geri kalan dönemi ve ’22 yılı durgun geçti.
KPD kitle çalışması yapıyordu ve burjuva ihanetçi siyasetiyle işçi yığınları karşısındaki konumu görülmeye başlayan SPD giderek işçi desteğini kaybetmeye başlamıştı. ’23 yazında KPD işçilerin çoğunun desteğini sağlamıştı, ancak işçilerin eğitim, örgütlülük ve hazırlık düzeyleri hâlâ düşüktü. KPD, SPD’yi birleşik cephe ve işçi hükümetlerine zorlama taktiğine geçmişti.
’23 Ekim’inde KPD, SPD ile koalisyon kurarak Thüringen ve Sachsen eyaletlerinde işçi hükümetleri kurdu. Ancak merkezi hükümet kabul etmeyeceğini açıkladı. Genel grev ve ayaklanma tartışması, SPD’nin yanaşmaması ve KPD’nin tek başına göze alamaması sonucu yatıştı. Yalnızca karardan habersiz KPD Hamburg Örgütü ayaklanmayı başlattı. İşçilerden kopuktu, geri çekildi, iki işçi hükümeti ise mücadelesiz çöktüler. KPD yasaklandı. İşçi hareketinde düşme ve milliyetçi-faşist harekette yükselme başladı. Devrim yenilgiye uğramıştı.

ALMANYA DEVRİMİ KARŞISINDA SOVYET RUSYA’NIN TUTUMU
Lenin ve Bolşevik Partisi ’18 Martı’na kadar Alman proletaryasının Rus Devrimi’nin yardımına gelmesini beklemiş, bu gerçekleşmeyince ve Alman haydutları Sovyet devriminin varlığını tehlikeye sokunca zorunlu Brest tavizlerini vermiş ve geri çekilmeyi kabul etmişti. Lenin şöyle diyordu:
“Bu parti, emperyalistlerin gizli anlaşmalarını açığa çıkardıktan sonra bütün ülkelere barış çağrısında bulunmuş ve ancak İngiliz-Fransız emperyalistlerinin barışı torpillemelerinden sonra, ancak Bolşevikler Almanya’da ve başka ülkelerde devrimin çabuklaşması için ellerinden geleni yaptıktan sonra bu parti Brest-Litovsk haydutlarının tedhişine boyun eğmiştir.” (Sağ ve Sol Sapmalar Üzerine, sf.l67)
Sorunun birbiriyle bağlantılı iki yönü vardı. Sovyet Rus devriminin korunması ve bir uluslararası devrim olarak ilerletilmesi ve ikincisi uluslararası devrimin Rus devrimi tarafından çabuklaştırılması, başka ülkelerde devrimlere destek sağlanması.
Lenin, Brest sonrası, “Alman işçileriyle kardeşçe ittifaka bağlı kal. Onlar yardımımıza gelmekte geciktiler, biz zaman kazanacağız, onların geldiği günleri göreceğiz ve onlar mutlaka yardımımıza gelecekler.” (Sosyalizm ve Savaş sf.146) diyordu. Rus devriminin zaman kazanması gerekiyordu. Tek bir ülkenin yapabilecekleri yapıldıktan ve zorunlu kalındıktan sonra Brest tavizleri verilmişti. Rusya’nın dayanması gerekiyordu. Lenin emperyalistlerle kesin bir hesaplaşma için güçler birikinceye ve uluslararası proleter devrimin koşullan (hazırlığın tamamlanması anlamında) olgunlaşıncaya kadar, hesaplaşmanın ertelenmesi ve kazanılması, mevziinin korunması düşüncesindeydi:
“Şimdi çeşidi güçleri inceden inceye hesaplamak, müttefikimizin (uluslararası proletaryanın) tam zamanında bize yardıma gelebilme ihtimalini özenle tartmak görevimiz olmuştur. Bütün ülkelerin işçileri birleşmeden (yani devrimi başlatarak gerçekten birleşmeden) önce düşmanını (yani devrimci proletaryayı) azar azar tüketmek, sermayenin işine gelir. Bizim çıkarımız açısından ise, devrimci işçi birimlerinin bir tek büyük uluslararası ordu halinde birleştikleri ana kadar (ya da o anın ‘sonrası’na kadar) sonucu belirleyici savaşı geciktirmek için en ufak fırsattan yararlanmamız, bunu sağlamak için elimizden geleni yapmamız gerekir.” (Sağ ve Sol Sapmalar Üzerine, s. 109)
Bolşevik Partisi Moskova Bölge Bürosu, partiye başkaldırmış, “solculuk” yapıyor, “Dünya devriminin çıkarları adına artık tamamen biçimsel olmaya yönelen Sovyet iktidarını kaybetme ihtimalini göze almayı uygun buluyoruz.” (Age, sf. 39) diyordu. Lenin’in yanıtı enternasyonalizmin iki yönlü dayanışma ilkesi açısından öğreticidir. Lenin önce, uluslararası devrimin ancak silahla, savaş aracılığıyla desteklenebileceği görüşünü eleştirir:
“Belki de kararı alanlar, dünya devriminin çıkarları adına bir itici güç gerektiği ve böylesine bir harekete geçirmenin de… ancak savaşla sağlanabileceği kanısındadırlar. Böylesi bir ‘kuram’ Marksizm’e tamamen ters düşer, çünkü Marksizm, devrimleri ‘zorlamanın’ her zaman karşısında olmuştur. Devrimler, sınıfsal çatışma ve zıtlıkların gelişip keskinleşmesiyle gerçekleşir. Oysa yukarıdaki gibi ‘kuram’, silahlı ayaklanmanın her koşulda ve her zaman zorunlu bir mücadele biçimi olduğunu ileri sürmek demektir. Gerçekte ise, dünya devriminin çıkarları, ülkemizde burjuvaziyi deviren Sovyet iktidarının devrime yardımcı olmasını, ancak kendi gücüne uygun bir yardım biçimi seçmesini gerektirir.” (Age, s.92-93)
Lenin, sonra Almanya açısından “güçleri inceden inceye hesaplamaya” ve Alman işçilerinin “yardıma gelebilme ihtimalini özenle tartma”ya girişir. Emperyalizmle belirleyici savaşın zamanının gelip gelmediğini ölçme, bunu gerektirmektedir. Sovyet iktidarının kaybedilme ihtimalinin göze alınması taraftarı solcuları bu açıdan şöyle yanıtlar:
“Belki de bu kararı alanlar, Almanya’da devrimin başlamış ve açık iç savaş aşamasına ulaşmış olduğunu, bu yüzden bütün gücümüzle Alman işçilerine yardım etmemiz ve sonuca giden savaşına başlamış bir Alman devrimini kurtarmak adına (Sovyet iktidarını kaybetmekle) kendimizi tüketmemiz gerektiğini düşünüyorlardı. Bu kurama göre, biz kendimizi tüketirken, Alman karşı devrimci güçlerinin bir kesimini kendi üzerimize çekecek ve böylelikle Alman devrimini kurtaracağız.
Yukarıda belirttiğim koşullar gerçekleşmiş olsa, yenilmek ve Sovyet iktidarını kaybetmek pahasına da bu savaşı göze almak sadece uygun değil, mutlak görevimiz olur. Ne var ki, sözünü ettiğim koşullar gerçekleşmiş değildir. Gerçi Alman devrimi olgunlaşmaktadır, ne var ki henüz patlama noktasına, Almanya’da iç savaş noktasına ulaşmamıştır. Biz ‘Sovyet iktidarını kaybetme olasılığını göze almakla’, Alman devriminin olgunlaşmasına yardımcı olmak şöyle dursun, onu engellemiş oluruz. Almanya’daki gerici güçlere yardım etmiş, onların oyununa gelmiş, Almanya’daki sosyalist eylemi baltalamış ve henüz sosyalizme yaklaşmamış olan, bu nedenle de 1871 Paris Komünü’nün yenilgisinden ürken İngiliz işçileri gibi, Sovyet Rusya’nın yenilmesinden paniğe kapılacak olan Alman proleter ve yarı proleter kitlelerini sosyalizmden uzaklaştırmış oluruz.” (Age, s.93)
Almanya’da henüz devrim yeterince olgunlaşmamışken, bir iç savaşın koşulları henüz belirmemişken Rusya’nın ihtiyatı elden bırakmaması zorunludur, iki nedenle. Birincisi, başarı şansı ortaya çıkmamış bir ilerleme umuduyla, taktiğin umut üzerine kurulmasının yanlışlığı bir yana, dünya devrimini’ bir ülkedeki kazancından yoksun kılmak ne akılcıdır, ne de Marksist’çe. Ve ikincisi, uluslararası devrim eğer zafer kazandığı ülkede de yıkılacak olursa, bu, uluslararası proletaryayı önündeki örnekten, onun geçerli ve geleceği olduğu inancından mahrum bırakmak, ona yardım değil engelleme yapmak anlamına gelecek; çünkü paniğe neden olacaktır. Sovyet Rusya’nın korunması ve dayanmasının sağlanması küçümsenecek, Brest’e karşı çıkıp Kızılordu’yu Polonya’ya saldırıya yöneltmeye çalışan, böylelikle ne Sovyet Rusya’nın dayanmasını ve ne de önündeki örneği tehlikeye atılacak uluslararası proletarya ve dünya devrimlerinin çıkarını gözeten, sonra da bu tutumunu sürdürerek Stalin’i “Rusya’nın ulusal çıkarlarını esas aldı” ve koşulları olgunlaşmamış “dünya devriminin geliştirilmesi yerine umutsuz bir işe girişerek tek ülkede sosyalizmi inşaya girişti” diye eleştiren Trotsky’nin yaptığı gibi sözde “solcu” ama tümüyle teslimiyetçi tarzda değerlendirilerek önemsiz sayılacak sorunlardan değildir.
Lenin, Alman devriminin olgunlaşmamışlığı ve hazırlık derecesinin düşüklüğü, bundan bir yıl sonra bile devam ettiğini görüyor ve Alman proletaryasına ancak uygun biçimlerde destek sunmaya devam ediyordu. Üstelik Rusya’ya emperyalist müdahale başlamış ve ülke, iç savaşa sürüklenmişti.
“Bugün bile, Sovyetler sisteminin anlamı, parlamentarizm ve burjuva önyargılar anlayışı içinde eğitilmiş bulundukları için, siyasal bakımdan yetişmiş büyük Alman işçi yığınları için açık değildir… Ne yazık ki, Albert ve Flatten ile öbür yoldaşların raporları, kırlarda Sovyetler sistemini yaymak için, Macaristan dışında çok az şey yapıldığını öğretiyor. Alman proletaryasının kesinlikle yenmesini engelleyecek pratik ve oldukça büyük bir tehlike belki de hâlâ budur… Sovyetler iktidarının henüz üstün gelmemiş olduğu bütün ülkelerde, Sovyetler içinde komünist bir çoğunluk kazanmanın, birinci görevi oluşturduğunu söylemeliyiz.” (Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, s. 163-165)
Lenin, Almanya’daki hem durumun bir proleter devrim ve hazırlığı açısından elverişli olmadığını, hem de elverişli kılmak için neler yapılması gerektiğini söylemektedir, Durumu Rusya’nın taktiğini belirlemek açısından saptamakta ve bir Komintern üyesi olarak Alman komünistlerine, durumu değiştirmek için gerekenleri bildirerek siyasi bir yardım sunmaktadır: Alman işçileri henüz eğitilmiş olmaktan uzaktır, burjuva demokratik, parlamenter önyargılara sahiptirler, köylülükle bağ ve Sovyetlerin köylere yaygınlaştırılması eksiktir ve sonuncusu, komünist partisi Sovyetler içinde önemli bir yer tutmaktadır. Devrimci hazırlık oldukça eksiktir ve Rusya’nın yapması gereken, örnek sunma, Sovyet fikrinin yaygınlaşması için elden geleni yapma, teorik ve siyasal eleştiri ile yardım, komünistlerin örgütlenmesine katkı dışında hem Rusya’ya ve hem de devrimci hazırlığını tamamlayabilmek için Alman proletaryasına zaman kazandırmak üzere emperyalistlerle nihai hesaplaşmayı geciktirmeye ve dünya devriminin merkez üssünü korumaya yönelmek olmuştur. Lenin, en kötü ihtimali söz konusu ederek, uluslararası devrimin çıkarları ve gelişmesi ile Sovyet Rusya’nın dayanması arasındaki ilişkiyi şöyle kurmuştur:
“Almanya’da savaş yanlıları büyük olasılıkla yeniden başa geleceklerdir (yani bize karşı hemen saldırı başlayacaktır) ve Almanya resmi ya da gayrı resmi anlaşmalarla Japonya ile birleşerek bizi bölecek ve yok edecektir. Bizim izlediğimiz taktik, beklemek, zaman kazanmak, savaştan kaçınmak ve geri çekilmek olmalıdır. Burjuva kafa yapısında olanları üzerimizden silkeleyip, gerçekten demir gibi, gerçekten proleter, gerçekten komünist bir disiplin yaratarak ‘kendimizi güçlendirirsek’, aylarca zaman kazanmamız olanağı ortaya çıkar. Ve beterin beteriyle karşılaştığımız takdirde, gerekirse Ural’lara kadar geri çekilerek, müttefiklerimizin (uluslararası proletaryanın) yardımımıza gelmesini, devrimci patlamaların başlangıcıyla devrim arasındaki farkı (sportif bir deyimle) ‘kapatmasını’ kolaylaştırmış oluruz.” (Sağ ve Sol Sapmalar Üzerine, s.106-107)
Ortaya konulan, hem Rus ve hem de Alman, kısacası uluslararası proletaryanın dünya devriminin geliştirilmesi taktiğidir. Hem Rus ve hem de Alman, bütün ülkelerin işçilerinin çıkarlarını ve durumlarını göz önüne almaktadır.
Ve Lenin, daha 1918 Mayısı’nda, yukarıdaki pasajı kaleme aldığı aynı makale içinde NEP’in, devlet kapitalizmi uygulamasının, sözünü ettiği uluslararası yaklaşımın Rusya içindeki bir uzantısı olarak adını anmakta ve “Yaklaşık altı ay içinde Cumhuriyetimizde devlet kapitalizmi kurulabilirse, bu büyük bir başarı olacak ve bir yıl içinde sosyalizmin güçleneceğine ve yıkılmaz duruma geleceğine kesin güvence sayılabilecektir.” (Age, s. 111) demektedir.
Avrupa’da devrim beklentisinde, ilk ayların heyecanına karşılık bir düşme ve sorunu daha gerçekçi ele alışa doğru bir yönelme açıktır.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde, örneğin devrim için olgunlaşmaya en yakın görünen Almanya’da, nesnel koşulların görece olgunluğuna karşın proletaryanın ve hazırlık derecesinin (siyasal) geriliği az çok kesinlikle ortaya çıkmıştı. Üstelik ’21 ortalarından itibaren, sonra yeni bir yükselme gelecek olsa da, işçi hareketinde bir durgunluk da görülmeye başlamıştır. Komintern ve Lenin örneğin Almanya için işçilerin birliği, birleşik cephe taktiği ve işçi hükümetlerini öngörmeye yönelirlerken Rusya açısından da dayanma ve nihai hesaplaşmayı erteletici taktik NEP ve ekonomik inşaya yönelerek savaşı ekonomik alanda sürdürmeye ağırlık verme unsurları da içine katılarak daha uzun süreye yayılmak zorunda kalınmıştır. Şimdi artık kapitalist ülkeler proletaryası açısından devrimi çabuklaştırıcı değil ama hazırlığı pekiştiriri, geri işçi yığınlarını kazanmayı hedefleyici “oportünistçe” taktiğin yanı sıra Rusya açısından daha uzun süreli tek başına dayanma ve bunun için dayanaklarını sağlamlaştırma taktiği gündeme gelmiştir. Kuşkusuz hala bir dizi ülkede proletarya devrimleri olanaklıdır. Devrim gündemden çıkmamış, yatışma baş göstermemiştir, ama hazırlığın ilerletilmesi zorunludur ve Rusya’nın kendisini sağlamlaştırması da bir o kadar zorunlu olmaktadır.
İşte 1920 Temmuzu’nda Lenin’in söyledikleri:
“Uluslararası komünist hareketin güncel gelişme dönemi, kapitalist ülkelerin engin çoğunluğunda, proletaryanın kendi diktatörlüğünü uygulama hazırlığının tamamlanmamış ve çoğu kez hatta henüz sistematik bir biçimde başlamamış olması ile belirlenir. Bundan hiç de proleter devrimin çok yakın bir gelecekte olanaksız olduğu sonucu çıkmaz; iktisadi ve siyasal konjonktür bütünü, tutuşkan konular ve beklenmedik patlama nedenleri ile dolu olduğu için tamamen olanaklıdır; devrimin öbür zorunlu koşulu (birincisi proletaryanın hazırlığı olduğuna göre), yani; tüm yönetici partiler ve tüm burjuva partilerin genel bunalım durumu da mevcut. Bundan, komünist partilerin, güncel görevinin devrimi çabuklaştırmak değil, ama proletaryanın hazırlanmasını pekiştirmek olduğu sonucu çıkar.” (Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, sf.307)
Lenin, 1921 Temmuzu’nda, örneğin Almanya’da çeşitli ayaklanma girişimleri işçi ve asker yığınlarının SPD’nin ardında ve görece geri bir bilinç ve örgüt durumunda (tam anlamadığı Sovyet fikrini burjuva demokratik, parlamenter önyargılarıyla karıştıran, kendi partisiyle sıkı bağlara sahip olmayan, onun tarafından kazanılmamış) bulunmaları ve devrim henüz tam bir olgunluğa ulaşmamış olduğu için yenilikten sonra, yukarıda söylediklerini şu sözlerle pekiştirmektedir:
“Şu anda belirtmem gereken o ki; genel saldırı ne kadar yakınlaşırsa, bizim de o kadar ‘oportünistçe’ davranmamız zorunludur. Şimdi sizler yurdunuza döndüğünüzde, işçilere, bizim III. Kongre öncesine oranla daha basiretli olduğumuzu anlatacaksınız. Sakın yanlış anlamayın; birtakım yanlışlar yapmış olduğumuzu, bundan böyle daha dikkatli davranmak istediğimizi söyleyeceksiniz; böylelikle olayların doğal gelişimi sonunda nesnellikle bize yaklaşan, ama bizden ürken kitleleri sosyal demokrat ve bağımsız sosyal demokrat partilerden koparıp, kendi yanımıza çekeceğiz. Bizim deneyimiz, daha dikkatli davranmak gerektiğini ortaya koydu… Bugün tek stratejimiz daha güçlenmek, bunun için de, daha akıllı, daha basiretli, daha ‘oportünistçe’ olmaktır ve kitlelere söylememiz gereken de tıpa tıp budur. Ancak, basiretli davranışımızla kitleleri kazandıktan sonra, sözün tam anlamıyla saldırı taktiklerini benimseyeceğiz.” (Sağ ve Sol Sapmalar Üzerine, s.211-213)
Kuşkusuz kullanılan “oportünistçe” sözcüğü, yapılması gerekenlere, solların eleştirilerine atıfta bulunarak vurgu yapmak içindir; yoksa oportünistlikle ilgisi yoktur.
Lenin aynı yerde, Rusya’nın bu yeni taktiğe geçişin gereksindiği uzun süre dayanıp dayanamayacağı sorusunu ortaya atarak, onu da şöyle yanıtlıyor:
“Böylece yeni taktiklerimizi uygulamaya başlıyoruz. Sinirli olmamak gerekir. Geç kalamayız. Hatta zamanından önce bile başlamamız ihtimali vardır. Eğer Rusya’nın böylesine uzun bir süre dayanıp dayanamayacağını soracak olursanız, size diyeceğiz ki, şu anda küçük burjuvaziye, köylülere karşı bir savaş veriyoruz. Daha dikkatli davranmaya başlayacak olursak, zamanında taviz verirsek, üç yıldan fazla bile sürse bu savaşı kazanacağımıza inanıyorum.” (Age, s.214)
Sovyet Rusya’nın sağlamlaştırılmasına ve ekonomik inşaya geçilmiştir. Şimdi savaş, ağırlıklı olarak ekonomik alanda verilecektir. Ve bu yalnızca küçük köylü ekonomisinin derlenip toplanması ve devlet kapitalizmi (NEP) aracılığıyla sosyalizme yöneltilmesi olarak köylülüğe karşı değil, başlıca Sovyet Rusya’sının ekonomik çöküntüsünü gözleyen, sabotajları ve yıkımı teşvik eden uluslararası burjuvazi ve emperyalizme karşı da verilecektir. Sunacağı ise dünya proletaryası için yeni bir örnek olacaktır Sosyalizmin yaşama geçirilebilirliği.
Ekonomik düzenleme ve kalkınmayı Rusya için öne koyan ve bundan böyle bunu devrim için olanak sağlayacak temel ve dünya çapındaki zaferin başlangıcı olarak değerlendiren Lenin, Avrupa devriminden hâlâ umut kesmemiştir, onun gelişme yollan üzerine kafa yormaktadır, ancak bir yandan da ekonomik ağırlıklı bir çatışmaya da yönelmektedir:
“Avrupa devrime gebedir, ne var ki, devrimlerin ne zaman olacağını önceden belirlemek olanaksızdır. Biz Rusya’da sadece beş yıl değil, daha uzun süre dayanacağız. Tek doğru strateji, kabul ettiğimiz stratejidir, itilaf devletlerinin karşı koyamayacağı ve devrim için olanak sağlayan noktalara geleceğiz ve bu, dünya çapındaki zaferin başlangıcı olacak.” (Age, s.215)
Burada tek ülkede sosyalizmin zaferi tezine geçiş vardır. Avrupa proletaryası yardıma gelmese bile (önünde sonunda gelecektir) sonuna kadar dayanılacaktır. Ekonomik inşa ile yeni olanaklar elde edilecek ve dünya çapındaki zaferin bu yolla önü açılacaktır.
Ve işte NEP, uluslararası devrim ve onun üzerinde ekonomik politika kanalıyla etkili olma yönelimi üzerine Lenin’in söyledikleri:
“Yıllarca uygulanacak bir politikayı belirlerken, uluslararası devrimin, bu devrimin gelişme hızının ve birlikte getireceği koşulların her şeyi tamamen değiştirebileceğini hiç kuşkusuz unutmuyoruz. Bugünkü uluslararası durum gösterecektir ki, geçici ve istikrarsız da olsa bir denge sağlanmıştır. Bu denge içinde, emperyalist güçler, bütün nefretlerine rağmen, Rusya’ya saldırı isteklerinden vazgeçmek zorunda kalmışlardır. Çünkü kapitalist dünyanın bölünmesi sürekli olarak yaygınlaşmakta, kapitalistlerin birliği yok olmakta; buna karşılık, nüfusu bir milyarı aşan sömürgelerdeki güçlerin ayaklanması, yıldan yıla, aydan aya, hatta haftadan haftaya giderek hızlanmaktadır. Ancak, bu görünüşe bakarak, herhangi bir hesaba giremeyiz. Biz şimdi uluslararası devrim konusunda, ekonomik politikamız kanalıyla etken olmaya çalışıyoruz. Bütün ülkelerdeki emekçilerin gözü ayırımsız olarak, Sovyet Rusya Cumhuriyeti’ne çevrilmiştir. Bu durumun gerçekleştirilmesi başarılmıştır, işte bu nedenle bizim ekonomik yanlışlarımızı ve güçsüz yanlarımızı yakalamaya çalışıyorlar. Bu alandaki mücadele artık dünya çapında yürütülüyor. Bu sorunu, çözümlediğimiz anda, uluslararası zaferi kesinlikle elde etmiş olacağız.” (Age, sf. 210)
1919 Martı’nda patlayan ve Ağustos başında yenilen Macar devrimi ile Sovyet Rusya’nın ilişkisi, enternasyonal yaklaşım, görev ve taktiklerle karşılıklı yardım sorunu da hemen hemen Almanya ile olana benzer şekilde oluştu. Bolşevikler Macar Devrimi’ne de silahlı bir yardımda bulunmak dışında hemen her türlü desteği sağladılar. Emperyalist müdahale ve sürmekte olan iç savaş koşulları daha fazlasına izin vermedi. Ama Lenin’in dediği gibi, Macar devrimi açısından da “bir tek ülkenin yapabileceği her şey yapılmıştı.”
Stalin, Lenin’in enternasyonalist tutumunu, iki yönünü de dikkatle göz önünde bulundurarak sürdürmekten başka bir şey yapmadı. Ama gerek Lenin’in öngördüğü şekilde önce devlet kapitalizmini sürdürerek, sonra da tarımda kolektifleştirme aracılığıyla sosyalizmi inşa eder ve tek ülkede tutunmaya ve “yardım gelinceye kadar” dayanarak tek ülkede sosyalizmin zaferini sağlamaya çalışırken, gerekse İkinci Dünya Savaşı koşullarınca ispanya ve Yunanistan’a ancak elden geldiğince (silahlı gönüllülerin, Bolşevik partizanların binlerle, örneğin ispanya iç savaşına katılmasına kadar) yardım ederken Lenin’in taktiğiyle hiçbir zaman uyuşmamış Trotsky ve Trotskistler tarafından sürekli ulusalcılık, dünya devriminin çıkarlarını Rus devletinin çıkarlarına tabi kılma ve ekonomizm ile eleştirildi. Oysa Stalin yalnızca Lenin’in yolundan ilerlemişti. Trotsky ve Trotskistlerin tüm eleştirileri tamamen ve aslında açık olarak Lenin’e yönelikti. Zamanında Trotsky, Lenin’i söz konusu taktikleri uygulaması açısından eleştirmiş, ama gerçekler karşısında deri gidememiş eleştirilerini geri alır görünmüştü. Lenin’in hıncını, sonradan Stalin’den çıkarmaya kalkıştı. Akıllı davranamadı. Boş lafın ve kara çalmanın ötesinde Stalin’in konuyu ele alan şu yaklaşımında Lenin’e aykırı ve yanlış kim ne buluyorsa beri gelsin:
“Dünya devriminin, bir dizi yeni ülkenin emperyalist devletler sisteminden devrimci ayrılma yoluyla gelişmesi en olasıdır; bu arada bu ülkelerin proleterleri, emperyalist devletlerin proletaryası tarafından desteklenecektir, ilk ayrılan ülkenin, ilk muzaffer ülkenin daha şimdiden, diğer ülkelerin işçileri ve emekçi kitleleri tarafından destekleneceğini görüyoruz. Bu destek olmadan bu ülke ayakta kalamazdı. Hiç kuşkusuz, bu destek güçlenecek ve artacaktır. Ama hiç kuşku yok ki, ilk muzaffer ülkede sosyalizm ne kadar eksiksiz bir şekilde pekiştirilirse, bu ülke ne kadar hızlı bir şekilde dünya devriminin daha da geliştirilmesi için bir üs haline, emperyalizmi daha da parçalamanın kaldıracı haline dönüşürse, dünya devriminin gelişmesi, bir dizi ülkenin emperyalizmden ayrılması süreci o kadar hızlı ve tam olacaktır.
Kendini kurtaran ilk ülkede, sosyalizmin nihai zaferinin, birden fazla ülkenin proleterlerinin ortak çabaları olmaksızın imkânsız olduğu önermesi doğru ise, aynı şekilde, ilk sosyalist ülke tarafından tüm diğer ülkelerin işçilerine ve emekçi kitlelerine verilen destek ne kadar etkin ise, dünya devriminin bir o kadar daha hızlı ve tam gelişeceği de doğrudur.
Bu destek ifadesini nerde bulmalıdır?
Birinci olarak, muzaffer ülkenin, ‘devrimin bütün ülkelerde geliştirilmesi, desteklenmesi, körüklenmesi, için tek ülkede yapılabilecek şeyin en fazlasını yapmasında’ ifadesini bulmalıdır. (Lenin)
İkinci olarak, bir ülkenin ‘muzaffer proletaryasının’, ‘kapitalistleri mülksüzleştirdikten ve kendi ülkesinde sosyalist üretimi örgütledikten sonra kendini diğer kapitalist dünyanın karşısına koyması ve diğer ülkelerin ezilen sınıflarını kendi yanına çekip, onlarda kapitalistlere karşı ayaklanmayı körüklemesi ve gerektiğinde sömürücü sınıflara ve onların devletine ve hatta silah zoruyla bile harekete geçmesinde’ ifadesini bulmalıdır. (Lenin)
Muzaffer ülkenin desteğinin karakteristik özelliği, yalnızca diğer ülkelerde proleterlerin zaferini hızlandırmasında değil, ama aynı zamanda, bu zaferi kolaylaştırması sayesinde, aynı zamanda ilk muzaffer ülkede sosyalizmin nihai zaferini sağlama almasında yatmaktadır.
Dünya devriminin gelişme seyri içinde, tek tek kapitalist ülkeler biçiminde emperyalizmin merkezlerinin ve tüm dünyada bu ülkelerin sisteminin yanı sıra, tek tek Sovyet ülkeleri biçiminde sosyalizmin merkezlerinin ve tüm dünyada bu merkezlerin bir sisteminin ortaya çıkması en olasıdır ve bu iki sistem arasındaki mücadele, dünya devriminin gelişme tarihini dolduracaktır.
Çünkü diyor Lenin, ‘sosyalizmde ulusların özgür birleşmesi, sosyalist cumhuriyetlerin geri kalmış devletlere karşı az çok uzun süren ve inatçı bir mücadelesi olmaksızın olanaksızdır.’
Ekim Devrimi’nin dünya çapındaki tarihsel önemi, onun yalnızca bir tek ülkenin emperyalizminin sistemini yarma büyük inisiyatifinden çıkmasında ve emperyalist ülkeler okyanusunda sosyalizmin ilk anayurdu olmasında değil, ama aynı zamanda dünya devriminin ilk aşamasının ve dünya devriminin daha da geliştirilmesi için bir üs oluşturmasında yatmaktadır.”(Stalin, Eserler VI, sf: 358-359)

Şubat 1994

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑