Kürdistan Devriminde Küçük Burjuva Devrim Anlayışının Güncel Etkileri Üzerine

Çok genel bir tanımlamayla devrimi, üretici güçlerin içinde hareket ettikleri, üretim tarzı ile çatışmaya girmeleri sonucu, eski üretim ilişkilerine karşı yeni üretici güçlerin hareketi ve eski üretim tarzıyla birlikte, eski üstyapının da tasfiyesi olarak tanımlayabiliriz. Sınıfların ilişkileri açısından ve bir diğer biçimde, devrimi, başta işçi sınıfı olmak üzere sömürülen ve ezilen sınıfların, sömürücü egemen sınıflara karşı, sömürülme ve baskı altında tutulma durumlarına, bunu olanaklı kılan ve üreten kapitalist özel mülkiyet sistemine son verme ve siyasal iktidarın ele geçirilmesi yoluyla yeni (sosyalist) üretim ilişkilerinin kurulması (tesis edilmesi) olarak da tanımlamak mümkündür. Devrim, sömüren ve ezen sınıflarla, sömürülen ve ezilen sınıflar arasındaki mücadelenin, uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının sınıf savaşı yoluyla çözümlenmesi olayıdır. Devrim, toplumsal bir alt üst oluşu ve kurulu toplumsal düzenin yerine, yeni ekonomik-siyasal ve sosyal bir sistemin geçirilmesini ifade eder.
Hangi biçimiyle olursa olsun devrimin bu tanımı onun, uzlaşmaz sınıf karşıtlıkları içindeki sınıfların çatışmasının ürünü olarak ele alınmasını zorunlu kılar. Yani bu tanım devrimin hangi zeminde, ne tür ilişkiler içinde ve kimler (hangi sınıf) tarafından yapılacağını da belirlemektedir.
Marksist teorinin temel ilkelerinden biri, devrimin “kitlelerin eseri” olarak ele alınmasıdır. Devrimi yapacak olan kitlelerdir, kapitalizmin sömürdüğü ve ezdiği işçi sınıfı ve emekçi yığınlardır. Devrim, kitlelerin eseri olacaktır; ancak modern toplumda siyasal iktidarın alınmasını hedefleyen bir devrimin dağınık ve örgütsüz yığınların kendiliğinden eylemiyle gerçekleşmesi de olanaklı değildir. Egemen sınıfın ekonomik, politik, askeri vb. alanlardaki muazzam örgütlenmesi, proletarya ve müttefiklerinin mücadelesinin örgütlü yürütülmesini zorunlu kılar. O halde devrim, örgütlü “kitlelerin eseri” olmalıdır. Lenin; “komünistlerin önderliğinde örgütlü yığın etkinliği olmadan kapitalizm yenilmez, komünizm kurulmaz” diyordu. Sınıf mücadeleleri tarihi, örgütlü kitlelerin etkinliği olmadan hiçbir siyasal hareketin kalıcı sonuçlara yol açmadığını gösteriyor.
Hareketin kendiliğinden süreci içinde proletarya ve emekçiler çeşitli örgütler içinde bir araya gelirler. Bunlar sendikalar, işçi birlikleri, kooperatifler, dernekler vb. biçimlerdeki kendiliğinden örgütlerdir. Ancak bunlar ekonomik mücadele örgütleridir ve ekonomik mücadele sınırları içinde kalındığı sürece bir devrimden ya da devrimin gerçekleşebilir olmasından söz etmek mümkün değildir. Ekonomik mücadele, işçilerin emek güçlerini daha uygun fiyattan pazarlamaları iş ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için patronlara karşı yürüttükleri mücadeledir. Kapitalizm ve emek-gücünün pazarlanması olanağı var olduğu sürece, emek-gücü ne kadar “uygun fiyat”la satılırsa satılsın, bu ekonomik sistemin işleyişine ve devamına engel teşkil etmez. İşçi sınıfının mücadelesi sadece emek-gücünün daha elverişli koşullarda satışını sağlamakla sınırlı kaldığı sürece onun kölelik durumu devam eder. Ekonomik mücadele örgütleri, burjuvaziye ideolojik bağımlılığa son veremezler. Oysa her devrimin temel sorunu, iktidar sorunudur. Lenin; “iktidar sorunu ne bir yana bırakılabilir, ne de geri plana atılabilir. Çünkü temel sorun, devrimin tüm gelişmesini, devrimin iç ve dış siyasetini belirleyen sorun, iktidar sorunudur.” diyordu.
İktidar mücadelesinin olduğu her yerde ise, kaçınılmaz olarak partiler mücadelesi vardır. Çünkü iktidar mücadelesine girişmeden proletaryanın, kendisini mülksüzleştiren sınıfların egemenliğine son vermesi mümkün değildir. Bunun için işçilere gerekli olan yalnızca kooperatiflerde, derneklerde, sendikalarda örgütlenmek değil, ama aynı zamanda politik bir partide örgütlenmedir. Çünkü “iktidar savaşımında proletaryanın, örgütten başka bir silahı yoktur.” Lenin; politik mücadele ve politik örgüt sorununa değinirken, “politik sınıf mücadelesinin en kesin, en tam ve en belirleyici ifadesi partiler mücadelesidir” demekte ve sınıflar mücadelesinin “evriminin belirli bir aşamasında kaçınılmaz bir biçimde politik bir savaş halini” alacağını belirtmektedir.
Parti, proletaryanın politik mücadelesini -iktidar mücadelesi politik bir mücadeledir-örgütleyen ve ona önderlik eden bir “savaş kurmay heyeti”dir. Parti; politik, ekonomik, askeri, mali, kültürel vb. kurumlarıyla işçi sınıfı ve emekçi halk yığınlarının karşısında duran burjuvazi ve gericiliğe karşı, proletaryanın ve emekçilerin mücadelesini örgütleme, vurulacak hedefleri tüm netliğiyle ortaya koyma, sömürü ve baskının temel kaynaklarını gösterme, propaganda, ajitasyon ve siyasal teşhir yoluyla yığınları aydınlatma ve yığınların eylemini siyasal iktidar hedefine yöneltme için gereklidir. İşçi sınıfının kendiliğinden sınıf durumundan “kendisi için sınıf durumuna gelmesi, ancak onun en ileri, en fedakâr, en cesur unsurlarının politik bir partide örgütlenmesi ve sınıfın Marksist teori ve felsefi materyalizm ile eğitimiyle mümkündür. “Her gelecek partisinin ilk görevi, halk çoğunluğunu programının ve taktiğinin doğruluğuna inandırmaktır.” (Lenin)
Marksist literatürde komünist partisi, “işçi hareketi ile sosyalizmin birliği” olarak tanımlanır. Partinin görevi “bir bütün olarak genel hareketin çıkarlarını temsil etmekten, bu harekete son hedefini, siyasal görevlerini göstermekten, onun siyasal ve ideolojik bağımsızlığını korumaktan oluşur.” Parti bu görevin başarılması için vardır. Devrimin kitlelerin eseri olması, kitlelerin kendiliğinden hareketinin evriminin kendiliğinden devrimle sonuçlanması anlamına gelmez. Sömürünün ortadan kaldırılması, ücretli emek sömürüsünü olanaklı kılan kapitalist özel mülkiyet sisteminin tasfiyesi ve iktidarın proletarya tarafından alınması, bilinçli ve örgütlü siyasal eylemi zorunlu kılmaktadır. Ekonomik devrimin, yani “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesinin”, kolektif toplumsal üretimin ve mülkiyetin tesisinin başkaca bir yolu yoktur.
Komünist partisi, işçi sınıfının en bilinçli, en cesur ve en fedakâr unsurlarının oluşturduğu, sınıfın ve emekçilerin mücadelesini örgütleme ve yönetmeyi görev edinen, eyleminin içeriği sömürü ve baskının ortadan kaldırılması amacı tarafından belirlenen, işçi sınıfına -ve emekçi halk kitlelerine- esas çıkarlarını, siyasal görevlerini ve nihai hedeflerini göstermeyi temel görev edinen bir siyasal organizasyonun adıdır. Partinin tüm strateji ve taktiği bu görev tarafından belirlenir; mücadele ve eylem çizgisine bu görevin çıkarları yön verir.
Devrimi kitlelerin eseri olarak ele almak, partinin, tüm mücadele ve eylem çizgisini kitle eylemine dayandırması, kendiliğinden kitle hareketi içinde yer alma yoluyla kitlelerin aydınlatılması, eğitilmesi ve örgütlendirilmesini esas alması demektir. Parti; siyasal bir örgütün, bir grubun ya da bir sınıfın iradesine tabi olmayan, zorunlu olarak sınıf karşıtlıklarının ve çatışmalarının yaşanmasına yol açan sömürü ve baskı sisteminde, işçi sınıfı ve ezilen emekçilerin kendiliğinden kitle hareketinin dalgalanmalar biçiminde, alçalıp-yükselerek geliştiğini dikkate alarak, kendiliğinden harekete bilinçli müdahalede bulunur. İşçi sınıfının siyasal iktidar mücadelesini örgütlemek için, kitlelerin bulunduğu. her yere proletaryanın giderek siyasal sınıf bilincinin geliştirilmesi amacıyla planlı ve kesintisiz bir faaliyet sürdürür.
Parti, proletaryanın hareketinin çıkarlarını temsil etme, son hedefi ve siyasal görevlerini gösterme, ideolojik-politik bağımsızlığını sağlama amacıyla yığınlar içinde faaliyet yürütürken, içinde mücadele ettiği koşulları ve siyasal durumu göz ardı edemez. Parti, proletaryanın öncü örgütü olarak, yol göstericilik ve yöneticilik görevini; ancak mücadelenin ihtiyaçlarına uygun örgüt birimleri oluşturarak yerine getirebilir.
Parti, tüm sınıfların ve kesimlerin burjuva devleti ve hükümetiyle ilişkileri hakkında sınıfın bilgilendirilmesi, hangi kesime yönelirse yönelsin, polis baskısının her türüne karşı mücadelenin işçilerce benimsenmesi, burjuva devlet örgütlenmesinin tüm kurumlarıyla birlikte işçiler için anlamının açığa çıkarılması, kapitalizm ve burjuvazinin burjuva partileri ve hükümetleriyle ilişkilerini burjuva devletin, köylülük, şehir küçük burjuvazisi vb. kesimlerle ilişkileri ortaya koyarak, siyasal gerçeklerin açıklanması yoluyla işçi sınıfını ve emekçi kitleleri eğitmeye çalışır.
Komünist partisinin başta gelen görevi, işçi sınıfının sosyalist siyasal bilinçle donanmasını ve politik iktidarın alınması amacıyla harekete geçirilmesini sağlamaktır. Bunun için durumu hakkında işçi sınıfı aydınlatılmalıdır. Parti, “birliklerini” nüfusun tüm ezilen kesimlerinin saflarına yollayarak, propaganda, ajitasyon ve siyasal teşhir faaliyeti yürütme ve nüfusun tüm katmanlarıyla devlet ve hükümet arasındaki ilişkileri ortaya koyma yoluyla sınıfın siyasal bilincinin gelişmesini sağlamalıdır. Proletarya, uzlaşmaz sınıf karşılıklarıyla sarsılan kapitalizmin çelişkilerinin onun yıkımını hazırladığı ve sosyalizme geçişin zorunluluğu hakkında bilgilendirilmeli, aydınlatılmalıdır.
Komünist partisinin tüm faaliyetinin hedefi, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin devrim için ayağa kaldırılmasıdır. Parti, mücadelesinin ve eyleminin her safhasında yığınlardan kopmamaya, aksine onların içinde yer alarak, onların eylemini örgütlemeye çalışır. Stalin, parti-yığın ilişkisine değinirken, yığınlardan kopmamaya dikkat ederek, şunları söylüyordu: “Tüm gerçek şu ki; parti yalnızca önden gitmemeli; ama sayısız yığınları da kendi ardından götürmelidir. Sayısız yığınları ardından götürmeden önden gitmek, aslında hareketin gerisine düşmek, hareketin kuyruğuna takılmak demektir. Artçıdan koparak, artçıyı ardından götürmesini beceremeyerek önden gitmek, gereğinden çok öncelemek demektir; bu yığınların ileriye doğru hareketini bir zaman için tehlikeye düşürebilir.”
“Öncülük” adına kitle hareketinin dışına düşen, kitlelerden kopan bir parti ya da örgütün öncülüğünden söz edilemez. “Öncülük” kitleler adına, kitlelerin rolüne soyunmayı değil, kitlelerin rolünü devrimci tarzda ele almayı ve kitle hareketine gereken önemi vermeyi gerektirir.

DEVRİMİN KÜÇÜK BURJUVA ELE ALINIŞI VE KİTLELERİN ROLÜNÜN REDDİ
Düşünceler ancak yığınları etkileri altına aldıkları zaman maddi bir güç haline gelirler. Marksistler, “ekonomik gelişmeye dayanarak” kapitalist toplumun yerini sosyalizme bırakmasının kaçınılmaz olduğu fikrini, işçi sınıfının saflarında yayma yoluyla sınıfın aydınlanmasını ve somut deneylere dayalı eğitimini sağlamaya çalışırlar. Marksist fikirler ancak bu durumda dönüştürücü-değiştirici bir güç haline gelirler. Tarihsel deneyler, emekçi halk kitlelerinin kendi deneylerinden geçmemiş olmaları durumunda onları inandırmanın zor olduğunu göstermiştir. İşçi ve emekçi eylemlerini ve taleplerini belirleyenin maddi koşullar, üretim ve yaşam koşulları olduğunu göz önünde tutan Marksistler, iradi olarak ve daha baştan, tüm bir mücadele sürecini kapsayan mücadele biçimlerinin tespit edilemeyeceğini bilirler. Mücadele biçimleriyle ilgili Lenin’in ünlü sözlerini burada bir kez daha anacağız: “… Önce hareketi belli bir mücadele biçimine bağlamayan Marksizm, sosyalizmin bütün ilkel biçimlerinden ayrılır; her çeşit mücadele biçimini kabul eder; onları ‘icat’ etmez, sadece genelleştirir, örgütler, hareketin akımı içinde kendiliğinden doğan devrimci sınıfların mücadele biçimlerine bilinçli ifadeler verir. Bütün soyut kalıpların ve öğreti reçetelerinin can düşmanı olan Marksizm, hareket geliştikçe, kitlelerin sınıf bilinci büyüdükçe, ekonomik ve siyasal buhranlar keskinleştikçe sürekli olarak yeni, değişik savunma ve saldırı yöntemleri doğuran ilerleme halindeki kitle mücadelesi karşısında dikkatli bir tavır alınmasını gerektirir. Bu yüzden Marksizm, kesinlikle hiçbir mücadele biçimini reddetmez. Marksizm hiçbir biçimde kendini yalnız belli bir anda var olan mümkün mücadele biçimleriyle sınırlamaz; bunu yaparken, toplumsal durum değişince, o anda içinde olanların bilmediği yeni mücadele biçimlerinin doğmasının kaçınılmaz olduğunu bilir. Bu bakımdan Marksizm, kitlelerin deneylerinden öğrenir denebilir, hiçbir zaman ‘sistemciler’in çalışma odalarının ıssızlığında icat ettikleri mücadele biçimlerini kitlelere öğretmeye kalkmaz.”
Lenin’in sözleri, Marksistlerin mücadele biçimleri sorununa nasıl yaklaştıklarını ortaya koyuyor. Küçük burjuva devrimcileri ise, mücadele biçimleri sorununu ekonomik-siyasal gelişmelerden, kitlelerin bilinç ve örgütlenme düzeyinden, ekonomik, politik bunalımın boyutlarından, kitlelerin mücadele pratiklerinden soyutlayarak; baştan itibaren “silahlı mücadele” veya “gerilla mücadelesi” dedikleri biçimi, tek ve temel mücadele biçimi olarak ele almakta ve tüm diğer biçimleri amaçtan uzaklaştıran reformist ya da lekeli biçimler olarak ilan etmektedirler. Küçük burjuva devrimci grupların, yığınların deneyinden öğrenme ve belli bir anda mevcut mücadele biçimlerinin ötesinde yeni biçimlerin gündeme gelebileceğini kabul etme gibi bir sorunları bulunmamaktadır. Kendilerini “savaşanlar” olarak görüp, başkalarını “pasif ilan etmelerinin başta gelen nedeni, mücadele biçimlerine ve “silahlı mücadele”ye bu yaklaşımlarıdır. Küçük burjuva devrimciliği, devrimci hareketin gelişme sürecinde, kitle hareketinin yeni biçimler ortaya çıkarabileceğini anlamak istemez; kitle hareketinin kendiliğindenlik koşullarında ortaya çıkardığı grev, gösteri, boykot vb. biçimleri mücadeleden saymaz. Kendini belirli biçimlerle sınırlar ve onlarda ısrar eder. Hareketin v« mücadele biçimlerinin bu ele alınışı, yığınların kazanılması ve halk çoğunluğunun ortaya konan program ve taktiklerin doğruluğuna inandırılması çabasının gereksiz ya da en azından önemsiz görülmesine yol açmaktadır. Dolayısıyla proletarya ve emekçilerin sosyalist aydınlatılması ve eğitimi için gerekli olan bilimsel bilginin edinilmesi ve taşınması görevi küçümsenmekte, bunun örgütsel çabası gereksiz bir angarya sayılmaktadır. Mücadele ve örgüt sorunlarının bu tür küçük burjuvaca ele almışı, proletarya ve emekçi halk yığınlarının mücadelesine ciddi zararlar vermektedir.
Komünist Partisi’nin görevi, bilinçsiz, burjuva ideolojik etki altındaki yığınların, burjuvaziye karşı mücadelelerinde onlara yardımcı olmak, günlük ekonomik talepler etrafında dönen hareketin politik harekete genişlemesinde, yığınların yeni konuma doğru ilerlemelerinde onları yönetmektir. Bütün mücadele araç ve yöntemlerinden yararlanmasını bilmeden bu görevin başarılması olanaklı değildir.

KÜÇÜK BURJUVA DEVRİMCİLİĞİ SINIF MÜCADELESİNİ DARALTMAKTA “ÖNCÜLERİN MÜCADELESİNE İNDİRGEMEKTEDİR
Toplumsal olaylar değerlendirilirken, temel karşıt güçlerin, sınıfların çatışma durumu ve düzeyinin yerine, bu güçlerin “politik temsilcileri” arasındaki çatışmayı geçirmek, sınıf çatışmasını daraltmaya, inkâra ve sınıfların rollerini “öncü”lerin rolleriyle değiştirmeye götürür. Lenin; “Başlıca dikkat edilecek şey, kendiliğinden hareketin kaynağıdır” derken, kendiliğinden hareketi doğuran maddi toplumsal temelin ve sınıfların hareketinin hiçbir zaman göz ardı edilmemesi gereğine dikkat çekiyordu. Küçük burjuva devrimcileri ise, insan toplumunun her şeyi “bir avuç seçkin kişiye borçlu olduğu” düşüncesindedirler ve toplumsal değişimi sağlayan yegâne gücün işçi sınıfı ve emekçi halk yığınlarının gücü olduğunu yadsımaktadırlar. Sınıfların rolünün “öncüler”in rolüyle değiştirilmesi, yalnızca sınıf mücadelesinin daraltılmasına değil, aynı zamanda, mücadele sürecinin her anında kitle eyleminin doğrudan doğruya “maddi dürtülerden” (Engels) doğduğu gerçeğinin de göz ardı edilmesine götürmektedir. Dahası, küçük burjuva devrimciliğinin sınıflar mücadelesini bu ele alışı, Marksist materyalizmin temel önermelerinin reddi anlamını içermekte; proletarya ve emekçilerin, “maddi hayatın üretim tarzı” sürecindeki siyasal ve entelektüel yaşamını, davranış ve hareketlerini nesnel temelden koparmakta, devrimci siyasal iradeye (kitlelerin iradesi de değil), maddi hayatı ve ondan çıkan sınıfların hareketini belirleme rolü vermektedir. Yani küçük burjuva devrimciliği yalnızca, devrim ile yığınlar, sınıf mücadelesiyle öncü arasındaki ilişkiyi ele alış tarzıyla değil, aynı zamanda yaşamı, maddi hayatı yorumlayış tarzıyla da anti-Marksist konumda bulunmaktadır.
Küçük burjuva devrimciliği, Marksizm’in, toplumsal harekete yaklaşımını “aşırı bir determinizm” olarak damgalar. Bu doğru değildir. Marksizm siyasal iradenin rolünü göz ardı etmez, küçümsemez, ancak onun, toplumsal hareketle ilişkisini nesnel bir zemine oturtur. Toplumsal harekette nesnel yasaların belirleyici olması gerçeği, hiçbir biçimde, toplumsal değişimlerin kendiliğinden gerçekleşeceği, insanın (sınıfların) bilinçli eylemi olmaksızın devrimin başarıya ulaşacağı anlamına gelmez. Marksistler kaderci ve idealist değildir, insanın bilinçli eyleminin önemini reddetmez, aksine bu rolün doğru tarzda ele alınmasının sonuç üzerindeki etkisine dikkat çekerler. Marx’ın bilinçli etkinliğin önemine değinirken “Klasik Alman Felsefesinin Sonu”nda yazdığı şu sözler, aydınlatıcı, yol göstericidir: “Buna karşılık, toplum tarihinde etkin olanlar, yalnız bilince sahip, düşünüp taşınarak, ya da tutku ile hareket eden ve belirli erekleri izleyen insanlardır; hiçbir şey bilinçli bir maksat olmadan, istenen bir erek bulunmadan meydana gelmez.”
Bütün sorun, sınıflar mücadelesinde, “bilince sahip” olmanın nasıl ele alınacağıdır. “Bilince sahip” olma, öncünün (partinin) bir ayrıcalığı olarak mı ele alınacak, yoksa sınıf için, emekçiler için bir gereklilik olarak mı? Eğer devrim, sınıf ve emekçilerin “bilinçli bir maksat”la ve “maddi dürtülerden hareketle” başvuracakları toplumsal bir eylem (ya da eylemler dizisi) olarak görülecekse -ki öyledir- siyasal iradenin ve siyasal bilincin öncü örgütle sınırlandırılması devrimin imkânsız hale getirilmesidir. Küçük burjuva devrimciliği sınıf mücadelesini ele alış tarzıyla tam da bunu yapmaktadır.
İnsanın bilinçli eylemiyle toplumsal yasalar birbirinin alternatifi olarak görülemezler. Bunlar birbirlerinin tamamlayanıdır. Toplumsal yasaların işlemesinde bilinçli eylemin rolünün yadsınması; işte determinizm ve kendiliğindencilik budur. Sorun bilinçli eylemin ne olup ne olmadığının, hangi temel üzerinde iş gördüğünün doğru tayinidir. Örneğin, kapitalizmin yerini zorunlu olarak sosyalizme bırakmasının nedeni, Marksistlerin iradi talepleri nedeniyle değil, kapitalist toplumun çelişkilerinin bunu kaçınılmaz hale getirmesinden dolayıdır. Kapitalist toplumun nesnel yasalarının işleyişi, onu yıkıma mahkûm etmektedir. Kapitalizmin çelişkilerinin keskinleşmesi, işçi sınıfı ve emekçi yığınların ekonomik-politik taleplerle mücadeleye atılması, bu mücadelenin siyasal mücadele düzeyine yükselmesi, sonuçta sosyalizmin zafer kazanmasına yol açmaktadır. Bu sürecin kendiliğinden, kesintisiz ilerleyeceğini ve bilinçli etkinliğin, siyasal iradenin rolü olmaksızın sonuçlanacağını ise ancak sınıf mücadelesinden hiçbir şey anlamayan politik avanaklar düşünebilir.
Marksizm insanın bilinçli etkinliğine, her zaman hak ettiği önemi vermiş ve bilinçli etkinlik olmadan toplumsal ilerlemenin sağlanamayacağını belirtmiştir. Mars’ın ve Engels’in yukarıdaki sözleri bunu ifade etmektedir. Ve gene, Marksizm her zaman için öncünün rolüne, toplumsal sınıf zemini üzerinde büyük önem vermiştir. Çünkü öncünün faaliyeti, siyasal iradenin etkinliği olmaksızın proletaryanın siyasal iktidar mücadelesinin zafere ulaşması mümkün değildir. Marksizm’in, proletaryanın siyasal partisine yüklediği görev, öncüye verilen öneme işaret etmektedir. Marksizm, işçi sınıfının ve emekçi yığınların kendiliğinden hareketine tapınmaya, “bilinçli öge”nin, komünist partisinin rolünün yadsınmasına karşı mücadele eder ve bu tutumun burjuva ideolojisinin etkisini artıracağını proletaryanın kavramasının önemine dikkat çeker.
Öncünün isteği, iradesi ve eylemi devrim için yeterli olmadığı gibi; öncünün politik faaliyeti olmadan, yığınların kendiliğinden hareketinin devrime yol açması da mümkün değildir. Ancak devrim bir komplo eylemi olmayıp, toplumsal sınıfların çatışmasının ürünüdür. Tarihi bir zorunluluk olan işçi sınıfı hareketinin başarıya ulaşmasında, Marksist partinin sınıf hareketiyle bağı, sınıfın bilinç ve örgütlenme düzeyi belirleyici bir öneme sahiptir. Komünist partileri, işçi sınıfının ve tüm ezilenlerin kurtuluşu için yürüttükleri aydınlatma ve örgütleme faaliyetiyle bu zorunlu tarihsel yürüyüşe etkide bulunurlar. Lenin, Marksizm’i diğer “sosyalist” teorilerden ayıran özelliklerden birinde, “… şeylerin nesnel durumunu ve evrimin nesnel akışının analizinde kuşkusuz bir bilimsel açıklığı; devrimci enerjinin, devrimci yaratıcılığın, kitlelerin ve elbette ki şu ya da bu sınıflarla bağ kurma ve sürdürme yeteneğine sahip kişilerin, grupların, örgütlerin ve partilerin devrimci inisiyatifinin öneminin kesin kabulüyle bağdaştırma” olduğunu vurguluyordu.
Kişiler, gruplar, örgütler ve partiler, öznel etkenin rolünü, devrimci inisiyatifi nasıl ele alacaklar; sorun budur. Bu rol, sınıflar arası ilişki ve çelişkiler temel veri kabul edilerek, ezilen sınıfların değiştirici eyleminin örgütlenmesi için mi oynanacak, yoksa işçi sınıfını ve ezilen kitleleri “pasif izleyici” konumuna iten, onlar adına iş gören, onlar adına “iktidar alan” “gerilla”nın ve “kızılordu”nun rolü olarak mı değerlendirilecek? Konunun can alıcı noktası budur. Tartışılan, öncü örgütün gerekip-gerekmediği değildir. Tartışılan öncü örgütün “bilinçli etken”i nasıl ele alması ve “öncülük görevi”ni yerine getirme tarzıdır. Proletaryanın politik örgütlenmesi olmadan siyasal mücadelenin yürütülmesi ve iktidarın alınması mümkün değildir. Bu, işin alfabesidir. “Tarihte hiçbir sınıf, bir hareketi örgütlemeye ve yönetmeye muktedir sivrilmiş temsilciler ve politik liderler yetiştirmeksizin iktidara gelmemiştir. İşçiler için gerekli olan yalnızca kooperatiflerde, derneklerde, sendikalarda örgütlenmek değil, politik bir partide örgütlenmektir.” (Lenin)
Proletaryanın politik partisi görevini nasıl, hangi eylem çizgisini izleyerek ve kime dayanarak yerine getirecektir? Başka bir biçimde ifade edersek; öncü, devrim olayını nasıl ele alacaktır? Marksizm ve küçük burjuva devrimciliği bu soruya farklı cevaplar vermektedir. Küçük burjuva devrimciliği lafızda Marksizm’in görüşünü kabul eder görünmesine karşın, devrimi “profesyonel devrimcilerin örgütü”nün bir eylemi olarak ele almakla, anti Marksist bir konumda bulunur.
Küçük burjuva devrimciliği de devrimi “kitlelerin eseri “olarak ele aldığı iddiasındadır. Ancak küçük burjuva devrimcilerinin bu iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. “Gerilla”yı ve sözde silahlı mücadeleyi tek ve temel mücadele biçimi olarak ele alan anlayışların, mücadele sürecinin ortaya çıkardığı çeşitli mücadele biçimlerini yadsımaları, ya da hafife almaları ve kitlelere “destekçi” gözüyle bakmaları kaçınılmazdır. Buna yol açan temel neden, küçük burjuva devrimciliğinin sınıf mücadelesinin nesnel yasalarını, bu yasaların işleyişini kavramamaları ve sınıfların rollerini küçümsemeleridir. Yığınların bilinçlendirilmesi, bilimsel sosyalist ideolojinin işçi sınıfı ve emekçi kitleler içinde yayılması, kesintisiz bilinçten düşme ve aydınlatma faaliyetinin sürdürülmesi, propaganda, ajitasyon ve siyasal teşhir yoluyla yığınların “uyandırılması” görevi küçümsenmekte; silaha, sahip olmadığı ve olamayacağı özellikler atfedilmektedir. Küçük burjuva devrimciliğinin “silahlı propaganda” söylemi, yığınların aydınlatılması ve kendi deneyleri temelinde eğitilmesi görevinin reddedilmesini ifade etmektedir. “Gerilla”nın “etkili” eylemlerinin propagandası yoluyla kitlenin bilinçlendirileceği ve “gerilla”nın, kitlelerin örgütlenme ihtiyacını en iyi karşılayan biçim olduğu düşüncesi anti Marksist bir safsatadan başka bir şey değildir. Bu çeşit bir düşünce, gerçekte, “öncü’nün yığınlardan kopuşunun teorisidir. “Öncü’nün, “gerilla”nın eylemleri geniş insan gruplarının, sınıfların etkinlik ve mücadelelerine bağlanmadıkları sürece, değiştirici, devrimci bir rol oynayamazlar, dahası “gerilla” eylemlerinin bilinçlendirme diye bir işlevi yoktur.

YIĞINLARIN BİLİNÇLENDİRİLMESİ VE “GERİLLA”CILIK
Komünist partisinin başta gelen görevi; işçi sınıfının sosyalist siyasal bilinçle donanmasını ve iktidarın alınması için siyasal örgütlenmesini sağlamaktır. İşçi sınıfı, sosyalist sınıf bilincine kendiliğinden hareket içinde ve kendiliğinden ulaşamaz. Sosyalist bilinç sınıfa ancak dışarıdan, işçilerle kapitalistler arasındaki ekonomik mücadele alanının dışından verilebilir. Küçük burjuva devrimcilerinin de bildiği, ancak önemini kavrayamadığı, Lenin’in konuya ilişkin sözlerini, bu vesileyle bir kez daha aktarmakta yarar var. Şöyle diyor: “Siyasal sınıf bilinci işçiye yalnız dışarıdan, yani ekonomik savaşımın dışında kalan bir alandan, işçilerle işverenler arasındaki ilişkiler alanının dışından getirilebilir. Bu bilginin sağlandığı biricik alan, tüm sınıfların ve katmanların devletle ve hükümetle olan ilişkileridir. Bundan dolayı .’işçilere siyasal bilgi vermek için ne yapmalı?’ sorusuna çoğu durumda pratik-çilerin vermekle yetindikleri -ekonomizm akımına eğilimli pratikçilerden hiç söz etmeyelim- karşılığı vermek yeterli olamaz; yani şu karşılıkla yetinilemez: ‘İşçilerin ayağına gitmeli’ sosyal demokratlar işçilere siyasal bilgi vermek için nüfusun tüm sınıflarının arasına gitmek zorundadırlar, ordularının birliklerini bütün yönlere yol-lamalıdırlar.” (vurgular Lenin’e ait)
Lenin’in sözleri, sınıfa siyasal bilincin nasıl verileceğiyle ilgilidir. Küçük burjuva devrimcileri bu sözlerin ekonomistlere ve Troçkistlere karşı söylendiğini de düşünebilirler. Bu, sorunu daraltmak olur. Küçük burjuva devrimci gruplar, “gerilla mücadelesi”ni tek ve esas mücadele biçimi olarak ele almakta, daha baştan sınıfı bilinçlendirme görevinin dışına düşmektedirler. Yığınlara, burjuva devletin yıkılması fikrinin silahlı eylemlerle verileceği düşüncesi, nüfusun tüm katmanları arasında bilinçlendirme görevinin yerine getirilmesini olanaksız kılmakta, “tüm sınıfların ve katmanların devletle ve hükümetle ilişkileri”ni ortaya koyarak, işçi sınıfının durumu hakkında aydınlatılması gibi, tümüyle siyasal bir faaliyetin, siyasal faaliyetin temel biçimi olarak propaganda-ajitasyon çalışmasının göz ardı edilmesine yol açmaktadır. Küçük burjuva devrimciliği, mücadele ve eylem çizgisiyle ve kitlelere bakış açısıyla, “… kitlelere giden yolu açmak, kitlelerle bağları güçlendirmek ve geniş işçi kitlelerini… devrimci mücadelelere hazırlamak” biçiminde ifade edilen komünist parti görevini bir yana itmektedir. Küçük burjuva devrimciliği, işçi sınıfı başta olmak üzere nüfusun ezilen kesimlerini eğitip-örgütleme işini “zaman ve güç kaybı” saymakta, kitlelere “gerillaya destek” görevi vermektedir.
Lenin, yukarıdaki türden “çarpıcı bir tanımlamayı bile bile” seçtiğini belirterek, işçi sınıfı hakkında gevezelik yapan, ancak pratikte işçi sınıfı içindeki çalışmaya gerekli önemi vermeyenleri olduğu kadar; “nüfusun tüm sınıfları” arasında çalışmayı “sınıf içindeki çalışma” adına küçümseyen sözde “işçi sınıfı sosyalistleri”ni de topa tutuyor ve bu türlerini daha baştan, onların öne sürecekleri itirazları dikkate alarak şöyle cevaplıyordu: “O zaman şu sorular ortaya çıkıyor. Bunu nasıl yapmalı? Elimizde bunun için gerekli güçler var mıdır? Bu, sınıf bakış açısının gözden çıkarılması anlamına gelmez ya da sınıfsal bakış açısının gözden çıkarılmasına götürmez mi? Şimdi bu soruların üzerinde duralım.”
Lenin, bu soruları sorduktan sonra yeniden sınıfa siyasal bilinç verilmesi için “teorisyen ve propagandacı olarak, ajitatör ve örgütçü olarak” nüfusun tüm ezilen katmanları içinde çalışmanın, parti “bölükleri”nin onların içine gönderilmesinin önemi üzerinde durur. Herkesi, “gerillaya katılma”ya, ya da “gerillaya destek olmaya” çağıranların, Marksizm’in mücadele sorununa getirdiği çözümlemelerle ve Lenin’in “öncü Örgüt” için zorunlu baş görevler olarak belirttiği görevin yerine getirilmesiyle tam bir zıtlık içinde oldukları açık değil mi? Bir küçük burjuva dergide yer alan, “Siyasi iktidarı almak için örgütlenmiş gerilla birimleri halkın zoru olarak, iktidarı alacak düzenli kızıl ordunun çekirdeği olması yanında, silahlı propaganda ile kitleleri siyasi görevler için harekete geçirme görevini de üstlenir.” vb. sözlerin Leninist görüşün tastamam inkârı olduğu açık değil midir? Bu sözler her sözcüğüyle anti Marksist bir anlayışı ifade etmektedir. Siyasal iktidarın alınması, proletarya ve emekçilerin işi olarak değil, “gerilla birimleri”nin işi sayılmakta, “kitlelerin siyasal görevler için harekete geçirilmesi” proletarya partisine değil, “gerilla birimleri”ne havale edilmektedir. “Silahlı propaganda” ile “kitle hareketi yaratma” gibi saçma bir düşüncenin bu sözlerde gizli olduğu, küçük burjuva devrimcilerinin, “kitlelerin siyasal görevler için harekete geçirilmesi görevinin” “silahlı propaganda” ile ve “gerilla birimleri” eliyle yerine getirmeyi düşündükleri ve tüm pratik, politik organizasyonlarını buna uyarladıkları görülmektedir.
Halkın tüm katmanları arasında propaganda-ajitasyon ve siyasal teşhir faaliyeti yürütmeden, propaganda yoluyla siyasal sorunlar yığınlara açıklanmadan, işçi ve emekçilerin parti çizgisinde eğitimi ve “siyasi görevler için harekete geçirilmesi” mümkün değildir. Bunu yapacak olan başka herhangi bir örgüt, örneğin “gerilla birimleri” değil, komünist partisinin kendisidir.
Küçük burjuva devrimciliği, devrimi, devrimci örgüt ve mücadele biçimlerini yığınlarla ilişkisinden soyutlayarak ele almakla ve “öncü”ye, asla sahip olamadığı ve olamayacağı misyonlar yükleyerek, devrimi adeta imkânsız hale getirmektedir. “Öncü”ye, dahası “gerilla birimleri”ne atfedilen “iktidarın alınması” ve “devrimin gerçekleştirilmesi” vb. düşünceler, gerçekte, kitlelerden kopuşun teorisine götürmektedir. Küçük burjuva devrimci grupların, baştan sona, silahlı eylemi belirleyici mücadele biçimi olarak görmesi, devrimi “öncünün işi” sayması nedeniyledir. Onların “öncü”ye bakış açılarının farklılığı bir yana; Lenin, yalnız başına öncüyle zaferin olanaksızlığına dikkat çekerken, küçük burjuva devrimci ‘sol’culuğu bir kez daha mahkûm etmektedir. Şöyle diyor Lenin: “Yalnız başına öncüyle zafer olanaksızdır. Bütün sınıf bütün yığınlar öncüyü doğrudan destekleme durumuna gelmedikçe, ya da öncüye karşı sempatik bir tarafsızlık tutumunu benimseyerek karşı tarafı destekleme olasılığı kesin olarak ortadan kalkmadıkça, öncüyü kesin savaşa sürmek yalnız bir ahmaklık olarak kalmaz, bir cinayet olur. Oysa, bütün sınıfın, sermayenin ezdiği geniş emekçi yığınların, gerçekten böyle bir tutumu benimseyebilmeleri için yalnızca propaganda, yalnızca ajitasyon yetmez. Bunun için bu yığınların kendi öz siyasal deneyimleri gereklidir. Bütün büyük devrimlerin temel yasası böyledir.”
“İkili iktidar” durumunun varlığından söz edenlerin Lenin’in bu sözleriyle tam bir çelişki içinde oldukları ve Marksizm’e karşı durdukları açıktır. “Yüce dağların doruklarında” iktidar kuranların (!) bütün sınıfın, bütün yığınların durumuyla ilgilenmedikleri, yığınların siyasal deneylerine ve eylemleriyle öncüyü sınama tutumlarına önem vermedikleri açıktır.
Silahlı eylemleri -onlar silahlı mücadele diyorlar- mücadelelerinin temel göstergesi sayan, “savaşçı” olduklarına kanıt gösteren grupların, yığın eyleminin önemine dikkat çekmekle yetinmeyen, ama güçlerini sınıfın ve emekçilerin devrimci eyleminin örgütlenmesi ereğiyle yığınlar içinde çalışmaya sevk eden komünist partisini “mücadele etmemek”le suçlamaları onların yığın hareketini ve sınıf içindeki çalışmayı önemsemediklerini göstermektedir.
Toplumsal gelişmenin zorunluluğu ile kişi ve grupların etkinliği arasındaki ilişki doğru tarzda ele alınmadığı zaman emekçi yığınlardan kopuş kaçınılmaz hale gelmektedir. Kişi ve gruplara toplumsal değişimi “yaratıcı” misyonu yüklemek aşırı bir öznelciliktir. Parti ve gruplar kitle hareketinin “yaratıcıları” değil, ancak kitle eyleminin örgütleyicileri ve yöneticileri olabilirler; onlar, kendi eylemlerini kitle eyleminin yerine ikame etmeye çalışmazlar, çalışmamalıdırlar.
Burjuvazi, devrimcilerle kitleler arasındaki ilişkinin zayıf kalması için çok yönlü ve sürekli bir faaliyet yürütür; amacı, devrimci grup ve örgütlerin tecrit edilmesidir. Diktatörlüğün köyleri boşaltması ve köylülere saldırıya geçmesinin önemli bir nedeni köylü kitleleriyle devrimcilerin bağının koparılmak istenmesidir. Diğer yandan bu tutum, kitlelerin kazanılması çalışmasından duyulan korkuyu ifade etmektedir. Küçük burjuva devrimciliği, yığın hareketine bakışı ve eylem çizgisiyle kitlelerden kopuşa yol açmakta; politik örgütle işçi ve emekçi yığınlar arasındaki ilişkiyi güçlendirme, propaganda-ajitasyon ve siyasal teşhir yoluyla yeni güçlerin saflara çekilmesi ve işçi sınıfının “politik örgütlenmesi ve politik gelişimi”nin- kolaylaştırılması için her fırsatın değerlendirilmesi yerine, tüm çalışmayı “gerilla faaliyeti”ne tabi kılmaktadır. Bu da yığınlar içindeki çalışmayı güçten düşürmekte ve zayıflatmaktadır. Oysa sayısız yığınları ardından götürme becerisi, ancak yığınların bulunduğu her yere giderek, onların içinde aydınlatma ve örgütleme faaliyetini kesintisiz sürdürerek, (oradan ayrılarak değil, orada, onların arasında kalarak, kalıcı örgütler kurarak) gösterilebilinir. Uyanış içindeki her işçi ve genci “gerillaya” katılmaya ya da “gerillaya destek olmaya” çağıran anlayışın böyle bir derdinin olmadığı, yığınlara ancak lojistik destek için başvurduğu açıktır.

SİLAHLANDIRILMIŞ PROPAGANDA AJİTASYON GRUPLARINA BAKIŞ VE KÜÇÜK BURJUVA DEVRİMCİLİĞİNİN ETKİLERİ
Halkın tüm katmanları arasında propaganda-ajitasyon ve siyasal teşhir faaliyeti yürütülmeden, siyasal gerçekler emekçilere açıklanmadan, işçi ve emekçilerin parti çizgisinde ve kendi deneyleri temelinde eyleme çekilmelerinin mümkün olmadığı gerçeğinden hareketle, komünist partisi, propaganda-ajitasyon çalışmasına özel bir önem vermektedir. Çünkü sınıf mücadelesi sorunlarının açıklanmasının ve işçi-emekçi yığınların aydınlatılmasının bundan başka bir yolu yoktur.
Yerel parti faaliyetinin olanaklarını genişletme ve propaganda-ajitasyon çalışmasını güçlendirme amacıyla oluşturulan ve üç yıla yakın bir süredir Kürdistan’ın bazı bölgelerinde faaliyet yürüten hareketli grupların durumu ve işlevi de kimi durumlarda yanlış ele alınmakta, küçük burjuva devrimciliğinin soruna bakışıyla karıştırılmaktadır. Hareketli propaganda-ajitasyon grupları oluşturulduğunda ve faaliyet sürecinin belli dönemlerinde, işlevlerini parti yayınlarında ortaya konmasına ve silahlandırılma ihtiyacının nedenleri belirtilmesine karşın, parti çevrelerinde ve bazı yayın organlarında bu grupların faaliyeti “gerilla faaliyetiyle karıştırılmakta, ya da öyle görülmek istenmektedir. Daha da önemlisi parti ve gençlik çevrelerinde, birim faaliyeti içinde yer alan unsurlar içinde “gruplara katılma”, “gerillaya katılma” amacıyla, bulundukları alanı terk etme eğilimi, bulunulan alanda yığınlar içinde birim faaliyeti yürütme görevinin önüne geçebilmektedir. Bu tutum ve bu tutuma yol açan devrim ve mücadele anlayışı -bilinçli ya da bilinçsiz- genel faaliyetin ve yığınlarla bağların zayıflamasına, kalıcı ve sağlam örgütler kurma çalışmasının aksamasına neden olmaktadır. Fabrika ya da atölyede çalışan devrimci bir işçinin, ya da diğer kesimler içinde faaliyet yürüten bir devrimcinin, bulunduğu birimde çalışmaya katılma yerine, “gruplara katılmak” üzere birimi terk etmesi -zorunlu halleri dışta tutuyoruz- sanıldığı gibi, “daha devrimci” bir tutum değildir. Hareketli propaganda-ajitasyon gruplarına katılım ancak zorunluysa, bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmışsa, ya da kişinin bu tür görev gruplarında çalışması kaçınılmaz hale gelmişse kabul edilebilir. Devrimci militanlığın tek biçimi ve neredeyse kıstası olarak “silahlı gruplar”da yer almayı görmek, olgunlaşmamış bir devrimcinin yüzeysel bakış açısıyla olayları değerlendirmesi değilse, küçük burjuva devrimciliğinin saflarımızdaki izdüşümüdür. Kaldı ki komünist çalışmada, mahallelerde, semtlerde, birimlerde ve köylerde yürütülen faaliyet sırasında, tümüyle yerleşik nüfusa dayalı milis türü silahlı örgütlenmelerin yığınlar içinde oluşturulduğu da tarihi tecrübelerden bilinmektedir. Buna karşın her şeyin çözümünü “gruplar”a katılmada görmek, kolaycı devrim anlayışının ürünüdür ve özünde ‘sol’ değil sağ bir çizgiye denk düşmektedir.
Hareketli propaganda-ajitasyon ve dağıtım gruplarının gerekliliği yerel parti faaliyetinin güçlendirilmesi ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Grupların faaliyetine baktığımızda şunu görüyoruz: Bu gruplar, faaliyet sürdürdükleri alanlarda partinin propaganda-ajitasyon materyallerini emekçilere iletmekte, siyasal teşhir faaliyeti yürütmekte, diktatörlüğün, Kürt halkına, işçi ve emekçilere yönelik sınıfsal-ulusal, ekonomik-politik saldırılarını teşhir etmekte,, köy toplantıları düzenleyerek, emekçiler içinde örgütlenme ve mücadele düşüncesinin güç kazanması için çaba göstermektedirler. Bu faaliyet, yerel parti çalışmasına yeni olanaklar sunmakta ve etki alanını genişletmektedir. Diktatörlüğün, silahlandırılmış propaganda:ajitasyon gruplarına yönelik kanlı saldırılarının en önemli nedenlerinden biri, bu grupların emekçiler içinde mücadele-örgütlenme ve silahlanma çalışması yürütmeleridir.
Bu grupların ayırıcı gibi görünen özelliği, faaliyetin ve kendilerinin güvenliğini sağlama amacıyla silahlı oluşları ve zorunlu olarak askeri disiplin içinde hareket etmeleridir. Kürdistan kırında “olağan” biçimiyle faaliyet yürütme olanaklarının son derece daraldığı bugünün koşulları başka türlü hareketi oldukça zorlaştırmıştır. Hareketli propaganda-ajitasyon ve dağıtım gruplarının gerekli hallerde kullanmak üzere silah taşımalarından hareketle, bu grupların faaliyetini “gerillacılık”la karıştırmak, ya da aynı görmek ciddi bir yanılgıdır. Biçim açısından “gerilla grupları”na benzemelerine karşın, işlevi ve oluşturulma amaçları farklı olan silahlandırılmış grupların, diktatörlük güçleriyle girdikleri kimi çatışma durumlarını, küçük burjuva devrimciliğinin “gerilla savaşı” anlayışıyla ve “gerilla”nın “vur-kaç” taktiğiyle karıştırmak doğru değildir. Kürdistan’da, faşizmin azgın saldırıları nedeniyle, devrimci gruplar, çeşitli devrimci görev grupları ve sıradan emekçiler silah taşıyor ve bunu bir ihtiyaç olarak duyumsuyorken, silah taşınmasından hareketle, örneğin şehirlerdeki silahlı dağıtım grupları “şehir gerillası” olarak görülemeyeceği gibi, kırsal kesimdeki silahlı grupların “kır gerillası” olarak değerlendirilmesi doğru değildir.
Gerilla mücadelesini, halkın silahlı güçlerinin belli tarihsel koşullarda, yığınların devrimci ayaklanmalarının öngününde ve nispeten uzayan ayaklanmalar arası zaman diliminde burjuva diktatörlüğüne karşı başvurulan mücadele biçimlerinden biri değil de, baştan sona, sınıflar-arası çatışmanın düzeyi ve gelişim seyrinden bağımsız, belirleyici bir eylem tarzı ve temel bir mücadele biçimi olarak ele almak, dahası “gerilla”ya, halk hareketini “yaratma” misyonu yüklemek, bilimsel sosyalist düşüncenin mücadele ve örgüt biçimleri sorunlarını ele alışıyla tam bir tezat içindedir; Marksizm’in ve Marksist partinin eleştiri hedefidir.
Komünist partisinin, yerel parti faaliyetini güçlendirme ve parti çalışmasının olanaklarını genişletme amacıyla oluşturduğu silahlandırılmış hareketli propaganda-ajitasyon gruplarının faaliyetinin küçük burjuva grupların “silahlı mücadele” anlayışıyla ortak bir yanı olmamasına rağmen, pratikte yanlış eğilimlere dayanak yapılmak istenmektedir. İşçi-köylü-öğrenci gençliğin saflarından gelen “gruplara katılma” tazyiki bu yanlış eğilim ve anlayıştan kaynaklanmaktadır. Burjuvazi ve gericiliği esas tedirgin edenin şehirlerde ve köylerde, işyeri, fabrika ve kurumlardaki faaliyetin kitlesel boyutlara ulaşması ve genel kitle eylemi olduğu gerçeği göz ardı edildiğinde; bu eğilimin “aşırı devrimci” bir eğilim sayılması mümkündür. Ne var ki, amaca uygun düşmeyen birimleri terk etme eğilimi gerçekte birim faaliyetinde zaaflara, ilişkilerin zayıflamasına, burjuvazinin “kitlelerden tecrit etme” politikasının güç kazanmasına yol açmaktadır. Anlamak isteyen her devrimci, diktatörlük güçlerinin Kürdistan’da insanlara dayattığı “ya burayı terk et, ya dağa çık” politikasından doğru sonuçlar çıkarmak zorundadır. Küçük burjuva devrimciliği ise yanlış yolda ısrar etmektedir. Ama devrimcilerin “dağa çıkma”, “gruplara katılma” eğilimini daha bilinçli bir değerlendirmeye tabi tutmaları da zorunludur.

KÜRDİSTAN’DA KOMÜNİST FAALİYET VE PARTİ ÇALIŞMASININ BAZI SORUNLARI
Kürdistan’da sınıf ve emekçiler arasındaki çalışmayı ve komünist faaliyeti “geleceğin bir sorunu” sayan, ya da pratik tutumu bu anlayışa uyan her kişi, grup ve hareket, ulusal ve sınıfsal mücadelenin dışına düşmüştür.
Kürdistan, modern toplumsal gelişmenin dışında, uluslararası ilişkilere kapalı, sınıfların ve sınıf mücadelelerinin yaşanmadığı bir alan değildir. Kapitalizm Kürdistan’da da sınıf ayrışmaları ve çatışmalarının yaşanmasına yol açmıştır. Çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryasının bir kolu olarak Kürt işçi sınıfının kendi adına, sınıfının çıkarları ve kurtuluşunu teminat altına alması, daha bugünden siyasal sınıf kimliğiyle mücadele alanında yer almasına bağlıdır. “Karar gününde proletaryanın yengiyi kazanacak güçte olması için, öteki tüm partilerden ayrı ve onlara karşıt, kendi bilincine varmış, kendine özgü bir sınıf partisi meydana getirmesi gereklidir. ” (Engels)
Tüm milliyetlerden Türkiye proletaryasının öncü örgütü, Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda işçi sınıfı içinde sağlam bir örgütlenmeye sahip olmadan, proletaryanın “karar gününde” söz sahibi olması olanaklı değildir. İşçi sınıfına ve emekçilere sömürülmeleri ve baskı altında tutulmalarının nedenleri ve kaynakları gösterilmeden, Kürdistan’da tüm sınıf ve katmanların burjuva devlet ve hükümetleriyle ilişkileri açığa çıkarılmadan, Kürt işçi sınıfının kendi durumu ve ezilen tüm emekçilerin durumu hakkında aydınlatılması başarılmadan, kaba bir “ulusal bilinç’le (!) işçi ve emekçilerin burjuva, burjuva-toprak ağası sınıfların baskı ve sömürüsünden kurtulmaları mümkün değildir. Proletarya sınıf bilinciyle ne kadar fazla donanmışsa, tüm katmanların burjuva devleti ve hükümetiyle ilişkileri konusunda açık fikre sahipse, ulusal hareketin başına geçerek onu ezilen sınıfların kurtuluş mücadelesi olarak başarıya götürmesi o kadar kolay olacaktır. Diğer yandan, Kürdistan işçi ve emekçilerinin kendi kaderlerine hükmedecek bir siyasal gelişme göstermeleri kendiliğinden gerçekleşemez; bunu sağlayacak olan Kürt Marksistlerinin Kürt işçi ve emekçileri içindeki devrimci faaliyetidir. Kürt isçisinin “karar gününde” Kürt burjuvazisinin kuyruğunda mı yürüyeceği, yoksa kendi adına kendi bağımsız sınıf tutumunu mu sürdüreceği, bugünden yürütülecek çalışmaya bağlıdır. Kürt toplumu, ne burjuva-ulusalcı çizginin göstermek istediği gibi, iç çelişkisiz, “sınıfsız ve kaynaşmış bir kitledir, ne de ulusal kölelik durumu ve ulusal özgürlük için mücadele görevi, proletaryanın bağımsız siyasal örgütlenmesi ve sınıf çıkarları için mücadelesini gereksiz kılmaktadır.
Kürdistan’da nüfus içindeki sayısal azlığına rağmen bir işçi sınıfı oluşmuştur ve zayıf da olsa sendikal örgütler içinde bir araya gelmiştir. Son yıllardaki uygulamalarla önemli tahribata uğramalarına karşın ekonomik birimlerde, özel sektör ve devlet işletmelerinde 100 bine yakın işçi çalışmakta, bunun birkaç katı işsiz bulunmaktadır. Gaziantep, Diyarbakır, Batman, Adıyaman, Malatya ve Elazığ işçilerin daha yoğun olarak bulundukları alanlardır. Gaziantep’te önemli bir kesimi tekstil işkolunda olmak üzere 45 bin civarında işçi ve bir o kadar (işsiz sayısı % 20’ye ulaşmıştır) işsiz bulunmaktadır. Keza Diyarbakır’da göçlerin de etkisiyle nüfusun % 70’i işsiz durumdadır. Kürdistan’da özel sektörde çalışanların -çok küçük bir bölümü hariç- sendika ve sigorta hakkı yoktur. İşçi ve işsizler aileleriyle birlikte ele alındıklarında şehir nüfusunun esas kitlesini oluşturmaktadırlar. Dahası, faşizmin azgın ulusal zulmü ve insansızlaştırma politikası sonucu, Kürdistan kırlarından şehirlere doğru sürekli bir göç yaşanmakta, Gaziantep, Diyarbakır, Batman, Malatya, Elazığ vb. illerde nüfus yığılması artmaktadır. Şehirlerin varoşlarında bir araya gelen bu “yeni şehirliler”, şehrin sorunlarıyla yüz yüze gelmekte, barınma, iş ve ekmek gibi sorunlarla boğuşmakta, “kimlik sorunu’nun yanında ve bu yeni durumda ağırlıklı olarak yeni ekonomik ve politik sorunlarla, sınıf sorunlarıyla daha açıktan yüz yüze gelmektedirler.
Kürdistan kırında azgın faşist saldırılar ve dayatılan zoraki göç sonucu, emekçi köylülüğün yaşamı daha da çekilmez hale gelmekte, yoksul ve topraksız köylü ile az topraklı köylü giderek hızlanan bir biçimde elindekini de yitirerek tamamen “açıkta” kalmaktadır. Toprakların daha az sayıda kişinin eline geçmesi, az topraklı çiftçi ailelerinin elindeki toprağın parçalanması ya da tümüyle elden çıkması ve az sayıdaki büyük toprak sahibinin işlediği toprak miktarının büyümesi yönündeki işleyiş devam etmekte, ulusal mücadelenin ateşinin yarattığı “örtü”ye karşın, bu çelişkiler sürmekte ve keskinleşme yönünde gelişmektedir.
Bu olgu ve gelişmeler, Kürdistan’da komünist çalışmaya duyulan ihtiyacı daha da artırmaktadır. İş, ekmek, özgürlük (ulusal-sınıfsal) toprak, barınma vb. sorunlar, Kürt emekçilerinin sisteme karşı mücadeleye atılmasının olanaklarını genişletmektedir. Ekonomik-politik ajitasyona, devrimci politik çalışmaya duyulan ihtiyaç artmaktadır. Tüm gelişmeler ulusal taleplerle sınırlı mücadelenin ve buna yönelik ajitasyonun sınırlılığına ve yetmezliğine işaret etmekte, sınıfsal taleplerin savunulmasını daha da zorunlu kılmaktadır. Komünistlerin, sınıf hareketi zemini üzerinde Marksist işçi gruplarının oluşması ve bunların parti organizasyonuna dâhil edilmesi için, Kürt işçisinin kendi durumu ve görevlerinin bilincine ulaşmasında daha fazla yardımcı olacak bir parti faaliyeti yürütmeleri daha da önem kazanmıştır. Ancak, komünist çalışmanın Kürdistan’da önemli sorunları bulunduğu da bir gerçektir.
Komünist Partisi’nin Kürdistan pratiğine bakıldığında, belli başlı Kürdistan kentlerindeki faaliyetin, henüz “amatör devrimci çalışma” sınırlarını aşmadığı görülüyor. Parti örgütlerinin ve parti adına faaliyet yürüten militanların çalışmaları, her yeni durumda, sorunlara müdahalede yeterli ataklığın sağlanmadığını, fabrika, işyeri, semt, köy ve okul ilişkilerinin, yüzlerce ve binlerce yeni insanın parti politikası ve mücadelesi çizgisini öğrenmesini ve onların en iyilerinin saflara çekilmesini olanaklı kılacak tarzda harekete geçirilemediğini gösteriyor. Fabrika ve işyerlerinin ağırlıkla kurulu olduğu ve göçlerle nüfusu artan iller başta olmak üzere, işçiler, işsizler, gençler ve kadın emekçiler arasında yaygın ve kesintisiz bir propaganda-ajitasyon çalışması yürüterek, safların yeni ve taze güçlerle takviye edilmesi görevi bugün çok daha önem kazanmıştır.
Kürdistan’da devrimin kaderi Kürt işçi sınıfına, Kürdistan işçi ve emekçilerine, onların bilinç ve örgütlenme düzeylerine, çarpışma ve “karar günü” için hazırlıklarına bağlıdır. Belli başlı Kürdistan şehirleri tayin edici öneme sahiptir. Kurtuluşa giden yolun, dağınık, bireysel üretimin etkin olduğu -faşist baskı ve boşaltma politikasının kır üzerindeki etkisi görmezden gelinemez- kırlardan, dahası “dağ”dan geçtiği biçimindeki an-ti Marksist düşünceler, toplumsal gerçekliğimizce de olumsuzlanmaktadır. Kürt işçi ve emekçilerinin kendi kaderlerine hükmedecek siyasal bir gelişmeyi gösterebilmeleri için, komünistlerin, işçiler başta olmak üzere, nüfusun ezilen kesimleri içindeki çalışmalarını yoğunlaştırmaları, daha bilinçli ve atak bir çalışma için tüm “ayak bağları”ndan kurtulmaları zorunludur.
Kürt komünistleri Kürdistan’daki çalışmalarında önemli avantajlara da sahiptirler. Komünist Parti’sinin daha baştan itibaren belli başlı Kürdistan kentlerinde işçiler, işsizler, gençler ve emekçi köylüler içinde çalışmaya önem vermesi ve “birlikleri”ni nüfusun bu kesimleri içinde çalıştırması önemli bir avantajdır. Parti komitelerinin, parti organ ve üyelerinin, amatör devrimciliği besleyen küçük burjuva anlayışlarla mücadeleyi ertelemeden, partinin mevcut avantajlarından devrimci tarzda yararlanma başarısı göstermeleri, “devrimin tek ‘umudunun’ yığınlar olduğu” bilinciyle, yığınların olduğu her yere giderek, partinin yol göstericilik ve önderlik görevini pratikte somutlamaları, parti çalışmasındaki zaafların ve amatörlüklerin aşılmasında yararlı olacaktır.
İktisadi-toplumsal koşullar, burjuvazinin değil, proletaryanın kazanmasının olanaklarını genişletmektedir. Komünistler bunu her zaman göz önünde bulundurmak zorundadırlar.

* * *
Eğer sosyal pratiğe değil de söylenenlere bakarsak, sosyalist olma iddiasındaki her parti ve grubun, devrimi “kitlelerin eseri” olarak gördüklerini söylemek mümkündür. Ancak gerçek durum farklıdır. “Silahlı eylemle kitle hareketi yaratmak”tan söz edenler ve yığınları “gerilla faaliyetinin sürdürülmesinde dayanılacak lojistik destek gücü olarak görenler, Marksist devrim teorisinden temel bir kopuş içindedirler. Küçük burjuva devrimciliği, insanlarda mücadele istek ve ruhunu uyandıran gerçek etkenin yalnızca kitle hareketinin yeni biçimleri ve yığınların yeni kesimlerinin mücadele bilinciyle harekete geçmeleri olduğunu yadsımaktadırlar. Başka şeyler bir yana; son yılların iki olayı Marksistleri bir kez daha doğrulamaktadır. Birincisi Kürdistan’da “serhıldan” olarak adlandırılan kitle gösterileri, cenaze törenlerinin ve’ Newroz kutlamalarının, diktatörlüğün baskılarını protesto eylemlerine dönüştürülmesinin yığınlarda uyandırdığı mücadele isteği ve bunun sonucu olarak yeni kesimlerin aktif harekete katılması; ikincisi ise, Zonguldak maden işçilerinin direniş ve yürüyüşlerinin tüm ülkede işçi ve halk hareketine verdiği itilim ve devrimci harekete sağladığı moral ve “maddi” destekti. Sonuçta bu iki tür eylem yeni ve daha etkin eylemlere dönüştürülemese de, onların kitlesel karakterinin etkileri her zaman canlı kaldı ve bu canlılık, devrimcilerin onlardan gerekli dersler çıkarması zorunluluğuyla birlikte devam ediyor.
Bağlarken şu söylenebilir: Geçici durum ve etkiler ne olursa olsun, galebe çalacak olan Marksizm’in devrim ve mücadele çizgisidir.

Mart 1994

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑