Bu yazı, Yurtdışındaki Türkiyeli emekçilere yönelik olarak yayınlanan EMEĞİN SESİ gazetesinin 15 Haziran 1994 tarihli 233- sayısından alınmıştır.
6 Haziran 1944’de esas olarak Anglo-Amerikan güçlerinin gerçekleştirdiği Normandiya çıkarmasının 50. yıldönü¬münde, kamuoyunun günlerce medyadan da izlediği üzere, adeta ikinci bir çıkarma yapıl¬dı. Ancak, tam bir emperyalist şov olmasına karşın, bu ikinci çıkarma hiçbir şekilde an¬lamsız bir gösteri değildi. Burjuva propagan¬da. Normandiya çıkarmasının kendisinden bugüne anlamlar çıkartıyordu. Bunu yapmak için de ister istemez tarihi çarpıtmak zorun¬da kalıyordu.
Oysa olay tam tersinden ele alındığında, gerçek anlamını kazanmaktaydı. Sorun, tarih¬sel bir olgu olan Normandiya çıkarmasının kendisinde değil, tersine, bugünün emperya¬list dünyasının, onun içinde bulunduğu ko-şulların, bu koşullar tarafından belirlenmiş ilişkilerin hâlihazırdaki niteliğinin ve seyri¬nin Normandiya çıkarmasını oturtmak istedi¬ği yerdi.
Günlerce basın ve televizyondan izlediği¬miz ve binlerce “orijinal” askerlerle, silah ve araçlarla galip devletlerinin tam bir gövde gösterisine dönüştürülen ikinci Normandiya çıkarmasının aslında iki önemli yönü vardı: Birincisi; günümüz emperyalist devletlerinin kendi aralarındaki güncel çelişki ve rekabe¬tiyle olan ilişkisi, ikincisi; batılı emperyalist güçlerin, yani ABD, İngiliz ve Fransız emper¬yalizminin, Normandiya yıldönümü vesilesiy¬le, yakın tarihin nesnel gerçeklerinin kendile¬rine yüklemiş olduğu kamburdan sıyrılmak.
Denilebilir ki, Normandiya çıkarmasının yıldönümü nedeniyle yapılan kutlamalar; em¬peryalistlerin, diplomatik girişimleri ve demagojik propagandalarıyla kamuoyundan sürek¬li gizlemeye çalıştıkları bazı gerçeklerin, (özellikle emperyalist devletlerarası çelişkile¬rin, keskinleşmesi doğrultusundaki hızlı geli¬şimi gibi) daha net ortaya çıkmasını da bera¬berinde getirmiştir. “Barış”, “diyalog”, “uzlaşma”, “işbirliği” gibi kavramlar hiç ağız¬lardan düşmezken, kendilerince -ki bu ileride de kanıtlayacağımız gibi alçakça savunulan kof bir iddiadır- “Avrupa’nın zulümden kurtuluşunu sağlayan tarihi çıkarma”nın 50. (!) yıldönümünde düzenledikleri kutlamalara dost ve müttefik dedikleri Almanya’yı davet etmemektedirler. Almanya’nın davet edilmemesi, olayın gerçek tabiatıyla değil (örneğin Al¬manya’nın zamanında işgalci güç olması), ama emperyalistlerin dünya kamuoyuna yut¬turmaya çalıştıkları bugünkü “dostane” tab¬loyla çelişmektedir. Ve ilginç olan, bu çelişki¬yi hiçbirinin kamuoyu önünde açıklama ihtiyacını dahi duymamış olmasıdır. Gerçi bir tek Fransa, diğer ortaklarını da kızdırmadan, oluşan bu tablodan rahatsızlığını dolaylı olarak hissettirmiştir. (Örneğin Normandiya çıkarması yıldönümü kutlamalarından hemen sonra, Mitterand Almanya’nın Heidelberg kentinde Kohl ile buluşmuştur. Ayrıca Alman-ya’ya, 14 Temmuz’da Paris’te yapılacak Fransız Ulusal Devrim Bayramı’nda, aradan geçen 50 yıldan sonra ilk defa Alman askerlerinin Fransız askerleriyle birlikte Chams-Elysee’de yürümesi önerisi yapılmıştır.) Zira Fransız emperyalizmi tarafınca, Alman emperyalizmiyle bozulacak ilişkilerin Fransa’nın zararına, ama ABD ve İngiltere’nin yararına olacağı kesin bilinmekte ve unutulmamaktadır.
Alman emperyalizmi sonradan ne kadar çok “galip devletlerin kutlamalarında zaten yer almak istemezdik” açıklamalarını yapmış olsa da, bir yerde Batı Avrupa’nın en büyük emperyalist gücünün iğrenç tarihi, aktüel malzeme yapılarak burnunun sürtülmüş olmasına içten içe büyük tepki ve hırs duyduğu gizlenilemedi. Almanya’nın şu veya bu köşesinden revanşist duygular kabarmadı değil.
19 devlet başkanı, kral ve kraliçenin davet edildiği törenlere, Almanya’nın yanı sıra Rusya da davet edilmedi. Bu alçakça tutuma ve Hitler faşizmine karşı savaşta tayin edici gücü teşkil eden ve 25 milyondan fazla şehit veren eski Sovyetler Birliği işçileri ve halklarına planlı hakarete karşı, en başta Kızıl Ordu gazileri olmak üzere Rusya halkı tepki gösterdi. Kuşkusuz, Rus burjuvazisinden, Sovyet proletaryasının ve halklarının kendi öz güçleri, kendi can ve kanlarıyla yaptıkları şanlı tarihi savunması zaten beklenemez. Ni¬tekim bu olay da gösterdi ki, Rus burjuvazisi için, Lenin ve Stalin dönemindeki Sovyetler Birliği’nin proletaryası ve halklarının şanlı tarihi, bugünkü emperyalist çıkarları açısın¬dan somut bir çıkar sağladığı ölçüde savun¬maya değer bir anlam teşkil etmektedir. Bu aktüel olayda, Rus emperyalizminin hiçbir ciddi tepkisi olmadı. Yeksin, “her ülkenin kendi tarzına göre kutlaması vardır” diyerek Rusya halklarında gelişen tepkileri yatıştır¬maya çalıştı. Oysa benzer nitelikte bir başka saldın, bundan yaklaşık bir ay önce Alman emperyalizmi tarafından yöneltilmişti. Kohl hükümeti, müttefik güçlerinin Berlin’den yol¬cu edilmesi törenlerine Rusya’nın davet edil¬meyeceği, Rus birliklerinin Doğu Alman¬ya’nın Weimar kentinde ayrı bir törenle uğurlanacağını açıklamıştı. Gerekçesi ise, Sovyetler Birliği’nin diğer müttefik güçlerinin aksine, Almanya’nın bölünmesinde oyna¬dığı olumsuz roldü! Aslında Batı Almanya emperyalizmi bir yönüyle; başta Stalin olmak üzere Sovyetler Birliği’nin birleşik, tarafsız ve demokratik Almanya’nın yaratılması öneri ve taleplerini hiçe sayarak, işgal edilen Al¬manya’nın Batı kesiminde para reformuna gi¬rişerek fiilen Almanya’yı ikiye bölen Ameri¬kan, İngiliz ve Fransız emperyalistlerine gelişmesini olanaklı kıldıkları için böylece şükran borcu ödüyordu.
Şunu vurgulamak gerekiyor: Alman em¬peryalizminin Rus birliklerine karşı aldığı bu tutumla, ABD, İngiliz ve Fransız emperyaliz¬minin Normandiya çıkarması kutlamalarına Rusya’yı davet etmemesi tutumu tam bir öz-deşlik arz etmektedir ve aynı işleve sahiptir. Tarihi çarpıtmak! Normandiya’daki yıldönü¬mü kutlamalarında, günümüz emperyalist güçleri arasındaki dalaşmanın yeni öğeleri¬nin tohumları bir kez daha ortaya çıktı ama, bu nokta, yani tarihi çarpıtma, kendilerince tarihlerini temiz yansıtma ve asil görünme noktasında tam bir birlik hâkimdi. Aslında bu her yönüyle hemfikir oldukları tek şeydi!
Burada dünya emperyalizminin iki amacı belirmektedir: 1. Emperyalizmin genel krizi¬nin yeni bir aşamasına her gün daha somut biçimler alarak ilerlediği ve dünyanın yeni bir emperyalist savaşla yeniden paylaşılması tehlikesinin yakın dönemde görülmedik den¬li artmakta olduğu bir süreçte, son dünya sa¬vaşında oynadığı gerçek iğrenç rolünü gizle¬mek; tarihsel gerçeklerle sabitleşmiş olan sorumluluklarını omuzlarından atmak. 2. Bi¬rincisinin de bir gereği olarak, başta Sovyet¬ler Birliği ve Kızıl Ordu olmak üzere, dünya işçi ve komünist hareketinin insanlığın Alman, İtalyan ve Japon faşizminden kurtulu¬şunda oynadığı esas ve belirleyici rolünü inkâr etmekten de öteye, bütünüyle unuttur¬mak. “Komünizmin öldüğü”nden yola çıkılarak, bu şanlı ve onurlu tarihi savunacak hiç kimsenin kalmadığı, bu nedenle uzunca gerekçelendirme girişimlerinde dahi bulunmaksızın, doğrudan aleyhinde olan ve aslın¬da kendisini mahkûm eden tarihsel gerçekle¬ri yok saymak… İşte son ay ve günlerin bütün şov ve pespaye iddialarının gerçek amaçları bunlardır. Ne var ki, bunlar dünya emperyalizminin nafile çabalarıdır. Çünkü güneş balçıkla sıvanmaz!
NORMANDİYA ÇIKARMASI, NEYDİ, NE DEĞİLDİ?
Normandiya çıkarmasıyla; “Avrupa’nın öz¬gürlüğe kavuşturulduğu”; “2. Dünya Sava¬şı’nın dönüm noktasının başladığı”; “Hitler faşizminin beli kırıldığı” masallarına gelin¬ce…
Baştan belirtmek gerekiyor ki, Normandi¬ya çıkarması, “Anti-Hitler Koalisyonu”nun ba¬tı kanadının en büyük askeri harekâtı olarak faşist Almanya’ya karşı mücadelede gerçek¬ten de önemli bir rol oynamıştır. Bu rolün anlamı ise, Avrupa’nın batısında faşist Alman¬ya’ya karşı ikinci bir cephenin açılmasıdır. Bu ikinci cephenin gerçek öyküsüne gelme¬den önce, şu tarihi gerçeği vurgulamak la¬zım: Normandiya çıkarması, söylenildiği gibi, ne “2. Dünya Savaşı’nın dönüm noktası”dır, ne de “Hitler faşizminin belini kıran” askeri harekâttır. Gerçekte savaşın dönemeç nokta¬sı, Kızıl Ordu’nun Hitler ordusuna karşı Stalingrad’da başlattığı ve Kursk’ta kesinlik ka-zandırdığı cephe zaferleridir. Her şeyden önce şu gerçek hasıraltı edilmektedir: Normandiya çıkarması, 1 Eylül 1939’da başlayan 2. Dünya Savaşı’nın son yılına girdiği (6 Haziran 1944) dönemde yapılmaktadır. Ancak, çıkarmanın gerçekleştiği tarihin çok daha ayırt edici özel¬liği, bu çıkarmanın, Kızıl Ordu’nun faşist iş¬galci güçleri o zamana kadar denetimleri al¬tında tuttukları Sovyet topraklarının yarısından fazlasından attıktan sonra başla-masıdır! 22 Haziran 194l’de aniden saldıran Hitler orduları açısından, Moskova kapılarına kadar dayandıktan sonra, geriye dönüş sayıl¬maya başlamıştı. Ve savaşın dönüm noktası, Kızıl Ordu’nun 19/20 Kasım 1942 tarihlerin¬de Volga nehrinden işgal altındaki Stalingrad’ı abluka altına alması ve 2 Şubat 1943’de faşist General Paulus’un teslim olmasıyla kur¬tuluşunu gerçekleştirmeliyle başlamıştır. Ger¬çi Kursk bölgesinde Naziler son bir taarruza (5 Temmuz 1943) daha yeltenmiş, ama bu birkaç gün içerisinde gelişemeden boğulmuş¬tur. Bugün tarihsel gerçekleri reddetmeleri, o dönemin belgelerinin öğretici ifade gücünü ortadan kaldırmamaktadır. Örneğin Kızıl Or¬du’nun bu başarıları karşısında ABD Başkanı Roosevelt’in gönderdiği bir mesajda aynen şunlar belirtilmektedir: “Şanlı zaferiniz saldır¬ganlık dalgasını durdurmuştur ve müttefik uluslarının saldırganlık güçlerine karşı sür¬dürdüğü savaşın dönemeç noktası olmuş¬tur.” (abç) (Roosevelt’in 1941-45 yıllarında Stalin ile mektuplaşmalarından)
1943 yılının sonlarına gelindiğinde, faşist ordular SB’nin güneyinde yaklaşık 1200 kilo-‘ metre ve orta kesiminde yaklaşık 500 kilo¬metre, geri püskürtülmüştü. Dünya’ya “yenil¬mez güçler” olarak yutturulan Nazi orduları, Kızıl Ordu’nun şanlı direniş ve karşı atakla¬rıyla prestij kaybetmiş (2 milyon asker yitir¬diler), tüm dünya halklarında Nazi despotlu¬ğun yerle bir edileceğine dair inanç ve umu¬du pekiştirmiştir. Ve işte yıl 1944 olup, yaz aylarında yarımlandıktan sonra, yani Hitler orduları artık çoktan taarruzdan savunmaya geçtiği, Kızıl Ordu’nun ise her gün daha dev adımlarla Almanya’ya doğru ilerlediği, Berlin’in ele geçirilmesiyle sonuçlanacak o son büyük taarruzu (22 Haziran 1944’de, Nazi Almanya’sının saldırısının tam 2. yıldönümün¬de) için hazırlıklarını tamamlamasına bir hafta kala, Normandiya çıkarması gerçekleşmiştir.
Normandiya çıkarmasının yapıldığı tarih, Batılı emperyalist güçlerin ona hangi işlevi yüklediklerini de ortaya koymaktadır. Denile¬bilir ki, Faşist Almanya’nın Sovyet toprakları¬na saldırdığı günlerden beri, Stalin, İngiltere ve ABD’ye Fransa’nın Kuzey’inde Hitler faşiz¬mine karşı ikinci bir cephenin açılmasını önermektedir. Ama Anglo-Amerikan emperya¬listleri bin bir gerekçeler uydurarak, kasıtlı olarak yanaşmamaktadırlar. Onların tüm amaçları, Kızıl Ordu’nun Nazi orduları tarafından dize getirilmesi, belinin kırılması idi. Zi¬ra bu gerçekleştikten sonra, Anglo-Amerikan emperyalistleri devreye girecek ve dünyayı despotluktan kurtarma edasıyla gerek rakibi Almanya’ya, gerekse can düşmanı Sovyetler Birliği’ne kendi ağır şartlarını ve hükümlerini dayatacaktı. Normandiya çıkarmasının, somut bir öneri olarak (Stalin) gündeme gelmesin¬den tam üç yıl sonra gerçekleşmesinin “sırrı” işte bu emperyalist plan ve emellerdir. Ve ne zaman ki bu planın başarı kazanmayacağı ke¬sinlik kazanıyor ve Kızıl Ordu’nun batılı müttefik güçlerinden önce Berlin ve Almanya’ya ulaşacağı açıklık kazanıyor, işte ancak o za¬man, yıllarca Stalin ve SB tarafından talep edilen ikinci cephe açılıyor, Normandiya’ya çıkarma yapılıyor.
Temmuz 1994
EK:
Normandiya Çıkarmasının Perde Arkası
Normandiya çıkarması, özellikle askeri bakımdan, Avrupa’nın batısından Nazi Al-manyası’na karşı ikinci bir cephenin açılması işlevini gördü. Ancak bu cephe, Anglo-Amerikan emperyalistlerince kasıtlı olarak çok geç (gerekli olduğu tarihten tam üç yıl sonra) ve kendi emperyalist çıkarlarının tehlikeye girmesi üzerine açıldı.
İşgal edilmiş Sovyet topraklarında Kızıl Ordu’nun amansız bir savaş sürdürdüğü Al¬man savaş aygıtının en zayıf noktası, Batı Avrupa idi, yani işgal altındaki Fransa. Çar¬pıcı bir tarihsel gerçektir; Stalin, Hitler’in azgın ordularının Sovyetler Birliği’ne (SB) sal¬dırdığı andan beri, İngiltere ve (sonradan) ABD’den ısrarla, Kuzey Fransa’dan bir çıkarma yaparak ikinci bir cepheyi açmalarını talep ediyordu. Stalin’in özellikle Churchill ile olan yazışmaları, bu isabetli ve belki zamanında gerçekleşmesi durumunda mil¬yonlarca insanın hayatını kurtaracak girişimin somut kanıtlarıyla doludur.
Stalin’in Churcill’e 18.07.1941 yılında yazdığı özel mektubundan:
“(…) Diğer taraftan inanmaktayım ki, Batı’da (Kuzey Fransa) ve Kuzey’de (Arktika) Hitler’e karşı bir cephenin açılması, gerek SB’nin, gerekse İngiltere’nin askeri durumu¬nu esaslı bir şekilde değiştirebilecektir. Kuzey Fransa’daki bir cephe, sadece Hitler’in silahlı güçlerini Doğu’dan çekmesini sağlamaz, aynı zamanda Hitler’in İngiltere’ye bir çıkarma yapmasını olanaksız kılar.
(…) Bu cephenin açılması için zaman şimdi özellikle uygundur, çünkü Hitler birliklerini Doğu’ya sevk etmiştir ve Doğu’da ele geçirdiği mevzileri sağlamlaştırmayı henüz başaramamıştır”.
Churcill bu mektuptaki öneriye olumsuz yanıt verir. İngiliz Genelkurmay’ın böyle bir çıkarmayı gerçekleştirmek için “hiç bir olanağı görmediğini” bildirir. Stalin’den Churcill’e 03.09.1941’de yazılan mektuptan:
(…) Almanlar Batı’dan gelecek tehlikeyi bir blöf olarak görmekteler ve hiç bir bedel ödemeden Batı’daki tüm güçlerini Doğu’ya sevk etmektedirler. Zira Batı’da ikinci bir cephenin bulunmadığına ve bunun da açılamayacağına inanmaktadırlar.”
Churcill’in 06.09.1941 tarihli yanıtından:
(…) Hiç bir çabayı esirgemememize rağmen; yaptığımız hava saldırılarının dışın¬da. Batı’’da, Almanların Doğu’daki silahlı güçlerini kış öncesinde geri çekmeye zorlaya¬cak herhangi bir İngiliz harekatı için gerçekten bir olanak bulunmamaktadır.”
Stalin tarafından Başbakan Churcill’e 16.02.1943 tarihinde gönderilen çok gizli ve ezel mektuptan:
“(…) Verdiğiniz bilgilerden anlaşıldığı üzere, Avrupa’daki, özellikle de Fransa’daki ikinci cephe henüz Ağustos/Eylül ayları için öngörülmektedir. Ancak, düşünceme göre, mevcut durum, bu tarihin olabildiğince daha erkene alınmasını ve Batı’daki ikinci cep¬henin sözü edilen zamandan çok daha önce yaratılmasını şart koşmaktadır. Düşünceme göre, düşmana nefes alma olanağını tanımamak için, Batı’daki darbenin, yılın ikin¬ci yansında değil de, ilkbahar ve yaz başlarında indirilmesi oldukça önemlidir.” (Alıntı¬lar için bkz. “Briefwechsel Stalins mit Churcill, Attice Roosevelt und Truman 1941-1945”)
Ancak, Stalin’in üzerinde durduğu ikinci cephe (çıkarma) 1943 yılında da gerçek¬leşmez. İngiliz emperyalizmi ikinci cephe için askeri bakımdan hep yetersizliklerden söz ederek, pusuya yatma taktiği izlerken, kendisi için hem politik hem de stratejik ba¬kımdan avantajlı her türlü olanağı ve gücü bulabilmekteydi. (Churcill’in, Stalin’in, 25-30 İngiliz tümeninin İran üzerinden SB’nin güneyine yollanması ve bunların Almanlara karşı Kızıl Ordu’ya destek çıkması önerisini “bütünüyle gücümüzü aşar” sözleriyle ya¬nıtlaması ve ama aynı anda İran’daki Kızıl Ordu birliklerinin, “petrol bölgelerini korumak için” İngiliz birliklerince yer değiştirip, burada boşalan Kızıl Ordu birliklerinin Sovyet-Alman cephesine çekilmesi önerisiyle yanıtlaması, bu küstahça taktiğin en önemli ör¬neklerindendir.)
1943 Kasımı’nın sonlarına doğru toplanan Tahran Konferansı’nda Anglo-Amerikan emperyalistlerinin yukarıda sözü edilen tutumları devam eder. Stalin’in ısrarlı talepleri ve görüşmelerin yokuşa sürüklendiği anda konferansı terk etme kararını açıklaması üzerine, ikinci cephe için kesin tarih belirlenir. (Tahran Konferansı’nda Stalin’in tercü¬manı olarak görevli olan V. M. Bereshow’un, Stalin, Roosevelt ve Churchill arasındaki görüşmelerden bir tanık olarak aktardığı şeyler, Anglo-Amerikan emperyalistlerinin yukarıda salt bazı yönleriyle değindiğimiz gerçek niyet ve emellerini tüm çıplaklığıyla orta¬ya sermektedir.)
Normandiya çıkarmasının perde arkası esas olarak bunlardır. Bugün bu olgular bir hamleyle hasıraltı edilerek yok sayılmaktadır. Geriye ise, bir tek Batılı emperyalist güçler ve onların Normandiya çıkarması kalmaktadır. Gerçeklerin inkârı üzerine ku¬rulu olan bu tablo karşısında, Stalin-Churcill yazışmalarından son bir alıntı yapmak istiyoruz: Normandiya çıkarmasının ardından aylar geçmiş ve Batılı müttefik güçleri¬nin birlikleri başarıyla ilerliyor. Stalin, İngiltere’nin Moskova Büyükelçisi Sir A. Clark Kerr ile yaptığı bir görüşmede Amerikan ve İngiliz operasyonlarından övgüyle söz ediyor. Bunu elçisinden öğrenen Churchill, Stalin’e 27.09.1944 tarihinde gönderdiği çok gizli ve çok özel mektubunda, “kahraman Rus ordularının önderinin bu sözlerin¬den” duyduğu memnuniyeti dile getiriyor ve şunları söylüyor:
“Yarın parlamentoda, önceden söylediğim bir şeyi yeniden tekrarlama fırsatı bulacağım. Bu da; Alman savaş aygıtının gücünü Rus ordusunun kırdığı ve onun şu anda düşman birliklerinin en büyük bölümünü kendi cephesinde bağla¬dığıdır. “
İşte Stalin’in, Kızıl Ordu’nun ve Sovyet işçileri ve halklarının “Avrupa’yı despotluk¬tan kurtarma” katkıları, en azından, can düşmanına yukarıdaki sözleri söylettirecek ka¬dar büyüktür!