Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün sorunlarının, iç ve dış politikaya ilişkin her proje ve girişiminin ekseni, her ilişkisinin ve yöneliminin dönüp dolaşıp düğümlendiği başlıca nokta, Kürdistan’dır. Her şeyden önce, Hakkâri’nin, bir günlüğüne de olsa başkent konumuna sokulmuş olması, Türkiye Cumhuriyeti’nin “merkezi” probleminin devlet düzeyinde izdüşümüdür. Emperyalizme karşı zaferin belgesi olarak göklere çıkarılan
Lozan Antlaşmasının, bir emperyalist tekel şirketi tarafından finanse edilen törenlerle anılmasıyla, Hakkâri’nin kriz başkenti haline gelmesinin zamandaşlığı, asla rastlantı değildir.
“Topyekûn Saldırı” sloganı, geçen yılın son aylarında bizzat Genelkurmay Başkanı tarafından ortaya atılmış ve esas olarak Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini bastırmaya yönelik planlar cümlesini ve buna ilişkin bir dizi uygulamayı ifade etmek üzere kullanılmıştı. Bu konuya ilişkin olarak dergimizin Kasım: 1992 tarihli 49. sayısında, başyazımızda, “Topyekûn Saldırı”nın, yalnızca Kürt halkını ve onun mücadelesini değil, aynı zamanda ve aynı şiddetle, Türk işçi ve emekçilerinin mücadelesini de hedef alacağını, işçi ve emekçi yığınlarına karşı, siyasi ve ekonomik bir dizi saldırıyla birlikte yürütüleceğine işaret etmiştik.
Genelkurmay başkanlığının, önce hükümete, sonra da basının sahip ve “üst düzey” yöneticilerine verdiği bir dizi “brifing”le bu saldırı için destek istemesi, yalnızca Kürt hareketine değil, aynı yaz mevsimine denk gelecek bir dizi sosyal ve siyasal olayın yaratacağı ortak etkiye karşı bir “birleşik cephelin kurulması için başlangıç işareti oldu. Nitekim şanssızlıkla, birleşik saldırının ilk hedefi durumuna düşen memurların, ekonomik bunalımın sırtlarına yüklenen kısmına yükselttikleri itiraz, “birleşik devlet cephesi” tarafından göğüstendi: Maaş artışını yeterli bulmayan memurlar, küçük direnişlerinin cevabını küçümsenerek, aşağılanarak ve sopalanarak oldukça ağır biçimde aldılar. Topyekûn savaşın ağırlık noktası olan Kürdistan’da operasyon hızlanarak ve şiddetlenerek sürerken, devlet kendi memurunun direnişine hoşgörü gösteremezdi: Bu, çalışan halkın diğer kesimlerine de ibret olacak biçimde ilan edildi.
Hükümet, yetkili ağızlardan “büyük çaplı, kapsamlı ve tarihsel önem taşıyan” diye tanımlanan bu operasyonun, içeriğini açıklığa kavuşturmak amacıyla, “yetmiş yıllık Cumhuriyetin tarihinde ilk defa” Hakkâri’de toplandı. “Cumhuriyet tarihinde ilk kez” olma özelliği, başbakanın ağzından defalarca vurgulandı. Basın ve hükümet çevreleri, bu uygulamayı, “yatırım projeleri”, “ana-bacı şefkati” vs. gibi sloganlarla süsleyerek reklâm etti.
Gerçekten, Bakanlar Kurulunun, bir günlüğüne ve tek bir toplantı için de olsa Hakkâri’ye taşınmış olmasının, Cumhuriyet tarihi bakımından inkâr edilemez bir önemi vardı: Pek çok burjuva yorumcu, şu anda yaşanan durumu, “TC tarihinin en büyük krizi” olarak tanımlıyor. Hakkâri, “en büyük kriz”in merkezini temsil ediyor. Bu özellik, kendisini çok anlamlı bir biçimde, Lozan Antlaşmasının 70. yıldönümü kutlamalarının sponsorluğunun Philip Morris şirketi tarafından üstlenildiği bir zamana denk düşerek vurguladı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün sorunlarının, iç ve dış politikaya ilişkin her proje ve girişiminin ekseni, her ilişkisinin ve yöneliminin dönüp dolaşıp düğümlendiği başlıca nokta, Kürdistan’dır. Her şeyden önce, Hakkâri’nin, bir günlüğüne de olsa başkent konumuna sokulmuş olması, Türkiye Cumhuriyeti’nin “merkezi” probleminin devlet düzeyinde izdüşümüdür. Emperyalizme karşı zaferin belgesi olarak göklere çıkarılan Lozan Antlaşmasının, bir emperyalist tekel şirketi tarafından finanse edilen törenlerle anılmasıyla, Hakkâri’nin kriz başkenti haline gelmesinin zamandaşlığı, asla rastlantı değildir.
Lozan’la ilgili tüm kavramların bugünkü tartışılma zemini ve bizzat anlaşmayı bir emperyalist reklâm aracına dönüştüren ilişkiler, Hakkâri’nin, siyaset sahnesine “merkezi hükümet” dekoru yapılmasını gerekli kılan koşullardan oluşuyor.
Ağustos 1993