Burjuvazi kadını keşfetti! Tansu, iktidar, kadın

Kültürel bakımdan feodal-ataerkil ilkelere göre şekillenmiş olan bir ülkede Tansu Çiller’in bu şekillenme nedeniyle sürpriz sayılabilecek başbakanlığı da içinde olmak üzere, kadınların yönetici mekanizmalara gelmeleri bir sapmaya değil kışkırtılmış bir eğilime işaret ediyor. Bir zamanlar Özal’ın elinden düşürmediği iki kitaptan biri olan -biri Red Kid’ti- ve Yeni Dünya Düzeni içindeki eğilimlerin analizini yapan “Megatrends 2000” yazarlarının kadınlar için hazırladıkları “Megatrends For Women” adını taşıyan kitap, “2005 yılma kadar ABD’nin başkam bir kadın olacak” tezini ortaya sürüyor. Eğilim tespit edicilerin geleceğe ilişkin böyle açık ve kesin bir saptamada bulunmaları çoğu asılsız çıkan kehanetlerden biriyle karşı karşıya bulunduğumuz duygusunu uyandım da; somut durum bu öngörünün ayaklarının yere bastığım gösteriyor.
1990’da ABD’de 8 kadın, valilik için adaylığım koydu; Eyalet Meclisi üyeliği için adaylığını koyan kadın sayısı ise 2064’tü. Daha önceleri, vali olan kocalarının ölmesi nedeniyle ya da seçim zamanı henüz gelmediği için valilik görevini vekâleten yürüten vali karıları; Texas’lı Ma Ferguson, Alabama’n Lurleen Wallace, Wyoming’li Nellie Ross ve 1974’te seçimle işbaşına gelen Ella Phone sayılmazsa karar mekanizmalarında yer almış kadınlara rastlamak mümkün değildi. 1990’da Teksas’ta ilk kez bir kadın vali seçildi; yerel yönetimler son yıllarda görülmemiş ölçüde kadın yönetici işgaline uğradı. Bugün Kaliforniya’daki en büyük 8 şehirden 4’ünde kadın belediye başkam var.
Yeni Dünya Düzeni’nin mimarı ABD’de sadece kadınlar değil -buna dikkat edilmelidir- zenci kadınlar da keşfedildi. 1990’da 2000 siyah kadın üst kademelere yükseltildi, devlet görevlerine seçilen siyah kadınların sayısı son yirmi yılda yüzde 1400 oranında arttı.
Kadınların ve özellikle zenci kadınların ABD’de yerel yönetimler başta olmak üzere diğer kamu yönetim merkezlerinde daha sık yer almalarının ve bu eğilimin 90’h yıllarda giderek hız kazanmasının nedeni neydi? Megatrends yazarlarına göre kadınlar iki şeyin; birincisi 70’li yılların başlarında bir kez daha yükselen feminist dalganın; ikincisi de, körfez savaşı sırasında erkeklerle birlikte ve onlara göre hiç bir ayrıcalıkları olmadan savaşmalarının meyvelerini topluyorlardı.
Washington D.C’den, büyük bir ABD kentinin yöneticisi olan zenci Pratt Kelly ise bu soruyu “herkesin bir değişiklik istediği ortada” diye yanıtlıyordu.
Feminizm burjuva devrimleri çağında, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganlarının kadınlar cephesinde de yankısını bulmasıyla bir siyasal hak eşitliği talebi olarak doğmuştu. Burjuvazi insan haklarından dem vuruyordu ama burjuva insan tanımının içine kadın girmiyordu. İşte bu, kadınlar açısından eksik bırakılan eşitlik kavramı 150 yıl önce başlayan kadın eylemleriyle tamamlanmaya çalışılmıştı. Başlangıçta bu kadın hareketlerini dirençle karşılayan burjuvazi zaman içinde sistemi aşmayan, tersine onu güçlendirip yenileyen, kapitalizmin vitrininde yer alarak eşitliğe tamamlanmış bir görünüm kazandıran istemleri benimsedi, kazanından içselleştirdi. Siyasal hak eşitliği; kadın ve erkek arasındaki biçimsel eşitlik, mevcut üretim ilişkilerini ve aile kurumunu korumak kaydıyla burjuva dünyanın kadınlara sunabileceği son olanaktı.
ABD’de ve Yeni Dünya Düzeni’ne entegre olmuş ülkelerde kadınların burjuva devlet aygıtlarının karar mekanizmalarında yer almalarının reformist bir kadın hareketi olan ve sonuçta kapitalizmi ihya eden feminizmin etkisi olduğu iddiasında haklılık payı vardır ama sermayenin kendisini genişleterek yeniden üretirken duyduğu güncel ihtiyaçların bu taleplerle çakışmış olması gerekmektedir.
Yani burjuva kadınların yönetici mekanizmalarda yer alabilmelerinin koşulunu sadece feminizm sağlamamıştır. Burada, Zenci Pratt kelly’nin “herkesin bir değişiklik istediği ortada” sözcüğü açıklayıcı olacaktır. Ezilme, sömürülme ve aşağılanma gibi kavramlar olmaksızın düşünülemeyen ve dolayısıyla bu ilişkileri güvence altına alan devlet aygıtında yer almaları durumunda bir yanılsamaya yol açacakları kesin olan zencilerin ve kadınların, son yıllarda böylesine rağbet görmesinin nedeni olarak, kimilerince, dünyadaki genel bir demokratikleşme eğilimi gösterilecektir. Yeni Dünya Düzeni’nin doğuş nedeni olarak gösterilen, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte artık barış çağına girildiği, çatışmaların ve sınıf çelişkilerinin sona erdiği iddiaları, görünüşte doğrulanır olmuştur.
Gelen, kapitalizmin ikinci baharıdır.
Eski ve yeni kıtalarda vaktiyle, burjuvaziyi kimi yeniliklere, sosyal reformlara ve iç organizasyonlara zorlayan sosyalizmden, Stalingrad’ın öcünün alınmasının zamanı gelmişti. 1980’Ii yıllardan sonra bütün dünyada, işçi sınıfı hareketinin ivmesindeki düşüklüğün de sağladığı bir olanakla, emekçilerin kendi ülkelerinde verdikleri mücadelelerin ürünleri ve sosyalizmin uluslararası kazanından birer birer budanmaya ve geri alınmaya başlandı.
Bu anlamda, Türkiye’de ve dünyada işçi ve emekçi sınıflar üzerinde pervasızca politik ve ekonomik saldırıların örgütlenmesi, sosyalist ” eleştirinin geçmişte hükümsüz kıldığı kimi burjuva değer yargılarının yeniden diriltilmesi ve ezilenlerin günlük yaşamları içinde bir davranış ve anlayış modeli olarak benimsedikleri kimi devrimci ahlak ve ilkelerin dejenere edilmesi gündeme geldi.
Burjuvazi, sınıf mücadelesinin bu evresinde, koşullara uygun yeni silahlar ve kavramlar üretti. Sosyalizme saldırıp yerine burjuvazinin bencilliği, bireyciliği, köşe dönmeciliği, ayak kaydırmacılığı ve her türlü kişiliksizliği öven “kitch” kavramlarını koyarken tabulara karşı olduğunu, sermayenin genişlemesinin önünde engel olarak gördüğü kimi sosyal hakları bu-darken, devletin küçültülmesi gerektiğini ve bunun gençleşmek demek olduğunu iddia ediyordu.
Emekçilerin kavramlarla fazla ilişkisi yoktu ama onlar başlarına gelen ve gelecek olan şeyi kendi günlük yaşamlarındaki yansımalarından kavramakta gecikmediler. Burjuvazi “daha fazla kar” hırsının karşılanmasında sosyal harcamaları ve kamu iktisadi teşebbüslerini ayak bağı gibi görüyor ama ezilenler de eskisi gibi yönetilmek istemiyorlardı. Zenci kadın yöneticinin dediği gibi: “herkes değişiklik istiyordu!”
Sınıflar arasındaki ilişkilerin yeni bir gerilim halkası oluşturduğu bu koşullarda burjuvazi daha önce hiç denemediği bir şeyi; kadın yöneticileri keşfetti.
Egemen sınıflara mensup kadınlar, daha önceleri, iktidarın bir aile kalıtı olarak babadan oğla aktarıldığı feodal dönemde oğullarına ya da kocalarına vekâleten tahta oturmuşlar ama daha çok perde arkasından, “kocalarını idare ederek” yönetimden paylarını almışlardı. Son yüzyılda da iki uzak doğu ülkesinde Hindistan ve Pakistan’da İndra Gandhi ve Benazir Butto, aynı veraset ilkesine göre ülke yönetimine gelmişlerdi. Bunlar ve uzun bir anti-nazi mücadele içinden gelen ve İsrail’i yöneten Golda Meir dışında yönetime getirilen kadınlar olmadı.
Şimdi burjuvazinin, Yeni Dünya Düzeninin gerektirdiği manevralar için kadınlara ihtiyacı var. Şimdi burjuvazinin, Margaret Thatcher’in İngiltere’de başlattığı işi devam ettirecek Tansu Çillerle hemen hemen aynı anda başbakan olan Kanadalı Kim Campbell’e, Sri Lankalı Sirimavo Bandaranaike’ye, Dominica’lı Mary Eugenia’ya ve ABD’de zenci kadınlara ihtiyacı var. Çünkü özelleştirme ve taşeronlaştırma gibi bir saldırı silahı; işsizlik ve sendikasızlaşma gibi sonuçlar vermek üzere bütün dünyanın işçilerine çevrilmiş durumda. Eskiden kimse asla böyle konuşamazdı ama artık medya, kendisini yönetemeyen ülkeler için sömürge ilişkilerinin kurulmasının doğal ve doğru olabileceğini tartışmaya başladı. Tarım ürünlerinden devlet sübvansiyonunun kesilmesi, eğitim ve sağlık hizmetlerindeki devlet desteğinin azaltılması, iki memurdan birinin kapının önüne konulması, KİT’lerin satışa çıkarılması, kömür ocaklarının kapatılması gibi ekonomik saldırılardan oluşan acı ilacın kusturmadan içirilmesi için gereken “anne şefkati” ve kadın yumuşaklığı fark edildi.
Kendisi de sermaye sahibi sınıfların gözde üyesi olan Tansu Çiller, sınıfının çıkarlarına uygun yukarıdaki önlemlerin alınmasını kolaylaştıracak bir manevraydı. Bu kadınla oluşturulan şaşkınlık ve rehavet ortamında ezilenlerin beklentileri yeniden düzen içi kanallara akıtıl-maya çalışılacak; medya, insanları onun giyimi, kuşamı “çelik gülümseyişi” ve kocasıyla oyalarken acı ilaç emekçilerin boğazından bir hamlede akıtılacaktı. Kuşkusuz göle çalınan mayanın tutup tutmayacağı burjuvazinin niyetine değil işçi sınıfı hareketinin seyrine bağlıdır. Bir kadın imajının bu hareketi duraklatmaya gücünün yetip yetmeyeceğini de zaman gösterecektir.

* * *
“Kadın hakları” savunucuları, reformcular, kadınlara devlet yönetiminde ve devletin uzantıları olan yerel aygıtlarda yer verilmesini, kota açılmasını ve kontenjan tanınmasını talep ederken kadın değerlerinin ve onların doğalarında kendiliğinden varsayılan kimi özelliklerinin yeryüzündeki bütün sertlikleri yumuşatacağını iddia ediyorlar; çatışmaların, dökülen kanların, sınıf çelişkilerinin ve kendilerince bütün diğer anlamsız savaşların nedeni olarak iktidarların erkeklerin ellerinde bulunmasını gösteriyorlardı. Oysa tarihsel gerçekler gösterdi ki kadınlarda kendiliğinden var olduğu sayılan özellikleri veri alan doğalcı teoriler savaşların önlenmesinde, istikrarın sağlanmasında, demokratik bir havanın solunmasında zerrece etkili olmadılar. Çünkü zaten kadınca özelliklerin çok büyük bir bölümü çoktan ideolojik işlemlerden geçmiş ve burjuvazinin düzeninin yeniden üretilmesinde statükonun korunmasında gereken işlevi yerine getirecek forma girmişlerdi; hiçbir şey doğal değildi.
Öte yandan; haklı ya da haksız bütün savaşların nedeni iktidarın erkekler tarafından zapt edilmiş ama kadınlardan yoksun bırakılmış olması değildi. Yağma ve talana dayanan savaşlar, emperyalist sermayenin daha rahat dolaşımının sağlanabilmesi için girilen pazar kavgalarının sonucuydu. Ve bunları hiç bir anne şefkati, sağduyu, anlayış, yumuşaklık gibi kadıncıl ve insancıl duygular önleyemezdi; şimdiye dek önleyemedi de. İngiltere’de işçi ve emekçi sınıflara yönelik saldırılar bu ülke bir kadın tarafından yönetilirken arttı. Kelle vergisi gibi orta çağ uygulamaları, kömür ocaklarının kapatılması, işsizlik ve sendikasızlaştırma gibi nedenlerle patlayan işçi eylemlerinin, Londra’da günlerce dinmeyen gösterilerin faili de bu kadındı, İngiliz donanmasını okyanus-aşırı Falkland adalarına göndererek güneş batmayan imparatorluğun sömürgeci, ilhakçı politikalarını kan dökerek sürdürmeye azmeden de bu kadındı; bir kadındı.
Tansu Çiller, başbakanlığa geldiğinden bir kaç gün sonra Kürt ulusal mücadelesini, önceli erkek başbakanlardan farklı bir üslup kullanmaya gerek duymaksızın, ama elbette “çelik tebessümü” eşliğinde terör olarak niteledi ve bu teröre karşı nasıl mücadele edeceklerini açıkladı. Yine aynı çelik tebessüm, ABD’nin toma-hawklarının dövdüğü Bağdat’ta olan bitenin kendisini ilgilendirmediğini söyledi. Kadın başbakanların savaşları önleyerek yumuşama sağlayamayacağı kesindi; bir o kadar kesin olan ise, kadın şefkati konusundaki safdil teorilerin gösterdiğinin tersine Kürdistan’da sürdürülen saldırılar ve ABD’nin Ortadoğu’daki kanlı politikaları böyle bir tebessümle daha az acıtıcı kılınmaya çalışılıyordu. Ama acı, aynı acıydı.
Tansu Çiller, Türkiye’de kadına verilen önemin ve değerin bir göstergesi olarak öne sürüldü ve onun taşıdığı özelliklerin nezdinde Türk kadınının gelişmişliğine, çağdaşlığına methiyeler yazıldı. Tansu, Türkiye’yi ve Türk kadınını dışarıda ele güne karşı mahcup etmeyecek, albenisiyle sempati uyandıracaktı.
Medya imaj pazarlarken, yine de, bu imajın ardındaki gerçek kadın görüntülerini örtemedi. Bu imaj perdesinin arkasından, alt sınıflara mensup kadınların hala yaşadıkları ve kadının kurtuluşunun yolunu açacak olan sosyal bir devrim gündeme gelmediği sürece de yaşayacak oldukları acılar olanca ağırlığıyla bel verdi. “Yılanlı yalı”nın hanım efendisi ile bu kadınlar arasında uçurumlar vardı, birisi şık pelerinlerini savurup Türkiyeli kadının simgesi olarak yukarılara tırmanırken, aşağıdakiler onun kendilerini temsil etmediğini ta içlerinden gelen bir öfkeyle hissediyorlardı. Burjuva devlet aygıtının direksiyonu bir kadının ya da bir erkeğin elinde olmuş fark etmezdi. Çünkü kadınların ezilmelerine ve sömürülmelerine dair tarihsel koşullar değişmiyordu. Bu bakımdan, devlet aynı burjuva devletken bir kadının iktidara gelmesi dünyanın kötülüklerini gidemiyor, üstelik bu kötülükleri gizleyerek, işçi ve emekçilerin hedefini şaşırtıyor, onları oyalıyordu. Başka da bir işe yaramıyordu… Burjuvazinin istediği değişiklik buydu.
Yeniden üretiminin koşullarını kadının ezilmesine bağlamış cinsiyetçi sermaye, kendine tapan ideologları aracılığıyla kadının erkek cinsi ile gerçek eşitliğe kavuştuğunu utanmazca savunadursun, kadınlar bu dünyada gerçek hak eşitliğinin ancak sosyalizmle mümkün olacağım Sovyetler Birliği deneyi ile görmüşlerdi.
Yönetme işinin, ancak, seçkin ve bu konuda yüksek eğitim almış kimselerin işi olduğuna dair o kökleşmiş burjuva inancını yerle bir ederek sıradan bir aşçı kadına bile karar mekanizmalarının kapılarının açıldığı bir sosyalizm deneyi gelip geçmişti bu dünyadan. Dolayısıyla hayal değildir. “Biz -diyordu Lenin- kadın işçinin sadece kanun önünde değil, gerçek hayatta da erkek işçiye eşit olmasını istiyoruz. Bunun için kadın işçiler, sosyalleştirilmiş işletmelerin ve devletin yönetiminde gittikçe artan bir yer almalıdırlar. Yönetimde yer alarak, kadınlar çabucak öğrenecek ve erkeklere yetişecekler. Sovyet’e hem komünist hem de partisiz daha fazla kadın seçin”.
Kadınların iktidar organlarında yer almalarını, karar mekanizmalarında etkin olabilmelerini bir genel kural olarak saptayan ve bunu garanti altına alan tek siyasal örgütlenme biçimi işçi sınıfı iktidarıdır, sosyalizmdir. Bu olmadan gerçek hak eşitliğinden, kadının kurtuluşundan ve emekçi kadınların gerçekten iktidarda temsil edilmesinden söz etmek mümkün değildir.
Tansu’nun başbakanlığının alt sınıflara mensup kadınlar için yine de azımsanmayacak bir önemi ve iyiliği vardır. İşte, ezilen sınıfların kadınlarının, kendilerini temsil ettiği iddia edilen Tansu’ya baktıklarında gördükleri uçurum, kadınların “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle” olduklarına dair mitin kırılmasına ve safları sıklaştırmaya yarayacaktır…

Temmuz 1993

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑