“Her şeyi yazın” diyordu Lenin. 1912’de yayına başlayan Pravda’nın (Gerçek) bir işçi kitle gazetesi olmasının ölçülerinden birisi de bir yıl içinde 11 binden fazla işçi mektubunu yayınlamasıydı…
Devrimci komünist hareket, yasal ve yasal olmayan yazılı basın ve onun sağladığı olanaklarla, en şanslı ve verimli bir dönemini yaşamaktadır. Daha önce, en az yazılıp tartışılan ve varolan yayın organlarında, çok az yer verilen bir kültür sanat alanında bile düzenli, nitelikli yayınlar var.
Başta partinin organları olmak üzere parti basınını daha da güçlendirmek, bilgi ve haber akışını daha da geliştirmek, sistemli ve kalıcı kılmak devrimci komünist bir örgütlenmede her militan ve sempatizanın görevidir. Çünkü partiyi güçlendirmenin önemli görevlerinden birisi de bilgi ve haber akışını geliştirmek ve güçlendirmektir.
Şimdi yayın organlarının taşıdığı önem üzerine söz söylemeye gerek yok. Emperyalizmin ve onun uzantısı gericiliğin topyekûn ve çok yönlü bütün araçlarıyla antikomünist saldırısına daha da hız verdiği bir dönemde, devrimci yayın organlarının taşıdığı önem daha da artmaktadır.
Varolan yayın organlarının her birisi kazanılmış birer mevzidir. Ve “Yeni mevzilere doğru” parolasıyla yeni görevlere dikkat çekiliyor olması anlamlıdır.
Lenin, parti basınının gelişip güçlenmesi sürecinde ısrarla çok yaygın ve geniş bir işçi muhabirler ağına sahip olmanın önemine değiniyor. Herkes çevresinde olup bileni, her şeyi rahatça gazeteye yazmalı. Yazılar yayınlansın yayınlanmasın, yazı kurulları seçme yapabilmeli ve yayınlanmayanlardan da bilgilenmek için yararlanabilmelidir. “Her şeyi yazın” diyordu Lenin. Pravda yayınlanmaya 1912 yılında başladığında, işçilere ait bir kitlesel yayın olmasının en önemli ölçütlerinden birisi de, bir yıl içinde 11 binden fazla işçi mektubunun yayınlanmasıydı, Yayın organının çevresinde böylece geniş bir işçi muhabir ve yazar çevresi oluşmuş oluyordu.
Bir partinin sözlü ve yazılı basınının gelişip güçlenmesinin en önemli kaynaklarından birisini kuşkusuz gönderilen haber mektupları ve diğer yazılar oluşturmaktadır. Bu salt bugünün bir gerçeği değil, uluslararası işçi sınıfının mücadelesinin deneyimlerinden çıkarılan sonuçlardır. “Kitlelerden öğrenip, tekrar kitlelere öğretmek” temel ilkesine göre gerçekleşecektir.
Zaman zaman söylenen ya da duyulan şu sözleri kolayca anımsayabiliriz: “Bulunduğum işyerinde, semtte veya bölgede yazacak bir şey bulamıyorum”, “yazmaya değer bir şey yok”, “çevremde eylem ya da olay olmuyor.” Ya da başka türden temeli olmayan ve yanlış bir anlayış: “Yanlış yazmaktan çekiniyorum”, “iyi yazamam diye yazmıyorum” vb. Bunlar elbette yanlış ve temelsiz düşünceler. Güzel yazılamayabilir, herkesten yazar olmasını bekleyen de yok. Burada asıl sorun, tüm içtenliğimizle, devrimci bir heyecan ve gönüllükle iki satır da olsa, bunun da bir tür devrimci görev olduğunun bilinciyle elimizden geldiğince yazmaktır.
Örgüt yaşamının daha canlı, dinamik ve etkin olabilmesinin önemli koşullarından birisi de kitlelerin tartıştıkları, konuştukları, kafa yordukları konulara ilişkin haber ve yazı yazmaktır. Merkez organları bunu tek başına elbette gerçekleştiremez. Diğer yandan parti merkez organları kitlelerin içinde bulundukları ruh halini nasıl izleyecek, onların istemlerini nasıl öğrenecek? Yeterince anlaşılmamış, açıklığa kavuşmamış konuların olduğunu, kafalarda yanıtlanması gereken sorular olduğunu parti merkez organları nereden bilecek?
İşte tüm bu nedenlerden dolayı bir devrimci, bıkmadan usanmadan, zevkle yazmalı, aktarmalı, anlatmalı ve çevresindekileri de buna özendirmelidir.
Çalışanlar işyerlerinin çalışma koşullarını, iş arkadaşlarını; öğrenciler okullarını, okul yaşamlarını; spora, sanata, kültüre (roman, şiir, öykü, fotoğraf, resim, karikatür, deneme vb.) ilgi duyanlar bu konularda yazabilirler. Teknik elemanlar, aydınlar, sanatçılar kendi uzmanlık alanlarıyla ilgili araştırma, inceleme yapıp gönderebilirler. Bütün bunlar yayınlanmadığı durumda partinin bu konudaki görüşlerinin gelişip güçlenmesine, somutlaşmasına katkıda bulunabilirler.
Hiç yazılmıyor diye bir şey anlaşılmamalı bu söylenenlerden. İşyerlerinin korkunç gürültüleri arasında çalıştıktan sonra yorgun argın eve dönünce oturup yazanlar da vardır kuşkusuz. Sadece “boş zamanını” harcayarak değil, özverili ve sorumlu davranarak soluk soluğa yazanlar da var elbette. Yazı ve haber yazma salt bir yanıyla ele alındığında parti yaşamına canlılık getirir elbette, fakat diğer yandan yazanların sosyal çevrelerine daha iyi birer gözlemci olarak bakmalarına da yöneltiyor. İşyerinde olsun, semtte veya çevrede olsun olup bitenler daha dikkatle izlenmeye başlanıyor. Sorunları ve gelişmeleri yerinde izleme ve yakalama olanağı gelişiyor. Gazetede haberi yayınlanan bir işçi heyecan ve sevinç duyuyor. Mücadeleye katkıda bulunduğunu görüyor. Örgüt ile kurduğu canlı ve somut diyalogu hissediyor ve örgüte olan güven ve inancı daha da artıyor, güçleniyor.
Devrimci komünist bir parti basınının temelini yasadışı yayınlar oluşturur. Bunlar diktatörlüğün sansürünü ve yasalarını tanımaz ve kendine sınır koymaz. Kuşkusuz her militan, yeraltı basınına yazarken, hem kendini sınırlamaz, hem de gizlilik kurallarını göz önünde bulundurarak yazar.
Her şeyi haber konusu ederken, ayrıntıları unutmamak, haberi destekleyen materyalleri ihmal etmemek çok önemlidir. Tek tek gönderilen parça bilgiler diğer alanlardan gelen ya da başka araçlarla elde edilmiş bilgilerle bütünleşerek bir anlam kazanacaktır.
Başarılı bir muhabir olan Babuşkin’i her zaman örnek gösteren Lenin, onun yazılarının başarısını kuşkusuz, bunların doğrudan somut yaşama dayanmasından ileri geldiğini görüyor ve sık sık şu çağrıyı yapıyordu: “Yaşamın her alanında alınan canlı ve somut örnekler temelinde kitlelerin eğitilmesi…”
Milyonların ve her türlü gelişmelerin nabzını elinde tutabilen bir örgüt ancak güçlü bir örgüt olabilir. Bunda binlerce ve binlerce işçi ve emekçi tarafından haberle, bilgiyle beslenen devrimci basının rolü çok büyüktür.
Mayıs 1993