Clara Zetkin İle -Kurgusal- Bir Söyleşi

“Kadın sorunu kendi içinde ve tek basma bir sorun değil, büyük toplumsal sorunun sadece bir parçasıdır.”

Sosyalist kadın hareketinin önderlerinden olan zengin deneyim ve bilgi sahibi C. Zetkin’i okurlarımıza daha yakından tanıtabilmek ve ilgiyle okunmasını sağlamak için onunla yapılan -kurgusal- bir söyleşiyi sunuyoruz. Kurgusal diyoruz, çünkü onun verdiği yanıtları Almanca ve Türkçe yazılı yapıtlarından kelimesi kelimesine derleyip sunduk. 5 Temmuz 1857 yılında doğan C. Zetkin’i 8 Mart nedeniyle de saygıyla anıyoruz.

ÖZGÜRLÜK: Clara, yaşamın süresince edindiğin zengin bir deneyim ve bilgiye sahipsin. Önce SPD içinde daha sonra KPD üyesi olarak ve ayrıca “Eşitlik” adındaki kadın dergisinin yayınlayıcısı olarak ve daha sonra ise Alman Rayştag (Parlamentosunda) Milletvekili olarak bulundun. Tüm yaşamında politika ile uğraştın. İlk soru: Ne diyorsun ve düşünüyorsun, senin için birinci planda kadınlarla ilgili politika mı, yoksa genel politika mı geliyor?
C. ZETKİN: Kadın sorunu, kapitalist düzen içinde, burjuva toplumda kadınların yararına yapılabilecek reformlarla çözülebilecek ve kendi başına ve tek olarak ele alınacak bir sorun değildir. Benim düşünceme göre, kadın sorunu, büyük sosyal sorunun sadece bir parçasıdır. Şayet proletarya, kapitalist düzeni yok edip sosyalizmi inşa eder ve böylece tüm sömürücülere ve baskılara karşı cins ayrımı gözetmeksizin mücadele ederse çözülebilir.

ÖZGÜRLÜK:
Senden öğrenmek istediğimiz, sormak istediğimiz bir nokta var: Peki ama böyle hedeflerden yola çıkmak, kadınlara özgü sorunlarla genel ve temel hedefler arasında bağlantı kurarak kadınları kazanmak, devrimci sallara çekmek zor olmuyor mu? Biliyorsun hem de şimdi -belki sen de gelişmeleri izliyorsun. Batı Avrupa ülkelerinde ve hatta Gorbaçovun ülkesinde- kadınların işsizlik nedeniyle tekrar evlerine, ocaklarına (!) dönmesi için uğraşıldığı bu dönemde?
C. ZETKİN: Kadınlar aile içinden çıkarılarak, insanlığın içine kök salmalıdırlar. Ekonomik ve politik eğitim faaliyeti, kadınları, sobanın arkasında otururken cezp edip çekemez: bu çalışma, yaşamdan kazanılan deneyimlerin ve gözlemlerin sonucu olan ve bunlarla birlikte yürüyen bir bilinçlendirmenin sonucu olabilir. Kadınlar bunu, büyük eğitim yetenekleriyle kolayca kazanabilirler. Üretim içinde kadın, oynadığı role, gücüne ve gittikçe artan önemine dayanarak sosyal-politik haklarını kendi iradesiyle hatta erkeklerin iradesine rağmen elde edecek.

ÖZGÜRLÜK: Sence sosyalist kadın hareketi nereden işe başlamalı? Ya da sosyalist kadın politikasının kadınları harekete geçireceği, kendi hakları ve toplumsal kavga için harekete geçirilebileceği temel kaldıraç nedir? Yakalanacak halka nedir?
C.  ZETKİN: Asıl kaldıracın olduğu sadece bir tek değil, birçok, hatta sayılamayacak kadar çok nokta var. Ön planda gelen, tartışmasız bir şekilde kadınlar için de geçerli olan, özellikle de emekçi kadınlar için ele alınacak olan, işsizlik sorunu. Bu sorunun onlar için önemli ve özel bir yanı var.

ÖZGÜRLÜK: Tam da şimdilerde, kadınlar arasında işsizliğin arttığı bir ortamda, çalışma süresinin kısaltılması ve kapitalistlerin bir türlü yanaşamadıkları eşit işe eşit ücret gibi sorunlar gündemde. Bunu nasıl görüyorsun?
C. ZETKİN: Kapitalistlerin çalışma gününü sonsuza kadar uzatmalarından ve bunu da düşük ve gülünç bir ücretle ödemelerinden büyük çıkarları var. Bu çaba çalışan kadınların çıkarlarına ters düşmektedir. Erkekler ve kadınlar birlik olup kapitalist sömürüye karşı mücadele etmelidirler, tik önce elbette eşit işe eşit ücret talebine bağlı olarak, yani her iki cins için de geçerli olacak şekilde ve bunun dışında ve bundan öteye gideren, kapitalist iktidara karşı koyarak onu çökertmeye yönelerek tabii…

ÖZGÜRLÜK: Dergimiz aracılığı ile kadınlara ve tüm emekçilere iletmek istediğin, tavsiye ya da önerilerin var mı? Özellikle kadın politikasıyla ilgili olarak…
C. ZETKİN: “Kadın yoldaşlar! İnsan yaşamına, yaratıcı olan kadının yaşamına sarılalım! Nereden işe sarılsak orada mutlaka zorluklar ve güçlüklerle karşılaşacağız, çünkü içinde yaşadığımız toplumda her şey kapitalist sömürü tarafından, onun yasalarıyla belirleniyor ve ona tabi olma zorunluluğuyla karşı karşıya. İşte tüm bunlar bizim mücadelede teme alacağımız dayanak noktaları. Onlardan kalkarak ajitasyon ve teşhir faaliyetlerimizi kadınlar arasında sürdürebiliriz.

Mart 1989

Arnavutluk’tan Gezi İzlenimleri (II) Arnavutluk Sosyalizm Yolunda Kararlılıkla İlerliyor”

Kısa adı AEP olan Arnavutluk Emek Partisi, tüm tarihsel sorumluluğunu taşıyarak sosyalizm yolunda dosta düşmana karşı kararlılıkla ilerliyor.
Arnavutluk, 28.748 km2 toprağa sahip olup 3 milyonluk nüfusuyla Avrupa’nın en küçük ülkelerinden birisidir. Ülkenin 2/3’si dağlık ve tepelerle kaplı, geriye kalan topraklar ise -Kurtuluştan önce- sadece bataklıkmış. Ama bugün dağ-taş işlenmiş, ağaçlandırılmış, bataklıklar ise kurutulup ekim alanına dönüştürülmüş. Tarihsel olarak sırasıyla önce Romalıların, daha sonra Bizans, ondan sonra da 600 yıl süren Osmanlı egemenliği altında yaşamak zorunda kalan Arnavutluk, 1. Dünya Savaşı sırasında da komşu ülkeler arasında paylaştırıldı. 1939 yılında İtalyan faşistleri işgal ettiler, onların defedilmesinden sonra Alman faşistlerin işgaline uğrayan Arnavutluk halkı, partizan birliklerinin başlattığı direnişlerden sonra kurulan Komünist Partisi öncülüğünde ulusal kurtuluş savaşma dönüşmesiyle 29 Kasım 1944 yılında bağımsızlığını ilan etti. 11.1.1944 yılında Arnavutluk Halk Cumhuriyeti kuruldu. 1976 yılında da ülke, Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti olarak tüm dünyaya duyuruldu.
Arnavutluk’a dışarıdan, özellikle Avrupa ülkelerinden gidenlerin varır varmaz düştükleri bir yanılgı var: 45 yıllık bir geçmişi olan Arnavutluk’u özellikle sanayi vb. gelişmeler yönüyle Batılı emperyalist ülkelerle (sanayi, teknik) karşılaştırmak. Emperyalist ülkelerin yüzyılı aşkın bir süredir başka ülkeleri sömürüp elde ettikleri gelişmeyi, işe sıfırdan bağlayarak 45 yıl gibi çok kısa bir zamana sığdıran Arnavutluk ile karşılaştırmak. Oysa bu ülke 45 yıl içinde yoktan var olmuştur. Bugün halkın her türlü temel ihtiyaçları en iyi biçimde karşılanmıştır. Bu ülkeyle, tutup emperyalist ülkeleri karşılaştırmaya kalkanların kendilerine şu soruları sormalarını tavsiye ederiz: Ülkede sömürü var mı, baskı var mı, yolsuzluk, işsizlik, vergi, karaborsa, rüşvet var mı? Çok zenginler, çok fakirler var mı? Enflasyon altında, diğer ‘Doğu Bloğu’ ülkeleri gibi inliyor mu? Yine onlar gibi emperyalist güçlerin kredi kıskacında boğulup kalmış mıdır? Başka bir ülkeden kredi almak, yani ülkeyi borçlandırıp emperyalistlerin kucağına düşürmek, bu ülkenin anayasasına kadar girmiş bir yasaktır. (Anayasa, Madde 28). dışalım-satımda devlet bütçesi dengeyi sağlamak zorundadır. (Anayasa, Madde 27).
Arnavutluk, dışsatımında bir hayli yol almıştır, örneğin, 6 komşusuna ürettiği elektriği satmakta dünyada krom üretiminde 2. ülke durumunda olup, krom dışsatımında dünyada 6. ülke durumundadır. Dünyada bugün 103 ülke ile diplomatik, kültürel ve ekonomik ilişkileri olup Tiran Radyosu 21 dilde yayın yapmakta. Tiran Radyosu, yurt dışına yayın yapan dünyadaki diğer radyo istasyonları arasında, yayın saati nedeniyle 6. sırada yer almaktadır.
Arnavutluk’un tüm dünyada gittikçe dostları artmakta, her yıl turizm amacıyla, gerek tarihi eserlerini, gerekse toplum yapısını görüp incelemeye gelenlerin sayısı 20.000’i aşmaktadır. Bunun ileriki yıllarda giderek artacağı apaçık ortada. Arnavutluk turizme, kapitalist ve revizyonist ülkelerin baktığı gibi, ilk aşamada, turistleri, “döviz getiren, kazıklanan, soyulan müşteriler” olarak değil, ülkesini tanıtan, ülkesindeki sosyalizmi öğreten, kavratan ve ona dost kazanmayı amaçlayan bir anlayış ve görüşe sahip. O nedenle döviz bozdurup zorunlu harcama ya da belli yerlerin dışında ülkenin her yerini görmeyi yasaklama gibi uygulama yok.
Sosyalizm Demek, Kapitalizme Meydan Okuyan, Ona Karşı Üstünlük Sağlayan Sistem Demektir
Arnavutluk’tan bir işçinin aldığı maaşından hiçbir kesinti alınmaz. Yani brüt maaş net maaşa eşittir, örneğin hastalık sigortasına kesinti diye bir şey yoktur, buna rağmen tüm sağlık hizmetleri ücretsizdir. Ülkeyi ziyarete gelen yabancılara bile hastanede yatıp uzun süreli tedavi gerektirmediği sürece tüm sağlık hizmetleri ücretsizdir. Plajda ayağına küçük bir yara açıldı diye, tüm ilkyardım hizmetleri, hastanede, ayakta tedavi vb. bir yabancıya nasıl zevkle, severek yapılır, giden hemen herkes tanık olmuştur. Emeklilik sigortasına da kesinti diye bir şey yoktur, buna rağmen erkekler 60 yaşında, kadınlar ise 55 yaşında emekliye ayrılırlar, özellikle madende, keramik, çimento, petrol ve kauçuk sanayisinde çalışanlar ise erkekler 55, kadınlar 50 yaşında emekliye ayrılırlar. 20 ya da 25 yıllık bir çalışma süresinden sonra emeklilik için başvurulur. Emekli maaşı ise, işçinin en son çalıştığı yılın ortalama ücretinin % 70’i kadardır. Arnavutluk’ta işsizlik olmadığı için, emperyalist ülkelerde işçilerden çalışırken alınan ve “ileride işsiz kalırsan sana işsizlik parası vereceğiz” dedikleri işsizlik sigorta kesintisi diye de bir şey yoktur.
Dengeli Devlet Bütçesi
Arnavutluk ekonomik yaşamında gelir ve gider durumu itibariyle her zaman dengeli bir bütçe politikası izler, örneğin 1987 yılında devletin bütçe gelirleri 9.35 milyar Lek iken, devlet giderleri de 9.3 milyar Lek tutarındadır. Devlet bütçesi böylece dengelenmiştir. Kapitalist ve revizyonist ülkelerle karşılaştırıldığında Arnavutluk’un diğer ülkelerden devlet borçlan diye bir sorunu yoktur, örneğin, dünyanın en zengin ülkelerinden birisi olarak tanınan Batı Almanya emperyalistleri bile, bir yıllık giderlerinden daha fazla tutarda dışarıya borçlu durumdadırlar. Arnavutluk’ta, faiz ve tefecilikle yaşayan bir finans kapital diye bir şey yoktur, devlet kasalarındaki paraları çekip sömüren tekeller ve kuruluşlar yoktur. Arnavutluk dışarıdan borç almaz, bu zaten Anayasaca da (Madde 28) yasaklanmıştır. Dışalım-satımında da dengeli bir bütçe politikası izler, örneğin, sadece dışsatımla gideri karşılanabilecek mallar dışarıdan alınabilir. Çünkü dışalım-satımda ticaret açığı olmuş olsaydı, Arnavutluk da diğer ülkeler gibi bunu kapatmak için ya sosyal harcamalarda kısıtlamaya gitmesi gerekecek -ki bu da halkın hakkından kısmak olacaktır- ya da fiyatları artıracak veya en sonunda kredi almaya başvuracaktır. İşte bu yolu Arnavutluk reddediyor ve Anayasaca da yasaklıyor. Çünkü Marksist-Leninist plan ekonomisinin ilkelerine aykırı olan bu tutumu Arnavutluk şiddetle reddediyor. Gorbaçov’un kapitalist reformları artık dış ticaretteki ticaret tekeli anlayışım kesinlikle ortadan kaldırıyor ve böylece tekellerle yabancı işletmeler arasında gerçekleşecek olan serbest ticaret uygulamasını getiriyor. Böylece de varolan ticaret bilanço açıkları gittikçe daha da artıyor.
AEP: İşçi Sınıfının Partisi
Arnavutluk’ta gerek sosyalizmin inşasında, gerekse ülkenin yönetiminde başrolü oynayan bir güç var, o da partisidir. Parti gerçek anlamda işçi sınıfının partisi olup, revizyonist ülkelerde görüldüğü gibi yönetici memurların, teknokratların ya da entelektüellerin oluşturduğu işlemez hale gelmiş bir cihaz değildir. 1986 yılında partinin 147.000 üyesi vardı. Genel halk nüfusuna göre halkın yüzde 7’si parti üyesi iken, bu oran işçiler arasında % 10’dur. Partinin ağır sanayiye doğru işçiler arasında nasıl daha köklü örgütlü olduğunu ise bize şu sayılar daha iyi anlatıyor: Otomobil ve traktör sanayisi, demir-döküm bölümlerinde, ki buralarda çalışma koşulları çok daha ağırdır, her 80 işçiden 30’u, yani oran olarak işçilerin yüzde 40’ı parti üyesidir. Üyelerin çoğunluğu işçi sınıfından gelen partinin bileşimi hakkında birkaç sayı vermek gerekirse: 1986 yılı istatistiklerine göre, % 39 işçi sınıfından, % 29.5 kooperatif üyesi köylülerden, % 31.3 memurlar. Parti kadrolarının ortalama olarak % 35’i, özellikle yönetici kademelerindeki işçi sınıfından gelmektedir.
Partiye Durmadan Taze Kan Geliyor: Aday Üyeler
Her yıl ortalama olarak partiye 6000 dolayında yeni aday üye alınır. Bunların % 80’i işçiler ve kooperatif üyesi köylüler olup % 40’ı kadınlar oluşturmakta; % 70’ini gençler oluşturuyor. Parti MK’sı gelecekte de gelişmenin bu yönde olacağını ileri sürüyor. Partiye sürekli yeni ve taze güçlerin alınması, bilinçli olarak parti bileşiminin yenilenmesine hizmet etmektedir. Partiye yeni üye almalarda işyerindeki çalışanların önemli bir etkinliği vardır. R. Alia, 9. Parti Kongresi’ne sunduğu raporda buna da değiniyor ve şöyle diyor: “Parti saflarına yeni insanların alınmasında ve partinin daha güçlü, genç ve dinamik kalmasında kitleler büyük ilgi gösteriyorlar ve katkıda bulunuyorlar. Partiye alınma gizlice olan bir olay olmayıp, işçiler açısından son derece önemli ele alınan bir olaydır. Hatta adayların isimleri resimleriyle birlikte fabrika girişlerinde kapılara asılır ve tanıtılırlar. Parti yeni üye almada revizyonist ülkelerde olduğu gibi niceliğe değil, tam tersine niteliğe önem verir. Parti aday üyelik zamanını, E. Hoca’nın 7. Parti Kongresi’ne sunduğu Raporda açıkladığı gibi, “Aday üyelik dönemi devrimci çelikleşmenin sınandığı bir dönemdir” olarak ele alır. Aday üyelik işçiler için 2, aydın ve memurlar için 3 yıldır, özellikle aydınlar, aday üyelik dönemini zor ve güç koşullar altındaki bir çalışmayla ortaya koyup tamamlamak zorundadırlar ya da meslekleri dışında bedensel işlerde çalışarak geçirmelidirler. İşçiler için bir örnek vermek gerekirse, örneğin başkentteki bir fabrikada bir işçi aday üyelik dönemini üç vardiyalı bir işyerinde çalışarak geçirirken, işinin yanı sıra yoğun teorik eğitim ve çalışmayı da sürdürmesi gerekir. Gezi gruplarına kılavuzluk yapan tercümanlardan biri, örneğin aday üyelik döneminin sadece 7 ayını üç vardiyalı bir işyerinde geçirdi, çünkü daha önce de 10 yıl vardiyalı bir başka işte çalışmıştı. Ağır bir işte çalışmakla hedeflenen nedir sorusuna şu yanıtı alıyoruz: “Ağır işlerde çalışmak, fedakârlık ruhunu güçlendirir, alçakgönüllü olma özelliğini geliştirir, rehavete, rahata düşkünlüğe, kolay görevlere kaçma ya da tercih etmeye karşı da bir güvencedir, bunlara karşı korur. Diğer yandan komünistler öyle çelikleşmelidirler ki, sonunda oportünizme, sekterizme ve bürokratizme karşı kararlı mücadele edebilsinler.” (Ramiz Alia, 9. Parti K. Raporu, Alm. Baskı s.92). Kişisel çıkar ya da avantajlar değil, komünizm davasına ve halka hizmet parti üyesinin tek düşüncesi olmalıdır.

Ekim 1989

Arnavutluk’tan Gezi İzlenimleri (Iıı) Arnavutluk kadınları kadın olmalarının bilincindeler ve bir de kendilerine son derece güvenliler

Saranda Arnavutluk’un güneyinde küçük, sevimli ve güzel bir kent. İlerde turistik yönden “Arnavutluk’un incisi” diye anılırsa şaşmamak gerek. Gezimizin buradaki durağında, o bölgede çalışma yürüten kadın derneği olan ve Kadınlar Birliği diye anılan derneğin temsilcisi bir kadınla toplu bir görüşme oldu. Görüşme öncesi grubumuzdaki Alman ve Türkiyeli kadınlar kendi aralarında bir araya gelerek yöneltecekleri sorular ve ele alınacak konuları görüştüler. Bu söyleşideki soruları, toplantıya katılan kadın erkek tüm arkadaşlar sordular. Biz toplantıyı, daha doğrusu bu toplu söyleşiyi sadece aktarmaya çalıştık.
Toplantı bittikten sonra, özellikle katılan kadın arkadaşlara (Alman ve Türkiyeli) özet olarak bir kaç cümleyle izlenimlerini sorduğumuzda aldığımız yanıtlar şunlar oldu: ” Arnavutluk kadınları kendilerine son derece güvenliler, yani kadın olarak kendilerine güvenleri sağlam.” “Cins olarak, kadın olarak kadınlıklarını korumuşlar, bundan adeta övünç duyuyorlar.” “Aynı toplum içinde yaşayan erkeklerle eşit olmayı, özenerek ya da cins olarak varlığını unutarak değil, kadın olarak varlıklarını koruyarak sağlamışlar.”

Soru: Kadınlar Birliği hakkında genel bir bilgi verir misiniz?
Yanıt: Kadın Derneği Kurtuluş Savaşı sırasında, 1944 yılına Berat kentinde kuruldu ve ilk toplantısını yaparak gerçek bir dernek halini aldı. Arnavutluk kadını tüm tarihi boyunca her zaman erkeğin yanında savaştı, Kurtuluş Savaşına da örgütlü olarak katıldı, erkeklerle ortaklaşa mücadele etti. Birinci kongrede program hazırlandı, görevler belirlendi. Elbette hemen başarı sağlanamadı. Kurtuluş savaşı sırasında erkeklere yardımcı oldu. Birlikte silahlı mücadele verdi.(0 dönemde altı bin silahlı kadın vardı.) Kurtuluş öncesi Anti-Faşist Kadınlar Birliği vardı ve daha sonra, Birleşik Kadın Grubu adını aldı. Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında aynı zamanda kadının kurtuluşunun temel taşları hazırlandı. Kurtuluştan sonra ise kadının gerçek kurtuluşu sağlanmaya çalışıldı. Ülkenin bağımsızlığını elde etmesinden sonra toplum içinde eşit olma süreci başladı, bunun koşulları zaten kurtuluş döneminde hazırlanmıştı. Kadınlar kendi yollarını ter ve kan dökerek yaptılar. Çünkü eski anlayışlar kadını büyük baskı altında tutuyordu. Kurtuluş savaşı sonrasında bu eski değer yargıları hala kadınların önünde duruyordu. Sorunları vardı ve o nedenle de bu sorunlara karşı mücadele edilmesi gerekiyordu.
Buradaki kadın örgütü belli bir bölge üzerinde oluşuyor.(Köyler, semtler vb. düzeyinde) Kadınlar 26 yaşından itibaren derneğe üye olabiliyorlar. Bekâr, evli, çocuk sahibi vb. olmak önemli değil. Derneğin ilk toplantısında yönetim kurulu seçilir ve dernekten bu organ sorumludur. Semt ya da köydeki kadın derneğini bölge düzeyinde temsil edecek bir delegesi vardır. İki yılda bir bu delege değişir. Bölge toplantısında ya da konferansında ülke düzeyinde yapılan kadın birlikleri toplantılarına ya da konferanslarına katılacak delegeler seçilir. Merkezi kadın konferansı 5 yılda bir yapılır. Geçen yıl 10. Kadın Konferansı yapıldı.10. Kongre’ye kadar olan sürede sosyalizmin inşasında kadınlar büyük rol oynadılar ve görevler aldılar. Toplumun değiştirilmesine bağlı olarak kendilerini de değiştirdiler. Kurtuluş savaşı döneminde erkeklere yardım etmek, aktif mücadeleye katılmak, partizanlar için evlerini hazır tutmak ve onlarla birlikte kadın partizanlar olarak savaşmak belli başlı görevleriydi onların. Kurtuluştan sonra ise asıl görevleri sosyalizmin kurulmasına aktif katılmak oldu. Evde oturmak yoktu artık, çalışmak gerekiyordu. Çünkü biz küçük bir halkız, kadınların da oturmayıp çalışmaları gerekir.
Belli başlı görevlere gelince okumu yazma bilmeyenlere bunu öğretmek (çünkü yüzde 98’i okuma yazma bilmiyordu) kendilerini her yönden geliştirmelerine olanak sağlamak, her kademede okullara gidip yüksek öğrenime kadar her yere katılabilmek. Şimdi ise önümüzde duran en önemli görevlerden birisi kadınların kültürel düzeylerini yükseltmek, bununla birlikte elbette teknik bilgi ve becerilerini, teknik düzeylerini de yükseltmek önemli. Çünkü yaşamın bazı alanlarında kadınların azlığa bunu zorunlu kılıyor. Kızların 8 yıllık eğitim sonrasında yüzde 95 ortaokula gidiyor. Hepsi daha sonra nitelik ve yeteneğe bağlı olduğu için yüksek okula gidemiyor. Bulunduğumuz bölgede örneğin yönetici kademelerdeki kadroların yüzde 48’i kadındır ve bunlar yüksek okula gitmişlerdir. Bu oran kadınlar açısından elbette büyük bir başarı.
Okullar ile yerleşim alanları uzaksa yatılı okullar ya da yurtlar açılıyor. Kadınların şimdiki görevleri kadınların kendi kişiliklerini korumaları için ailede mücadele etmeleridir. Çünkü hala bazı eski değer yargılarının şu ya da bu oranda yaşandığını görüyoruz.

Soru: Kadın örgütlerinin önlerine koydukları görevler nelerdir?
Yanıt: Kadınların aile içinde güçlü olması, anne ve çocuk sağlığına özen gösterilmesi, eğitim, teknik ve kültürel alandaki her türlü gelişmeler, aile içindeki görev paylaşımı, kadının politik bakımdan bilinçlenip gelişmesi, daha etkin bir duruma gelmesi vb.
Kadınların eşitliği konusunda da büyük çaba göstermek gerekiyor. Kadınların boş zamanlarını değerlendirmeleri için olanaklar yaratılıyor, kültürel vb. toplantılar düzenleniyor. Kadın derneğinin tüm çalışması bölge parti komitesi ve parti MK’sı tarafından belirleniyor. Kadınların her şeyi söyleyerek dile getirmesi ve onların gelişmesi için her şeyin gerçekleştirilmesi sağlanıyor. Bütün kadınlar derneğin üyesidirler. Derneğin programını kabul eden 26 yaşından büyük kadınlar üye olurlar, üye alımında küçük bir tören yapılır. Genç kızlar gençlik grubuna üye olurlar.

Soru: Parti içinde kadınların durumu nedir?
Yanıt: Saranda’da Parti üyelerinin yüzde 36’sı kadındır. Halk Meclisinin yüzde 42’si kadınlardan oluşuyor. Bölge parti komitesinde kadınlar oldukça fazla. Parti’nin 4 sekreterinden bir tanesi kadın.

Soru: İşçi kadınların dernek içindeki ve yönetimindeki rolleri nedir?
Yanıt: Kadının işçi ya da aydın olmasına dikkat edilmez. Kültürel düzeyine, enerjisine, bilincine dikkat edilir. Buradaki kadınlar en örnek olabilecek durumdaki kadınlar, her türlü sorunu en iyi açıklayabilecek, en yetkin kadınlardır. Politik olarak düzeylerinin çok yüksek olması fazla önemli değil, çünkü biz hepimiz tüm politik görevleri yapıyoruz. Evde iyi bir anne olmasına, çalıştığı yerde gerekli teknik bilgilere sahip olmasına dikkat ediliyor.

Soru: Parti Kongresinin kadınların önüne koyduğu görevler neler?
Yanıt: Aile yaşamıyla ilgili pratik günlük yaşamla genel direktifler verilir. Şimdiki görevlerden birisi-Parti tarafından kadın derneklerine verilen görev- ev işlerinin toplumsallaştırılması. Kadının ev işlerinden kurtarılıp kalan zamanının en iyi şekilde değerlendirilmesi.

Soru: Anaokulları ve kreşler…
Yanıt: Anaokulları ve kreşler her yerde vardır. Amaç, çocuklardan kadınların kurtarılması. Eğiticilerin hemen hepsi kadındır, kadın derneği tarafından oluşturulan gruplarca zaman zaman denetlemeler yapılır. Kadınların çoğu bu alanda uzmanlaşmışlardır.

Soru: Ailedeki durum üzerine…
Yanıt: Partinin aile yaşantısına etkisi çok büyüktür. Kadınlar dikkate alınmıyorsa, bunu parti içindeki komünist kadınlar gündeme getirirler ve çözüm bulunur. Aile içinde kadın kendi hakları için mücadele etmelidir. Bizim propagandamız ona sadece yardımcı olur, ama buna rağmen bir sorun çıkarsa ailenin yakınlarından birisi aileyle konuşur. Sıradan birinin gidip konuşmasına karşı duygusallık vardır (Tepki olabilir.)

Soru: Boşanma ve boşanan kadının durumu…
Yanıt: Arnavutluk’ta boşanma İlke olarak istenmeyen bir olay. Boşanmadan en fazla etkilenenlerin çocuklar olduğu düşüncesi bu görüşe neden olmaktadır. Ancak her şeye rağmen, nedenler güçlü ise boşanmaya yardımcı olunur. Arnavutluk’ta her kadın çalışmaktadır. Boşanınca da çalışmasını sürdürür, çocuklar için eşinden belli bir nafaka alınır, (bu, eşinin kazancına göre değişir). Erkekten alınan para erkek ve kadının kazançlarına göre gelirinin yüzde 10 ile 25’i arasında değişir. Boşanma konusunda kadın ve erkek eşit haklara sahiptir. Boşanma sonrasında çocuk küçükse ve anne bakabilecek durumdaysa .(Sağlık, ahlak, maddi vb. yönlerden ) çocuk anneye verilir. Şartları uygun olduğu halde bir kadın çocuğun bakımını üstlenmek istemeyebilir. Anne istemezse veya bakacak durumda değilse çocuk devletin bakımına alınır. Çocuk büyüdükten sonra annede, babada ya da devlette kalacağına kendisi karar verir.

Soru: Doğum öncesi ve sonrası izin…
Yanıt: Doğum öncesi ve sonrası toplam izin süresi altı aydır. Bunun 45 günü doğum öncesi, geriye kalan 4.5 ay ise doğum sonrasıdır. Tam ücret ödenir. Bu süreden sonra üç buçuk ay boyunca günde altı saat çalışır ve emzirme izni vardır.

Soru: Evde yemek yapma vb
Yanıt: Ortalama olarak dışarıda değil evde yenir. Erkek ev işine yardım eder. Kadın meşgul ise ya da bir işi varsa erkek evde yemek yapar, işleri görür. Bizim alçak gönüllü ve normal bir yaşantımız var, eğer her zaman dışarıya gidip yiyecek olsak bütçemize yük olur. Biz kazandıklarımızla, yaşıyoruz, bir mirasa da konmadık, her şeyi kendimiz yaratıyoruz.
Teşekkür ediyorum.
Ben teşekkür ederim.

Kasım 1989

Devrimci yayın organlarına haber ve yazı yazmanın önemi üzerine kısa notlar…

“Her şeyi yazın” diyordu Lenin. 1912’de yayına başlayan Pravda’nın (Gerçek) bir işçi kitle gazetesi olmasının ölçülerinden birisi de bir yıl içinde 11 binden fazla işçi mektubunu yayınlamasıydı…

Devrimci komünist hareket, yasal ve yasal olmayan yazılı basın ve onun sağladığı olanaklarla, en şanslı ve verimli bir dönemini yaşamaktadır. Daha önce, en az yazılıp tartışılan ve varolan yayın organlarında, çok az yer verilen bir kültür sanat alanında bile düzenli, nitelikli yayınlar var.
Başta partinin organları olmak üzere parti basınını daha da güçlendirmek, bilgi ve haber akışını daha da geliştirmek, sistemli ve kalıcı kılmak devrimci komünist bir örgütlenmede her militan ve sempatizanın görevidir. Çünkü partiyi güçlendirmenin önemli görevlerinden birisi de bilgi ve haber akışını geliştirmek ve güçlendirmektir.
Şimdi yayın organlarının taşıdığı önem üzerine söz söylemeye gerek yok. Emperyalizmin ve onun uzantısı gericiliğin topyekûn ve çok yönlü bütün araçlarıyla antikomünist saldırısına daha da hız verdiği bir dönemde, devrimci yayın organlarının taşıdığı önem daha da artmaktadır.
Varolan yayın organlarının her birisi kazanılmış birer mevzidir. Ve “Yeni mevzilere doğru” parolasıyla yeni görevlere dikkat çekiliyor olması anlamlıdır.
Lenin, parti basınının gelişip güçlenmesi sürecinde ısrarla çok yaygın ve geniş bir işçi muhabirler ağına sahip olmanın önemine değiniyor. Herkes çevresinde olup bileni, her şeyi rahatça gazeteye yazmalı. Yazılar yayınlansın yayınlanmasın, yazı kurulları seçme yapabilmeli ve yayınlanmayanlardan da bilgilenmek için yararlanabilmelidir. “Her şeyi yazın” diyordu Lenin. Pravda yayınlanmaya 1912 yılında başladığında, işçilere ait bir kitlesel yayın olmasının en önemli ölçütlerinden birisi de, bir yıl içinde 11 binden fazla işçi mektubunun yayınlanmasıydı, Yayın organının çevresinde böylece geniş bir işçi muhabir ve yazar çevresi oluşmuş oluyordu.
Bir partinin sözlü ve yazılı basınının gelişip güçlenmesinin en önemli kaynaklarından birisini kuşkusuz gönderilen haber mektupları ve diğer yazılar oluşturmaktadır. Bu salt bugünün bir gerçeği değil, uluslararası işçi sınıfının mücadelesinin deneyimlerinden çıkarılan sonuçlardır. “Kitlelerden öğrenip, tekrar kitlelere öğretmek” temel ilkesine göre gerçekleşecektir.
Zaman zaman söylenen ya da duyulan şu sözleri kolayca anımsayabiliriz: “Bulunduğum işyerinde, semtte veya bölgede yazacak bir şey bulamıyorum”, “yazmaya değer bir şey yok”, “çevremde eylem ya da olay olmuyor.” Ya da başka türden temeli olmayan ve yanlış bir anlayış: “Yanlış yazmaktan çekiniyorum”, “iyi yazamam diye yazmıyorum” vb. Bunlar elbette yanlış ve temelsiz düşünceler. Güzel yazılamayabilir, herkesten yazar olmasını bekleyen de yok. Burada asıl sorun, tüm içtenliğimizle, devrimci bir heyecan ve gönüllükle iki satır da olsa, bunun da bir tür devrimci görev olduğunun bilinciyle elimizden geldiğince yazmaktır.
Örgüt yaşamının daha canlı, dinamik ve etkin olabilmesinin önemli koşullarından birisi de kitlelerin tartıştıkları, konuştukları, kafa yordukları konulara ilişkin haber ve yazı yazmaktır. Merkez organları bunu tek başına elbette gerçekleştiremez. Diğer yandan parti merkez organları kitlelerin içinde bulundukları ruh halini nasıl izleyecek, onların istemlerini nasıl öğrenecek? Yeterince anlaşılmamış, açıklığa kavuşmamış konuların olduğunu, kafalarda yanıtlanması gereken sorular olduğunu parti merkez organları nereden bilecek?
İşte tüm bu nedenlerden dolayı bir devrimci, bıkmadan usanmadan, zevkle yazmalı, aktarmalı, anlatmalı ve çevresindekileri de buna özendirmelidir.
Çalışanlar işyerlerinin çalışma koşullarını, iş arkadaşlarını; öğrenciler okullarını, okul yaşamlarını; spora, sanata, kültüre (roman, şiir, öykü, fotoğraf, resim, karikatür, deneme vb.) ilgi duyanlar bu konularda yazabilirler. Teknik elemanlar, aydınlar, sanatçılar kendi uzmanlık alanlarıyla ilgili araştırma, inceleme yapıp gönderebilirler. Bütün bunlar yayınlanmadığı durumda partinin bu konudaki görüşlerinin gelişip güçlenmesine, somutlaşmasına katkıda bulunabilirler.
Hiç yazılmıyor diye bir şey anlaşılmamalı bu söylenenlerden. İşyerlerinin korkunç gürültüleri arasında çalıştıktan sonra yorgun argın eve dönünce oturup yazanlar da vardır kuşkusuz. Sadece “boş zamanını” harcayarak değil, özverili ve sorumlu davranarak soluk soluğa yazanlar da var elbette. Yazı ve haber yazma salt bir yanıyla ele alındığında parti yaşamına canlılık getirir elbette, fakat diğer yandan yazanların sosyal çevrelerine daha iyi birer gözlemci olarak bakmalarına da yöneltiyor. İşyerinde olsun, semtte veya çevrede olsun olup bitenler daha dikkatle izlenmeye başlanıyor. Sorunları ve gelişmeleri yerinde izleme ve yakalama olanağı gelişiyor. Gazetede haberi yayınlanan bir işçi heyecan ve sevinç duyuyor. Mücadeleye katkıda bulunduğunu görüyor. Örgüt ile kurduğu canlı ve somut diyalogu hissediyor ve örgüte olan güven ve inancı daha da artıyor, güçleniyor.
Devrimci komünist bir parti basınının temelini yasadışı yayınlar oluşturur. Bunlar diktatörlüğün sansürünü ve yasalarını tanımaz ve kendine sınır koymaz. Kuşkusuz her militan, yeraltı basınına yazarken, hem kendini sınırlamaz, hem de gizlilik kurallarını göz önünde bulundurarak yazar.
Her şeyi haber konusu ederken, ayrıntıları unutmamak, haberi destekleyen materyalleri ihmal etmemek çok önemlidir. Tek tek gönderilen parça bilgiler diğer alanlardan gelen ya da başka araçlarla elde edilmiş bilgilerle bütünleşerek bir anlam kazanacaktır.
Başarılı bir muhabir olan Babuşkin’i her zaman örnek gösteren Lenin, onun yazılarının başarısını kuşkusuz, bunların doğrudan somut yaşama dayanmasından ileri geldiğini görüyor ve sık sık şu çağrıyı yapıyordu: “Yaşamın her alanında alınan canlı ve somut örnekler temelinde kitlelerin eğitilmesi…”
Milyonların ve her türlü gelişmelerin nabzını elinde tutabilen bir örgüt ancak güçlü bir örgüt olabilir. Bunda binlerce ve binlerce işçi ve emekçi tarafından haberle, bilgiyle beslenen devrimci basının rolü çok büyüktür.

Mayıs 1993

Devrimci yayın organlarına yazılan Haber ve yazılar üzerine düşünceler

“Sıkıcılık -diyor Kalinin- bir kitle gazetesi için en öldürücü olan şeydir. Marksizm ve işçi sınıfının çıkarları açısından doğru hazırlanmış bir yazı bile, eğer sıkıcı bir biçimde yazılmışsa okunmayacaktır.”

Özgürlük Dünyası’nın bundan önceki sayısında, benzer bir başlıkla, devrimci yayın organlarına haber ve yazı yazmanın önemi üzerine kısa notlar sıralanmıştı. Okur, yazının başlığının benzerlik taşıması nedeniyle, bu yazıyı geçen sayıdaki yazının devamı gibi algılayabilir. Bu yazı bundan önceki yazının doğrudan devamı olmayıp, onun tamamlayıcı, onu bütünleyen bir yazı. Çünkü o yazıda, “Neden yazmalı?” sorusuna, bu yazıda ise, “Nasıl yazmalı!” sorusuna yanıt olabilecek düşünceler sıralanıyor.
Tanınmış Alman şairi Brecht’in en güzel şiirlerinden birisi işçi sınıfının öz örgütüne ilişkin yazdıklarından biri olup, bir dizesi “Partinin milyonlarca gözü olduğunu” dile getirir. Binlerce göz ne yapar? Görür, algılar, anlatır, aktarır, haber eder, duyurur, yayar ve her şeyi mücadeleye katar, sunar. Binlerce göz binlerce muhabir demek, haber ve yazı yazan insan demektir.
Burjuva basınının en çok satan besleme yayınlarından birini ele alalım. Toplam kaç tane muhabiri olabilir? Beş yüz ya da bin varsayalım. Hepsi de sermayeye dayalı, her türlü donanıma ve olanaklara sahip.
Peki, bir devrimci yayın organının kaç tane muhabiri olabilir? Bunun hesabını her okur kendisi yapsın.
Bu yüzlerce muhabir ya da yazı yazanlar ne yazmalılar? Nasıl yazmalılar? Haber ve yazı yazanlar açısından yanıtlanması gereken önemli bir soru.
Devrimci ve komünist basın muhabirlerinin düzenli ve sistematik olarak yazmaları başlıca görevlerinden olup, yaşadıkları bölgeyi, çevreyi çok yönlü olarak, kitlelerin içinde bulunduğu psikolojik duruma varıncaya kadar yansıtmaları gerekir.
Devrimci yayın organlarına baktığımızda, muhabirlerin yazarken iki temel yazı türüne başvurduklarını görürüz. Bunların en başında gelen yazı türü haberdir. Yazı türü olarak haber, anlatılmak ve aktarılmak istenenleri çok yönlü, kapsamlı ve bütünlüklü olarak anlatmakta yetersiz kalacağından, başka yazı türlerine başvurmak gerekiyor. Bunlara da inceleme-araştırma niteliği taşıyan, analiz ve yorumlan içeren yazılar denebilir. Haberde amaç bellidir, bir olayı bildirmek. Olay kaba hatlarıyla, okuyucunun dikkatini çekecek bir biçimde ve yorum yapmadan dile getirilir. İnceleme, araştırma ve yorum içerikli yazılarda ise, yalnızca olay anlatmakla kalınmaz, analiz yapılır ve genelleştirilir. Haberde “Ne zaman, nerede ve nasıl oldu” sorularına yanıt aranırken; yazılarda, bunların yanı sıra, “Niçin oldu, olayın sonuçlan nelerdir, önemi nedir?” gibi sorulara da yanıt aranır. Analiz ve genelleme özellikleri taşımasına karşın haber-yorumlu bu yazıları bir makaleden ya da başyazıdan da ayırmak gerekiyor. Makalede örneğin, bir konu daha geniş çapta, ülke ya da dünya düzeyinde ele alınır ve olaylar teorik boyutuyla ve kanıtlayıcı bir amaçla ortaya konur. Oysa muhabirlerin yazdıkları yazılar daha dar bir alandaki gelişmeyi, güncel bir konuyu işlerler. Makalede yazılanlar somut olgu ve verilere dayandırılmak zorundadır. Okuyucuyu etkileyebilmek ve konuyu daha iyi ele alıp işleyebilmek için özel örneklere başvurulabilinir, fakat ayrıntılara girmeden genel hatlarıyla verilebilir. Tersi durumda makalenin temel konusundan uzaklaşılır ye okuyucunun dikkatini dağıtma tehlikesi ortaya çıkar. Eğer makale değil de yazı yazılacaksa okuyucuya daha canlı ve somut aktarabilmek için anlatılan olay ya da konuyla ilgili ayrıntılara (örneğin bir işyerinin durumu ile ilgili) girmek gerekir. İşyerleriyle ilgili bir yazı için kuşkusuz muhabirin orada çalışıyor olması ya da işyerini çok iyi bilen ve işyeriyle ilgili bilgi toplayan birisi olmalıdır. Muhabirlerin yazdığı bu yazılardaki kişisel gözlem ve deneyimler onu makaleden ayıran öteki özelliklerdendir. Amaç izlenimleri peş peşe sıralayıp, örneklere boğarak sunmak değil, bilgi ve verileri belli bir konu temelinde, bilinçlice bir hedefe yöneltmektir. Okuyucu o işyerindeki olayla ilgili olarak sonuçta kendisi bir yargıya varacaktır. Kısacası muhabirlerin yazdıkları yazılar, belli bir konuda, yaşamın küçük bir parçasını incelerler. Kitleler içinde gizli kalmış gerçeklerin bulunup ortaya çıkarılmasında, mücadele deneyimlerinin yaygınlaştırılmasında bu tür yazıların işlevi ve görevi daha önemlidir,’Bu tür yazıların başarısı, elbette onların doğrudan yaşamı yansıtmalarına ve somut yaşamdan olaylara dayanmalarına bağlıdır.

TEMEL YAZI TÜRÜNDEKİ YAZILARI BİRAZ İRDELEMEK GEREKİRSE…
Haber konusunu bir kenara bırakıp, yazılan yazıları biraz daha incelemek gerekirse iki grupta ele alınması gerektiği görülecektir. Birinci gruba girenler, bilgilendirme yazılan olup, herhangi bir konuda ya da olayla ilgili bilgi veren geniş kapsamlı bilgilendirme yazısı niteliğini taşır. Habere benzese de, ondan daha kapsamlı ve ayrıntılıdır. İşlevi, dikkatleri bir olguya çekmek, yeni bir olayla tanıştırmak, bir konuyu çeşitli açılardan aydınlatmak ve dikkatleri önemli bir noktaya çekmektir. Bilgilendirme ağır basmakla birlikte, yazıda analiz unsuru da olup, ana düşüncenin iyi açıklanmasına hizmet eder.
İkinci türdeki yazılar ise, analiz unsurunun ağırlıkta olduğu inceleme-araştırma türündeki yazılardır. Analiz, ele alınan olgunun neden ve sonuçlarının irdelenmesini zorunlu kılar. Olgular arasındaki neden-sonuç ilişkilerini açıklamak ve okuyucunun bir yargıya varmasına olanak sağlar. Olgu ne kadar ayrıntılı anlatılırsa anlatılsın, işlenmeden olduğu gibi, hammadde gibi veriliyorsa etki gücü az olacaktır. Oysa okuyucu bizden şu sorulan yanıtlamamızı istiyor: “Bunu neden anlattın? Amacın ne idi?” Yazarın, ona önemli yanını göstermesini bekler. Bir diğer nokta da, yalnızca olguyu anlatmak değil, onu analiz eden sözcüklerin bulunmasındaki önemi kavramak gerekiyor. Yoksa kalıplaşmış sözcüklere başvurmak, yüzlerce kez tekrarlanmış bir şeyi bir kez daha tekrarlamak kaçınılmazdır. Kalinin bu tür yazıları hiç bağışlamazdı. 1938 yılında bir grup Sovyet gazetecisinin önündeki bir konuşmasında şunları söylüyordu:    “Basmakalıp yazıyorsunuz… Açıkça konuşmak gerekirse, ben bu odanın dışına çıkmadan her bir alan üzerine sizin hazırladığınız türden muhabirlik yazıları yazabilirdim. ‘Nesnel koşullar olanak sağladı, ama insanlar bundan yararlanmadılar’, ‘Toplumsal çalışma kötü yürütülüyordu’ vb. Bunları okumayı sevmiyorum. Çünkü hiçbir şey vermiyorlar. Eğer şu yerde, şu zamanda traktörlerin kötü yapılması üzerine canlı bir muhabirlik yazısı yazacaksanız, onların niçin kötü yapıldığını yazınız… nedenleri sıralayınız, analiz yapınız. Öyle yazınız ki, bizzat kendinizin traktör başında bir hafta durduğunuz, yazıda hissedilsin. 0 zaman yazı canlı ve ilginç olacaktır.” Bu anlamda devrimci ve komünist muhabirler kendi haber ve yazılarında yeni bir şeyler verebilmelidir. Ucube, garabet, kimseye yararı olmayan buluşlar anlamında bir yenilik değil tabii. Partinin ileri sürdüğü belge ve görüşlerin açıklanması, bunların daha da geliştirilmesi anlamında bir yenilik. Muhabir, yeni yaklaşımlar, yeni veri ve örnekler bulabildiğinde başarılı olabilecektir.

BİR YAZIYI HAZIRLARKEN…
Elbette iyi yazı yazmakla ilgili hazır reçeteler sunmak olanaksızdır. Kaldı ki böylesi bir durumda bile, yazar ya da muhabir birikimini, deneyimini, yaşantısını ve yeteneğini harmanlayıp yaratıcı bir tarzda üretmeye yöneltebildiği oranda konu sıkıntısı diye bir sorun olmayacaktır. Ne hakkında ya da hangi konuda yazmalı, diye düşünen muhabirlerin bulunduğu ortam ve koşullar, yöresi, çevresi sınırsız yazma konusu sunacaktır. Daha somut bir deyişle, Kalinin’in köylü muhabirlere yönelik söyledikleri, sanırız, devrimci muhabirlere de yol gösterici olacaktır: “Köylü gazetesinin en temel görevlerinden biri, köyün yaşamını, yapısını, günlük durumunu yansıtmak, köylünün neyle uğraştığını, ilgilendiğini, onun dış olgulara karşı nasıl bir tepkide bulunduğunu göstermektir. Bu işi köylünün kendisinden başka kim daha iyi becerebilir ki?”
O nedenle yazı ya da haber yazanlar, konularını masa başında değil, içinde bulunduğu çevrede, kitlelerin içinde aramalıdır. Çünkü görev, çevreyi gözlemlemek, çok yönlü incelemek, analiz edip okuyucuya sunmaktır. Sosyalist Arnavutluk döneminde yayınlanan ünlü gülmece dergisi Hosteni yazı kurulunda çalışanların sık sık Tiran’dan ayrılıp işçi sınıfının içine, halkın arasına ve yaşantısına karışmaları adeta bir zorunluluktu. Yazı kurulu üyeleri bilgi ve belge toplamak için değil sadece, halktan öğrenmek için de gece gündüz yollardaydılar. En sıradan insanların duygulan, görüş ve önerileri derlenip toparlanmalı ve sonra da elementleri altına dönüştüren bir alşimist (simyacı) ustalığı ve sabrıyla istenmelidir. Kitlelerin içinde olan muhabirler için konu sıkıntısı diye bir sorun olamaz. Asıl sorun, gözlemlenen gelişmeler içinde temel ve belirleyici olanı seçebilmek ve bu beceriyi gösterebilmektir. Yaygın bir deyimle, “Günceli yakalamak, toplumun nabzını elde tutabilmek, can alıcı bir soruna dikkat ve ilgi çekebilmek” gerekir. Kalinin’in deyişiyle, “Toplumun o anda gerili olan teline vurmak” gerekiyor. Bu nedenle konu belirlemede zamanın önemli rolü vardır. Konu belirlendikten sonra, yazıyı hazırlayanın inceleme nesnelerini ve somut bilgileri toplaması gerekiyor. Yeterli bilgi var mı, belgeler araştırılmalı. Yazı somut bilgilere ve verilere dayanırsa değer taşır. Yazıdan önceki araştırma önemlidir. Çünkü devrimci muhabirlerin amacı yazı yazmak değil, yazdıklarıyla insanları etkileyebilmektir. Etkilemek ise, inandırıcılıkla olabilir, Bu yüzden çok yönlü araştırma ve inceleme önemlidir.
Yazılarda düşülen hatalardan birisi, küçük bir yöreyle ilgili yazılacak bir yazının ancak beşte birinin bu yöreye ayrılması ve geriye kalanın ise bilinen genel konuların tekrar edilmesi. Ya da daha önceden yazılmış haberlere bakarak, bazı bilgilerin değiştirilmesiyle kolaycı ve taklitçi anlayışla yazılması. Yazıyı yazan basmakalıp sözlere takılmamak, doğrudan soruna yönelmeli, ele alınan somut birim ya da konuyla ilgili olarak, Kalinin’in deyişi ile “yaşamın her parçacığının” gösterilmesi gerekir. Bir başka hata ise, yazıda birkaç sorunun bir arada ele alınması ve bunun sonucunda da yazının veriminin düşürülmesi. Yazının ana düşüncesini iyi belirlemek gerekli ve incelenecek temel sorun tam seçilmeli. Yine Kalinin’e kulak verelim: “Sorunu her yönüyle aydınlatmak gerekiyor, ancak yazıda temel bir düşünce verilmelidir. En zoru, hangi temel düşüncenin verilmesini belirlemektir.  Yazının bir değer taşıması, onda belirli bir düşüncenin olması için konuyu dağıtmamak, tek bir hedefe vurmaksınız. O zaman yazınız arşivlere kaldırılmayacak, bir yarar getirecektir. Örneğin bir yerlerde insanların kötü çalıştığını gördünüz, örnek çok, ama siz bunlardan kendi düşünceniz için en uygun olanı seçersiniz. Önce düşünceyi buldunuz, ne üzerine yazacağınıza karar verdiniz, yazının ana hatlarını belirlediniz. Bunun için elinizdeki parlak örneklerle düşüncenizi desteklemelisiniz… Yazıyı örneklerle tıka basa doldurmaya da gerek yok.” Muhabir sıradan insanların göremediklerini görebilmeli, fark edilmeyenleri bulup çıkarabilmeli ve en önemlisi de, konuya yeni bir yaklaşım getirebilmeli, yaratıcı olmalıdır. Çünkü sadece durumun anlatılması yetmez, bunu zaten herkes biliyor. Kalinin’in deyişi ile. “çıplak gerçeğin yalnızca resminin çizilmesi bir şey vermemektedir.” Bugün işsizliğin ve hayat pahalılığının arttığını sadece devrimciler değil, herkes söylüyor. “Emekçiler yaşamlarından hoşnut değiller” gibi genel sözlerden çok, bunun neden böyle olduğu ortaya konmalıdır. Eğer yazıyı hazırlayanın gözlemi zayıf, elindeki bilgiler, örnekler ve bunun sonucunda da kendi düşüncesi yetersizse, o zaman muhabir hemen kolaya kaçıveriyor ve kestirmeden, “emekçi halk azgınca sömürülüyor, işsizliğin ve pahalılığın kaynağı da kapitalist düzendir” türünden ezbere sözlerle işini bitiriyor. Oysa araştırma, düşünme olmadan, hele hele emek harcamadan yaratıcı olunamaz: Basmakalıp ve ezbere sözler konusuna ilişkin birkaç söz daha söylemekte yarar var. Muhabirlik keyifli, heyecanlı ve zevkli bir çalışma, fakat genel sözlerin peş peşe sıralanması değildir. Böylesi durumlarda, yapılan iş devrimci söz kalıplarının her yazıda değişik bir biçimde yan yana dizilmesinden öteye geçilmez. Bu da devrimci ve komünist basının tekdüzeleşmesine (monotonlaşmasına), canlılığını yitirmesine, somut yaşamdan kopmasına yol açar. “Canlı olan somut olandır, somut ise yalnızca yaşamdan alınır.” Faşist diktatörlük eziyor, emekçi halk sömürülüyor, devlet terör estiriyor vb. genel sözlerle yazılan birçok yazıyı düşünelim. Bunlar somuta dayanmamakta, nerede ne yapılıyor, nasıl yapılıyor, niçin yapılıyor sorulan yanıtsız kalmaktadır. Yazıyı yazan, olaya hemen kendi yargısını ya da kendi notunu vermede acele etmemeli, önce durumu tüm yanlarıyla ortaya koymalı. Olgular öyle yan yana getirilerek dizilmeli, yapılan genellemeler öyle somuta indirgenmeli ki, okuyucu vermek istediğimiz mesajı -biz damgamızı vurmadan da- anlayabilsin. Yazar ya da muhabir arkadaşların kafalarında dâhice düşünceler olabilir. Ama sorun bunu bir biçime sokabilmektir. Bütün iş okuyucunun anlayabileceği biçimde yazabilmektir. Bir kez daha vurgulamakta yarar var. Kulaklara küpe olması gerekir: Yazı yazanlar kalıplaşmış ve ezbere sözlerin peşine takılmamak. Yazarın, her yazı yazanın, kendine özgü bir dili, kendi stili olmalıdır. Anlatım hatalı olabilir, ama taklitçilik hatalardan kaçınma yolu olarak seçilemez. Çünkü taklitçilik yaratıcılığın baş düşmanıdır. Yaratıcılığı öldürür, yok eder. O yüzden, düşünen, gelişmelere kendi yargısını ve notunu veren bir yazar düşüncelerini dile getirmede de en uygun sözcükleri seçmeyi, kendine özgü kendi dilini eğitmeyi öğrenecektir. Bu, sadece yazı konusunda değil, örneğin müzik konusunda da böyledir. Yeni ortaya çıkan bir müzik topluluğu ya da müzik yapımcısı da -son dönemlerde yorumculuğa özenen ve öykünen bir dizi grubun durumunu göz önüne alırsak- kendi stilini kendine özgü söyleyiş biçimini yaratmalıdır, taklit etmemelidir. Parlak laflarla, güzel konuşan ama kendine ait bir düşüncesi olmayan ya da az olan -özellikle kültür ve sanatla uğraşanlar açısından- bir insan ne kendini yeterince eğitebilecek ne de ezber ve hazırlop kalıplardan kendisini kurtarıp, kendi anlatım kalıplarını yaratabilecektir. Şimdiye kadar söylenenlerden sakın şöyle bir şey anlaşılmasın: Devrimci ve komünist yayın organları için önemli olan içerik değil, biçimdir. Hayır! Kuşkusuz birinci derecede gelen yazının içeriğidir. Ama bu gerçek, biçimin göz ardı edilmesi anlamına gelmemeli asla. Eğer kitleleri, okuyucuları etkilemek istiyorsak, biçime de önem vermek gerekiyor. “Sıkıcılık -diyor Kalinin- bir kitle gazetesi için en öldürücü olan şeydir. Marksizm ve işçi sınıfının çıkarları açısından doğru hazırlanmış bir yazı bile, eğer sıkıcı yazılmışsa okunmayacaktır.” Hedef yazıyı canlı bir biçime sokabilmektir. Bu canlılık da kullanılan dilde, alışılmış ve basmakalıp yaklaşımlardan uzaklaşıp yeni anlatım biçimlerine yönelmekle, yaşamdan örneklerle ve verilerle anlatmakla olur. “Yaşam ise en iyi biçimde insanlarda gözükür. Bu yüzden, ben ormanı, köyü, ev eşyasını yazıyorsam -diyor Kalinin- tüm bunlar yazılacaksa buraya bir insan koy, eylemde o bulunsun, o düşünsün, o yapsın, o hissetsin. İnsan yaşamının yalnız maddi yanı değil, psikolojik yönü de gösterilmelidir. Örneğin romanı ele alın. Onda psikolojik, ruhsal heyecanlar az ise, roman bir etki bırakmamaktadır. Oysa roman iyi de yazılmış ama yine de onda bir şeyler yetersiz. İşte bu yüzden buna göre insanın psikolojik yanını, onun iç çatışmalarım, düşünce biçimlerini göstermek mutlaka gereklidir.”
Kısacası muhabirlik ya da yazı yazmak, ciddiye alınması gerekli, zor ve biraz da uzmanlıkla ilgili bir iş. Yazıda insanı ele almak, somut ve canlı yazmak, yaşamı analiz etmek, incelemek, kendine özgü anlatım ve stil, yeni yaklaşımlar yaratmak ve yaratıcı olmak… Elbette tüm bunların üstesinden gelmek, dört dörtlük olmak hemen herkesten beklenecek bir iş değil. Ama basmakalıp, çalakalem yazmayıp; düzenli, inatçı ve sabırlı çalışmak herkesten beklenebilmeli. Değil yazmaya başlamadan, daha bu yazıyı okurken “havlu atan” okuyucuları son bir kez daha Kalinin’le baş başa bırakıyoruz:
Kalinin bu konuda dünya edebiyat ustalarından Balzac ve Tolstoy’u örnek veriyor: “Fransız yazar Balzac tanınmış bir yazar olmadan önce yayınevi sahiplerince değersiz bulunan, işe yaramaz yüzlerce ve binlerce sayfa karalamıştır. Size güzel sanatlar müzesine gitmenizi salık veririm. Orada Tolstoy sergisi bulunmakta. Bu sergide Tolstoy’un nasıl yazdığını görebilirsiniz. Tolstoy’un baştan yazdığı sayfaya bakınız, sonra bir de aynı sayfanın temize çekilmiş halini okuyunuz. Siz aynı sayfanın farklı yazılmış 15-20 biçimini göreceksiniz ve baştan yazılan tek bir sözcüğe bile bunlarda rastlamayacaksınız. İşte yazı ustaları böyle yazıyorlardı. Şimdi onları okuduğumuzda, her şey ne kadar da kolay yazılmış gibimize geliyor. Ama böyle ‘kolay’ yazabilmek ü;in çok çalışmak gerekiyor. “
“Bu benim harcım değil, bende zaten yetenek yok” deyip baştan pes diyenlere birkaç söz daha söylemek gerekiyor. Hiçbir yetenek, emek harcamadan geliştirilemez. Emek harcamadan, ısrarlı ve inatçı olmadan hiçbir çalışmadan başarı sağlanamaz. Şiirinin bir yerine uymadığı için “eski” şairlerimizden birinin kalemini tam yirmi dört kez açmak zorunda kaldığı -şair ve yazarların çalışması ve çabası için- örnek verilir hep. Tek bir sözcüğü bir türlü hoşuna gidecek bir şekilde uygunca yerleştiremediği için… Adı değil, çabası önemli (şairimizin).
Yazı iyi olmadığı için umutsuzluğa düşmemek gerekir hemen. Yeniden ve yeniden yazmaya hazır olmaktır önemli olan. Yazıyı bitince hemen olmasa da, birkaç gün aradan sonra birkaç kez okumak, gereksiz sözcükleri atmak, yerlerine uygun olanları bulmak, anlaşılmayanları değiştirmek, anlaşılır hale getirmek. Kısacası emek harcamak gereklidir.

Haziran 1993

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑