Geçmişten bugüne türkiye sol hareketi Dr. Hikmet kıvılcımlı ve tkp

“Dr. Kıvılcımlı, 1902 Priştina doğumludur. 1921 yılından itibaren Türkiye devrimci harekeli içinde örgütlü bir biçimde yer almış, ömrünün 22 yılını yan derebeyi Türkiye zindanlarında geçirmiş, 11 Ekim 1971’de Belgrat’ta ölmüştür. … Bu düşünce ve davranış önderi, çağımızda sosyal devrimin biricik öz gücü olan işçi sınıfının bilimini kendi ülkemizin orijinalitesiyle işleyip geliştirmiştir.
Bugün Türkiye’de teori denildi mi, akla Dr. Hikmet Kıvılcımlı gelmekledir. Ülkemizin içinde yer aldığı bir boyutta, Doğu toplumlarının antika modern karma yapısı, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın tez ve metodu ışığında ele alınmadıkça devrimci harekelin önündeki yapısal/ politik ve ideolojik/teorik sorunları çözmedeki yetersizlikler asılamayacaktır.”
Bibliotek yayınevi, Dr. Hikmet’in yeniden yayınlamaya başladığı kitap ve yazılarını, bu sözlerle okuyucuya sunuyor.
Dr.Hikmet Kıvılcımlı, Komünist Enternasyonal’in savaşçı bir müfreze olmayı başaramayan partilerinden birisi olan TKP’nin doğuşken, inatçı ve çalışkan bir militanıydı. O da, elde silah, ulusal sınır tanımayan enternasyonal bir savaşçılık örneği veren Mihri Belli’nin “aykırı” durumu gibi, üretken ve verimli teorik emeğiyle TKP bünyesinin “yabancı” unsularındandı.
Onun teorik ve pratik eylemi, böyle bir çelişmenin ortasında boy verdi: Bir yanda, uluslararası komünist hareketin bütün birikimiyle ve mücadele olanaklarıyla ilişkide olan bir partinin üyesi olmak, ama öte yandan, bu ilişkiyi teorisizliğin ve eylemsizliğin gerekçesi yapabilmiş bir yapı ile kuşatılmış bulunmak…
Bu koşullarda Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın teorik ve pratik çabası, belli başlı iki önemli alanda TKP’nin özelliklerinin açığa çıkmasına yol açmıştır.
Birincisi, Kıvılcımlı’nın TKP içinde gerçekleştirdiği eleştiri ve öneriler, TKP’nin örgütsüzlüğünü, teorisizliğini ve eylemsizliğini açığa çıkarır.
İkincisi, Kıvılcımlı’nın eleştirileri ve önerileri ile birlikte ortaya koyduğu teorik eser, TKP’nin bütün yapısı, önderlik özellikleri ve teorik şe-killenişi ile gidebileceği mümkün son noktanın, sınıf uzlaşmacılığı ve darbecilik olabileceğini gösterir. Bir başka deyişle Kıvılcımlı’nın temsil ettiği revizyonizm, TKP’nin ideolojik ve politik yapısının mantıksal sonuçlarından ve onun en gelişmiş, tamamlanmış halinden başka bir şey değildir.

KIVILCIMLININ ELEŞTİRİLERİ IŞIĞINDA TKP’NİN TEORİSİ VE PRATİĞİ
Ömrünün 22 yılını, kendi deyimiyle “yarı derebeyi Türkiye zindanlarında” geçirmiş olan Dr. Hikmet Kıvılcımlı, belki de bu yüzden, TKP’nin orta kademelerinden yukarı çıkamamış, daima militan tabana yakın yerlerde, “kendi bildiğince” yer tutup mücadele etmiştir. Parti içi ilişkilere, kliklerin-fraksiyonların gözüyle ya da sınıf mücadelesini Sovyetler Birliği’nin dış politikasından ibaret sayan ve yurt dışını mekân tutmuş sözde önderlerin bakışıyla değil, gündelik mücadelenin ihtiyaçlarıyla, militanların ve işçilerin anlayışıyla değerlendirmeye çalışmıştır. Bu bakımdan onun TKP’ye yönelttiği eleştirilerin ve üst kademelere aralıksız olarak yazıp gönderdiği önerilerin, TKP’nin iç hayatına, mücadele ve örgütlenme anlayışına ilişkin ciddi ve kalıcı eleştiri öğeleri içerdiği söylenebilir. Onun eleştirilerinin ve önerilerinin analizi, TKP’nin tarihine eleştirel bir bakış için değerli ipuçları sunmaktadır, iler ne kadar, bu eleştiri ve önerilerin hemen hemen tümü, TKP’yi içinde bulunduğu açmazlardan çıkarmaya yönelik iyi niyetlerin eseriyse de, sonuçta, partinin o dönemdeki politikalarını, taktik ve stratejisini belirleyen genel anlayıştan fazlaca kurtulabilmiş de değildir. Bu yüzden, aynı eleştiri ve öneriler, TKP’nin kendi içinde geliştirilebilecek eleştiri ve teori çabasının sınırlarını nasıl belirlediğinin de göstergesidir.

KIVILCIMLININ GÖZÜYLE TKP’NİN IÇ HAYATI
a-TEORİ
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, on yıllık bir süre içinde tamamladığı ve tartışılmak üzere TKP Merkez Komitesine sunduğu “YOL” adını taşıyan çalışmalarında, ideoloji, sosyal gelişim, Parti Tarihi, strateji planı, taktikler, gibi o zamana kadar bu genişlik ve derinlikte ele alınmamış olan konuları işler. Ülkenin ve dünyanın özgül koşullarının ve tarihsel gelişmenin bir analizini, TKP’nin teorisinin temeline koymaya çalışır. Çünkü “Teorisizlik”, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ya göre, TKP’nin başlıca eksikliklerinden birisidir. O, partinin yaşadığı birçok geriliğin yanı sıra, teorisizliğin, üstelik görülmeyen bir eksiklik halinde oluşuna dikkat etmektedir.
TKP’nin bu hastalığın başlıca görünüşlerini, Dr. Hikmet Kıvılcımlı şöyle sıralar:
“— Genel olarak teorisizlik: (bizde teorisyen çok, önemli olan pratikçiliktir!)
“Bizde sanıldığından çok genelleşmiş bir kanı var: Parti şimdiye kadar hep teoriye önem verdi, pratiği ihmal etti denir. …
“Neden kimileri bizde teoriyi fazla’ buluyor? … Türkiye’de bilimsel sosyalizm, bir aydın davranışı olarak başladı. Ve çok kez sosyalizmin bütün çabalarını yayın alanında merkezileştirdi. En çok işitilen ve izlenim bırakan şey legal yayınlardı.
“Ne var ki, bu yayınların tümüne bir göz atılacak olursa, orada sistematik bir ülkü propagandasından çok, sosyalizme şöyle böyle, değinen plansız,  dağınık makale parçacıkları görülür…
“Yığın hareketinden inalla uzak kalan bu başlangıç, birçoklarına teoriyi suçlama fırsatını verdi. Çünkü bu birçokları, bürokrasiyi ve sekterizmi ‘teori’ sayıyorlardı.”
“Öyleyse bizde teori, fazla olmak şöyle dursun, eksikten de daha aşağıdadır. Eğer teoriyi bir istem, bilimsel bir sentez sayarsak, teorinin en canlı bölümünde büyük bir yoklukla karşı karşıyayız.”
Dr. Hikmet, sosyalist hareketi bir ağaca benzetiyor ve ekonomik mücadeleyi, bu ağacın kökü, siyasi mücadeleyi gövdesi ve teorik mücadeleyi de, ağacın yapraklan ve meyveleri olarak tasvir ediyordu. Bu benzetmeden yola çıkarak, TKP’nin o dönemde kendisini başlıca siyasi mücadele aracılığıyla gösterdiğini kaydederek, teorik ve ekonomik mücadelenin bulunmadığına işaret ediyordu. “Bizdeki sosyalist mücadele ağacının ne meyvesi, ne kökleri var denecek durumdadır.  Yalnız gövdeyiz, demek kütüğüz!”
Gerçekten bu “kütük” gibi hareketsiz ve hantal gövde, siyasi mücadeleyi de asla “varız” diyebilecek dereceye yükseltebilmiş Hikmet’in benzetmesi, mücadelenin farklı biçimlerinin, kök, gövde ve yapraklar gibi birbirinden bağımsız ve sırayla varolabilecek parçalar halinde sıralıyor. Gerçekten, Leninist bir partide, siyasi mücadele, diğer bütün mücadele biçimlerini, kendisinde birleştiren ve diğer mücadele biçimlerine yön veren merkezi mücadele biçimi olarak kavranıp uygulanır. Fakat “siyasi-mücadele” denilince, “bildiri dağıtmak”, “illegal yayın faaliyetini yürütmek” gibi rutin propaganda faaliyetinden ötesinin akla gelmediği TKP yapısı içinde, teorik ye ekonomik mücadelenin de önem ve değeri olamazdı.
Ekonomik mücadelenin,   Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın benzetmesinde olduğu gibi, sosyalist mücadelenin kökü haline gelebilmesi için, partinin işçi sınıfı içinde, sendikalar, dernekler, tüketim kooperatifleri gibi işçi örgütleri içinde etkili bir çalışmasının bulunmasıyla yürütülmeliydi. Böyle bir dizi örgütle çevrelenmedikçe, partinin, işçi sınıfı mücadelesinin en ilk biçimi içinde yer alması ve ona önderlik etmesi düşünülemezdi. Elbette bu olmadıkça, mücadele biçimleri içinde en gelişmişi ve en örgütlüsü olması gereken siyasi mücadelenin yürütüldüğünden yapraklan ve meyveleri de söz edilemezdi. Bu noktada, Dr. Hikmet’n “kütük” benzetmesi tam yerine oturmaktadır.
Bu eksiklik, partinin teorisizliğinin diğer bir temel nedenini de açıklamaktadır. Teori, yalnızca, Marksizm-Leninizm’in kurucularının eserlerinin incelenmesi genel felsefi, ekonomik incelemeler yapılması anlamına gelseydi, TKP’nin bu bakımdan tamamen yoksul olduğu söylenemezdi. Ama teori, gerçek anlamıyla, aslında devrimci pratiğin sorunlarına genel ve temel cevaplar bulmaya yönelik bir çaba olarak tanımlandığında, TKP, bu bakımdan kelimenin tam anlamıyla “yoksul”dur. Çünkü TKP, ciddi olarak böyle bir çabaya girmesi için gerekli nesnel ilişkilerden yoksundur. Kitlelerin mücadelesi içinde olmayan, onlara önderlik etme diye bir sorunu bulunmayan bir partinin, önüne ciddi teorik problemler çıkmaz. Yığınların pratik mücadelesine teorik bir biçim kazandırmak, bu teori aracılığıyla yığınların mücadelesini daha da yükseğe çıkarmak, böyle bir parti için hedef teşkil etmez.
Aynı şekilde, yığınların mücadelesinin problemlerini kendi problemi olarak kavramayan bir partinin, bu problemlere çözüm getirecek çabalar içinde bulunmamasının bir diğer anlamı partinin iktidar yolunda yürümediğidir.
İktidar mücadelesi veren bir parti, gerçekten ülkenin sosyo-ekonomik, tarihsel yapısı, sınıfların mevzilenmesi ve karşılıklı sosyal ve siyasal ilişkileri vb. araştırmaları tamamlamış olması önemli bir ölçüttür ve teorik mücadelenin bu bakımdan gösterdiği gelişmişlik düzeyi, partinin diğer mücadele alanlarındaki düzeyinin de göstergesi olacaktır. Dr. Hikmet’in teorik mücadeleyi “ağacın yaprak ve meyvelerine” benzetmesi, bu bakımdan da doğrudur. Meyvesiz ve yapraksız bir ağacın, kök ve gövdesinde de ciddi hastalıklar bulunduğuna hükmetmek yanlış olmayacaktır. Özel olarak, partinin sosyo-ekonomik yapı, strateji, taktik gibi konularda teorisizliği onun sosyalist mücadelenin temel biçimleri üzerindeki etkisizliğinden ve yetersizliğinden kaynaklanmaktadır ve genel yetersizliğinin ölçüsü olarak rol oynamaktadır.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın teorik mücadeleye verdiği önem ve tek başına giriştiği çalışma, diğer mücadele biçimlerinde de Parti’nin ilerleyebilmesi için yol gösterici olma iddiasını bu yüzden taşımaktadır. Dr. Hikmet, teorik çalışmanın eksikliğini, diğer mücadele dallarındaki geriliğin bir sonucu olarak görürken, kendi teorik çabasının, diğer dallardaki eksiklikleri de giderecek bir içerik taşımasına özen göstermektedir. Bunu ne derece başardığı ve önerdiği yeniliklerin ve taktiklerin geçerliliğini, yazımızın önümüzdeki bölümlerinde inceleyeceğiz. Ancak şimdiden şu kadarını söyleyebiliriz ki, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın teorik çabasının yer yer içerdiği önemli devrimci unsurlara rağmen, içinde yaşadığı geriliğin lekelerini taşımaktan da uzak kalamamıştır.
Yıllar sonra, 12 Mart rejiminin takibinden kaçarken Brejnev’e yazdığı mektupta Dr. Hikmet Kıvılcımlı, teori konusunda parti içinde iki tavır iki yaklaşım biçimi bulunduğunu öne sürer: “1. Kategori: Bir Marksist-Leninist militan Türkiye’de, teorice ve pratikçe tam elli yıl dövüşüyor. 22 yıllık hapishanelerini, her defasında, Lenin’in dediği gibi: ‘Alfabeden başlayıp, yüce cebiri bitirecek’ bir okula çeviriyor. Sabırlıca-sına ve sistemlicesine Marks-Engels-Lenin-Stalin’i, Tarihi, Ekonomi Politiği, Diyalektiği, Tarihçi Maddeciliği klasik olarak etüt ediyor. Ve Lenin’in öğütlediği gibi, kendi ülkesinin tarihini, ekonomi politikasını ve sınıf ilişkilerini özge orijinallikleri içinde araştırıyor. Böylece o militan, yüzlerce kitap yazıyor. Kendi dilinde, çoğu temelli orijinal olan 40’tan aşırı kitap yayınlıyor.
2. Kategori: Sovyetler eşiğini ‘aşındırma’ zanaatında ‘uzmanlardan’ derleşiktir.
Onlar için
‘İdeoloji’: kimi Sovyet metinlerini yarım yamalak, yanlış tercüme veya dörtte bir intihal etmektir.
Bir ülkenin veya genel tarihin sosyal karakteristiklerini araştırmak anti- Marksizm ve anti-sovyetizme çalan affedilmez bir bid’attir.
Marksizm-Leninizm, hakiki veya hayali düşmanlara karşı, gelişigüzel söğerce kusulacak kimi soyut klişelerden başka bir şey değildir. ” (Kim Suçlamış, s. 154)
Bu satırlarda, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın tek başına kendisinin bir kategori oluşturduğuna inandığını görüyoruz. Saydığı bütün özellikler, kendisine aittir. TKP’nin tarihinde, aralıklarla da olsa, 22 yıl hapis yatan başka militan yoktur. 40’tan fazla kitap yazan tek kişi Dr. Hikmet’tir. 2. Kategori olarak tanımladığı grup içinde ise, belki onlarca, yüzlerce TKP’li vardır. Genel özellikleri, Sovyetler Birliği’nde besleme olarak yaşamak, kulaktan dolma, kitaplardan aşırma bilgi kırıntılarını büyük teorisyenliklerini göstermek için kullanmak.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın ölümün eşiğinde yazdığı bu satırlarda büyük bir öfke ve buna bağlı bir sübjektivizm bulunduğunu kabul etsek bile, son çözümlemede, söylediklerinde büyük bir gerçek payı vardır. Gerçi kendi çalışmalarının da Marksizm-Leninizm açısından pek çok tartışılacak yönü vardır; ama gerçekten Dr. Hikmet Kıvılcımlı dışında parti içinde “ülke orijinalitesini araştıran” bir başka teorisyen olmamıştır.

b- ÖRGÜT
Dr. Hikmet, bütün bu çalışmalarının aslında en sert mücadele biçimlerinden birisi olduğunu ve partinin bürokrat-revizyonist yöneticilerine karşı içeriden yürüttüğü muhalefetin gerçekten hangi sonuçları doğurabileceğini yaklaşık kırk yıl sonra gözleriyle görecektir. 12 Mart’tan sonra, kanser sancılarıyla kıvranarak kaçmayı başardığı Bulgaristan’dan ve Doğu Almanya’dan sınır dışı edilince, o z aman Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri olan Brejnev’e aşağıdaki satırları da içeren bir mektubu yazar:
“… ben 70yaşındayım ve 50 yıllık süreden beri Marksizm-Leninizm’in sancağı altında dövüşüyorum.
“50 yıldan beri, durmak ve silah bırakmak nedir bilmeksizin, Türk burjuvazisince ‘Azılı komünist; Moskova’ya git’ diye bağırılarak işkenceli kovuşturmalara uğradım.
“Ben, gene bir ‘Azılı komünist; Moskova’ya git’ diye bağırılarak, 40 yıldan fazla
ağır cezalara mahkum edilip, tüm 22 yıl yarı-derebeyi Türkiye’nin zindanlarında kaldım.
“Gene ben, Mart 1971’den beri, CIA’nın yönettiği faşistomilitarist İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesince tezgâhlanmış bulunan ölüm cezası altında hep ‘Azılı komünist; Moskova’ya git’ diye bağırılarak yeniden kovuşturuluyorum ve bütün Türkiye radyoları ve” gazeteleri tarafından afişleniyorum.
“… Emperyalist ülkeler, hukukça siyasi sığınganlara barınma hakkı tanırlar.
“Buna ihtiyacımız yoktur. Zamanımızda, III. Komünist Enternasyonal’in bir karan, herhangi kapitalist ve faşist itisaflarından kaçmış siyasi sığınganlar için, Proletarya Vatanı kapılarının daima gönül hoşluğu ile açık bulunduğunu ve o gibi sığınganların SSCB’de Barınma Hakkına sahip olduklarını resmen tasrih etmişti.
“III. Enternasyonalin bu kararı, yalnızca komünistlere münhasır değildi. İyice bilmiyorum, şimdi bu K.E kararı, Sovyetler kanun konumları için de geçerli midirler, yoksa bütün gelenekcil mantık sonuçlarıyla yok mu edilmişlerdir?
“Derken, Sofya’da pek orijinal bir yandan dokundurma ile, hayatımda ilk kez herhangi bir “Türk Komünist Partisinin (ki Moskova’da yahut Berlin ‘de bulunurmuş) beni kendi kanunlarının dışına atmış olduğu haber verildi… Bunun mantık sonucu olarak Moskova ile kısa bir danışıştan sonra, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti ile Alman Demokratik Cumhuriyeti polisleri, hiç bir izahat vermeksizin, beni iki arkadaşımla birlikte, kendi sosyalist sınırları dışına, Amerikan emperyalizminin askercil üssü Türkiye’nin dostları olan kapitalist ülkelere doğru ve Interpol ağlarına doğru, ne yaşıma, ne geçmişime, ne ameliyat sonrası kanser kanamalarıma ve acılarıma bakmaksızın püsürtüp attılar. “Bu, sosyalist adalet midir? Cinayetim ne idi?
O ilama hükmünü kim vermişti?
“Bütün bu tedbirler, sırf burjuvazinin 50 yıldır bana karşı ‘Azılı komünist; Moskova’ya git’ diye savurduğu suçlamaları yalanlamak için alındı ise… teşekkür ederim.”
Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın TKP’nin örgütsel yapısına yönelttiği ilk ciddi ve sert eleştirilerin tarihi, ‘30’lu yılların hemen başındadır.
‘30’lu yıllarda, bütün dünyada yükselen devrim ve demokrasi mücadelesinin, Türkiye’de de yankılanması ve sosyalizm ekseninde toparlanmasının sonuçlarını, başta örgütsüzlük problemiyle yaralı bulunan TKP’nin karşılayabilmesi olanağı görünmüyor. TKP, hem bu akıma önderlik edecek güçte ve örgütlenme düzeyinde değildir, hem de bu akımın parti içine proleter olmayan akımların ve unsurların girmesine karşı koyacak deney birikiminden ve teorik bütünlükten yoksundur. Dr. H. Kıvılcımlı, bugünden bakılınca önemle değerlendirilmesi gereken bir teorik kavrayışla, TKP’nin bu gelişme karşısında, en başta hizipleşme olma üzere, çeşitli savrulmalara ve küçük-burjuva sapmalara açık hale geleceğine işaret ediyor.
“Hareket partileştikçe,  radikalleşen yığınların, devrimcileşen orta sınıfların çekim merkezi ve odağı parti oluyor. Tekelci sermayenin baskısına ve ezişine dayanamayan küçük-burjuva unsur, başka sınıfların devrimcileri, merkeze doğru dışarıdan partiye doğru yerçekimine ve kanıtıya tutuluyorlar” (1)
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, buna karşı, Parti’nin Bolşevizm’e sımsıkı sarılarak, “çelikten bir Marksist-Leninist Ortodoks çekirdek halinde pratik ve teorik, biricik gerçek sosyalist partiyi gerçekleştirmek, kitaptan hayata geçirmek” (2) yolunda çok ciddi önlemler alması gerektiğini vurguluyor.
Dr. Hikmet’in notlarından anlaşıldığına göre, TKP içinde, o dönemde, devrimci dalganın yarattığı yönelimi kanalize etmek, yönlendirmek ve “partili kılmak” konuları üzerinde Parti içinde bir tartışma bulunmaktadır. Parti içinde ve dışında, bir kısım sosyalistin, yığın hareketinin karakteri ve yönlendirileceği hedef konusu, tarihsel durum analizine dayandırılmaya çalışılarak, gerici tespitler yapılmaktadır.
Buna göre, işçi sınıfı, Türkiye’nin tarih sahnesine “geç gelmiştir.” Sayıca da, nüfusun az bir bölümünü teşkil etmektedir. Bu iki tespitten hareketle ve burjuvazinin “anti-emperyalist devrimciliğine” daha fazla güvenilmesiyle, devrimci sosyalizme yabancı, burjuva kuyrukçusu ve reformist bir akım doğar. Bunlar, Dr. Hikmet için şiddetli eleştirinin konusu olur.
“Garip değil midir ki, bizde ‘işçi sınıfı yoktur’ ya da ‘yok denilecek kadar azdır’ diyen oportünistler kimlerdir? Türkiye’de bütün musallatlığıyla yaşayan bir kapitalist sınıfın ‘anti-emperyalist’ cephesine hayran ve kul olanlardır” (sf. 55)
Gerçekten bu tür aydınlar ve teorisyenler, Dr. Hikmet’in hemen yanı başındaki yoldaşlarıdır. Bizzat partinin içinde ve merkezinde bulunmaktadırlar. Dr. Hikmet, işçi sınıfının toplumsal etkinliğinin zayıflığından hareket ederek onun niceliğini ve niteliğini tartışanlara karşı, bu eksikliğin dolaysız olarak “örgütsüzlükten”, “politik olarak örgütsüzlükten” kaynaklandığını gösterir. Bu, günümüz koşullarında da açıklayıcı özelliğini kaybetmemiş olan devrimci bir tespit ve eleştiridir. “Türkiye’de geniş ve elle tutulur açık (politik ya da ekonomik) işçi örgütlerinin bulunmayışı, neyi gösterir? Türkiye işçi sınıfının devrimci mücadelesinin yokluğunu değil, salt legal alandan terörle kovulduğunu gösterir.» (56)
“Türkiye’de işçi sınıfının niceliğini ve niteliğini de inkâr etmek, sınıflar savaşının tarihini bilmemekten ya da bilmezliğe gelmekten başka bir anlam taşımaz. İşçi sınıfının gerek dünya, gerekse bir ülke devriminde ‘pasif’ kalacağını ummak nedir? Türkiye’de işçi sınıfı yerine bir işçi mezarlığı düşünmektir.” (57)
Parti içinde, “proletaryanın ülke içinde tarih sahnesine geç gelmiş olması” kavramından hareket ederek kuyrukçu politikaları, uzlaşmacı eğilimleri gerekçelendirmeye çalışanlara karşı Dr. Hikmet Kıvılcımlı, bu kavramın ifade ettiği durumun eğer devrimci bir taktik ve örgütlenme planı çerçevesinde ele alınırsa, bir avantaj haline getirilebileceği noktasından karşı çıkmaktadır. Fakat TKP içinde, bu eleştirileri ciddiye alarak gereğini yerine getirmeye koyulacak güçte bir önderlik, ya da Dr. Hikmet’in eleştirilerini partinin güçlenmesi yolunda bir manivela olarak kullanabilecek nitelikte bir kadro birikimi yoktur.
Tıpkı, teorideki yoksulluk gibi, örgütlenmedeki geriliğin de başlıca sebeplerinden birisi, işçi sınıfı ile ciddi devrimci bir politika temelinde ilişkinin gerçekleştirilmemiş olmasıdır. Bu durum, bir yandan işçi sınıfının mücadelesine uzaklığın teorileştirildiği Aydınlık dergisi türünde bir oportünizme yol açarken, diğer yandan da, işçi sınıfı içinde Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ının deyimiyle ‘aristokrat tabaka’yla ilişkinin tercih edilmesine yol açmaktadır. Kuşkusuz, burada, Dr. Hikmet’in o günün koşullarında Türkiye’de bir işçi aristokrasisi bulunduğunu söylemesi bakımından eleştirilebilir; ancak, sonuç bakımından, genel örgüt anlayışı, sosyalizm mücadelesi ve işçi sınıfı ile ilişki konularının birbirine bu biçimde bağlanmış olması, mücadelenin zaaflarına ilişkin kendi içinde, tutarlı ve bütünlüklü bir eleştiri geliştirildiğini göstermektedir.
Dr. Hikmet, Amele Teali Cemiyeti’nin “Parti’nin oraya sokulmasından dolayı” battığını söyleyenlere karşı şu cevabı vermektedir: “bu tezin anlamı belli: burjuvaziyi ürkütmemek için siyasetten vazgeçelim. Bir derneği yaşatmak için, onun bilincini ve köklerini derinleştirmeydim. Onu burjuvazinin elinde oyuncak bırakalım.
“Oysa kuyrukçuların sözünü ettikleri Amele Teali Cemiyeti’ni somut olarak ele alalım. Bu ‘çaresiz’ Cemiyeti batıran nedir? Her şeyden önce, onun içinde kuyrukçuluğu işleterek sınıf siyasetinden uzaklaşmasını ve bir aristokrat işçiler kahvesi ya da gazinosu halinde soysuzlaşmasını körükleyen kuyrukçuluktur. Sonra, cemiyetin bir kitle oluşumu olmaktan çıkması üzerine, gerçek sosyalist politika ve taktikle hareketi derinleştirememe-si ve kökleşmemesi yüzünden derneğin ölümünü kolaylaştıran gene kuyrukçuluktur.
“Demek ki iş kuyrukçuluğun iddialarının tam tersidir. Amele Teali Cemiyeti, Marksist Partinin gerçek sosyalist etkisi altında layıkıyla kalmadığı için, kuyrukçuluğa saptığı için çökmüştür.” (Yol, 1. s. 229)
c- EYLEM
Bir partiyi değerlendirmenin en kestirme yolu, onu eylemleri içinde izlemektir. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın gerek TKP’yi eleştirirken ortaya koyduğu tezleri değerlendirmek gereksemez. TKP’nin bu tezler ve eleştiriler karşısındaki durumunu açık olarak görebilmek için, onun belli başlı tarihsel anlardaki eylemini incelemek doğru bir yol olacaktır. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın bu bakımdan en önemli eseri, “İHTİYAT KUVVET MİLLİYET- ŞARK MESELESİ” (Yedek Güç Ulusallık- Doğu Sorunu) adını taşıyan çalışmasıdır.

Bilindiği gibi, TKP, özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarına rasgelen Kürt ayaklanmaları karşısında, hemen hemen daima ve açıkça Kemalist hükümet kuvvetlerinin tarafını tutmuş, Kürt halk hareketini, feodalitenin başkaldırısı, gerici ayaklanmalar olarak değerlendirmiş ve bu eylemlere son derece soğuk durmuştur.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın, bu bakımdan da partinin genel tutumundan farklı bir tutum takındığını, özellikle o günlerin koşulları göz önüne alındığında, devrimci bir tavır takındığını görüyoruz.
Kıvılcımlı’nın “Şark Meselesi” üzerine çalışmalarının bir bölümü, Ermeni halkına ayrılmıştır. Ancak, Ermeniler, o dönemde de toplumsal bir faktör olmaktan kaba kuvvetle, devlet terörü ile uzaklaştırılmış olduğu için, bu konu, Kıvılcımlı’nın çalışmalarında fazla yer tutmaz. Diğer yandan, Kıvılcımlı, 1915 soykırımından sonra, bölgede kalan Ermenilerin büyük bir bölümünün Kürtleşmekte olduğunu, dil ve din özellikleri bakımından Kürtlere yaklaştıklarını tespit ederek, Kürt sorunundan ayrı bir Ermeni sorununu gündeme almayı gerekli görmez.

TÜRKİYE: DIŞ İLİŞKİLERİNDE EZİLEN ULUS, İÇ İLİŞKİLERİNDE EZEN ULUS:
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Türkiye’nin durumunu böyle özetlemektedir. Bir yandan emperyalizm tarafından ezilen ve sömürülen Türkiye, bir yanda da içeride ezen ulus rolünü oynamaktadır. (Yol -2, s. 326) “Bugün, Türkiye nüfusunda önemli bir toplam tutan iki ulusal varlık var: Türklük- Kürtlük. Siyasal, ekonomik egemenlik ve üstünlük Türk burjuvazisinde olduğu için, Kürt halkı, mistik ve belirsiz ‘Doğu illeri1 sözcüğü altında, özel ve gizli bir sömürge, şiddetli bir asimilasyon ve daha doğrusu bir yok etme siyasetine uğratıldı. Kemalizm’in bu sömürgeci, yok etme siyaseti, birçok tarihsel ve siyasal zorunluluklar yüzünden, uluslararası denge içinde bugüne kadar adeta tarafsız bir ilgi ya da ilgisizlikle görüldü. … Kemalizm, Doğu illerinde, şimdiye kadar emperyalizmin oyuncağı olan derebeyi unsurlarla çarpışıyor görünebildi… Oysa derebeyliğin Kürdistan’da ayaklandırdığı ya da ayaklandırabildiği yığınlar için söz konusu olan şey, dini alet etmek ya da emperyalizme alet olmaktan çok, ekonomik ve ulusal baskıya karşı bir tepkiydi. Yani Kürt halkı, zulüm denizine düşen her zamanki bir insan gibi, emperyalizm ya da feodalizm yılanına sarılmaktan başka bir şey yapmıyordu.” (Yol-2, s. 326)
Görüleceği gibi, bu görüşler, TKP’nin konuya ilişkin görüş ve tutumlarından tamamen farklıdır. Eleştirilen görüşler, yani Kürt ayaklanmasının emperyalizm ve feodalizm tarafından düzenlendiği iddiaları, TKP’nin temel değerlendirmeleridir. Kıvılcımlı, buna karşılık, Kürt halk yığınlarının ulusal kurtuluş talepleriyle bu taleplerin emperyalist ya da feodal önderlikler tarafından istismar edilmesini birbirinden ayırmaya çalışarak, halkın yanında bir tutum takınmaktadır. Bunun yanı sıra, iddialarını tümüyle tarihsel araştırmalara, güncel istatistiklere, gazete haberlerine dayandırarak ileri sürmekte, böylece TKP’nin bu konuda açık suç ortaklığı yapan merkez yönetici kadrolarını kökten sarsacak bir dizi kanıt sunmaya çalışmaktadır.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Kürt ulusal sorunu ve hareketini, bir başka siyasal gerçeğin görülebilmesi için de araç olarak kullanmaktadır. Kemalist yönetimin fasit diktatörlük niteliğinin sergilenmesi… Bu tespit de, TKP için tamamen yabancı ve kabul edilemeyecek bir tezdir. Fakat Dr. Hikmet, Kürt halk hareketinin temel karakteristikleriyle Kemalist hükümetin Kürt halk hareketine karşı tutumu arasındaki ilişkiden hareket ederek, rejimin siyasal karakterini çözümlemeyi başarabilmiştir.
Ne var ki, bu çabalar, TKP’nin genel politik ve taktik çizgisini etkilememiş, bu anlamda da, TKP’nin niteliklerinin de açığa çıkarılmasına hizmet etmiştir. Özetle söylenecek olursa, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Kürt sorunu karşısındaki tutumları, demokratizmin ve devrimciliğin kıstası olarak kullanarak, hem TKP’nin devrim, demokrasi ve sosyalizm mücadeleci hakkındaki tutumunu deşifre etmiştir, hem de TKP’nin kuyruğuna takıldığı ve sürekli olarak “anti-emperyalistliği”ni propaganda ettiği Türk burjuvazisinin belli başlı özelliklerini teşhir etmiştir.
Bu özellikleri dikkate alındığında, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın Kürt Ulusal sorununa ilişkin olarak geliştirdiği bazı tezlerin, o yıllarda daha sonra yanlışlanacak özellikler taşıması fazlaca önemli değildir. Çünkü bu konu ekseninde Dr. Hikmet’in geliştirdiği mücadele, yalnızca Kemalist diktatörlüğe karşı bir teşhir çalışması olarak kalmıyor, aynı zamanda, Komünist Partisi’nin ulusal ve uluslararası zeminde ciddi bir atılım yapması için de bir başlangıç noktası gösterebiliyordu. Örneğin, Dr. Hikmet, o tarihte, Enternasyonal Komünist Hareketin de, ulusal sorun konusunda, TKP’den daha ileride olmadığını söyler. Bu alanda TKP tarafından atılacak bir adımın, uluslararası komünist harekette olumlu etkiler yaratacağını belirtir.
Dr. Hikmet’in Kürt sorunu hakkındaki çalışmaları, aslında Parti’yi eyleme çekme, devrimci eylem alanları hakkında bilgilendirme ve bir özeleştiri kapısı açarak oradan halk hareketinin sıcak ortamına geçme çağrısıdır. İşte asıl bu yüzden, TKP, Dr. Hikmet’in çalışmalarına önem vermemiş, bu yazılar uzun yıllar kimsenin okumadığı, varlığından haberdar olmadığı yazılar olarak kalmıştır.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın, TKP’nin pasif, görünüşünü kurtarmaya yönelik sözde eylem anlayışını teşhir etmek ve kırmak için bir başka sloganı devreye soktuğunu görüyoruz: Legaliteyi istismar!
TKP, ağır illegal çalışma koşullarını, daima eylemsizliğinin, etkisizliğinin, kitleler içinde bulunmayışının gerekçesi yaparak, sınırlı ve etkisiz hareket alanını savunmaya çalışırken, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, legalitenin bulunduğu kadarıyla Parti faaliyeti lehine istismar- edilmesini öneren bir dizi plan hazırlayarak Parti’ye sunar. Önerileri, her militanın hemen aklına gelebilecek türden basit mücadele biçimlerinden, karmaşık örgüt ve propaganda tekniklerine kadar uzanan bir dizi oluşturmaktadır. Çalışmasını özetlerken, temel bir ilkeden yola çıktığını belirtir: İllegal faaliyeti, legal faaliyetle birleştirmek. Ve Partinin, içinde bulunulan koşullarda, bunu başaramadığını tespit eder.
“Bu zaafın yamanlığını anlamak için somut bir sorunu ele alalım: Partinin, -bilinen deyimle- propagandası! Parti 1926’dan beri, bu konuyu taktik slogan haline koymuştur.
“Propaganda: Partiyi tanıtmak: Türkçesi, Türkiye yoksul halkına, Türkiye’de kendisinin kurtuluşunu hazırlayan bir komünist örgüt olduğunu duyurmak, tanıtmak, öğretmek; sonra Türkiye işçisinin ve halkının en bilinçli en gözü açık, en yiğit unsurlarını komünist örgüte kazanmak vb. değil mi? Fakat propaganda deyince, onu bu ikinci sonucundan çok, birinci niteliği, TKP’nin sesini işittirmek anlaşılır; TKP’yi açığa vurmak anlamı çıkar.
“Biz, tanıtım dedikçe, sürekli ve yalnızca gizli bildiricilik üzerinde durduk.
“Piç bir burjuvazinin ulusal sermaye avartonu Kemalist faşizmi bu ülkede kendisini bizden çok tanıtmanın yolunu buldu da, biz, o yolda, tekerleklerini kaybetmiş yüz bin beygir gücünde bir uçak motoru gibi, tozu dumana katarak pervane salladık durduk.” ( Legaliteyi İstismar, Yol-2 içinde, s. 484)
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, TKP’nin iç işleyişini, mücadele olanakları karşısındaki tutumunu, mücadele biçimlerini birbirine bağlayışını, taktik ve stratejik sorunlarını derinlemesine inceler, gözünü kırpmadan eleştirir ve öneriler getirirken, asında bir ucundan, TKP’nin siyasi ve ideolojik bakımdan çizdiği genel sınırları ve oportünist açmazları aşamaz. Onun eleştiri ve önerilerinde de, Marksizm-Leninizm bakımından hatalı ve ülke gerçekleriyle tutarlı olmayan, somut koşulların somut analizine değil, daha çok kurguya dayanan özellikler olmuştur.
Zaman içinde, TKP’nin gitgide daha da sağa savrulması, SSCB’de modem revizyonizmin iktidara gelişi ve TKP’nin bir süre sonra likide edilmesi, Dr. Hikmet Kıvılcımlıyı, Türkiye’de mücadeleyi sürdürme azmiyle dolu birkaç eski tüfekten biri haline getirir. Bu günlerde yazdığı makale ve kitaplarda, ‘30’lu yıllarda başlayan eleştirel tutumunun içinde bulunan sağ ve teslimiyetçi yanlar, daha da açılıp Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın siyasi ve ideolojik bakımdan esas karakteri olacaktır.
Özellikle, kendi teorik eserinin temel taşı olan “Tarih, Devrim, Sosyalizm”, sonraki yıllarda ordu ve devlet konusundaki revizyonist görüşlerinin kaynağını oluşturacaktır.

***
Bu bölümde, TKP’nin teori ve pratiğinin Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın eleştirel yaklaşımı bakımından nasıl göründüğünü özetlemeye çalıştık. Gelecek sayımızdaki yazımız, TKP’nin Dr. Hikmet Kıvılcımlı tarafından da eleştirilen temel tezlerinin ve siyasi, ideolojik yapısının, Dr. Hikmet’i teslim alışını ve onu bir revizyonist olarak siyasi mücadelenin dışına düşürüşünü inceleyeceğiz.□

Mayıs 1993

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑