Kapitalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, tarihsel süreç içinde, kapitalist ilişkilerin ve buna bağlı işçi-işveren ilişkilerinin, yasal, sosyal, ekonomik ve politik çelişkilerinin had safhaya çıktığı dönemlerde, sınıflar-arası mücadelenin bir biçimi olarak GENEL GREV, işçiler açısından, bir zorunluluk olarak ortaya çıktı.
Türkiye işçi sınıfının ve emekçilerinin, her gün artan baskılar ve devasa boyutlara varan sorunları ve hükümetin her gün artan saldırıları karşısında, işçi ve emekçiler, hükümete ve kapitalist sınıfa karşı mücadelelerinin bir biçimi olarak, “işçi-memur el ele, genel greve” sloganını benimsedikleri, hemen hemen tüm eylemlerinde bu sloganın öne çıkardıktan izleniyor. Özellikle ’89 Bahar eylemleri sonrası işçi ve emekçilerin gündeminden genel grev talebi hemen hiç eksik olmadı.
İşçi sınıfının ve emekçi kesimlerin, bir işkolu ya da birkaç işkolu veya tüm işkolları düzeyinde, bölgesel ya da ülke çapında yaygın iş bırakma eylemi, genel grev olarak adlandırılır. Emekçi ve işçilerin, patronlar karşısında örgütlenme ve ekonomik haklarını elde etme amacıyla giriştikleri, yasaları ve kuralları zorlama eylemleri, tarihi süreç içinde çeşitli biçimler alarak gelişmişlerdir.
İşçi sınıfının mücadele tarihinde; sokak gösterileri, ayaklanma veya silahlı mücadele gibi, daha ileri mücadele biçimleriyle birleşen, başka bir söyleyişle bu mücadele biçimlerine evrilen, genel grevler olduğu gibi, sadece bir süre iş bırakmalarla sınırlı kalan genel grevler de vardır.
Grevler, işçi sınıfının uzun bir mücadele sürecinde elde ettiği bir hak olmasına karşın, pek çok nedenlerle sınırlandırılmıştır. Buna karşın genel grev, tarihin hiçbir döneminde kapitalistler tarafından hak olarak tanınmamış, emperyalist-kapitalist dünyanın korkulu rüyası olarak hükümetler tarafından yasalarla ve reformist-revizyonist önlemlerle engellenmeye çalışılmıştır. Türkiye emekçi sınıfları için de bu böyledir.
Genel grevin uygulama alanı, sadece sendikalarla sınırlı işkolları düzeyinde olabileceği gibi, çeşitli örgütsüz emekçi kitlelerin de katıldığı daha geniş çapta eylem biçiminde, işsiz ve ev kadınlarını da kapsayan genel direnişle birleşebilir. Hatta tarihte, askeri garnizonların bile katıldığı, tüm halk kitlelerini kapsayan genel grevler ve direnişler görülür ki; böylesi geniş katılımlı bir genel grev, devrimci atılım dönemlerinde silahlı ayaklanmaya dönüşen, devrim durumunun olgunlaştığı süreçlerde devrimle biten sonuçlara varabilir. (Örneğin, 1917 Şubat Sovyet devrimi gibi.)
Devrim koşullarının henüz olgunlaşmadığı durumlarda genel grev, işçilerin ve emekçilerin, hükümetin ekonomi-politikasına karşı tehdit unsuru olarak, ya da herhangi bir ekonomik hak için veya yasal talepleri için, siyasal amaçlı yaptırım olarak uygulana gelmektedir. Kısacası, ülkenin içinde bulunduğu sosyal, siyasal, ekonomik, askeri durum ve emekçi, işçi kitlelerin örgütlenme düzeylerine bağlı olarak, genel grevin ortaya çıkması ve sonuçları çeşitlilik arz eder.
Kapitalist ülkeler ve onların hükümetleri, içinden çıkılmaz sorunlarla yüz yüze geldiklerinde, sistemin krize girdiği dönemlerde, işçi sendikalarının veya devrimci siyasi partilerin çağrısı ile gelişen genel grevi; yasal, askeri, siyasi ve ideolojik önlemlerle engellemeye çalışırlar ama bu uğraşlarında çoğu zaman başarılı olamazlar. Çünkü devrim ve karşı-devrim çatışmasında, güçler dengesinin emekçi sınıflar lehine işlediği dönemlerde, zor günlerin kaçınılmaz eylemi olarak kitleler; yasalar, egemen sınıfların sınıf içindeki bölücü faaliyetleri ve polisiye tedbirlere rağmen, genel grevi başarıyla uygulayabilir. Özellikle, sendikaların, işçi örgütlerinin henüz yeni kurulmaya başladığı veya sendikaların sınıfın taleplerine tümüyle sırt döndüğü dönemlerde, kendiliğinden gelişen yaygın iş bırakma, hatta fabrika işgallerine rastlamak olasıdır. Böyle dönemlerde, yasadışı oluşturulan komite vb. gibi işçi örgütleri veya sınıf partisinin eylemi genişleterek yaygınlaştırmaları olasıdır.
Reformist-gerici, sınıf işbirlikçisi çizgi izleyen konfederasyonların yönetimlerindeki sendikacılar, bir yandan hükümet ve işverenlerle iyi geçinmenin kendi çıkarları için gerekli olduğunu hesaplarken, diğer yandan, dayatan sorunlar karşısında temsil ettikleri sınıfın baskısı karşısında, sınıfın isteklerini gözetmek zorunda kalırlar. Koltuklarını kaybetmenin hesabı içinde, istemese de genel grev çağrısı yapabilirler. Böylece, patlayabilecek ve sonunun nereye varacağı belli olmayan gelişmeleri kontrol altında tutmaya çalışırlar. Çünkü çözümlenmeyen ve gittikçe derinleşen sorunlar yumağının, kitlelerde uyandırdığı isyan ruhunu, en az kapitalist sınıf kadar işçi aristokratları da çok iyi bilirler. Sınıfın kararlılık ve bilinçli bir direngenlik ölçüsünde her gün artan isyan ruhunun, kendi mevkiini de kaybedebileceği bir kaynama noktasına gelmesi durumunda, istemese de, işçi sınıfı talepleri doğrultusunda karar alma ve uygulama, zorunda kalırlar. Zonguldak direnişi örneği veya 3 Ocak genel grevinde olduğu gibi.
Genel grev, ister ekonomik, ister politik, isterse sosyal ya da hepsini içeren taleplerle gündeme gelsin, özünde siyasal bir içeriğe sahiptir. Çünkü doğrudan kapitalist sınıfa, hükümete ya da devlete yöneliktir. Bu nedenle devletin ağır baskılarını ve polisiye tedbirlerini de göğüslemesi gerekir. Böylece, tarihte siyasi örgütlenmelerin güçlü olduğu, kitlelerin üzerinde etkinliğinin artmaya başladığı dönemlerde, genel grevlerin uygulama olasılıklarının arttığı görülür.
Genel grev, sınıfın diğer grev türleriyle kıyaslandığında ileri bir eylem biçimidir. Ama kendi başına genel grev nihayet bir toplu gösteri olup, her sorunu çözecek bir sihirli alet değildir. Bu yüzden de Marksizm, anarşist ve anarko-sendikalist akımların tersine genel grevi fetişleştirmez. Yakın geçmişte yaşanan 3 Ocak eylemi bu fetişleştirmeye bir örnektir. Sendikalı işçilerin büyük çoğunluğu bugünlük iş bıraktığı halde (bu Türkiye işçi sınıfı tarihinde ilk genel grevdi) “solcularımız da Ş. Yılmazla aynı ağzı kullanıp “3 Ocak genel eylemi” dediler. Yılmaz gibileri, işçiler genel greve alışmasın diye genel grev adını ağızlarına almadılar. “Solcular1 ise; kafalarında genel grevi fetişleştirip her derdi çözecek bir eylem olarak gördüklerinden 3 Ocak’a genel grev adını yakıştırmadılar. Elbette 3 Ocak yasak savma olarak uygulandı ve uygulamaya sokan sendikacılar biriken potansiyeli heder ettiler. Ama 3 Ocak işçi, sınıfımız tarihindeki ilk genel grev olarak mücadele tarihine yazılacaktır.
TARİHTE BAZI GENEL GREV ÖRNEKLERİ
Tarihte, tek tek işyerlerinde grev veya eylem yaparak, pek bir şey elde edemeyeceklerini anlayan işçilerin, birleşik güçleriyle kapitalizme karşı koymalarının bir biçimi olarak çeşitli genel grev uygulamalarına rastlanır. Burada, en ilginçlerini örnek vermeye çalışacağız.
Kapitalizmin ilk nüvelerinin ortaya çıktığı İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya gibi ülkelerde uzun bir süreçte ortaya çıkan sendikalar, kısa zamanda işçi sınıfının kapitalistlere karşı sadece ekonomik değil, siyasal mücadele araçları haline de geldiler.
İngiltere’de; 1900 yıllarında, Taff Vale Demiryolları işçilerinin grevi, işkolu düzeyinde tüm ülkede yaygın uygulanırken, kömür madencilerinin de katılmasıyla, sanayiyi alt-üst eden boyutlara varmıştı. Eylem sonunda işçiler, işverence mahkemeye verilmiş, grevi örgütleyen “Birleşik Demiryolları İşçileri Sendikası”, 30 bin pound gibi, ağır bir para cezasına çarptırılmıştı.
Kapitalizmin çöküntüsünün tüm verileriyle ilk ortaya çıktığı 1. Paylaşım savaşı esnasında ve sonunda, fabrikaların kapanması, işsizliğin artması ve savaş yıkımının halka getirdiği yoksullaşmanın etkisiyle, genel grevler, hemen tüm kapitalist ülkelerde gündeme geldi. İtalya, Almanya. Macaristan gibi ülkelerde, sayısız genel grevler birbirini izledi.
İngiltere’de, “savaş sonrası ekonomisinin, işçiler ve emekçiler üzerindeki yıkımı etkisi ile 1920’de çıkarılan olağanüstü hal yasasına rağmen, grevler yaygınlaşmıştı. 1926 yılında, ulaşım, demir-çelik, maden, inşaat ve basın işçilerinin katıldığı genel grev, askeri ve polisiye önlemlere rağmen yapılmıştı. Bu genel grev, İngiliz işçilerine, yasal yollarla ve sendikal eylemlerle, siyasal düzene karşı, genel grevin, tek başına çıkar yol olmadığı gibi bir gerçeği öğretmiştir. Ama kapitalistler ve hükümet daha çok şey öğrenmişti. Bu olaydan sonra hükümet, işveren ve sendika temsilcileri ile işbirliği temelinde kurulan “Ortak Dayanışma Komitelerini oluşturdular. Hükümet ve kapitalistler, olağanüstü hal yasası ile engelleyemediği grevleri ve sendikal eylemleri, geriye çekmeyi bu yolla başardı. İngiliz sendikaları, bu tarihten sonra bürokratik sendikacılık ve işbirlikçilik yolunda yeni mesafeler kaydettiler.
Almanya’da; 1. Paylaşım savaşı sonucu, “demokrasiye” geçen burjuvazi, hazırladığı anayasa ile işçi ve hizmet sektöründe çalışanlara sınırsız örgütlenme hakkı tanımıştı. Bu durumun getirdiği olanaklarla, Genel Alman Sendikalar Birliği (DGB)’nin üye sayısı 7 milyona ulaşırken, Hıristiyan Sendikalar Birliği’,1 milyonda kalmıştı.
1920’de ekonomik-sosyal krize giren Almanya’da, bu kaostan yararlanmak isteyen General Ehrardt, silahlı birlikleriyle Berlin’e girerek askeri darbe girişiminde bulunur.(Kapp darbesi) Bu darbeye karşı, ADGB’nin yönetim kurulu toplantısında alınan genel grev kararına, diğer sendikalar da katılmışlardır. General Kapp’ın askeri hükümeti, 1.200.000 işçinin katıldığı genel grev nedeniyle, ancak 5 gün yönetimde kalabilmiştir. Eyleme katılan işçilerin bir kısmı, yeniden parlamenter sistemden yana tutum alarak sendikacıların önerdiği yönetime katılma çağrısının peşinde giderken, diğer bir kısım işçiler, iktidarı ele geçirmek, bunun için işçi milisleri oluşturmak istemişlerdir. Demokratik bir işçi iktidarı talebi ile öne atılan işçilerin, bunu başaracak politik güçlerinin olmaması, amaçlarının başarısızlığını beraberinde getirmişti. İşçi hareketinin parçalanmasından yararlanan reformcular mücadeleyi bastırdılar. Alman Sosyal Demokrat Partisinin etkisiyle Özgür Alman Sendikalar Komitesi, sendika liderlerinin çoğunluğunun kararı ile Alman İçişleri Bakanı ile anlaşarak, “çalışma barışı kurma adına, grevlere son verdi.
İtalya’dan da üç örnek vereceğiz:
1) Rus proletaryasının dünya proletaryasına kazandırdığı deneyim ve devrimci ruhun etkisiyle İtalyan proletaryasının, 20 Mart 1920 Torino Genel Grevi deneyimi incelenmeye değer bir olgudur.
1915’teki Alman müdahalesine karşı ve 1917 İtalyan militarizmi ve emperyalizmine karşı iki ayaklanma yaşayan İtalyan proletaryası, 1920’de işçi konseylerini dağıtmak isteyen işverenlerin lokavtına karşı, genel grevle karşılık verdiler. Torino işçileri için olduğu gibi tüm dünya işçileri için de derslerle dolu olan 1 aylık genel grev, diğer emekçi katmanların 10 günlük geniş katılımıyla ve köylülerin toprak işgalleriyle genişlemiştir. Metal sanayisi ve diğer işyerlerinde işçiler, işletmeleri işgal ederek, kendi denetimlerinde üretime devam etmişlerdir. İşyeri komiteleri ve konseyleriyle kapitalist üretimin denetlenmesi olanakları ve koşulları, Torino’lu geniş emekçi Edeleri tarafından tartışılmış olan genel grev’e, Sosyalist Parti(hükümette) ile Genel İş Konfederasyonu aralarında anlaşma sağlayarak son verdiler. Askerler tarafından kuşatılan fabrikaları 12 Eylül’de boşaltan işçiler, işverenlerin denetiminde, 4 Ekim’de tekrar üretime başlarlar. Torino’nun İtalyan sanayisinin en büyük kenti olması nedeniyle, bölgesel bir genel grev olan bu eylem, tüm ülkeyi etkileyen bir siyasal başkaldırı olarak anımsanır. Bu eylemden sonra kapitalistler, faşist örgütlenmelere girişmişlerdir.
1922’de yönetime gelen Musollini’nin kurdurduğu “Faşist İşçi Örgütleri Konfederasyonu” dönemin de, sosyalist ve ilerici işçiler, bu sendikalarda gizli çalışma yürütmek zorunda kalmışlardır. Faşizmin yenilgiye uğradığı 1944 yılında Roma anlaşması ile grev ve toplu sözleşme ve örgütlenme özgürlüklerine kavuşan işçiler, İşçi Sendikaları Konfederasyonu (CGİL) altında toplanırlar. Komünist, sosyal-demokrat ve Hıristiyan işçilerin birliğini oluşturan bu konfederasyon içindeki komünist çalışmaların, sendika içindeki etkisinin artmasından hoşlanmayan hükümet, CGİL yöneticileriyle anlaşarak 24 saatlik genel grevi tezgâhlar. İşçi sınıfının birliğini parçalama ve gelişen politik grevleri böylece engelleme gayretiyle CGİL’in genel grev çağrısına uymayan komünistler, fabrikaları işgal ederek, anti-komünist genel grev uygulamasını protesto ederler. Bu eylemden sonra, CGİL’den ayrılan Hıristiyan işçiler ve sosyal demokrat işçiler, ayrı ayrı kendi konfederasyonlarını kurarlar. Bu eylem, anti-komünist genel grev olarak işçi sınıfı tarihinde ender olumsuz genel grevlerden birisidir.
Üçüncü örnek olarak, 1956’da, tabanlarındaki işçilerin yaygın politik eylemleri görülmeye başlandığında, üç konfederasyonun ortak eylem kararı alarak, genel greve başvurmaları diğer bir ilginç örnektir. Po ovası tarım işçilerinin başlattığı genel grev, tersane işçilerinin katılımıyla ülke çapına yayılmıştı.
Devrim öncesi Rusya’da, sanayileşmenin diğer Avrupa ülkelerine göre geç başlaması, işçi sınıfının uluslararası proletarya hareketinin deneyimleri ile sıkı bağları, sınıf çelişkilerinin hızlı ve radikal bir biçimde çözülmesinin koşullarını yarattığı görülür.
3 Ocak 1905’te, St.Petersburg’da başlayan grev kısa zamanda tüm ülkeye yayılan bir genel greve dönüşmüş ve 4 milyon kişi katılmıştır. Eylem sırasında işçiler, “fabrika ve grev komiteleri*” ile “işçi delege konseyleri” oluşturmuşlar ve hemen her bölgede sendikalarını kurmuşlardır. Moskova’da 50, St. Petersburg’da 44, Odessa’da 30, Nizhni Novgorod’da 18, Kharkov’da 15 sendika kurulmuştur. İller arası irtibat kurmak amacıyla “Merkezi Sendika Bürosu” kurulmuştu. Ayaklanmaya dönüşen genel grev, Çar polisinin şiddetli saldırısı sonucu ağır kayıplarla bitmiş, ama işçi ve emekçi sınıfların bu eylemde kazandığı deney, kendi kurtuluşuna yol açacak bir devrimin başarısı için önemli adım olmuştur. Bu olaydan sonra sendikaların çoğu Çar tarafından kapatılmış, açık kalanlar da polis denetiminde çalışmalarını sürdürmek zorunda kalmıştır. (Zobutov sendikaları). Rus devrimcileri, bu Çar sendikalarında da çalışmalarını 1917 Şubat Devrimine kadar sürdürmüştür.
7 Aralık 1905’te SBKP Moskova Komitesinin genel grev çağrısı ile gelişen eylem, zorlayan koşulların bir ürünü olarak silahlı ayaklanmaya dönüştü. Partiyi zorlayan koşullar; Japonya ile anlaşan Carin, işçiler ve köylüler üzerine acımasızca saldırıya geçtiği sırada, Moskova’da başlayan ayaklanmayı ülke çapında yayma gerekliliği, işçi kitlelerini harekete geçirmeyi amaçlıyordu. Ama grevin St. Petersburg’da destek bulmaması (önemli bir sanayi merkezi), Moskova garnizonundaki komünistlerin kararsızlığı, eylemin merkezileştirilememesi gibi olumsuzluklar sonucu, ayaklanma bastırıldı. Genel greve Moskova dışında, Krasnoyarsk, Motoviliha, Novorossisk, Sormovo, Sivastopol, ve Kronstad şehirleri ile Gürcistan, Ukrayna, Letonya, Finlandiya, gibi Rusya’nın ezilen halklarında da, ayaklanma yayıldı. Tüm ayaklanan yerlerde eylem, Çar otokrasisi tarafından acımasızca ezildi.
1. Paylaşım savaşı dönemi boyunca, Rusya’da süren politik grevler, zaman zaman ayaklanmaya dönüşerek, silahlı mücadele deneyimleri ile tarihte “genel grev-genel ayaklanma” biçiminde adlandırılan örnekleri oluştururlar.
7 Aralık 1905 ayaklanması için “silaha sarılınmamalıydı” eleştirisini yapan Plehanov’a karşı çıkan Lenin; “Tam tersi, silaha daha kararlı, daha enerjik ve daha saldırgan bir şekilde sarılınmalıydı; kitlelere salt barışçı bir grevle yetinmenin imkânsız olduğu, korkusuz ve amansız bir silahlı mücadelenin zorunluluğu kavratılmalıydı” diye cevap verir. (Stalin-Eserler, cilt 15, sf.102)
Rusya’da 3 Ocak Genel Grevi, işçi sınıfının “Sovyet” biçimi örgütlenmesinin gerekliliğini üzerine önemli bir deneyimdir. 7 Aralık 1905 genel grevi ise silahlı ayaklanma olmadan işçilerin nihai zaferinin olanaksız olduğu, vb. gibi pek çok derslerle doludur.
1917 Şubat devrimi öncesi, Rusya’da tüm işçiler “genel grev”,”kahrolsun savaş”, “Ekmek istiyoruz!” sloganlarıyla yürüyüş ve siyasi grevlere gidiyordu. 25 Şubat’ta devrimci eylemler, Petrograt semtlerindeki siyasi grevlerle birleşerek, ülke çapında genel greve dönüşmüştü. İşçilerin genel grevine, özellikle kadınların çağrısı ile askerler ve köylüler de katılarak ayaklanmaya ardından da devrime dönüştü.
GENEL GREV KOMİTELERİ
Grev ve genel grevden söz edildiğinde komitelerden de söz edilir. Bir kaç grev yaşamış her işçi, grev sırasında grev komitelerinin kurulduğunu, bunların belirli bir işlev yerine getirmeye çalıştığını görmüştür. Genel grev için ise, bir genel grev komitesi, sıradan bir grevin komitesinden daha zorunludur ve işlevi çok daha fazladır. Ancak, grev komitelerinin oluşturulması ve genel grev için yürütülen ajitasyonlardan anlaşıldığına göre, sendikacılar ve devrimci demokrat siyasi eğilimler, bu komitelerin amacını gözden kaçırmakta, biçimi de gözden kaçan amaca uygun şekillendiğinden çoğu zaman işlevsizleşmektedir.
Grev ya da genel grev komitesinden amaç, işyerinde sendikayı işlevsizleştirmek, dıştalamak değildir. Tersine, bu komiteler, sendikaya ilgisiz ya da muhalif olan işçi kesimlerini de birleştirmek, bir grev süresince de olsa, işçiler arasında olabilecek en geniş birliği sağlamak için kurulan mekanizmalardır. Bu yüzden komiteler sendikadan daha fazla bir işçi kitlesini birleştiren eylem örgütleridir. Elbette, işyerinde inisiyatifli, işçiler tarafında dolaysız olarak seçilip, yetkilendirilmiş bir grev komitesi işçileri birleştirmekten öte görevler de üslenir. Ama tabanı en geniş bir biçimde temsil etmeyen bir grev komitesi diğer görevlerini de yerine getiremez. Bu neden|e de, bir grev ya da genel grev komitesi, işyerindeki bütün işçiler tarafından doğrudan seçilen, mümkün en geniş eğilimleri içinde barındıran bir örgüttür. Çoğu zaman rastlandığı gibi, bir kaç siyasi eğilimin bir araya gelip kurdukları grev komiteleri, işlevsizdir. Genel grev için ise, komitelerin önemi çok daha büyüktür. Çünkü işyerindeki sendikasız işçiler, memurlar ve diğer çalışan personelinde greve katılması gerektiğinden, genel grev komitesi bütün bu kesimleri de kapsamak, onların iradesini temsil etmek durumundadır. Hele sendikasız işyerleri ve işsizlerin, diğer emekçi kesimlerin katılacağı bir genel grevde ise, genel grev, genel direniş komiteleri bütün bu kesimlerin katılımıyla oluşur. Okullardan fabrikalara, atölyelere, semtlere kadar yayılan bir özellik göstermek zorundadır, genel grev ve genel direniş komiteleri.
Böyle bir perspektife sahip olmayan grev ve genel grev’ komitelerinin üstüne düşeni başarması beklenemez. Çünkü bu komiteler bir ihtiyaçtan doğar ve o ihtiyacı yerine getirdiği ölçüde anlam kazanır.
TÜRKİYE’DE GENEL GREV KOŞULLARI OLGUNLAŞIYOR.
Dünya kapitalist sisteminin 1980’lerden sonra içine girdiği kriz, tüm dünya halklarında olduğu gibi Türkiye halkında da düzene karşı hoşnutsuzluk ve güvensizlik tohumlarını, her gün artırarak yeşertiyor. Bunalımın en az etkilediği iddia edilen Almanya’da, 1971’den bu yana 700 işyeri kapatılırken, 1993 ortasına kadar, 260 işyerinin kapatılması planlanıyor. İşsizlik tehdidi tüm ülkeyi kaplamış durumda.
İspanya’da, ekonomik kriz nedeniyle, 24.500 demir-çelik işçisinin 10.000’i, sokağa atılırken, halkın hoşnutsuzluğu değişik eylemlere dönüşerek, artıyor.1992 Ekim’inde 700 demir-çelik işçisinin eylemi, 400 Km. yol yürüyerek Madrid’e ulaştığında, 40.000 kişilik halkın karşılaması ile mitinge dönüştü.
’92 Ekim ayı içinde, İsveç’te, 10.000 metal işçisi, hükümetin “yeni ekonomi paketine karşı protesto eylemi yaptı. İtalya’da hükümetin emekçilere karşı ekonomik saldırılarını protesto eden iki gösteriden birine 200.000, diğerine 300.000 kişi katıldı.
Arjantin’de, 10 Kasım 1992’de Buenos Airas işçileri, devletin yeni “tasarruf” politikasına karşı, konfederasyonları CGTnin çağrısı ile genel greve gittiler. İşçilerin % 50’sinin katıldığı genel grevi, gericiler provoke etmek için sendikaları kundakladılar.
Aynı tarihlerde, Hindistan, ekonomik ve sosyal huzursuzlukların artışı nedeniyle çalkalanıyordu. Sendikaların çağrısı ile Yeni Delhi’de, 250.000 işçinin başlattığı genel grev, yürüyüş ve mitinglerle geniş alanlara yayıldı. Polisin geniş önlemlerine rağmen yapılan genel grev, devletin yeni ekonomi politikasına ve enflasyonist baskılara karşı halk tepkisine dönüştü.
Dünyanın pek çok ülkesinde benzer hoşnutsuzluklar giderek artıyor. Emperyalist sistemin içine girdiği çözümsüzlükler girdabına, Türkiye işçi ve emekçi sınıfları da her geçen gün, işsizlik ve yoksullaşmaktan nasibini almaya devam ediyor. ’90’lardan başlayarak artan işçi tenkisatı, gerçek ücretlerin sürekli düşmesi, artan siyasi saldırıların toplumsal huzursuzluğu giderek artırması, işverenle/in işçiler karşısında ortak bir cephe oluşturup, ortak hareketiyle gerilimi artırıyor, genel bir grev direnişin şartlarını olgunlaştırıyor.
“Devleti küçültme” demagojisine uygun olarak, hizmet ve kamu sektöründe işçi ve emekçi sayısını azaltma, ücretlerin kısılması karşısında, Almanya, İsviçre, Brezilya, İtalya, Yunanistan, vs. gibi ülkelerde grev ve genel grevlere gidildiği gibi Türkiye’de de, işçiler ve memurlar, mücadelenin gelip dayandığı noktada, ancak bir genel grevin çözüm için yeni bir zemin yaratacağını daha çok hissetmektedirler. Çeşitli memur ve işçi sendikalarının genel kurullarında en çok sözü edilen eylem bu yüzden genel grev olmuştur.
GENEL GREV, DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİN ÖNÜNÜ AÇMALIDIR
Devlete ve belediyelere bağlı işyerlerinde, bazı ünitelerin özel şahıslara devredilmesi, taşeronlaştırma ve burjuvazinin işçileri sendikasızlaştırma çabaları ve buna bağlı olarak gelişen sendikal rekabetin, körüklenerek sendikaların parçalanması eylemi, isçi sendikalarının giderek küçülmesi ve etkilerinin azaltılmasına neden oluyor. Buna karşın, işçi ve emekçe sınıfların sendikal mücadelesi ile Marksist-Leninist siyasal mücadele arasındaki kopukluk halci önemli ölçüde varlığını korumaya devam ediyor. İşçi sınıfının merkezinde olacağı, bir ileri atılım olarak, gerçekleşecek bir genel grevin, diğer emekçi kesimler tarafından desteklenmesi, sınıf hareketinin ve demokrasi mücadelesinin en önemli atılımı olacaktır.
1980 öncesi, “Bütün Çalışanların, Genel Grev ve Direnişi”, faşist saldırılar karşısında ve ekonomik sıkıntılara maruz kalan emekçiler tarafından, yaygın bir talep haline gelmişti. Adana’da Sabancı şirketler gurubuna bağlı işyerlerinde başlatılan iş bırakma eylemi, halkın da katıldığı gösteri ve yürüyüşlerle bölgesel olarak genişlemişti. Aynı dönemde İzmir Tariş işçilerinin başlattığı direniş kısa zamanda yurt çapında etkin desteğe dönüşmüş, hareketin bir genel greve dönüşmemesi DİSK ve Türk-İş ağalarının üstün gayretiyle başarılabilmişti. Ama bir genel grev gerçekleşememiş olmasına karşın, yığınlar arasında devrimci ve komünist fikirlerin yayılması için ortam son derece elverişli hale gelmişti.(Daha geniş bilgi için bk. ÖD. Sayı.15 sf.34…)
Genel grevin örgütlenmesi ve bu eylem içerisinde sınıfın politik bilincinin yükselmesi (ki kitleler en iyi eylem içinde bilinçlenirler) sınıf hareketinin bir sıçrama yapmasının yolunu açacaktır. Bu sürecin amaca uygun yaşanabilmesi için, her şeyden çok kitlelerin bilincini artırıcı ve taleplerini en iyi biçimde dile getirmeyi amaçlayan yaygın bir ajitasyon ve propaganda faaliyeti gerekir.
Kitleler içinde, örgütlenme ve bilinçlenme olanaklarının artmasını sağlayacak bir genel greve karşı, kapitalist cephe, olanca gücüyle erteleme, geriye çekme ve caydırma çabasına girmesi, safdil olmayan herkesin bildiği bir şeydir.
Türkiye işçi sınıfının sendikal mücadelesine ağırlıklı bir merkez olarak Türk-İş, son genel kurulunda, tabanındaki huzursuzluğa ve taleplere bağlı olarak “genel grevin zorunluluğu” üzerinde durdu. Sınıfın sorunlarının çözülmemesi halinde, bir genel greve gidileceğini söyleyen sendika başkanları, kamu işçilerinin 15 Ocak’ta başlaması gereken ve bir genel grev için ortamı oluşturabilecek grevleri, son anda hükümetle anlaşarak, engellemeyi başardı. Böylece, hem kendileri için, hem de hükümet için 6 aylık bir süre tanımış oldular.
Şimdiden Türk-İş yönetiminin ve bağlı sendikaların, kamu işyerleri TİS görüşmelerinde ve hükümetle yaptığı sözleşmelerde, üst yönetimin niteliği konusunda belli tutumları ortaya çıkmış bulunuyor.
Öte yandan Hak-İş Genel başkanı Necati Çelik, “bana göre 1982 anayasası genel grev sebebidir” diyerek, mevcut anti-demokratik yasaların geriye çekilmemesi durumunda, genel grevin zorunlu olduğunu söylemekte, ama öte yandan bugün genel grev koşulu yoktur diyerek, eylemsizliğe düşmesi gelinen noktada Hak-İş’in konumunu sergilemektedir. İşçilerin devrimci, demokrat nitelikli olanlarının ağırlıkta olduğu işyerlerinde, hükümet ve yöneticilerle ortak davranan DİSK yöneticilerinin ise, her tür eylemin karşısında olduğu ve genel grevi ağzına bile almadığı görülüyor. Ayrıca, bunun önünü kesmek için hükümet ve işverenlerle ortak konsensüs çalışmalarına ağırlık veriyor. Özellikle son günlerde, belediye, metal ve tekstil sektöründe gelişen bazı eylemleri önleme çabası karşısında, işçilerin gösterdiği tepki, DİSK’in prestijinin kaybolmasına neden olmaktadır. Sahte “birlik” çağrılarına karşı ise, en iyi cevabı işçilerin kendilerinden alıyor.
Hükümet ise, kabaran direniş ve eylem potansiyelinin daha da artacağı korkusuyla, kamu işçilerine verdiği ücret zamlarını, belirlediği miktardan daha fazlasını vermeyi kabul ederek, geri adım atmış oldu. Buna bağlı olarak, hükümet, önceden sözünü ettiği, ama bugün daha zorunlu gördüğü işçi-işveren dayanışmasını, “ekonomik ve sosyal konsey” adı altında örgütleyerek, işçi sendikalarını daha fazla denetlemenin ve işverenlerin potasında eritebilmenin gayreti içine giriyor. Adı geçen konseyin amacı şeyle belirleniyor. “İktisadi büyümeyi hızlandırmak, işletmelerin iç ve dış rekabet gücünü güçlendirmek, verimliliği arttırmak, çalışanların refahını arttırmak, teknolojik gelişmeleri izlemek ve Türk sanayisinin teknolojik düzeyini yükseltmek, fiyat istikrarının sağlanmasına yardımcı olmak, ücret sistemleri ile üretim ve verimlilik artışı hedefleri arasındaki ilişkiyi belirlemek, toplu sözleşmelerde öngörülecek ücret artışları için ölçü tespit etmek, grev ve direnişleri engellemek”.
Metal ve maden sanayisi işkolları başta olmak üzere, kamu işyerlerinin 2 yıllık sözleşme süresini 30 aya çıkarmayı sağlayan hükümet, ’93 yılı sözleşmeleriyle çakışmasını ve daha geniş kitlesel grev ve direnişlerin önünü kesmeyi düşünmüştür. Oysa kitlelerin taleplerinin başında yer alan “işten atılmaların son bulması”, “sendikasızlaştırmanın ve taşeronlaşmanın durdurulması”, “söz, basın ve örgütlenme özgürlüğünün sağlanması”, “kazanılmış hakların geri alınmaması” gibi temel isteklerinin hiçbiri çözümlenmediği gibi daha ağır koşulların, sınıfın karşısına dikilmesi, genel grevle bunlara “dur” demenin bir biçimi olarak, şartları olgunlaştırıyor.
Kısacası varolan koşullar, bir yandan işçi ve emekçiler için burjuvazi ve gericiliğe karşı radikal bir saldırıya zorlarken, öte yandan konfederasyonlar ve bunlara bağlı sendikaların büyük çoğunluğu, bu saldırının önemli bir silahı olan genel greve karşı en azından tedirgin bakıyorlar. Kuşkusuz bu işçi hareketinin en önemli zaaflarından birisidir. Ne var ki; gelişmeler karşısında en gerici sendikacılar bile, genel greve hayır deme cesaretini gösteremiyorlar. Bu durumda da bir genel grevin şu ya da bu biçimde gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi, sınıf içindeki devrimci, komünist güçlerin çabası ve ilerici sendikacıların, sınıfın taleplerini arkalarına alarak, alacakları tutuma bağlı görünmektedir.
Tüm engellemelere karşın, gelinen yerde bir genel grevin şart olduğunu bilen ileri işçiler, dürüst, sınıftan yana sendikacılar, önlerine çıkan barikatları aşmak için, sendikalarında ve yakın bağlar kurabilecekleri diğer işkolları içindeki işçilerle sıcak ilişkileri geliştirebildikleri, genel grevin propagandasını yaygınlaştırabildikleri ölçüde, sendikacıları zorlama şanslarını artırabileceklerdir.
GENEL GREVİN ETKİLERİ
Kapitalist krizin etkisinden nasibini alan işçi ve emekçilerin yanı sıra, tüm halkın yaşam koşullarının giderek zorlaşması nedeniyle yükselen devrimci potansiyelin, eyleme dönüşmesinin bir biçimi olan genel grevin, sınıf hareketine katkısı elbette büyük olacaktır.
* Emperyalizme bağımlılığın bir sonucu olarak, emperyalistlerin çıkarına, emekçi halkların zararına gelişen aşırı sömürüye karşı geniş halk kesimlerinin uyanıklığı artar. Hükümetin, ekonomik ve sosyal saldırılarının geriye çekilmesinin koşullarını yaratarak, işçi ve emekçi Halkın belli ölçülerde de olsa sosyal ve siyasal haklarını almalarının olanakları ortaya çıkar. Geniş kitleler, bu süreçte, haklarına, nasıl sahip çıkmaları gerektiğini, kendi deneyleriyle öğrenirler. Geniş halk kesimleri, kendi çıkarlarının, işçi sınıfının yanında olmakla sağlanabileceğini görür. İşçi ve emekçi sınıflar arasındaki din, mezhep, milliyet, farklı siyasi görüş gibi sahte ayrımların, ortadan kalkmasının zemini ortaya çıkar. Ortak örgütlenmeye duyulan ihtiyaçtan kaynaklanan birleşme ve ortak karar alma olanakları gelişir.
* Genel grev, hangi taleplerle ortaya çıkarsa çıksın kendiliğindende olsa bir siyasi yönü vardır. Bu nedenle, eyleme katılan kesimlerin siyasi duyarlılıklarını artıracağı gibi, siyasi örgütlenmelerinin olanaklarını artırır. Burjuva, reformist-gerici etki altında olan işçi ve emekçiler, onların gerçek yüzlerini böyle bir eylemde daha iyi görür ve demagojilerini etkisiz hale getirir.
* İşçi sınıfı ile politik partisinin arasındaki bağların güçleneceği yeni olanaklar ortaya çıkar. Ayrıca, devrimci propagandanın, kitleler üzerindeki etkisinin daha çok arttığı bir ortam doğar ki, bu ortam, işçi ve emekçi sınıfların devrimcileşmesi sürecini hızlandırır. Normal günlerde yapılan propagandanın etkisinin, hem daha geniş kitlelere ulaşmasında, hem de anlamının daha derin kavranmasının uygun koşulları oluşur. Reformizmin ve revizyonizmin gerçek yüzü açığa çıkar. Örgütsüz kitlelerin örgütlenmesinin ve mücadeleye katılmasının şartları ortaya çıkar.
Varolan koşullar göz önüne alındığında, işçi sınıfının başlatacağı bir genel grev, başta grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı mücadelesinde hayli yol kat eden memurlar başta olmak üzere tüm emekçiler için bir mücadele çağrısı olacaktır. Özgürlük mücadelesi içindeki Kürtler de, işçi sınıfının bu çağrısını yanıtsız bırakmayacak, işçi sınıfı ile birleşmenin sıcaklığını içlerinde duyacaklardır. Bu yüzden de, belki bir işçi genel grevi olarak başlayan eylem tüm emekçi sınıfları ve Kürt mücadelesini de kucaklayarak bir genel direnişe de dönüşme koşullarını içinde barındıracaktır. Yeter ki, herkes sorumluluğunu yerine getirsin.
Şubat 1993