İşsizlik, üretim sürecinin dışında kalan emek gücünü ifade eder. Üretim sürecinin dışında kalma olayı, kapitalist ekonominin temel çelişkisi olan üretimin toplumsal niteliği ile üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin doğal bir sonucudur. Üretim araçları üzerindeki bu tarz mülkiyet ilişkisi, üretime koşulacak emek miktarı konusunda karar yetkisini küçük bir azınlığa tanımaktadır.
Klasik burjuva iktisatçıları, devlet müdahalesinin bulunmadığı bir ekonominin doğal olarak dengede bulunduğunu, her üretimin (arzın), üretim faaliyeti için gerekli olan kaynakları sağlamak için yaptığı harcamanın, üretilen mallara yönelik bir talep yarattığını, böyle olunca da ekonominin tam çalıştırma düzeyinde dengede bulunduğunu ileri sürmekte idiler. Bu düşünce, ekonominin doğal işleyişinde işsizliğin söz konusu olamayacağını kabul etmektedir.
İki dünya savaşı arasındaki dönem, kapitalist ekonomide müthiş bir durgunluğun yaşandığı, işsizliğin üst boyutlarda olduğu, artık “doğal denge” denen bir olayın söz konusu olamayacağının çok açık bir şekilde gözler önüne serildiği bir dönemdir. Tekelciliğin yaygınlaşmasıyla, ekonomideki karar sahipleri azalmış, kızışan pazar kapma savaşları ekonomiyi tahrip etmiştir. Tam da bu dönemde devletin ekonomiye yaygın bir müdahalesinin gerektiği yolundaki düşünceler yine burjuvazi tarafından ortaya atılmıştır. İşsizliğe karşı mücadele, iktisadi politikanın temel amaçlarından biri olarak belirlenmiş, bu amacın gerçekleştirilmesi için para politikasının yanında maliye politikalarına da yer verilmiştir. Böylece “işsizlikle mücadele” gibi masum görünüşlü bir hedefe ulaşmak için tekellere eskisinden daha açık destek sunulabilmektedir.
Hâlbuki işsizliğin en önemli sebeplerinden biri bizatihi tekellerdir. Tekeller, el altında bulunan kaynakların tümünün üretim için seferber edilmesine engeldirler. Çünkü tekeller, salt kârlılık esasına göre çalışırlar. Azami kârı elde edecek şekilde üretim yaparlar. Böyle olunca kaynaklar çok daha verimli kullanılıp, çok mal üretilerek ucuza satılmaz. Daha az malı, mümkün olan en yüksek fiyattan satmanın, mümkün olan en az emek ile üretim yapmanın hesabına girişirler. (1)
Kapitalist ekonomi, bünyesinde sahip olduğu çelişkileri kendi içinde aşma olanaklarına sahip değildir. Az gelişmiş ülkelerden kaynak transferi yoluyla sağlanan imkânlarla sorunlarını ancak kısa vadede çözebilmektedir. Bu çözüm bile, uzun vadede diğer çözümsüz sorunlarının yanı sıra yeni bir sorun olarak eklenecektir. Sistemin temelindeki “kâr” anlayışı, bir yandan sisteme dinamizm kazandıran bir etken olmanın yanında, diğer yandan onun temelini oyan, çelişkilerinin dozunu ve çözümsüzlüğünü artıran bir sebeptir.
İŞSİZLİK SİGORTASININ TARİHİ VE ANLAMI
19. yüzyılın ortalarından itibaren bilimsel sosyalizmin dünyada itibarının artması, işçi sınıfı içinde örgütlenmesi ve sosyalizm fikrinin işçi sınıfında gördüğü genel kabul düzeyi, burjuvaziyi telaşlandırmış, burjuvalar klasik “akit serbestîsi” ve “müdahalesiz ekonomi” teorileri ile işçi sınıfı cephesindeki dalgalanmayı önleyemeyeceklerini görmüşlerdi. Proletaryanın da bizzat iktidarı hedef aldığı, önüne iktidara gelme hedefi koyduğu ve bu hedefe varmak için çetin mücadelelere giriştiği bu dönemde burjuvazi, kendi ekonomik sisteminin devamı için, ‘sistem içi’ bazı düzeltmelere gitmek zorunda kaldı. Bu durumun sonucu olarak sosyal güvenlik kurumları ortaya çıktı.
Sosyal güvenlik haklarının kapsamına; yaşlılık sigortası, sağlık sigortası, iş kazası ve meslek hastalıkları, işsizlik sigortası, aile yardımı, analık-sakatlık-ölüm sigortası vs. girer. Bu hakların elde edilmesinde işçi sınıfının mücadelesi belirleyici olmakla beraber, bu sosyal güvenlik sistemine biçim itibariyle burjuvazinin vurduğu damga daha belirgindir. Burjuvazi bu sisteme kendi ihtiyaçlarına da uygun biçimler vermektedir. Proletaryanın bu konudaki talepleri henüz tam olarak gerçekleşmekten uzaktır. Tam olarak gerçekleşmesi de ancak proletaryanın iktidarında mümkün olabilecektir.
İşsizlik sigortası ilk olarak 1911 tarihli bir yasa ile İngiltere’de uygulanmıştır. 1927 yılında Almanya, 1935 yılında Amerika, 1936 Anayasası ile Sovyetler Birliği, 1938 tarihinde Yeni Zelanda da işsizlik sigortası sistemi kurmuştur. Ancak bu saydığımız uygulama örnekleri içinde Sovyet sistemi diğerlerinden temelden farklıdır. Sovyet sistemi, işsizlik sigortasını sosyalist ekonominin gereklerine uygun olarak ele almış, çalışmanın herkes için hak, devlet için de iş bulma yükümlülüğünden hareketle zorunlu nedenlere dayalı geçici çalışmama dönemlerinde, önceki çalışmaya göre belirlenen ve ücret yerine geçen bir gelir elde edileceği esasını kabul etmiştir. Bu sisteme göre, işsizlik sigortasının tüm giderleri devletçe karşılanır, çalışanların buna katkıda bulunmalarına gerek yoktur.
Diğer yandan kapitalist ülkelerde uygulanan sosyal güvenlik sistemleri içinde Alman sistemini örnek olarak alıp incelediğimizde, öncelikle primli bir sistem olduğunu, işçilerin sigortadan yararlanmak için prim ödediklerini, bunun yanında asıl kuruma damgasını vuran başkaca özelliklerin de mevcut olduğunu görürüz. Esas itibariyle işsizlik sigortası kurumu, iş piyasasında işverenin beklentilerine cevap vermek üzere biçimlendirilmektedir. Burada işsizlik sigortası kurumu, kendi bünyesinde işe yerleştirme faaliyetlerini de organize etmekte, işgücünü işverenlerin ihtiyaçlarına uygun olarak bölgelere ve ekonomik alanlara yaymakta, işsiz kalınan süre içeri sinde yeni iş bulmaya yönelik zorunlu kurslar ve mesleki bilgiler vermektedir. (2) Bu ‘bilgilendirme’ olayı da yine işverenlerin ihtiyaçları göz önüne alınarak yapılmakta, kurslara devam etmek sorunlu olup, aksi halde iş verilmemektedir. Böylece işçinin iş bulma derdine düştüğü dönem, işveren tarafından kullanılmakta ve işçinin mecburiyeti sonuna kadar kullanılmaktadır.
İŞSİZLİK SİGORTASI İŞÇİ SINIFININ BİR TALEBİDİR
İşsizlik sigortası, kapitalist ülkelerdeki örneklerinde görüldüğü gibi işçi sınıfının olduğu kadar burjuvazinin de çıkarlarına hizmet eden bir uygulamadır. Bir yandan işsiz kalan işçilere işsiz kaldıkları süre içinde belli bir maddi destekten yararlanma olanağı sağlarken, diğer yandan burjuvaziye de İşsizlik Kurumu yardımı ile iş piyasasına hâkim olma olanağı sağlamaktır. Burjuvazi bu sayede iş piyasasını yönlendirebilecek, ihtiyaç duyulan alanlarda eğitilmiş personel bulabilecektir. Üstelik söz konusu eğitim işçiye çalışma süresi içinde değil, işsiz kalınan süre içinde verilecektir. Böyle olunca isçi sınıfı açısından işsizlik sigortasında iki zıt özelliği tespit etmek gerekiyor. Bunlardan birincisi, işsizlik riskinin yıkıcı etkisine karşı güvence olma özelliği; ikincisi ise, burjuvazinin iş piyasasına hakimiyetini sağlama ve onu yönlendirmesinin bir aracı olma özelliğidir.
İssizlik sigortasındaki bu ikinci yön, mesleki, teknik bir bilgilendirme olarak ele alınamaz. Meslek edindirme ve geliştirme eğitimi, mecburi olduğu ölçüde sadece burjuvazinin çıkarlarına hizmet etmekle kalmaz, aynı ölçüde onur kırıcıdır da. Bir “seçilme” şartı olarak işçinin önünde durduğu için kendisine dayatılan alanda yeni bir meslek edinmek zorunda kalmaktadır.
İşsizlik sigortasındaki birinci özellik ise, esas olarak işçi sınıfının bu talebinin gerekçesini oluşturmaktadır. Buna göre işsizlik -özellikle kronik işsizlik- kapitalist üretim biçiminin bir sonucudur. Böyle olunca bunun zararlı sonuçlarının işçi sınıfı üzerinde gerçekleşmemesi için gerekli tedbirleri almak görevi de burjuva devlete düşmektedir. Ancak çok doğal olarak bu etkilerin tümüyle ortadan kalkması kapitalist ekonomik düzen içinde mümkün olmayacaktır. İşsizlik ve bunun doğurduğu olumsuz sonuçlar ancak sosyalizm ile birlikte ortadan kalkacaktır. Fakat bu durum, burjuvaziye karşı bu talepleri ileri sürmemize engel değildir. Ekonomik mücadele alanının talepleri de sonuna kadar ileri sürülmelidir. Kaldı ki, işsizlik sigortası talebi salt ekonomik bir talep de değildir. Sosyal, hatta siyasal etkileri de olan bir taleptir. Henüz yeterli siyasal tecrübesi ve bilinci olmayan işçilerin sırf iş güvencesi olmadığı için burjuvaziye karşı mücadelede kararsız davrandıkları, geri çekildikleri görülmektedir. İşsizlik sigortası bu bakımdan da kimi olanaklar sunacaktır.
TÜRKİYE’DEKİ İŞSİZLİK SİGORTASI
Türkiye’de işsizlik sigortası kurumunun oluşturulacağına dair 1959 yılından beri çeşitli vaatler ortaya atılmaktadır. Ancak, bugüne değin tasarı düzeyindeki çalışmaların sınırını asan herhangi bir düzenleme söz konusu olmamıştır. Son olarak koalisyon partilerinin seçim öncesi vaatlerinden birinin işsizlik sigortasının kurulması olması sebebiyle bu konuda yeniden bir tasarı meydana getirilmiş ve bu tasan metni işçi ve işveren sendikalarına gönderildikten sonra üzerinde önemli bir değişiklik yapılmadan Bakanlar Kuruluna getirilmiştir. Halen Bakanlar Kurulunda bekletilmektedir.
Belirtmek gerekir ki, Türkiye’de işçi sendikaları ve işçi sınıfı, işsizlik sigortasının kurulması konusunda ciddi talepler öne sürüp, bu konuda mücadele etmemişlerdir. Bunun en önemli iki nedeninden biri, işsizlik primlerinden işçi payına düşen miktarın yüksek olacağının beklentisi, ikincisi ise, işverenin işsizlik sigortası kurulduğu takdirde kıdem tazminatının kaldırılması yolundaki çabalarıdır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın “İşsizlik Sigortası Kanun Tasarısı”, konuyu yeniden gündeme getirdiği için bu tasarının içeriğinin ele alınması ve incelenmesi gerekmektedir. Söz konusu Tasarıda önemli yönler şunlardır:
* Yararlanma koşullan yönünden; Tasarı, işsizlik sigortasını, mecburi bir sigorta olarak ele almaktadır. Kanunun aradığı şartları taşıyan bütün kişilerin sigorta kapsamına dâhil olmaları tasarının olumlu bir yanı olarak sunulmaktadır. Ancak bunun yanında kapsama dâhil çalışanlar oldukça dar tutulmuştur. Bunlar; İş Kanunu, Deniz İş Kanunu ve Basın İş Kanunu kapsamında çalışanlardır. Hâlbuki işsizlik sigortası, emeği ile geçinen tüm çalışanları kapsamalıdır. Özellikle tarım kesiminde hiçbir güvenceden yararlanmadan çalışan birçok emekçi de sigorta kapsamı dışında kalmaktadır.
Kapsamı daraltmaya çalışan Tasarı, bununla da kalmayıp işsizlik sigortasından yararlanmayı çok sıkı süre şartları ile sınırlandırmıştır. Buna göre sigortadan yararlanmak için üç yılık süre içinde en az 20 ay çalışmış olmayı ve işten ayrılmadan önceki 6 ay içinde sürekli çalışıp prim ödemeyi şart koşmaktadır.
Bütün bu sınırlandırmaların yanında işten atılma gerekçeleri ile ilgili sınırlandırmalar da sayıldıktan sonra Tasarıda ancak “dostlar alışverişte görsün” misali bir işsizlik sigortasının kurulacağından şüphe yoktur.
* Ödemeler ve yarattığı imkanlar bakımından; Tasarı, üç yıllık dönem içindeki çalışma süresine göre işsizlik süresini tayin etmiştir. Kademeli olarak artan bu sürenin üst sınırı 240 gündür. Yani son üç yılın bütününü çalışarak ve prim ödeyerek geçiren bir işçi, işsiz kaldığında yaklaşık sekiz aylık bir süre, önceki kazancının %45’i oranında işsizlik ödeneği alır. Bu sürenin bütününde ödenek alan işçi, daha sonra tekrar çalışıp yeniden işsiz kalırsa artık ödeneğe hak kazanamaz.
Bunun dışında kurumun hizmetleri, yeni bir iş bulmaya “çalışmak”, meslek geliştirme eğitimi ve kurumun önerdiği iş, şehir dışında olduğu takdirde ulaşım giderini karşılamaktır. Bunun dışında işsizlik sigortasının, işsiz kalan işçiye karşı hiçbir imkân yaratma mecburiyeti yoktur. İşsiz kalan işçinin, ne emeklilik, ne de sağlık sigortası işlemeyecektir.
Hâlbuki kapitalist ülkelerin birçoğunda bile işsizlik yardımı süreklidir. Belli bir süre sigorta ödeneği devam etlikten sonra, bütçeden finanse edilen işsizlik yardımı devreye girmekledir.
* Finansman yönünden; işsizlik sigortasının finansmanı, işçi, işveren ve devletin eşit katkılarıyla (% 2’şerden toplam % 6) gerçekleşecektir.
Kapitalist ülkelerde, bu arada Türkiye’de de anayasalar göstermelik olarak “çalışma hakkı”ndan bahsederler. Oysa çalışma hakkını gasp eden, burjuvazinin “kârlılık” ilkesine göre işleyen ekonomik düzenidir. Bu düzenin ayıplarının kapatılmasının kendi omuzlarına yüklenmesini işçi sınıfı kabul etmemelidir. İşsizlik sigortasının finansmanı işverenler ve devlet tarafından sağlanmalıdır.
* Mesleki eğitim ve yetiştirme kursları bakımından; Tasarı örnek olarak alınan yasalarına uygun olarak, iş bulamayanların kurum tarafından eğitilmesini düzenlemektedir. Bu eğitim esaslarına dair ayrıntılı bir düzenleme mevcut olmamasına rağmen, buradaki amacının işverenin ihtiyaçlarına uygun bir iş piyasasının yaratılması olduğu bellidir. Kurum tarafından mesleki eğitim ve yetiştirme kursları, iş bulmanın şartı olarak ele alınacaktır.
Bakanlık Tasarısı, yukarıda belirttiğimiz genel hatları itibariyle Türkiye’de işçi sınıfının işsizlik sigortası ile ilgili taleplerini karşılamaktan uzaktır. Bir yandan oldukça dar bir kapsama sahip olup, çalışanların çok azının yararlanmasını sağlarken, diğer yandan sağladığı ekonomik imkânlar bakımından da oldukça geridir. Bütün bu geriliklerin yanında finansmanına işçileri de ortak ederek, özel sigorta mantığına yaklaşmaktadır. Böyle olunca da işçi sınıfının çıkarlarına hizmet etme işlevini taşımamaktadır,
TASARININ KIDEM TAZMİNATI VE İŞ GÜVENCESİ KURUMLARI İLE İLİŞKİSİ
İşsizlik sigortasının, günümüzde birçok kapitalist ülkedeki uygulanmasında işçi sınıfı açısından anlamı, işsizlik riskinin olumsuz sonuçlarını azaltmaktır. Ülkemizde bu sosyal sigorta kurumu mevcut olmadığından çalışan insanlar bu riske karşı, henüz çalışıyorken zaten düşük olan maaşlarından tasarruf yapma zorunluluğu ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bunun yanında işçilerin çalıştıkları süreye bağlı olarak işleyen ve işten atılma durumunda toplu olarak ödenen kıdem tazminatı vardır. İşte özellikle son zamanlarda burjuvazinin sürekli gündeme getirdiği, ekonomi üzerinde olumsuz etkilerinin bulunduğunu ileri sürdüğü bu tazminatın, işsizlik sigortasına geçildikten sonra ortadan kalkması yolunda çok büyük çabalar sarf edilmektedir.
İssizlik sigortası uygulamasının bulunmadığı ülkemizde kıdem tazminatının işten atılmayı caydırma işlevi gördüğünü, böyle olunca da işsizlik sigortasının kurulması ile birlikte kıdem tazminatının hizmet ettiği bir gayenin kalmayacağını, bu yüzden ortadan kalkması gerektiğini ileri sürmektedir.
Hâlbuki kıdem tazminatının, işsizlik riskine karsı güvence oluşturmak gibi bir fonksiyonu yoktur. Böyle bir fonksiyonun “kıdem” ile ilgili olarak düzenlenmesi söz konusu olamaz. Kıdem tazminatı, çalışılan yıl sayısı ile orantılı bir ikramiyedir. Miktarı çalışılan süreye göre belirlenir. Bunun yanında gerçek anlamda bir iş güvencesi sağlamaz. İşveren, bu tazminatı ödemeyi göze aldıktan sonra işçinin sözleşmesini feshetmesinin önünde yasal bir engel yoktur.
Burjuvazinin kıdem tazminatının kaldırılması ile ilgili çabaları yeni değildir. 1968 yılında, hükümet, hazırladığı İşsizlik Sigortası Yasa Tasarısına kıdem tazminatının kaldırılması ile ilgili geçici bir madde eklemiş ancak işçi sınıfından gelen yoğun tepki dolayısıyla bu tasandan vazgeçilmiştir. Ancak burjuvazinin, kıdem tazminatı hakkının gaspı ile ilgili hayalleri sona ermiştir.
Diğer yandan kıdem tazminatı gibi, işsizlik sigortasının da iş güvencesi ile ilişkisinin kurulmaması gerekir. İş güvencesi, işverenin haklı bir sebep olmadan işçileri işten alamamasıdır. Buradaki en dolaysız yaptırım, atılan işçinin işine iadesidir.
Türkiye’de henüz bir iş güvencesi sistemi de yoktur. Burjuvazinin kabul etliği uluslararası standartların (ILO standartları) bile çok gerisinde kalınmaktadır. Geçtiğimiz yıl içinde konu ile ilgili bir uluslararası sözleşme yasak savma türünden ele alınmış, Cumhurbaşkanının hükümetle danışıklı vetosu sonunda yeniden mecliste ele alınmamıştır.
İş güvencesi, burjuvazi ile proletarya arasında çok çetin mücadeleler sonunda elde edilmiş bir haktır. Ancak günümüzde de iş güvencesinin kurumlaşmış olduğunu, belli bir güvence ifade ettiğini söylemek son derece yanlış olur. En gelişmiş kapitalist ülkelerde bile burjuvazi ihtiyaç duyduğu anda yaygın bir şekilde işçi azaltma yoluna başvurmakta ve işçi sınıfı da buna karşı direnişler örgütlemektedir. Böyle olunca burjuvazi sorunun bireysel yollardan çözümüne razı olmaktadır. Bu çözüme göre atılan işçi “hakkim’1 mahkemede arayacaktır. ILO’nun diğer kapitalist ülkelerde de yaygınlaştırmaya çalıştığı standartlar, bu durumun yasal düzenlemelere sahip olması çabalarıdır. Böylece işten atma durumlarında sorun; atılan işçi işine iade edilecektir beklentisi yaratılarak, hâlihazırda çalışanların sorunun bir tarafı olmaktan çıkarılması, bu konuda bir sınıf tavrının gelişmesinin önlenmesidir. İkincisi, ise, yoğun işten çıkarma olayına karşı tepkinin, yeni umutlarla törpülenmesi ve böylece sosyal bir patlamaya dönüşmesinin engellenmesidir.
İşten atmalar, özellikle kapitalizmin dönemsel krizlerinde burjuva için bir zorunluluk haline gelmektedir. Proletarya açısından ise sorun esas olarak sınıf tavrının ortaya konmasını gerektirir. Atılanlar ile halen çalışanların ortak eylemi esas alınmalıdır. Burjuvazinin iş güvencesi yasaları ile kabul ettiği düzen ancak tali bir yol olarak görülmelidir. Kaldı ki bu sorun, sürekli mücadeleyi gerektiren, kapitalist düzen içinde de kesin çözümün olmadığı bir sorundur. Sorunun esaslı çözümü, proletaryanın iktidar mücadelesinin bir parçası olarak ele alınmalıdır.
Sorunun esas çözümünün; iktidar meselesi ile birlikte ele alınması gerekmekle birlikte, burjuvaziden koparılan kısmi iş güvencesi olanakları da göz ardı edilmemeli, daha etkin bir iş güvencesi işçi sınıfının bir talebi olarak ileri sürülmelidir.
İş güvencesi ile ilgili olarak meclisten geçtikten sonra veto edilen ve tekrar mecliste “uykuya yatırılan” kanun tasarısı, işverenin haklı bir gerekçeye dayanmayan işten atma durumuna karşı işçiye, mahkemeye başvurma, mahkemede “haklı” çıktığı takdirde işine geri dönme imkânını düzenlemektedir. Diğer sebepler bir yana, ülkemizde sadece işten atma olaylarının boyutu, mahkemelerin ellerindeki işlerle baş edemeyecek kadar işlerinin yoğunluğu ve laçkalıktan kaynaklanan yıllarca süren davalar göz önüne alındığında sağlanan “güvence”nin ne kadar “büyük” olduğu görülmektedir.
İş güvencesi, işyerlerindeki işçi temsilcilerinin katıldıkları demokratik bir denetim mekanizması ile daha etkin bir şekilde sağlanabilir. Buna göre, işverenin işten atma kararları, işyeri temsilcilerinden oluşan bir kurul tarafından görüşülmeli, bu kurulun kararlarına karşı işçi ve işverenin yargı yoluna başvurma hakkı bulunmalıdır. Ancak yukarıda belirttiğimiz gibi işten atma olaylarına karşı oluşturulacak bu sistem, ancak tali bir yol olarak değerlendirilebilir. Bunun dışında her türlü eylem ve imkânlar denenerek mücadele yürütülmelidir.
İşsizlik sigortası, kıdem tazminatı ve iş güvencesi kurumlarının her biri, proletaryanın sosyal-ekonomik ve siyasi mücadele alanında ihtiyaç duyacağı kurumlardır. Bunların her biri farklı İhtiyaçlara cevap vermek üzere kullanılabilir. Burjuvazi açısından aralarında hiçbir fark olmayan bu kurumlardan işsizlik sigortası; işsiz kalınan dönem içindeki ihtiyaçlara, iş güvencesi; işten atılma kaygısı taşımadan kıdem tazminatı ise çalışılan dönem içinde zaten hak edilmiş bulunan bir ücrete ilişkin talep hakkıdır.
Burjuvazinin işsizlik sigortası, iş güvencesi imkânlarını sağlamaya çalışıyor görünürken, diğer yandan kıdem tazminatını kaldırma çabasına girişmesi, KİT’lerin özelleştirilmesi hesaplarına da uygun düşmektedir. Bu durumda çalışan ve özelleştirme halinde işine son verilecek birçok işçinin kıdem tazminatları çok yüklü miktarlar tutarken diğer yandan göstermelik bir işsizlik sigortası ve “işyeri gerekleri işten atmayı haldi kılar” mantığına göre kaleme alınan bir iş güvencesi kanunu hem kıdem tazminatını kaldıracak ve işten atmalara yönelik tepkiyi dizginleyecek, hem de sonuçta kaybedilmiş fazla bir şey olmayacaktır. Her ne kadar hükümet kıdem tazminatının kalkması yönünde henüz somut bir adım atmamış ise de, tazminatın yararlanma koşularının sınırlandırılması ve miktarının da azaltılması konusundaki fikirler yaygın olarak ortaya atılmaktadır.
SONUÇ
İşsizlik sigortası, her ne kadar işsizlik olayının maddi bakımdan olumsuz sonuçlarının azalması sonucunu doğurması yönünden işçi sınıfının çıkarlarına uygun düşmekte ise de diğer yandan burjuvazinin de bu sigortaya bağlanmış birçok umutlan vardır. Hele Türkiye’de olduğu gibi, bir yandan burjuvazinin özelleştirme politikasının, bir yandan kıdem tazminatı hakkının gaspı, diğer yandan da zorunlu meslek eğitimi aracılığıyla iş piyasasını yönlendirmesi gibi çıkarlarına hizmet ediyorsa, proletaryanın taleplerinin de bu hesapları boşa çıkaracak ölçüde açık olması ve bu mücadelede ısrarlı olması gerekir. Bu talepler şunlar olmalıdır:
* İşsizlik sigortasının kıdem tazminatı ve iş güvencesi ile ilişkisi kurulmamalıdır.
* İşsizlik sigortasının finansmanına işçiler katılmamalı, devlet katkısı ve işveren primleri ile finanse edilmelidir.
* Yararlanma imkânları, tüm çalışanları kapsayacak şekilde geniş olmalıdır.
* Mesleki eğilim zorunluluğu olmamalıdır.
* İşsizlik Sigortası Kurumu (Tasarıdaki adıyla Türkiye İş Kurumu’nun) işçiler tarafından denetimine yer verilmelidir.
* İşsizlik sigortasından yararlananların sağlık ve emeklilik sigortalan devam etmelidir.
* İşsizlik ödeneğinin ödenme süresi, ülkedeki normal iş bulma süresinin uzunluğu ölçüsünde uzatılmalı, bu sürede iş bulamayan ya da Kurumca kendisine iş bulunmayan işsize, devlet tarafından finanse edilmek üzere işsizlik yardımı yapılmalıdır.
* İşsizlik sigortası, özelleştirme programlarının aracı olarak kullanılmamalıdır.
Mayıs 1993
DİPNOTLAR
(1) Bu durum doğal olarak yalnız tekeller için değil, piyasaya hakim tüm firmalar için geçerlidir ki bunlar, tekçi, birkaç firmanın hakimiyeti demek olan oligopol ve piyasaya hakim olmak üzere birbirleriyle anlaşarak ‘danışıklı dövüşen’ firmaların tavrını ifade eden kartellerdir. Aynı zamanda bu durum işsizlik ile birlikte enflasyonun da sebeplerindendir. Klasik burjuva doktrininde ekonomik durgunluğu ifade eden işsizlik ile ekonomik canlılığı, üretime göre talep fazlalığını ifade eden enflasyon, tekelci yapıda aynı toynağa bağlanmakladır.
(2) Caesar, Paul, “Sosyal Sigortalar” adlı eseri.