İşsizlik sorunu bugün geniş çapta ilgi uyandırmakta ve üzerinde birçok tartışmaya yol açmaktadır. Burjuvazi ve onun her türden savunucuları, işsizliği düzen içinde çözülebilecek bir sorun olarak görmekte ve her zaman bunun propagandasını yapmaktadırlar. İşçi ve emekçi sınıflar ise işsizliği bir karabasan olarak yaşamakta ve yoğun tepki göstermektedirler.
Burjuva ekonomistleri işsizlik oranına bakarak ekonominin “gidişatı” hakkında görüş ileri sürerken, burjuva politikacıları işsizliğe karşı “radikal” çözüm reçeteleriyle geniş işsiz kitlelerin oylarını almaya çalışır. Burjuva sınıfının işçi sınıfı içindeki dayanakları olan sendika bürokratları ise “yatırım azlığı”, “üretim araçlarının yetersizliği”, “haftalık çalışma süresinin uzunluğumu gerekçe göstererek, işsizliğin ancak, bu sorunların çözülmesiyle ortadan kalkabileceğinin propagandasını yaparlar. Sendika ağa ve bürokratları, bu “sorunların” şu anda iktidarda olan partiyle değil, ancak yeni iktidar partileri tarafından çözülebileceğini tekrarlayarak işçi sınıfının bilincini köreltmeye çalışır, İşsizlik hakkındaki tüm bu propagandaların tek ortak amacı vardır: Kapitalizmle işsizlik arasındaki kopmaz bağı gizlemek,
İşsizlik hakkındaki burjuva demagojisi, Türkiye gibi işsizliğin resmi rakamlara göre bile yüzde 20’lerde olduğu ülkelerde daha açık olarak görülebilir. 20 Ekim 1991 Genel Seçimlerinde tüm burjuva partileri vaat listelerinde ”işsizlik Sigortası”na önemli bir yer yermiş, yoğun işsizlik karşıtı propaganda yürütmüşlerdi. Devlet adamları, burjuva partilerin sözcüleri ve burjuva bilim adamları, hep bir ağızdan “enflasyon, özelleştirme ve ekonomik durgunluğun ekonomik yatırımları azalttığını”, “bunların çözülmesiyle birlikte yeni is sahalarının açılacağını”, “üretim araçları envanteri yapılacağını”, “çalışma saatlerinin düşürüleceğini” tekrarlayarak işsizliğin “politik bir sorun” olduğunu belirtiyor. Türk burjuva propagandası emperyalist propagandanın aynısını tekrarlıyor: “İşsizlik bir ekonomi politika sorunudur!”
Geçmişten bugüne yaşananlar, sosyal pratik bu “derin” propagandayı yalanlar niteliktedir. Ülkemizde koalisyon hükümetinin tüm “vaatlerine” karşın, özelleştirme, işletmelerin kapatılması, sendikasızlaştırma, taşeron işçiliği vd. işsizliği azaltmadı tersine arttırdı. Avrupa’da ve tüm dünyada 80’den günümüze işçi eylemlerinin ezici bir çoğunluğunda temel talep “iş güvencesi” oldu.
İssizlik, burjuva propagandanın aksine bir “ekonomi-politika” sorunu değildir. İşsizliğin sebebi üretim sisteminde aranmalıdır. Kapitalizmin bir ekonomik ve sosyal sistem olarak ortaya çıkmasından günümüze işsizlik var olagelmiştir,
SERMAYENİN ORGANİK BİLEŞİMİ VE İŞSİZLİK
Kapitalizmde sermaye iki bölümden oluşur: Değişmeyen ve değişen sermaye. Değişmeyen sermaye, hammaddeler, makineler, temizlik, ısı, ışık gibi giderler için ayrılan bölümdür. Değişen sermaye ise kapitalistin, canlı emek satın almak için ayırdığı bölümdür.
Değişmeyen ve değişen sermaye arasındaki ilişkiye sermayenin organik bileşimi denir. Örnek olarak 1 milyonluk bir sermayeyi ele alalım. Bu miktardan 800 bin liralık bir bölümü hammadde, makine, ısı, ışık vb. giderler için değişmeyen sermayeye, 200 bin liralık kalan bölümü ise işçiye (değişen sermaye) ayırdığımızı düşünelim. Bu durumda sermayemizin organik bileşimi 4:1 olacaktır.
Kriz dönemleri bir yana bırakılacak olursa, kapitalizmde üretim genişletilmiş yeniden üretim olarak tekrarlanır. Genişletilmiş kapitalist yeniden üretimde toplum, kullanılmış maddi tüketim mallarını yalnızca yerine koymakla kalmaz, aynı zamanda bunun üzerinde ek üretim araçları üretir.
Kapitalizmde üretimin ana dürtüsü kârdır. Kârın yanında sermaye birikimine zorlayıcı Saiklerden birisi de amansız rekabet mücadelesidir. Kapitalistler artı değer sömürüsünü arttırmak ve rakiplerini geçmek için tekniği mükemmelleştirir ve üretimi genişletir. Tekniğin mükemmelleştirilmesine ve üretimin genişletilmesine ara veren kapitalist rakipleri tarafından yutulur. Bundan ötürü tek tek kapitalistler, artı değerin bir kısmını, genişletilmiş yeniden üretim için değişmeyen sermayeye dönüştürürler. Kapitalist genişletilmiş yeniden üretim sermayenin organik bileşiminin artması ile el ele gider. Proletarya bilimi Marksizm’in kurucusu Karl Marx bu ilişkiyi şöyle açıklamıştır:
“Sermaye birikiminin ilerlemesiyle, değişmeyen sermayenin değişen sermayeye oranı değişir. Başlangıçta diyelim 1:1 iken bundan sonra sırayla 2:1,3:1, 4:1, 5:1, 7:1 vb. haline gelir. Yani sermaye artmaya devam ederken, toplam değerinin 1/7’si yerine yalnızca 1/3, 1/4, 1/5, 1/6, 1/8 oranında emek gücüne dönüştüğü halde 2/3, 3/4, 4/5, 5/6, 7/8 oranlarında olmak üzere üretim araçlarına dönüşür. Emeğe olan talep sermayenin bütünü ile değil, ancak değişen kısmının miktarıyla belirlendiğine göre, bu talep daha önce varsayıldığı gibi toplam sermayedeki artış ile orantılı olarak artacağına, gittikçe küçülen şekilde düşer” (K.Marx, Kapital CI, s.647).
Kuşkusuz toplam sermaye arttığı sürece değişen sermaye de kitle olarak büyür ve bundan dolayı yedek sanayi ordusundan bir kısım işçi üretime sokulur ama bu Marx’ın da belirttiği gibi gittikçe küçülen şekilde olur.
Kapitalizmde üretime yön veren temel ilke insan ihtiyaçları değil de kâr olduğu için, üretim bilinmeyen bir pazar için anarşik ve rekabetçi bir ortamda gerçekleşir. Bu durum bazen ekonominin bütün kollarında, bazen kısmi sektörlerinde aşırı üretimden kaynaklanan bunalım, duraklama ve bazen de nispi olarak “refah” dönemlerine sebep olur. Ekonomideki bu değişik durumlar sermayenin değişen bölümünü de etkiler, bazen işsizler ordusunda nispi bir azalma görülürken genel olarak işsizler ordusu sürekli genişler ve büyür. Yani sermayenin büyümesi, yeni yatırımlar ve yeni zenginliklerin bulunması, işçileri üretime çekerken, yeni bilimsel teknik üretim yöntemleri, emeğin verimliliğinin ve yoğunluğunun arttırılması yöntemleri işçileri üretimin dışına, işsizler ordusunun saflarına fırlatır. Marx “kapitalist üretim biçimine özgü bir nüfus yasası” olarak nitelediği bu ilişkiyi şöyle açıklamıştır:
“Emekçi nüfusu kendi yarattığı sermaye birikimi ile birlikte, kendisini nispi ölçüde fazlalık haline getiren, nispi artı nüfus haline çeviren araçları üretmiş olur. Bu kapitalist üretim biçimine özgü bir nüfus yasasıdır.”(K.Marx, Kapital CI, s.648)
Burjuva propaganda odaklarının iddia ettiği gibi işsizlik “yanlış politikaların uygulanmasıyla” doğmadı ve “doğru” ekonomik politikaların uygulanmasıyla ortadan kalkmaz. İşsizlik, onların da kabul ettiği gibi “buhran dönemlerinde artan” fakat onların hiçbir zaman kabul etmeye yanaşmayacağı şekilde kapitalizm yok olmadıkça ortadan kalkmayacak toplumsal bir olgudur. Nispi nüfus fazlalığı da denilen işsizliğin başlıca biçimlerini şöyle belirtmek doğru olacaktır:
Akışkan Nüfus Fazlası denilen, üretim düzeyinin düşmesi, işletmelerin tasfiyesiyle ortaya çıkan işsizlik durumu.
Gizli Nüfus Fazlası adı verilen, bazen tarımda çalışma şansı bulabilen, kırda geçimlerini kıt kanaat sağlayabilen yoksul köylüler ve tarım işçileri, sanayiden farklı olarak tarımda tekniğin kullanılması işgücüne olan talebi “mutlak olarak” azaltır. Sözgelimi karasabanın yerini traktörün alması işsizliği mutlak olarak arttırmıştır.
Durağan Nüfus Fazlası adı verilen, daimi işlerini kaybetmiş, gayet düzensiz çalışan, düşük ücret alan kesimler.
İşsizler ordusu ya da yedek sanayi ordusu işçi sınıfının büyük bir parçasını oluşturur. Burjuvazi ve onun ideologları bunu hiçbir zaman kabul etmeye yanaşmamıştır. Onlar kabul etmese de bu, bilimsel bir gerçektir; bugün çalışan işçi işten her an atılabilir ve işsizler ordusuna dâhil olabilir.
İşsizler ordusu, kapitalist sistem ve burjuvazi için bir tercih değildir, o, kapitalist ekonominin olmazsa olmaz bir parçasıdır. Bu ordunun varlığı kapitalistlere işçiler üzerindeki baskı ve sömürüyü katmerleştirme imkânı sunar. İşsizlik, çalışanlar için güvensiz bir ortam yaratır ve tüm çalışanların yaşam standartlarını düşürür, “İşçi sınıfının düşkünler tabakası ile yedek sanayi ordusu ne kadar yoğun olursa resmi yoksulluk da, o kadar yaygın olur. Bu, kapitalist birikimin mutlak genel yasasıdır” (Marx) İşsiz nüfus ise en ağır koşullar altında çalışmaya razı olur. Kapitalistler, işsizler ordusu sayesinde işçileri işten atarak daha ucuz işgücü elde ederler.
“Üretim araçları büyüklük ve etki güçleri bakımından artarken, daha az emekçi çalıştırma aletleri haline geldiği gibi, bu durum, bir de, emeğin üretkenliğindeki artış oranında, sermayenin emek arzını, emekçi talebinden daha büyük bir hızla yükseltmesi gerçeğiyle değişikliğe uğratılır” (Marx)
Kapitalistler, sermayenin genişletilmiş yeniden üretim sürecinde, işçi sınıfının çalışan kesimini daha yoğun çalışmaya sokarken, isçi sınıfının çalışmayan kesimini (işsizler ordusu) ise çalışanlara rakip olarak el altında tutar, işçi sınıfının bir kesiminin aşırı çalışmayla diğer kesimini zorunlu işsizliğe mahkûm etmesi, yedek sanayi ordusu üretimini, toplumsal birikimin ilerlemesine uygun düşecek ölçüde hızlandırır.
Burjuvazi işçi sınıfını çalışanlardan ibaret sayarak, işsizler ordusunu çalışan aktif işçilere, çalışan işçileri de işsizlere karşı kışkırtarak, işçi sınıfının mücadele ve eylem birliğini bölmeye ve kendi sınıf çıkarlarını garanti altına almaya çalışır. İşsizlik burjuvaziye büyük ekonomik, siyasi ve hatta ideolojik çıkarlar sağlıyorken her türden kapitalizm savunucusunun işsizlik karşıtı pozlar takınması alçakça bir sahtekarlıktır.
İŞSİZLİK VE BURJUVA “TEORİ”LERİ
Burjuvazi işçi sınıfının haklı öfkesini yatıştırmak için “sorunu” basit bir politika yanlışlığı düzeyine indirgediği gibi, bilimsel tekniğin üretimde kullanılmasıyla ortaya çıkan çeşitli durumları işçi sınıfının “dağılan bir sınıf, yok olan bir sınıf”, “devrimci niteliğini yitiren bir sınıf okluğuna kanıt göstererek Marksizm’e karşı saldırılarını yoğunlaştırıyor.
Burjuva dünya görüşü işsizliği toplumun doğasında var olan ebedi bir olgu olarak görür. Burjuva ideolojisinin işsizlik hakkında ilk çağlara dek uzanan mistik teorilerinin yanında, günümüze, “bilgi ve iletişim çağına!” vurgu yapan çeşitli teorileri vardır. Birinciye örnek olarak “insanlık ilk ortaya çıktığında iki tür insan vardı; çalışkanlar ve tembeller. Bugün zengin olan çalışkan olanların soyundan gelmiştir. Fakir ve işsizler ise tembel insanların soyundandır” gibi yarı dinsel açık saçma teori örnek verilebilir. Sonuncusuna örnek olarak “robotlar tüm işleri yapıyor, işçi sınıfına gerek kalmadı” türünden “modem” teori gösterilebilir.
Burjuva dünya görüşünün işsizlik konusun da temellerini atan ve günümüze dek etkisini sürdüren İngiliz iktisatçısı ve papaz Malthus’a değinmemiz gerekiyor. 18. yüzyılın sonunda Fransız Burjuva devriminin eşitlik ve özgürlük gibi idealleri, İngiltere’yi sarsmıştı. Fransız devrimi en fazla işçileri, köylüleri ve yoksulları etkilemişti. Devrimci siyasi atmosfer Avrupa’da feodaliteyle ittifak halindeki burjuvaziye yaşamı zehir ediyordu. Burjuvaziye en büyük ideolojik destek papaz Malthus’tan geldi. Malthus “İnsanlar ortaya çıktığından bu yana geometrik diziye göre çoğalır (1, 2, 5, 8, 56..), ama üretim araçları sınırlı olduğundan, aritmetik diziye göre çoğalır i (1, 2, 3, 4, 5..). Böylece toplumun bir bölümünün üretim araçlarından yoksun kalması ve işsizlik doğal ve aynı zamanda gereklidir!” diyordu. Malthus’un ‘teorisi’ İngiliz burjuvazisine eski yoksullar yasasındaki hakları budama ve yeni bir yoksullar yasası oluşturma cesareti verdi. Malthus ve yaveri Sismondi’nin gerici nüfus teorileri 20 yüzyılın “Yeni Malthusçu”ları, savaş kışkırtıcılığından, açlıktan, ölüme terk etmeye kadar birçok ırkçı faşist uygulamanın felsefesini yaptılar.
Engels Malthus’un teorisini eleştirirken şöyle diyordu:
“Halta tutalım ki, emek artışının neden olduğu verim artışı her zaman emek artışına orantılı olarak artmıyor olsun, gene de üçüncü bir öğe daha vardır ki, bu, kuşkusuz iktisatçıların asıl önem vermedikleri, ilerlemesi en az nüfus kadar hızlı ve onun gibi kesintisiz olan bilimdir” (F. F.ngcls, Bir Ekonomi Politik Eleştiri Denemesi).
Malthus’un yaşadığı dönemde bile bilimsel araştırmalar “sadece Missisippi vadisindeki toprakların işlenmesinin Avrupa’yı doyuracağını” kanıtlamıştı. Malthus’un teorisi bilimle ilgilenmiyor, ama özel mülkiyet sistemini açıkça kutsuyordu. Engels 3 Mart 1865’te Lange’ye yazdığı mektupta işsizliğin sebebini şöyle açıklıyordu: “Çok az üretiliyor, hepsinin nedeni bu. Ama neden çok az üretiliyor? Üretim sınırlarının -bugünkü araçlarla bile- sonuna varılmış olmasından değil. Hayır, üretimin sınırları aç karın sayısına göre değil, satın alıp para ödeyebilecek kese sayısına güre hesaplanıyor da ondan. Burjuva toplumu daha fazla üretmek istemiyor ve isteyemez. Parasız karınlar, kâr için kullanılamayan ve bu yüzden kendisi de satın alamayan emek, ölüm oranına terk edilir.”
Malthus ve ardılları açlık ve işsizliğe çözüm olarak kürtaj gibi tıbbi önlemleri öne sürmüşlerdir. Marx, Malthusçuluğu teorik olarak mezara gömdüğü süreçte şunları söyledi ve bu söylenenler günümüz için de aynen geçerlidir:
“İşçi sınıfının çocuk yapmama gibi bir karar alma olanağından yoksun olduğu saçmalığı bir yana, işçi sınıfının durumu, tam tersine cinsel arzuyu onun başlıca zevki haline getirir ve yalnızca tek başına onu geliştirir” (Marx-Engels, Nüfus Sorunu ve Malthus, s. 129)
Günümüzde de Malthus’un cenazesi mezardan çıkıp ortalıkta cirit atıyor. Avrupa’da ve çeşitli yerlerde “sosyal devlet”, “işsizlik sigortası” gibi kazanımlar burjuvazi tarafından gasp edilmeye çalışılıyor. Malthus bugün Clinton, Kohl, Yeltsin’dir. Malthus bugün kapitalist emperyalizmdir ve burjuva revizyonist sistemin yıkılmasından cesaret alarak, işçi sınıfının tarihi boyunca kan ve can bedeli bir mücadeleyle kazandığı sosyal hakları budamak için saldırmaktadır.
Türkiye egemen sınıfları da efendilerinin yaptığı gibi Malthus’un çiğnenmiş yolundan yürüyor. Türkiye’deki yeni Mallhusçular Kürdistan’daki “yangını” söndürmek için bağırıyorlar: “Kürtlerin nüfusu çok oransız ve dengesiz artıyor”, “Güneydoğu’da aile planlaması hayata geçirilerek”, “Kürt kökenli vatandaşlarımıza nüfus eğitimi verilecek.” Devlet, kuruluşundan bu yana Jandarma, Özel Tim, Kontrgerilla, Hizbullah ile nüfusunu azalttığı Kürt ulusunu, kürtajla, tıbbi yöntemlerle “azaltmaya” çalışacak! Bu faşist diktatörlüğün Kürtsüzleştirme planının bir parçasıdır. Kürdistan’daki ekonomik, siyasal, sosyal her türden krize Malthus yetişiyor! Tıpkı yüz yetmiş yıl önce İngiliz burjuvazisine yetiştiği gibi.
Bu söylediklerimizden Marksizm’in ve komünistlerin her zaman tıbbi önlemlere karşı olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Marksizm, kürtaj ve diğer nüfus planlama önlemlerinin genel toplumsal düzeyde bir teori olmasına karşı çıkar.
Bugün Türkiye’de nüfus planlaması gibi araçlar, işbirlikçi kapitalizmin ekonomik ve siyasi krizine ‘çare’ olarak öne sürülmektedir. Bu yöntemle işbirlikçi tekelci kapitalizmin baskı ve sömürüsü, ulusal ve faşist zulmü gizleniyor ve sistem aklanıyor.
Bilimsel teknikteki gelişmeler de burjuva demagoglarınca dayanak olarak kullanılmaya çalışılıyor. Burjuvazi, 20. yüzyılın başlarından bu yana bilimdeki gelişmeleri “Marksizm’in ve Sosyalizmin iflas etliğine” dair belirti sayıyor. “Bilimsel gelişmeler üretimde insana olan ihtiyacı ortadan kaldırdı” denerek milyonlarca insanın açlığı ve işsizliği teorize ediliyor.
Her şeyden önce belirtmeliyiz ki, bilimsel ve teknik gelişmenin üretimde kullanımının işsizliği arttırdığı yeni bir şey değildir. Marx, tekniğin üretimde kullanılmasının yedek sanayi ordusunu büyüttüğünü ve genişlettiğini defalarca belirtmişti. Dünden farklı olarak bugün, bilim ve tekniğin üretimde kullanılması çalışma yoğunluğunu korkunç arttırmış ve işsizlik daha fazla ve artan oranda ortaya çıkmıştır. Biz burada kapitalist üretim ve işçinin vahşice sömürülmesini göstermesi bakımından büyük önem taşıyan Fordculuk’u (Taylorizm) ele alarak görüşümüzü tanıtlamaya çalışalım.
Fordculuk 20. yüzyılın ilk 25-30 yılında oluşmuş bir tekniktir. Otomobil fabrikaları sahibi Ford, “işçi hem üretmeli hem tüketmeli” diyordu. Sonuçta çözüm, mühendis Taylor’dan geldi. Taylor’un önerdiği “bant sistemi” ilk kez Ford otomobil fabrikalarında uygulandı. Bant sistemi artı-değer oranını yoğunlaştırıyor ve işçiyi tüketici durumuna sokuyordu Bu sistemde işçi bantla, önünden geçen parçalara hep aynı işlemi yapıyordu. Üretimi hızlandıran bu sistem iş sürecini olağanüstü yoğunlaştırmıştı, Diğer sonuçlar bir yana Ford sisteminin en önemli sonucu işçilerin kitlesel olarak işten çıkarılması oldu. Bu sistem sayesinde evvelden 20 işçinin yaptığı işi şimdi bir işçi yapıyordu. Peki, bundan işçilerin gereksiz hale geldiği ve insanların işsiz ve aç kalmalarının gerekli hale geldiği sonucu çıkar mı? Hayır, çünkü mantığını ve dürüstlüğünü koruyan herkes canlı emeğe olan ihtiyacın toplumsal üretim için zorunlu olduğunu bilir ve bilimsel gelişmelerin insan ihtiyaçları yolunda kullanılması gerektiğini kabul eder. Buradan da olsa olsa kapitalist özel mülkiyetin gereksiz olduğu sonucu çıkarılır.
1980’li yılların ortalarından sürdürülen “Yeni Dünya Düzeni” eksenli burjuva propagandasına göre ise “sosyalizm öldüğü için” “krizler, savaşlar, işten çıkarmalar olmayacak” ve “uluslar ve devletlerarasında barış ve refah süreci başlayacak”tı, Ama son bir kaç yılın sosyal olgu ve olayları bile bu propagandanın çürüklüğünü kanıtlamaya yetti. Günümüzde karakteristik olan savaş, açlık ve işsizliktir. İşsizlik açısından yaşananlar ise yeni düzenci propagandacıları bütünüyle yalanlamıştır. Körfez savaşı ertesinde ülkemizde 3 yüz bin işçi işten atıldı ve işten atmalar bugünde bütün hızıyla sürmektedir. Avrupa’da en gelişmiş ekonomiye sahip olan Almanya’yı ele alalım. Alman Wirtshaftzwoehe adlı ekonomi dergisinde yer alan bir şemaya göre Almanya’da önümüzdeki 1-2 yıllık süre içinde düşünülen toplu işten çıkarma sıralaması şöyle: Siemens’te 1993’ün sonuna kadar 13 bin işçi, Wolkswagen’de aynı dönemde 12 bin beş yüz işçi, Mercedes Benz’de 1994’ün sonuna kadar 27 bin işçi, Ruhrkohle kömür işletmelerinde 10 bin beş yüz işçi, Thysen Çelik’te 8 bin işçi, Dasa Havacılık’ta 7 bin beş yüz işçi, 1995’in sonuna kadar postane işletmelerinde 13 bin beş yüz işçi ve memur. İşten atmayı takvime bağlayan yalnızca Alman tekelci kapitalistleri değil. Avrupa’nın genelinde kapitalistler büyük işten çıkarma planlan yaptı ve bugünlerde tekelci kapitalistler provalara başladı bile!
Burjuva propagandanın “değişik” türlerinden birisi de “işsizliğin az gelişmiş ülkelere özgü olduğu, büyük uygar devletlerde işsizliğin olmadığı” propagandasıdır. Aslında Almanya örneğiyle çürüttüğümüz bu propagandaya da değinelim.
Devlet açıklamalarının kaynak olarak alındığı ILO ve OECD’nin Türkiye’ye ilişkin işsizlik tahmini yüzde 14,4’tür. Bu Fransa’da yüzde 9,4, Almanya’da yüzde 6,3, İngiltere’de yüzde 8,1, ABD’de yüzde 6,7’dir. Tüm bu veriler de gösteriyor ki, işsizlik emperyalizme bağımlı ülkelere özgü bir olgu değil emperyalist-kapitalist büyük devletlerde de görülen bir olgudur.
Burjuva propagandası işçi ve emekçi sınıflardan, bu bilim dışı “teorileriyle” nasıl bir dünyayı gizlemeye çalışıyor? Kapitalizmin dünyasında orman yasaları vardır. Ve burjuvazi böyle bir dünyayı savunuyor. Bu dünyada doğaya, insana, canlıya yaşama şansı yoktur. Bu dünya da 1993 yılında “zatürreeden 3,5 milyon, ishalden 3 milyon, çocuk felcinden 100 bin çocuk yaşamını yitiriyor” (UNICEF ‘93 Raporları) Resmi devlet verilerinden oluşan bu rapora göre, “iyot eksikliği yüzünden 1 milyar insanın yaşamı tehlikededir.” “Unicef’in tahminine göre, yılda 25 milyar dolarlık bir mali kaynakla tüm dünya çocuklarını korumaya yönelik düşük maliyetli stratejilerin uygulanması gerçekleşebilir. Daha ayrıntılı bir açıklama gerekirse, başlıca çocukluk dönemi hastalıklarının denetim altına alınması, çocuklarda görülen malnütrisyonun yarı yarıya azaltılması, bütün topluluklara temiz içme suyu ve sanitasyon imkanları sağlanması, aile planlaması hizmetlerinin her yere ulaştırılması için hesaplanan gerekli kaynak miktarı budur (Aynı rapor s.1)
Kapitalizm ve burjuvazinin kendi kurdurduğu örgütün dünyada asgari düzeyde bir sağlıklı ortam için belirlediği miktar sadece 25 milyar dolardır. Ama burjuvazi bu parayı vermez, daha doğrusu veremez. Anti-komünist ve karşı devrimci propaganda için, tüm ülkelerde, her türlü medya aracıyla, her saat, birleşik ve organize “çalışma” yürüten ve bu uğurda tatlı kârlarının bir bölümünü akıtan emperyalistler, iş, çocuk ve insan sağlığı için küçük bir miktar “fedakârlığa” geldiği zaman tökezlerler. Burjuvazi 2. Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalist ve devrimci yükselişten korkup bazı biçimsel “yardım” kurumları kurmuştu. (FAO ve UNICEF vd.) Ama burjuvazinin kurduğu bu kurumlar hep “maddi kaynak yetersizliğinden” şikâyetçi olmuşlardır!
TÜRKİYE’DE İŞSİZLİK
Türkiye’de işçi sınıfı ve toplum açısından en yakıcı sorunların başında işsizlik gelir. Ancak bu önemli konuda resmi veya özel veri pek yoktur.
“İşsizlik üzerine doğruya en yakın verilerin her yıl itibarıyla Hane Halkı ve İşgücü Anketi Sonuçları’nda yer alması gerekirdi. Ancak bu serilerde gerçek boyutları tanımlama ve gruplama “tercihleri” nedeniyle Türkiye’deki işsizliği ortaya koyamamaktadır. Bu seriler; ev kadınlarını, öğrencileri, iş bulma ümidi olmayanları, mevsimlik çalışanları, özürlü ve yaşlıları, emeklileri ve irade sahibi olanları işgücüne dâhil etmediğinden, işgücü sayıları gerçeğin altında ifade edilmektedir.” (1991 Petrol İş Yıllığı s.143)
Görüldüğü gibi bu konuda istatistiksel bilgi sunan kaynaklar dahi güvenilir olmaktan çok uzaktır. İşgücüne dâhil edilmeyen yukarıdaki sosyal kategoriler, bilimsel açıdan işgücü sahibidir ve işsizdir. Örneğin; Ekim 1990 Anketinde, 900 bin ev kadını ve 200 bin öğrenci “son bir hafta içinde en az bir saat çalıştıklarından” toplam 1 milyon 100 bin olarak işgücüne dâhil olmayanlardan çıkarılarak istihdam rakamlarına eklenmiştir. “Bağımsız” görünen anket şirketleri kamuoyuna yanlış bilgiler sunarak burjuva kapitalist düzenin çıbanını saklamaya çalışıyor.
Yedek sanayi ordusu, saflarını yalnızca sanayide üretimin dışına itilen işçilerden değil, aynı zamanda tarım proletaryasının ve köylülüğün yoksul kesiminden de tamamlar. Türkiye’de, özellikle Kürdistan’da milyonlarca insan köylülüğün ayrışmasıyla büyük kentlere göç ederek işsizler ordusuna katılmışlardır. Buna Kürdistan’dan ulusal baskı nedeniyle toprağını ya da köyünü terk eden yoksul köylüleri de eklememiz gerekir.
İŞÇİ SINIFI VE İŞSİZLİĞE KARŞI MÜCADELE
Kapitalist toplumda işçi sınıfı aktif ve yedek olarak iki orduya bölünmüştür. İşsizler ordusu da dediğimiz yedek sanayi ordusu, kapitalizmin ücretli emek örgütlenmesinin bir parçası ve bu yüzden işçi sınıfının ayrılmaz bir parçasıdır.
Ücretlerin yükselmesi ya da düşmesi yalnızca aktif işçilerin mücadelesiyle değil, asıl olarak yedek sanayi ordusunun genişlemesi ya da daralmasıyla belirlenir. Yani aktif ve yedek sanayi ordusunun iş ve yaşam şartları birbirine sıkıca bağlıdır.
Yazımızda da belirttiğimiz gibi işçi sınıfının aşırı çalıştırılmasıyla öteki kesiminin işsizliğe ve sefalete mahkum edilmesi kapitalizmin mutlak yasasıdır ve bu yasaya karşı savaşmanın tek yolu “sendikalar vb. aracılığıyla çalışanlara işsizler arasında düzenli işbirliği örgütlemek” (Marx) ve ortak devrimci mücadele yürütmektir. İşçi sınıfı (çalışanı ve işsizi ile), işsizliğe karşı mücadelesini, işsizliğin kaynağı olan kapitalist sisteme yöneltmek zorundadır.
İşçi sınıfını bölme ataklarını etkisizleştirmenin ve egemen sınıflara karşı yekpare proleter sınıf kavgasını örgütlemenin önemli bir ayağıdır. İşçi sınıfı, işçi işsiz dayanışmasını kurmak ve ortak mücadeleyi örgütlemek için şunları savunmak durumundadır:
-İşsiz güçler aidat ödemeden sendikalara üye olabilmelidir.
-Aktif ve işsiz işsizler, işsizlik sigortası için ortak mücadele yürütmelidir.
Mayıs 1993