Bu yazı, Türkiye Devrimci Komünist Partisi Merkez Yayın Organı DEVRİMİN SESİ’nin 16-31 Ağustos 1993 tarihini taşıyan 165. sayısından alınmıştır.
Her şey, herkesin gözleri önünde cereyan etti. Emperyalizmin, İMF ve Dünya Bankası’nın, tekelci burjuvazinin çıkar ve dayatmalarını, “kırıtmalar” eşliğinde, “ülke ekonomisinin çıkarları” olarak yutturmaya çalışan hükümet sözcüleri karşısında, “biz özelleştirmeye ve işten atılmalara tümüyle karşı değiliz” ama “bu iş adabınca ve usulünce yapılsın ve biz de zevahiri kurtaralım” mantığıyla sürüngenler gibi yerlere kapanan sendika ağaları “işi tatlıya(!) bağladılar” Egemen sınıflar ve her türden yardakçıları, şimdilik “derin bir nefes” aldılar. (…)
Oyuncular rollerini kabaca ve bütün sahtekarlığıyla oynadılar ama henüz oyunun gerçek sahipleri tam anlamıyla sahayı dolduramadılar. Belki birçok işçi gene “sahipsiz” olduğuna derin bir acıyla hayıflandı.
Oysa boyun eğen işçi sınıfı değil; vicdanları ve cüzdanlarıyla, koltukları ve dostluklarıyla varlığını ve geleceğini egemen sınıflara bağlayarak onurunu, ihanetin kapkara utancıyla ayaklar altına seren sendika ağalarıdır, utancın lanetli halkası onların boynundadır.
Biz kez daha kanıtlanmış olan, işçi sınıfının önündeki tek seçeneğin kendi sınıf çıkarlarına, kendi geleceğine bizzat kendisinin sahiplenmek zorunda olduğu gerçeğidir. Geleceğini “kendi nasırlı ellerine” almak zorunda olduğu gerçeğidir.
O HALDE NE YAPILMALIDIR?
Bugün bir kez daha her işçi bilmelidir ki, sadece egemen sınıflar ve onların partilerinden değil; onların sınıf içindeki ajanı ve uşağı olduklarını bir kez daha kanıtlayan sendika ağalarından da bir “umut” olamaz. “İş başa düşmüştür”, “Umudumuz kendi ellerimizdedir.” Dünyanın her yerinde işçi sınıfı mücadelelerinin her gün yeniden kanıtladığı bu şiarın gereğini yerine getirmekten başka bir seçenek yoktur.
Son yılların mücadeleleri zaten işçi sınıfının ileri kesimlerini ve önemli bir bölümünü, başlıca işçi merkezlerinde “kendi geleceğini eline alma”ya yöneltmiş bulunuyor. “Yerel sendika platformları” bu gerçeğin açık ve somut bir ifadesi olarak, bir kez daha sınıf hareketinin sorumluluklarını doğrudan üstlenme göreviyle karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır. Her zaman esas gücünü fabrika ve işletmelerdeki sınıfın gerçek temsilcilerine dayandırmak zorunda olan “sendika platformları” bugün sadece kararlarıyla değil, somut ve fiili eylemiyle sınıfın pratik eyleminin birliğini temsil etmek zorundadır, işçi hareketinin umut bağlayabileceği başkaca bir sendikal mihrak da yoktur. Somut durum ve yaşanan gerçek; bugün işçi sınıfını yeni bir hamle yapabileceği noktaya doğru zorlamaktadır. Sendikal platformların sınıfın pratik eyleminin birleştirilmesi temelinde tam bir sorumluluk ve inisiyatifle ortaya çıkması sadece olanaklı değil, aynı zamanda zorunluluktur da. Bugünkü durumdan yeniden ve bir kez daha çıkarılması gereken sonuç budur.
YEREL SENDİKAL PLATFORMLAR, ORTAK SINIFSAL ÇIKARLAR ETRAFINDA GENEL GREV VE DİRENİŞİ ÖRGÜTLEMENİN BÜTÜN SORUMLULUĞUNU SAHİPLENMEK ZORUNDADIR
Yerel sendikal platformlar, gerek ortaya çıkışları itibariyle, gerekse gelişme ve yaygınlaşma sürecinde, burjuva sendikacılığının dayandığı temelleri sarsan özellikleri geliştirme eğilimine sahip oldular. Bugün bunlar açık bilinç ve sorumlulukla belirginleştirilmelidir.
Birincisi; yerel sendikal platformlar, mevcut sendika merkezlerinin tümüne rağmen bir mücadele ve birlik alternatifi olarak ortaya çıktılar. Ortaya çıkışlarından itibaren, bağlı oldukları konfederasyondan ve işkolundan bağımsız olarak, ortak sınıf çıkarlarının dayattığı bir sorumluluğu temsil ettiler ve giderek belirgin bir şekilde, temsilcilere, fabrika ve işletmelerdeki ileri işçilere dayanma eğilimi içinde oldular. Bugün sınıfın birliğini pekiştirip mücadeleye seferber edebilmelerinin en önemli koşullarından biri, bu özelliğin bilinçle geliştirilmesidir.
İkincisi; başlangıçta 1 Mayıslarda, bugün ise giderek sınıfın ortak çıkarlarının gündeme geldiği her durumda, düzen sınırlarına mahkûm olmayan, diktatörlüğün saldırılarını püskürtebilecek taleplere sahiplenme, bunları mücadelenin hedefi haline getirme eğilimini temsil ettiler. Bugün geliştirilmesi gereken en önemli özelliklerden biri de budur.
Bugün burjuvaziye karşı sadece ücret vb. talepler değil, doğrudan siyasal talepler, özgürlük ve demokrasi talepleri öne sürülmelidir. Zaten yaşanan olaylar bunu zorunluluk haline getirmektedir. Özelleştirme, işten atma vb. saldırılar, bütün bir burjuva egemen sınıflar cephesi tarafından, bütün araçlarla dayatılmış bulunuyor. Bu durumda karşı çıkışın kendisi zorunlu olarak politik bir karakter kazanmak, yani egemen sınıfların iktidarına ve onun tüm kurumlarına karşı işçi sınıfının talepleri olarak ortaya çıkmak, sadece bununla da kalmayarak, bütün emekçi sınıfların özgürlük ve demokrasi talepleri olarak ortaya çıkmak zorundadır. Burjuva sözcülerin “kahpece” bir pişkinlikle sürdürdükleri ve diğer emekçi sınıflan işçi sınıfına karşı kışkırtmayı hedefleyen alçakça demagojileri boşa çıkarmanın başkaca bir yolu yoktur. Yani bugün işçi sınıfı açıkça ve doğrudan öncü sınıf bilinç ve sorumluluğuyla hareket etmek zorundadır. Bu demektir ki, işçi sınıfı, “sömürü ve zulmün her belirtisine karşı”, “sosyalist sınıf bilinciyle”, siyasal iktidar için mücadele bilinciyle karşı çıkmak zorundadır. Talepler ve mücadelenin burayı doğru ilerletilmesi gerekmektedir. İşçi sınıfı, tüm ezilenlerin, özel olarak Kürt ulusal hareketinin özgürlük ve demokrasi taleplerini savunduğu ölçüde, bütün emekçi sınıfları kendi sınıfsal ekseni etrafında birleştirebilir. Bugün bu gerçek en geri kesimlerin bile anlayabileceği bir açıklık kazanmaktadır. j
İşte, “sendikal platformlar”, sınıf bilinçli işçiler, işçi sınıfının bütün namuslu ve dürüst temsilcileri bu gerçeğin bilinciyle hareket etmek, özgürlük ve demokrasi taleplerini bütün sınıfa mal etmek göreviyle karşı karşıyadır. “Yerel sendika platformları” bu yönüyle de, her türden uzlaşmacı-işbirlikçi akımdan açıkça ayrı temeller üzerinde yükselmek zorundadır.
Üçüncü olarak; işçi sınıfının bugüne kadarki mücadelelerinin tecrübelerinin yanı sıra, özel olarak da bugün içinden geçilen koşullar ve karşı karşıya olunan sorunlar, şu iki şeyin; işbirlikçi egemen sınıfların saldırılarının püskürtülmesi hedefiyle; işbirlikçi sendika üst yönetimlerinin sendikal hareket üzerindeki sultasına son verilmesi zorunluluğunun, sınıfın birleşik eyleminin, genel grev ve genel direnişin örgütlenmesi görevine bağlanmış olduğunu göstermektedir. Bir başka deyişle, bugün işçi sınıfının birleşik mücadele ve direnişinin örgütlenmesi, saldırıların püskürtülmesinin yanı sıra ve aynı zamanda, meşruiyetini ve otoritesini fiilen yitirmiş olan işbirlikçi sendika ağalarının sendikal hareket üzerindeki egemenliğine son vermenin de yolunu açacaktır. Yerel sendikal platformlar, pratikte sınıfın birleşik eylemini örgütlemeye yöneldiklerinde, mücadele ve direnişi örgütlemenin organları olarak hareket ettiklerinde, bunun aynı zamanda işbirlikçi sendika ağalarının sendikal hareket üzerindeki egemenliğini parçalamak, sendikaların işçi sınıfının gerçek örgütlenme, mücadele ve direniş merkezleri olarak yeniden örgütlenmesinin önündeki gerici barikatların da parçalanması anlamını taşıyacağı açıktır. Bu ise, işçi sınıfının yenilenmiş ve daha ileri bir birliği, güçlerini tahkim edip mevzilerini sağlamlaştırarak daha ileri hedeflere ilerlemesi demektir.
Bugün, işbirlikçi sendika ağalarının ihanetine karşı olmak, sınıfın birleşik eyleminden yana olmak, bunun örgütlenmesinin sorumluluk ve inisiyatifini omuzlama, pratikte bunun gereklerini yerine getirme tutumu ile birleşmediğinde, kendi başına fazlaca bir şey ifade etmiyor. Sermaye ve diktatörlüğün saldırılarına açıktan onay veren Türk-İş ve işbirlikçi üst sendika yönetimlerinden, saldırıların önünü alacak bir genel grev ve genel direnişi örgütlemeyi beklemenin ya da tabandan baskıyla bunun gerçekleşebileceğini düşünmenin, yerel sendikal platformlara da daha çok bu anlamda bir rol yüklemenin nasıl bir açmaz olduğunun, bugün, her sınıf bilinçli, ileri işçi, temsilci, her mücadeleci, dürüst sendikacı açısından çok daha anlaşılır olması gerekiyor. İşbirlikçi sendika üst yönetimleri karar almadan sınıfın birleşik eyleminin gerçekleşemeyeceğini düşünmek, savunmak ya da pratikte bu düşüncenin verdiği bir tutum içerisinde olmak, mücadeleyi örgütlemenin sorumluluğundan geri durmanın yanı sıra, pratik sonuçlan açısından bakıldığında, böylesi bir tutumla işçilere saldırılara boyun eğilmesini öğütleme arasında fazlaca bir fark bulunmamaktadır. Sadece son yaşananlar bile, işbirlikçi sendika ağlarının kararlarına değil, işçi sınıfı saflarındaki derin hoşnutsuzluk ve öfkeye, güçlü mücadele potansiyeline dayanıldığı, bunu harekete geçirecek bir faaliyet içerisinde olunduğu ölçüde, işçi sınıfının güçlü birleşik eylemlerinin örgütlenebilmesinin mümkün olabileceğini öğretmektedir.
Partimizin, bütün parti organları ve devrimci komünist militanlara gündemi-görevi, sınıf hareketinin karşı karşıya olduğu sorunları aşmada, ileri işçilerin gönüllü birliğini sağlamada, bütün güç ve enerjisiyle sınıfa destek ve yardımcı olmak, cephede mücadelenin önünü açmaktır. Mücadelenin “kalbi”, sendika genel merkezlerinin ihanet kokan salonlarında değil, fabrika ve işletmelerde, işçi ve emekçi semtlerinde atmaktadır.
Görünüm ne olursa olsun, işçi hareketinin gelişim seyri, her türden ayak bağından kurtulmaya, zincirlerinden boşanmaya doğru yol almaktır.
Eylül 1993