Yeni Bir Enternasyonale Doğru-2

İlk emperyalist savaş patlak verdiğinde 11. Enternasyonal de çökmüştü. Kimse çökmediğini ileri süremiyordu; Enternasyonal’in belli başlı tüm partileri, “Anavatan savunması” zehrini zemzem suyu niyetine içmiş, her biri “kendi” burjuvazisinin peşinde Avrupa proletaryasını birbirine karşı savaşa yollamışlardı. Sınıf kardeşlerinin dünkü temsilcileri, şimdi karşılıklı olarak birbirlerinin “ülkeleri”ne karşı savaş harcamalarına oy veriyorlar ve enternasyonal dayanışma ve birlikte dünya proleter devrimi için mücadeleyi ulusal boğazlaşmaya katılma ve hasımlaşmaya dönüştürerek hem birbirlerinin karşısında saf tutuyor ve hem de ihanet yoluyla ve uluslararası proletaryanın parçalanmasına yol açarak uluslararası burjuvazisinin parçalanmış saflarına iltihak ediyorlardı.
Ama sanki bunlar olmamış, proletarya ve enternasyonalizm davasına ihanet edilmemişti; hainler, hâlâ enternasyonalisttiler! Bir araya gelip Enternasyonal’i canlandıracaklardı!
“..her şeyden önce, Enternasyonalin veriden kurulmasının nasıl olmaması gerektiği üzene birkaç söz” diye başlayan Lenîn, şunları söylemişti:
“Bütün ülkelerin sosyal-şovenleri hepsi ae yük ‘enternasyonalisttir’i Savaşın hemen başından beri enternasyonalin durmadan tasasını çekmişlerdir! Bir yandan bize, enternasyonalin çöküşü üzerine olan sözlerin ‘abartılmış’ olduğunu söylemişlerdir. Aslında ortada önemli bir durum olmadığını söylemişlerdir. Kautsky’ye bakınız: Diyor ki, Enternasyonal ‘barış zamanının bir aracıdır; bu aracın savaş zamanında biraz arıza göstermesi doğaldır. Öte yandan bütün ülkelerin sosyal şovenleri bugünkü çıkmazdan kurtulmak için pek basit ve neredeyse uluslararası bir yol bulmuşlardır. Buldukları çare hiç de çapraşık değil, yapılacak tek şey savaşın bitmesini beklemek; savaş bitene kadar her ülkenin sosyalisti ‘kendi’ ‘anayurdunu’ savunmalı ve ‘kendi’ hükümetini desteklemelidir; savaş bitince hepsi birbirini ‘affetmeli’, herkesin haklı olduğu kabul edilmeli…
Bu konuda, Kautksy de, Plehanov da, Victor Adler de, Heine de aynı düşüncede. Victor Adler şöyle yazıyor; ‘Bu güç zamanları atlatınca ilk yapacağımız şey, birbirimizin gözündeki merteği başa kakmaktan sakınmak olacaktır. Kautsky de diyor ki, ‘Enternasyonalin kaderi üzerinde hiçbir ülkenin ciddi sosyalist kaygı verici bir şey söylememiştir.’ Plehanov da şöyle der : …’kalbin sesini kafanın sesine bağımlı tutmak çok yerinde olur. Büyük dava adına, Enternasyonal, gecikmiş bile olsa pişmanlıkları dikkate almalıdır.’
Kısacası, savaş sona erince, Kautsky ile Plehanov, Vandervelde ile Adler’den kurulu bir komisyon atanacak ve karşılıklı bağışlama havası içinde ‘oybirliği’ ile bir karar hazırlanacak. Anlaşmazlığın üzeri bir güzel örtülecek. Olup biteni anlamaları için işçilere yardım edilecek yerde, kağıt üzerinde kalan bir ‘birlik’ numarası ile işçiler kandırılacak. Bütün ülkelerin sosyal şovenleri ile ikiyüzlülerinin bir araya gelmesine, Enternasyonalin yeniden kurulması denilecek.
Böyle bir ‘yeniden kurulmanın çok büyük bir tehlike olduğu gerçeğini kendi kendimizden saklamamalıyız.” (Sosyalizm ve Savaş, sf. 37-38]
Birbirleriyle savaşan ülkeleri, onların burjuvazilerini desteklemek, “kendi” burjuvazisinin peşi sıra yürümek, ya da bunu hoş görmek, farklı ülkelerin işçilerini yalnızca birbirine düşürmekle kalmayıp, karşılıklı olarak birbirlerini öldürmeleri üzerine kurulu emperyalist politikaları açık ya da üstü örtülü olarak (Kautsky gibi sözde ‘aşırılıkları’nı ‘eleştirerek’ ve savaş harcamaları oylamasında çekimser kalarak) destekleyen burjuva, küçük burjuva bir çizgi izlemek, ihanet önemli değildi! Zamanı gelince tüm burjuva ve küçük burjuva sosyalistleri, sosyal şovenler ve ikiyüzlü uzlaştırıcı merkezciler birbirlerini bağışlayacak ve Enternasyonal’i ihya edeceklerdi!
Bu tehlikeye 111. Enternasyonal Manifestosu’nda da dikkat çekiliyor;
“Burada sadece bugün açıkça burjuvazinin kampında, onların ayrıcalıklı ve güvenilir adamları ve işçi sınıfının cellâtları olarak yer alan sosyal yurtseverleri değil; bugün II. Enternasyonal’i, yani dar kafalılığı, oportünizmi ve yöneticilerinin devrimci güç yoksunluğunu yeniden canlandırma çabasında bulunan dağınık, ikircikli Sosyalist Merkez’i de kastediyoruz” denilerek
devam ediliyordu:
“Alman Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi (USPD), Fransız Sosyalist Partisi’nin bugünkü çoğunluğu, Rusya’daki Menşevikler grubu, İngiliz Bağımsız işçi Partisi ve öteki benzer gruplar, gerçekte, II. Enternasyonal’in eski resmi partilerinin savaş öncesinde kapladıkları yeri doldurmak amacındalar: Eskiden olduğu gibi uzlaşma ve birleşme fikirleriyle ortaya çıkacaklar, bu yolla, bütün araçları kullanacak, proletaryanın enerjisini azaltacaklar, bunalımı uzatacaklar ve böylelikle Avrupa’nın çektiği sefaleti daha da artıracaklar. Sosyalist Merkeze karşı mücadele, emperyalizme karşı verilecek başarılı bir mücadelenin zorunlu önkoşuludur.” (Enternasyonal -Belgeler sf. 14-15)
“Sosyalist Merkez”in işlevi, bir yandan örtük olarak “kendi” burjuvazisini desteklemek, buna yönelik bir burjuva çizgi izlemek ve işçilerin birbirine düşürülüp kırdırılmasını onaylamak; diğer yandan “eleştirerek” ama aslında burjuva nitelikleri ve çizgilerinin özüne ilişkin bir şey söylemeyerek sosyal şovenizme güç vermek, bununla da kalmayarak onlarla birliği öngörmek ve uzlaştırıcılık olmuştur. Bu nedenle, “Sosyalist Merkez”e karşı mücadelenin, emperyalizme karşı verilecek başarılı bir mücadelenin zorunlu önkoşulu oluşundan doğal bir şey yoktur.
Eylül 1915’de İsviçre’nin aynı adı taşıyan kentinde toplanan ve yine aynı adı taşıyan bir sol grubun örgütlenmesine yol açan Zimmenyald Konferansı öncesinde ocak ayında, Kopenhag’da, 11. Enternasyonal’i yeniden kurmak amacıyla ve İsveç, Norveç, Danimarka ve Hollanda gibi tarafsız ülkelerin partilerinin girişimiyle bir konferans toplanmıştı. Konferans ve aldığı kararların iyi niyetliliğinden kuşku yoktu: “Tarafsız” sosyalist partilerin parlamento temsilcileri savaşan ülkeler arasında arabuluculuk edecek ve savaşı sona erdirmek amacıyla savaşçı hükümetlere başvurulacaktı. Savaş kötüydü; ama hepsi o kadardı. Ardından 1915’in Mart ve Nisanı’nda Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı ile Uluslararası Sosyalist Gençlik Konferansı toplandı. Tarafsız ülkelerin yanı sıra savaşçı ülkelerin kadın ve gençlik kuruluşları da katıldılar. Her iki toplantıda RSDİP temsilcileri de vardı ve Bolşevik Partisi, iyi niyetin ötesine geçilerek yalnızca savaşın ve emperyalizmin değil; sosyal şovenizmin, uluslararası proletaryanın saflarını parçalayan burjuva işçi politikasının mahkûm edilmesi için çalıştı. Sonradan Zimmenvald ve Kienthal’le devam edecek toplantılar, ya gerçek bir Enternasyonalin yolunu açacak ya da Enternasyonalin “karşılıklı bağışlama havası içinde” sosyal şovenlerin birbirlerini mazur görerek yeniden bir araya gelmeleri yoluyla canlandırılmasına götürecekti. Enternasyonal’in sosyal şoven yöntemlerle canlandırılması tehlikesi ortada duruyordu. Lenin şöyle yazdı:
“Bu konferanslar en iyi niyetlerle yapıldı, ama hiçbirisi de bu tehlikeyi göremedi. Enternasyonalistler için bir cephe hattı çizmediler. Hiçbiri, proletaryaya, Enternasyonal’in sosyal şovenlerin yöntemleriyle canlandırılmasının getireceği tehlikeleri anlatmadı. Olsa olsa, sosyal şovenlere karşı bu savaşım verilmeksizin sosyalizm davasının kazanılamayacağı işçilere anlatılmaksızın, eski kararların yinelenmesiyle yetinildi. Yani yerlerinde saydılar. (Sosyalizm ve Savaş, sf. 39)
Sonuç; Zimmenvald’dan, Kienthal’den, sonra Ekim Devrimi’nden geçilerek sosyal şovenizmin yanında uzlaştırıcı ikiyüzlü merkezciliğin de mahkum edilerek, onlara rağmen ve onlara karşı gerçek bir devrimci enternasyonal’in, 3. Enternasyonal’in kurulması oldu. Merkezciler ise, sosyal şovenlerin de katılımıyla 2,5. Enternasyonal adıyla ünlenen sarı Enternasyonal içinde örgütlendiler. Kopuşma gerçekleşti. Kopuşmadan emperyalizme karşı mücadele edilemeyeceğini vurgulayan Lenin ve Bolşevik Partisi’ne ve buna pratik vurgu yapan Ekim Devrimi’ne çok iş düşmüştü.
Bugün, 1957 ve ’61 Moskova ve Bükreş Toplantıları’ndan sonra, modern revizyonizm ve Sovyetler Birliği -ve bağlı revizyonist ülkelerin- çöküşünden sonra “iyi niyetlerle” yine bir dizi toplantılar düzenlenmeye başladı. Pyong Yang-Kore, Brasil-Brezilya ve Hindistan toplantıları gibi…
Yine bir şey olmamış gibi görünüyor, yine ihanetin aklanması yoluna gidiliyor, eski revizyonist “enternasyonal’in yine canlandırılması yoluna gidiliyor ve yine burjuva işçi politikası temelinde emperyalizm ve revizyonizmle uzlaştırıcılığa soyunan “merkezcilik”e sevimsiz bir rol düşüyor ve bu rol oynanıyor. Bugün bu rol, başlıca Brezilya Partisi’nin, PC do B’nindir.
’92 Şubatı’nda Brezilya Partisi kongresini topladı. Bu kongreye ve sonrasında gerçekleştirilen uluslararası toplantıya “önyargısız” herkes çağrıldı. Komünistlerle revizyonistler, proleter sosyalistlerle burjuva ve küçük burjuva sosyalistleri, dünya proleter devrimi davasını savunup bu yolda çalışanlarla hainler, 35 yıllık revizyonist tahribatın suçluları, modern revizyonizm karşısında tek bir ses çıkarmayıp onu onaylayanlar, onunla birlikte davrananlar… Kısacası herkes çağrılmıştı.
Kongre sonrası toplantıda yaptığı konuşmada, “…partimizin sekizinci kongresinde birçok partiyi önyargısız olarak çağırdık. Ve inanıyorum hepimiz bunun PC do B’nin olumlu bir inisiyatifi olduğunu düşünüyoruz. Brezilya Komünist Partisi (PC do B) dünya proleter hareketinin birliğine yol açabilmek ve çağdaş revizyonizme karşı mücadele edebilmek için önyargısız olarak bütün güçlerle ilişkiye geçmektedir.” diyen Brezilya Partisi başkanı Joao Amazonas günümüzün Kautsky’si rolüne soyunmuştu. Uluslararası komünist hareketi yeni bir bölünmeye götüren, yeni oportünizmin başlıca temsilcisi olan Brezilya Komünist Partisi’nin başkanının bu toplantıda yaptığı konuşma, eleştiriyi gerektiriyor. Yeni oportünizmin eleştirisinde bu konuşmanın metnini esas alacağız.
Amazonas, “…içinden geçtiğimiz dönemi bir geçiş süreci olarak tanımlıyoruz. Her ne kadar politikamız işçi hareketinin birliğinin düzeyini yükseltmek de olsa, var olan durumun neye yol açacağını bilmiyoruz. Ortada bir geçiş konumu olduğunda, bunu zorlamamalıyız” diyordu ve “işte bu yüzden” “birçok partiyi önyargısız olarak işe çağırmış”lardı.
Toplumsal olay ve olguların, siyasetin, ideolojik tutumlar ve mücadelenin boşluk tanımadığı kesindir. “Önyargı” ya da yargı, bunların varlığı ya da yokluğu; eğer edimsel süreçlere yol açıyorlarsa, sadece söylenip geçilmiş olmanın ötesinde belirli eylemlere, eylemli durumlara bağlanılıyorsa -ki doğal olarak bağlanırlar-, reddedilen  “önyargı”nın yerine ya bir başka önyargı” ya da düpedüz bilinçle var edilen ve ama açıklanmaktan kaçınılan bir yargı konuluyor demektir. Hele tarafları olan bir çatışmalı durum söz konusu ise, bu, bütünüyle kaçınılmazdır.
“Önyargı”; yeterli veriden hareket etmeyen, açıklanmış bir olay, olgu ya da duruma dayanmayan, en çok sezgisel olan, ama daha çok da, farkına varılmamış ve sistemli çözümlemesi yapılmamış tecrübelerin kendiliğinden sonucu olarak az çok doğruluğu içinde ya da tamamen yanlışlığıyla beliren bir “yargılama” halidir. Yargı ise, doğru ya da yanlış, belirli verilere sahip olan, düşünülmüş ve sonuçlar çıkarılmış olay, olgu ya da durumlardan hareket eder; sonuçların yanlış çıkarılmış olması mümkündür, eksik verili çıkarsama olabilir, ele alınışta yanlış yöntem kullanılmış olabilir. Bu durumda yargı, önyargıya yaklaşır; eleştiriye açıktır, ancak yine de belirli bir nesnel temeli ve düşünsel bir süreci içerir. “Önyargı”nın, tamamen gökten düştüğü, nesnellikle hiçbir bağıntısı olmadığı sanılmamalıdır. Ya önyargı, kendisini önyargı olmaktan çıkarmak üzere, nesnellikle uyum içindedir ya da genellikle olduğu gibi, nesnelliğin yanılsamalı bir yansıma durumudur.
Amazonas, birçok partiyi önyargısız olarak çağırdıklarını söylüyor; “geçiş süreci” ve “var olan durumun neye yol açacağını bilmiyoruz” diyor. Söz konusu ettiği, uzun süre SBKP’yi izleyen, uzun süre kendisinin de modern revizyonist olarak tanımladığı partilerdir. Bugün, Amazonas, bu saptamanın “önyargı” olduğu düşüncesindedir. Uzun yıllar “önyargı” ile ideolojik ve siyasal tutumlar geliştirmiş olduklarını böylelikle kabul eden Amazonas ve Brezilya Partisi, şimdi bu “önyargılı”   duruma bir son vermektedir. Bugün tuttuğu yol değişmektedir: “… kesin bir tavır almaksızın, bu partilerle ilişki yolları aramamız gerektiğine inanıyoruz.”
Şimdi “önyargısız” duruma geçilmektedir! Peki, bu nasıl bir “önyargısızlıktır? Yeni bir “yargı”ya varılmış ve yeni bir tespit mi yapılmıştır? Hayır, “bilmiyoruz”, “kesin bir tavır almaksızın” gibi, yeni bir yargıyı olanaksız kılan sözler ediliyor. Ne olursa olsun, burada bir yargılama ve sonuçta bir yargı vardır; ister yargı, isterse önyargı türünden bir “yargı”.
Modern revizyonist partilerle “eski”, kopuşmaya götüren ve yıllardır ayrı durmalara yol açan tanımlama ve saptama eğer bir “önyargı” olarak şekillenmişse, bugün Brezilya Partisi’ni, onlarla bir arada bulunmaya ve zorlamadan “birlik” durumuna götüren “önyargısız”lık ne türdendir? Şimdi, artık, bir tanımlama yapılmamaktadır, görünüşte bir saptama yoktur! Ama insanlar ve hele siyasal partiler, üstelik bir saptama ve buna bağlı bir tutum ve politikayı değiştiriyorlarsa, ya kendilerinin bir siyasal parti ve siyasal ve ideolojik mücadelede işe yarar bir araç olduklarını inkar anlamına gelmek ve bir kişiliksizleşmeye işaret etmek üzere, akıntıya kapılarak ve kendiliğinden, yeni bir yargıda bulunup yeni bir saptama yapmadan yeni bir tutum ve politika “içine düşmüşler” ya da yeni tutum ve politikalarına hareket noktası sağlayan yeni yargı ve saptamalarını açıklamaktan kaçınıyor, gizliyorlar demektir. Birinci durumda, reddedilen “önyargı”nın yerini yeni bir “önyargı” doldurmuş; “önyargısızlık”, hiç de önyargısız bir tutuma götürmemiş ama “önyargı” tersine çevrilmiştir, ikinci durum ise, yine bir kişiliksizleşmeye işaret etmek üzere, kendini, açık olamayan, revizyonizmin örneğin lafta sosyalizm, işte emperyalizm gibi aldatıcı ve gizleyici yöntemlerini kullanarak, revizyonist partilere bağlama ve onlarla “birlik” isteğine göre yeniden düzenlemeyi, uygulamaya konulan ama kökleri açıklanmayan ve savunulmaktan kaçınılan, sorun, “çözümsüz” ortada bırakılarak tepkileri hafifletilmeye çalışılan uzlaştırıcılığı ifade eder. Ama her iki halde de, yargı ya da söylendiği gibi “önyargı”nın, aslında Brezilya Partisi’nde bir dönüşümü belirten bir dönüşümünden söz edilmelidir. Amazonas ve partisinin gözünde, artık, eski revizyonist ihanet partileri böyle değillerdir, en azından böyle olmayabilirler; pek fazla “zorlama”dan onlarla birlikte yapılacak şeyler vardır. Ama “önyargı” ya da değil, şimdi eğer onlarla birlikte yapılacak şeyler varsa ve onlar uluslararası işçi sınıfının birliği için gerekliyse, ya son zamanlarda değişmişlerdir ya da geçmişte “suni ayrılıklar” yaratılarak onlara haksızlık edilmiştir. Brezilyalılar daha çok ikinci tezden yanadırlar ve zaten revizyonist partilerin değiştiklerine dair hiçbir işaret yoktur. Değişen, her şeye rağmen vardır; değişen, Brezilya Partisi’dir. “Önyargılar”ından arınma adına gerçek bir önyargının savunulmasına sürüklenmiştir: Revizyonist partilerin aslında sosyalist partiler olduklarına ilişkin, gerçekten, bilinci çarpıtılmış geniş halk çoğunluğu tarafından kabul gören bir önyargı. 40 yıllık sosyalizm gerçeği temelinde şekillenmiş, son 30-35 yılın tüm çarpıtmalarına rağmen hâlâ bir ölçüde itibar gören revizyonizmin “kötü” de olsa sosyalizm olduğu önyargısı.
Brezilya Partisi’nin geçmişinde bir “önyargı” değil etraflıca düşünülmüş, yıllar süren tartışmalara bağlı olarak oluşmuş ve düşünsel süreçlere nesnellik tarafından dayatılmış yargı vardı. Kruşçev, uluslararası proletaryaya bir modern revizyonizm belası hediye ederek onu ve uluslararası komünist hareketi parçalanmaya götürmüştü. 2. Dünya Savaşı’nda kazanılan zaferin yarattığı rehavet ortamında, zafer için uğraşıp didinmiş parti ve devlet ileri gelenleri “hak edilmiş” olduğuna inandıkları imtiyazların peşine düştüler. Kapitalizmden sosyalizme bir geçiş dönemi oluşturan proletarya diktatörlüğü koşullarında, burjuvazinin sınıf olarak tasfiye edilmesine rağmen, hâlâ ve komünizme kadar, giderek güç kaybedecek olsa da onun unsurlarıyla çatışma halinde olan ve sürekli olarak kısıtlanması gereken kapitalizmin unsurlarından güç alarak, onlara dayanarak ve onları geliştirerek Sovyetler Birliği ve ardından Doğu Avrupa’nın sosyalizme yeni yönelmiş ve bu yolda henüz ileri mesafeler alamamış ülkelerini soktuğu kapitalizmin restorasyonu yolunda, kapitalizme bağlanan modern revizyonizmin yargılanması, ona karşı mücadele ve ondan kopuş, hiç de sezgilerle ve bir “önyargı” oluşturmak üzere gerçekleşmemişti. Üstelik Sovyet modern revizyonizmi, temel sağcı tezleriyle Kautsky ve 2. Enternasyonal oportünizmine, buradan gelen uzantı eğilimleri üzerinde taşıyan ve emperyalizm ve “kendi” burjuvazisi karşısında uzlaşmacılık ve iktidarı almaya cesaret etme inisiyatifinden yoksun ve bu özellikleri ile 2. Dünya Savaşı’nda yalpalamış Fransız, İtalyan ve Yunan partilerinde görülen oportünizme, savaş sonrası ilk kez ABD’de ortaya çıkan ve partinin kendini feshetmesine götüren Browder revizyonizmine, Stalin ve Kominform tarafından gericilik ve emperyalizm işbirlikçiliğiyle tanımlanan ve sonra Kruşçev tarafından itibarı iade edilip aklanan Titocu Yugoslav revizyonizmine bağlanıyordu. Brezilya Partisi de içinde olmak üzere, uluslararası komünist hareketin geçmişinde bir “önyargı” saplantısı kesinlikle bulunmuyordu.
Görünüşte Amazonas da bunu kabulleniyor:
“Sovyetler Birliği’nde 1956-57’de sosyalizmin yıkılışı ile, başlangıcından farklı ve devrimci hareket için oldukça güç bir durum ortaya çıktı. Komünist partilerin büyük bir kısmı SBKP’yi ve onun revizyonist yönelimini izledi. Bu, büyük bir olasılıkla başlangıçta devrimci ideallere ihanetin açıkça ortaya konmaması sayesinde oldu. Komünist hareketin geriye kalan diğer kısmı bu revizyonist eğilime karşı isyan etti. Dünya komünist hareketi derinden çatladı. Bu kaçınılmaz bölünme, devrimci harekete büyük zararlar verdi.” (Amazonas’ın, Brasil Toplantısında yaptığı konuşmadan)
Amazonas’a göre, modern revizyonizm “devrimci ideallere ihanet”ti. İsyan ve uluslararası komünist hareketinin bölünmesi kaçınılmaz olmuştu. Kısacası, geçmişte “önyargı” yoktu. Sonuç: Geçmişte “önyargı” olmayan, sonradan, birtakım gelişmelerden sonra “önyargı” oluşturmuştu!
“Nasıl”ında bir açıklık yok, neyin ve kimin değiştiği, neden “önyargı” olmayanın “önyargı” haline geldiği belirtilmiyor, yanıtsızlık “ortada” bir durum yaratıyor, sorun bilerek “ortada” bırakılıyor, ikinci sonuç; Eskiden revizyonist olanla bugün bir arada bulunulması gerekiyor. Proletarya adına konuşulduğuna göre, revizyonistler, bugün revizyonist olmaktan çıkmışlardır, en azından “kesin bir tavır alınmaksızın” bir arada bulunulması gereken durumları tartışmalı pozisyonlardadırlar. Bir siyasal parti, hele komünizm iddiasındaysa, kafasındaki tartışmayı sonuçlandırmadan tutumlar geliştirmez; bu, o partiyi yedeklenen bir güç haline getirir. Ama Brezilyalılar kafalarında tartışmalarını tamamlamışlardır; revizyonistler, artık, revizyonist değillerdir, bu kesin; başka türlü, Brezilyalılar, Amazonas’ın konuşmasının başında sözünü ettiği revizyonist ihanetle birleşiyor duruma düşecekler ve kendi kendilerini ele vereceklerdir. Revizyonistler “son değişikliklerden sonra, bir “yeniden düzenlenme süreci”ne girmişler, komünist olmasalar bile, belki komünizan, belki ara güçler durumuna gelmişlerdir! “Önyargısızlık”, “kesin tavır almak”tan kaçınma, “bilmiyoruz” türünden “yumuşaklıklar”, bu ayrıntıya ilişkin ileri sürülmektedir. Yoksa, revizyonist olmaktan çıktıkları kesindir.
Amazonas, bugünü geçmişten, revizyonizme yaklaşım açısından şöyle farklılaştırıyor:
“Bugün, 1956-57’den farklı bir periyotla karşı karşıyayız. İşçilerin birliği hareketine kıyasla çok önemli farklılıklar var. Sovyetler Birliği’ndeki ve Doğu Avrupa’daki revizyonist partilerin sonunu getiren olaylar yeni bir durum yaratmıştır… Geçiş periyodu içinde olduğumuzu hesaba katmalıyız… Meydana gelen değişiklikleri hesaba katmaksızın eski konumumuza sıkı sıkıya bağlı olmak doğru olmayacaktır. Tarihsel önermeler konusunda ciddi bir yenilgi yaşadık. Bunun bilincinde olmalıyız.”
Proleter yargıdan burjuva revizyonist yargıya geçişi ve sonuçlarını kabullenmemeyi “önyargı”ya saplanıp kalmak olarak tarif eden Brezilyalılara göre, “önyargı”dan kurtulmanın ilk adımı, revizyoniste, revizyonist dememektir. Ve başta aktarmıştık, yeni bir kavram icat edilmektedir: “Çağdaş revizyonizm”! Tanımı yapılmamaktadır, ama anlaşılan “çağdaşlar”, modern revizyonizmin pabucunun dama atılmasına neden olmuş, onların yerini alarak “modernler”i proletaryanın yanına itmiştir! Ya da tersi: “Modernler” proletaryanın safına yaklaştıkça yerlerini doldurmak üzere “çağdaş revizyonizm” ortaya çıkmıştır. İlginç olansa, Brezilya Komünist Partisi “…çağdaş revizyonizme karşı mücadele edebilmek için önyargısız olarak bütün güçlerle ilişkiye geçmektedir”! Revizyonizme karşı mücadele için revizyonistlerle birlik!
Revizyonistler nasıl farklılaşıyorlar?
Sorunun iki yönü olduğu görülüyor Brezilyalılarda. Birincisi, gelişmelerin revizyonistler üzerinde yol açtığı “değişmeler”dir. İkincisiyse, Brezilyalılardaki değişiklikler; “bilmiyoruz”lu kendine güvensizlikler, alttan alışlar ve bir tür kişiliksizleşmedir.
Birtakım “değişiklikler” var, bir “geçiş periyodu”nda bulunuluyor; ama bunlara ilişkin pek de açıklama yapılmıyor. Oportünizmin hiç de dört başı mahmur tezlerle ortaya çıktığı, geliştirilmiş tezlere sahip olsa bile, bunları açıklıkla ve bir çırpıda ortaya koyduğu görülmemiş; gizlilik ve alttan alta “tezgâhlama” oportünizmin temel yöntemi olmuştur.
Amazonas’ta “değişikliklere” ilişkin şu genel sözler yine de bulunabiliyor;
“Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin çöküşü, sadece kendini Marksist Leninist olarak tanımlayan bizleri uyandırmadı şüphesiz. Çöküş, ayrıca var olan örgütlü hareketi de etkiledi. Çöküş, aynı zamanda SBKP’yi izleyen partileri de yeni koşullar altında teorik alanda bir yeniden düzenleme sürecine soktu. Hepsi olmasa bile pek çoğu, konumlarına, göreli bir bağlılık ile bunu gerçekleştiriyorlar.”
Nedir bu “yeniden düzenleme süreci”? Yanıt yok. Üstelik “teorik alanda” bir yeniden düzenlemeden söz ediliyor. Nedir? Revizyonizm, teorik alanda nerede ve nasıl farklılaşmıştır? Hangi yeni, doğru ya da doğruya yakın tezleri savunmaya geçmiştir. Geçmişine yönelttiği eleştiri ve geçmişinden kopuşu hangi noktalardadır? Yanıt aramak boşuna. Verilmemektedir. Çünkü yanıt yoktur.
Bugünkü revizyonizm, burjuva ve küçük burjuva sosyalizminin bugünkü şekillenişi, geçmişinin bir devamıdır; olumlu yönde bir gelişme ve ilerlemenin tek örneği verilemez, ama tersi örnek pek çoktur. Bugün, burjuva ve küçük burjuva sosyalizmi, eski tezlerini, kapitalizmin liberal Erdeklerinin, demokratizm ve onun bir unsuru olarak parlamentarizmin övgüleriyle yüceltilmesi, ile zenginleştirerek savunmaktadır. Ve “zenginleştirme” yalnızca siyasal süreçlerle sınırlı tutulmamaktadır. Ekonomide kapitalist liberasyon yüceltisi, bugünkü burjuva sosyalizminin, kapitalizmden uzaklaştığının değil, ama ona daha çok yaklaştığının ifade olarak, revizyonizmin yozlaştırıcılık alanının genişlediğini ortaya koymaktadır. Çin’den Küba’ya, ekonomik liberalizm övgüsü, yalnızca sözle yapılmamakta, bu ülkelerin ekonomik hayatını “yeniden düzenlemek” üzere hayata geçirilmektedir. “Yeniden düzenleme” adına, olumlu değil, olumsuz tez ve uygulamalarda hızlı bir artış yaşanmıştır. Bu ülkelerde özelleştirmeler sanayi ve tarımın, ticaret ve bankacılığın bütün alanlarına yayılmakta, açılan borsalarda hisse senetleriyle oynanmakta, yabancı yatırımlar teşvik edilmekte, sokaklarda dilenci nüfusu hızlı bir yükseliş göstermekte ve fuhuş yaygınlaşmaktadır. Çin, Küba ve benzerlerinde bir tek Yeltsin eksik kalmıştır; Kapitalist liberasyon hâlâ bürokratik kast tarafından uygulanmakta ve “kontrol altında” tutulmaktadır.
Ama iddiaya göre, “Çöküş, SBKP’yi izleyen partileri de yeni koşullar altında teorik alanda bir yeniden düzenleme sürecine sokmuştur.” “Birçoğu konumlarına göreli bağlılıkla bunu gerçekleştiriyorlar”! Çin, Küba ve diğerlerinin SBKP’den farklı olarak tuttukları yolun tek değişik özelliği, rejim ve parti iktidarında gevşeme ve değişikliğe yönelmeyiştir. Muhalefetteki partilerin, iktidardakilerden farklı bir yol içine girdikleri ve devrimcileştikleri ise şimdiye kadar görülmemiştir.
Brezilya partisini, yeni oportünizmin mihraklığına götüren değişiklik ise daha belirgindir.
“Eğer durumu değerlendirecek olursak, revizyonizme karşı örgütlü olarak ortaya çıkan güçlerin çok az arttığını görürüz. Önemli bir rol oynadılar ama az arttılar. Bunun yanı sıra belli hatalar işlediler. Bugün işçilerin işbirliği için mücadele hareketini farklı bir açıdan ele almalıyız… Geçiş aşamasında dünya işçi sınıfının birliği lehinde yollar aramak durumundayız. Meydana gelen değişiklikleri hesaba katmaksızın eski konumumuza sıkı sıkıya bağlı kalmak doğru olmayacaktır. Tarihsel önermeler konusunda ciddi Bir yenilgi yaşadık. Bunun bilincinde olmalıyız. Misyonumuzu yerine getirebilmek için belirli bir tarzda uygun nesnel koşullar için, soyut formüllerimiz var. Proletaryanın birliğini geliştirebilmek için daha somut yollar aramalıyız… İlk olarak biz, herkesin problemi bizim anladığımız tarzda ele almasını istemiyoruz. Hatta yanlış değerlendirme yapıyor bile olabiliriz. Biz dünya komünist hareketindeki değişiklikleri anlamak için yaşanan nesnel ve öznel süreci açıklıkla ortaya koyabilmek amacıyla ufkumuzu genişletme gereği duyuyoruz. Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin çöküşü sadece kendini Marksist Leninist olarak tanımlayan bizleri uyandırmadı şüphesiz… Var olan durumun neye yol açacağını bilmiyoruz.”
“Tarihsel önermeler konusunda yaşanan ciddi yenilgi” nedir? Sosyalizm projesi mi yenildi,
revizyonizmden kopuş mu hatalıydı? Hangisi? ‘Tarihsel önermeler”le kastedilen öyle küçük bir sorun, bir ayrıntı olmamalı. Yanlış çıkan ve yenilgiye uğranılan “tarihsel önerme” hangisiydi? Brezilyalılar, ya zamanı gelince Marksizm’in temel bir önermesini reddetmeye hazırlanıyor ve onun şimdiden yolunu açıyorlar ya da bugünkü, revizyonizmle birliği öngören tezlerini güçlendirmek üzere ve yine yanıtsız bırakarak önemli bir terslik ve “yenilgi”den genel olarak söz ediyorlar. Veya söz ettikleri somut olarak otuz yıl öncesinden başlayıp en son Arnavutluk’la noktalanan sosyalizmin sosyalizmi, Marksist ya da revizyonist “bütün” güçlerin “geniş bir cephe” oluşturmak üzere bir araya toplanması tutumunu güçlendirecek bir sonuç çıkartıyorlar. En akla yatkın olan, bu sonuncusudur. Burada Marksizm’e ve kendine had düzeyde bir güvensizlik vardır. Kişiliksizleşmeyi kabullenme vardır.
Aynı şey, revizyonizme karşı örgütlü güçlerin çok az arttığı ve üstelik belli hatalar işledikleri söylendiğinde de, geçerlidir. Az artan ve üstelik hatalar da işleyen anti revizyonist, komünist güçlerin yetersizliğine yapılan vurgu, bugün “işçilerin birliği için mücadele hareketinin farklı bir açıdan ele alınması” ihtiyacına yapılmaktadır aslında. Anti revizyonist güçler az arttı ve pek işe yaramadı, yarayacağı da yok, öyleyse pratik olarak güç oluşturacak “birlik”e gerek var? Eski yoldan büyük güçler oluşturulamadı, ama hazırda Çin gibi büyük güçler var, onlarla birlik güçlendirici olacaktır! Mantık, budur; ancak bu kişiliksizleşmenin, Marksizm’e ve kendine güvensizliğin mantığıdır.
Şimdi “sınıfın birliği lehinde yollar aramak durumundayız” deniyor. Eskiden ne lehine çalışılıyordu? Bu, bir üst paragrafta söylenenleri güçlendirici bir ele alıştır. Bir türlü artmayan anti revizyonist devrimci güçlerin artırılma çabasının beyhudeliği hareket noktası edinilmiş ve sınıfın lehine olacağı ileri sürülen, onun geniş bir kesimini kucaklayacağı öngörülen yeni birlik arayışına girilmiştir. Bu birliğin sınıf niteliği ve gerçekten sınıfın “lehine” olup olmayacağı, bu noktadan sonra önemini yitirmekte, kişilik yitimi yolundan genişlik peşine düşülmektedir. Pragmatizm, yol değildi, bundan sonra da olmayacaktır.
“Soyut formüllerimiz var… daha somut yollar aramalıyız”! Bu, Marksizm’in yetersizliği ve geçersizliğinin ilanıdır. “Somut yollar”, Çin, Küba ve diğerleriyle, içlerinde Aydınlıkçı Türk partisi de olmak üzere bir dizi revizyonist parti ile birleşme yollarıdır. “Somut yollar” kuşkusuz gereklidir, ancak, şimdiye kadar, kullanılanlar, onlara hayat veren genel Marksist yaklaşımlar “soyut formüller” olarak küçümsenmez ve geçersizlikleri ilan edilmezse.
Ve kendini hiçleştiren şu sözler : “değişiklikleri anlamak için…”, “süreci ortaya koyabilmek için ufkumuzu genişletme gereği duyuyoruz’,’, “durumun neye yol açacağını bilmiyoruz”. Bunlar, sadece kendine güvenini yitirenlerin değil, eskiden bir şey bilmediğini, dünyayı açıklayamadığını düşünen ve dolayısıyla geçmişinden kopmaya, onu reddetmeye yönelenlerin söz ve yaklaşımları olabilir. Üstelik bu “ufuk genişlemesi”ne anlama gelecek? Uluslararası komünist hareketteki değişiklikleri anlamak için gerekiyor, bu “genişleme”! Çin’in ve Çin Partisi’nin, Küba’nın, Kore’nin bugünkü durumunu anlamak için hiç de yeni bir “ufuk genişlemesi” gerekmiyor. Genişleme ihtiyacı başka yerdedir, kafa yorulması gereken, emperyalizme karşı mücadele ve onun teorik ve siyasal platformunun oluşturulmasıdır. Brezilyalılar ise, örneğin Çin’le nasıl barışırım, onları nasıl kucaklarım diye “ufuk genişlemesi”ne ihtiyaç duyuyorlar.
Ve “SB’nde sosyalizmin çöküşü, sadece kendini Marksist -Leninist olarak tanımlayan bizleri uyandırmadı şüphesiz.” Bu, çökenin sosyalizm mi revizyonizm mi, olduğu muğlâk çöküş hikâyesinin Marksist-Leninistleri “uyandırmış” olması, tam bir geçmiş inkârıdır. Sözü edilenin, başta belirtilen 1956-57 ya da doğrusu ’60’lardaki çöküş olmadığı kesindir. Kastedilen ve önceden beri SBKP’yi izleyen revizyonist partilerde “değişikliğe yol açtığı belirtilen ’90’lardaki çöküştür, SB’nin dağılması ve revizyonizmin çökmesidir. Ve Amazonas, o günlere kadar şöyle ya da böyle uyuduklarını söylemektedir. Uyanma saati, ’90’lardır Brezilyalıların. Başka açılardan eskiden de “uyanık” oldukları düşünülebilecek olsa bile, revizyonizm ve SBKP’yi izleyen revizyonist partilerin tanımlanması ve kuşkusuz onun kökleri alanında Amazonas, “çöküşle uyandırılma” durumunda olduklarını belirtiyor. Burada, açık sözlülüğün ötesinde bir şey var. Revizyonizm ve revizyonist partilerin tanımlanmasında Brezilyalılar değişmektedir; bu, onun itirafıdır. Brezilyalılar, bu yolla eskiden, bu konuda yanlış içinde olduklarını, ’90 uyandırıcısıyla şimdi “değişiklikleri anlamak için” bir “ufuk genişlemesine” ihtiyaç duyar hale geldiklerini, “neye yol açacağını bilmedikleri” bugünkü durumda proletaryanın birliği için “somut yollar aramaya” yöneldiklerini, bilmedikleri şeyler olsa da, bu “somut yollar”ın revizyonizmle birliğe dayalı olacağını belirtmiş olmaktadırlar.
Kendilerinin değişmesi ihtiyacını öylesine güçlü bir şekilde duyuyor ki Brezilya Partisi, revizyonistlerden özür dileme ve onlar önünde diz çökme anlamına gelen Gorbaçovvari bir yaklaşım benimsiyor. Hatırlanacaktır, kendilerini yıkılışa götüren ama kuşkusuz nesnel tıkanıklık ve iktidarsızlıktan kaynaklanan kendine güvensizlikle Gorbaçov ve takipçileri, “bilgi tekeline sahip olmadıklarını” söylüyorlardı. Amazonas da, işçilerin birliği adına revizyonistlerle birlik için, “herkesin, problemi bizim anladığımız tarzda ele almasını istemiyoruz. Hatta yanlış değerlendirme bile yapıyor olabiliriz” diyor. Çıkan sonuç, yanlış değerlendirme yapabileceğini baştan kabul eden güçsüzlük ve kendine güvensizlik yanında, “problemi”, yani sınıfın birliğini farklı tarzda ele alanların birliğinin amaçlandığıdır. İhtiyacı hissedilen birlik, uluslararası proletaryanın ve dünya komünist hareketinin birliği ise, kuşkusuz farklı yaklaşımlara sahip olanlarca bu birlik sağlanamaz. Bu, uluslararası proletarya hareketinin oldukça geri ve Marksizm’in proletarya hareketi içinde zaferini henüz sağlamadığı 1. Enternasyonal günleri kapandığından bu yana böyledir. Farklı yaklaşımlar bir yana, uluslararası komünist hareket açısından, etrafında birleşilecek bir platforma, Marksist öğretinin yalnızca savunulmasını değil, zenginleştirilerek geliştirilmesini ve emperyalizmin teorik temellerinin yeniden çözümlenmesini gereksinen, dünya proleter devriminin yeni ve yenilenmiş bir teorik ve siyasal mücadele platformu gerekli olmakla kalmayıp, böyle bir platform, etrafında birleşecek partilerin, Bolşevik Partisi’ni aşan bir Bolşevikleşmesini zorunlu kılar. Farklı yaklaşımlarla işçi sınıfının uluslararası “birliğinin” sağlanması ve yeni bir “enternasyonal” kurulmasına gerek yoktur. Bu, 2. Enternasyonal’in sosyal şoven yöntemlerle canlandırılması ve 2,5. Enternasyonal’in ortaya çıkmasına benzer bir sonuçtan başkasını üretmez. Bu ise, yalnızca yeni bir tehlikedir. Gerekli olan, 3. Enternasyonal tarzı bir enternasyonaldir. Katılmanın öyle kolay olmadığı, her önüne gelenin, yüzünü her gizlemek isteyenin, burjuva ve küçük burjuva sosyalistlerinin, bürokrat ya da parlamentarist sosyalistlerin katılamayacağı türden bir enternasyonal. Farklı anlayışların içinde barınacağı türden bir enternasyonal; Çin, Küba, Kore türü ülke partileriyle, muhalefetteki revizyonist partilerin kendi ulusal ve bürokratik, burjuva, küçük burjuva çıkar, ihtiyaç ve politikalarını uluslararası proletaryanın çıkar, ihtiyaç ve politikaları ardında kamufle edip, kendi politikalarına uluslararası destekler sağlayacakları ve itibar iadesinden yararlanacakları, proleter ve komünist olmaktan başka her şeyle tanımlanabilecek bir topluluk demek olacaktır.
3. Enternasyonal’e katılmak eğilimi gösteren ama gerçekte komünist olmamış ya da olmayan grup ve partilerin, Komünist Enternasyonal’e yaslanmaya çalışan, ama önceki oportünist veya “merkezci” politikalarını sürdürmelerini olanaklı kılacak bir özerkliği de korumayı uman 2. Enternasyonalden kalma partiler, ara-partiler ve “merkezci” grupların önünü kesmek üzere Komintern’in gündeme getirdiği “katılmanın 21 Koşulu” hatırlanacaktır. Özetleyerek aktarmak gerekli oluyor:
“1. Bütün propaganda ve ajitasyon, gerçekten komünist nitelik taşımalı ve Komünist Enternasyonal programı ile kararlarına uygun düşmelidir. Partinin bütün basın organları, proletarya davasına bağlılıklarını kanıtlamış, güvenilir komünistler tarafından yönetilmelidir. Proletarya diktatörlüğünden, basitçe, bilinen ve araya sokuşturulmuş bir talep gibi söz edilemez…
“Basın organlarının sütunlarında, halk meclislerinde, sendikalarda, tüketici derneklerinde -Komünist Enternasyonal taraftarlarının girme imkanı buldukları her yerde, sadece burjuvaziyi değil, onun işbirlikçilerini, her türden reformistleri sistemli ve acımasız biçimde teşhir etmek zorunludur.
“2. Komünist Enternasyonale katılmak isteyen her örgüt, işçi hareketi içinde şu ya da bu oranda sorumluluğu olan bütün görevlerden (parti örgütleri, yazı kurulları, sendikalar, parlamento fraksiyonları, kooperatifler, komünal yönetimler) reformistleri ve merkezicileri doğrudan doğruya ve planlı bir biçimde uzaklaştırmak, onların yerine sınanmış komünistleri geçirmelidir…
“3. Bu koşullar altında komünistler burjuva yasallığına güvenemezler… Kuşatma durumu ve olağanüstü yasalar yüzünden komünistlerin bütün çalışmalarını yasal olarak sürdürme imkânı bulamadıkları bütün ülkelerde, yasal çalışmanın yasadışı çalışmaya kombine edilmesi kesinlikle zorunludur.
“4. Komünist fikirlerin yaygınlaştırılması görevi, ordu içinde ısrarlı, sistemli bir propaganda yürütme zorunluluğunu da kapsar…
“5. Geniş kırsal kesimde sistemli ve planlı bir ajitasyon zorunludur… Bu görevden kaçmak ya da onu güvenilmez, yarı-reformist ellere teslim etmek, proleter devrimden vazgeçmekle aynı anlama gelir.
“6. Komünist Enternasyonale katılmak isteyen partiler, sadece açık sosyal yurtseverliği değil, sosyal pasifizmin namussuzluğunu ve ikiyüzlülüğünü de teşhir etmekle yükümlüdür.
“7. Komünist Enternasyonale katılmak isteyen partiler reformizmden ve “Merkez’in politikasından tümüyle kopuşu onaylamak ve parti üyelerinin geniş çevrelerinde bu kopuşun propagandasını yapmakla yükümlüdürler…
“Komünist Enternasyonal’in bu kopuşun en kısa zamanda gerçekleştirilmesi yolunda yaptığı talep, kayıtsız şartsız bir ültimatom niteliğindedir…
“8. …Komünist Enternasyonal’e katılmak isteyen her parti, ‘kendi’ emperyalistlerinin sömürgelerde giriştiği oyunları teşhir etmek, sömürgelerdeki her kurtuluş hareketini sırf sözlerle değil eylemlerle de desteklemek… yükümlülüklerini taşır.
“9. …Hücreler, günlük çalışmaları içerisinde, her yerde, sosyal yurtseverlerin ihanetini ve ‘Merkezcilerin ikiyüzlülüğünü teşhir etmekle yükümlüdürler.
“10. Komünist Enternasyonal üyesi olan her parti, sarı sendika birliklerinin Amsterdam ‘Enternasyonaline karşı amansız bir mücadele sürdürmekle yükümlüdür…
“11. Komünist Enternasyonale katılmak isteyen partiler, parlamento fraksiyonlarını bunlarda yer alan kişiler açısından bir revizyondan geçirmekle yükümlüdürler; bütün güvenilmez unsurları uzaklaştırmaları, bu fraksiyonları sırf sözde değil fiilen de parti yönetimlerinin direktifi altına sokmaları gereklidir…
“12. Komünist Enternasyonal üyesi partiler, demokratik merkeziyetçilik ilkesi temeli üzerinde örgütlenmelidirler…
“13. Komünistlerin faaliyetlerini yasal olarak sürdürebildikleri ülkelerin komünist partileri, partiyi içlerine sızan küçük burjuva öğelerden sistemli biçimde temizlemek için parti örgütlerinde zaman zaman temizlikler (üye kayıtlarını yenilemeler) yapmak zorundadırlar.
“14. Komünist Enternasyonale üye olmak isteyen her parti, bütün Sovyet Cumhuriyetlerine, karşı devrimci güçlerle yürüttükleri mücadelede kayıtsız koşulsuz destek sağlar…
“15. Şimdiye kadar eski sosyal demokrat programlarını korumuş olan partiler, mümkün olan en kısa zamanda bu programlarını değiştirmek ve ülkelerinin özel koşullarına uygun yeni bir komünist programı Komünist Enternasyonal kararları doğrultusunda hazırlamakla yükümlüdürler. Kural olarak, Komünist Enternasyonale üye olan partilerin programlarının, Komünist Enternasyonal’in olağan kongresi veya Yürütme Komitesi tarafından onaylanması gereklidir…
“16. Komünist Enternasyonal Kongresi’nin ve Yürütme Komitesi’nin bütün kararları, Komünist Enternasyonale üye olan bütün partiler için bağlayıcıdır…
“17. …Komünist Enternasyonal’e üye olmak isteyen bütün partiler, adlarını değiştirmek zorundadırlar…
“18. Bütün ülkelerin partilerinin’ önde gelen basın organları, Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesinin bütün önemli resmi belgelerini yayınlamakla yükümlüdürler.
“19. Komünist Enternasyonale üye olan ya da katılmak için başvuran bütün partiler, mümkün olduğu kadar çabuk, … olağanüstü bir kongre toplamak ve bütün bu koşulların yerine getirilip getirilmediğini araştırmakla yükümlüdürler…
“20. Şimdi Komünist Enternasyonale katılmak isteyen, ama şimdiye kadarki taktiklerini radikal biçimde değiştirmemiş bulunan partiler, Komünist Enternasyonale katılmadan önce, merkez komitelerindeki ve bütün önemli merkezi kurumlarındaki üyelerin en az üçte ikisinin, Komünist Enternasyonal II. Kongresi’nden önce, partinin KE’e katılması yönünde açıkça görüş belirtmiş yoldaşlarından oluşmasını sağlamalıdırlar…
“21. Komünist Enternasyonal tarafından konulan koşulları ve ilkeleri temelden reddeden parti üyelerinin partiden çıkartılması gerekir.” (Komünist Enternasyonal -Belgeler, sf. 29-34)
Komintern, III. Enternasyonal, bırakınız “problemin farklı tarzda ele alınması”na hoşgörü ile yaklaşmayı, üyesi partilerin isimlerini değiştirmeyi bile “katılma koşulu” olarak saymaktadır ve Komintern’de burjuva ve küçük burjuva sosyalizminin partilerine, sosyal şovenler bir yana, “merkezci” olanlara da kesinlikle yer yoktur; geçmişinde merkezcilik olup da katılmak isteyenlere ise, şart koşulmaktadır: Komintern 2. Kongresi öncesinde katılma lehinde açıkça görüş belirtmiş komünistler partilerin merkez organlarında üçte iki çoğunlukla yer almak üzere düzenleme yapılacak, parti programları Komünist Enternasyonal kararları doğrultusunda yeniden yapılacak ve Komünist Enternasyonal kongresi ya da yürütmesi tarafından onaylanacaktır. Nerede farklı yaklaşımların kabulü ve onlara boyun eğme, nerede III. Enternasyonal’in “tekdüze” “katılığı”. Brezilyalılar, “kesin tavır almaksızın” revizyonist partilerle “ilişki yolları arama”ları gerektiğine inanıyorlar.
Brezilya Partisi’nin değiştiği kesindir.
Değişikliğe ilişkin, artık ilginç olmaktan çıkıp değişimin kesin bir belirtisi olarak genelleşen ve her geriye adım atanın vurgu yapmadan edemediği gösterge, Stalin değerlendirilmesiyle ilgilidir. Brezilya Partisi, Marksizm’in krize girişini Stalin’e bağlamaktadır:
“Marksizm’in krizinin özünde, Stalin’in ve SBKP’nın önderliğindeki SSCB’de sosyalizmin kuruluşunun ileri bir aşamasında sosyalist kuruluşun gelişme sürecinde ortaya çıkan yeni olgular ile teorik olarak başa çıkılamamış olması yatıyor.” (Amazonas’ın konuşmasından)
Burada Stalin ve SSCB’de sosyalizmin kuruluşunda Stalin’in rolü tartışmasına girmeyeceğiz; ancak Stalin’in sosyalist kuruluşu başarıyla yöneten Marksizm’in bir klasiği olduğu ve kesinlikle “kriz unsuru” olmadığını belirtmeliyiz. Dikkat çekilmesi gereken ise şudur:
Brezilyalılar Stalin’i “Marksizm’in krizinin unsuru” sayarlarken, bu krizin gerçek unsurlarından olan bir dizi partiyi ve onların burjuva ve küçük burjuva sosyalizmlerini “kesin tavır almaksızın”, ama aslında “gerekli” tavrı alarak desteklemeye ve onlarla bir arada bulunmaya ve birleşmeye yönelmektedir. Burjuva sosyalizmine karşı kesin tavır almaktan kaçınılacak ama Stalin eleştirilecek, Çin, Kore, Küba vb. partileriyle birleşme girişimi örgütlenecek ama Stalin “kriz unsura” sayılacak -burada bir değişme gerçekleştiği ortadadır. Stalin; eleştirisi yapılacak kadar “bilinecek”, ama sıra burjuva sosyalizmi partileri ve onlarla birleşmeye geldiğinde “bilmiyoruz”, “ufkumuzu genişletme gereği duyuyoruz” denecek ve eskiden farklı ve olumlu ne gibi görüş ve yaklaşımları ortaya çıktığı hiç belirtilmeden burjuva ve küçük burjuva sosyalizminin partileriyle anlaşma aranacak! Bu, kuşkusuz yeni bir diz çökme, yeni oportünizme yol açan bir değişikliktir. Brasil Toplantısı’nda Türkiye Partisi adına yapılan konuşmada bu ele alış ve değişime ilişkin eleştiri gereğince ortaya konmuştur:
“Bugünün analizi, sorunların ortaya konması ve tatmin edici cevapların, çözüm yollarının üretimi görevi ortada duruyorken, sosyalizmin tarihsel kazanımlarının yargılanması yolunu çıkmaz yol olarak görüyor ve karşı çıkıyoruz.”
Brezilya Partisi’nde başka değişiklikler de vardı. MK tarafından 8. Kongresi’ne sunulan raporda parti, revizyonist bloğun çöküşüyle ortaya çıkan yeni uluslararası koşullarda emperyalizmin gücü ve olanaklarını olağanüstü abartıyordu. Söylendiğine göre, emperyalizm, özellikle de Amerikan emperyalizmi, bağımlı ülkeleri askeri olarak zayıflatmaya, ordularını tasfiye etmeye çalışıyordu. Sanki söz konusu edilenler bağımlı ülkeler değillerdi! Tahlillerinde “üç dünya teorisi”ne çağrışımlar vardı. Örneğin Brezilya’nın ABD’nin askeri müdahale tehdidi altında olduğu ileri sürülüyor ve “alternatif olarak, aslında bütünüyle ABD’nin güdümünde olan Brezilya ordusunun güçlendirilmesi savunuluyordu. Türkiye’nin kötü ünlü Aydınlıkçı Partisi ile bir yakınlık nedeni böylece ortaya çıkmış oluyor, uluslararası toplantılara birlikte katılmaları anlamlanmış bulunuyordu. (Aydınlık’ın “Türkiye Ordusu” ve “Dördüncü Ordu Rus Sınırına” tahlilleri hatırlansın.)
Anlaşılan, Brezilyalılar, sosyalizmin çöküşüyle de karıştırıp muğlâklaştırdıkları revizyonizmin çöküşünün yarattığı moral bozukluğunun ardından abarttıkları emperyalizmin güç ve olanaklarını, Arnavutlar (Ramiz Alia) gibi karşısında durulamaz ve gerilemeyi dayatır düzeyde görüyor ve geriliyordu. Üstelik Stalin eleştirilerine yol açan “sosyalizm öldü” kampanyasından etkilenme içinde olunduğu da ortadaydı. Hepsi bir arada, açıklayıcı olduğu söylenebilirdi. “Dev” bir gericilik dünyası karşısında duyulan korku; diz çökme ve gerilemeye götürmüş, hiç değilse gericiliğin bir kısmı ile birleşmeye yönelerek bu. gericilik dünyasında ayakta durabilme ya da kalabilme yolu seçilmişti: Yeni oportünizm. Brezilya’da da daha “düzence” ve daha “yasalca” yürünecekti. Öyle gerekiyordu!
Brezilyalıların bu durumu, modern revizyonizmi ölesiye destekleyen ve savunanlar ve kuşkusuz çöküş sonrası kendilerine bir “yeni” çeki-düzen veren ama hâlâ burnundan kıl aldırmayan geçmişin suçluları ve bugünün akıllanmamış burjuva sosyalistleri tarafından değerlendirilmemezlik edilmiyor kuşkusuz. Örneğin Türkiye’den “Gelenek” ve yazarı Aydın Giritli, yeni oportünizmin ortaya çıkışma ilgisiz kalmamıştır. İlginç yaklaşımlarda bulunuyor.
Bir değerlendirmesi, Brezilyalıların da belirttiği, çöküşün herkesi benzer şekilde ve yönde etkilediğine ilişkindir:
“Uluslararası sosyalist hareketin üzerinden, tabir caiz ise, bir silindir geçti. Bu sarsıntının geleneksel sol ile sınırlı kalmayacağını, solun tüm sektörlerinin, kaçınılmaz biçimde, gelişmelerden etkileneceğini defalarca dile getirmiştik… İster Maocu, isten yeni solcu, ister devrimci demokrat kökenli olsunlar, bugün devrimci mücadelenin birer parçası olan hareketler bu gerçeği yakından hissettiler.” (Gelenek s. 40, sf. 48)
Eski ayrılıklar Gelenek’e göre de sona ermiş olmalıydı. Kökeni ne olursa olsun tüm solcular, “devrimci mücadelenin birer parçası”ydılar. Daha açık olarak Gelenek’te şöyle yazılıyor:
“Eski devrimci demokrat, Maocu ya da yeni solcu hareketlerin bu yazı çerçevesinde birlikte ele alınmalarında bir mahzur yok. Genel olarak geleneksel sol dışı kesimler sosyalizmin son dönemecinden sonra paralel eğilimler sergilediler.”
Gelenek’ten, örneğin Brezilya’ya bir selamlama mesajı yollandığı açıktır, içlerini, yeni oportünizm dolayısıyla bir sevinç dalgası kaplamıştır. Artık kökeni ne olursa olsun tüm sol, uluslararası proletarya hareketi açısından birlikte ele alınmakta, uzatılmış el geri çevrilmemekte, yakalanmaktadır. Çünkü “sosyalizmin son dönemecinden sonra paralel eğilimler sergilenmiştir”. Yeni oportünizm, revizyonist “sol”a, burjuva sosyalizmine, kendisini onca gelişmeden sonra hâlâ sol içinde gösterme, başkalarıyla benzerliğini kanıtlayabilme olanağı sunmuştur. Gelenek de, sevinçle tüm solu, komünistinden burjuva solcusuna kadar, tek bir torbaya doldurma eğilimindedir. Bu, kuşkusuz, Brezilyalıların yeni oportünizminin de eğilimidir. Hem revizyonizm kalıntısı Gelenek’e hem de yeni oportünizmin başını çeken Brezilya Partisi’ne göre, eski ayrılıklar artık geçersizleşmiştir. Her iki tarafın da değişikliği başlıca karşısındakinde bulması doğal olmakla birlikte; yeni oportünizm kendisinin de değiştiğini söyleme açık yürekliliğini gösterme çabasına girmektedir. Gelenekçi revizyonizm kalıntısı cenahından değişiklik ve nedenleri şöyle anlatılmaktadır:
“Bu eğilimlerin Türkiye’de de izdüşümleri vardır ve bunlar tam anlamıyla uluslararası yönetimlerle örtüşmektedir. Birincisi bu kesimler, reel sosyalizmi ezen silindirin altında kendilerinin de kalacağını geç fark etmişler, tam tersine kendi günlerinin en sonunda gelip çattığını zannetmişlerdir. Birçok hareket için bu tasavvurun yıkılması güvendikleri tepelere de kar yağmasıyla mümkün olabildi. Gözlerini Çin’e dikenler, Doğu Avrupa’yla eşzamanlı olarak bu ülkenin de tıkanıklıklar yaşamasıyla durumu fark edebildiler. Yine gönüllerinde Arnavutluk’u yaşatanlar, önce restorasyona kapıları açan reformlarla, sonra çözülüşle, partinin ‘Sovyetik’ örnekleri izleyerek adını bile değiştirmesiyle şoke oldular. Troçkizm gelişmelerin karşı devrimci yüzünü görmemekte ısrar ederek, uzun süre işçi sınıflarının ‘devrimci Marksizmi’ keşfetmesini bekledi. Süreç solun değişik sektörleri arasında, öylesine ayrımcılıktan uzak işledi ki, geleneksel soldan çıkan hain sayısı kadar liberal dönek de yeni soldan çıktı.
“Bugün tablo, daha fazla akılların başlara devşirilmesini zorlamaktadır. Eski Maocuların Castrocu kesilmeleri, Perinçek örneğinde yeni bir yüzsüzlük olsa da, genelde böyle bir geç ‘ayma’ haline tekabül ediyor. Bu ‘ayma’, bir dizi örnekte olumlanması ve geleneksel solun da -gelecek için- önemsemesi gereken bir durum. Çeşitli ülkelerde birçok geleneksel sol dışı hareket, ağır da olsa bir dönüşüm yaşıyor: Kâh bugün devrimci kimliğini koruyan geleneksel sol kesimlerle iletişim kurma ihtiyacı hissederek; kâh geçmiş konfrontasyonların anlamını yitirdiğini görerek; kâh kendi modellerinin de gelişmeleri açıklamakta yetersiz kaldığını kabul ederek…” (agy)
Çöküşün kendileri yanında başkalarını da “uyandırdığı”nı söyleyen Brezilyalılarınkine paralel bir yaklaşım var burada. Sevinç ve kolları açıp buyur etme ve kabullenme hali açıkça görülüyor. Hâlâ, süreç pek kendilerini doğrularmış gibi, bir tepeden bakma ve yargılama havası var. Oysa Brezilyalı yeni oportünistler nedenli alçakgönüllüler. Revizyonizm kalıntısı burjuva sosyalistleri, Brezilyalılara göre, ne denli “konumlarına göreli bağlılıkla bir yeniden düzenleme sürecine” girseler de, üstelik ne denli çöküşle moral yıkımına uğrasalar da, oturmuş kökleri olan bir akımı temsil ediyorlar. Eylemlerinin olmasa bile havalarının ve burunlarının yüksek bir düzeyde bulunması yadırganmamalı. Brezilyalıların işi zor olacak!
Gelenekçi revizyonizm kalıntıları ya da kılıç artıkları, yeni oportünizmi bir yandan buyur ederken diğer yandan da eleştirel davranmaktan vazgeçmiyorlar. Yeni oportünizmin kendi başına bir “Bolşevizasyonu gerçekleştiremeyeceği” düşüncesindedirler, ama bu açıdan da yardım ellerini uzatacaklarını belirtiyorlar. Sevinçleri, yeni oportünizmin iltihakıyla itibar kazanacak olan burjuva sosyalizminin “sosyalizmin genel haritasında Leninizm lehine önemli kanallar açması”nın olanaklı hale gelecek olmasına yöneliktir. Şöyle söylüyorlar:
“…bu dönüşümlerin (“geleneksel sol” dışı kesimlerin dönüşümünün-ÖD) gözle görünür eksiklikleri var: Biri geçmiş bağların arılamaması, dolayısıyla tarih çözümlemelerinde dönüp dolaşıp revize edilmiş Maocu şablonların yeniden üretilmesidir. İkincisi, bu tarih bilinci eksiğinin geleceğe dönük perspektiflerin de ayağına dolanacağı açıktır… Özet olarak, bu kesimlerin yaşamakta oldukları dönüşümü kendi başlarına bir Bolşevizasyon haline getirmeleri olağanüstü düşük bir olasılıktır. İşin ilginci bu kısıtlarını fark etme erdemine sahip kimi hareketlerde kişiliksizliğe varan bir teorik iddiasızlık ortaya çıkmaktadır. Ancak tüm bu durum, sözü edilen kesimlerin iç süreçlerinin geleneksel sol tarafından bir kalemde silinmesine değil, tam tersi bir tutuma işaret etmelidir. Geleneksel sol açısından hitap ve etki alanı nicel anlamda daralırken, kapsadığı kesimler itibariyle ciddi biçimde genişlemiştir. Bu imkanı saptayabilen ve geçmişte ilgi alanının dışına attığı sol sektörlere müdahale etmeyi kendine iş edinen bir geleneksel solun sosyalizmin genel haritasında Leninizm lehine önemli kanallar açması olanaklıdır.” (Agy)
Onca tepeden bakış ve övünme, üstelik bunun neredeyse sıfır eylemli güçle ve yalnızca bir potansiyel üzerine konuşarak yapılması arasında aktarılan paragrafta tek bir doğru görüş ileri sürülmektedir: Gerileme ve “yetersizliklerini fark etme” durumuna kayan Brezilya Partisi örneği yeni oportünizmde kişiliksizleşmeye varan bir teorik iddiasızlık durumu ortaya çıkmaktadır. Bu doğrudur. Ötesi hiçliktir. Tarihi ve ondan gelerek yakın geçmiş ve bugünü doğru çözümledikleri pratik tarafından olumsuzlanmamış da sanki kanıtlanmış gibi, Gelenekçilerin başkalarına tarih dersi vermeye kalkışmaları şaşırtıcı olmuyor denemez. Ama kesin olan, kılıç artıklarının yeni oportünizmi, hem de yardıma hazır halde kabullenmeleri ve bir kalemde silip atmayacaklarıdır. Artık Brezilyalılar ve benzerleri revizyonizm kalıntılarının ilgi alanı içindedirler. Birlikte yapacak işleri olacaktır. İki tarafın da isteği ve pratik tutumları bu yönde olduktan sonra, bundan doğalı olamaz. Ama burjuva sosyalizminin kendisine yaklaşımı da, yeni oportünizmin içeriği ve bugünkü konumu açısından kuşkusuz bir gösterge olmaktadır.
Brezilya Partisi’nin geçirdiği değişime ilişkin bir başka kanıt da, burjuva sosyalizminin ona bu selamlayıcı ve kucak açıcı yaklaşımı sayılabilir.
Çöküş, değişikliklere ve farklılıklara yol açmıştır. Amerikan emperyalizmi neredeyse kadiri mutlak olmuştur. Direnecek pek az mevzi kalmıştır ve direniş hattı, geriye, burjuva ve küçük burjuva sosyalizmini kapsayacak bir sınıra çekilmelidir. Bu, sanki kendisi çöken revizyonizmin unsuruymuş ve yıllardır ona karşı mücadele içinde değilmişçesine “değişimci” yaklaşımı Brezilyalıların yeni oportünizme meyletmelerinin, Amerikan emperyalizminin güç ve olanaklarını abartma ve ondan duyulan korku ile birlikte, temel dürtüsü olmuştur. “Değişimcilik” ya da “değişim” abartısı, sonuncu kurbanı Gorbaçov’dan sonra, Brezilyalıların da başını yemek üzeredir. Ve doğrudur, her “az çok yeni sorun”, her küçük “değişim” oportünizm ve revizyonizmin yeni bir çeşidine yol açabilmekte, ona nesnel temel ve dayanak sağlamaktadır.

SOSYALİZMİN TARİHSEL KAZANIMLARININ YARGILANMASININ YOLU: ÇIKMAZ SOKAK
Amazonas, aynı toplantıda, “Bugünün analizi, sorunların ortaya konması ve tatmin edici cevapların, çözüm yollarının üretimi görevi ortada duruyorken, sosyalizmin tarihsel kazanmalarının yargılanması yolunu çıkmaz yol olarak görüyor ve karşı çıkıyoruz” şeklinde konuşan Türkiye Partisi temsilcisini konuşmasında şöyle yanıtlıyor:
“Lenin, ‘devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz’ dedi. Sosyal bilimin temel yol göstericisi budur. Hatalara karşı mücadele etmenin yeterli olduğunu savunan bazı yoldaşlar var. Fakat bu noktada durmalı ve var olan problemlerle ilgilenmeliyiz, vb… Kusura bakmayın ama bu görüş ‘nihai amaç hiçbir şeydir, hareket her şeydir’ diyen Bernstein’ın dediklerini tekrarlamaktan öte bir şey değil. Yolu aydınlatan teori olmaksızın hareket hiçbir yere götürmez. Benim görüşüme göre, bu sorun esas olarak teori alanında görülecektir.”
Çarpıtma, kesindir. Sorun problemin nerede olduğuna ilişkinken ve üstelik Türkiye Partisi yeni ve yenilenmiş bir teorik mücadele platformu önerisinde bulunmuşken yanıt olarak teori vurgusu, bir çarpıtma olmaktan öteye gitmemektedir. “Hatalara karşı mücadele” sınırlandırması da Türkiyelilerin önerisinin yakınında bile bulunmamaktadır. Tersine savunma durumundan çıkıp saldırı durumuna geçmenin ön koşulu olacak, hataların ötesinde emperyalizmin teorik temellerine ilişkin çözümleme ve Marksizm’in zenginleştirilmesi ihtiyacını ortaya koyan Türkiye Partisi’dir. Ve Bernstein. Ve onun “hareket her şey, nihai amaç hiçbir şeydir” vecizesi. Burada paralellik, “Partimiz, devrimci hareketi sarsan her değişikliğin ardından tutum değiştirmeyecektir” diyen Türkiye Partisi ile Bernstein ve revizyonizm arasında değil, çöküşle birlikte “değişiklik” ve “farklılaşmalar” temalarını işleyerek, tutum ve politikalarını ve bunlara bağlı olarak kendisini değiştirmeye yönelen Brezilya Partisi ile Bernstein verevizyonizmi arasında kurulabilir. Yorumu Lenin’e bırakalım:
“Revizyonizmin ekonomik ve siyasal eğilimlerinin doğal bir tamamlayıcısı da sosyalist hareketin sonai amacına ilişkin tutumudur. ‘Hareket her şeydir, sonai amaç hiçbir şey’ -Bernstein’ın bu beylik lafı, revizyonizmin özünü, pek çok uzun incelemelerden çok daha iyi açıklamaktadır. Bir durumdan bir başka duruma göre tutumunu belirlemek, kendini günlük olaylara ve küçük politikanın kesinti ve değişmelerine uyarlamak, proletaryanın birincil çıkarlarını ve tüm kapitalist sistemin, tüm kapitalist evrimin özelliklerini unutmak, bu birincil çıkarları, anın gerçek ya da var sayılan avantajları uğruna feda etmek- revizyonizmin politikası budur. Ve bu politikanın gerçek niteliğinden açıkça çıkan sonuç, onun sayısız biçim değişikliği göstermesi ve her az çok ‘yeni’ sorunun, olayların her az çok beklenmedik ve önceden kestirilmeyen değişiminin, gelişimin temel çizgisini çok az ölçüde ve çok kısa bir süre için değiştirse bile, her zaman kaçınılmaz olarak şu ya da bu revizyonizm çeşidinin ortaya çıkmasına yol açacağıdır.” (tenin, Marx Engels Marksizm sf. 195)
Amazonas, çok talihsiz bir yerden tutmuş ve sap elinde kalmıştır. Teoriyi küçümseyen yoktur; ama Stalin’e saldırı konusu olarak dikkatlerin sosyalist inşanın sorunları üzerinde değil, teorik temelleriyle emperyalizm ve ona karşı savaşmanın teorik ve siyasal sorunları üzerinde toplanması gerektiği tutumu ortaya konmuştur. Üstelik bu kovuş, sosyalizm deneylerinin irdelenmesi ve onlardan dersler çıkarılmasını dışlamamaktadır. Ve sorun kesinlikle bu noktada değildir. “Sonai amaç hiçbir şeydir” formülü yine kesinlikle buraya uymamaktadır. Ama uyduğu yer vardır: Revizyonist çöküşün, “tarihsel önermeler konusunda ciddi bir yenilgi” yaşanması anlamına geldiği saptaması, Brezilyalılarındır. “Nihai amaç”ta bir zedelenme aranacaksa, yeri burasıdır. Ve yine, “nihai amaç” ve “proletaryanın birincil çıkarlarını bir yana bırakarak, çöküşün getirdiği değişiklikler peşinde çöküşün güçleriyle, burjuva ve küçük burjuva sosyalizminin partileriyle, hain ve döneklerle, “nihai amaç” ve “proletaryanın birincil çıkarları” ile çelişen ve onlara karşı birlikler arayışına, hem de uygulamalı olarak giren Brezilya Partisi’dir.
Ve olan olmuştur: Revizyonizmin çöküşü gibi az çok yeni bir sorun, gelişmenin temel çizgisini tarihsel açıdan çok kısa bir süre için değiştirse bile, yeni bir revizyonizm çeşidinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Brezilyalılar kararlıdırlar, burjuva ve küçük burjuva sosyalizminin partileriyle birleşeceklerdir; bu yolda eskimiş gerekçeler ileri sürmektedirler:
“Çöküş, aynı zamanda SBKP’yi izleyen partileri de yeni koşullar altında teorik alanda bir yeniden düzenleme sürecine soktu. Hepsi olmasa bile pek çoğu, konumlarına göreli bir bağlılık ile bunu gerçekleştiriyorlar. Bu soruna nasıl yaklaşmalıyız? Bu gerçeği ihmal ederek mi? SBKP ile birlikte olan bu partileri ve tamamı oportünist olarak nitelenemeyecek olan yığınları aklımızın bir köşesinde tutmadan işçi sınıfının birliği hakkında söz söyleyecek miyiz?
“Bu konuda kesin tavır almaksızın, bu partilerle ilişki yolları aramamız gerektiğine inanıyoruz. Örneğin Portekiz Komünist Partisi’nde Alvaro Cunhal, sola doğru bir ideolojik yönelim içine girmiştir. Desteklediğimiz, yeniden kurulmuş parti (ML) ile Cunhal’ın partisi arasında büyük bir farklılık vardır. Portekiz’de emekçi kitlelerin üzerinde belirleyici bir etkide bulunan Cunhal’ın partisidir.
“Dünya proletaryasının birliğini kurma mücadelesine yaklaşımımızla ideolojik alandaki sınırlarımızı netleştirme gerekliliği vardır. İtalya’daki demokratik Sol Parti ile ilişki kurmamalıyız, çünkü bu parti işçi sınıfına ihanet eden bir partidir… Fakat herkes için durum aynı değildir. Hindistan Komünist Partisi (Marksist)in durumuna baktığımızda, dört beş yıldan beri Perestroyka’ya karşı mücadele veren ve Sovyet Revizyonizminin karşısında bulunan bir parti görürüz. Bu parti, büyük kitleler tarafından desteklenen güçlü bir partidir. Bu realiteyi ihmal etmek hatalı olur. İşte bu yüzden içinden geçtiğimiz dönemi bir geçiş süreci olarak tanımlıyoruz.”
Karar verilmiştir, ama hâlâ “geçiş sürecinden” söz edilmektedir. Bu “yumuşaklık”, tepkilerden kaçınmanın yanında, olası “aşırılık” ihtimalleri karşısında önceden zırhlanma ihtiyacından gelmektedir.
Tez ortadadır: SBKP ile birlikte olan partiler ihmal edilemez. Hindistan örneğinde verilen bir neden, bu partinin perestroykaya karşı mücadele içinde değiştiğidir, ikinci, vurgulanan ve daha temel olduğu görülen neden ise, “yığınlar”ı akılda tutmak ve bu partilerin yığınlar tarafından “desteklenen” büyük partiler olduğunu görerek “realiteyi ihmal etmemek” zorunluluğudur.
Birinci nedenden, tek bir ayrıntı (perestroykaya karşı mücadele) ile de olsa, konuşmanın bütününde, yalnızca Hindistan Partisi’ne ilişkin olarak söz edilmiştir. Bu, kuşkusuz yeterli değildir. Perestroykaya karşı mücadelenin bir partiyi burjuva ya da küçük burjuva sosyalizminin partisi olmaktan çıkaracağı ve çıkardığı iddia edilemez. Bu, her şey bir yana, geçmişte, revizyonizmin birbirleriyle mücadele içinde parçalı bir bütün oluşturduğu gerçeğini bilmezden gelmek anlamına gelir, ilk başlarda örneğin Küba ve Kore hâlâ büyük ölçüde perestroyka karşısında direnmektedir. Perestroyka, yani özelleştirmeler, yabancı sermayeye açılma, merkezi planlamadan vazgeçilmesi gibi unsurlarıyla “yeniden yapılanma”, Gorbaçov zamanında da bir dizi parti tarafından savunulmamıştır. Küba bu yola örneğin yeni yeni girmektedir. Çin ise, perestroykayı perestroyka adını takmadan savunmuş ve ileri ölçülerde uygulamaya koymuştur. Hindistan’ın perestroyka karşıtlığı bir ölçüt sayılacak ve onun olumlanmasına neden gösterilecekse, Çin ve Küba partilerinin dışlanmaları zorunlu olacaktır; çünkü bugün adını ansınlar ya da anmasınlar bu iki parti perestroyka savunucusu ve uygulayıcısıdır. Ya da perestroykaya karşı mücadelenin yeterli bir ölçüt oluşturmadığı kabul edilmelidir. Doğrusu, ikincisidir. Örneğin Brezilya Partisi, geçmişte perestroykayı savunmamasına rağmen Kore Partisi’ni Marksist saymıyordu. Yine Çin Partisi de daha Gorbaçov ve perestroyka dönemi öncesinde, Brezilyalılara göre revizyonistti. Çin de, bugün Hindistan’ın olduğu söylendiği gibi, “Sovyet revizyonizminin karşısında” idi; ama bu onu ayrı bir revizyonist mihrak oluşturuyor olmaktan kurtarmıyor ve Marksist kılmıyordu. Sonuçta, perestroykayı savunmanın revizyonizmin kaçınılmaz gereği olmadığı ve ona karşı çıkmanın bir partiyi revizyonist olmaktan çıkarmayacağı belirtilmelidir. Bu neden, neden olarak kabul edilemez ve proletaryanın birincil çıkarları ve nihai amaç açısından, birlik probleminde, “ihmal edilebilir bir realite” durumundadır.
Anti-revizyonist güçler küçük ve pek artmayan güçler durumundayken SBKP ile birlikte olan partilerin büyük güçler oluşturması ve “yığınlar tarafından destekleniyor” olmalarının neden olarak ileri sürülmesine gelince… Yığınlar pek çok ülkede artan ölçüde faşist partilerin de peşine takılıyor ve bilinçsizce olduğu kadar kendi çıkarlarına da aykırı olarak onlara destek veriyorlar. Bundan ne sonuç çıkar? Kuşkusuz faşist partilerle birlik değil, ama bir aydınlatma ve eğitme faaliyetine olan acil ihtiyaç. Kitlelerin yanlış olarak bulunduktan konumlardan doğru konumlara yükseltilmesi, proletarya partilerinin sürekli bir çabası durumundadır ve öyle olmalıdır. Ama kitlelerin yanlış olarak, bir bilinç çarpıtması sonucu ya da kendiliğinden bulundukları yerlerin önünde ve dolayısıyla yığınların ve kendiliğindenliğin önünde diz çökmek, kendilerine Marksist-Leninist sıfatını yakıştıranların hiçbir zaman yapmayacakları şeylerdendir. “Yığınlar” ve onların belirli bir bölümünün çeşitli revizyonist partileri destekliyor olmaları, neden bu partilere karşı (ve bunlar, karşı devrim güçleri olduklarından zorunlu olarak) bir mücadele ve bu mücadelenin gelişimine bağlı olarak yığınların onların etkisinden kurtarılmaları sonucuna değil de, destekledikleri burjuva ve küçük burjuva sosyalizminin partilerinin desteklenmesi ve onlarla birleşilmesi sonucuna götürsün? Ve üstelik belirli ideolojilere sahip politik partiler söz konusu olduğunda ve onlarla birlik tartışıldığında, temel sorun “yığınlar” değil, sahip olunan ideolojik tutum ve izlenen politikalardır. Yığınları kazanacak olan, tam da politik çizgidir ve bir kere “yığınlar” sözü edildiğinde yapılması gereken çok açıktır: Birlik için üst tabakalara, yönetimlere değil yığınlara, aşağı tabakalara gidilmelidir. Bırakın yılların sicilli ve üstelik iktidarda oldukları ülkelerde yığınlara kan kusturan revizyonistlerini. Yığınlar karşısında onlar kadar suç işleyen azdır. Birlik sorununu yığınların içinde çözmeye gidin. Burada yine geçici bir durum uğruna “nihai amaç” feda edilmektedir.
Tutulan, Kautsky’nin, Lenin tarafından mahkûm edilmiş yoludur:
“Kautskyciliğin en yaygın yutturmacalarından biri, ‘yığınlar’a başvurmasıdır. Biz, diyorlar, yığınlardan ve yığın örgütlerinden kopmak istemiyoruz! Ama Engels’in sorunu nasıl koyduğunu düşünün bir. 19. yüzyılda İngiliz sendikalarının ‘yığın örgütleri’ burjuva işçi partisinden yanaydılar. Marx ve Engels bu temel üzerinde onunla uzlaşmadılar, onu sergilediler. Birincisi, sendika örgütlerinin doğrudan proletaryanın bir azınlığını kucakladığını unutmadılar. O zaman İngiltere’de, şimdi Almanya’da olduğu gibi, proletaryanın beşte birinden fazlası örgütlenmiş değildi. Kapitalizm koşullarında proletaryanın çoğunluğunun örgütlenebileceğim kimse ciddi olarak düşünemez. İkincisi -ve asıl sorun budur- sorun, bir örgütün büyüklüğü sorunu değil, politikasının gerçek ve nesnel anlamı sorunudur: Bu politika yığınları temsil ediyor mu, onlara hizmet ediyor mu, yani onların kapitalizmden kurtulmalarını amaçlıyor mu, yoksa azınlığın çıkarlarını, azınlığın kapitalizmle uzlaşmasını mı temsil ediyor? İkincisi, 19. yüzyılda İngiltere için doğru idi, şimdi de Almanya vb. için doğrudur.
“Engels eski sendikaların -ayrıcalıklı azınlığın- ‘burjuva işçi partisi’ ile ‘en alttaki yığınlar’ arasına, gerçek çoğunluk arasına, bir ayrım koyuyor ve ‘burjuva saygınlığı’na bulaşmamış olan bu sorunculara başvuruyor. Marksist taktiğin özü budur.” (Marks, Engels, Marksizm, sf. 256)
Cunhal’ın ya da bir başka revizyonistin “büyük” ve “yığınlar” tarafından desteklenen, aslında yığınların gerçek çıkarlarının karşısındaki örgütü, tıpkı Castro’nun partisi gibi, siyasetin nesnelliği tarafından gerekli kılındığında, örneğin emperyalizme karşı belirli bir direniş ve mücadele yürüttüklerinde desteklenecekleridir. Bu, “büyük” olmasalar da böyledir ve Hindistan Partisi açısından da geçerlidir. Ancak “yığınlar”, “büyüklük” ya da bir başka gerekçeyle Marksizm haini döneklerin ideolojik olarak desteklenmesi, onlarla uluslararası proletaryanın birliği açısından bir yan yana geliş ve birlik -bu, ihanete çanak tutmak ve uluslararası proletaryanın saflarını parçalamak ve proleter dünya devriminin güçlerini bölmek olur.

REVİZYONİZMİ DE KUCAKLAYAN “BİRLİK”
Bir kere daha vurgulamak gerekiyor:
“Dünya işçi hareketi içerisinde tek Marksist çizgi, yığınlara oportünizmden kopmalarının kaçınılmazlığını ve gerekliliğini açıklamak, oportünizme karşı amansız bir savaşım vererek devrim yolunda bunları eğitmek, ulusal liberal işçi politikasının o kesin iğrençliğini gizlemek değil, sergilemek için savaşım deneyimlerinden yararlanmaktır.” (Age, sf. 257, abç.)
“İhanet”e gelince; neden “İtalya’daki Demokratik Sol Parti işçi sınıfına ihanet eden bir partidir” de, örneğin Cunhal’ın Portekiz Partisi ya da Çin Partisi ihanet içinde değildir ve onlarla birleşilmesi için arayış içine girilir? Fark nerededir? İtalyanların isim değiştiren partisinin iyice sağa savrulduğu, komünist adına ve sembollerine bile tahammül edemediği bilinmektedir ve diğerleri hâlâ komünist adını ve sembolleri kuşanmaya devam ediyorlar. Ama hem İtalyanlar hem de diğerleri aynı ihanetin içinden geliyorlar ve siyasal ve ideolojik olarak göreli gericilik düzeyi farklılığı dışında, öz olarak birbirlerinden farklı değillerdir. Biri, yani İtalyanlarla birlik kolay savunulur ve kolay ikna edilir değildir, dışta tutulmakta ve diğerlerinin savunulması denenmektedir. Geçmişi bir yana bugün boğazına kadar özel mülkiyetin genişletilmesi batağına batmış Çinliler nasıl oluyor da hain olmuyorlar ve “nihai amaç” ve “proletaryanın birincil çıkarları” göz önünde tutulduğunda özel mülkiyetçilik nasıl oluyor da onaylanabiliyor?
Revizyonizmi de kucaklayan “birlik” ve II. Enternasyonalin yeniden canlandırılması türünden bir Enternasyonal peşinde olan Brezilya Partisi, bu “birlik”in, “sabırlı ve uzun bir mücadele süreci sonrasında erişilebilecek bir amaç” olduğu düşüncesindedir ve sürece şöyle yaklaşmaktadır:
“Yapay yollarla bu süreci hızlandırmaya çalışmak yanlış olacaktır. Yapılması gereken, sınırları belli sonuçlara ulaşmak değil, en iyi çözümleri bulabilmek üzere sorunları derinliğine değerlendirebilmektir.”
Brezilyalılar bir kez tutumlarını ve kendilerini değiştirerek revizyonistlerle birlik peşine düşmüştür ve hızlı davranışlarla bunun bozulmasını istememekte, bir arada bulunuşu uzatacak, kopuşunu önleyecek gerekçeler ileri sürmektedir: “Derinleşmesine değerlendirme” ihtiyacı! Değerlendirilecek olan nedir? Birleşirken yapılmayan “derin değerlendirme” neden birleşilme tutumu ortaya konduktan sonra yapılma ihtiyacı duyuluyor? Aynı “derin değerlendirme” ihtiyacı, 2. Enternasyonal’in çöküşüne bağlı olarak sosyal şovenlerden kopuşa karşı çıkarken “yeterince tartışılmadı” gerekçesi ileri sürüldüğünde de duyulmuştu. Lenin’se, şöyle yanıtlamıştı:
“Bugünkü savaşın emperyalist, yağmacı ve proletarya düşmanı özellikleri, çoktan teorik bir sorun olma aşamasından çıkmıştır. Emperyalizmin bütün temel özellikleri, teoride, … değerlendirildi; bu sonuçları bütün ülkelerin sosyalist basını binlerce kez yineledi durdu… Basel’de bütün ülkelerin proletarya partilerinin temsilcileri, emperyalist nitelikte bir savaşın yaklaşmakta olduğu üzerine olan sarsılmaz inançlarını oybirliği ile ve resmen belirttiler ve bundan taktik sonuçlar çıkardılar. Bu yüzden, diğerleri yanında ulusal ve uluslararası taktikler arasındaki ayrımlar üzerinde yeteri kadar tartışılmadığına değinen bütün sözleri, hiç düşünmeden safsata olarak reddetmek zorundayız… Sosyalist partiler tartışma kulüpleri değil, savaşım veren proletaryanın örgütleridir; birkaç bölük, düşman saflarına geçince bunun adı konmalı ve bunlar hain olarak damgalanmalıdır; ’emperyalizmi herkes aynı şekilde anlamaz’ türünden sözlere ya da bu sorun ‘yeterince tartışılmadı’ gibi ikiyüzlü sözlere kendimizi kaptırmamalıyız.” (Sosyalizm ve Savaş, s. 100)
Burjuva ve küçük burjuva sosyalizmiyle, “yeterince tartışmadan”, “ufkunu genişletmeden”, “derinlemesine değerlendirmeden” birleşmeye yönelen ve “tartışma” ve “değerlendirme” için süreyi birleşme girişiminden sonrası için, şimdi öngören Brezilyalılar, bu durumun “halen yönetimde bulunan Küba, Vietnam, Kore ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin kardeş partileri için de geçerli” olduğunu belirterek son derece yumuşak ve kendine ve uzaklaştıkça Marksizm’e güvensiz üsluplarıyla şöyle diyorlar:
“Bu ülkelerde halkı yöneten partilerin yönetim tarzları yine belirli koşullar altında aynı doğrultuda olmayabilir. Fakat bu ülkelerde devrimi yürüten güçlerin yönetimde olduklarını ve düşman ateşi altında kendi ülkelerindeki değişimleri gerçekleştirme doğrultusunda sıkıntı içinde olduklarını inkar edemeyiz.” (Amazonas’ın konuşmasından)
Sosyalizmin “farklı yönetim tarzları” “olabiliyor”! Bürokratik, burjuva ya da parlamentaristi Bu denli geriye düşme can sıkıyor; ama Ramiz Alia’nın Arnavutluk’taki hızlı çukurlaşmasından sonra şaşırtıcı değil!
Daha önemlisi, “derinlemesine değerlendirme” henüz yapılmadan ve “bilmiyoruz” dendikten hemen sonra, Küba, Vietnam, Kore ve Çin’de “devrimi yürüten güçlerin yönetimde olduklarım” “inkâr edememektir”. Bu ülkelerde bir tür “devrim” yürütülmektedir; ama bu, özelleştirme aracılığı ile özel mülkiyetin yaygınlaştırıldığı ve zaten pek haklara sahip olmayan proletarya ve emekçilere karşı yürütülen bir “devrimdir”. Bu ülkelerde devrimin yürütülmesi bir yana proletarya ve emekçiler burjuva diktatörlüklerinin baskısı altındadırlar ve yakın zamana kadar bu düşüncede olan, nesnel durumu bu yönde saptayan Brezilya Partisi, nedense yani bir düşünce değişikliğine uğramıştır. Bununla, emperyalizmin saldırganlığından duyulan korku ve dünyada kendisini pek yalnız hissetmesi arasında yakından bir bağlantı vardır.
“Çin örneğini ele alalım. Uzun zamandan beri ÇKP’yi destekledik. Daha sonra belirli somut koşullar altında kendilerini bayağı eleştirdik. ‘Uç dünya teorileri’ ile aynı tarafta olmazdık. İlkelerimizi savunmak durumundaydık…
“Çin, partiye büyük zararlar veren Kültür Devrimi örneğinde olduğu gibi ciddi fırtınalar yaşadı. Yakın tarihinde bunun yanı sıra pek çok zig zag çizdi. Yine de Çin devrimci yolda kalabilmek için çaba sarf etmektedir… Çin örgütlü ve gelişmiş bir ülke olarak kalmaktadır. Dünyada önemli bir rol oynamaktadır. Bu yüzden Brezilya Komünist Partisi, Çin’de neler olduğunu, bu ülkedeki gerçek durumun ne olduğunu daha iyi anlama çabası içerisindedir… Çin’deki gibi büyük bir deneyime sahip güçlü bir partiye ne bir politik hattı dikte etmeye ne de tavsiyede bulunmaya niyetimiz yok.”
Burada ne söyleniyor? Brezilya Partisi’nin ÇKP ile birleşme girişimini açıklayabilmek üzere söylenecek söz arandığı ama bulunamadığı ortada değil mi?
Önce eleştiriliyor. Sanki “üç dünya teorisi” ve ona temel olan yaklaşımlar bugün değiştirilmiş ve ÇKP tarafından savunulmuyormuş gibi, bu teori ile aynı tarafta olunamayacağı belirtiliyor. Peki, nasıl olunuyor? Ve olumlu tek bir kanıt ileri sürülmeden “yine de Çin devrimci yolda kalabilmek için çaba sarf etmektedir” denebiliyor! Ne tür bir çaba, nerede sürdürülmüş bu çaba?! Brezilyalıların hiçbir gerekçe bulamadan kendisiyle birleşmeye yöneldiği Çin üzerine epey kafa patlatmak, içine girdiği “bu ülkedeki gerçek durumun ne olduğunu daha iyi anlama çabasını” iyice “derinleştirmek” zorunda kalacağı anlaşılıyor! Bu tutum komünistlerin tutumu değildir. Hiçbir komünist bilimsel açıklamasını yapmadan, hele uluslararası komünist harekete yeni bir yol dikte ettirmeye yönelerek tutumlar alamaz. Ama bir kere Brezilya Partisi, ÇKP ile birleşmeye niyet etmiştir. Ve bunu kötü bir biçimde yapmıştır: ÇKP önünde diz çökerek. “Büyük deneyime sahip güçlü parti” imiş ÇKP! Politika geçmiş deneyimler söz konusu edilerek değil bugünkü durum esas alınarak yapılıyor. Bu ideolojik birlik arayışı açısından daha da fazla geçerlidir. “Güçlülük” sorununa ise Lenin’den aktarmayla güçlendirilerek değinilmişti. Böyle bir partiye “tavsiyede bulunmaya” da niyetleri olmadığını açıklıyor Brezilyalılar. Demek ki hiç mücadele de olmayacak. Tam diz çöküş!
Brezilya Partisi, Koreliler hakkında “yeni bir toplum kurmak doğrultusunda sağlıklı bir çaba harcıyorlar. Eğer hesaba katılması gereken problem, onların en iyiyi seçip seçmemeleri ise, biz onların pek çok savaşta ispatladıkları görüşlerine saygı duyuyoruz, güveniyoruz” diyor. Sonra soruyor: “Kore bizim tarafımızda mı yoksa düşmanın tarafında mıdır? Bizce Kore bizim tarafımızda, yani anti-emperyalist ve devrimci taraftadır.”
Aslında Brezilyalıların ortaya koydukları platformda ciddi şekilde muğlâk Kore, evet, anti-emperyalist taraftadır. Amerikan emperyalizmi karşısında belirli bir direnişi sürdürmektedir. Ama bu ayrıdır, anti-emperyalist platform başkadır; komünizmin platformu başkadır, bir dizi burjuva ve küçük burjuva siyasal gücün içinde barınabileceği, kendisine bir yer bulabileceği ve bu yönüyle teşvik edilmesi gereken anti-emperyalist platformdan ötededir komünizmin, uluslararası proletaryanın platformu. Ve Brezilyalılar, çeşitli güçlerin anti-emperyalist eğilimleri taşıyıp taşımadıklarını değil, uluslararası proletaryanın birliği sorununu ve onun komünizmden başkası olamayacak platformunu gündeme getirmişlerdir. Bu platformdaysa, Çin kadar Kore’ye de yer yoktur. Eski feodal sömürge Kore ile kıyaslandığında Koreliler yeni bir toplum kuruyorlar. Ama literatüre yerleşmiş terimlerle oynamaktan kaçınmak yerinde olur. Komünistlerin, açıklama yapmaksızın kullandıklarında “yeni toplum” ile kastettikleri komünist toplumdur ve Kore’de kurulmakta olanın bununla bir ilgisi yoktur. Bu yolda “sağlıklı” oluşu bir yana, çaba harcanmasından söz edilemez. Ve yeni bir kişiliksizlik işareti olarak, “yeni toplumu” Korelilerin “en iyi” yoldan kurduklarına duyulan güven ve bunun tartışma konusu yapılmaktan kaçınılması, bir başka diz çöküş olarak anlaşılabilir.
Vietnam ve Küba üzerine söylemler bunlardan farklı değil.
Amazonas’ın konuşmasında üzerinde durduğu ikinci konu Marksizm’in krizidir. Marksizm’in bir kriz içinde olduğu ve bunun kaynağının, yalnızca son revizyonist çöküşte değil, eski sosyalist ülkelerde kapitalizmin restorasyonunun baş göstermesi ve bunun Kruşçev’in başlattığı Marksizm’e ve işçi sınıfına ihanetle yönlendirilmesinde olduğu açıktır. Revizyonizmin. iktidar nimetlerinden yararlanarak uzun süren egemenliği bu krizi derinleştirmiş ve üstesinden gelinmesinin koşullarını zorlaştırmıştır. Marksistlerin de bu konuda üzerlerine düşeni yerine getirdikleri söylenemez.
Yazımızın geçen sayı yayınlanan ilk bölümünde bu sorun üzerinde uzun boylu durmuş; kapitalizmin restorasyonu, modern revizyonist ihanet ve tahribatı yanında, bu dönem boyunca Marksizm’in teorik önermelerinin savunulmaya çalışılmasının ilerisine geçilip onun, gelişen yeni olay ve olgularla ilerleyen bilim ve bunlara dayanarak emperyalizmin yenilenen teorik temellerine karşı, sözü edilen nesnelliklerden güç alarak ve onların çözümlenmesine bağlı olarak, zenginleştirilip geliştirilmesi ve bu temelde bir saldırı gücü olarak dünya proleter devriminin yeni ve yenilenmiş bir teorik ve siyasal mücadele platformu yaratılamadığını belirtmiştik. Yeni ve görece önemli her toplumsal eylem ve değişikliğin, cansız bir doğmalar yığını olmayan Marksizm’de yansımasını bulmasından doğal bir şey yoktur. Ve dünya 2. Dünya Savaşı sonrası ve özellikle eski sosyalist ülkelerde kapitalizmin restorasyonu ile birlikte büyük ve ciddi değişikliklere uğramıştır. Geri değiştirici unsurların başında gelen revizyonizmin bu rolü ve yol açtığı kafa karışıklığı krizin asli unsurlarından olarak onun uzunluğunu da etkilemiştir.
Ancak Marksizm’in krizi, onun içinden çıkılmazlıklarla karşı karşıya olması ya da çözümsüz kalması anlamına gelmiyor. Bu tür bir kriz karşısında, Marksistlere düşen görev, revizyonizme ve yarattığı kafa karışıklığına karşı mücadeledir; Marksizm’in krizi lafı edip durmak değil. Lenin’in Amazonas’ın söz konusu ettiği “Marksizm’in Tarihsel Gelişmesinin Bazı Özellikleri” adlı makalesinde söylenen budur:
“Bunalımın derinliğini ve buna karşı savaşma zorunluluğunu kavramış bütün Marksistleri, Marksizm’in çeşitli ‘yol arkadaşları’ arasında burjuva etkisinin yayılmasıyla, tamamen karşıt yönlerden çarpıtılmakta olan, Marksizm’in teorik dayanaklarının ve temel önermelerinin savun-lamsı yolunda birleştirmekten daha önemli bir şey yoktur.” (Marks Engels Marksizm, sf. 221)
Brezilyalıların yapmadıkları tam da budur. Onlar bütün Marksistleri, burjuva revizyonist etkiyle çarpıtılma durumunda olan Marksizm’in teorik dayanakları ve temel önermelerinin savunulması yolunda birleştirme yerine tam tersini yapıyor ve kendileri de krizden çıkışın değil, krizin unsurları oluyorlar: Marksizm’in teorik dayanakları ve temel önermelerinin savunulması değil, çiğnenmesi yolunda birlikler oluşturma girişimi içindedirler. Burjuva ve küçük burjuva sosyalizmi partileri önünde diz çökülerek sağlanmaya çalışılan “birlik” kuşkusuz bütün Marksistlerin birliği değil, ona karşı anti Marksist bir birlik olmaktadır.
Ve “Marksizm’in krizi”ne ilişkin ikinci önemli şey, bu krizin aşılma yoluna girildiği, bunun yalnızca öznel koşullarının değil nesnel koşullarının da birikmekte olduğudur. Uluslararası komünist hareket uzun zaman sonra ilk kez bu potansiyele sahiptir ve bü döneme denk düşmek üzere Amazonas “Marksizm’in krizini” gündemine almaktadır. Üstelik krizden kurtulmayı değil, onu derinleştirmeyi hedefleyerek ve krizin yeni bir unsurunu, yeni oportünizmi var ederek. “
Boş laf etmek değil, Lenin’in deyimiyle, “dağılmanın kaçınılmazlığının nedenlerini anlamak, bu dağılmaya karşı tutarlı bir savaşım içinde safları sıklaştırmak, terimin en doğrudan ve en kesin anlamıyla, bugünün Marksistlerinin görevidir.” (Age)
Dağılma, Brezilya Partisi’nin yeni oportünizmin başını çekmesinde de görüldüğü gibi, hâlâ kendisini kaçınılmaz kılan nesnelliğe -ve yanı sıra öznel koşullara-sahiptir. Ama giderilmesinin koşulları da en az onun kadar ortaya çıkmıştır. Dağıtmaya katkıyı Brezilyalılar yapıyorlar, proletaryanın gerçek güçleri “dağılmaya karşı tutarlı bir savaşım içinde safları sıklaştırma” görevine sarılmak zorundadırlar. Uluslararası komünist hareket bunu başaracak güç ve olanaklara potansiyel olarak sahiptir. Ve başka alternatif de yoktur.

Aralık 1993

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑