Dünya işçileri ve halkları ile birlikte, israil hükümeti ve ordusunun filistin halkına yönelik soykırımını lanetliyoruz!
Uluslararası Marksist Leninist Partiler ve Örgütler Konferansı’nın kuruluşunun ilan edildiği Quito Deklarasyonu’nun 20. yıldönümüyle paralel olarak, Latin Amerika Marksist Leninist Komünist Partileri, Türkiye ve İspanyalı Marksist Leninist Komünistlerinin de dostça katılımlarıyla birlikte, geçtiğimiz yıl yaptığımız özel ve genel çalışmamımızı değerlendirmek; genel olarak dünya ve özel olarak Latin Amerika ülkelerindeki durum ile ilgili perspektifimizi analiz etmek amacıyla bir araya geldik.
Gerçekleştirilen sunum ve tartışmalarda gözlemlediğimiz, farklı düzey ve boyutlardaki eksikliklere rağmen, partilerimizin aktif oldukları; işçi sınıfı ve halk kesimlerini birleştirmek, siyasi iktidarı ele geçirme perspektifiyle siyasi pozisyonlarını yükseltmek, mücadelelerini ilerletmek, farkındalık yaratmak; yanı sıra saflarını genişletmek, ulusal politik hayat içinde etkili politik güçlere dönüşmek için yoğun çaba harcadıklarıdır.
Daha derin ve sürekli bir dikkat gösteremiz gereken karmaşık bir sürecin tam ortasında şekilleniyoruz. Latin Amerika, ABD emperyalizminin ve diğer emperyalist güçlerin temel etki alanı olmaya kesin olarak devam ederken, Avrupa Birliği ve alışık olmadık şekilde Çin ve Rusya; BRICS aracılığıyla bu alanın oluşturduğu pazar ve doğal kaynaklarından pay almak için acele etmekte, bu, Latin Amerika’yı emperyalistler arası çekişmede önemli bir bölgeye dönüştürmektedir. Bunlar siyasi yansımalara neden olmakta ve olmaya devam edecektir, konuyu akıllılıkla ele almamız gerekmektedir.
Latin Amerika’nın durumunu karmaşıklaştıran bir başka konu ise, yıpranmış neoliberal reçetelerle bağlanmış kukla hükümetlerden daha fazla, bazı ülkelerde sistem politikalarının, ilerici hatta sol olarak tanımlanan; halklarımız üzerindeki etkilerini önemli oranda koruyan hükümetlerin programları aracılığıyla ifadelerini bulmalarıdır.
Ülkelerin çoğunluğunda demokratik hakların ve kamusal özgürlüklerinin kısıtlanması; eylemlerin kriminalize edilmesi, devrimci militanların, sendikal aktivistlerin ve genel olarak toplumsal aktivistlerin, sadece varsayımlara dayanarak ve halk kitleleri lehine ya da hükümete muhalif politik etkinlikler örgütleme gerekçeleriyle; terörizm ve devlete isyana kadar vardırılan suçlarla yargılanmaları yönünde yükselen bir eğilim mevcuttur.
Kıtamızdaki bu eğilimi doğrulayan tutumlar Arjantin, Brezilya, Kolombiya, Meksika, Peru, Şili, Paraguay, Ekvador ve Orta Amerika ülkelerinin çoğunda gözlemlenmektedir.
Bu olumsuz eğilim, bizi, demokratik hakların savunulması ve insan hakları kazanımları için verilecek mücadelenin, aynı zamanda partilerimiz ve halklarımız arasındaki enternasyonalist dayanışmanın yükseltilmesi zorunluluğuyla karşı karşıya bırakmaktadır.
Genel durum, partilerimiz için, teori ve bugüne kadar sınırlı olarak geliştirdiğimizden daha geniş ve yoğun propaganda çalışması yapılmasını dayatıyor.
Karşımıza çıkan bir çok olgu arasında BRICS projesi ve politikaları da bulunmaktadır; bunlar, halklarımız arasında, üye ülkelerinin hükümetlerinin yakın günlerde özel olarak vurguladıkları üzere, Çin, Rusya ve Brezilya hükümetlerinin sol eğilimler tarafından yönetildiğine inanılması türünden çokça kafa karışıklığı yaratmaktadır; gerçek ise, ilk ikisinin emperyalist pozisyon aldığı ve üçüncüsünün de emperyalizmle ittifak halinde burjuva bir hükümet olduğudur.
Kitleleri aldatan ve solun gerçek pozisyonunu ve itibarını sarsan kendilerini solcu olarak tanımlayan hükümetler kurulması projesinin emperyalist karakterini, özel çıkarlarını ve politikalarını teşhir etme görevi önümüzde durmaktadır.
Propagandamız, devrimci ve sosyalist idealimizin, ülkelerimizin, işçi sınıfının ve halkların sorunlarının gerçek çözümü olduğunu göstermeli; Kuzey Amerika , Avrupa Birliği ve BRICS emperyalizminin halk düşmanı ve ulusal olmayan karakterini açığa çıkarmalıdır.
Etkinlik ve tartışmalarda, politikaların ögeleri şu ya da bu biçimde öne çıkabilir, fakat aynı içerik ve amaçla Latin Amerika’da uygulanmaktadırlar, tüm bu politikalar sermaye birikiminin artışını sağlamaya yöneliktir; bu politikalar şunlardır:
1-ÇOKULUSLU ŞİRKETLERE ÖDÜNLER. Finansal sermayenin ve çokuluslu şirketlerin yeni yatırımlar bulma, kârlarını koruma ve ve hammade kaynaklarını kontrol etme çabasının bir parçası olarak, aralarında madenler, gaz ve petrolün bulunduğu doğal kaynakların, çıkartılması ve sömürülmesi.
Maden arama ve çıkarma faaliyeti için imtiyazlı toprak edinme politikasının çevre, tatlı su kaynakları, yerli topluluklar ve yerel nüfus üzerindeki korkunç etkisi gizlenmektedir.
2-GDO’LU TARIMIN DESTEKLENMESİ. Sermayenin rant alanlarını tarımsal üretim ile genişletmek için açlıkla savaş üzerine sahte bir tartışma yürütülüyor; halklarımızın üretim kültürünü ve ulusal bağımsızlığını etkilediği gibi insan sağlığına da zarar veriliyor.
3-MEVCUT HÜKÜMETLERİN EKONOMİK BÜYÜME ADI VERDİKLERİ POLİTİKALAR. Kalkınma bu değildir: Düşük maaşlar, işçilerin ve genel olarak halk kesimlerinin kazanım ve haklarından yapılan kesintiler ve doğal kaynakların tahribi üzerinde yükselmektedir. Uluslararası alanda rekabet edebilirlik adı altında bu “büyüme” politikaları belirttiğimiz içeriğe dayanmakta; GSYİH’nin büyümesini teşvik etmekte, aynı zamanda, halkın çoğunluğunun yoksulluğunun devam etmesine ya da daha da yoksullaşmasına sebep olmaktadır.
4-YASA, GENELGE, YÖNETMELİK VE SÖZLEŞMELERİN ADAPTASYONU. ‘Hukuk devleti’ ve ‘yönetişim’ hüsnükabulleriyle sayılan imtiyazların devamı mümkün kılınmakta, çokuluslu şirketlerin ve genel olarak sermayenin yatırımlarının üzeri örtülmektedir.
5-YENİ KALKINMACI POLİTİKALAR. Devlete, özel sermaye ile kavga etmeyeceği yeni yatırım alanları açma gücü vermekte, dahası, sermayenin sirkülasyonunu için yeni bulvarlar açmaktadır; bu arada, genel olarak ‘sosyal yardım’ için yapılan harcamalar, kamusal olanın özelleştirilmesinin etkilerini azaltmak ve yoksulluğu maskelemek için kullanılmakta, fakat esasta seçim rüşveti olmanın ötesine geçememektedir.
6- İÇ VE DIŞ BORÇLANMA POLİTİKALARI. Finans kapital ve iş adamlarının ihtiyacı doğrultusunda devlet tahvillerinin ihracı aracılığıyla, ülkelerin doğal rezervlerini ipotek olarak kullandıklarının farkında olarak, ulusal egemenliği tahrip edecek şekilde; halklara daha fazla vergi yükü olarak dönen ve kamuya, sosyal yatırımlara ayrılan, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik aracılığıyla halkın yararına kullanılması gereken bütçelerde kesintiye neden olunmaktadır. Genel olarak tüm ülkelerimiz, yankıları büyük olan bütçe açıklarıyla karşı karşıyadır.
Bu politikaların pratikteki uygulamaları halkların yanıtıyla karşılık bulmuştur. Ülkelerin çoğunda, doğal kaynakların çokuluslu şirketlere aktarılmasını reddeden, ücretlerin iyileştirilmesi ve çoğunluk için demokratik hakların sağlanmasını talep eden önemli halk mücadeleleri geliştirilmiştir.
Her ne kadar bu mücadeleler bir halk hareketi patlaması olarak ifadelerini bulmuş olmasa da, büyüyen bir eğilim içindedir, önemli olan ve partilerimizin dikkate alması gereken bu mücadelelere; bahsedilen politikaların biri ya da diğerinden etkilenmiş farklı toplumsal kesimlerin katılıyor olmasıdır. Katılımdaki çeşitlilik nedeniyle bu hareketler, henüz başlangıçlarında da olsalar, partilerimizin teşvik ve liderlik etmesi gereken halk cepheleri biçiminde ifadelerini bulmaktadırlar.
Bu politikaların ortaya çıkardığı gerçeklik, onları savunan ve sürdüren hükümetlere, siyasi ve kurumsal rejimlere muhalif olanlar için toplumsal temelleri genişletmekte olduğudur.
Ve burada siyasi taktik ve çizginin önemi devreye girmektedir.
Yaptığımız tartışmalarda, Marksist Leninist Partiler ve Örgütler Konferansı’nda bir araya gelen parti ve örgütler olarak, her ülkede, o ülkenin özgün gerçekliklerine uygun kompozisyon ve bileşimde halk cepheleri kurulması politikaları geliştirme ihtiyacı üzerinde duruldu. Ve bu yaklaşımın doğru olduğu ve bu konuda daha fazla çalışmamız gerektiği sonucuna vardık.
Devrimcilerin önünde duran mücadele budur: Geniş, güçlü, kitlesel; resmi politikaya ve sermayenin, çokuluslu şirketlerin çıkarlarına darbe vuracak, mücadelede bir iktidar alternatifi olacak bir cephe biçimlendirmek. Bu görev bizi, çözümü zor, hatta neredeyse imkansız diğer zorluklarla da karşı karşıya getiriyor; Marksist Leninist komünistler olarak işçi sınıfının, halklarımızın kavgada öncü ve devrimci rolünü yerine getirmesini sağlamak; saflarımızı büyütmek, kitleler içinde daha fazla kök salmak, devam eden siyasi süreçlere liderlik edebilecek kapasitede komünist partilere dönüşmek.
Bunun yapabilmek için halk kesimlerini her zaman dikkate almalı; acil ihtiyaçlarının ne olduğu, bilinçlerinin hangi seviyede olduğunu göz önünde bulundurmalı, onlarla birlikte eylem ve düşünceye nüfuz etmeliyiz; ihtiyaç ve taleplerini bir mücadele platformunda birleştirebilmeli; mücadeleye katmalı, bilinçlerinin yükseltmesini dert edinmeli ve bu süreçte siyasi liderlerinin öne çıkmasını sağlamalıyız.
Bu, partilerimiz için bir siyasi hat meselesidir, kadın ve erkek militanlarımız aracılığıyla ifadesini bularak gerçekliklere dönüşür, politikamızı tanımlar. Militanların politik ve teorik eğitimi ve kitleler arasında siyaset yapma ve mevcut siyaseti ilerletme yetenekleri, partilerimizin bu yaklaşımı hayata geçirebilmesi için yaşamsal önemdedir.
Önümüzdeki zorlukların ve taahhütlerimizin bilincinde olarak, işçi sınıfı ve emekçilerlerle birlikte, CIPOML’nin diğer ülkelerde Marksist Leninist parti ve örgütlerin inşaasına kılavuzluk etmesi için büyük bir kararlılıkla çalışmaya devam edeceğiz.
Bu taahhütlerde, gerçekliklerimizin, hem devrimci çalışmanın karmaşıklığı ve zorluklarının ve hem de aynı zamanda uygun koşullarının da farkında olarak bulunuyoruz.
Ve bu anlamda, özellikle militanlarımız arasında, daha fazla çalışmamız ve ancak böyle büyüyebileceğimizin bilincinin yayılması için her şeyi yapmamız gerektiğinin daha fazla açıklık kazanması için kendimizi zorlamalıyız.
Bugün, 2008’de başlayan küresel krizin zirvesine ulaştığını işaret eden ekonomik iyileşmeye yönelik belirtiler kaydedilmesine rağmen, birçok ülkenin dış borçlarının yüksekliği ve geri ödemeler için hükümetlerin kamu harcamalarının büyük çoğunluğunu kullanmak zorunda kalmalarının yanı sıra vergi açıkları, yüksek işsizlik ve dönemsel çalışma oranları ortadır; bunların tümü, büyüme eğilimini tersine döndürecektir.
Bunun da ötesinde, devrimci propaganda ve ajitasyonun önemli bir ögesi olarak, kapitalist sistem zalimce halkların yaşamlarını parçalamaktadır. Bir kişinin bile onurlu bir iş bulamadığı milyonlarca hane bulunmaktadır; diğer sorunların yanı sıra milyonlarca genç eğitim ve istihdama erişememektedir.
Ekonomik krizden çıkış dönemi, dünya ölçeğinde, tekeller ve emperyalistler arası anlaşmazlıkları da yoğunlaştırmıştır. Sermayenin açgözlülüğü doruğuna çıkmış, krizin neden olduğu üretici güçlerin yıkımından fayda sağlama ve enerji, temel maddeler, ucuz iş gücü ve tüketici pazarları gibi birincil stratejik merkezlere sahip olabilme amacıyla, çatışmaları ve karşıtlıkları keskinleştirmiş, saldırı, savaş ve halklara yönelik işgalleri kışkırtmış, emperyalistler arasında anlaşmazlıkları çatışma noktasına getirecek kadar büyütmüştür.
Bu, başka şeylerinin yanı sıra, Ukrayna ve Suriye’de, Afrika kıtasında çatışmaların büyümesinde; Irak’ta anlaşmazlıkların yeniden yapılandırılmasında, Çin ve Vietnam arasındaki çelişkilerin ortaya çıkmasında ifadesini bulmuştur.
İsrail hükümeti ve ordusunun Gazze Şeridi’nde Filistin halkına yönelik kanlı saldırısı ise özel olarak bahsedilmeyi hak ediyor; soykırım, Kuzey Amerika emperyalizminin alkışları ve Avrupa Birliği ile Birleşmiş Millerler’in sessiz suç ortaklığı ile hayata geçirilmiştir.
Kahraman Filistin halkıyla; emperyalist güçlerin saldırılarına ve sermaye baskısına karşı mücadele eden tüm halklar ve emekçilerle devrimci dayanışma içinde olduğumuzu bir kez daha yineliyoruz.
Devrimci Komünist Parti – Brezilya
Kolombiya Komünist Partisi (m-l)
Ekvador Marksist Leninist Komünist Partisi
Meksika Komünist Partisi (m-l)
Peru Komünist Partisi (m-l)
Komünist Emek Partisi – Dominik Cumhuriyeti
Venezuela Marksist Leninist Komünist Partisi
İspanya Komünist Partisi (m-l)
Emek Partisi -EMEP- Türkiye
Ekvador, Temmuz 2014