Ortada darbe söylentilerinin büyük bir yoğunlukla dolaşması, sözde darbe yerine demokrasiyi savunan burjuva basın ve siyaset çevrelerinde, darbe isteklilerinin her söylediklerinin fiili bir darbe olmaksızın yerine getirilmesi eğilimini doğurdu. Darbe korkusu, darbenin getireceği bütün sonuçların darbesiz yaşanmasına razı olmaya yol açtı.
Burjuva basın, uzun süredir “darbe” tartışmasını gündemde tutuyor. Bu konu, özellikle Eylül’ün son haftasında, tartışan tarafları da açığa çıkararak yeni ve ileri boyutlar kazandı.
Ulusal sorunun yarattığı tüm sonuçları, şiddetle ortadan kaldırmaya yönelik devlet politikalarının “sivil” hükümet eliyle sürdürülemeyeceğine inanan ve yeri geldikçe “demokratik davranılmasa bu sorun en geç bir ayda çözülür” propagandasını yapan “şahinler” çevresine karşı, “demokraside ısrar edilmezse, hiç bir sorun çözülemez” propagandasını yapan “güvercinler”, son günlerde, özellikle de MGK’nın Diyarbakır toplantısından sonra, “terörün ortadan kaldırılması için resmi şiddetin her türlüsünün kullanılmasına” rıza gösterilmesi ve insan hakları ihlallerinin “bölgeye özgü olarak, esnek düşünülmesi” noktasına kadar geldiler.
Ortada darbe söylentilerinin büyük bir yoğunlukla dolaşması, bu çevrelerde, darbe isteklilerinin her söylediklerinin fiili bir darbe olmaksızın yerine getirilmesi eğilimini doğurdu. Darbe korkusu, darbenin getireceği bütün sonuçların darbesiz yaşanmasına razı olmaya yol açtı. Ancak, askeri başarısızlıkların hükümete mi yoksa doğrudan doğruya orduya mı mal edileceğine ilişkin tartışmanın, kamuoyunun gözü önünde açıkça yapılmaya başlandığı bir yerde, askeri yönetim yanlılarının bu yolla tatmin edilmesi olanağı yoktur. Askeri yönetim altında sorunların çözülmesi tezini savunan çevrelere göre, “Güneydoğuda vatan için can verilirken, Ankara’da PKK bayrağı dalgalandırılıyordu. Bu da güvenlik güçlerinin moralini bozuyor, yaptıklarının boşa gittiği inancına kapılmalarına yol açıyordu. Son MGK toplantısı, “demokratik kitle örgütleri ve bazı iletişim araçlarının Anayasa’da karşılığının bulunmadığı” yolunda bir görüşün resmen açıklanmasıyla sonuçlandı. Bu, bir yandan, “Anayasanın anti-demokratik hükümlerinin değiştirilmesi”, “daha çok demokrasi” gibi sloganlarla hükümet kurmuş bulunanların, aynı zamanda hangi kurumların “tavsiyeleriyle” yürütme görevlerini yerine getirdiklerini göstermesi bakımından ilginçtir; diğer yandan da, Yargıtay Başkanı’nın adli yılı açış konuşmasından sonra kesinleşmiş bir tavır olarak belirginlik kazanan askeri yönetim tehditlerinin kaynağını göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Şurası artık bir gerçektir: Devlet içinde parlamentonun ve siyasal partilerin tam olarak devre dışı bırakıldığı bir çözüm yolunun denenmesini isteyen bir eğilim vardır. Bunun temsilcileri, Kürdistan’da yer yer denenen kitle katliamlarını genel ve sürekli hale getirmeyi, Şırnak, Göle vb. uygulamaları rastlantısal olmaktan çıkararak planlı bir program dâhilinde sürdürmeyi, kitle göçleriyle, toplu imhalarla, uzun süredir tasarlanan “insansızlaştırma” planını gerçekleştirmek istemektedir.
Resmi şiddetin bütün araçlarının hiç bir hesap sorma mekanizmasına takılmadan rahatça uygulanabildiği, kitle katliamları dahil bütün yasadışı polisiye ve askeri uygulamaların hükümet desteği ve onayıyla gerçekleşebildiği günümüz koşullarında, kısacası, mevcut hükümetin askeri bir yönetim altında yapılabilecek her şeye gönüllü araç olduğu bir ortamda, darbecilerin bundan daha fazla istedikleri nedir? Birkaç HEP milletvekili dışında, Parlamentodan ve siyasi partilerden, Kürdistan’daki hangi cinayete tepki geldi? Özgür Gündem dışında günlük basın, hangi “bilinmez” gerçeği yazdı ve hangi faşist saldırı gereken cevabı alabildi de, askeri yönetim bunları susturacak? Bazı liberal yazarların ileri sürdüğü gibi, darbe söylentileri ve propagandası, hükümetin bir göz boyama aracından başka bir şey olmayan “demokratikleşme programı”nı tümüyle söndürmekten ibaret bir amaç taşıyorsa, bunun gerçekleşmesi için, hükümetin apaçık görülen gönülsüzlüğünden daha geçerli olamayacak olan fiili bir darbeye neden ihtiyaç duyulsun.
Darbe söylentilerinin ve bazı odakların açık darbe propagandasının ardında yatan ilk neden, böyle bir hareketin “olağan”, “zaten beklenen” bir olay haline getirilmesidir. Şu anda, kamuoyunda darbeci bir yönetimin gerekli desteği bulamayacağı endişesi vardır. Darbeci bir yönetimin, en azından bugün içirt kamuoyunu ikna edecek yeterli nedenlere sahip olmadığı düşünülmektedir. Eğer gerçekten bir darbe tasarlanıyorsa, her şeyden önce bu koşulun yerine getirilmesi gerekmektedir. Bugünkü çabaların hedefi bir ölçüde budur. Askeri yönetim altında bir çözüm tasarlayanların yaydıkları bütün propaganda, böyle bir havanın oluşmasını sağlamaktan ibarettir. Bu yanıyla, sürdürülen tartışmaların ve bunu sürekli manşetten veren gazetelerin yaptığı şey, basit bir psikolojik savaş uygulamasından başka bir şey değildir.
Darbe propagandasının ikinci bir amacı, askeri yönetim altında yapılabilecek bütün şiddet uygulamalarının, “sivil” görünümlü bir hükümet aracılığıyla yapılmasını kolaylaştırmaktır. HEP’in kapatılması ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak tutuklanmaları, ilerici, devrimci ve yurtsever-demokratik basının susturulması, demeklerin kapatılması, grevlerin yasaklanması gibi uygulamaların, mevcut hükümet eliyle gerçekleştirilmesi için, darbe kavramı bir sopa olarak kullanılıyor.
Geçtiğimiz hafta içinde Milliyet gazetesine yayınlattırılan ve altında, ünlü karşı-devrim örgütleyicisi, sivil fasit organizasyonların düşünsel ve mali destekçisi, emperyalist taktisyen ve “Ortadoğu uzmanı” Paul Henze’nin de imzası bulunan CIA raporu, ABD tarafının bir askeri darbeyi olanaksız ve gerçekleştiğinde de soğuk karşılanacak bir olay olarak görmediğini açığa vuruyordu. Bununla birlikle rapor, bir darbe olasılığını, “üniter devlet” kavramının ciddi tehlikeye düşmesine bağlıyor ve ordunun “bölünmeye izin vermemek üzere” yönetime el koyacağından söz ediyor. Aynı gazete, hemen ertesi gün Genel Kurmay Başkanı ile yapılan görüşmeyi gene birinci sayfasında ve manşetten veriyor: “Teminat veriyorum, darbe yok!” Orgeneral, böylece bir darbe olacaksa eğer, bunun kendi bilgisi ve izni dâhilinde olacağını da itiraf etmiş oluyor.
Son olarak gene Milliyet, bu kez “Halk Demokrasiden Yana” manşetiyle çıktı. Böylece dergimizin baskıya hazırlandığı son güne kadar, Milliyet başta olmak üzere, hemen hemen tüm günlük basın, darbe tartışmasını gündemde tutmaya devam etti.
Darbe söylentilerine yaygınlık kazandırılmasının nedenlerinden bir diğeri, burjuva siyasi partiler arasındaki hükümet konulu rekabettir. Mevcut hükümetin yıprandığı, sorunları çözemediği, kredisini tükettiği, terör karşısında tamamen aciz olduğu, vs. şeklindeki propaganda, darbe söylentileriyle daha etkili kılınmak isteniyor. Burjuva partiler birbirlerine karşı kontrgerillanın psikolojik savaş yöntemlerini kullanıyorlar. Derinleşen siyasi kriz ortamında, “mal, kapanın elinde kalacak” beklentisiyle, gizli açık “siyasi lider” araştırılması yapılıyor. Eski yeni bütün cuntacılarla iyi ilişkileri olduğu bilinen Bedrettin Dalan’ın adı “askeri yönetimin sivil başbakan adayları” arasında sayılıyor. Böylece, kamuoyu önünde, Özal-Demirel-Dalan dalaşmasının bütün eski hesapları, darbe propagandası ekseninde ortaya dökülüyor. Herkes birbirini, bu arada halkı aynı sopayla ürkütmeye çalışıyor.
Darbe söylentilerinin temel nedeni böylece açığa çıkıyor: Grevci işçilerden, Kürt köylülerine kadar, mücadele eden herkesi baskı altında tutmak, korku ve dehşet havası yaratmak için girişilecek her uygulamayı, kamuoyunda “eğer bunlar yapılmazsa darbe olacak” havasını yaratarak tepkisiz gerçekleştirmek.
Bu çalkantının sonunda olacak olanlar aşağı yukarı bellidir:
Başta ciddi iç sorunlarla bitirilmiş bir kurultayın ardından henüz toparlanma imkânı bulamamış olan HEP’in ve bütün etkisizliklerine rağmen İHD vs. gibi kitle örgütlerinin kapatılması, önümüzdeki günlerde gündeme gelecektir. Demokratik kitle örgütleri, son MGK toplantısından sonra açık hedefe konulmuştur.
Halkçı, devrimci, demokrat yayıncılık önümüzdeki günlerde büyük baskılarla karşılaşacaktır. Yalnız devrimci ve demokrat basının yayınları değil, burjuva klikler ve politik örgütler arasındaki rekabet ve kavganın sözcülüğünü üstlenmiş satılık basının, bu kavga nedeniyle açığa kirli çamaşır dökmek için yaptığı yayınlar da engellenecek, çatlaktan su sızmasının önüne geçilecektir.
Bir örneği Belediye İşçileri Grevi sırasında yaşanan, grev kırıcılığının devlet politikası olarak ele alınması uygulaması, genel ve sürekli hale getirilecektir.
Kürdistan’da, her türden iletişimin önü kesilecek, bölgede olup bitenler hakkında haber alma olanakları tümüyle kapatılacaktır.
Bütün bunlar, “darbeciler” olarak adlandırılan belirsiz gücün istediği son uygulamanın gerçekleştirilmesine zemin hazırlayacaktır: Kitle katliamları, kitle göçleri, kitlesel tutuklamalar ve insansızlaştırma planının uygulanması…
Her türden sivil organdan arındırılmış, 12 Eylül tipi bir askeri yönetim, bütün bunların mevcut hükümet aracılığıyla gerçekleştirilemeyeceğine kamuoyunun ikna edilmesinden sonra gerçekleşebilecektir.
Fakat her şeyden önce, kamuoyunun, bu türden uygulamaların “gerekli ve kaçınılmaz” olduğuna inandırılması gerekiyor. Darbe propagandasının yarattığı hava içinde, bu ikna çalışmasının daha kolay yapılacağı düşünülüyor. Darbe taraftarları, kendilerinin gerekli olduğuna inanması için halkı kendisiyle korkutuyor.
Darbe söylentileri, gerçekte yakın bir darbeye işaret etmiyor. Bir yandan, askeri komuta kademesinin hükümeti yönettiği gerçeğini gözlerden gizlemeye çalışmanın bir aracı halinde rol oynarken, diğer yandan da yükselen muhalefeti sindirmenin bir aracı olarak kullanılmak isteniyor. Darbe söylentileri, katı faşist uygulamalara geçişin hazırlıklarım simgeliyor.
Ekim 1992