“…Bu broşür, en önemli ekonomik sorunun, emperyalizmin ekonomik özünün kavranmasına yardım edecektir; bu incelenmedikçe, modern savaşı ve modern siyaseti anlamak ve değerlendirmek olanaksızdır.”
Lenin’in, kitabın Nisan 1917 tarihli Rusça baskısına yazdığı Önsöz’de yaptığı bu vurgu, emperyalizm sorununun ve tümüyle bu soruna yoğunlaşmış Emperyalizm eserinin önemini yeterince ortaya koymaktadır. Yaşadığımız çağın önemli toplumsal olaylarını, “barışla” ve savaşla süren paylaşım mücadelelerini, işçi ve halk hareketlerini doğru bir şekilde ele almak; bu çalkantı ve çatışmalara temel olan ilişkiler arasındaki gerçek bağı ve böylece her biri ayrı ve rastlantısal gibi görünen bütün bu olayların son tahlildeki kaynağını ve gelişme yönünü kavrayabilmek için “emperyalizmin ekonomik özünün” incelenmesi büyük bir önem taşır. Bu sorun için temel başvuru kaynağı, kuşkusuz, bugün de geçerliliğini koruyan ve her günkü olgularla doğrulanan Lenin’in ölümsüz eseri Emperyalizm’dir.
Lenin, emperyalizmin bir dünya sistemi olarak merkezileştiği tarihi 20. yüzyılın hemen başı olarak saptar. Lenin’in emperyalizm olgusunu tahlil ettiği Emperyalizm eseri 1916 yılı baharında kaleme alınmıştır. Bu, hiçbir şekilde, 1916 yılına tadar emperyalizmin eksiklikler taşısa da tahlil edilmediği anlamına gelmez. Marx ve özellikle Engels, serbest rekabete dayanan kapitalist üretimdeki gelişme ve yoğunlaşmanın tekele yol açacağını ve yol açmaya başladığını öngörmüş ve saptanmışlardı. Ama bu dönem, emperyalizmin ve tekelciliğin bir takım önbelirtilerinin ortaya çıktığı bir dönemdir, henüz tarih sahnesine çıkmamış bir olgunun tahlil edilmesi mümkün değildir. Buna rağmen, Marx ve Engels’in saptamaları, onların bilimsel bakışma ve dâhiyane uzak görüşlülüklerine işarettir.
Lenin, eserinde, “burjuva istatistiğinden özetlenen verilere” ve “burjuva bilginlerin itiraflarına” dayanarak, emperyalist diplomasiye, politikaya ve canavarca güdülerle yürütülen savaşa yön veren ekonomiyi çözümlerken, bir çok kaynak arasından özellikle iki yazara ve onların emperyalizmi konu edinen eserlerine atıfta bulunur.
Bunlardan ilki, bir İngiliz iktisatçı olan Hobson’dur. J.H. Habson, 1902 tarihini taşıyan Emperyalizm adlı kitabında “burjuva sosyal reformizminden ve pasifizmden hareket” etmekle birlikte, “emperyalizmin başlıca siyasal ve ekonomik özelliklerinin, ayrıntılı, üstün bir tahlilini veriyor.”
Emperyalizm konusunda diğer önemli çalışmanın yazan Avusturyalı bir “Marksist” olan Rudolf Hilferding, 1910 yılında yazdığı Mail Sermaye’de emperyalizmin kapitalist gelişmenin son aşaması olduğunu saptar.
Lenin’in Emperyalizm’i yazdığı tarihe kadar, bu iki yazarın ortaya koydukları görüşler, emperyalizm üzerine yazılan ve söylenenlerin çerçevesi oldu. Değerli tahlillerine karşın, burjuva bakış açısıyla yazılan bu eserlerde ortaya konan görüşler, Marksistlerin, olduğu gibi benimseyeceği görüşler olamazdı. Sadece bu kadar da değil. 1914’te savaş patladığında, II. Enternasyonal partileri ve onların ünlü teorisyeni Kautsky, açıkça, emperyalizm savunuculuğu yapıyor, onu hoş göstermeye çalışıyor, kendi emperyalist hükümetine, diğer emperyalistlerle savaşta, cesaret veriyor, destekliyordu.
Artık Emperyalizm’in yazılması zorunluydu.
O güne kadar yazılmış metinler, “kapitalizmin esas özelliklerinden bazılarının kendi karşıtlarına dönüş”erek ortaya çıkan, uzunca yaşanan serbest rekabet dönemini kapayarak, iktisadi yapının, devletin ve sınıf ilişkilerinin yeni biçimler aldığı bu “son evre”yi bütün yönleriyle açıklamaya yetmiyordu.
Emperyalizm sorunu, Sosyalist Enternasyonal’in gündemine, ilk defa, yükselen savaş tehlikesine karşı ortak bir tutum saptamak için toplanan 1912 Bale Kongresi’nde geldi. Bu Kongre, çıkacak emperyalist savaşın iki blok için de mutlak haksızlığını ilan eden ve işçileri emperyalist hükümetlere karşı savaşı önleme mücadelesini yükseltmeye ve savaşın çıkması halinde, her ülke işçisini, kendi emperyalist burjuvazisine karşı mücadeleye çağıran bir Manifesto yayınlamıştı.
Fakat iki yıl sonra savaş başladığı zaman, II. Enternasyonal partilerinin ezici çoğunluğu, emperyalist savaşın destekçileri oldular. Lenin ve Bolşevik Parti, tereddütsüz bir şekilde savaşın emperyalist karakterini ilan ederek, “savaşı iç savaşa çevirin” çağrısı yaptı.
1915 yazında Lenin tarafından yazılan ve RSDİP’in resmi görüşü olarak yayınlanan Sosyalizm ve Savaş broşürü de, savaşı, savaşa yol açan emperyalist politikaları ele alır ve tahlil eder. Bu broşür, kuşkusuz sadece politik saptamalarla yetinmez. Rahatlıkla söylenebilir ki, Emperyalizm kitabında yapılan tahlil ve saptamaların büyük bölümü, Sosyalizm ve Savaş’ta da vardır. Fakat Sosyalizm ve Savaş’ta saptamalar yapılmış, saptama ve tahlillerin ayrıntı verilerle kanıtlanması yoluna gidilmemiştir.
Kısaca, emperyalizm olarak adlandırılan bu sistemin, derin ayrıntılı bir tahlilini yapmak, emperyalizme burjuva bakış açısıyla yaklaşan ve inceleyen burjuva bilginlerin gerici fikirlerini açığa çıkarmak, emperyalizmin devrimin önbelirtisi olduğunu ortaya koymak; Lenin’in emperyalizm planı buydu.
Daha önce de belirtildiği gibi, Lenin emperyalizmi incelerken, konuya ilişkin bugüne kadar yazılmış önemli bütün eserleri ve ulaşabildiği bütün istatistiki verileri büyük bir dikkatle inceler. I. Emperyalist Savaş’ın başlaması üzerine İsviçre’nin Cenevre kentine yerleşen Lenin, burada ulaşabildiği kaynakların sınırlılığı nedeniyle; 1916 yılı başında Zürich’e geçer ve kitabını, Zürich kütüphanelerinde ulaşabildiği bütün kaynaklara dayanarak yazar.
Bir çok emperyalizm “eleştirmeni” ve en başta Kautsky, emperyalizmi siyasal bir “tercih” olarak görerek, serbest rekabeti alternatif olarak çıkarmışlardır. Lenin, eserinde, emperyalizmin salt bir siyasal olgu olmadığını, derin ekonomik kökleri olduğunu ortaya koymuş ve kitaba üretimin yoğunlaşmasının kaçınılmaz olarak tekele yol açtığını ortaya koymakla başlamıştır.
Kitabın üçte-ikisini oluşturan kısmında, emperyalizmin başlıca nitelikleri bölümler halinde ele alınmış, çürütülemez verilerle bu nitelikler açıklanmıştır.
özetlersek:
“Sanayideki olağanüstü gelişme ve üretimin gün geçtikçe sayısı azalan büyük işletmelerde yoğunlaşması, “kapitalizmin en belirleyici özelliklerinden birisidir.” Az sayıdaki büyük işletme, toplam işçi sayısının büyük bölümünü çalıştırmaktadır. Örneğin, Almanya’da “toplam işletme sayısının %.1’inden azı, toplam buhar gücünün ve elektrik enerjisinin 3/4’ünden fazlasını elde bulundurmaktadır.”
Kartel, tröst vb. biçimler kazanan tekeller, bir sanayi kolundaki üretimin ağırlıklı bölümünü ellerinde toplamakta, değişik sanayi kollarındaki birçok işi tek işletmede birleştirmektedirler.
Belli başlı emperyalist ülkelerdeki yoğunlaşmayı ve tekelciliği verilerle gösteren Lenin, şu sonuçlara varır:
“…yoğunlaşma, gelişmenin belli bir düzeyine ulaştığı zaman, kendiliğinden doğruca tekele götürür… Rekabetin bu şekilde tekele dönüşmesi, bugünkü kapitalist ekonominin -en önemli olayı değilse- en önemli olaylarından birisidir.” “…üretimin yoğunlaşmasının bir sonucu olarak tekellerin doğması, kapitalizmin gelişmesinin içinde bulunduğumuz evresinde genel ve temel bir yasadır.”
“Tekel; bu, ‘kapitalizmin gelişmesinin en yeni aşaması’nın sonsözüdür.”
Tekelcilik, yalnızca sanayiye has bir olgu değildir; serbest rekabet döneminde mütevazı bir aracılık rolü üstlenen bankalar da bizatihi dev tekellere dönüşmüştür. Mevduatın aslan payını ellerinde bulunduran bir avuç banka, büyük sanayicilerle birlikte küçük banka ve işletmeleri, “onların sermayelerine ‘katılarak’, hisse senetlerini satın alarak ya da değiştirerek, kredi sisteminden yararlanarak onları kendilerine bağlar” ve kendi şubelerine dönüştürürler. Topladıkları para gelirlerini kapitalistlerin emrine sunarken, sanayicilerle girdikleri düzenli ilişki, onlara sanayi üzerinde, “kredileri azaltıp çoğaltarak ya da kolaylaştırıp zorlaştırarak onlar üzerinde bir denetim” kurma imkanı verir. Bankalar ile sanayi sermayesi arasındaki karşılıklı ilişki, birçok sanayiciyi, banka yönetim kurullarına alarak, bankacıları özel bir sanayi dalında uzmanlaştırarak bir iç içe geçme yaratır.
“Sonuçta… gitgide, daha bütün bir kaynaşma meydana geliyor, … banka sermayeleri ile sanayi sermayeleri içice bir durum kazanıyor”. Artık, mali sermaye çağı başlamıştır. Ve artık, ayrı ayrı banka ve sanayi sermayelerinden değil, ikisinin kaynaşması üzerinde yükselen mali sermayeden söz etmek gerekiyor.” Böylece, 20. yüzyıl, eski kapitalizmin, genel olarak sermaye egemenliğinden, mali-sermaye egemenliğine geçilen, yeni bir kapitalizme yerini bıraktığı bir dönüm noktasıdır.”
“Üretimin yoğunlaşması, bunun-sonucu olarak tekeller; sanayinin ve bankaların kaynaşması ya da içice girmesi-işte mali sermayenin oluşum tarihi ve kavramın özü.”
Milyarları çekip çeviren, bir avuç tekelcinin oluşturduğu mali-sermaye, “karşı konmaz }ir biçimde, toplumsal yaşamın bütün alanlarına” hükmeden bir mali-oligarşi kurmuştur.
Tek tek en ileri kapitalist ülkelerde, iktisadi yaşama egemen olan tekeller, sermaye birikiminin olağanüstü boyutlara vardığı ülkeler arasında kurulan uluslararası tekellerle tamamlanır. Büyük miktarda ‘sermaye fazlası’ oluşmuştur. Kapitalizm, doğası gereği, kitlelerin yaşam düzeyini yükseltmeye ve tarımı geliştirmeye kaynak aktarmadığından, böyle bir ‘sermaye fazlası’, zorunlu olarak, yeni alanlara aktarılmayı bekler, sermaye, daha çok kar getirsin diye.
Bu yeni alanlar; sermayenin az, toprak ve hammaddenin ucuz, ücretlerin düşük olduğu geri ülkelerden başkası değildir. Meta ihracı, arızi bir durumdur artık.
“Serbest rekabetin tam olarak hüküm sürdüğü eski kapitalizmin ayırt edici niteliği meta ihracıydı. Tekellerin hüküm sürdüğü bugünkü kapitalizmin ayırt edici niteliği ise, sermaye ihracıdır.” Ulusal sınırların dışına taşan mali-sermaye, “ağlarını dünyanın bütün ülkelerine yaymaktadır.”
“Öncelikle iç pazarı paylaşan tekeller, kapitalizmin yarattığı ve sayısız bağla iç pazara bağlanan dış pazara yönelmişlerdir. “Evrensel bir yoğunlaşmanın” ürünü olan ve devlet tekeliyle birleşen “süper-tekel”ler, çıkarlarının uyuştuğu yerde anlaşarak, kimi zaman çatışarak, bütün dış pazarı, yeni sömürge ve yarı-sömürge ülkeleri, ekonomik yönden paylaşmışlardır. Kuşkusuz, bu paylaşım, bütün dünyanın, toprak bakımından, gelişmiş birkaç devletçe paylaşımıyla at başı gitmiş, dünyada emperyalistlere paylaşılmamış, mali-sermayenin kolunun erişmediği hiçbir toprak parçası kalmamıştır. Bu durumda, kapitalizmin dengesiz ve sıçramalı gelişim yasası, yükselen emperyalistin, paylaşımı “adil” bulmayıp, yeni bir paylaşım talep etmesi doğal ve kaçınılmazdır. O halde, dünyanın yeniden paylaşılması için verilen kıyasıya mücadelede, emperyalist savaşlar da kaçınılmazdır.
Lenin, ilk altı bölümde, bütün verileri kullanarak, yukarıda kendi eserinden yaptığımız umularla özetlediğimiz tahlillerden sonra, bazı sonuçlar çıkarır. Lenin, çıkardığı bilânçoda yaygın olarak zikredilen şu tanımı yapar:
“(1) Üretimde ve sermayede görülen yoğunlaşma, öyle yüksek bir gelişme derecesine ulaşmıştır ki, ekonomik yaşamda kesin rol oynayan tekelleri yaratmıştır, (2) banka sermayesi, sınaî sermayeyle kaynaşmış ve bu, ‘mali sermaye’ temeli üzerinde bir malî-oligarşi yaratılmıştır; (3) sermaye ihracı, meta ihracından ayrı olarak, özel bir önem kazanmıştır; (4) dünyayı aralarında bölüşen uluslararası tekelci kapitalist birlikler kurulmuştur; (5) en büyük kapitalist güçlerce dünyanın toprak bakımından bölüşülmesi tamamlanmıştır.”
Bütün bölümlerde, emperyalizm sorununa burjuva bakış açısından yaklaşan burjuva bilginlerle ve “Marksist” görünümlü sosyal-şovenlerle polemik yapan Lenin, kitabın bir bölümünü, özellikle, bunları eleştirmeye ayırır. Burjuva-oportünist teorisyenler, esas olarak mali-oligarşi tarafından her yönden baskı altına alınmış küçük-burjuvazinin umutsuz sesi oluyorlardı. Emperyalizmin, doğrudan serbest rekabetten çıktığını, onun gelişiminin kaçınılmaz sonucu olduğunu görmek istemiyor, alternatif olarak rekabetçi döneme dönüşü çıkarıyorlardı. Böylece, onlar, bir takım reformlarla mali-sermayenin bu politikadan caydırabileceğini, emperyalizmin yumuşatılabileceğini iddia ediyorlardı. Örneğin, Kautsky’ye göre, emperyalizmin ekonomik temelle bir bağlantısı yoktu; “tercih edilmiş” bir politikaydı. Bu durumda, başka (demokratik!) bir politika da pekâlâ olanaklıydı. Emperyalistler arasındaki ilişkilerde barışın egemen olacağı bir dönem (ultra emperyalizm) uzak değildi. Lenin, bu cılız eleştirilerle, bu “masum dilek”lerle alay ederek, emperyalizme karşı reform değil, devrim eliyordu.
Lenin, Emperyalizm’de şunu da saptamıştır: II. Enternasyonal partilerinin emperyalizmin safına geçmiş olmaları tesadüfî bir durum değildir, işçi hareketinde görülen bu bölünmenin (II. Enternasyonal’in ihaneti) temelinde emperyalizmin asalaklığı yatmaktadır. “Kupon kırma” yoluyla, bütün dünyayı soyup soğana çeviren emperyalizm, “sağlanan bu muazzam aşırı kârlarla işçi liderlerini ve işçi aristokrasisini oluşturan bu yüksek tabakayı”, zenginleşmiş işçi tabakasını satın alma olanağına kavuşmuştur. İşçi hareketinin gerçekten sosyalist bir işçi hareketi olabilmesi için, saflarından bu tabakayı atması zorunludur.
Lenin, tahlillerinden “Emperyalizm, can çekişen kapitalizm”dir, sonucuna varmıştır. Emperyalizm, bütün dünyanın her bir parçasını emperyalist zincirin bir parçası haline getirirken, kaçınılmaz olarak olağanüstü derinleştirdiği çelişkilerle bu zinciri kırma olanağı da yaratmıştır. Kapitalizmin temel çelişkisi, üretimin devasa toplumsallaşması ve üretim araçları üzerindeki mülkiyetin bir avuç mali sermaye grubunda toplanmasıyla daha da keskinleşmiştir.
Serbest rekabet dönemi kapanmış; kapitalizm, gelişmesinin son aşamasına varmıştır. Kapitalizmin, emperyalizm aşamasındaki en çarpıcı karakteri asalaklık ve çürümedir.
Emperyalizm, çelişkilerinin son sınırına varmış kapitalizmdir. Birincisi, emperyalist metropollerde mali-oligarşinin egemenliği, işçi sınıfının yaşam koşullarını olağanüstü kötüleştirmiş, proleter devrimi pratik bir sorun haline getirmiştir. İkincisi, dünyanın toprak ve hammadde bakımından yeniden paylaşımı mücadelesi, savaşı kaçınılmaz kılan ve emperyalizmi güçten düşüren bir ekten olmuştur. Üçüncüsü, emperyalist sömürü ve baskı altında yaşayan ezilen halklarla emperyalizm arasındaki çelişkiyi büyütmüş, bu ülkelerdeki halkları proleter devrimin yedeği haline getirmiştir. “Emperyalizm, proletaryanın toplumsal devriminin önbelirtisidir.”
Okuyucunun Emperyalizm’i okurken gözden kaçırmaması gereken bir noktayı hatırlatmak gerekiyor. Lenin, Emperyalizm’i daha çok Rus okura ulaştırabilmek için ve çarlık sansüründen geçebilecek şekilde bir ‘ezop dili’ kullanarak Çarlık koşullarında yasal olarak yayınlayabilmiştir. Politik tahlillere çok sınırlı olarak girmiş, sorunun esas olarak ekonomik yönü üzerinde durmuştur. Lenin’in bu konudaki ayrıntılı ve sansürsüz politik tahlilleri, savaş yıllarında yazdığı yazıları içeren Sosyalizm ve Savaş kitabında yer almıştır. Emperyalizm’in adını andığımız eserle birlikte okunması okuyucuya kolaylık sağlayacaktır.
* * *
Yazılışının üzerinden üççeyrek asır geçmişken, emperyalizm, emperyalizm olarak kalmaya devam ediyor. Şu an içinden geçtiğimiz dönemde, emperyalizm tahlillerinin, emperyalizm bunca yıldır yıkılmadığına göre, “yanlış” olduğu, ya da emperyalizmin “değişerek” eski kalıplara uymadığı fikri oldukça yaygın olarak iddia ediliyor. Solda görünen sayısızca akım ve kişi, güçlü emperyalist dalganın baskısı altında emperyalizmin “kendini yenileyerek çürüyüp can çekişmekten kurtulduğunu” “yeni” buluşlar olarak ilan ediyorlar.
Lenin’in, tahlil ettiği dönemde emperyalizm, içinden yeni çıktığı serbest rekabetin birçok izini üzerinde taşıyan, denebilirse henüz rüşeym halinde bir olguydu. Eğer bir “değişim”den söz edilecekse, emperyalizmin Lenin’in saptadığı özelliklerinin çok daha fazla geliştiğini, çelişkilerinin çok daha keskinleştiğini söylemek gerekir. O zamanlar, birkaç on bin işçi çalıştıran tekeller vardı, şimdi General Motors bir milyona yakın üyeye sahip bir işçi ordusunu sömürüyor. Şimdi mali-oligarşiler açıkça darbe tezgâhlıyor. Paylaşıma gelince, eğer önemli olan paylaşımın biçimi değil de içeriği ve sınıf karakteri ise (Lenin böyle söylüyor), bugün dünyanın ‘barışçıl’ biçiminde nasıl paylaşıldığını sıcağı sıcağına gözlemliyoruz.
Emperyalizm, koruduğu nitelikleri ve derinleşmiş çelişkileriyle bugün de yaşıyor. Tarihsel olarak can çekişen, ömrünü dolduran bu olgu pratik olarak yaşamaya devam ediyor… Tarihsel olarak ömrünü tüketenin, proletarya devrimci kalkışmayla yıkmadıkça, pratik olarak yaşamaya devam edeceği açıktır.
Bugün bu kaos ve kara çalma ortamında, ama hareketsiz gibi görünen yüzeyin altındaki derinlikte patlama öğelerinin mayalandığı ortamda Leninist emperyalizm tahlilinin geçerli ve güncel olduğunu okuyarak görelim…
Lenin, Önsöz’de, kitapta emperyalizmin ekonomik özünü çözümlediğini ve bu öz incelenmeden modern siyasetin kavranamayacağını yazmıştı. Devrime gönül veren her kişi, onu incelemeksizin, son derece karmaşık sınıflar-arası mücadelenin özelliklerini, siyaseti kavrayamayacağımız o ekonomik özü incelemekte geç davranmamalıdır.
(EMPERYALİZM Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sol Yayınları, Çeviren Cemal Süreyya)
Ağustos 1992