Bu yazı, İHD üyesi Kamil T. SÜREK’in geçtiğimiz aylarda İstanbul’da gerçekleştirilen insan Hakları Kurultayı’na sunduğu tebliğin metnidir. Kamil SÜREK, kavram olarak “insan hakları”nın tarihini, evrimini ve sırf içeriğini tartışıyor, bu mücadelenin hangi eksende yürütülmesi gerektiği sorusuna cevap veriyor. Eylül ayında yapılacak İHD merkez ve şube kongreleriyle canlanacak tartışmalara katkısı olabilecek bu yazıyı okuyucularımıza sunuyoruz.
Demokratik hak ve özgürlüklerin kırıntılarının bile yok edildiği 12 Eylül’ün ardından; demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması mücadelesi ve bu mücadeleyi diktatörlüğün şiddetle bastırma tavrı, insan hakları konusunu sürekli olarak gündemde tutuyor.
12 Eylül’le çok ciddi darbeler alan devrimci örgütlerin henüz zayıflığı ve sosyalizmin geniş kitlelere ulaştırılamamasından yararlanan bazı çevrelerin (Gorbaçovculuğun da desteği ile) düşünsel ve pratik olarak sosyalizm yerine insan hakları mücadelesini geçirme çabaları da insan haklarını sıkça tartışılan bir konu haline getirdi.
Bu koşullarda, insan hakları nedir ve insan hakları mücadelesi nasıl olmalıdır sorularına cevap aramak gerekiyor.
İNSAN HAKLARI, BURJUVA BİR KAVRAM OLARAK ORTAYA ÇIKMIŞTIR
İnsan hakları, bireylerin salt insan olmakla kazandıkları haklar biçiminde tanımlanmaktadır. Her birey için geçerli, değiştirilemez yaşam, özgürlük, mülkiyet, doğal durumda eşit olma gibi hakların genel ve evrensel niteliği vurgulanır ve bu hakların doğuştan kazanıldığı ileri sürülür.
Ezeli ve edebi, doğuştan kazanılmış, genel ve evrensel haklar tanımı kanımızca gerçekçi değildir, insan hakları kavramını toplumsal ilişkiler içinde ve tarihsel gelişimi ile irdelemek ve açıklamak daha gerçekçi ve doğru bir yöntem olabilir.
İnsan hakları şeklinde tanımlanan, insanların eşitlik ve daha iyi yaşam talepleri tarihsel süreç içinde gözlemlendiğinde, içerik itibarıyla birçok farklılıklar göstermektedir. Yine bu taleplerin toplumdaki çeşitli sınıflarca da farklı kavrandığı ve bu farklı kavrayışların taleplerin içeriğini de farklılaştırdığı” görülmektedir.
İlk eşitsizliklerin ortaya çıkmasıyla birlikte, insanlarda eşitlik düşüncesi doğmuş ve eşitlik için mücadele de başlamıştır. “Bütün insanların insan olarak ortak bir şeye sahip bulundukları ve bu ortak şey ölçüsünde eşit oldukları fikri, kuşkusuz dünya kadar eski bir fikirdir.” (Engels) Köleci toplumda kölelerin eşitlik talepleri ile köle sahiplerinin eşitlik anlayışları aynı değildi. Köleler yurttaş olma hakkı için mücadele ederken köle sahipleri antik şehir devletlerinde sadece yurttaşların siyasi yaşamdaki eşitliği üzerine tartışıyorlardı. Spartaküslerde somutlaşan köle isyanları, bu eşitlik (özgür yurttaş olma hakkı) talepleri uğrunaydı. Hıristiyanlık, eşitlik ve kardeşlik sloganları ile kölelerin dini haline geldi, fakat Hıristiyanlığın egemen din olması kölelerin kurtuluşunu sağlamadı. “Hıristiyanlık, bütün insanlar arasında yalnızca bir eşitlikten, kendi köleler ve ezilenler dini olma niteliğine tastamam uygun düşen, eşit ilk günah eşitliğinden başka bir eşitlik tanımadı.” (Engels)
Bugünkü insan hakları ile ilgili taleplerin öncelleri olan eşitlik talepleri feodal aristokrasinin baskısına karşı, gelişmekte olan burjuvazinin talepleri olarak ortaya çıktı. “Bütün insanların insan olarak ortak bir şeye sahip bulundukları ve bu ortak şey ölçüsünde eşit oldukları fikri, kuşkusuz dünya kadar eski bir fikirdir. Ama modern eşitlik istemi bundan adamakıllı farklıdır; istem, daha çok, bu insan olma ortak niteliğinden, insanların bu insan eşitliğinden, bütün insanların, ya da en azından bütün yurttaşların, bir toplumun bütün üyelerinin eşit bir siyasal ve toplumsal değere sahip olma hakkının çıkarılmasına dayanır. Bu ilk göreli eşitlik fikrinden, devlet ve toplum içinde bir hak eşitliği sonucunun çıkartılabilmesi için, binlerce yıl geçmesi gerekti ve binlerce yıl geçti” (Engels)
Kölelerin, ezilenlerin dini Hıristiyanlık kısa sürede hâkim sınıfların dini haline geldi. Feodal aristokrasinin en önemli dayanağı oldu. Burjuvazi bir taraftan feodal aristokrasiye karşı gelişmesinin önünü açacak talepler ileri sürerken, dine ve kiliseye de saldırıyor ve ateizm propagandası yapıyordu. Burjuvazi kendi öz sınıfsal çıkarlarını, geniş işçi ve köylü kitlelerini de peşine takmak amacıyla insanlığın evrensel hak ve özgürlükleri olarak sunuyordu.
“Ama ekonomik ilişkilerin özgürlük ve hak eşitliği istediği yerde, siyasal rejim onların karşısına her adımda loncasal engeller ve ayrıcalıklar çıkartıyordu. Yerel ayrıcalıklar, farklılaştırılmış gümrükler, he türlü ayrım yasaları; ticaretlerinde yalnız yabancılar ya da sömürgelerde yaşayan halk için değil, ama çoğu kez devlet uyrukları için de zararlı oluyordu; loncasal ayrıcalıklar, yapımevi sanayisinin gelişme yolunu keserek, her yerde varlığını sürdürüyordu. Burjuva rakipler için, hiçbir yerde, ne yol açık, ne de şanslar eşitti. Ve bununla birlikte istemlerin en başta geleni ve kendini gitgide daha çok duyuranı da, işte buydu.
Bu, feodal eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasıyla feodal engellerden kurtuluş ve hak eşitliğinin kurulması istemi, toplumun ekonomik gelişmesi tarafından geniş boyutlar kazanmaktan geri kalamazdı. Her ne denli bu istem, sanayi ve ticaret yararına ileri sürülüyorduysa da, aynı hak eşitliğinin, tam bir toprak köleliğinden başlayarak, köleliğin bütün derecelerinde, çalışma zamanlarının en büyük bölümünü, karşılıksız olarak, iyiliksever feodal beylerine ayırmak ve ayrıca ona ve devlete sayısız vergiler ödemek zorunda olan geniş köylüler yığını için istenmesi de gerekiyordu, öte yandan, feodal üstünlüklerin, soyluların vergi bağışıklığının, çeşitli zümrelerin siyasal ayrıcalıklarının kaldırılmasını istemekten de geri kalınamazdı. Ve artık Roma İmparatorluğu’nda olduğu gibi, evrensel bir imparatorlukta değil, ama birbirleriyle eşitlik ilişkileri kurmuş ve burjuva gelişmesinin aşağı yukarı eşit bir düzeyinde bulunan bağımsız bir devletler sistemi içinde yaşandığı için, bu istemin tek bir devletin sınırlarını aşan genel bir nitelik alması ve özgürlük ve eşitliğin İnsan hakları olarak ilan edilmesi gerektiği kendiliğinden anlaşılıyordu. Ama bununla birlikte, insan haklarını ilk tanıyan anayasa olan Amerikan Anayasasının, Amerika’da yaşayan renkli insanların köleliğini bir solukta doğrulaması, bu insan haklarının özgül burjuva niteliğini açıkta gösteren bir şeydir; sınıf ayrıcalıkları kaldırılmış, ırk ayrıcalıkları onaylanmıştır.
Bununla birlikte, bilinir ki, burjuvazi, feodal burjuvazi krizalitinden çıktığı, ortaçağ zümresi (ordre) modern sınıf (classe) durumuna dönüştüğü andan başlayarak, burjuvazinin gölgesi olan proletarya, ona durmadan ve kaçınılmaz bir biçimde eşlik edecektir. Ve aynı biçimde, proleter eşitlik istemleri de burjuva eşitlik istemlerine eşlik edecektir Sınıf ayrıcalıklarının kaldırılması burjuva isteminin ortaya konduğu andan başlayarak bunun yanı sıra, sınıfların kendinin kaldırılması, proleter istemi, önce ilkel Hıristiyanlığa dayanarak, dinsel bir biçim altında, sonra burjuva eşitlik teorilerinin ta kendilerine dayanarak, oraya çıkar. Proleterler, burjuvazinin önerisini hemen benimserler: eşitlik yalnızca görünüşte, yalnızca devlet alanında değil, ekonomik ve toplumsal alanda da gerçek olarak kurulmalıdır.” (Engels)
Engels’ten yaptığımız bu uzun alıntıda da çok güzel anlatıldığı gibi, Avrupa ve Amerika’da burjuva devrimlerinin bayraklarına yazılan ve o günden bu güne anayasalara yazılması adet olan temel hak ve özgürlükler, feodal aristokrasiye karşı mücadele eden burjuvazinin siyasi, sosyal ve ekonomik çıkarlarının somutlaşmış ifadeleriydi. Fakat bu sloganlarla yola çıkan burjuvazi siyasi iktidarı ele geçirir geçirmez, aynı talepleri kendine karşı ileri süren işçi sınıfı ve emekçi halkın sesine kulaklını tıkıyordu. Zenciler, Kızılderililer insan sayılmıyor, sömürge halkları ya bu özgürlükleri kullanacak olgunlukta sayılmıyor ya da bu halklar yokmuş gibi davranılıyordu. Zenciler, Kızılderililer, sömürge halkları vb. dışında yurttaş kabul edilenler bile siyasi haklardan eşit olarak yararlanamıyordu. Yurttaşlar aktif yurttaş, pasif yurttaş (az vergi veren) ayrımına tabi tutuluyor, daha zengin olanlar siyasi haklardan daha fazla yararlanıyordu. Yine kadınlar birer yurttaş olarak siyasi haklardan (seçme, seçilme vb.) uzun bir süre yararlanamadılar.
Bu dönemin “özgürlükçü” parlamentolarının önemli bir gündemi, proletaryanın burjuvaziden devraldığı temel hak ve özgürlük taleplerini nasıl bastıracakları idi.
ABD’de 1776 Bağımsızlık İlanı’ndan önce tek tek koloniler özgürlük bildirileri ve anayasalarla temel hak ve özgürlükleri tanıdıklarını ilan ederken köleliğin kaldırılması yüzyıl sonra 1865’de gerçekleşti. Yine zencilere karşı ırkçı yasaların egemenliği ancak 1960’larda kırılmaya başlandı. 1964’de ABD’nin güney eyaletlerinde okullar, restoranlar ve ulaşım araçlarında zenci-beyaz ayrımı hâlâ devam ediyordu. 1964’te ABD’de zencilerin sadece yüzde yedisi oy kullanabiliyordu.
İnsan Haklarının, hak ve özgürlüklerin savunucusu tanrıtanımaz burjuvazi, siyasi iktidarı ele geçirdikten sonra kiliseyle uzlaşıyor, dini halkı uyutmanın aracı olarak kullanıyor, kendi ayrıcalıklarını işçi sınıfına karşı kıskançlıkla savunuyordu.
Burjuvazinin tanıdığı ilk insan hakkı, işgücünün eşit ölçüde burjuvalar tarafından sömürülme hakkı idi.
Böylece bütün insanlık için ileri sürülen hak ve özgürlük taleplerinin aslında sadece burjuvazinin talepleri olduğu ortaya çıkıyordu. Sınıflı toplumlarda herkes için hak bir aldatmacadır. Hak herkes için olursa, hak olmaz.
Siyasi eşitliği, hukuki eşitliği gerçekleştirdiğini savunan burjuva devlet, insanların doğuştan, mevkiinden, eğitiminden ve yaptığı işten kaynaklanan eşitsizlikleri siyasi ya da hukuki olmayan farklar olarak görüyor. Böylece doğuştan, mevkiinden, eğitimden ve işten dolayı eşitsizliklerin devamını onaylamış oluyor. Siyasi ve hukuki eşitliği gerçekleştirdiğini savunan burjuva devlet, diğer eşitsizliklerin korunmasının güvencesi oluyor.
“Modern devlet tarafından insan haklarının tanınmasının ilkçağ devleti tarafından köleliğin tanınmasından başka bir şey anlamına nasıl gelmediği kanıtlanmıştır. İlkçağ devletinin doğal temeli, kölelik idi; modern devletin doğal temeli (ise-Ç) burjuva toplum, burjuva toplum insanı, yani ötekine (öbür insanlara-ç) özel çıkar ve bilincinde olmadığı doğal zorunluluktan başka hiçbir bağla bağlanmış bulunmayan bağımsız insan, çıkara dönük emeğin, kendi öz bencil gereksinmesi ile ötekinin bencil gereksinmesine köleliğidir. Doğal temeli işte bu olan modern devlet, evrensel insan haklan bildirisinde, onu işte böyle tanımıştı. Ve bu haklan modem devlet yaratmamıştı. Kendi öz evrimi ile, eski siyasal engelleri aşmaya götürülen burjuva toplumun ürünü olan modem devlet, kendi başına, insan haklarını ilan ederek, kendi öz köken ve kendi öz temelini tanımaktan başka bir şey yapmıyordu” (Marx)
İnsan haklarının içeriğini inceleyecek olursak, bu hakların esas olarak siyasi-hukuki eşitlikle sınırlı olduğu görülecektir. Burjuva iktidarında, işçi sınıfı ve emekçi halk için siyasi özgürlüklerin tek başına yeterli olmadığı ortaya çıktı. İşçi sınıfı, siyasi özgürlüklerle birlikte ekonomik ve sosyal özgürlükler ve eşitlik de istiyordu. “… İnsan haklarının insanı dinden kurtarmadıkları, ama ona din özgürlüğü sağladıkları; onu mülkiyetten kurtarmadıkları, ama ona mülkiyet özgürlüğü sağladıkları; onu yaşamını az ya da çok temiz biçimde kazanma zorunluluğundan kurtarmadıkları, ama tersine ona girişim özgürlüğü sağladıkları…” (Marx) işçi sınıfı tarafından anlaşıldı.
İnsan haklarının önemli bir önermesi de bireysel özgürlüğün sağlanması idi. Burada bireysel özgürlükten kastedilen şey başkasına zarar vermeyecek her şeyin yapılabilinmesi hakkıdır. Bireyin başkasını rahatsız etmeden hareket edeceği sınırlar yasa ile belirlenir. Bu bireysel özgürlük Eskişehir I. Tipi Cezaevi’nde tek kişilik hücrelere konulan insanların özgürlüğüne benzer. Birbirlerinden kalın duvarlarla ayrılmış insanların kendi hücrelerinde istediklerini yapabilmeleri özgürlüğü… Burada özgür birey diğerlerinden tecrit edilmiş bireydir. Bu özgürlük insanın insana bağlılığına değil tecridine dayalı özgürlüktür. Bu özgürlük tecrit edilme özgürlüğüdür. “Modem dünyada, her birey aynı zamanda hem köle hem de topluluk üyesidir. Ama burjuva toplumun köleliği, görünüşte en büyük özgürlüğü oluşturur; çünkü birey kendi yaşamının örneğin mülkiyet, sanayi, din, vb. gibi kendisine yabancılaşmış öğelerin anarşik hareketlerini kendi öz özgürlüğü olarak gördüğünden, görünüşte bireysel bağımsızlığın gerçekleşmesidir bu kölelik…” (Marx)
Bu insan hakları anlayışında egoist bireyin ilerisine geçilememektedir. Egoist birey, burjuva toplumun üyesi olarak kendi özel çıkarlarına, kendi başı-buyrukluğuna dönük, toplumun ortak çıkarlarından soyutlanmıştır. Bireyleri “bir araya getiren ve ilişki içine sokan tek güç, bencillik, kazanç ve özel kişisel çıkardır.” (Marx) Burjuva özgürlük anlayışında insan diğer insanda kendi gerçekleşmesini değil, bireysel özgürlüğün sınırlarını bulur. İnsani özgürleşme, her bireyin diğerinde kendi genişlemesini, zenginleşmesini, tamamlanmasını bulması ile mümkündür. “Ne zaman hakiki bireysel insan, soyut devlet vatandaşını kendi içine geri alır ve bireysel insan olarak görünür hayatında, bireysel işlerinde, bireysel ilişkilerinde herkesin eşit olduğu bir grupta eriyip birleşirse (hakiki insan olursa) ne zaman ki insan kendi gücünü toplumsal güç olarak tanır ve örgütlerse ve böylece toplumsal gücü politik güç olarak kendisinden ayrılmazsa işte o zaman insani kurtuluş (özgürleşme) tamamlanmış olacaktır.” (Marx)
İnsan hakları kapsamında tanınan bireysel özgürlük gibi din ve vicdan özgürlüğü de insani özgürleşmeyi sağlamaz. Din ve vicdan özgürlüğü, laisizm bir insan hakkı olarak aslında siyasi kurtuluştur. İnsan böylece dinin baskısından kurtulmuş fakat dinden kurtulmamıştır.
İşçiler üzerindeki ekonomik baskı, her çeşit siyasi baskıya ve toplumsal aşağılamaya, yığınların ruhsal ve moral yaşamının bayağılaşıp kararmasına kaçınılmaz olarak yol açar. İşçiler ekonomik kurtuluşları uğruna savaşmak için daha çok veya daha az bir siyasi özgürlük kazanabilirler; ama sermaye gücü alt edilinceye kadar, hiçbir özgürlük niceliği onları yoksulluktan, işsizlikten ve baskıdan kurtarmayacaktır.
Burjuva insan hakları (temel hak ve özgürlüklerimin kazanılmasıyla insanın kurtuluşu (özgürleşmesi) mümkün değildir. İşçi sınıfı hak-hukuk ve demokrasisi bir toplum, insanlığın altın çağı için mücadele ederken, burjuva hak ve özgürlükleri de göz ardı etmez. Onları nihai hedefine giderken atlama taşları olarak kullanır. İçeriğini dönüştürür ve zenginleştirir. Siyasi eşitlik taleplerine ekonomik ve sosyal taleplerini ekler.
“Burjuvazi, proletaryanın eline silah vermeden, siyasal iktidarı için mücadele edemez ve bu iktidarını bir anayasa veya kanunlarda dile getiremez-. (Burjuvazi) doğuştan ayırt edilen zümrelere, eskiye karsı insan haklarını… bayrağına yazmak zorundadır… Sonuçlarına götürecek biçimde, genel ve doğrudan seçim hakkım, basın, toplanma ve demek kurma özgürlüğünü ve tek tek sınıflara ve ya halka karşı olağanüstü kanunların kaldırılmasını istemek zorundadır. Bunlar ama aynı zamanda proletaryanın ondan istemek durumunda olduğu ihtiyaçlardır. Böylece proletarya nihai zaferi için ihtiyaç duyduğu silahları eline almaktadır. “(Engels)
İşçi sınıfı burjuvazinin silahlarını elinden aldı, fakat bununla da yetinmedi. 19. yüzyılda, 20. yüzyıl başlarında gittikçe güçlenen işçi sınıfı mücadelesi sonucu siyasi eşitlik istemlerine ekonomik ve sosyal eşitlik istemleri de eklendi. Böylece insan hakları talepleri açısından bir genişleme oldu. Taleplere 8 saatlik iş günü, adil ücret, çalışma hakkı, sendika ve grev hakları, parasız eğitim hakkı, parasız sağlık hizmetleri, ihtiyarlık sigortası, ana sağlığı ile ilgili talepler, kreş ve çocuk evleri talepleri, çocukların sağlıklı bir ortamda gelişmesi gibi talepler de eklendi.
İşçi sınıfının ekonomik ve sosyal eşitlik hedefine yönelik talepleri, uzun v.e çetin mücadeleler sonucu burjuva devletin anayasa ve yasalarına yazıldı. Büyük Ekim Devrimi ile birlikte bu hakların hemen hemen tamamının Sovyet yasalarıyla güvence altına alınması, kapitalist ülkelerdeki mücadeleyi de hızlandırdı. Artık 18. yüzyılın insan hakları daha genişlemiş ve daha sosyal bir nitelik kazanmıştı. Liberalizm yerini sosyalizme, liberal jandarma devlet yerini sosyal devlete, sosyalist devlete bırakıyordu.
İnsan haklarına ya da temel hak ve özgürlüklere ekonomik ve sosyal hakların eklenmesi açısından en gelişmiş örnek 1936 SSCB Anayasası idi.
1936 SSCB Anayasası ile tanınan temel haklar” içinde özellikle çalışan sınıflara yönelik sosyal ve ekonomik hakların zenginliği, genişliği işçi sınıfı hareketinin burjuva soyut eşitlik anlayışına karşı verdiği mücadelenin bir kazanımı olarak görülmelidir.
Bu anayasa, ekonomik ve sosyal eşitsizliği örten bir insan hakları anlayışı yerine, gerçekte yaşayan insanın ekonomik ve sosyal eşitliğini temel alan bir anlayışın ürünüdür.
1936 Anayasası’nın 118 ile 133- maddeleri arasında “Yurttaş Hak ve Görevleri” başlığı ile toplanmış bu haklardan bazıları şöyledir;
Mad. 118. Çalışmak SSCB yurttaşlarının- hakkıdır. Yani, tam çalışmaya ve nicelik ve niteliğe göre yaptıkları işten ücret almaya haklan vardır…
Mad. 119. Dinlenmek SSCB yurttaşlarının hakkıdır.
Dinlenme hakkı endüstri, daire ve meslek işçileri için iş gününün yedi saat olarak tespiti, güç işlerde iş saatlerinin altı saate indirilmesi ve iş şartları çok güç olan yerlerde dört saate indirilmesi, ücretlerin ödenmesi suretiyle endüstri, daire ve meslek işçileri için yıllık izin tesisi, işçilerin ihtiyaçlarına geniş bir sanatoryumlar, dinlenme yurtları ve kulüpler ağı ayrılması yollarıyla elde edilir.
Mad. 120. SSCB yurttaşları, ihtiyarlıklarında, hastalıklarında ve çalışma yeteneklerini kaybettiklerinde maddi hayatlarının sağlanması hakkına sahiptirler.
Bu hak, gideri devlete ait olmak üzere, endüstri, daire ve meslek işçilerinin sosyal sigortasının geniş olarak gelişmesi, işçiler için ücretsiz sağlık yardımı, işçilerin emrine bir sağlık istasyonları ağı kurulması yollarıyla elde edilir.
Mad. 121. SSCB yurttaşlarının öğrenim hakkı vardır.
Bu hak genel ve ücretsiz yedi yıllık öğrenim, on yıllık öğrenimin geniş olarak gelişmesi, yüksek ücretsiz eğitim, yüksek okullarda çalışmalarında üstünlük gösteren öğrencilere yerilen devlet bursları sistemi, okullarda ana dilinde eğitim yapılması, fabrikalarda, devlet çiftliklerinde, makina ve traktör istasyonlarında ve kolektif çiftliklerde ücretsiz mesleki, teknik ve tarım eğitimi yoluyla elde edilir.
Mad. 122. SSCB’nde, ekonomik, medeni, kültürel, siyasal ve diğer sosyal alanlarda kadına erkek kadar eşit haklar verilmiştir.
Kadınların bütün bu haklarının gerçekleşmesi imkânı iş, ücret, dinlenme, sosyal sigorta ve öğrenimde kadınlara erkekler kadar eşit haklar verilmesi, ananın ve çocuğun çıkarlarının devlet tarafından korunması, kadına ücretinin devamı suretiyle gebelik izni verilmesi, geniş bir doğum, çocuk bakımevleri ve bahçeleri ağı ile elde edilir.
Mad. 123. SSCB yurttaşlarının, milliyet ve cins farkı gözetilmeksizin ekonomik, medeni, kültürel, siyasal ve diğer sosyal alanlarda eşitliği değişmez bir yasadır.
Eşitliği doğrudan doğruya veya vasıtalı olarak sınırlama, ya da tersine mensup bulundukları ırka ve milliyete göre yurttaşlara doğrudan doğruya yahut vasıtalı olarak taranan ayrıcalıklarla ırk veya milliyet dolayısıyla her türlü ayrılık ya da kin ve nefret propagandası kanunen cezalandırılır.
Mad 124. yurttaşlara vicdan özgürlüğü sağlamak için SSCB’nde kilise devletten ve okul da kiliseden ayrılmıştır. Tapınma özgürlüğü gibi dine karşı propaganda özgürlüğü de bütün yurttaşlara tanınmıştır. …
Klasik burjuva insan haklarına eklenen bu gibi haklar o gün için en ileri haklardı. Bu gün bu haklar daha da geliştirilmeli ve günün koşullarına uydurulmalıdır. Örneğin çevrenin tahribinin önlenmesi bugünün önemli taleplerinden biridir.
İNSAN HAKLARI MÜCADELESİ VE İHD
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi insan hakları perspektifi ile insanın özgürleşmesi hedefine ulaşmak mümkün değildir. İnsan hakları mücadelesi esas olarak demokrasi mücadelesinin bir bileşenidir. İnsan hakları mücadelesi günün demokrasi mücadelesi ihtiyaçlarına göre şekillenir. Demokrasi ve sosyalizm mücadelesinden bağımsız bir insan hakları mücadelesi savunmak, insan hakları mücadelesinin nihai hedefinin sınıfsız toplum olduğunu ileri sürmek, insan hakları mücadelesinin politik projesini oluşturmak gibi parlak sözler altında insan hakları ideolojileri uydurmak, insan haklan mücadelesini sınıfsal içeriği ve tarihsel gelişim sürecinden bağımsız ele almak sadece kafaları karıştırmaya hizmet eder ve demokrasi mücadelesine zarar verir.
Bazı aydınların bu yöndeki çabalarının kaynağı, “sosyalizm öldü” safsatalarına ciddi olarak inanmaları ve insanlığın kurtuluşu için komünizm yerine yeni bir ideoloji, insan hakları ideolojisi koymaya çalışmalarıdır.
Burjuvazi yüz elli yıldır Marksizm’e karşı ideolojik mücadele sürdürüyor. 1920-1950 yılları arasındaki sosyalizmin büyük prestij kazanması karşısında Marksizm’e karşı ideolojik alanda gerileyen burjuva ideolojisi son otuz yılda sosyalizmin bütün kalelerinin tek tek emperyalist kapitalizm tarafından fethedilmesi, Amerikan Emperyalizminin “Yeni Dünya Düzeni” girişimleri ve Gorbaçovculuğun sosyalizm öldü çığlıklarıyla yeniden güç kazandı. Sosyalizmin ölmesini neredeyse dört gözle bekleyen bazı “solcu” aydınlar ise bu durumdan cesaret alarak yeni teoriler üretmeye koyuldular. Bugün üretilmeye çalışılan teoriler aslında yeni değildir. Yüz elli yıldır Marksizm tarafından defalarca burjuva nitelikleri kanıtlanmış teorilerin yinelenmesidir. Sosyalizmin gerileyişi görecedir. Kapitalizm ve işçi sınıfı var oldukça Marksizm de varolacaktır.
Burjuva ideolojisinin Marksizm’den başka alternatifi yoktur. “Sosyalizm ve vahşi kapitalizm öldü, artık çağımız ekonomide liberalizm, siyasette insan haklarının eksen alındığı evrensel demokrasi çağıdır” teorileri, Amerikan emperyalizminin egemen süper güç olarak dünya hegemonyası mücadelesinin ideolojik düzlemdeki ifadesidir.
İnsan Hakları Derneği’nin kuruluşu birkaç talep etrafında gerçekleşti. Bu talepler günün can alıcı sorunları etrafında odaklanıyordu. İdam cezalan, cezaevlerindeki vahşi uygulamalar, 12 Eylülün korkunç işkenceleri ve gülünç hukuku başlıca talep konularıydı. Derneğin kurucuları bir grup tutuklu ailesi, demokrat avukat, gazeteci, aydın ve sanatçı idi. İdamlara, işkencelere, cezaevlerindeki uygulamalara karşı mücadeleye giderek ulusal baskı, kadının ezilmesi ve aşağılanmasına karşı, çalışanların ekonomik ve sendikal haklarının kısıtlanmasına karşı, cinsel azınlıklara yapılan baskılara karşı, çocuklara yönelik baskılara, çevrenin tahribine yönelik uygulanmalara karşı mücadeleler eklendi. Bu talepler için mücadele, tabii ki demokrasi mücadelesinin bir parçası idi. Mücadelenin siyasi iktidara, devlete ve kapitalizme yönelmesi kaçınılmazdı. İHD’nin kendiliğinden gelişen mücadele yöntemleri ve ele aldığı-talepler açısından hatalı bir tutum içinde olduğu söylenemez. Belki tartışılması gereken pratik sorunlar, sorunların çokluğu, İHD’nin mücadelesinin esasları konusunda yanlışlıklar var görüntüsünü vermektedir. Bizce İHD’de tartışılması gereken sorunlar, insan hakları mücadelesine bazı çevrelerce değişik misyonlar yüklenmeye çalışılması, bu konularda teoriler oluşturma çabaları ve iç işleyişle ilgili pratik sorunlardır.
İHD bir kitle örgütü değildir. Kitle örgütü olma çabaları da gereksizdir. Kitleler esas olarak öz örgütlerinde örgütlenmelidirler. Bunlar partiler, sendikalar, kadın ve gençlik örgütleri ve meslek örgütleridir. Kitleler bu örgütleri aracılığıyla siyasi iktidar veya demokrasi mücadelesi yürütürler. İHD’nin mücadele ettiği talepler aynı zamanda bu örgütlerin de uğruna mücadele ettikleri taleplerdir. İHD’nin programı diğer örgütlere göre daha dardır. İHD’nin demokrasi mücadelesine önderlik iddiası olamaz böyle bir iddia ile ortaya çıktığında İHD bir parti işlevine soyunmuş olur. İHD’nin demokrasi mücadelesine katılan kitle örgütlerinden farkı, belli bir sınıf, meslek, cins vb. özel sosyal kesime dayanmaması, içinde tüm sınıf ve kesimlerden insanı barındırması ve ikinci olarak uzman bir etkinlik göstermesi ya da böyle bir etkinlik göstermesi gerekliliğidir. İHD uzman bir örgüt olmalıdır. Her sınıf ve kesimden insan, bu örgüt içinde özel bir etkinliğin parçası olmalıdır. İHD içinde yer alan insanlar aynı zamanda bir parti ve bir parti ile birlikte bir sendika, meslek örgütü, gençlik örgütü, kadın örgütü içinde de örgütlü olabilir ve olmalıdır. Fakat buna rağmen bu insanlar İHD içinde de yer almalıdır. İHD diğer örgütlere alternatif, diğer örgütlerin yerine bir örgüt olmamalı, bu işleve soyunmamalıdır. İHD’yi bir insan haklan partisi gibi düşünmek, insan hakları mücadelesinin özgün bir mücadele olduğunu ileri sürerek devrimci, Marksist, devrimci demokrat, burjuva demokrat gibi tanımlar yanına bir de insan haklan savunucusu gibi tanımlar eklemek boşunadır. Zaten Marksistler, devrimciler, devrimci demokratlar, burjuva demokratlar vb. kavramlar insan hakları savunuculuğunu da içerir.
İHD, benzeri uluslararası kuruluşlarla çok sıkı bir ilişki ve işbirliği kurmalıdır, çok iyi’ bir bilgi toplama merkezi olmalıdır, sözüne yurtta ve yurtdışında değer verilen ciddi ve tutarlı bir örgüt olmalıdır, demokrasi mücadelesinde partilere, sendikalara, kitle örgütlerine çok önemli destek sağlayan uzman bir çalışma yürütmelidir. İHD’nin misyonundan fazla şeylerin ondan beklenmesi ya da bu misyonun ona yüklenmeye çalışılması geçicidir, devrimci partilerin, işçi ve memur sendikalarının, kadın örgütlerinin, kitle örgütlerinin bugünkü zayıflığındandır. Bu örgütler işlevlerini yerine getirdiklerinde sorun kendiliğinden çözülecektir. Fakat biz duruma şimdiden müdahale etme olanağına sahibiz.
İHD’de, üyelerinin çeşitli sınıf ve kesimlerden gelmesi nedeni ile insan hakları mücadelesine tek bir yaklaşım sağlamak güçtür ve zorunlu değildir. Marksistler bu mücadeleye demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak bakarlar, mücadeleyi sosyalist mücadeleye tabii kılmaya çalışırlar, sınıfsız toplum hedefini kerteriz alırlar… Burjuva demokratlar mücadeleyi burjuva demokrasisi ile sınırlı tutarlar… Burjuva milliyetçiler mücadeleyi milli sorunu çözme ve ulusal hakları elde etme olarak anlarlar vb. Fakat bütün bu insanlar ortak bir platform oluştururlar, bu farklılıklar İHD’nin mücadelesi için engel teşkil etmez.
İHD’de taraflar birbirini tasfiyeye yönelmemelidir. Yukarıda saydığımız bütün kesimleri içinde toplayamayan örgüt İHD olmaktan yavaş yavaş uzaklaşır. İHD’yi küçültür, başka bir örgüt haline getirir ve İHD’nin yapısına ters düşer.
İHD’nin bugünkü örgüt şeması küçük değişiklikler mümkün olmakla birlikte esas olarak amacına uygundur. Geniş bir yönetim kurulu, bu yönetim kurulunda çeşitli kesimlerin temsilinin sağlanmaya çalışılması, yönetim kurulunun kongreler dışında da yapısının değiştirilebilinmesi olanaklarının yaratılması… İHD’nin yapısına daha uygun düşer. İHD’nin etkinlik konularının her biri için kalıcı etkinlik sürdüren, sürekli komisyonlar kurulmalıdır. Bu komisyonlar haftada bir toplanmalı, günübirlik sorunlarla ilgili etkinliklerin yanı sıra belli bir program çerçevesinde sürekli bir etkinlik sürdürmeyi esas almalıdır. Örneğin Eskişehir Cezaevi gibi bir sorun gündeme gelmediğinde de cezaevi komisyonunun yapacak işleri olmalıdır.
Eskişehir Cezaevi sorunu olmasa da Türkiye’de kurumsal olarak bir cezaevleri ve cezaların infazı sorunu vardır. Cezaların infazı konusunda demokratik bir çözüm ve yapı oluşturuluncaya kadar bu komisyon etkinliğini sürdürmelidir. Her komisyon için durum aynıdır.
Komisyonların hepsi ile yönetimin aylık periyodik toplantıları olmalı bu toplantılarda aylık çalışmalar değerlendirilmelidir.
İki ayda bir genel üye toplantıları yapılmalı, bu toplantılarda yönetim çalışma raporu sunarak üyelerin önerilerini almalıdır.
Komisyonlar kendi çalışmaları ile ilgili raporlar hazırlamalı bu raporları veya çalışmalarını yazılı olarak üyelere, çeşitli örgütlere ve basına sunabilmelidir. Yine yönetimde benzer rapor ve çalışmalarını yayınlayabilmelidir.
Aylık bülten çıkarılmalı, bu bültenden Türkiye’deki bir aylık insan hakkı ihlalleri ve etkinlikler öğrenilebilmeli ve bu konularla ilgili görüşler alınabilmelidir.
Dış ilişkiler komisyonunun etkinliğine özel önem verilmeli, bu komisyonda yönetimden bir kişi görev almalıdır.
Ciddi bir arşiv komitesi kurulmalı, bu kurulda bir kişi yönetimden ve bir kişi de profesyonel olarak yer almalıdır. Çok geniş bir arşiv çalışması yapılmalıdır. İnsan hakları ile ilgili aranan her bilgi bu arşivden elde edilebilmeli, diğer örgütlerin ve kişilerin arşivden yararlanabilmesi sağlanmalıdır.
Mali sorunların çözülmesi İHD saymanı başkanlığında bir komitenin görevi olmalı. Bu komitenin ciddi ve sürekli çalışması sağlanmalıdır,
İHD’nin başarılı olması için tüm olanaklar mevcuttur. İHD bugüne kadarki başarılarına yeni başarılar ekleyecek, demokrasi mücadelesindeki yerini kalıcı ve unutulmaz kılacaktır.
Eylül 1992