Tartışma Sürecinde Dev-Yol Gerçeği

Dev-Yol uzunca bir süredir bir iç tartışma yürütüyor. Bir şeyler yapmaya bir türlü karar verilemeyen uzun yıllardan sonra, Dev-Yol artık karar vermiş görünüyor: Bir şeyler yapılacak. Tartışma, ne yapılacağına ve nasıl yapılacağına ilişkin yürütülüyor.
Yapılacak olanın “sosyalizm” olduğu söyleniyor. Yürütülmekte olan tartışmanın yapılı hale getirilen belgelerinde uzun vadeli olarak “ne yapılacak” sorusunun yanıtı “sosyalizm” olarak veriliyor: “.Sorunun düğüm noktası, sosyalizmi inanılabilir bir program olarak sunmak ve buna uygun bir toplumsal pratik yaratabilmektir.”
Bu “sosyalizm”, öyle bilinen türden sosyalizm değildir ve tartışma örgütleyicilerine göre, olmamalıdır da. “Geleneksel sol” ya da sosyalizm çökmüş, “sosyalizmin bir tarihsel dönemi bitmiş”tir. “Bu bitişe yol açan gelişmeleri ve bunun yarattığı düşünsel-ideolojik-teorik krizi derinlemesine kavramak gerekmektedir.” Eski teori yetersiz ve geçersizdir, “eski kavramların sahip oldukları varsayılan tüm ‘açıklayıcılık’ güç ve anlamları yavaş yavaş siliniyor.” “Sosyalizm adına dile getirilen düşünceler (…) bugünü açıklamakta yetersiz kalma(ktadır).” Ve “eski kavramsal çerçevenin açıklayıcılık gücünü yitirmesi yeni bir kavramsal çerçevenin gerekliliğini ortaya koyar.” Bu, “ideolojik-teorik sorunların her hangi bir devrimci siyasi gelişme açısından yeniden bir ön (anahtar) mesele haline gelmesi demektir.” Ve “sosyalizm” yapıcılığına soyunacak “bir siyasal oluşuma yönetebilmek için sosyalizmin bugünkü sorunlarıyla ilgili üzerinde mutabakat sağlanmış bir amaçlar, politikalar ve uygun araçlar zemini gerekli görünmektedir, Bugünkü koşullarda böylesi bir mutabakatın ancak belirli bir surece yayılmış ciddi, demokratik, özgür bir tartışma sürecinde üretilebileceği kabul edilmelidir. Ancak en geniş kesimlerimizin katılacağı böyle bir tartışma sürecinde ortak bir siyasi iradenin ortaya çıkması sağlanabilecektir.”
Bir zaman tünelinden “çıkarken”, nihayet, “bir siyasal oluşuma yönelmek”, “bir siyasi irade oluşturmak”, orta ya da kısa vadeli bir hedef olarak gündeme alınabilmiştir. Ama “Devrim Hemen Şimdi” ya da somut olarak “Dev İşçi Hemen Şimdi”den bir adım geri atılmıştır. İş bir nebze ciddiye binince, ayak sürçülmektedir. “Siyasi irade” ve “siyasal bir oluşum”, “yeni kavramsal çerçeveli de ortaya çıkaracak bir “tartışma süreci”nin sonucuna bırakılmış, örgüt tartışmaya bağlanmış ya da peşkeş çekilmiştir.
Eskiden fetiş olan, ‘partileşme süreciydi. Geçip giden uzun yıllar partileşmek için bir türlü yeterli olmamıştı. Süreç-örgütlenme fetişizmi bütün örgütlenme faaliyeti için yön verici olmuş, yalnızca partiye değil, Dev-Yol yargılamalarında açıklandığına göre, parti-öncesi bir örgüte, her hangi bir örgüte bile ulaşılamamıştı. Belki bir “dergi örgütlenmesi”. Hepsi o kadar. Resmi durumla, karar verici irade ile somut durum Dev-Yol’da hep çelişik olmuştur: Epey önemli işler yapan bir Dev-Yol örgütü ya da örgütleri olduğu kesindi; ama yine kesin olan bir başka şey, bu örgütlerin merkezi bir örgütün bileşenleri olmaktan uzaklığıydı. “Partileşme süreci” yaşanmaktaydı; bir türlü federatif yapının, amatörlüğün ötesine atlanamıyor ya da atlanmıyordu. Dağınıklık ve gevşeklik sürdü ve 12 Eylül darmadağınıklığa, çöküntüye götürdü. Toparlanmanın gerçekleşebilirliğinin tartışmalı olduğu bir çöküntüye.
Bugün fetişleştirilen ise çok daha geri bir durumdur, ama koşullara uygun olan da ancak böyle bir fetiştir: “Tartışma süreci'” Bugün “ne yapılacak” ya da “ne yapılmak” sorusunun Dev-Yol’cu yanıtı “tartışma”dır, “tartışma süreci”dir; anahtar sözcük ya da fetiş, bugün bunlardır.
“Partileşme süreci” fetişinden daha ilkel olan “tartışma süreci” fetişinin yeni bir “belalı dönem”de “zaten tartışmıyorduk da” deninceye kadar ciddi bir örgüt var edemeyeceği açık olmalıdır. Bu fetiş bugünü kurtarmaya yöneliktir, Bugünkü dağınık, örgütsüz, çoğu esnaflaşmış, SHP’lileşmiş ve dökülmüş, her hangi bir devrimci siyasal pratik içinde olmayan Dev-Yol’cu konumunun ihtiyaçlarına karşılık düşen fetiştir. Devrimci eğilimlerle siyasal bir pozisyon tutmaya çalışan Dev-Yol’cular önüne dikilen bir tuzak-fetiştir.
Tartışma, kendisine Dev-Yol’cu diyen “herkes”i kapsamak ve düzen-içi konumlarda bulunanlarla devrimci eğilimler taşıyan ve siyasal ve-örgütlü çalışmaya en azından niyetli olanlar arasında “mutabakat”ı gerçekleştirmek üzere öngörülmektedir. Devrimci eğilimler taşıyan insanların, geleneğe bağlılıkları zaaf olarak kullanılarak, yalnızca tartışma fetişi aracılığıyla değil, aynı zamanda yaygın düzen-içi unsurların bu tartışmaya katılımı ve birlik ve “yeni siyasal oluşum” için onlarla “mutabakata zorlanma aracılığıyla da, bu eğilimlerinin törpülenmesi; artık Dev-Yol olmayan bir Dev-Yol’un, geçmişini tümden reddetmiş, öngörüldüğü üzere “siyasal kültürünü değiştirmiş” bir Dev-Yol’un dayatılması amaç ediniliyorsa, tartışmanın başarıya ulaşma şansı vardır. Ama devrimci bir gelişme amaçlayanlar açısından, yalnızca fetiş, niteliği ve katılanların bileşimi dolayısıyla değil, yazı boyunca üzerinde durulacak daha birçok nedenle bu tartışmanın başarılı sonuçlar vermesi olanağı yoktur. Biçim, içerik ve kapsam bakımından tartışmanın başarı şansı olan amaçlara sahip olduğu anlaşılıyor.

BİÇİM AÇSINDAN “TARTIŞMA SÜRECİ”
“Tartışma süreci” açısından biçim kategorisine girebilecek bir kaç unsur önem taşımaktadır.
Birincisi, tartışmaya katılanların bileşimidir. “Bir Tartışma Platformu İçin ön Notlar ya da Satırbaşları” başlıklı tartışmaya sunulan metin, aralarında “mutabakat” amaçlanan Dev-Yol’cu potansiyeli şöyle tanımlıyor:
“Bu potansiyel bugün geçilen sürecin bütün olumsuz, dağıtıcı, bozucu etkilerini üzerinde taşımaktadır. İnsanlar büyük çoğunlukla eski konumlarından uzaklaşmış durumdadır. Mevcut düzen ilişkileri içindeki yaşama uğraşına bağlı olarak yapılan işler ve yaşama biçimleri kaçınılmaz olarak kendine uygun (yeni) düşünüş biçimlerini ve alışkanlıklarım da üretmiştir. Pek çok insan çoğu kez yürütülen işlerin bir uzantısı olarak düzen içi yasal bir parti içinde yer alma yolunu seçmiştir. Buna rağmen hemen herkesin eski siyasal kimliklerini koruma kaygısı içinde oldukları da görülmüştür. Bunlara karşın Devrimci Yol anlayışını aynen koruma veya yeniden üretme adına yapılabilenler de diğer oluşum ve gruplaşmalarla birlikte bu geniş potansiyeli etrafında toplayabilecek ve ifade edebilecek bir çekim merkezi olma özelliğini sağlayamamıştır.”
Tartışmaya sunulan platform Dev-Yol’un nerede başlayıp SHP’nin nerede bittiğinin -ya da tersi- belli olmadığı durumu kabullenip resmileştirdiği görülüyor. SHP’li olup aynı zamanda Dev-Yol’cu olmak mümkündür; sadece bu da değil, SHP’liler ya da SHP’li Dev-Yol’cular (ya da Dev-Yol’cu SHP’liler) Dev-Yol’un geleceğinin belirleneceği  “tartışma’nın unsurları durumundadırlar! Burada da durulmuyor, -durulsaydı, SHP’liler azınlıkta kalıp tasfiye olabilirler denebilirdi- ve tartışmaya katılan “en geniş kesimlerimiz” arasında “mutabakat” ve bu mutabakat temelinde şekillenecek “ortak bir siyasi irade” ve “siyasi oluşum” öngörülüyor. Ya SHP’liler Dev-Yol’culaşacak ya da Dev-Yol’cular SHP’lileşecektir. Şimdiye dek olan Dev-Yol’cular ve Dev-Yol’un SHP’lileşmesidir ve doğal olan da budur. Diyelim ki burjuvalar, düzen içi unsurlar devrimcileşecek ve “eski siyasal kimliklerini koruma kaygısı” bunu kolaylaştıracaktır, böyle varsayılmaktadır.  Sadece Dev-Yol’cu değil, tüm eski solcu SHP’lilerin, yeni gelin örneği düzenin pisliklerine en sıkı sarılanlar olduğu gerçeği de dikkate alındığında böyle bir “dönüşüm’ün tamamen istisna olacağı kesindir. Eğer devrimci bir gelişme öngörülüyorsa, SHP’lilerin bu gelişmenin anahtarı olarak tasarlanan tartışmaya katılmasının ne tür bir açıklaması olabilir? “Potansiyelin bu tür döküntülerini tümüyle dışlamamak, onları karşıya itmemek ve hatta değişmelerine yardım edip kazanmak yaklaşımı, bu unsurların “devrimci bir siyasal oluşum” ve hele “yeni kavramsal çerçeveler” yaratma sürecine katılımlarını izahta yetersizdir. Böyle bir tartışmanın onların dışında örgütlenmesi ve tartışanların kazanıcı tutum izlemeleri, örneğin ayrıca onlarla da tartışılması ve durumlarına uygun pratik faaliyetler önerilmesi, devrimci bir tutumun asgari gereğidir.
Burada tartışmanın biçimine ilişkin sorunun içerikle de ilişkisi ortaya çıkıyor. “Eski kavramsal çerçeve”, “eski teori” yerine önerilen “yeni kavramsal çerçeve” ya da “teori”de burjuva partilerinin yeri, onlara karşı, sosyal demokrasiye karşı tutum ne olacaktır? “Yeni çerçeve” sadece önerilmekte ve ama içi doldurulmamaktadır. Ancak, tartışmanın biçimi ya da bileşenlerine ilişkin tutumdan çıkan odur ki, “yeni teori” ya da “yeni kavramsal çerçeve”de sosyal demokrasiyle birlik, en azından ittifak yer alacaktır. Ama böyle bir çerçeveyi “yeni” olarak sunmaya hiç gerek yoktur. Böyle bir unsura sahip “kavramsal çerçeve” öteden beri vardır. Kautsky’nin “çerçevesi” böyledir. En son bu unsuruyla ve “yenilik” iddiasıyla “çerçeve” sunan ise, kısa sürede pek pespaye durumlara düşen Gorbaçov ve SBP aracılığıyla bu tulumunu yaşama geçiren TKP ya da TBKP olmuştur.
Üstelik tartışmaya katılan düzen-içi unsurlar SHP’li Dev-Yol’culardan ibaret değildir. Geçim derdine düşüp çoğunlukla esnaflaşan, burjuvalaşan ve konumlarına uygun düşünüş biçimleri ve alışkanlıklar edinen pek çok unsur da tartışmaya katılmaktadır. Tartışmaya sunulan metin durumu saptıyor ve kabulleniyor. Yanılgısı ya da zaten amacı, böyle bir tartışmadan devrimci sonuçlar çıkmayacağı noktasındadır.
Yaşam karşısındaki pratik tutumları, düşünsel eğilimleri devrimci olan ve devrimci siyasal faaliyet içinde olan ya da buna yönelen insanlarla devrimci tutumlar geliştirilebilir, devrimci yollarda yürünebilir. Devrimci yolda yürümek, nostaljik sohbetler ya da düzen-içi unsurlarla “eğlenceler” düzenlemek olarak anlaşılmıyorsa, Dev-Yol potansiyelini kucaklamak adına devrimci olmayan ilişkilerden, hele geleceği kuracağı iddia edilen girişimlerden mutlaka vazgeçmek şarttır.
Tartışmalarda ileri sürülen ve yazılı olarak yayınlanan görüşlerden anlaşıldığı kadarıyla, böyle bir bileşime epey itiraz olmuş, başlıca devrimci olan ve siyasal faaliyet içinde bulunan insanlarla tartışma yürütülmesi gereği üzerinde durulmuştur. Örneğin tüm yazılı görüşlerin bir arada yayınlandığı broşürün 6., 8., 10. ve 12. sayfalarındaki yazılarda “kimlerle tartışma” sorusunun yanıtı “devrimcilerle” şeklinde verilmiştir. 6. sayfadaki “Metin Taslağı Üzerine Bir Eleştiri” başlıklı yazıda daha ileri gidilerek, bizim eleştirdiğimiz temel nokta da bir tarzda ifade edilmiştir: “Yazının üslubu mücadele, eden insanlara göre değil mücadele etmeyen insan çoğunluğuna göre belirlenmiştir, iddiasızlık ve inançsızlık da bu yüzdendir asıl olarak.” Ancak, “1. Turun Kısa Değerlendirilmesi”nde maddeler halinde toparlanan sonuçlara göre, ” ‘heterojen bir topluluk’ olmanın yarattığı handikaplar sürekli olarak kendini ortaya çıkarmış”, ” ‘kuşkuların’ egemen olduğu ortam kısmen de olsa sürmüş”, “kısmen şekilli ilişkiler açısından sunuş metninin moral bozucu etkileri görülmüş”, ama devrimciliği tartışmalı kişilerle devrimciliği tartışmalı metne bu yönleriyle yapılan itirazlar kısmen yatıştırılmış ve “gerilimin aslında öznel sübjektif bir içerik taşıdığı” belirtilerek “keskinlik” mahkûm da edilmiştir. Bu konuda itirazlar ileri sürenlerin tartışmayı bu biçimiyle sürdürmeye en azından razı oldukları anlaşılıyor. Amaçlanan devrimci olmayan yönde ilerleyişin, bu yönüyle, şimdilik de olsa sağlanabildiği, devrimci eğilimlerin törpülenip bastırılabildiği görülüyor.
İkinci olarak, tartışma örgütlü değildir, örgütlü olarak yürütülmemektedir; devrimci unsurlar arasında bir tartışma olmadığı gibi, bir siyasal çalışma içinde bulunan örgütlü devrimci unsurların içindeki bir tartışma hiç değildir. Bu yönüyle de devrimci bir siyasal oluşuma götürmesi olanağı yoktur.
Tartışmacılar, tartışmayı öngörenler, bugün Dev-Yol’un neyi nasıl yapacağının belirli olmadığını, her şeyin çok değiştiğini; bugünkü durumu, ne “eski sosyalist kavramsal çerçevenin” ne de eski Dev-Yol “kültürü”nün açıklayabildiğini, dolayısıyla belirsizlik temelinde bir örgüt kurulamadığını ve kurulamayacağını, belirsizliğin belirli bir oranda aşılacağı tartışmalarla yeni “kavramsal çerçeveler” ya da asgari olarak ortak bakış açıları oluşturulmasına bağlı olarak örgüte ulaşılabileceğini düşünüyorlar. Tartışmalarda bu noktaya ilişkin olarak da yaygın itirazlar ortaya çıkmıştır.
Sorunun birbirine bağlı iki yönü bulunuyor. Birincisi, tartışmanın asgari bir örgütlülük çerçevesinde yürütülmesine ilişkindir. İkincisi ise, tartışmanın, akademik bir çalışma, örneğin bir sempozyum olmanın ötesine geçecek ve örgütsüz yürütülmesi durumunda da kendiliğindenliğe uygunluk temelinde örgütlülükler sonucuna yol açabilecek düzen-içi burjuva yaklaşımların sistemleştirilmesine hizmet etmemesi isteniyorsa, devrimci bir örgüt tarafından yürütülmesi gerekmekle kalmaz; aynı zamanda devrimci örgütün, durmaksızın sürüp giden sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarınca belirlenecek, sadece teorik değil, son derece pratik de olan ihtiyaçlarından hareketle yürütülmesi zorunlu olur.
“Tartışmalardan” başlığı altında aktarılan, tartışmalarda ileri sürülen görüşleri özetleyen kısa notlarda yer alan şu yaklaşımlar tamamen doğrudur:
“Böyle geniş demokratik tartışmalar yoluyla devrimci bir yapılanma yaratılamaz.”, “Dünyada hiçbir örgüt böyle demokratik bir tartışma ile böyle şeyler yapmaya kalkmadı. Bu şekilde devrimci bir örgüt falan da kurulamayacaktır.”
Bu, “demokratik” tartışmalarla “örgüt kurma” inandırıcı olmayan fikri, örgüt geleneği olmayan bir “topluluğun”, bugünkü kendine güvensiz, karşılaştığı baskı ve zorluklardan, belalardan yitmiş, örgütlü devam etmeye cesaret edemeyen (bu durumda başa yeni belalar gelmesi tehlikesi vardır ve sertleşmiş koşullarda bedeller ağırlaşmıştır) dışındaki ve kendisine ilişkin çöküntü ve yenilgiler dolayısıyla “şaşkınlaşmış”, çoğu durumda savrulduğu düzen-içi konumlarda (esnaflaşma, SHP’lileşme vb.) düzene bağlanmış, onunla uzlaşmış haliyle faaliyetsizliği, göreceğimiz gibi teorisizliği, ama özel olarak en geri ve uç noktasında, en aşırıya vardırarak örgütsüzlüğü teorileştirme ve kendiliğindendi iği yüceltmesi anlamına geliyor.
Devrimciler, komünistler kuşkusuz tartışırlar ve kuşkusuz çeşitli sorunların çözümlenmesi, çözümlerin derinleştirilmesi, çeşitli konulardaki farklı görüşlerin giderilmesi amaçlı tartışmalar onların da ihtiyacıdır. Çözümlerin üretilmesi ve derinleştirilmesi başlıca araştırma ve inceleme faaliyetini gereksinir, ancak tartışmanın da özellikle belirli özel dönemlerde gerekli olduğu kesindir. Ama devrimci ve komünistler tartışmalarını da, diğer her şeyi olduğu gibi, sınıf mücadelesine ve onun ihtiyaçlarına bağlarlar. (Sınıf mücadelesine, dar kapsamlı ekonomik mücadeleyle sınırlı olarak anlaşılmayacağı açık olmalıdır).
Sınıf mücadelesi ve onun ihtiyaçlarının belirleyiciliği ne demektir? Her şeyden önce, tartışmalar, sınıf mücadelesine katılarak, onun gelişimini engellemek değil, ilerletmek üzere gerçekleşmelidir. Kıyısından-köşesinden tutmak değil de sınıf mücadelesine ciddi bir devrimci yaklaşım ve tutumla katılmak söz konusu edildiğinde, bunun ancak örgütlü bir tarzda olabileceği tartışma dışı bir doğrudur. Tartışmanın da yozlaşmaması, bir aydın gevezeliğine dönüşmemesi, amaç-hedefsiz sohbetler biçiminde gelişmemesi, tartışanların birbirlerini tüketmemeleri, verimli sonuçlara ulaşabilmesi ve sınıf mücadelesinin gelişmesine hizmet edebilmesi için, örgütlü bir mücadeleyi temel edinmesi ve kendisinin de örgütlü olması zorunludur. Hele Dev-Yol tartışmasında olduğu gibi bütün bir dünya sorunları, hem de “kavramsal eskime”nin de üstesinden gelmek üzere bir tartışma gündeme girmişse, içeriğe ilişkin söylenecekler bir yana, onun örgütlü bir biçimde yürütülmesi kesin bir ihtiyaç olacaktır. Aksi durumda zaten içeriği nedeniyle anlaşmazlıklara, farklılaşmalara, konuşmalara çağrılı olan bu tür bir tartışma, bir de örgütsüz yürütüldüğünde tam bir kaosa götürecek,      darmadağınıklık yerleşecek ve sistemleşecektir. Bu biçimde bir tartışmadan devrimci bir siyasal örgüt çıkmaz, ama tartışmanın bu biçimiyle kendisini ve öngörülerini reddetmenin koşullarını olgunlaştırarak, karşıtını geliştirmesi ve bir ya da bir kaç devrimci örgütün kaotik bir durum ortasından doğması ihtimal dışı değildir. Eğer devrimci eğilimler düzen ve düzen yanlısı eğilimler ve yönlendirme önünde boyun eğip uzlaşmaya yönelmeyecek ciddiyeti gösterirse, bir tikim tasfiye ve parçalanmalarla bugünkü biçim ve içeriğiyle tartışmanın üstesinden gelinerek devrimci örgüt ya da örgütlere ulaşılabilecek, bu ciddiyet gösterilemezse düzen-içi bir örgüt ya da bir yok oluşa varılacaktır. Bu ikinci durumda, tüketecek çok fazla bir şeyi kalmayan Dev-Yol, kendisini tümüyle tüketecek demektir. Kurtuluş’u hemen hemen tüketen Kuruçeşme Tartışmaları bu yönüyle de öğreticidir. Kurtuluşçular, sözü edilen tartışmalara örgüt fikri ve tutumundan uzak, “kimsenin kimseyi bağlamadığı” demokratizmleriyle hemen sadece bireyler olarak katıldılar. “özgür bireyler” ürettiler bir dizi grup içinde. En önemlisi de bu tartışmalara girmeden önce örneğin bir “İşçi Dünyası” yayınlanıyordu, işçiler içinde şöyle ya da böyle dağıtılıyordu; kendini feshetti; kısacası, örgütsüz tartışma, sınıf içindeki ilişkilerini dağıttı, örgütsel siyasal faaliyeti iyice geriletti ve örgütsüzleştirdi, onları sınıf mücadelesinden kopardı.
Şu kesindir: Dev-Yol bugün ne kadar örgütlüyse ve yürüteceği tartışma ne kadar örgütlü ilişkilerine dayanarak onların ve içinde yer tutmaya çalıştıktan sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt olacaksa o kadar devrimci sonuçlar verebilecektir. Bu nedenle “ön Notlar* olarak tartışmayı başlatan yazıdaki örgütsüzlüğü hareket noktası alan tutum değil, “Metin Taslağı Üzerine Bir Eleştiri” başlıklı yazıdaki “bu süreci istediğimiz yönde evirerek sıçratacak ve bu anlamda sürecin esas öznesi olacak olan verili ilişkilerimizdir” tutumu doğru ve gerçekçidir. Bu ikinci tutum başka yazılarda da ileri sürülmüş.
“1. Turun Kısa Değerlendirmesi’nde “varolan çalışmaların küçümsendiği, yapılanların yok-sayıldığı (…) başlıca itirazlar arasındaydı” saptamasıyla bu tutumun varlığı kabullenilmiş, ancak öznellik değerlendirmesiyle karşılanmıştır. Tartışmayı yönlendiren taslak metin “verili ilişkiler”i, olduğu kadarıyla örgütlülüğü temel almamakta, tüm dağınıklığı ve “şekilsizliği” ile tüm potansiyeli hareket noktası saymaktadır.
Bu tutum, örgüt-sınıf mücadelesi ilişkisine, sınıf mücadelesi karşısındaki konumlanış tasarımına da yansımaktadır.
“Ön Notlar”daki yaklaşım açık ve nettir. “Ön Notlar”, Dünya ve Türkiye’de büyük bir alt-üst oluş yaşandığını, “sosyalizmin bir tarihsel döneminin kapandığını”, “ideolojik-teorik bir kriz” yaşandığını, hemen tüm “eski” kavram ve kavramsal çerçevenin geçersizleştiğini, “yeni” kavramlar ve kavramsal bir çerçeve yaratılmak gerektiğini öne sürüyor ve devrimci siyasal bir gelişme için ideolojik teorik sorunların bir “ön (anahtar) mesele” haline geldiğini söylüyor. “Ön Notlar”, açık bir biçimde, “ortak bir siyasal iradenin ortaya çıkması” ve “bir kolektif siyasal varoluşa yönetebilmek” için İdeolojik-teorik “kriz’in aşılması” ve “yeni kavramsal çerçeve” üretimini, bunu sağlayacak bir “tartışma süreci”ni ön koşul sayıyor. Yani, önce “kavramsal çerçeve” oluşturulacak, “siyasal kültür değiştirilecek”, bunu gerçekleştirecek bir tartışma yaşanacak ve buna bağlı olarak siyasal oluşuma gidilebilecektir. “Ön Notlar” bugün bir siyasal oluşumun var olduğuna ilişkin bir şey söylemediği gibi, tartışmayı, bu siyasal oluşumun başka “devrimci” çalışmalarını yürütmenin yanı sıra yürütmesini de öngörmemiştir. Tersine, net bir şekilde, siyasal pratik çalışmalar yapacak bir siyasal oluşumun sağlanabilmesini ön koşulu “tartışma süreci” ve fikir üretimi olarak belirlenmiştir. Üstelik “Ön Notlar”da “…tartışma süreci, yulardır bütünsel bir siyasal hareketlilik içinde bulunmayan bir potansiyelin kendisini yeniden ifade etme çabası” olarak tanımlanmaktadır. “Bütünsel bir siyasal hareketlilik içinde bulunmayanlar”, yani merkezi bir örgütlülüğe sahip olmayanlar tartışmaktadır ve ancak bu tartışma sonucunda kendilerini “yeniden ifade” edecekler, yani bir “siyasi örgüt” ya da “oluşum” olacaklardır. “Ön Notlar”ın 2 numaralı paragrafı da “merkezi yapısı dağılmış” bir potansiyelden söz etmekte, çeşitli girişimlerin bu potansiyelin kendini ifade etmesini sağlayamadığını belirtmekte, üstelik olduğu kadarıyla da bu girişim ve gruplaşmaların nispeten örgütlü ilişkilerini tartışmanın zemini olarak yadsımaktadır. “Ön Notlar” paralelinde olan “Tartışmanın Yöntemi Üzerine” başlıklı yazıda söylenenler ise şunlardır: “Dev-Yol geleneği 82’den beri örgütsüz ve dağınık durumdadır…  Bugün için varolan bir araya gelişler, bireylerin belidi bir ideolojik-politik hat etrafında bir araya gelmesinden oluşmamıştır. Bu nedenle şu andaki mevcut durumun siyasal bir nitelik taşıdığını söylemek doğru değildir… Tartışma mevcut yapılanmaların etrafında, bu yapıların sınırları çerçevesinde yürütülmemelidir.”
Söylenenlerden anlaşılan, belirli girişimler olmakla, ve örgütlü denebilecek belirli ilişkiler olmakla birlikte (ne derece örgütlü olunduğu tartışmasını dışta tutuyoruz), tartışma bu örgütlülükler baz alınarak yürütülmemektedir. Bu ilişkiler içinde yer alanlar da “potansiyelin bir parçası” sayılmakta ve ama tartışma “potansiyel” olarak sürdürülmektedir. Bu “potansiyel” ise örgütsüzdür ve “mevcut durumun siyasal bir nitelik taşıdığı” söylenememekte; tersine tartışma örgülün oluşturulması amacıyla yürütülmektedir. Örgütlü ilişkiler yok sayılmasa bile, bu örgütlülüklerin çerçeve edinilmediği bir örgüt oluşturma sürecidir “tartışma Süreci.” Bunun anlamı şudur ki, bu süreçte sınıf mücadelesine örgütlü müdahalelerde bulunamayacak, örgütlü bir “pratik siyasal” faaliyet gerçekleştirilemeyecektir. “Önce tartışma, sonra pratik siyasal örgütsel faaliyet”! Bu, Troçkizm kaynaklı, sınıf mücadelesinden kopuk teorik faaliyet ve inşa anlayışıdır.
“Ön Notlar”ın bu açık anlayış ve tutumuna, daha çok “örgütlü ilişkiler” içinde yer alanlardan kaynaklandığı rahatça tahmin edilebilecek itirazlar gelmiş, sınıf mücadelesine katılmanın, pratik siyasal faaliyetin tanışmalar sonuna ertelenmesine karşı çıkılmıştır, “…öncelikle varolan ideolojik-teorik sorunları çözeceğiz de ondan sonra siyasal pratiğe yöneleceğiz türünden bir yaklaşım anlamlı olmayacağı gibi, hem ML hem de Devrimci Yol’un çok somut bir inkârına tekabül edecektir” gibi… “…ideolojik-teorik sorunlar birinci derecede en alt düzeyde bile olsa siyasal faaliyeti sürdürmeye, bunun için örgütlenmeye çalışan insanlar topluluğunun sorunlarıdır” gibi… Ve daha sertçe, “tüm Dev-Yol”luları gevezelikten ziyade pratiğe davet ediyoruz” gibi…
Kuşkusuz tartışmak, daha doğru deyimle ideolojik-politik çizgi oluşturmak gevezelik değildir, ama ciddi olunur ve gereği yerine getirilirse. Pratiğin ideolojik teorik inşanın karşısına konulması da yanlış olacaktır. Ama pratikten, sınıf mücadelesi ve ihtiyaçlarından kopuk bir tartışmacı tutumun, “Ön Notlar”daki tutumun, Kurtuluşun Kuruçeşme’deki tutumunun karşıtını, pratikçiliği geliştirmesi de kaçınılmazdır. Doğrusu, sınıf mücadelesine katılırken, bunun için elinde avucunda ne varsa onun olanaklı kıldığı kadar örgütlülükle ve yine onun olanaklı kıldığı kadarıyla siyasal faaliyet yürütürken, aynı zamanda tartışmayı başarabilmektir. Ama bu tutumu hayata geçirebilmek için, en başta olanaklı olan örgütlü oluşu, örgütlü ilişkileri sıkı sıkıya savunmak, onlardan hareket etmek ve onları geliştirmeyi hedef edinmek zorunludur. Başka türlü sınıf mücadelesine katılmak da, pratik de, tartışma, yani teorik inşa da olanaksızdır. Bunlardan her hangi birinin örgütsüzlükle başarılabildiğinin örneği dünyada yoktur.
“Ön Notla”la tartışmayı başlatanlar, eski önderlerin bir bölümü, ele alışa yöneltilen itirazlar karşısında geri adım atmak zorunda kaldılar. Broşürün sonuna eklenen “değerlendirme”nin yanında yer alan iki yazıdan birinin başlığı “Bir Geçiş Süreci Açısından İdeolojik Sorun ve Pratik Politik Mücadele’dir. Bu yazıda soruna ilişkin üç belli başlı tutum var:
“Birincisi, belirli bir geri adım atılmaktadır: “…metinde ideolojik sorunun ön mesele olarak belirlenmiş olmasının, bu sorunun pratik-siyasi örgütsel sorunlarla ilişkisi çerçevesinde ele alınması gereğini dışta tutan bir anlayışa tekabül etmediğinin ifade edilmesi gerekiyor.” Doğal ki, bunu ifade etmek yetmiyor, gereğini yapmak gerekiyor. “Yapma’nın anlamına geçmeden aynı geri adımın “Kısa Değerlendirme”de de olduğu söylenmeli: “Tartışma sürecinin bir akademik faaliyet, sosyalizmin bütün teorik sorunlarım çözen bir süreç olarak değil, ortak bir bakış açısını yakalamak için pratik politik faaliyetle paralel yürüyen, sonuçları ona tercüme edilebilir ve kendisi ondan etkilenen bir süreç olarak ele alınması” ortak nokta olarak belirleniyor.
İkinci tutum.
Peki, ne yapılıyor?
Tartışmanın örgütsüz bir potansiyelden hareketle yürütülmesi savunulmaya ve hayata geçirilmeye devam ediliyor. Yani örgütsüzlükte ısrar ediliyor “Ön Notlar”da örgütsüzlüğün en açık biçimiyle savunulduğu cümleleri şimdi aktaralım: ‘Her siyasi harekelin gelişme sürecinin bütün aşamalarında nesnel durumuna ve gereklerine uygun bir örgütlülük içinde bulunacağı ne kadar açıksa, bu gerekliliğin sınırlarının öznel ve keyfi bir şekilde zorlanmasının yanlışlığı da o kadar açık olmalıdır. Bugün ortada duran teorik sorunlar kolektif bir tartışma süreci içinde hiç değilse bir ölçüde aşılmadan siyasal mücadele ve örgütlenme alanında ciddi ilerlemeler kat edilemeyeceğine göre, gizemli ve katı örgütsel kalıplar, davranışlar ve ilişkiler dayatmak bu türden bugün için gereksiz bir zorlama sayılmalıdır.”
Soruna ilişkin ek yazıda, paragraf başında “nesnel duruma uygun örgütlülük”ten söz edildiği belirtiliyor. Ama aktarma yapılırken en baştaki “Her siyasi hareketin” öznesi atılıyor. Atılıyor çünkü “Ön Notlar”da bu bölüm “genel bir doğru” olarak yazılmıştır, Dev-Yol’un durumuna ilişkin değildir; çünkü yine aynı yazıda birkaç yerde Dev-Yolun bugün bir siyasal oluşum ya da hareket olmadığı, bunun yaratılmasının amaçlandığı belirtilmiştir. Yani “Ön Notlar”ın ilgili paragrafının böyle bir “genel doğru” ile başlaması “ek yazı”yı kurtarmamakta, örgütlülüğün savunulduğu iddiasını desteklememektedir. Burada önemli olan, örgütlülük önerisini “keyfi ve öznel zorlamalar” olarak niteleyip reddeden bölümle hemen ardından gelen reddiyedir. (Geçmeden söyleyelim, kendiliğinden örgütler dışında örgüt kurmak, politik örgütler kurup inşa etmek -nesnelliği temel alır- kuşkusuz öznel bir iştir; bilinçle, iradeyle, isteyerek kurulur politik örgütler. Ve “zorlama” da olumsuz değil olumlu anlamıyla kullanıldığında, örgüt kuruculuğu için gereklidir.)
“Gizemli” sıfatıyla mistisizm karşıtlığı çağrıştırılarak alaya alman “katı örgütsel kalıplar, davranışlar ve ilişkiler”, yani ÖRGÜT, “teorik sorunlar tartışma süreci içinde hiç değilse bir ölçüde aşılmadan” gerekli görülmemekte, “Ön Notlar”ın bu yaklaşımında ısrar edilmektedir. “Geri adım” göstermeliktir ve devrimci, örgütçü eğilimi yatıştırmaya yöneliktir. En azından şimdilik yatışma başarılmıştır.
Ve üçüncüsü, örgütsüzlükte ısrar tulumu, örgütlü başka sol grupların, sol örgütlerin küçümsenmesi, örgütlülüklerinin ve dolayısıyla genel olarak örgütlülüğün bir işe yaramadığı, Dev-Yol’un da örgütsüz durumuyla pek bir şey kaybetmediği ileri sürülerek, örgütlülüğün olumsuzlanması aracılığıyla pekiştiriliyor; “Bugün gelinen noktada ise sol (bütün sol) politika alanının tümüyle dışına düşmüş durumdadır.” Öznellik buradadır. Aksini kanıtlamaya çalışmak gerekmiyor.
Son olarak, tartışma yasallığı ilke edinmiştir.
Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar bellidir. Devrimci örgütlenme ve siyasal faaliyetler yasaklar duvarına çarpmaktadır. Devrimi hedefleyen her hangi türden bir faaliyet yasal alana sığmadığı gibi, açık bir faaliyet olarak gelişme olanağından yoksundur. Burada devrimci faaliyetin esasının sözünü ediyoruz, yasal ya da açık sürdürülmesi mümkün, parçaya ilişkin ve “olanaklardan yararlanma” kategorisine giren türden faaliyetlerin değil. Devrimci örgüt kurmayı hedef edindiği iddiasındaki bir faaliyet ya da girişim yasal alanla sınırlanmamak ve örgütü daha kurulmadan teslim etmemek için açık faaliyet olarak gerçekleştirilmemek durumunda olmalıdır. Faşist diktatörlük ya da Dev-Yol’un “eski” kavramlarından olan “sömürge tipi faşizm” koşulları böyle dayatıyor. Ama Dev-Yol’un bu kavramı da eskimiş olmalı, şimdi “İdeolojik Sorun ve Pratik Politik Mücadele” başlıklı “ek yazı”, “12 Eylül gibi bir baskı dönemi sonrasındaki kısmi demokrasi ortamı’ndan söz açıyor.
Ve tartışma olanca açıklığıyla ortalıkta yürütülüyor. Hem yasal ve hem de açık olarak.
Burada artık bir başka şeye değinmek gerekiyor: korku!
Yenilginin derini etkilerinden biri, korkudur, yılgınlıktır. Ülke içinde devrimci hareketin yenilgisi ve ertesinde yaşananlar, bunların göğüslenemeyişi, moral çöküntüsüne, kendine güvensizliğe, “belalardan sakınma”cılığa, korkuya neden olmuştur. Sütten ağzı yanan tartışma açıcılar bugün yoğurdu üfleyerek yeme eğilimindedirler. Örgüt, örgütlü mücadele, sınıf mücadelesi ve hele yasa-dışılık, gizli faaliyetler hep bela getirmiştir. Gericiliğin bunlara tepkisi çok sert olmuştur. Şimdi “yeniden” başlarken, kendini “yeniden ifade etme”ye girişirken bu açıdan olağanüstü dikkat edilmekte, zararı görülen şeylerden uzak durulmaya, meşruiyet sınırlarını aşmamaya özen gösterilmektedir. Ve meşruiyet haklılıkta değil, düzen tarafından kabul edilirlikte aranmaktadır. Yoksa böyle yasal ve açık bir “örgüt kurma”ya girişmenin başka türden bir açıklaması yapılamaz. Söylediklerimizin kanıtını, “Tartışmalardan” başlığı altında yayınlanan ve bir ideolojik-siyasal yaklaşımdan çok ruh halini yansıtan ve yasal parti konusunda bile ciddi bir korkuyu ifadelendiren şu bölümle vermek istiyoruz:
“…yasal bir parti kurarak iddialı bir çıkış yapsak, ister yasal parti olsun ister başka şekilde iddialı bir politik çıkış olsun devlet gene saldıracak, baskılar katliamlar yapılacaktır. Bugün böyle bir şeyi göğüsleyemeyeceğimiz için böyle iddialı politik girişimlere girişmemeliyiz. Onun yerine alt düzeyde alanlarda demokratik mücadele düzlemlerindeki çalışmalarla adım adım güçlenmeye çalışmalı, belli bir güç biriktirdikten sonra, saldırıları göğüsleyebilecek duruma gelince yasal parti ve bu gibi iddialı politik girişimlerde bulunabiliriz.” Bu yaklaşım ve tutumla, hiçbir zaman güçlenilemeyeceği, güç biriktirilemeyeceği, saldırıları göğüsleyebilecek duruma hiç gelinemeyeceği ve iddialı politik girişimlerde de hiç bir zaman bulunulamayacağı, herhalde her devrimci tarafından kabul edilecektir. Burada korku var. Yüreklere sinmiş. Baskılar göğüslenmeye çalışılmaz, bu göze alınmazsa güç toplanamaz ve hiçbir devrimci iddiada hiçbir zaman bulunulamaz. Çünkü her şey mücadeleyle koparılıp alınır; güç mücadele edilerek, baskılar karşısında direnilerek toplanabilir. Tartışmacılar bu bölümün bir kişinin eğilimlerini yansıttığını söylemesinler. Bu pasaj tartışma açıcıların ruh halini ele veriyor. Neden örgüt istenmediğini, neden iddialı girişimlerden kaçınıldığını vb. vb. açıklıyor.

İÇERİK OLARAK TARTIŞMA FETİŞİ
Dev-Yol’cu tartışmadığın, bir fetiş haline sokulan, bütün umutların bağlandığı ve bütün çözümlerin kendisinden beklendiği, dolayısıyla tüm belirsizlik, teorisizlik, örgütsüzlük ve faaliyetsizliğin kendisine yüklenerek “meşrulaştırdığı”, önünde tüm Dev-Yol’a diz çöktüren tartışma ve “tartışma süreci’nin biçimine ilişkin devrimci olmayan durumu, kuşkusuz onun içeriği belirtiyor.
Peki, bu tartışmaya yüklenen içerik nedir?
Önce, yine fetiş haline getirilmiş, tüm sorunların çıkış noktası yapılan bir yenilginin sözü edilmektedir. Öyle ki, yenilmiştik ruh hali ve yılgınlık tüm her şeyin, tüm yaklaşım ve düşüncelerin içine sinen, belirleyici bir öğe durumundadır. İlk yenilgi 12 Eylülle gelmiştir. Bu, Dev-Yol’u berbat eden temel etkendir. “Ön Notlar” ve “ek yazılar”da 12 Eylül, yenilgi ve Dev-Yol ilişkisi üzerine sadece bir cümlelik bir saptama yapılmakta (: “Dev-Yol, 12 Eylül yenilgisi sonrasında merkezi yapısı dağılmış ve bütünsel bir siyasi etkinlik sürdürememiştir.”), bu yenilginin Dev-Yol üzerindeki etkileri ve nedenleri üzerine her hangi bir değerlendirmede bulunulmamaktadır. Yenilgi ve Dev-Yol’un yenilgi karşısında aldığı tutum, Dev-Yol’un tüm zaaflarını açığa çıkarmış, dağılmasının yanında, bugünkü belirsizlik, örgütsüzlük ve faaliyetsizliğin temel ne-‘ deni olmuştur. Bu noktada ciddi bir çözümleme ve nedenleri giderme tutumuna yönelmeden Dev-Yol’un iflah olması olanaksızdır, ama tartışma ve yönlendirilmesinde konuya ilgi gösterilmemektedir. 12 Eylül ve sonuçlarına tek atıf, yenilgi fetişini işlevsel kılmak üzere yapılmıştır.
“Ön Notlar”da hareket noktası olarak kullanılan ve asıl fetiş edinilen ikinci yenilgi SSCB’nin çöküşüdür. Dev-Yol’un ötesinde tüm sol açısından genelleme yapılarak şöyle söyleniyor: “Sol hareketler 12 Eylül yenilgisinin getirdiği (benzer her yenilgi döneminde görülen) sorunları aşma çabası içindeyken Sovyetlerde Gorbaçov dönemiyle başlayan ve SSCB’nin tarih sahnesinden silinmesine uzanan büyük çarpıcı gelişmelerin derin etkisiyle yüz yüze geldiler.” Tartışmacılardan biri ise daha açık konuşuyor: “…dünyada yaşanan büyük değişimler ve gelişmeler ve özellikle de SB’nin dağılması solu hazırlıksız bir şekilde yakalayarak tam bir şaşkınlık içinde bıraktı.”
Bir kere, Dev-Yol açısından 12 Eylül’ün getirdiği “sorunlar”, “benzer her yenilgi döneminde görülen” türden olmamıştır. Burada, 12 Eylül’ün başka sol gruplar üzerindeki etkileri ardına sığınarak Dev-Yol’un özel durumunu gizlemeye çalışmak ciddi ve devrimci bir tutum olmamaktadır. 12 Eylül karşısında, sonrasında ve bugün, faal olan belli başlı sol gruplardan farklı olarak Dev-Yol ayırt edici özelliklere sahiptir, onun özel bir durumu vardır. Bunun üstünü örtme çabası anlamsızdır ve her şey bir yana Dev-Yol’a bir şey kazandırmaz, tersine onu yok oluşa götüren tam da budur.
SSCB’nin dağılması, buna yol açan gelişmeler ve nedenleri karşısında Dev-Yol’un içine düştüğü “şaşkınlık”ı, “çarpıcı gelişmelerin derin etkileri’ni de tüm sola mal ederek işin içinden sıyrılmak mümkün değildir. Sorunları sol açısından genelleştirme ve kendi durum ve özelliklerini tüm sola mal etme tutumu Dev-Yol’un pek sevdiği bir şey. Ama bu yöntemle gerçeklerden kaçılamaz ve Dev-Yol kendi gerçek durumunu gizlemeyi başaramaz. Çok açıktır ki, SSCB’nin dağılmasına yol açan gelişmeler, SB’ni yıllardır kapitalizmle suçlayan ve yine yıllardır geri dönüş ve nedenleri üzerine kafa patlatan, kendisini ve kadrolarını bu temelde eğitip geliştiren “sol’la, komünistlerle Dev-Yol ve türdeşleri açısından farklı etkilerde bulunmuştur. Komünistler gelişmelere hiç de hazırlıksız yakalanmamış, hiç de şaşkınlığa düşmemiş, tersine gelişmeler ortaya koydukları düşünceleri, SB’ne karşı yaklaşım ve tutumlarını, ideolojik, politik ve pratik tavırlarını doğrulamıştır. Ama Dev-Yol ve benzer “orta yolcu” grupların bir şaşkınlığa düştükleri de kesindir. Kısacası, SB’nin çöküşünün komünistler ve Dev-Yol açısından anlamı ve etkisinin temelden farklı olduğunu söylemek gerçekçi olmanın bir gereği durumundadır. Bu farklılık, çöküş karşısındaki tutumların farklılığıyla da kanıtlıdır. Komünistler yollarında yürümeye devam ederek gelişmeleri özellikle ideolojik alanda karşı saldırıyla karşılamışlar; Dev-Yol ise, bu “yenilgi’yi fetiş edinerek ve göreceğimiz gibi, Gorbaçov’un ve onu oluşturduğu kavramsal çerçeve ve politik pratiği yönüyle teşvik edip üretken biçimde destekleyen emperyalist burjuvazinin ideolojik olarak derin etkisi altında henüz yeni tartışmaya başlayabilmiştir.
Uzun süre şaşkınlığını üzerin-‘ den atmaya çalışıp durup düşünen Dev-Yol ileri gelenleri, ideolojik açıdan belirsizliğin ve doğal ki emperyalist burjuvazinin ve meDev-Yolasının etkisine terket-tikleri Dev-Yol tabanının mark-sizm karşıtlığı ve pespaye burjuva demokratizmini kabullenmek üzere yeterince olgunlaştığını düşündüklerinde, iflasçı mantıklı bir tartışmayı  gündeme   getirdiler. Tamamen “çağdaş” yaklaşım ve tutumlar geliştiriyorlar.   Sosyalizm ve Marksizm karşıtı bir demokratizm öngörüyor, her alanda son derece “demokratik” tutumlar sergiliyorlar.
“Sosyalizmin bir tarihsel dönemi sona ermiştir” saptaması yapılmaktadır. “Ön Notlar” yazarlarının henüz “sosyalizmin iflası” iddiasını açıktan ileri sürmeye dili varamamaktadır. Ama yön verici fikirleri budur, tüm mantıksal yönelimleri budur ve aslında bunu söylüyorlar da. Tersini söylüyor gibi yapıp, “sosyalizmin iflası” iddiasının burjuva liberallere ait olduğunu (broşür, sf. 20) belirtip kendi tezleri olarak geliştiriyorlar.
“Gelişmelerin sosyalizm idealinin, sınıfsız, eşitlikçi ve özgür bir toplum idealinin iflası anlamına gelmediği doğrudur” diyor “Ön Notlar”. Tersinin iddiası olanaksızdır. Bu, öylesine muğlak bir ideal, öylesine genel bir özlemdir ki inkarı imkansızdır. Sözü edilen, insanlığın altın çağına özlemdir. Kölecilikten bu yana tüm ezilenlerin duyduğu özlem. Spartaküs’ün, Şeyh Bedrettin’in, Münzer’in, daha pek çok sosyalist olmayan, sosyalizmi tasarlaması bile olanaksız ezilenler temsilcilerinin özlemidir bu. İlkel komünizme özlem. İnsanlığın bir zamanlar yaşadığı sınıfsız-sömürüsüz, özgür toplumsal ilişkilere duyduğu özlem. Bir ütopya. Bu özlem, bu ideal kuşkusuz reddedilemez. Ama sosyalizm bir ütopya mıdır? “iflas etmeyen” yalnızca bu ideal midir? Dev-Yol’a göre yalnızca budur. Bu ideal ötesinde, sosyalizm, her şeyiyle, teorisiyle, politikalarıyla, uygulamalarıyla tüm yönleriyle iflas etmiştir!
Haksızlık mı ediyoruz? Abartıyor muyuz? Dev-Yol iflasçı mantığa sahip değil mi? Hayır, Dev-Yol tamamen iflasçı bir mantığa sahiptir.
“…dünya çapındaki önemli değişim ve gelişmeler insanlık tarihinde yeni bir dönemin başladığını ortaya koyuyor, özellikle Doğu Bloğu ülkelerinde yaşanan toplumsal ve politik değişim ve yine batı ülkelerinde teknolojik gelişmeye bağlı olarak ortaya çıkan kapitalizmin işleyişindeki farklılıklar hem sosyalizm açısından hem de kapitalizm açısından farklı bir döneme girildiğini gösteriyor.”
Böyle midir? “İnsanlık tarihinde yeni bir dönem” mi başlamıştır?
Bu “değişim” fetişi bu içeriğiyle son olarak Gorbaçov tarafından kullanılmıştır. “Kapitalizmdeki değişiklikler”! Şimdi Dev-Yol, ona “Doğu Bloğundaki değişimler”i ekliyor. Gorbaçov’dan fark bu noktadadır. Gorbaçov “kendinden önceki sosyalizm”in yanlış kendisininkinin doğru olduğunu söylerdi (kuşkusuz şimdi bundan da caydı), Dev-Yol ise Gorbaçovunki dâhil tümünün yanlışlığını ve “inandırıcı olmadığını” ileri sürüyor. Dev-Yol’a göre bir süredir, kapitalizmin kendisini, teknolojik gelişme ve işleyiş farklılıklarıyla yenilediği, sosyalizmin ise onunla baş etmeye güç yetiremediği bir dönemde yaşıyoruz! “Yeni bir dönem”! “İnsanlık tarihinin yeni bir dönemi”!
Kapitalizmin hiç değişmediği, 19 yy.’da olduğu haliyle kaldığını kimse ileri sürmemektedir, süremez. Ama kapitalizmin de kendini yenilediği “yeni bir dönem” tezi, bu Gorbaçovcu tez, hele dönemin sosyalizm açısından da farklılaşmasıyla birlikte ileri sürüldüğünde farklı bir anlam kazanmaktadır. Biz emperyalizm ve proleter devrimleri döneminde yaşandığını sanıyorduk, şimdi Dev-Yol’dan böyle olmadığını, o “tarihi dönem’in kapandığını, bir yenisinin başladığını öğreniyoruz!
Sorun sanki oymuş gibi, Dev-Yol iddia ediyor: “19. yy. kapitalizmi ile 21. yy. kapitalizminin farklı özellikler taşıdığı çok açıktır.” Farklılığın ne olduğuna dair hiçbir şey söylenmiyor, ama kuru kuruya iddia ediliyor: farklıdır! Kuşkusuz farklıdır. Her şeyden önce birincisi rekabetçi, ikincisi tekelcidir. Ama özü, öze ilişkin her hangi bir öğesi değişmiş midir? Kapitalizm kategorisinden sonra ayrıntılandırılmıştır, ayırt edici yanları ve sosyalizmin arifesi olması özelliği nedeniyle tekelci kapitalizm, yani emperyalizm döneminin sözü edilmiştir. Şimdi bir yeni dönem mi? Dev-Yol bu iddiadadır. Ama ona göre, bu yeni döneme kendine özgü niteliğini veren “kapitalizmin işleyiş farkları’nın yanı sıra “sosyalizmin çöküşü” olmaktadır. Hiçbir tez bu ulu ortalıkla ortaya atılmamıştır. Değişmiştir! Yeni dönem! Yeni kapitalizm! Peki, neresi değişmiş, nasıl bir dönem, nasıl bir kapitalizm? İsim takmakla bir yere varılmaz, içerik doldurulmalıdır. “Bugünkü emperyalist-kapitalist sistem, bir asırdan fazla bir zaman önce Marx’ın işleyiş yasalarını inceleyerek eleştirdiği ekonomik-toplumsal sistemden olduğu kadar, Lenin’in tanımladığından da oldukça büyük farklılıklar taşımaktadır.” Birincisi bu “farklılıklar” belirtilmelidir. İkincisi, hem “yeni bir dönem” nitelemesini yaptıracak “farklılıklar”dan söz edip hem de hala “emperyalist-kapitalist sistem” kavramını kullanıp “eski” tanımlamayı yapma çelişmesi çözülmelidir. Ve üçüncüsü, değişme ve farklılıklar açıklanmadan, bunların kendince bir çözümlemesi yapılmadan, “değişim” ve “farklılıklar” iddiasında bulunmanın salt ideolojik bir yaklaşım olduğu bilinmelidir. “Değişimden söz edildiğinde Marksizm’in elementer doğrularını artarda sıralayarak ajitatif yanıtlar üretmektedirler” diyerek karşı saldırıya geçmeyi deneyen Dev-Yol’cu “ek yazı”cı, öncelikle “değişim”in ne olduğunu açıklamayı denemelidir. Bunu yapmadıkça, ajitasyonu “değişim” lehine yapıyor, “değişim’i salt ideolojik kaygılarla, sahibi olan Gorbaçovu yok oluşa götüren o meşum yolda yürüme seferberliğinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere gündeme getiriyor demektir. Önce “değişim”i temel edinen bir ideolojik yönelim içine girecek iflasçı mantıkla “değişim”ci yolda yürümeye başlayacaksın, sonra da “yeni kavramlar” ve “kavramsal çerçeve” üretmek için tartışma ve hele ne demekse “özgür tartışma” diyeceksin! (Buradaki “özgürlük” örgütsüzlüğün ve yönlendirme altında olmayışın özgürlüğü olarak anlatılmak istenmektedir.) Ama “yeni kavramlar”, “değişim” kavramında olduğu gibi, başka kavramlarla ilgili olarak göreceğimiz gibi baştan belirlenmiştir, tartışma, saptadık demeden saptanmış “yeni kavramlar”la başlatılmıştır. Kimse kimseyi aldatmasın, tartışmaya yönü verilmiştir, tartışma yönlendirme altında yürütülmektedir. Nereden başladığı belli olduğu gibi, varacağı yer de şimdiden bellidir. “Özgürlük”, yalnızca tek tek Dev-Yol’cuların kendilerini “özgür” hissetmelerinin sağlanmaya çalışılmasından ibarettir.

“TEORİDE KRİZ” VE “ESKİ KAVRAMIAR”-“YENİ KAVRAMLAR”
“Merkezi plan düşüncesinin piyasa ekonomisi karşısında geçersiz kaldığı kanıtlanmış mıdır? Sosyalist ülkelerdeki insanlar neden Batı toplumlarına has yaşam biçimlerini tercih etmişlerdir? Sosyalist ülkelerdeki üretim ve teknoloji neden kapitalist toplumlara göre geri kalmıştır? Komünizmin tümüyle iflas ettiği, gerçekleşmesi imkânsız bir ütopya olduğu kanıtlanmış mıdır? İflas eden sadece bürokratik sosyalizm anlayışları mıdır, yoksa Leninist (hatta Marksist) teori midir? Vb. vb. Sorular uzatılabilir.
“Kuşkusuz bu ve benzeri sorulara kendi içinde ‘tutarlı’ yanıtlar bulmak mümkündür. Ancak verilecek hiçbir yanıt kısa vadede (…) derin ideolojik tahribatın etkilerini ortadan kaldırma gücüne sahip olmayacaktır.”(Ön Notlar)
Görünüşe bakılırsa, bu sorular tartışmaya sunulmak için değil, durumu, ideolojik tahribatın derinliğini yansıtmak içindir. Ama görünüşle yetinilmezse, Dev-Yol “Ön Notlar”ının hem nesne ve hem de özneleri arasında olduğu, tahribattan hem etkilendiği, onun ya da yenilgi ve sonuçlarının altında ezildiği ve hem de bu eziklik, etki ve dolayısıyla tahribatın taşıyıcılığını yaptığı görülecektir. Bu sorular niçin sorulur ve üstelik “soruların doğru sorulması” vurgusu yapılırken, neden yanlış ve sahte sorular sorulur ve önemlisi, yanlış sorular niçin bir de yanlış sorulur? Hadi soruldu diyelim. Neden gerçek hiçbir yanıtlarının olmadığı öne sürülür. Ne tür bir yanıt olursa olsun -kısa vadede- bir yararı olmayacaksa, ya bu soruların gerçek yanıtları yoktur veya olumsuzdur ya da doğru yanıtların bile işe yaramayacağı, sosyalizmin üstesinden gelmeye güç yetiremeyeceği, iflasın dayatıldığı bir durum çağrıştırılıyor demektir. İflasçı mantık, kısa vadede yapılacak şey olmadığını yayarak morali zaten bozuk olan Dev-Yol’cuları demoralizasyon sürecinde ilerletmeye, onları, gerinin gerisi, Gorbaçovcu emperyalizm beslemesi ideolojik yaklaşımları kabule hazırlamaya yönelmiştir.
İflasçı mantıkla “Ön Notlar”, yıllardır yürütülmüş olan geri dönüş ve kapitalizmin restorasyonu tartışmalarına karşın, hala iflas edip çökenin sosyalizm olduğu düşüncesindedir. “Batı yaşam biçimini tercih eden insanlar” sosyalist ülkelerin insanları değildir, bu “tercih”ten yıllarca öncesinden beri insanlar o ülkelerde artık sosyalizm koşullarında yaşamıyorlardı. Revizyonizm ve Sovyet kapitalizmini sosyalizm olarak görüp değerlendirme şeklindeki körlüğünü hala sürdürmekte ısrarlı olan Dev-Yol “On Notlar”ı, doğal olarak gelişmeleri açıklayamamakta ve üstelik soruları da yanlış sormaktadır, insanlar “tercih” edecekleri somut bir sosyalist alternatif olmadığı koşullarda Batı kapitalizmi ve yaşam biçimini devletçi Doğu kapitalizmi ve revizyonizme, onun yaşam biçimine tercih etmeye yönelmişlerdir. Yine, iflas eden, “bürokratik-mürokratik” sosyalizm değildir, revizyonist kapitalizmdir. Ama başına “bürokratik” sıfatını takmakla kendisini “sosyalizmin iflası”nı saptayıp savunmakta özgür kılmak isteyen “Ön Notlar”, bugün hala, Gorbaçov’un elinde kötülemiş haliyle iflas edenin “sosyalizm” olduğu anlayışıyla soruları yanlış sormaya devam etmektedir.
Dev-Yol “ek yazı’sına göre, yenilgi ya da “değişimler” o boyuttadır ki, “bütünüyle sol düşüncenin burjuva düşünüş biçimleri karşısında inandırıcılığını yitirdiği bir tarihsel eşikte olduğumuz söylenebilir.” “Ön Notlar”da ise, “Dünya çapındaki değişimler, sadece İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan dünya dengelerinin ve ona ilişkin kavramların ortadan kalkmasıyla kalmıyor, (…) Ekim Devrimiyle başlayan bütün bir tarihsel dönemi fiilen sona erdiriyor. (…) Eski kavramların sahip oldukları varsayılan tüm ‘açıklayıcılık’ güç ve anlamları yavaş yavaş siliniyor.” saptaması yapılıyor. Başka yerlerde pek görülmeyen mantık tutarlılığı burada vardır. Madde değişince, ilişkiler değişince, kapitalizm ve “sosyalizm” değişince, kavramlar da “eskimektedir”, “eski kavramlar”ın açıklayıcılıkları kalmamaktadır! “Ön Notlar” bu durumu açıkça belirtiyor: Aktarmıştık, “bugünkü kapitalist-emperyalist sistem” Marx’ın da, Lenin’in de tanımladığından “büyük farklılıklar” taşıyordu. “Bu bakımdan” diye devam ediyor “Ön Notlar”, “bugün kapitalist emperyalist sistemin eleştirisinin ve sosyalizmin ortaya konuluşunun yüzyıl önceki koşulların ürünü olan kavram ve düşünce kalıpları içinde kalınarak başarılamayacağı kabul edilmek zorundadır.”
Açıktır ki, tartışmaya sunulan Dev-Yol yazıları yenilgiyi konjonktürel ya da geçici ve öze ilişkin olmayan bir yenilgi olarak görmemektedir. Her ne kadar dil ucuyla sosyalizmin iflas etmediği söylense de, yaklaşım bunun tersidir, sahip olunan iflasçı mantıktır. Dev-Yol, yenilgiyi ya da SSCB’nin çöküşünü, Marksistlere üstesinden gelmeleri gereken yeni görevler yükleyen revizyonizmin çöküşü olarak değil, “Ekim Devrimiyle başlayan bütün bir tarihsel dönemi sona erdiren” sosyalizmin tarihsel yenilgisi olarak açıklıyor. “Ekim Devrimiyle başlayan tarihsel dönemin sona ermesi” saptamasının, “ek yazı”da ileri sürülen “Sovyetler Birliği’nde uygulanan ve çöken sosyalizm modeli” tezinin ve yanı sıra Marx ve Lenin’in kavramsallaştırmasını eskiten, yetersizleştirip gereksizleştiren, “açıklayıcı” gücünü yok eden büyüklükte “değişim’in “yüzyıl önceki koşulların ürünü olan kavram ve düşünce kalıplan içinde kalınarak” kapitalizmle onun karşıtı olarak sosyalizmin açıklanmasını imkânsızlaştırdığı iddiasının sosyalizmin yalnızca uygulama olarak, “modeller” olarak değil, teorik olarak da iflasının yüksek sesle dile getirilmesinden başka ne anlamı olabilir?
“Yüzyıl önceki koşulların ürünü olan kavramlar”ı Marx’ın ortaya koyduğu ve sonra da Lenin’in geliştirdiği biliniyor. Eğer deyim doğru kabul edilecekse, “düşünce kalıpları” da onlarındır. Ve yetersizlik ve geçersizlik iddiası doğrudan Marx ve Lenin’in kavramlarına, düşünce sistemine ve teorisine yöneliktir. (Kuşkusuz ne Marx ve ne de Lenin düşüncelerini kalıplara dökmemişler, en başta bunu eleştirmişlerdir. Onların yaptığı, madde ve düşüncenin hareketinin yasalarını ortaya koymak ve bunu özelde kapitalizme uygulayarak, onun kaçınılmaz sonunu ve bunun gereklerini göstermek, Marksizm’i, sürekli gelişip zenginleşecek bir eylem kılavuzu olarak kurup geliştirmek olmuştur.) Dev-Yol’cu tartışmacıların saldırısı doğrudan onlara, onların teorisine, Marksizm Leninizm’e yöneltilmiştir. Bunu açık olarak ifade ediyorlar: “Marx’ın yöntemi ve yine kapitalizmin işleyiş yasalarına ilişkin ortaya koydukları sağlam bir kalkış noktasıdır. Ancak Marx’ın bir eğilim olarak ortaya koyduğu birçok şey artık geride kalmış sayılmalıdır. Benzer bir durum Lenin’in tezleri için de geçerlidir.” (“ek yazı”) Marx ve Lenin, tezleri, Marksizm Leninizm sadece bir “kalkış noktası” olabiliyor artık, onlar eskimiştir; örneğin yalnızca diyalektik yöntem ve kapitalizmin yasalarına ilişkin bazı genel “şeyler” kullanılabilir durumdadır, diğer “şeyler” geride kalmıştır, artık öğretileri “açıklayıcı”  güce sahip değildir, Marksizm Leninizm artık bir eylem kılavuzu sayılamaz!
Hayır, Dev-Yol’cu tartışmacılara göre, sosyalizm geçici bir gerileme dönemini yaşamamaktadır, uygulamaları ve teorisiyle çökmüş, iflas etmiştir; “eski teorinin ve çalışma tarzının bazı rötuşlarla”, “bazı teorik düzeltmeler ve eklemeler yapılarak” bile işe yarar hale getirilebilmesi olanağı yoktur. (Ama nedense, Marx bir kalkış noktası olabilir deniyor; cesaret eksikliği vardır, açık ve tümden bir Marx ve Lenin karşıtlığının henüz tartışmaya katılan devrimci eğilimli insanlar tarafından hoş karşılanmayacağı düşüncesiyle mantığın doğal sonucuna vardırılmasından kaçınılmaktadır. Yazılanların anlamı tektir: Marx ve Lenin, Marksizm Leninizm aşılmıştır, eskimiştir!) Eskime ve değiştirme ihtiyacı “teorinin krizi’ne ilişkin yazılanlarla da vurgulanmaktadır:
“Kitlelerin bugün sosyalist düşüncelere itibar etmemesinin altında yatan en önemli neden sosyalizm adına dile getirilen düşüncelerin bugünü açıklamakta yetersiz kalmasıdır. Bu ise doğrudan bir tarzda teorinin krizi olarak görülmelidir.” (“ek yazı”)
Marksist teori krizdedir ve tartışmacılar bu krizi tartışma süreciyle aşacaklardır!
Dikkat edildiyse Dev-Yol’cu tartışmacıları Marx’tan, Lenin’den alıntılarla, Marksizm Leninizm’i referans göstererek eleştirmiyoruz. Dev-Yol bugünkü durumuyla bu “lüks’ten kurtulmuştur. Dev-Yol’u artık Marksist Leninist olmamak, onu yozlaştırmak vb. ile eleştirmek olanaksızdır ve Dev-Yol’a haksızlık olur. Artık yapılması gereken mantıksal tutarsızlıkları ve gerçeklerle çelişen tutum ve saptamaları eleştirmek olabilir ki, biz de bunu yapmaya çalışıyoruz.
Peki, “eski kavramlar”, “eski kavramsal çerçeve”, “eski teori”, özetle Marksizm Leninizm geçersizleştiğine göre ne yapılacaktır?
“Eski kavramsal çerçevenin açıklayıcılık gücünü yitirmesi yeni bir kavramsal çerçevenin gerekliliğini ortaya koyar.” (“ek yazı”)
“…’düşünsel-ideolojik-teorik krizi’ derinlemesine kavramak gerekmektedir. Çünkü her tarihsel dönem kendine özgü bir kavram dünyasına sahiptir ve yine ‘her dönem bir anlatımı talep eder’. Bir önceki tarihsel dönemin kavramsal çerçevesi ile bir sonra gelenin kavramsal çerçevesi arasındaki ilişkilerin, kesiklik ve sürekliliklerin kavranması dünyanın çözümlenmesi ve değiştirilmesi için gerekli olan düşünsel araçların (kavramların) yaratılması için atılması gereken ilk adım sayılmalıdır.”
“Yeni kavramlar” ve “kavramsal çerçeve” yaratılacaktır! Peki nasıl? Nasıl bir “kavramsal çerçeve” nasıl yaratılacaktır?
“Yeni kavramsal çerçeve”nin ne türden bir çerçeve olacağına ilişkin ideolojik tutum ve değiştirici-inkarcı bir bakış açısının dışında söylenen somut şey yoktur, ayrıntı yoktur. Bunlar yazılmamaktadır henüz. “Kısa Değerlendirme”de, “sosyalizm düşüncesi derin bir krize sürüklendi” saptamasından sonra, “böylesine önemli bir dönüm noktasının hemen her toplumsal hareket açısından yeni bir değerlendirmeyi, yeni bir duruş noktası saptamayı gerekli kıldığı” belirtilmekte ve “eski kavramsal çerçevenin yetersizliğini kavramak bu noktada ortak bir bakış açısına ulaşmak, yeni bir kavram çerçevesinin tanımlanabilmesi için uygun bir vasat olarak görülebilir” denerek sorun noktalanmaktadır. “Bakış açısı” ve “duruş noktası” saptanmaktadır, bu salt ideolojik saptamadır, araştırmasız, incelemesiz, ayrıntılı çözümlemelere girilmeden yapılan bir saptama. Mahkeme kararı gibidir; önce karar verilmekte, arkasından yargılama ve gerekçelendirme gelmektedir. Ve üstelik Dev-Yol tartışmacıları “elementer doğruların sıralanmasına, soyut ideolojik tutumlar alınmasına karşıdırlar! Onlar sosyalizmin savunulmasına karşıdırlar, eleştireceksen ideolojik davranabilirsin, salt bakış açılarıyla, duruş saptamalarıyla tavır belirleyebilirsin! Derinliksiz, sığ tekrarlarla “değişim”, “eski kavram-yeni kavram”, “tartışma süreci” vb. vb., sözlerini edip durabilir ve kendine bir yol tutturabilirsin!
Sorun sadece bakış açısı saptamakla kalmamaktadır kuşkusuz; eleştiri, yerine konulacak olanın asgari ipuçlarına sahip olunmadıkça zaten ileri sürülemez. Her eleştirinin, her bakış açısının hareket ettiği bir zemin kuşkusuz vardır; tersi olanaksızdır, bu durumda eleştiri yapılamaz. Dev-Yol’cu tartışmacılar, “eski kavramlar” ve “kavramsal çerçeve”yi yadsırken yalnızca bir bakış açısına sahip değillerdir, bakmayın siz “yeni kavramlar” ve “yeni kavramsal çerçeve”nin tartışma sürecinde yaratılacağı sözlerine. Aslında “çerçeve”siyle birlikte “yeni kavramlar”, belki henüz bütünüyle sistematize edilmemiş haliyle, ama kesinlikle hazırdır ve zaten kullanılmaktadır. İşte “yeni kavramlar”: “değişim”, “yenilenme”, “mutabakat”, “yeni kavramlar”, “gizemli ve katı örgütsel kalıplar”, “çok sesli bütünsellik”, “kısmi demokrasi ortamı”, işçi yerine “emekçi”, “yaratıcı, özgür ve demokratik tartışma”… Bunlar kimindir? Ve “yeni” midir? Bunlar burjuva demokratizminin kavramları değil mi? En son moda edicisi Gorbaçov değil mi?
Ve Dev-Yol’cu tartışmacı yazarlar bir noktada ayrıntıya giriyorlar. Üç cümlelik… SB’nde uygulanıp çöken “sosyalizm modeli” konusunda. Diyorlar ki; “…çöken sosyalizm modeli, bir komünist partisinin üst yönetim kademesinin iktidar tekelini elinde tuttuğu, buna karşı işçi ve emekçi halk kitlelerinin tüm yönetim ve karar mekanizmalarının dışında tutulduğu bir yönetim anlayışıyla birlikte ekonomizme dayalı bir sistem olarak gelişmiş…” (”ek yazı”) Sovyet sosyalizmine yöneltilen bu eleştiri kimindir? Troçki’nin. Troçki’nin Stalin’e ve dolayısıyla Sovyetlerde inşa edilen sosyalizme yönelttiği başlıca iki eleştiri, “bürokratizm” ve “ekonomizm’dir. “Yenilik”!
“Yeni kavramsal çerçeve’nin nasıl yaratılacağına ilişkin: Bu, “,..her şeyden önce tutucu ve dogmatik bir rol oynayan eski kavramsal çerçeveyle devrimci bir hesaplaşmaya bağlıdır (…) Bugünkü kriz esas olarak geleneksel sol anlayışların krizidir. Çözüm bu gelenekçi anlayışın dışında onu parçalayarak bulunabilir.” (“ek yazı”)
“Devrimcilik”! Ne hale düşürülüyor! Okurken, Yeltsin ya da Gorbaçov’la emperyalizmin meDev-Yolasını dinler gibi oluyor insan. Artık sıra her şeyin tersine dönüştürülmesine gelmiştir. Emperyalist meDev-Yolanın “komünizm” olarak nitelediği SSCB’de yıkılmakta olan şeyi yıkmaya uğraşanları “radikal” ve hatta “devrimci”, karşı koyma durumunda olanları ise “tutucu” ve “muhafazakâr” olarak tanımladığı biliniyor. Dev-Yol da komünizmi savunmanın “tutuculuk” ve “dogmatiklik”, karşıtlığının ise “devrimcilik” sayıldığı noktaya gelmiştir! Yazık! Marx ve Lenin’le “devrimci hesaplaşma”… Buyurun!
Dev-Yol’cu tartışmacılar doludizgin burjuva liberalizmine koşuyorlar. “Bir bütün olarak siyasal kültürümüzü değiştirmeliyiz” diyorlar. Tam bir “devrimci hesaplaşma”… Dev-Yol’cu tartışmacılar, başkalarına (örneğin Marx’a, Lenin’e) saldırmanın ötesinde, Dev-Yol’da devrimci olan ne varsa ona saldırıya geçmişlerdir. Bunu açıkça ilan ediyorlar. Dev-Yol’u devrimcilikten arındırmaya çalışıyorlar ve bunu da “devrimci” yöntemle yapacaklar! Dev-Yol’cuları direnmeye çağırıyoruz.
Dev-Yol’cular tartışmacıların “Dev Yolculuk” nostaljisinden medet ummalarına, örneğin Fatsa, “direniş komiteleri” gibi yönleriyle geçmiş Dev-Yol politikaları ve pratiğine sahip çıkıyor görünmelerine aldanmamalıdırlar. Örneğin, “Fatsa’da sembolize olan bu anlayış (halkın gücüne dayalı demokrasi ve yönetim anlayışı-ÖD), tarihsel olarak çöküp gitmekte olan bir ‘sosyalizm’ anlayışı karşısında bugün sağlam bir temel oluşturmaktadır.” (“ek yazı”) deniyor. Burada, Fatsa’da direnenlerin, kanı dökülenlerin sermaye haline getirilmeye çalışıldığı görülmelidir. Ayrıntıya girmeyeceğiz. Ama SSCB çökerken Fatsa çökmemiş gibi davranarak duyguları okşamaya girişenlerin nereye yöneldiklerini görmek gerekiyor. Ve zaten hemen ardından ilave ediyorlar: Ancak bunun (Fatsa’da sembolize olan Dev-Yol anlayışının -ÖD) sadece bir çıkış noktası sayılması gerektiği (tıpkı Marx’ın ve yönteminin olduğu gibi -ÖD) ve bugün yüz yüze olunan sorunlar karşısında yeterli görünemeyeceğini de kabul etmek gerekir.” (Agy) Yine aynı doğrultuda diyorlar ki: “Devrimci hareketin tezleri de geçmiş koşullarda son derece doğru olmalarına karşın bugünün dünyasını açıklamakta yetersiz kalmaktadır. İnkârcılık suçlamasından kurtulmak adına geçmişin aşılması için atılacak adımlardan uzak durmak bizi bugün tarih dışı duruma sürükleyecektir. Bunun için bir bütün olarak siyasal kültürümüzü değiştirmek zorundayız.” (“ek yazı”)
Devrimci eğilimler taşıyan Dev-Yol’culara sesleniyoruz. Hayır, dünya bu kadar değişmedi. Her şeyi değiştirmeyi, bütün bir devrimci siyasal kültürü değiştirmeyi gerekli kılacak kadar değişmedi dünya. Burada değiştirilmek istenen devrimciliktir. Biz, Dev-Yol’un geçmişini aşması gerektiği düşüncesindeyiz. O geçmişte yanlışlar ve zaaflar vardı. Ama geçmişi aşma adına tümüyle bir değişiklik, geçmişin devrimci değerleri ve yönlerine, devrimci tutum ve yaklaşımlarına saldırı anlamına gelir. Biz Dev Yol’un devrimci kalması ve bu doğrultuda kendisini aşarak ilerlemesinden yanayız. Her zaman devrimin ve devrimciliğin yanındayız, yanında olacağız.
Devrim ve devrimciliğe yönelik saldırılara boyun eğilmemelidir. Kendilerini devrimci olarak tanımlayan herkes “geleneksel sol anlayışı” değil fetişleri parçalamalıdır.

Kasım 1992

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑