Burjuva sendikacılığa “yeni” elbise “Çağdaş sendikacılık”

Son zamanlarda çeşitli sendika yönetimleri, yaptıkları sendikacılığa yeni bir isim uydurma çabasındalar. Dünyadaki büyük değişimlerin, bilimsel ve teknolojik devrimin yeni bir sendikacılığı dayattığını, bu sendikacılığın da bu köklü değişikliklere uygun olarak ‘çağdaş’ ve ‘demokratik’ olması gerektiğini ileri sürüyor, bununla da kalmayarak hayata geçiriyorlar.
Çağdaş sendikacılık anlayışı, durup durduk yerde işçi sınıfının gündemine sokulmuyor. Bu anlayışı, dünya çapında estirilen gerici rüzgârların bir çocuğu olarak görmek gerek.
Emperyalist burjuvazi, bütün dünyadan ve bütün sınıflardan, merkezileştirip pekiştirdiği egemenliğinin “çağdaşlık”, “hür dünya”, “demokrasi” olarak algılanmasını istiyor ve kendi “global” egemenliğinin insanlığın ebedi ve mutlak yazgısı olduğunu tartışılmaz bir doğru olarak işliyor. Önceden kendisine şu ya da bu şekilde kafa tutmuş hareketleri kendisiyle uyumlanmak üzere “yenilik”e çağırıyor. Her alanda yenilik! Bütün bu “yenilik’ler, büyük emperyalist proje olan “Yeni Dünya Düzeni”nin unsurları yapılıyor, ya da “yeni dünya düzeni”, kendini her alanda yeniliklerle tamamlıyor. Emperyalist propaganda merkezleri, onlarla birleşmiş çeşitli türden gerici akımlar, emperyalist egemenliğin dünyanın en ücra köşesine ve her toplumsal hücreye nüfuz etmesine, emperyalist sistemle birleşmeye kısaca “yenileşme”, “değişim” ve “çağdaşlaşma” adı veriyorlar. Bu kavramların biçimi içindeki öz, katıksız olarak burjuvadır.
Bu güçlü rüzgâr, sendikal alanda da beklenen etkiyi yaratıyor. Gerici sendikal akımlar kendilerini emperyalist yeni dünya düzeninin kavramlarıyla tanımlıyorlar, işçilere her fırsatta “kavgacı sendikacılık” sayfasının kapandığını hatırlatarak, onları dünyadaki değişime paralel olarak “uyumlu”, “çağdaş” olmaya çağırıyorlar. Böylece kökleri işçi sınıfının tarihi kadar eski olan gerici sendikacılık kendi yeni adlarından birine daha kavuşuyor: “çağdaş sendikacılık”.
Uluslararası alandaki gelişmelerle ilişkili olarak, işçi sınıfının gündemine sokulmaya çalışılan “çağdaş sendikacılık”, yeni bir adla ortaya çıkmasına karşın, işçi sınıfı hareketini burjuvaziye yamamaya çalışan diğer akımlardan temel bir ayrılığa sahip değil. Ve bu anlayış, kendilerini “emperyalist yeni dünya düzenine bağlayan sendikacılığın bir versiyonudur. Adı “çağdaş” olsun olmasın bütün gerici sendikal akımlar, yeni dünya düzenini olumluyorlar ve kendi sendikacılıklarını da bu tabloya göre biçimlendiriyorlar. Soğuk savaşın ihtiyaçlarına göre, bu savaşın anti-komünist vurucu gücü olarak örgütlenen, “totaliter komünizme” karşı “hür dünyayı” savunan “hür sendikacılık”, değişen koşullarda, emperyalist sistemin ihtiyaçlarına göre “yumuşatılıyor”. Öte yandan bu akıma karşı çıkan sendikal akımlar da artık demokrasi rüzgârlarının sırtına binip ABD’nin çıplak ve katı egemenliği çerçevesinde değil ama onun üzerine açılan yeni dünya şemsiyesi altına sığınıyorlar ve böylece yeni dünya düzeni, gerici sendikal akımların asgari müştereki oluyor.
İşçi sınıfının sendikal gündemine sokulmaya çalışılan bu anlayışın ‘çağdaş’ olduğuna kuşku yok. Fakat biz, bu ‘çağdaşlık’ın ne menem bir çağdaşlık olduğunu açıklamaya çalışalım.

NEDİR ÇAĞDAŞ SENDİKACILIK?
Çağdaş sendikacılığın teorisyenliğine soyunan sendikacıların teorilerine dayanak yapmaya çalıştıkları şey, kendilerinden geçerek ve sıklıkla tekrarlamaktan hoşlandıkları dünyadaki “büyük değişim ve gelişmelerdir. Her şey değişiyor, sendikalar da buna ayak uydurmalı!
Bu bakış açısını kısaca özetlemek gerekirse: Bilim ve teknolojide dev ilerlemeler sağlanmış, dünyayı kamplara bölen duvarlar yıkılmış, çok kutupluluk yerini “evrensel uyum”a terk etmiştir. Barış, demokrasi, insan hakları gibi kavramlar, bütün insanlığın ve bütün sınıfların ortak özlemini dile getiren kavramlar olmuştur. Dünyadaki gelişme barış ve demokrasi yönündedir. Artık şu ya da bu sınıftan değil, çağdaş ve uygar dünyadan söz etmek gerekir. Dünyanın kültürlü bireyleri, artık global bir bakışla dünyaya bakabilirler. Silahlanma yarışı içindeki tekeller, karşılıklı olarak silahlan azaltma yoluna gittikleri gibi insanların azgınca sömürüldükleri “vahşi kapitalizm dönemi” geride kalmıştır. Kısaca kapitalizm, kapitalizm olmaktan çıkmamışsa da eski kapitalizm değildir, dünyada her alanda bir globalleşme, yumuşama ve değişme yaşanmaktadır, insanların sınıf kimliklerinden bağımsız olarak sahiplenebilecekleri ortak bir demokrasi geleneği oluşmuştur. Dönem çağdaşlaşma ve yenileşme dönemidir.
Merhum TBKP’nin bayraktarlığını yaptığı bu tanıdık görüşler, gerçekte, emperyalist yeni dünya düzeninin de temel ideolojik temasıdır. “Yeni düzen” içinde bir rol kapmak için didinip duran patronlarımızın toplumsal mutabakat çağrıları ve yürek parçalayıcı çığlıkları hatırlansın: İşçisi-işvereniyle hepimiz aynı geminin içindeyiz. Gemi batarsa birlikte yok oluruz. O halde? Gelin elbirliği ile bu gemiyi yürütelim. Eh, kaptanlığı da bize çok görmeyin artık!
Bu ön kabulden sonra bu tabloya yakışan sendikacılık modeli çiziliyor: Dünyada her şey değiştiğine, yenileşip çağdaşlaştığına göre, burjuvazi sömürüyü bir amaç olmaktan çıkardığına göre, sendikaların da kendilerini çağın gereklerine uydurarak değişmeleri, “çağdaş ve demokratik” bir yapıya kavuşmaları zorunludur. Bu demokratik çağdaş yapılanma nasıl gerçekleşecektir? Bütün uygar toplumların sosyal hayatını düzenleyen evrensel ilkelerin bütün alanlarda uygulanmasıyla. Bunun için de artık kavgaya, çatışmaya gerek yoktur. Sendikacılık tarzı temelden değişmelidir. İşletmenin durumunu göz önünde bulundurmadan aşın taleplerde bulunmak yersizdir. Kavgacı sendikacılık sayfası kapanmıştır. Sorunları, kavga etmeden, “işçilerin de durumunu gözeten” işçi-işveren-hükümet diyaloguyla çözmek mümkündür.
Bu noktada bir işçinin ortaya çıkıp şu soruyu sormaya hakkı vardır: Madem bu sistem çerçevesinde benim sorunlarım çözülüyorsa, peki niçin benim yaşamım vahşi kapitalizm dönemindekine bu kadar benziyor? Sendikacılarımızın cevabı hazırdır. Bütün çağdaş demokrasilerde tanınan haklar size tanınmadığı için. Eğer, çalışma yaşamını düzenleyen ilke ve normlar bizim ülkemizde de uygulanırsa hiç bir sorun kalmaz. Ülkemiz açısından bir talihsizlik olan 12 Eylül Darbesi, demokratik yaşamımızda “ağır yaralar” açmıştır. Bütün mesele, 12 Eylül döneminden miras kalan yasa ve uygulamaların bir an önce kaldırılmasıdır.
Bu evrensel normların çalışma yaşamımıza yön veren ilke ve normlar haline gelmesi için de bütün sınıfların duyarlı kesimlerinin, işçi-işveren-hükümet kanatlarının uzlaşması zorunluluktur. Programında bu ilke ve normları uygulayacağını vadeden hükümeti desteklemekteyiz.
Uzunca özetlediğimiz bu düşüncelerin unsurlarını çerçeve yazımızda bulacaksınız. Bu özetten çıkan sonuçları toparlamak gerekirse:
“Çağdaş sendikacılık”, işçi sınıfının ve “bütün bireylerin” “emeklerinin karşılığını” yeni dünya düzeniyle kazanabilecekleri hayalini yayarak emperyalist kapitalizmin vahşi egemenliğini kutsuyor. Emperyalist kapitalizmin bu yeni biçimini, insanlığın ideal toplumsal sistemi olarak sunuyor. Yeni dünya düzeninin penceresinden dünyaya bakan çağdaş sendikacılık, işçilerin ve emekçilerin her günkü yaşamlarında kapitalist sistemin uygulamalarına karşı duydukları memnuniyetsizliğin, tepkinin ve öfkenin karşısına alternatif olarak yeni dünya düzenini çıkarıyor, mücadelenin hedefini yeni dünya düzeninin ve doğallıkla kapitalizmin normlarının uygulanması olarak belirliyor. Böylece globalleşmiş bir kapitalist dünyada burjuvazinin egemenliği, sömürü ve zulüm evrenselleştiriliyor ve mutlaklaştırılıyor.
Bununla, işçilerin, kapitalist dünyaya karşı duydukları öfkenin bir sonucu olarak bilinçlerinde şekillendirdikleri yeni bir dünya ve yeni bir hayat özlemleri, burjuvazinin yeni dünyası kanalına akıtılmak isteniyor; böylelikle işçilerin bu özlemlerinin tam karşılığı olan sosyalizm, uğruna mücadele edilecek bir ideal olmaktan çıkarılmaya, hafızalardan silinmeye çalışılıyor. Her cümlenin başına yerleştirilen “büyük değişim ve gelişmeler” denilen şeyle asıl anlatılmak istenen şey, Sosyalizmin bir sistem olarak yeryüzünden silinmesi, sosyalist olarak bilinen revizyonist ülkelerin sosyalizmin bütün biçimsel kalıntılarım ortadan kaldırarak Batı kapitalizmine teslim olmaları olgusudur. Tabii bu düşünce, kapitalizmin değişerek idealleştiği teziyle tamamlanıyor. Emek-sermaye karşıtlığının kaçınılmaz bir sonucu olan sosyalizm, dönemin sağladığı olanaklarla itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Sosyalizm, bizzat hayatın pratiği tarafından yenilgiye uğratılmış, uğruna mücadele etmeye değmez bir sistem olarak tanıtılırken, bileklerine kölelik zinciri asan kapitalizm işçiler için kurtuluş olarak sunuluyor.
Çağdaş sendikacılık, işçi hareketini bu düzenin uyumlu, sorunsuz bir parçası kılmaya çalışıyor. İşçilerin emeklerinin karşılığını alabilmeleri için, ücretli kölelik sisteminin ortadan kaldırılmasını değil, “evrensel uluslararası normların, Birleşmiş Milletler ve İLO normlarının” uygulanmasını “çare” olarak öneren “çağdaş sendikacılık”, bu normların “toplumsal mutabakat” ve “uyum” yoluyla elde edilebileceğini savunuyorlar. Bugün sermaye ve diktatörlüğün saldırılarına karşı direniş içinde olan Türkiye işçi sınıfına sendikacıların önerdiği şudur: sizin sorunlarınız İLO ilkelerinin uygulanmasıyla çözülür. Bu ilkeleri de ancak, hükümetler uygular. Bize bunu vadeden Hükümetleri işbaşına getirelim. İşçi-işveren-hükümet üçlüsünün toplumsal mutabakatı için çalışalım.
Böylelikle, sınıf mücadelesi yerine sınıfların uzlaşmasını geçiren sendikacılarımız, işçileri direniş ve mücadele hattından, uzlaşma zeminine çekmek istiyorlar. İşçi sınıfının sözlüğünden, direniş, grev, sınıf mücadelesi kavramları çıkarılmaya, yerine uzlaşma, sınıflar-arası barış ve kardeşlik geçirilmeye çalışılıyor.
İşçilerin sınıf olarak içinde örgütlendikleri sendikalar kötürümleştiriliyor, devrimin kaldıracı olması gereken bu sınıf örgütleri, kapitalist sistemi korumanın araçları haline getirilmeye çalışılıyor.
“Çağdaşlık” adıyla piyasaya sürülen bu akım, burjuvazinin işçi hareketini kendine bağlama amacının gönüllü hizmetkârıdır ve ancak emperyalizm kadar çağdaştır. Emperyalizmin çağdaşlığına gelince, kendisine bütün olumlu anlamlar yüklenen, küresel egemenliği, insanlığın evrensel barışı olarak sunulan emperyalizmin “çağdaş” bir olgu olduğuna şüphe yoktur. Lenin’in ortaya koyduğu gibi çağımız emperyalizm ve proletarya devrimleri çağıdır, bu tahlil içinde emperyalizm, tarihsel olarak ömrünü tüketmiş ama pratik olarak yaşayan bir olgu olarak önemli bir yer tutmaktadır. Vahşi kapitalizm döneminden bugüne, emekçilerin önemli kazanımlarına rağmen temel amacı olan aşırı kan, sömürüyü ve bunun siyasal gereklerini yerine getiren emperyalizmin değişmez çağdaş yöntemi, işçilerin sömürülmesi, dünyanın sömürgeci ilhakı ve kafa kaldıranların Irak örneğinde olduğu gibi “çağdaş” yöntemlerle hizaya getirilmesidir. Fakat emperyalizm nasıl çağdaşsa, emperyalist egemenliğin demokrasi olarak dayatılması nasıl çağdaşsa, buna karşı işçilerin kendi sistemleri olan sosyalizmi istemeleri, bunun için sınıf mücadelesine atılmaları da aynı derecede çağdaştır, sınıf mücadelesinin hiç bir şekilde modası geçmemiştir. Dünyamızın çağdaş gerçeği olan sınıflara bölünmüş toplum olduğu gibi kaldıkça, sermaye-emek karşıtlığı var oldukça, emeğin sermaye egemenliğine karşı bilinçli ve bütünsel mücadelesi olan sınıf mücadelesi de güncel, yakıcı ve çağdaştır.
Bunun için de Marks-Engels-Lenin Stalin’in ortaya koyup derinleştirdikleri sınıf mücadelesi, sınıf sendikacılığı gibi kavramlar da işçilerin mücadelelerini tanımladıkları kavramlar olmaya devam etmektedir. Kapitalizme karşı uzlaşmaz mücadele, ücretli köleliğin koşullarının düzeltilip reforme edilmesi değil ortadan kaldırılması perspektifi, sınıf sendikacılığının temel bakış açısıdır.

ÇAĞDAŞ SENDİKACILIĞIN ÇIKIŞ NEDENİ VE DİĞER AKIMLARLA ORTAKLIĞI
Çağdaş sendikacılık, sendikaya yüklenen uzlaşmacı, sistem içi işlevin bir ihtiyacı olarak türetildi. Bu türetme, sendikacılığın gerçek işlevinden uzaklaştırılmasının ortamını hazırlıyor. Genel olarak bir örgütün işlevinin değiştirilmesi, o konudaki kavramların bozulmasıyla birlikte gerçekleşir. 12 Eylül öncesi dönemde DİSK yöneticileri ve TKP’nin türettiği, birçok akımın da bilerek ya da bilmeyerek kullandığı “sınıf ve kitle sendikacılığı” kavramı bu türden bir kavramdır. Bu kavram, sınıf sendikacılığı ilkelerinden yan çizmek için bir manevra alanı sağlayabilmek amacıyla icat edilmişti. “Kitle” gibi kucaklayıcı bir kavram, sınıf sendikacılığının reddi için kullanılıyordu. “Çağdaş sendikacılık” da bu kavramın yeni koşullarda evrimleşmiş halidir ve çok bilinçli bir şekilde dayatılmıştır. ‘
12 Eylül öncesi dönem, sınıf mücadelesinin hayli sert seyrettiği bir dönemdi ve daha önemlisi bu kavramın mucitleri, uluslararası koşulların etkisiyle “sosyalist” görünmek zorundaydılar. Bunun için Marksist literatürün kavramlarına açıkça karşı çıkamıyorlar, onu kabul eder görünürken, bir takım eklerle sulandırmaya çalışıyorlardı. “Sosyalizmin yıkıldığı” bu dönemde, sınıf ve kitle sendikacılığını da bir kenara bırakıp “çağdaş sendikacılık”a geçiş yaptılar
Böylelikle, işçi sınıfına, kendi sınıfsal konumunu hatırlatan, onun gereklerini yerine getirme bilinci uyandırmaya müsait bütün kavramlar, “yıkılan sosyalizm”le birlikte rafa kaldırıldı.
Dün sınıf sendikacılığı yerine kitle sendikacılığını geçirenler, bugün çağdaş sendikacılığı türetiyorlar. Böylelikle, içini boşalttıkları kavramlardan vazgeçerek açıkça yeni düzen uşaklığına soyunuyorlar. İşçi sınıfının yok olduğu, ya da tersten ifadeyle herkesin işçi sayıldığı bir zamanda sınıf kavramını da kaldırmak, sınıf düşmanlığının bir belgesidir.
Yukarıda da söylendiği gibi çağdaş sendikacılık, yeni dünya düzeni altına sığman sendikacılığın bir versiyonudur, onun tek biçimi değil. Euro-komünist Fransa Komünist Partisi’nin etkisi altındaki CGT’nin kendisini iyice dönüştürerek “çağdaş sendikacılık” sloganına sarılması da bir etken olabilir. Fakat bu adlandırma, dönemin tipik özelliklerini içermesi bakımından birçok kaynaktan beslenmiştir.
Adının çağdaşlığı, bu anlayışın diğer gerici sendikal akımlarla ortaklığını örtemiyor. Kuşkusuz, Artık dünyada bile rağbet edilmeyen “hür sendikacılık” ve onun Türkiye’deki uzantısı “24 ilkeli” Türk-İş modeli, inandırıcılıktan ve cazibeden yoksundur.
Yeni dünya düzeni şemsiyesi altında sendikacılığa başlayan sendikacılar kendilerine bir ad seçerken, ipliği iyice pazara çıkmış, ülkedeki uygulayıcıları olan Türk-İş’in şahsında itibar tüketmiş bir adı, “hür sendikacılık”ı seçemezlerdi. Ayrıca son dönemde türetilen “Japon modeli sendikacılık” da daha baştan geniş işçi ve sendika çevrelerinin tepkisini almıştı, açıkça işçinin patronun karını koruyan bir bekçi olması isteniyordu. Bunun için, 12 Eylül’den bu yana ülkedeki değişimlerin ve özellikle Gorbaçovculuğun etkisiyle popülerleşen yenileşme değişim, yeni yapılanma kavramları ekseninde bir “çağdaşlık” bu akıma çok uygun düştü. Bu kavramlara karşı genel bir sıcaklık vardı. Değişen dünyada herkesin kendini dönüştürüp çağdaşlaşması zorunlu görünüyordu. Üstelik birçok “sol” grup da bu kavramlarla politika yapıyordu. Onun için büyük bir cüretle, bu kavramlar ekseninde “çağdaş sendikacılık” arz-ı endam etti.
Adındaki bu farklılık ve güne uygunluk, onu temel noktalarda diğer gerici sendikal akımlarla buluşmaktan kurtaramıyor. Çarpıcı bir örnek olarak geniş kesimlerin tepkisini alan Japon sendikacılık ile çağdaş sendikacılık arasındaki şaşırtıcı benzerliği hatırlatmakla yetindim.
Bilindiği gibi, Japon sendikacılık, işçilere patronların muhasebe görevlisi rolünü veren, patronun karını güvenceleyen bir sistemdir. İşçilerin yaşamlarının düzelmesi, patronların karının bir kaç kat artması koşuluna bağlanmıştır. İşçi çıkarma da işyerinde gerçekten bir fazlalığın olduğunun işçi ve işverence birlikte saptanması koşuluyla meşrudur. Çağdaş sendikacılığı gündeme getiren tüm sendikacılar da her fırsatta işçi-işveren-hükümet üçlüsünün mutabakatıyla kararlar alınmasından, elbirliği ile üretimi, artırılmasından söz ediyorlar. Ortak bakış, sendikanın, patronla uzlaşarak, onun işlerini düzeltmesi bu arada işçilerin de yaşamlarında bir düzelme sağlanması üzerine kurulu olmasıdır. “Çağdaş” Otomobil-İş’in işverenin ilkelerini kendi ilkeleri halinde savunmasını hatırlayın. Çerçeve yazımızda bu konuda yeterince örnek var zaten.
Bundan çıkan sonuç şudur ki, Yeni dünya düzeni, bütün dünyayı ve bütün örgütleri kendi amaçları doğrultusunda biçimlendirirken, burjuva sendikacılığın farklı ekolleri arasındaki çizgileri de silikleştiriyor, kendi çıkarları ekseninde gerçekten “globalleştiriyor”!

“ÇAĞDAŞ SENDİKACILIK”IN GELECEĞİ VE SINIF SENDİKACILIĞININ İMKÂNLARI

Dünyada sosyalizm dalgasının geri çekilmesi, 12 Eylül’ün tahribatının henüz tümüyle onarılamamış olması bu akıma bazı olanaklar sağlamaktadır. Fakat işçi sınıfının yükselen ve her direnişle tecrübe kazanan eylemi, bu türden barikatları kıracak potansiyele sahiptir ve bu anlayış, sendika bürokratlarına kabul ettirilse bile işçilere kabul ettirilemeyecektir. İşçi sınıfı, her günkü mücadeleleriyle burjuvaziyle aralarındaki büyük tarihsel çelişkinin içgüdüsel de olsa ayırtına varmakta, öfke derecesi her gün daha da kabaran eylemlere atılmaktadır. Bu koşullar, sınıf sendikacılığı ilkelerinin sınıfa kavratılmasının olanaklarını sunmakta, sendika bürokrasisinin gerici barikatlarını kırmanın yolunu açmaktadır. İşçi sınıfının öfke ve hoşnutsuzlukla, henüz bilinç öğelerine kavuşmasa da, yeni bir dünya özlemlerine sahip oldukları, kapitalizmin uygulamalarına karşı mücadeleye atıldıkları bir ülkede, bu yalanların sınıfı kandırması mümkün değildir.
Türkiye bir devrim ülkesidir. Devrim ülkesinde, devrimin önemli kaldıraçları olan sınıf sendikalarının gereğini sınıfın ileri kesimine bugünden, geniş kesimlerine giderek kavratmanın olanağı vardır. Türkiye’deki bir devrim imkânı, Marks ve Engels’in ortaya koydukları, Lenin ve Stalin’in geliştirdikleri ve Rusya proletaryasını ilkeleri etrafında örgütledikleri sınıf sendikacılığının diğer ülke proletaryalarına da örnek teşkil edeceği unutulmamalıdır. Bütün ilkeleriyle sınıf sendikacılığı, işçi sınıfının temel mücadele biçimi olan siyasi mücadelenin en kitlesel yardımcı aracı olarak, anti-kapitalist bir perspektifle örgütlenen, kendi kurtuluşunun diğer sınıfların kurtuluşundan sonra geldiği bilinciyle diğer bütün emekçi sınıfların mücadelesine sahip çıkan ve onları eylemiyle peşinden sürükleyen, sadece ekmek için değil, onu da kapsamak için iktidar için, kısaca kendisi için mücadele eden, partisinin çizgisinde sınıf sendikaları…

Sendikacılıkta ILO ilkeleri
Sendika yönetimlerinin çoğunluğu, işçi sınıfının sorunlarının çözümü olarak İLO ilkelerinin çalışma yaşamının düzenleyici ilkesi haline gelmesini görüyor. Ve bu görüş, nerdeyse tartışmasız kabul görüyor.
Çalışma hayatımızı düzenleyerek işçilerimizi kurtaracak bu ilkeler nedir, neyi içerir acaba?
İLO, Birleşmiş Milletler bünyesinde oluşmuş bir örgüttür. Amacı, işçi-işveren ve hükümetin ortak kararlarının uygulanmasını denetlemektir. Buradaki “işçi” tarafının devletle işbirliği içindeki sendikacılar olduğu dikkate alınırsa, işçilerin çalışması yaşamının burjuva kesimler tarafından ve burjuva devlet ve sistem çerçevesinde düzenlenmesidir. Bu ilkeler, katıksız burjuva ilkelerdir. Burjuva mülkiyetin kutsallığı, aralarında temelden bir eşitsizlik ve karşıtlık bulunan patron ve işçinin, burjuva sistem çerçevesinde “Eşitliği” üzerinde yükselir. Bu “evrensel ilkeler”, burjuva ilkelerin evrenselleştirmiş ifadesidir. Bu ilkeler, burjuva ilkeler olmakla birlikte, bunu oluşturanların burjuvazinin temsilcileri olmasına rağmen, Avrupa işçilerinin yüzlerce yıllık mücadeleleriyle elde ettiği kazanımların bir bölümü de bu ilkelerde resmileştirilmiştir. Bu ilkeler, belki de bazı yönlerden Türkiye işçi sınıfının acil taleplerinden bazılarına cevap verebilir, ama birçok ilke ise işçi sınıfının bugünkü kazanımlarıyla aşılmıştır. Bunun için, işçilerin gerçek kurtuluşu bir yana kapitalizm sınırları içinde gerçekleşmesi mümkün talepler için mücadele bile İLO ilkeleriyle sınırlanamaz. Ve İLO, burjuvazinin çıkarları temelinde bir uzlaşmayı ifade ettiği için, onun ilkeleri için mücadele de uzlaşma zemininde gerçekleşecektir.
İLO ilkelerinin burjuva niteliği açıkken, İLO ilkelerinin uygulanması talebinin böyle yüksek sesle ifade edilmesinin nedeni ne olabilir? Bunu tartışılmaz bir doğru gibi sunmaya imkân sağlayan etkenler neler olabilir?
Birincisi, yazı boyunca anlatıldığı gibi, dünya çapında sosyalizmin geri çekilişi Batı değerlerinin insanlığın evrensel değerleri olarak sunulmasına imkân sağlayan en önemli faktördür. Bir sınıf ideolojisi olan sosyalizm reddedilirken, insanlığın evrensel değerleri adı altında başka bir sınıfın, burjuvazinin, ilkeleri bütün sınıflara dayatılıyor ve böylece işçilerin-özlemleri yeni dünya düzenine bağlanıyor ve en farzla bu sistem içindeki bazı düzenlemeler sınıfın kurtuluşu olarak görülüyor.
İkincisi, 12 Eylül döneminin yarattığı sınıfsal içerikten yoksun ya da başka bir ifadeyle burjuva içerikli “demokratizm”dir. Azgın terör yılları boyunca düzene muhalefetin çerçevesi, Batı standartlarında bir demokrasi olarak kabul ediliyor, “demokrasinin Batı’nın baskısıyla geleceği oldukça yaygın bir kabul görüyordu. Bunun etkisiyle, Batı’dan gelen her şey iyiliği bir elemeye bile tabi tutulmadan kabul ediliyordu. Bu durum, uluslararası plandaki gelişmelerle de birleşince, Batı normları, birçok “sol” grubu da kapsamak üzere geniş kesimlerin azami hedefi oldu.
12 Eylül’ün bütün siyasal ve sendikal hakları ortadan kaldırması, aynı burjuva çerçevede olan ama bir takım kazanımları da resmileştiren belgelere sıcak bakılmasına yol açtı.
Ama sınıf, mücadele ile bir takım taleplerini kazanım olarak yasalaştırınca ve TİS metinlerine geçirince, en azından ileri işçilerce İLO’nun uğruna mücadele edilecek acil taleplerin bile çerçevesi olamayacağı görüldü. Memurlara sendika hakkı talep edilirken, birçok “sendika uzmanı”, sendikacı bu talebi İLO ilkelerine yaslanarak savunmaya çalıştı. Fakat İLO, memurlara grevsiz, güdük bir sendika hakkı veriyordu ve memurlar (kamu çalışanları) haklı olarak İLO çerçevesinde bir sendikaya hayır dediklerini açıkladılar.
Anti-kapitalist perspektifli bir sendikal mücadeleye sahip olunmadıkça burjuvalığından kuşku duyulmayan İLO standartlarına bile kavuşulamaz. İşçi sınıfının gerçek sınıf sendikaları, burjuva normlarının evrenselleşmesi için değil, bu evrenselliğe karşı proletaryanın egemenliğinin evrenselleşmesi için mücadele verir, bu mücadele yakıcı acil taleplerin kazanılmasının da biricik güvencesidir.

Sendikal Metinlerde “Çağdaşlık”
“Dünyamızda giderek hızlanan bir değişim yaşanıyor. Bu değişim ülkemizde demokratikleşme ve insan hakları açısından yürütülecek çabalara elverişli bir zemin hazırlıyor. Globalleşme, evrenselleşme olarak adlandırılan bu eğilim bütün ülkeleri etkisi altına alıyor… Artık kapalı toplum, yasaklı toplum yapıları uzun süreli olamaz. … İnsan hakları ve demokrasi konusunda çifte standart olamayacağı konusundaki mutabakat genişliyor. … Vahşi kapitalizm döneminin çalışma mevzuatı artık çağımızda uygulanamaz. Küreselleşme, evrenselleşme her alanda olmalıdır. Alman işçisiyle Türk işçisi aynı haklara sahip olmalıdır.
Öte yandan uzun vadeli olarak istihdam politikalarının oluşturulması için işçi, işveren ve hükümet arasında bir sosyal plan hazırlanmalı ve iş daraltmalar ve toplu işten çıkarmalar ancak yeni istihdam alanları ve etkin bir sosyal güvenlik sistemi içinde tartışılmalıdır.
Yeni hükümet bu taleplerin birçoğuna sıcak bakmaktadır. Bu talepler doğrultusunda atılacak adımları destekleyeceğiz…”
(İBRAHİM EREN, KRİSTAL-İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANI)

“Seçim öncesinde girişilen kampanyanın ülkemizin demokratikleşmesi ve gelişme çizgisini yakalayabilmesi açısından Türkiye’nin gündeminde duran temel sorunların saptanmasında ve çözümünde ulusal bir mutabakat yaratılabilmesi yolunda değerlendirilmesi için olanaklar vardır…
…Ortaya konan somut taleplere demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve gelişmeden yana ortak çözümler verebilen partilerin, seçimler sonrası oluşacak parlamentoyu bir “Kurucu Meclis” gibi çalıştırarak bir ulusal mutabakat hükümeti kurmaları…
Çalışma mevzuatını düzenleyen mevzuat İLO sözleşme ve tavsiye kararları doğrultusunda yeniden düzenlenmelidir.”
(OTOMOBİL-İŞ SENDİKASI BAŞKANLAR KURULU)

“1980 öncesi sendikal stratejiler, devletlerin ve işverenlerin yeni girişimleri karşısında artık yeterli değil. 80’li yıllardaki ekonominin yeniden yapılanma süreci, ekonominin sınırlarını aşan globalleşmesi, gelişen ve yaygınlaşan teknolojik devrim, geleneksel üretim modellerini ve emeğin örgütlenmesini değişime uğrattı…
90’lı yılların sendikacılığı tek tek işçi bireyleri dikkate alan, gerçek bir dayanışmanın araç ve ilkelerine, eksiksiz bir sendika özgürlüğü ve sosyal haklar demetine dayanmalıdır.
Tüm yaklaşımlarda BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, BM Ekonomi, Sosyal Ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi, BM Kişi Hakları ve Siyasi Haklar Uluslar Arası Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmeleri ve Uluslararası Çalışma örgütü İLO’nun Sözleşme ve Tavsiye Kararlarının Esas Alınması…
1990’lı yılların demokrasi temelinde yaşanması için DİSK’in bu taleplerinin sağlam, kalıcı, demokratik bir mutabakatın manevi ve siyasal planda ön koşul olduğunu, … bu alanda değişim sözü veren DYP-SHP koalisyon hükümetinin 12 Eylül tahribatını yok etmeye yönelik girişimlerini desteklemeyi görev saydığımızı bir kez daha açıklıyoruz.”
(DİSK SEKİZİNCİ GENEL KURUL BELGELERİ)

“…Örgütümüzün amacı, … çağdaş ve demokratik sendikal yapılanmayı öngören politikaları gerçekleştirmektir.
Böylesi bir tutum; kalıpların kırıldığı toplumsal olgulara hazır reçetelerin yazıldığı dönemlerin artık geçerliliğini yitirdiği, duygunun ve öfkenin yerini aklın ve mantığın, itidalin almaya başladığı günümüzün karakterine uygun düşecektir. … çalışma yaşamında İLO standartlarını temel alan çağdaş sendikal hak ve özgürlükleri istiyoruz.
Her ne kadar körfez savaşı gibi sıcak çatışmalar yaşanıyorsa da… dünyadaki değişimin ana yönünü barış ve demokrasi oluşturuyor… dünya ekonomik sosyal ve siyasal alanda giderek bütünleşiyor.”
(Fuat ALAN, Belediye İş Genel Başkanı.)

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑