Son 3-4 yıldır, SB’de kapitalist restorasyonun yöneticiler tarafından açıkça ilan edilmesinden sonra, kendisine Marksist, Marksist-Leninist diyen çeşitli türden sol grup ve örgütler, “sosyalizmin sorunları”ndan bolca söz etmeye başladılar. Kimisi “reel sosyalizm”in kapitalizm karşısında “yenilgiye uğradığı” iddia ederek kapitalizmi “ölümsüzlükle” kutsarken, kimisi de sosyalizmin sorunlarını çözemediği için kendi kendine boğulduğunu, “yöneticiler basiretli olsaydı”, “emperyalizmle uzlaşılmasaydı”, “şöyle yapılacağına böyle yapılsaydı” “sosyalizm yenilmezdi” vb. gibi üstünkörü idealist değerlendirmelerle, kendilerince tespit ettikleri “sosyalizmin sorunlarını” ortadan kaldırıvermektedirler.
Bugün bu değerlendirmeler, sadece ülkemizdeki sol çevrelerde değil dünyanın her yerinde yapılmakta, çoğu zamanda bunların emperyalist propaganda merkezlerinden yayılan değerlendirmeler mi, yoksa dar görüşlü sözde Marksistlerin kaba kestirmeleri mi olduğu pek belli olmamaktadır.
Bu çevrelerin bir bölümü, özellikle Moskova’yı kendine Kâbe edinmiş sözde komünist partileri ve bunların çeşitli adlar altındaki yandaşları için sosyalizm artık tarihe gömülmüştür. Onların yeni Kâbeleri Washington, Londra, Tokyo, Paris, Berlin’dir. “Rüştünü ispatlayan kapitalizm” tapınılması gereken yeni tanrıdır! Elbette bunlar için burada söylenebilecek hiç bir şey yoktur. Çoktandır içlerinde olan inançlarını açığa vurup “günahtan” kurtulmuşlar, gericiliğin ve emperyalizmin saflarındaki layık oldukları yeri almışlardır. (TBKP, TİP ve bunlardan etkilenen aydın kesimler).
“Sosyalizmin sorunları”na “kafa yoranlar”ın bir bölümü ise; yine, SB’nin kendilerini ciddiye almamasına öfke duysalar da, daha bir kaç yıl öncesinin hızlı SB savunucuları olup, SB’yi kapitalist emperyalist politikalarından dolayı eleştirenlere ağzından köpükler saçarak küfredenlerdir. Bugün bunlar için SB’de kapitalist restorasyon gerçekleşmiş ya da gerçekleşme sürecindedir. Ama böyle olması iyi olmuştur. Çünkü sosyalistler arasındaki ideolojik ayrılıklar kalkmıştır! Artık bütün sosyalistlerin birleşmesi için engel kalmamıştır. Burada, gerçek bir sosyalist ülkenin yıkılması (kendileri SB’yi gerçek bir sosyalist ülke olarak görüyorlardı) dünya ya da bir ülke sosyalizmi için nasıl iyi olabilir, ya da sosyalist bir ülke gerçek sosyalistlerin birleşmesi için nasıl engel oluşturur gibi çok ciddi bir soru akla gelirse de, bu çevrelerin bugün bulundukları platform ve sosyalizm anlayışları göz önüne alındığında; bu, önemsiz bir ayrıntıdır. (Emek, Toplumsal Kurtuluş, Özgür Halk, eski DY Çevresi vb. gibi pek çok “sosyalist” çevre)
“Sosyalizmin sorunları”yla “ilgilenen” bazı çevrelerse, SB ve “sosyalizm” üzerine uzun makaleler kitaplar yayımlamakta, “sosyalizmin sorunları”nı Çavuşesku ve Saddam’a kadar uzatarak, çarpık sosyalizm anlayışlarına haklılık kazandıracak bir kav ram kargaşası yaratmaya çalışmaktadırlar. Bunu yaparken de sık sık okun sivri ucunu gerçek Marksistlere, Marksizm’in en temel ilkelerine yöneltmeyi ihmal etmemektedirler. (Mücadele, SP)
Kuşkusuz, bugün dünya ölçüsünde estirilen anti-sosyalist, anti-komünist rüzgârlar Marksistlerin bütün bu cereyanlara karşı uluslararası planda savaşını bütün görevlerinin önüne getirmiştir. Bu yüzden de, bu alanda öne sürülen tüm iddialara yanıt vermek, karşı-devrimci anti-komünist dalgayı Marksist-Leninist bir dalgakıranla geri döndürmek hayati bir öneme sahiptir. En ciddiyetsiz iddiaları bile çürütmeyi ihmal etmemek ciddi bir görevdir. Bu açıdan da Özgürlük Dünyası kendi üstüne düşen görevin bilincindedir. Ne var ki, aylık bir yayın organın sınırları birbiriyle sıkı bir ideolojik bağ içindeki yukarıda sözünü ettiğimiz eğilimleri birlikte inceleyip bütün ayrıntılarıyla ele almak olanağını ortadan kaldırıyor. Bu yüzden de ülkemizdeki belli başlı siyasi eğilimlerin “sosyalizmin sorunları”na yaklaşımını birer birer ele alıp, yeri geldikçe aralarındaki bağlantıyı sergileyen bir yol izleyeceğiz. Ve doğal olarak önce kalası en karışık olandan, Çözüm ve Mücadele’den başlayacağız.
Burada, öncelikle bir açıklama yapmak gerekiyor:
Yukarıda “sosyalizmin sorunları”na yönelik tutumlardan söz ederken, üçüncü grupta Mücadele ve SP’yi örnek gösterdik. Düz mantıkla düşünmeye alışmış Mücadele yazarları buna hemen itiraz edeceklerdir. Hatta, SP’nin önde gelenlerinin bir zamanlar SB’ne “sosyal-emperyalist” demesini örnek göstererek, “D. Perinçek ve grubu bizden çok size yakın” gibi sorunun özünün tartışılmasını karartan yanıltıcı genellemelere başvuracaklardır. Burada hemen belirtelim ki, D. Perinçek ve grubu, bir zamanlar SB’ye “sosyal-emperyalist” demişlerdir, ama onların sosyal-emperyalist deyişleri tıpkı Mücadele’nin revizyonist demesi gibi ideolojik değil politik nedenlere bağlı olup, sorunun ideolojik köklerine inmekten uzak kalmıştır. Dahası D. Perinçek, grubunun parçalanmasına yol açan “Muhasebe”sinde 70’li yıllarda SB konusunda en doğru tutumun Dev-Yol tarafından alındığını söyleyerek (ki o yıllarda Mücadele’nin temsil ettiği gelenek DY içindeydi ve sonraki yıllarda da aralarında revizyonizm ve sosyal-emperyalizm konusunda farklı bir tutumun olmadığı biliniyor) kendi tutumunun özeleştirisini yapmıştır. Çavuşesku, Polonya ve D. Avrupa’daki gelişmeler konusunda, hatta Saddam’la ilgili tutumdaki SP ve Mücadele’nin aynı tarafta yer alması bir rastlantı değil, onların sosyalizm anlayışları arasındaki içsel bağlantının açık ifadesidir. Önümüzdeki sayılarımızda SP ve D. Perinçek’in konma ilişkin görüşlerini aktardığımızda bu ilişki çok daha açık ortaya çıkacaktır.
ÇÖZÜM VE MÜCADELE REVİZYONİZMİ SOSYALİZM OLARAK GÖRMEKTE DİRENİYOR
Ülkemizde, “sosyalizmin sorunları”na yönelik en uzun yazılar. Çözüm ve Mücadele dergilerinin yazarları tarafından yayınlanmıştır. Dış görünüşüne bakıldığında, Marksizm’e, sosyalizme saldırıların bu boyuta vardığı koşullarda bu olumlu bir çaba gibi görünürse de, yazıların içeriği ve arkasındaki dünya görüşüyle ele alındığında, yazarın amacı ne olursa olsun, bu yazıların kafa karışıklığını derinleştirmekten, daha da kötüsü revizyonizmin savunusuna hizmet etmekten öteye geçmediği görülür.
Çözüm ve Mücadele yazarlarının handikabı daha soruna ad koyarken başlıyor. Ve 1950’lerin ortasından bugüne gelen süreçteki tıkanmayı tekbir adla adlandırıyorlar: SOSYALİZMİN SORUNLARI!
Bir toplumsal sistemin sorunları, o sistemin uygulanmasında ortaya çıkan sorunlardır. Eğer uygulanan sistemde, uygulamada sistemin işleyişine engel olan bir takım olgular ortaya çıkıyorsa bu o sistemin sorunudur. Örneğin, kapitalizmin uygulanmasında buhran sitemin kendisinden çıkan, onu tıkayan bir sorundur. Ya da işçi sınıfı mücadelesi, grevler ve direnişler, ayaklanmalar kapitalizmin kendi işleyişinin kaçınılmaz sonucudur ve sistemin sorunudur. Burjuva ideolog ve politikacıları bunları ve benzer olguları yok etmek, en azından etkisini hafifletmek için çareler ararlar. Sosyalizmin de bir sistem olarak kendine has sorunları vardır: Örneğin tek ülkede ya da bir kaç ülkede gerçekleşen sosyalist sistemin kapitalist çevirme içinde nasıl yaşatılabileceği, kaçınılmaz olarak var olmaya devam eden kafa ve kol emeği arasındaki çelişmenin nasıl azaltılıp yok edileceği, bürokratik ve teknik işleri görenlerin bir kast biçimine dönüşmesinin nasıl engelleneceği, sosyalist ekonominin örgütlenmesine hangi süreçlerden geçilerek varılacağı, proletarya diktatörlüğünün bir yandan sağlamlaştırılırken bir yandan yok olması için hangi önlemlerin alınacağı vb. gibi. Bu ve benzeri sorunlar, bir geçiş toplumu olan sosyalizm için her zaman ortaya çıkacak ve komünistlerin aşması gereken sorunlardır.
Yukarıdaki yaklaşıma bakıldığında, kruşçevcilerin ortaya çıkması sosyalizmin bir sorunudur ama kruşçevcilerin SB’ye egemen olmasından sonraki sürecin sorunları sosyalizmin kendi sorunları olmaktan çıkmış, sosyalizm olmayan bir toplumsal sistemin sorunları olmuştur.
Nasıl ki, Marksizm’in tarih sahnesine çıkıp işçi sınıfı içinde etkin bir akım olmasından sonra her türden oportünizm ve revizyonizm Marksizm’in yeniden yorumlanması biçiminde, onun içinden çıktıkları halde ona karşı bir konuma, burjuvazinin safına sürüklenmişlerse; nasıl ki, 2. Enternasyonal partileri, Marksizm’den gelip burjuva retorizmine geçtikten sonra sürüklendikleri açmazlar Marksizm’in bir sorunu olarak görülemezse, kruşçevcilerin politikalarınım gelip dayandığı açmaz da Marksizm-Leninizm’in bir açmazı,”sosyalizmin sorunları” olarak görülemez.
Elbette, yeni bir toplum olan sosyalizmin sorunları vardı, bugün de vardır. Bir kuram ne kadar mükemmel olursa olsun, her yeni sorun karşısında geliştirilmeye, yeni deneyimlerle zenginleştirilmeye muhtaçtır. SB’nde, 1917’den 1950’lerin ortalarına kadar süren dönem içinde de sosyalizm büyük sorunlarla karşılaşmış, bunların bir bölümünü başarıyla çözmüştür. Ama kruşçevizmi ortaya çıkaran sorunları çözememiştir. Çözememiş olduğu için de kruşçevizm ortaya çıkabilmiş, 100 milyonlarca emekçinin, devrimcinin canı kanı pahasına yarattığı büyük sosyalist mirası dağıtabilmiştir. Eğer Mücadele ve Çözüm yazarları gerçekten sosyalizmi öğrenmek, onun sorunlarıyla ilgilenmek istiyorlarsa sosyalizmin uygulandığı dönemi inceleyip kruşçevizmi ortaya çıkaran nedenlere eğilmek, Stalin’i, Stalin’in ne yapmak istediğini anlamak zorundadırlar. Yoksa, revizyonistlere sosyalist payesi verilerek, kapitalist restorasyona bir türden de olsa sosyalizm damgası yapıştırılıp, “ah emperyalizme taviz vermeselerdi şöyle olurdu “, “proletarya diktatörlüğünden uzaklaşmasalardı böyle olurdu ” gibi idealist temennilerle, devrilen revizyonist diktatörlüklerin arkasından ağıtlar yakmak, Marksizm-Leninizm’le, sosyalizmle bağdaşmaz bir tutumdur. Bu yüzden de revizyonizmin, sosyalizm adı altında uygulanan kapitalizmin açmazlarını “sosyalizmin sorunları” olarak ele almak bir bilinç çarpılmasından başka bir şey değildir.
Çözüm ve Mücadele yazarlarının handikabı sadece revizyonizmin sorunlarını “sosyalizmin sorunları” sanmaktan ibaret değildir. Aslında bu yanılsama bir sonuçtur. Onlar için asıl sorun, hangi sosyalizmi savunacaklarına karar verememiş olmalarıdır. Marksizm-Leninizm’i mi savunacaklar yoksa kruşçevci, maocu, kastrocu, gorbaçovcu bir sosyalizm mi; bu konuda bir kafa açıklığına sahip olmadıklarından her birinden işlerine geleni savunma kolaycılığına saplanmaktadırlar. Örneğin aynı yazı içinde; “Şu gerçeğin altını tekrar tekrar çizmek istiyoruz: proletarya diktatörlüğü Marksizm-Leninizm’in temelini oluşturur. Marksizm-Leninizm’den bu teori çekilip alındı mı bu teori çöker ve proletarya diktatörlüğünü kabul etmeyen bir “Marksizm”, Marksizm’den başka her şeydir. Ancak sınıflar mücadelesini kaçınılmaz olarak proletarya diktatörlüğüne götürenler Marksist’tir. Dolayısıyla hem proletarya diktatörlüğünü yadsıyan, hem de sosyalistliği kimseye bırakmayanlarla tartışma, sosyalizmi sosyalizm yapacak çözümlerin tartışıldığı Marksistler arası bir tartışma değildir….”(1) gibi her gerçek Marksist’in altına imza koyabileceği satırlar yazılabiliyor; ama aynı yazı içinde, kruşçevcilerin, brejnevcileri proletarya diktatörlüğünü reddetmekle suçlayıp SB’de sosyalizmi yıktıklarını öne süren Marksist’lere kruşçeve alınan tavırdan daha sert tavırla, “inkarcılar” diye saldırılıyor. Üstelik SB’de dönemler arasında fark gözetilmeksizin “70 yıllık sosyalizm kazanımı”ndan söz edilebiliyorlar.
Çözüm ve Mücadele yazarlarının değişik sayılarda konuya ilişkin yazdıkları yazılar göz önüne alındığında şu çok açık görülüyor: Kruşçev ve kruşçevciler revizyonisttir ama az revizyonist çok sosyalistlerdir. Brejnev ve brejnevciler ise Kruşçev’e göre daha Marksist’tir. Gorbaçov ise epeyce revizyonist reformcu görüşlere sahip bir sosyalisttir. Ve sosyalizmi kapitalist ekonomiden alınan yöntemlerle kurtarmaya çalışan bir reformcudur.
Bu türden tahlilleri bir burjuva gazetecisi yazsa kimse yadırgamaz. Ama yirmi yıldır kusursuz bir Marksizm-Leninizm savunuculuğu yaptığını iddia eden bir siyasi geleneğin yazarları yaparsa insan şaşırmamazlık edemez.
Hem, “proletarya diktatörlüğünü kabul etmeyen Marksizm, Marksizm’den başka her şeydir” diyeceksiniz. Sonra da proletarya diktatörlüğünü sadece teoride değil, fiiliyatta da anayasasından çıkaran Kruşçev-Brejnev dönemini sosyalizm olarak niteleyip “sorunlarına” çare aramayı “sosyalizmin sorunları” diye lanse edeceksiniz. Dahası bu dönemi kapitalizm olarak niteleyenleri de Marksizm-Leninizm’i inkâr etmekle, şablonculukla suçlayacaksınız. Peki, tartışmanın ciddiyet ve tutarlılığı nerde kaldı?
KRUŞÇEV VE KRUŞÇEVCİLER REFORMCU MUYDU, RESTORASYONCU MU?
Çözüm ve Mücadele yazarları, Kruşçev ve kruşçevcileri, emperyalizmle uzlaşma içinde, ideolojiden çok ekonomiye önem veren basit bir reformcu olarak görüyorlar. Ama onun kapitalist restorasyoncu yönünü, bu asıl yönünü görmüyor, görmezden geliyorlar. Çünkü reformculuğu burjuva liberalleri gibi anlıyorlar.
Genel olarak ele alındığında reformculuk, varolan bir sistemin daha iyi işlemesi için çelişkilerinin törpülenmesini amaçlayan tutumların genel adıdır. Sosyalist ya da kapitalist bir sistemde reformcunun amacı çelişmeleri azaltıcı önlemler almak, düzenin işleyişini en azından eskisinden ilaha iyi yapma çabasıdır. Bütün ünlü reformcular da bunu yapmışlardır.
Kruşçevcilik ise; dışa yönelik yüzüyle reformcudur. Çünkü kruşçevciler, kapitalist ülkelerdeki yandaşlarına, kapitalizmi yıkmayı değil onun çelişmelerini azaltmaya çalışan bir mücadele yöntemi önererek, devrim için değil reformlar uğruna mücadele etmelerini isteyerek, bu ülkelerdeki Marksist partilerin birer reformcu partiye dönüşmesine katkıda bulunmuştur. Ama kruşçevciler, kendi ülkelerinde de sosyalizmin problemlerini çözerek onun daha iyi işlemesini sağlamak gibi bir tutum yerine, “sosyalizmi iyileştiriyorum” propagandası arkasında, sosyalizmin temeli olan kurum ve kurallara saldırmış, Merkezi Planlamayı işlevsizleştirmiş, üretim araçları devlet mülkiyeti olmaktan çıkarılmış, proletarya diktatörlüğü yerine “bütün halkın devleti”ni geçirmiş, kapitalist normları ekonomik yaşama sokarak sosyalist ekonominin bozulmasının yolunu açmıştır. Kısaca Kruşçev ve izleyecilcri SB’de kapitalizmi restore etmeye koyulmuşlardır. Bu yüzden de Kruşçev, basit bir reformcu değil, bir kapitalist restorasyoncudur. Kruşçev’i bir saray darbesiyle deviren Brejnevciler ise, daha sessiz ama derinden aynı yolu izlemiş, kapitalist SB’nin emperyalist amaçları doğrultusunda politik ve askeri önlemler alarak içte kapitalist restorasyonu tamamlarken dışarıda da bu restorasyonun amaçlarına uygun politikalar izlemişlerdir.
Elbette ki SB, Çözüm ve Mücadele yazarlarının demagojisini yaptığı gibi” bir günde” sosyalizmden kapitalizme geçmedi. 1950’lerin ortalarından itibaren kruşçevcilerin devlet iktidarında etkinliklerinin artmaya başlamasıyla girilen süreç ekonomik, siyasi ve sosyal yaşamda artarda yapılan değişikliklerle kapitalizm restore edildi. Ne var ki, eski sosyalizmin kazanımları ve ekonomik alandaki bireysel mülkiyet temelinde bir kapitalizmin yerleşmesini önleyen biçimler uzun zaman kaldırılamadı. Bunları tamamlamak, kuruluşu tamamlanan tekelci devlet kapitalizminin “iyileştirilmesi” reformcu Gorbaçov’a kalmıştır. Bu anlamıyla Kruşçev’den farklı olarak, Gorbaçov bir reformcudur. Çünkü sistemin iyi işlemesi için onun çelişmelerini, sosyalizmin kalıntısı olarak süren biçimleri ve emekçi haklarını ortadan kaldıran bir rol oynamıştır.
Çözüm ve Mücadele yazarları, Brejnev ve brejnevciler için genel söylemler ötesinde hiç bir ciddi eleştiri getirmiyorlar. Tersine onları ve eylemlerini zımnen de olsa destekliyorlar. Gorbaçovculuğun brejnevcilik aracılığıyla kruşçevizme bağlandığını da görmezden gelip, Corbaçov’u Deng’in izinden gitmekle suçluyorlar: “Gorbaçov’un açıklık ve yeniden yapılanma politikalarına, ekonomik politik reformlarla kapitalist unsurların sosyalizme yamanmasına, aynı yolda daha önce yürümeye başlayan Deng’in piyasa ekonomisine ve bireysel zenginleşmeyi toplumsal zenginleşmenin önüne koymasına, Çin’in kapılarını emperyalistlere ardına kadar açmasına en büyük alkış ezilen halklardan değil emperyalistlerden geliyor.” (2)
Yukarıda Deng ve Gorbaçov için sayılanların Kruşçev’de aynen var olmasına karşın yazarların bundan kaçınması, (Kruşçevciliği sadece bir döneme has ve Gorbaçovculukla düşünce bağıyla sınırlı bir ilinti içinde ele alıyorlar) Gorbaçov’un Deng’in izinden gittiği tespitiyle yetinmesi, aslında Kruşçev ve Brejnev’in aklanma çabasının kaçınılmaz sonucudur. Çünkü onlar, kapitalist restorasyonu Gorbaçov’la başlatıp bitirmek ihtiyacındadırlar. Aksi halde kendi geçmişlerine ve sosyalizmden ne anladıklarını yeniden gözden geçirmek zorunda kalırlardı.
Sosyalist bir ülkede revizyonizmin iktidarı ele geçirmesinin sosyalizmin özüne zarar getirmeyeceği, ülkenin sosyalist bir ülke olarak kalabileceği, yani revizyonizmin kapitalizmin bir uzantısı değil, biraz kötüleşmiş olarak sosyalizmin bir türevi olarak görülmesi, Çözüm ve Mücadele yazarlarını revizyonizmin safında yer almaya, onlarla aynı cepheden gerçek Marksistlere saldırmaya zorluyor.
Revizyonizmle restorasyonun iç içeliğini göremeyen Çözüm ve Mücadele, Latin Amerika ve Türkiye’deki darbelerle her bakımdan benzeşme içinde, tipik bir askeri darbe olan Jaruzelski’nin darbesini, karşı devrimin kontrol altına alınması olarak, sosyalist bir darbe olarak selamlıyor:
“Polonya’da anti-sosyalist, karşı devrimci Dayanışma, ordunun yönetimi devralmasıyla (darbe demeye dili varmıyor/ Ö.D) kontrol altına alındı.” (Çözüm, A. Soylu)
Çözüm ve Mücadele yazarları gibi, sübjektivizmi kendilerine kılavuz edenlerin, revizyonistlerin ustaca yöntemlerle kapitalizmi adım adım egemen hale getirmelerini görmelerini bekleyemeyiz. Ama, bu yazarlar işi daha da ileri götürüyor, kraldan çok kralcı bir tutumla, artık Polonya, Macaristan gibi ülkelerin kendilerine kapitalist dedikleri, bayraklarını ve adlarını değiştirip sosyalizme, komünizme açıkça saldırdıkları günlerde, 1989’un sonunda bile revizyonist diktatörlüklere umut bağlamaya devam ediyorlar. Ekim 89’da, Çözüm yazarı Arif Soylu şöyle yazıyor, yazabiliyor: “Polonya, Macaristan, Çin, Sovyetler Birliği, henüz hiç biri kaybedilmiş değil. Ama buralardaki olumsuz gelişmeler haklı olarak emperyalizmin iştahını kabartıyor. Gelişmeler tüm sosyalist ülkeleri kapsadığı gibi, olumsuzlukların içinden, her sosyalist ülkenin ve gücün kendi ayakları üstüne basması gibi olumluluklar da gelişiyor. Buna bağlı olarak birçok parti “konsolosluk” olmaktan çıkma yönünde adım atıyor ki bunlar sevindiricidir.” (3)
“Böylesi bir cehalet ancak ‘eğitimle’ mümkündür” demenin ötesinde söylenecek söz yok. Sayın yazarın sosyalist dediği ülkelerin bütün direkleri çökmüşken, yazar hala “kaybedilmiş bir şey yok ” diyebiliyor. Dahası bu gelişmelerden bir takım olumluluklar da çıkarıyor. Bu sosyalist ülkeler kendi ayakları üstünde duracakmış, yok komünist partiler “konsolosluk” olmaktan çıkacakmış. Evet, bu ülkeler kendi ayakları üstünde durdular, şimdi de milliyetlere göre yemden yeniden adeta atomlarına bölünüyorlar. Herhalde bunda da bir olumluluk buluyor olmalı sayın yazar. Ne de olsa daha çok ülke kendi ayağı üstünde duracak! Komünist partiler için söylediği ise hepten anlamsız. “Konsolosluk” olmaktan çıkacaklarmış! Evet, Sovyet konsolosluğundan çıktılar, ama bu sefer de emperyalizmin yeni dünya düzeninin misyonerliğine soyundular. Bu bir ilerlemeyse iyi oldu denebilir!
Bize göre, 1989 Polonya, Macaristan, Çin, SB ve diğerleri için burada sözünü edeceğimiz bir iyileşme olmamış, tersine bunlar eskiden üstü örtülü olarak yaptıkları komünizm ve sosyalizm düşmanlığını açıkça yapar hale gelmişlerdir. Böylece anti-komünizm cephesi daha güçlü ve daha bol malzemeye sahip hale gelmiştir. Sözde komünist partilerde aynı yolu izlemiş, bugün karsı devrimin gözde bir propaganda odağı olarak (komünist partinin ve Marksizm’in gereksizliğini ilan edip dağılmamışlarsa) işlev görmektedirler. Bu “değişiklikte” nasıl bir iyilik bulunabilir doğrusu bilemiyoruz.
Ama yazarlar, biz gelişmenin böyle olacağını tahmin etmiyorduk, başka bir seyir izleyip revizyonistlerin Marksizm-Leninizm’e yöneleceğini sanıyorduk diyorlarsa; biz de onlara, siz Marksizm-Leninizm kavrayışınıza bir kez daha bakın ve “20 yıldır Marksist-Leninistlerin doğruyu savunduğu görüldü” gibi böbürlenmeleri bir kez olsun bırakın ve revizyonizme ilişkin yazdıklarınızı gözden geçirin diyoruz.
Söylenenlerden açıkça anlaşılacağı gibi, Çözüm ve Mücadele yazarlarını açmaza iten kapitalist restorasyonla revizyonizm arasındaki kopmaz ilişkiyi görmemektir. Ne var ki, onlar bu açmazlarının nedenini aramak yerine, Yalçın Küçükten alınma kavramlarla “90 öncesi restorasyonsa şimdi ne diyeceksiniz”, gibi “kurnazca”, aynı anlama gelmek üzere çocukça sorular yöneltiyorlar.
MÜCADELE VE ÇÖZÜM TARİHİN DİYALEKTİĞİNİ REVİZYONİSTLERİ AKLAMAK İÇİN KULLANIYOR
Marksizm’i tüm diğer öğretilerden ayıran en temel özelliklerden birisi de, Marksizm’in bilimsel bir dünya görüşü olmasıdır. Bu yüzden de Marksizm doğa ve toplumdaki tüm olay ve olguları çelişmelerle açıklarken kendisinde tam bir mantıksal tutarlılık vardır. Diğer felsefelerin aksine her ula y ada başka bir mantık yürüterek gerçeği kendine uydurmaya değil, tersine gerçeği olduğu gibi kavramaya çalışır. Bu yüzden de Marksizm, mantıksal tutarlılığın bir abidesidir. Bu nedenle de pragmatist bir burjuvanın gözünde Marksist dogmatik görünür. Allahtan! Çözüm ve Mücadele’nin yazarları dogmatiklerden değil. Tersine onlar, günlük çıkarı hangi tutumu gerektiriyorsa o gün o felsefeyi benimsemekte tereddüt göstermeyen bir burjuva gibi, bir olayda aşırı iradeci olurken bir başka konuda ekonomizmin, determinizmin batağına dalmaktan çekinmiyorlar.
Örneğin, Mücadelenin son sayılarında yer alan “yeni insan” yazıları kitaplardan fırlamış ve günlük ihtiyaçlara yanıt verecek sınıfsal temel ve sınıf mücadelesinden bağımsız, direktif ve ajitasyonun biçimlendirdiği bir türü “yaratmaya” uğraşırken aşırı idealist ve iradecidir. Ama, Doğu Avrupa’da kapitalist restorasyon söz konusu olduğunda aynı yazarlar, biçim olarak kolhozlar duruyorsa, sanayi devlet mülkiyetindeyse yöneticiler kim olursa olsun sosyalizm yaşamaya devam ediyor diye ayak direyebilmektedirler. Üstelik de bunu, Kruşçev ve yandaşlarını ekonomiye aşırı önem vermekle suçlarken söyleyebilmektedirler. “Ekonomist” Kruşçev karşısında iradeci, Marksistler karşısında ise ekonomist olmakta hiç bir çelişki görmemektedirler.
Çözüm ve Mücadele dergilerinin sayılarına söyle bir bakıldığında, dergi sayfalarının önemli bir kısmının değişik başlıklar altında da olsa sonunda “sosyalizmin sorunları” diyebileceğimiz başlık altında ifade edilebilecek yazılara ayırdığını görüyoruz. Uzun yazılar içinde söylenen şeylerin tümü, 1970’li yıllarda Marksistler tarafından SB’de kapitalist restorasyon konusunda yazdıklarının basite indirgenmiş, özetlemeleri ya da onların çarpıtılmış yorumlamalarından ibarettir. Bu yorumlamalar da genellikle revizyonizmin aklanmasına, Marksistlerin eleştirilerinin haksızlığının “kanıtlanmasına” yöneliktir.
Çözüm ve Mücadele yazarları, “20 yıldır doğruyu” savunduklarını iddia edip “doğruluklarının” kanıtı olarak revizyonizmi sosyalizmin bir biçimi olduğunu kanıtlamak zorunda kalıyorlar. Ve bunu “kanıtlamak” için de diyalektiğe başvuruyorlar.
Çözüm ve Mücadele yazarları, revizyonizmin diktatörlüğünün kapitalizm değil, hataları, yanlışları olsa da sosyalizm olduğunu söylemek ihtiyacını duydukları her yerde, “tarihin hep ileri gidon bir seyir izlemediğini, ilerlemeler ve gerilemelerle olduğu” tezine sarılıyor; buradan “70 yıllık sosyalizm mirasını” savunduklarını, SB ve Doğu Avrupa’da kapitalist restorasyonun Kruşçev’le başladığını söyleyenlerin edenlerin diyalektiği kavramadığını iddia ediyorlar.
Şöyle diyor Mücadele yazarı:
“M-L’ler, milyonlarca emekçinin kanla yazdığı devrim ve sosyalizm tarihine sahip çıkarlar. Bu tarih, insanlık tarihinin en onurlu sayfalarını oluşturmaktadır. Elbette ki bu tarih, hiç bir eksikliğin, olumsuzluğun yaşanmadığı, her şeyin mükemmel işlediği bir tarih değildir. Zaten böyle bir tarih de olamaz. Bu tarih, her şeyden önce emperyalizme ve kapitalizme karşı, proletarya ve emekçi yığınların sert sınıf mücadeleleri tarihidir. Yenilgileri, olumsuzlukları, yanlışları ve eksikleriyle yaşanmak zorunda olan bir tarihtir.
İşte M-L’ler her türlü dogmatizmden uzak bir biçimde, bu tarihi kendi gerçekliği, diyalektiği içinde kavradılar… Ne olumsuzluklara bakarak sosyalizm gerçeğini reddetme yanlışına, ne de olumsuzlukları eleştirmekten sakınma oportünizmine düştüler.” (4) .
Bu yazarların konuya ilişkin yazılarına bakıldığında, “tarihin diyalektiğinden tek akıllarında kalanın “tarihin ilerleyişinin ileri ve geri gidişlerle olduğu”nu öğrenmekle sınırlı kaldığı görülüyor. Ne var ki, onu da yanlış öğrenmişlerdir.
Çözüm ve Mücadele yazarlarına göre geriye dönüşlerde ilerici güçlerin mirasıdır, bu yüzden de 70 yıllık sosyalizm mirasının tümü, revizyonistlerin yarattığı miras da sosyalizme aittir! Çünkü kötü de olsa, revizyonistler de sosyalisttir! Sadece sosyalizmi “ekonomist-dogmatik bir tarzda” kavradıkları için sosyalizmin kapitalizm karşısında gerilemesine neden olmuşlardır!
Evet, tarihin ilerlemesi ileri gidişler ve geri dönüşlerle olur. Ama bu tarihin keyfi böyle istediği için değil, toplumdaki ilerici ve gerici sınıflar arasındaki çatışma tarihin ilerletici asıl gücü olmasından dolayı böyledir. Çünkü bir kez yenilen gerici sınıflar artık bütünüyle tarih sahnesinden hemen çekilmez. Tersine, “eskisinden bin kez daha büyük bir inatla” kendi düzenlerini kurmak için savaşırlar ve zaman zamanda, şu ya da bu etkiyle, ilerici güçleri yenilgiye uğratıp kendi sistemlerini yeniden egemen hale getirebilirler. Bu tarihsel ilerleme içinde bir gerilemeye karşılık gelir. Ama gerilemenin temsilcisi ilerici sınıflar değil gerici sınıflardır. Yani çatışmanın karşı tarafındaki güçlerdir. Dolayısıyla da gerilemeye karşılık gelen basan ilericilerin mirası değil gericiliğin mirasıdır. Buradan ilericilere düşen miras sadece yenilgilerine neden olan derslerdir. Bu anlamıyla da, Çözüm ve Mücadele yazarlarının iki lafın başı vurguladıkları “SB’nin 70 yıllık sosyalizm mirası” içinde gerçekten sosyalizmin mirası sayabileceğimiz dönemi ilk 35 yıllık dönemle sınırlıdır. Kruşçev’le başlayan restorasyon döneminin mirası olsa olsa gericiliğin, her türden revizyonist ve kapitalist restorasyoncuların mirası olabilir. Çünkü orada sosyalizmin inşasına, Marksizm’in teori ve pratiğine olumlu katkı sayabileceğimiz en küçük bir kırıntı bile yoktur.
Diyalektiğin bu türden kaba kavranışı sadece revizyonizmin aklanması, onların Marksizm’in uzantısı olduğu imajını güçlendirmiyor, Marksizm karşıtlarının Marksizm’e saldırıları için de vesile oluyor. Nitekim diyalektik ve revizyonizmi, öz ve söylem olarak Mücadele yazarları gibi kavrayan Y. küçük; diyalektiğin, dolayısıyla Marksizm-Leninizm’in “geri dönüşü” de içerdiğini öne sürerek, “geriye dönüşü reddeden” bir Marksizm geliştirilmesi gerektiğini “düşünüyor”! Kuşkusuz Y. Küçük’e bu cesareti verenler ve onları “düşündürenler” Mücadele yazarları gibi diyalektiğin kaba yorumcularıdır.
Biz, revizyonist diktatörlüklerinin Marksizm-Leninizm’e en küçük bir olumlu bir katkısı yoktur diyoruz; ama Çözüm ve Mücadele yazarları, ülkemizdeki ve dünyadaki revizyonist ve oportünistlerle aynı çizgiye düşerek revizyonistlerin eylemlerinde olumluluklar da buluyorlar. Her türden oportünist ve revizyonist SB ve Doğu Avrupa’nın sözde bile sosyalizmle bağını koparmasını, açıkça kapitalizme geçtiklerini ilan etmesine, Marksistler arasındaki birliği engelleyen etkenlerin yıkılması ve artık “özgürleştikleri” bir dönem olarak bakıyorlar. Aynı mantıkla Mücadele ve Çözüm Yazarları da, liberal ekonomi ilkelerinin bütün revizyonist diktatörlükler tarafından benimsemesini bir ilerleme, enternasyonal dayanışmanın artması olarak görüyorlar.
“Her şey bir yana, sosyalist dünyada düşman kardeşliğin sona erdiği bir sürece giriliyor. Kalkış noktaları ve gelişme süreçleri farklı da olsa, belli bir aşamada birbirlerine en ağır suçlamaları yaparak tüm ilişkilerini koparsalar da, Çin’in üretici güçler teorisine dönüşüyle birlikte uygulamaya koyduğu ekonomik reformlar ve sosyalizme yamadığı burjuva reçeteler SB ve Çin Halk Cumhuriyetini birbirine yaklaştırdı.” (5)
Görüldüğü gibi, kafası karışık Çözüm yazarı, 1989 sonunda Çin ve SB’deki açıkça liberal kapitalizme doğru yönelen önlemlerin iki ülkeyi birbirine yaklaştırmasını bile “sosyalist dünya” için olumlu bir gelişme olarak görüyor ve destekliyor. Çünkü yazarın sosyalizm ve proleter enternasyonalizmi kavrayışı burjuva bir kardeşlik ve yakınlaşma ile aynı anlama geliyor. Başka bir söyleyişle yazar, sosyalizm ile kapitalizm arasına bir sınır çizgisi koyamadığı için revizyonizm ve Marksizm-Leninizm arasına da bir sınır çizgisi çekemiyor. Ve bu yüzden de Marksistlerle revizyonistler arasındaki sert çatışmayı, “sosyalistler arası” çatışma gibi gördüğünden, kınıyor. Revizyonistlerin, yanlış politikalar izleyen Marksist-Leninistler olarak görülmesi yazarın bütün perspektifini karartıyor, genelde revizyonizme aldığını sandığı tavrı da etkisiz ve anlamsız hale getiriyor.
Burada şunu eklemeliyiz: Mücadele ve Çözüm yazarları, ülkemizdeki kimi burjuva aydınları, çeşitli türden oportünist ve revizyonistler, son gelişmelerin “sosyalistlerin birliği önündeki engelleri kaldırdığını” iddia ediyorlar. Bize göre bu yaklaşım son derece yanlış ve tehlikelidir. Eğer son gelişmeler karşısında eskiden revizyonizmin peşinden gidenler, gittikleri yolun yanlışlığını anlamış ve bunun açıkça özeleştirisine girişmiş olsalardı kuşkusuz ki bu olumlu bir gelişme olur, ideolojik engellerin kalkmasının yoluna girilebilirdi. Ne yazık ki bugün böyle bir durum söz konusu değil. Herkes, eski ideolojik tutumunda direnir gözüküyor. Sadece Gorbaçov’un yanlış politikalar izlediğini düşünüyor, söylüyorlar. Gorbaçov’u hazırlayan ideolojik temeli görmezden geliyorlar. Kruşçev, asıl olarak da Brejnev ve brejnevcilikte direniyorlar. Bu yüzden de Marksizm’e doğru bir adım bile yaklaşmış değiller. Tersine herkesin açıkça gördüğü son gelişmelerden sonra, hala eski çizgilerinde ısrar etmeleri onlar için beslenebilecek küçük umut kırıntılarını yok edecek bir gelişmedir.
Kısacası, gerçeği yakalamanın bir aracı olan diyalektik, yazarın kaba kavrayışıyla yorumlandığından, revizyonizmi aklamanın, revizyonizmin burjuva ideolojisi, revizyonist diktatörlüklerin de burjuva diktatörlükler olduğu gerçeğini görmesini engelliyor.
MÜCADELE VE ÇÖZÜM PROLETARYA VE HALKLARIN GÜCÜNÜ DEĞİL REVİZYONİSTLERİN GÜCÜNÜ ÖNEMSİYOR
Mücadele ve Çözüm dergilerinin temsil ettiği gelenek, yayınlarında, özellikle günlük mücadele söz konusu olduğunda, kendisinin ve “devrimci iradenin gücü”nü olağan üstü büyütüyor. Ama iş ideolojik mücadeleye, devrimin genel sorunları ve siyasi mücadeleye gelince, bu özgüven ve ataklık tükeniyor, bu aşırı özgüven tersine dönerek revizyonizm ve emperyalizm karşısında bir boynu büküklüğe dönüşüyor.
Keskinliğin ters yüzündeki teslimiyet ve umutsuzluğu iyice sergilemek için, okuyucunun sabrını zorlayacak olan şu uzun alıntıyı buraya aktarmak gerekiyor.
“Türkiye solunda da bugün bazıları ‘proletarya ele geçirdiği tüm iktidarları birer birer yitirmiştir’ diyerek, emperyalistlerin ‘sosyalizm öldü artık yaşamıyor’ propagandalarına objektif olarak soldan destek vermektedirler. Teorisini yapanların dahi artık adını anmadığı ve tamamen tepkiselliğin ürünü olan teori kalıntılarıyla (sosyal emperyalizm, sosyal faşizm) günümüz gerçekliğini açıklamaya çalışanların da geldiği nokta, ne yazık ki objektif olarak, artık sosyalizmin yeryüzünde yaşamadığını ispat etmek (!) çabası olmuştur. Lenin, ‘Çağımız proleter devrimler çağıdır’ derken. Kimilerinin ısrarla vazgeçmedikleri ‘hiçbir sosyalist ülke yoktur’ tekerlemelerine rağmen Leninistliği kimseye bırakmamalarını ise anlamak gerçekten güçleşiyor.
Günümüzde hiçbir sosyalist ülke yoksa sosyalizm-bugüne kadar insanlığa bir umut, bir kurtuluş yolu olamamıştır demektir. Bunlara göre Çin karşı-devrimci, Sovyetler kapitalist, Küba küçük burjuvalar ülkesi
vb. vb… Ne kaldı geriye? … ‘hiç sosyalist ülke yok, hepsinde geriye dönüş oldu’ propagandasıyla, emperyalistlerin, gericilerin karşı-devrimci ideolojik saldırılarının yarattığı sonuçlardan, hangi farklı sonuçları elde ediyorlar? Bu görüşlerinde ısrar edenlere şunu sormak gerekir: Madem 70 yıllık geçmişe sahip sosyalizm insanlığa ve emekçi halklara, proletaryaya bir şey veremeden yıkıldı ve yerine yeniden kapitalizm geldi ise, yarın sizin kuracağınız sosyalizmin yaşayacağının ve bir kurtuluş umudu olmasının garantisi nedir? Bu kesimlerin bu ve benzeri sorulara verebilecekleri yanıtları yoktur.” (6)
Uzunca alıntıdan da anlaşılacağı gibi, Çözüm yazarının sosyalizm için mücadele edebilmesi için dünyada, illa da “sosyalist ülke” olmalıdır. Aksi halde kimseyi sosyalizm için mücadeleye inandıramazmışız!
Bir kere sosyalizm “yıkılıp gitmiş” de olsa insanlığa çok şey vermiş ve çok şey öğretmiştir. Her şeyden önce yaşanmış olan sosyalizm mücadelesinden gerçek Marksistler çok şey öğrendiler, bugün de öğrenmeye devam ediyorlar. Bugün öğrenilenler aynı zamanda yeni geriye dönüşlerin yolunu kapatacak olanlardır. Kaldı ki, bugüne kadar hiç devrim savaşçısı önder yığınlara “garanti”ler vererek onları devrim mücadelesine çekmemişlerdir. Tersine yığınlara her zaman onları bekleyen büyük tehlikeler ve fedakârlıkları anlatmaya çalışmış, devrimin ilerlemesinin tek garantisinin yığınların devrime sahip çıkması olduğunu söylemişlerdir. Çözüm yazarı, küçük-burjuva idealist dünya görüşünün etkisiyle devrimin en temel ilkesini, sınıflar var olduğu sürece, dünyada henüz kapitalizm yaşamaya devam ederken geriye dönüşü engellemenin tek garantisinin devrimi sürdürmek, yığınların devrimi sahip çıkmayı sürdürmesi olduğu gerçeğini anlayamıyor. Şurada ya da burada gerçekleşen devrimlerle yığınlara “garanti” vermek istiyor. Bu, tipik küçük burjuva idealist bir tutumdur. Çünkü proletaryayı diğer sıratlardan ayıran bir özellik de, onun daha önce yenildiği bir alana dönerek yeniden yeniden savaşma, savaşabilme özelliğidir. Küçük burjuva ise, bir kez yenildiği alana bir daha yaklaşmak istemez. Bu yüzden de mücadele yazarı savaşmak için illa da bir başka ülkelerdeki devrimin zaferinin garantisini istiyor.
Sorular çoğaltılabilir: Dünyada insanlar 3 binyıldır özgürlük ve eşitlik isteği ile savaşıyor, ama gerçekten özgür ve eşit bir toplum örneği yok önlerinde; buna karşın savaşmaya devam ediyorlar. Dahası Marks, Engels, Lenin, Stalin ve milyonlarca proleter ve emekçi, henüz hiç bir yerde sosyalizm kurulmamışken sosyalizm için savaştılar. Bugünün proleterleri de, devrimcileri de aynı geleneğin sürdürücüsü olarak aynı tutumu göstereceklerdir. Bundan kuşku duyanlar proletaryanın devrimci niteliklerine inanmayanlardır ancak.
Çözüm ve Mücadele yazarı artık öğrenmiş olması gereken bir şeyi öğrenmemekte direniyor. Yığınları öncüden uzaklaştıran öncünün ona, acı da olsa gerçeği söylemesi değil, yığınları yanlış hedeflere yöneltmesi onu aldatmasıdır. Bugün SB ve Doğu Avrupa’da açıkça kapitalizmin kurulması karşısında yığınların gözünde sosyalizm prestij kaybetmişse; bu, bu ülkelerin yıllarca önce soysal-emperyalist görülmesinden değil, kendisine Marksist, sosyalist, komünist, devrimci diyenlerin bu ülkedeki geri dönüşü zamanında fark ederek yığınları uyarmak yerine sosyal-emperyalizm ve sosyal-faşizmin yüzünü, “revizyonisttir ama sosyalisttir” gibi anlaşılmaz iddialarla yığınların aldatılmasına katkıda bulunulmasıdır. Bu yüzden de son gelişmelerden sonra en çok moral bozukluğuna uğrayanlar, bu ülkelerdeki revizyonist diktatörlükleri sosyalist görenler olmuştur. Çözüm ve Mücadele yazarlarının bugün sosyalist ülke kalmazsa yığınlara ne diyeceğiz, onları sosyalizm için mücadeleye nasıl çağırırız diye panik içine yuvarlanmasının nedeni de budur.
Gerçek Marksistlerin, “yığınları ne diye sosyalizme çağırırız” gibi korkuları yoktur. Çünkü onlar yıllardır bu ülkelerin sosyalist olmadığım, devrime yığınlar sahip çıkmaz onu ilerletemezlerse geri dönüşün kaçınılmaz olduğunu, her yerde söylediler. Gerçek Marksistler, bugün de, yığınları devrime, sosyalizm için savaşmaya çağırıyorlar ve proletaryanın önünde hiç bir başarılı örnek olmasa da, devrim ve sosyalizm için onun mücadele edecek bütün olumlu özellikleri taşıdığını biliyorlar. “Örnek” arayanlar, devrim ve sosyalizmden kuşkuya düşenler küçük burjuva aydınları ve küçük burjuva devrimcileridir. Bu yüzdendir ki, Çözüm ve Mücadele yazarları kendi ideolojik tutumlarını Marksizm’e yamayarak, gerçekte kendi sorunlarını, sosyalizmden devrimden duydukları kuşkuyu sosyalizme yükleyerek, revizyonizmin sorunu olan sorunları (revizyonist diktatörlükler neden ekonomide, politikada, toplumsal gelişmede vb. alanlarda başarılı olamadı, kapitalizmi alt edemediği sorunudur, bunların sosyalizmin sorunu dedikleri.) bunları “sosyalizmin sorunları” olarak lanse ediyorlar. Böylece, niyetleri bu olmasa da Marksizm’in gözden geçiricileri, “aşıcıları”, başka bir söyleyişle inkarcıları arasına katılıyorlar.
Elbette sosyalizmin, Marksizm’in çözmesi, aşması gereken pek çok sorunu vardır. Ama Marksizm’in sorunu revizyonist diktatörlüklerin neden çöktüğü, neden başarısız olduğu değil (onlar daha baştan bugünkü sona mahkumdular zaten), revizyonizmin neden ortaya çıktığı, onların iktidarının neden engellenemediğidir ki, bunu da ancak son yüzyılın sosyalizm mücadelesinin revizyonizmin iktidarından önceki dönemini inceleyerek öğrenebiliriz. Revizyonizmi sosyalizmin kötü de olsa bir biçimi olduğunu savunanlar ve sosyalizmin sorunlarını orada arayanlar en iyimser bir sonuçla daha az kötü bir revizyonizme varabilirler. Ama “az kötü” revizyonizm, “çok kötü” revizyonizmden daha tehlikeli, bu anlamda da daha kötü bir revizyonizmdir. Çözüm ve Mücadele bu gerçeği görmedikçe, günlük politikada “soldan” sağa savrulmaktan, ideolojide de kafa karışıklığından ve eklektizmden kurtulamayacaktır.
Dipnotlar:
(1) Arif Soylu, Yeni Çözüm, S. 28, s.37
(2) “ “ “ s.33
(3) “ “ “ s.34
(4) “ Mücadele, S.2, s.16
(5) “ Yeni Cüzüm S.29, s.35
(6) “ “ “
Şubat 1992