Dev Yol cephesindeki duruma göz atarken, Dev Yol ve özellikle eski önder ve ileri kadrolarının uzun süreli eylemsizlik ve bugünkü durumlarını teorize etmek üzere ileri sürülen “de-moralizasyon”, “depolitizasyon” gibi saptamalara değinmiş; bozuk moralle ve sınıf mücadelesine katılma çabası içine girilmeden hareketsiz ve dolayısıyla emperyalist, burjuva gerici kültürel, ideolojik siyasi etkilenmelere açık geçirilmiş yıllar ve yıllar boyunca, hamuru, başlıca anti-komünist, burjuva liberal, “liberter”, Troçkist yaklaşım ve tezlerin yoğrulmasıyla şekillenmiş yan-anarşist, kendiliğindenci reformcu saptama, görüş ve öneriler (“nasıl bir sosyalizm”, “nasıl bir devrim”, “nasıl bir parti” sorularına aranan yanıtlarla Marksist öğretinin geçersiz sayılması, “75 yıllık” tüm yaşanmış sosyalizm deneylerinin reddi, anti-Stalincilik, öncü karşısında “emekçi” yüceltisi vb.) ve onlara dayanan, “bulunduğu her yerde” “herkesin”, örgütsüz ve kendiliğindenci tarzda, sosyalizm, devrim ve parti teori ve pratiğinin dejenerasyonu anlamına gelmek üzere “hemen şimdi devrim” yapmaya girişmesi önermesi üzerinde durmuş; pratik politik örgütsel alana ilişkin önermelere gelip dayanmıştık.
Mahkeme savunmalarında Dev Yol’un örgüt olmayışına dair görüşler açıklanmasının ötesinde ağızları bıçaklarının açmadığı, ateşi küllenmiş ruhların devrimci politik tutumlara, eylem ve örgütlenmelere, bir ucundan sınıf mücadelesine katılmaya çağrı çıkarmadığı moralsizlik, ürküntü ve eylemsizlik yıllarından sonra ve ancak Bahar Eylemleri, 1 Mayıslar, Zonguldak, 3 Ocak, Yaz Eylemleri’nden sonra, ancak 91 yazında, bir “politik çıkış” yapılması gereğinde karar kılınabilmiştir.
İşçilerin Sesi’nde yayınlanan çağrıya göre, “devrimcilerin bulundukları yerde devrim yapmaya girişmeleri”ni öngören “devrim hemen şimdi!”, yalnızca “75 yıllık sosyalizm deneyi”nin emperyalistler, burjuvazi, Gorbaçov-Yeltsinler ve Troçkistlerin jeneratörlerinin aydınlatmasında olumsuzlanmasıyla ulaşılan “sosyalizmin, devrimin ve partinin nasıl olmaması gerektiği” bilgilenmesine dayanılarak ortaya atılmış teorinin yeniden üretimi ihtiyacını ifadelendiren bir teorik yenilenme şiarı değildir. Aynı zamanda, ‘”devrim hemen şimdi!’ demek, ‘politik çıkış yapma zamanıdır’ demektir”. Çağrı böyle.
Sosyalizmde “devrim”, devrimde “devrim”, partide “devrim”. Sosyalizm, devrim ve partinin teori ve pratiğinde “devrim”!
“Teorinin ve pratiğin yeniden üretilmesi, teorik ve pratik bir çıkıştır: Politik bir çıkıştır. (…)
“Pratik-teorik politik çıkışımızda üç kerteriz noktası bulunmakladır: Sosyalizm, devrim, parti…
“Nasıl bir dünyada yaşıyoruz ve bunun yerine nasıl bir sosyalizm koyacağız? Bu sosyalizm için dünyayı ve önce yaşadığımız ülkeyi nasıl değiştireceğiz. Bu değişimi hangi araçlarla yapacağız?
“Bütün bu sorulara ise ancak bir politik hareket düzleminde yanıt bulabiliriz.”
Akla yeni geliyor! Politik hareket olmak gereği yeni hatırlanıyor! Bugün durum ve koşullar uygun bulunuyor, politik hareket bugün öngörülüyor. Fobi, koşullar uygunlaştığında hobi haline dönüşebilmekte, dönüşmektedir. İyi düşünüp sağlamca karar vermek gerekli. Geleceğin muhtemel zor yıllarında “hayır, politik bir hareket değildi, örgüt yoktu” dememek için…
Boş ve eylemsiz geçirilen reddiye (örgüt reddi) yıllarının kaçınılmaz olarak yol açtığı ciddiyet ve güvenilirlik felci ve yeni hatırlayış sorunları bir yana, aşmaya yönelik pozitif değil negatif reddiyenin ancak başka negatif reddiyelerle bir arada bulunabileceği ve bu tür yeni reddiyeleri davet edeceği açıktır. Geçen sayımızda yazmıştık. Politik mücadelenin, sınıf mücadelesinin dışında boşlukta kalışı, üstelik moralsiz boşlukta kalışı, emperyalist, burjuva ve onların liberalizm, demokratizm gibi yeniden yaratılmaya çalışılıp lanse edilen eski moda, eski gardırobun yeni kreasyonu olan Gorbaçovculuk gibi moda ya da Troçkizm gibi “gadre uğradığı” ve “haklılığı kanıtlandığı” ileri sürülen, sözde “muhalifler” arasında moda akımların ve onların zehirli etkilerinin koşullandırmasından doğalı yoktur. Bu koşullandırmanın nesnel yönü ve temeli ise, şu unsurlarıyla tanımlanabilen “Yenilgi şoku” olarak da tanımlanan, mücadele örgütleme çabası içine girilip karşısında devrimci kalabilme ve olabilmenin becerilemediği ve koşullarına ve yol açtığı tutsaklık durumuna uyum sağlanarak bir yönüyle gerici zor bir yönüyleyse tavırsızlıktan beyin karıncalanması ve “satın alınması” ve boyun eğmeye kadar bir dizi şekillenme/şekillendirilmeyle oluşan genel bir konformizm ve özellikle düşünsel süreçlerde düzene uyum ve eklemlenme eğilimini var eden yenilgi ortamı. Proletarya ve emekçilerin kendiliğinden hareketinin düzeyinin düşüklüğü ve kurtulmak denenmeyen yenilgi şartlarında eziklik ve kafaca direnemeyişle, sonsuza dek, en azından içinde yer alınacak yeni mücadele yıllarının hayal edilmesi ve buna uygun davranılmasını engelleyecek uzunlukta bir süreci kapsayacağı varsayılan zor yıllarıyla burjuva egemenlik (ve emperyalizmin tahakküm) koşulları… Sayılan ve benzeri daha bir dizi özelliklerin sosyal dayanağı küçük burjuvazinin varlığı…
Böyle bir öznellik ve nesnellikle varolan ve bugün de devam ettirilen örgüt reddiyesi, bir ayağıyla, ciddi ve her yönüyle organize edilen bir inşa örgütlenmesi (örneğin bir parti-inşa örgütü organizasyonu) olarak kavranıp uygulanmayan ve zor yıllarda tümden reddedilen “partileşme süreci” ya da “süreç-parti” teori ya da taktiğine ve bunun pratiğine dayalıdır. Reddiyenin bugünkü bir diğer ayağı ise, kendine güvensizlik ve itibar ve güvenilirlikten yoksunluktur. Yapılan, “75 yıllık deneyim”in olumsuzluğu söz konusu edilerek, yalnızca, “nasıl bir parti” sorusuna yanıt aramak üzere, Lenin ve Stalin’in Bolşevik partisinin olumsuzlanması, Leninist parti öğretisi, parti yaşamı ve örgütlenme ilkelerinin reddiyesinden ibaret değildir. Bu, “nasıl bir sosyalizm” ve “nasıl bir devrim”le devrim ve sosyalizmin reddiyesiyle de bir arada bulunmakta; sonuç olarak, örgüt alanıyla sınırlı kalmamakladır. Reddiye, devrim ve sosyalizm teori ve pratiği alanını da kapsayarak, çok daha derin ve geniş kök ve temellere sahip durumdadır. Anormal değildir. Örgütsel alan devrim ve sosyalizm alanının bir türevi, örgüt devrim ve sosyalizmin bir aracı durumundadır çünkü örgüt reddiyesinin, devrim ve sosyalizm alanında “ulaşılan” reddiyeden türemesi ve feyiz alması, kuşkusuz doğaldır. Nasıl ki sonunda SBKP’nin bir örgüt olarak tümüyle tasfiyesi ve kapatılmasına, reddiyesine varan sürecin temel dinamikleri ve kökleri Kruşçev’le başlayıp Gorbaçov’la arsızlaştırılan devrim ve sosyalizmin reddiyesindeyse. Ve nasıl ki SBKP’nin tümden tasfiyesine varılan günümüz dünyasında bu doğrultudaki tüm gelişmeler emperyalizmin “yeni düzeni” içinde mümtaz bir yer buluyor ve onun bir unsuru durumundaysa, sosyalizm, devrim ve parti teori ve pratiğinde retçi her eğilim ve yaklaşım, güçlü ya da zayıf, dolaylı ya da dolaysız, ama mutlaka bu “yeni düzen”in damgasını taşıyacak, onun içinde belirli bir yer tutacak, şöyle ya da böyle bir unsuru olduğu/olacağı bu “düzeni” güçlendirecektir.
İstenmiyorsa, örgüt kurulmasın, politik bir hareket oluşturmaya çalışılmasın. Kuşkusuz bu da bir kötülüktür, tasfiyeciliğin meslek edinilmesi anlamına gelir. Ama, en çok, yıllardır süregelen durumun devam ettirilmesi olur. Zararı sınırlı kalır. Dağılan Dev Yolcular çoğunlukla zaten dağılmıştır. Ama eğer İşçilerin Sesi çağrısında ortaya konan ve sözde teorinin yeniden üretimi adına sadece ipuçları verilmiş olmanın ötesinde, genel yönelim ve yaklaşım olarak zaten üretilmiş olan; o, bir zamanlar eleştirilen Taner Akçam’ın “Avrupa Komünizmi”, Troçkizm, Gorbaçovculuk ve demokratizmden esinlenen görüşlerinin yinelenmesinden ibaret reddiyelerle oluşturulacak “politik hareket”, “yeni düzen”in güçlendirici unsuru olmanın dışına çıkamayacaktır. “Politik hareket” oluşturma adına böyle bir doğrultu ve onun “hareketleştirilmesi”, pratik politik düzeye, örgütsel düzeye yükseltilmesi, zararlının da fevkindedir. Zararın ise neresinden dönülse kardır. Bugün saflar sert ve keskin bir biçimde birbirinden ayrılma durumundadır. Emperyalistler ve onların çeşitli ideologları, felsefecileri, tarihçileri, ekonomistleri, siyasal akımları karşısında devrimciler ve başlıca devrimci komünistler yer almaktadır. Eskiden olduğu gibi ortalarda salınmak, orta yolculuk yapmak şansı yoktur. Orta yol artık, emperyalizmle devrim ve sosyalizm, emperyalistlerle devrimci ve komünistler arasında tutulmaya çalışılabilir. Şimdi sorun, doğrudan ve açık bir şekilde emperyalizmin, karşı devrimin güçlendirici unsuru olma, onları güçlendirme sorunudur. Bu yapılmamalıdır.
Şimdi yapılmasına başlanan, bir “politik hareket düzlemi” oluşturmak üzere “nasıl sosyalizm”, “nasıl…” sorularıyla, Marksizm’in, sosyalizmin teori ve pratiğini reddetmek, bolca “devrim” lafıyla devrimi gündemden çıkarmak ve öngörülen, ama aslında temel çizgileri ve yönetimiyle şimdiden üretilmiş olan teori ve pratiğin bu gerici burjuva içerikli “yeniden üretimi”nin temelini sağlayıp ideolojik politik zeminini oluşturacağı, devrim ve sosyalizmle ilgisi ancak karşıtlıkta olacak/olan bir politik hareket yaratmaktır.
“Politik hareket”in amaçlaştırılması ve örgütsüzlük
“Bugün bir ‘politik hareket’ haline gelebilmek için öncelikle devrimcilerin politikada harekele geçmesi gerekiyor. Bugün mevcut durumu aşabilmek, bir politik çıkış yapabilmek, politik bir hareket kimliğini kazanabilmek; bütün bunlar, politika sahnesinde hareket halinde bulunmaya bağlıdır.”
Dev Yol’un eski önderleri, sonunda, yıllar sonra, “politika sahnesinde hareket halinde bulunma”nın önemini kavramış bulunuyorlar. Ama bu, devrim ve devrimciliğin dayatıp zorunlu kıldığı görevlerin bir kavranışı değildir. Bunu, yalnızca, öngördükleri hareketlenmenin içini doldurmak üzere tasarladıkları “nasıl”lı içerik açığa vurmuyor. Yılları kapsayan kavrayışsızlık bugünkü kavrayışın ne türden olduğu ve olabileceğinin bir deliliyse; bir başka delil de, Taner Akçam’ın zaman ve mekân olarak en uygun koşullarda (12 Eylül sonrasında ve liberalizm ve demokratizmin görece sağlam kök salması açısından en elverişli toprağı oluşturan yurtdışı koşullarında) denediği ve kargaşalığa yol açarak çok sayıda Dev Yol kadrosunun devrimden uzaklaşmasına neden olduğu işi, aynı içerikle, devrimciliğin “kolay”laştığı 91 ortamında yinelemeye girişirken, “politik hareket” oluşu ya da “politika sahnesinde hareket halinde bulunma”yı ele alış tarzları ve buna yaklaşımlarıdır.
Örgüt olmaktan korkma ve kaçınma ve örgütten, örneğin partiden belirsiz bir geleceğin hedefi olarak söz etmeye ama “politika sahnesinde hareket halinde bulunma”. “Eski ilişkilerin basitçe yeniden düzenlenmesi, geliştirilmesi”nin, olumsuz vurgu yapmak için kullanılan “basitçe” sözcüğü kaldırıldığında, ilişkilerin ve örgülün toparlanıp kendini ve zaaflarını aşmayı da içererek düzenlenmesi ve geliştirilmesinin, Dev Yol’un sürekliliğinin sağlanmaya çalışılmasının reddedilmesi, tayin edici “nasıl”Iı sorular ortaya atılarak “teorik-pratik yeniden üretim” öngörülmesi ve ama “yeniden üretim” gereği üzerinde durulurken sanki bu sorun en azından ana hatları, temel yönleri ve genel yaklaşım olarak çözülmüş gibi (sorun gerçekte çözülmüş ve eski Dev Yol bugün eskisinden farklı yeni ve devrimci olmayan bir yol tutmuştur) “politika sahnesinde hareket halinde bulunma”. Bir yandan, “siyasi pratiğin ve teorinin yeniden üretimi, bir program çalışmasıdır ve aynı zamanda ‘programlı bir çalışma’ olmak zorundadır” ve “İlk adımlarda ne tüt bir örgütlenmenin amaçlandığının belirlenmesi, ne tür bir parti, ne tür bir iktidar(devrim) ve ne tür bir sosyalizm amaçlandığının belirlenmesi ile birlikte yapılmalıdır. İlk adımlar, nasıl bir parti, nasıl bir devrim ve nasıl bir sosyalizm anlayışına sahip olunduğu şeklindeki ideolojik-politik tercihlerin etkisini taşıyacaktır” derken; öte yandan, “Sosyalizm için yola koyulduğumuz bu süreçte, önce, nasıl bir sosyalizm, nasıl bir devrim, nasıl bir iktidar amaçladığımızı, bu yöndeki politik tercihlerimizi hangi ölçüde açıklığa kavuşturabiliriz? Yani önce bunları tartışalım, açıklığa kavuşturalım, ondan sonra mı yola koyulalım? Yoksa ‘bunları sonra tartışırız’ deyip önce yola mı koyulalım? Ya da, ‘biz bu tartışmaları on sene önce bitirmiştik, tartışacak yeni bir şey yok’ deyip yola devam mı edelim? Kuşkusuz, bu saçma bir ikilemdir.” demek…
Tüm bu paradoksun anlamı nedir? Elbette tartışma, açıklığa kavuşma ve mücadele etme birlikle, bir arada yürüyecektir. Ancak politik bir hareket olarak mücadele etmenin, temel “tercihler”de belirli bir düzeyde açıklığa kavuşmuşluğu gereksindiği kesindir. “İlk adımlar”dan itibaren tüm yapılacak olanlar, “yön verici” durumda olacak “örgüt”ün ideolojisi ve temci sorunlara yaklaşımıyla belirlenecektir. Ve politik hareketlenme, eğer örneğin burjuva sendikal politika yapılmayacaksa, kaçınılmazlıkla bu hareketlenmenin merkezi örgütünü şart koşar. Örgütsüz ve temel konularda (sosyalizm, devrim, parti gibi) belirli bir açıklığa ulaşılamamışlık koşullarında “politik hareket” var etmek olanaksızdır. Ama başarılacağı söyleniyor. Bu, ne olursa olsun “politik hareket olalım” mantığıdır. Eski önderlere iş ve kendini tatmin, bunun için dayanacakları bir düzen ve kariyer gerekmektedir. Bu nedenle “politik hareket olmak” amaçlaştırılmaktadır. Hem de amaç-araç diyalektiği üzerine onca laf edildikten sonra:
“Karşımıza bir amaç-araç diyalektiği çık(..)maktadır. Diyalektiğin bulunduğu bir yerde sorunu süreç içinde ele almak şarttır. Çünkü süreç içinde ele alındığında kısa dönemde amaç olanın, uzun dönemde bir araç işlevine sahip olduğu görülebilmektedir.
“Bizim önümüzde duran iradi süreç, uzun dönemden (nihai amaç olan sınıfsız toplumdan) geriye doğru bakıldığında, sosyalizm, iktidarın kazanılması (devrim) ve parti amaçları ile tanımlanmakladır. Bunların her biri birer amaç’tır ve her amaç, bir sonraki amaç için bir araç’tır. Böylece kaçınılmaz olarak, ele alman her araç önündeki amacın özelliklerini de barındırmak, bir başka deyişle onun özelliklerini bir nüve olarak taşımak, durumundadır.”
Evet! Peki, bu, “nasıl bir sosyalizm” hedeflediği açıklığa kavuşmamış, diğer “nasıllar”a dair henüz bir fikri olmayan bir “politika sahnesinde hareket halinde” oluş, nasıl “politik hareket” olacaktır? Ve bu “politik hareket” eğer bir tür “araç” olacaksa, hangi amacın “özelliklerini bir nüve olarak taşımak durumunda” kalacaktır? Henüz “nasıl” bir “nüve” taşıyacağını kararlaştırmamış “politik hareket”! Nüvesiz, içeriksiz bir “politik hareket”! Sosyalizme yönelmesinin koşulları oluşmamış, ancak kendiliğindenci ve dolayısıyla burjuva karakter taşıyabilecek bir hareket. Amaçlaştırılmış, sosyalizmin “aracı” olamayacak ve kaçınılmazlıkla burjuva olmaya koşullu bir hareket! Eskimiş önderlere yer gerek, düzen gerek, ellerinin altında adam gerek! Üstelik bir de “söz, yetki, karar, iktidar emekçilerde olacak” deniyor! Bu önderlerle mi olacak? Böyle bir “politik hareket” ile, burjuva politikası ve hareketiyle mi olacak?!
Tam da bu noktada, “…hiç bir şey bilmesek bile, istediğimiz sosyalizmin nasıl bir sosyalizm olmaması gerektiğini, devrimin nasıl bir devrim olmaması gerekliğini, partinin nasıl bir parti olmaması gerektiğini biliyoruz. Üstelik bunların nasıl olması gerekliği konusunda, devrimci hareketin teorik birikimi sayesinde önemli referans noktalarımız var.” deniyor.
Bu pasajla ilgili yazmıştık. Ve “olmaması gerekenler”, “araç”ı, “nüve taşıyan” araç yapmıyor, yapamaz. “Araç” bu haliyle amaçsız bir “araç” durumundadır. Bu anti’cilikle, ancak karşı-araç yaratabilmek olanaklıdır. Ve zaten tam da bir karşı-araç, karşı-örgüt, karşı-politik hareket yaratılmaya girişilmiştir. Karşı olunan şey, o, “olmaması gerektiği” bilindiği söylenenlerdir. Sosyalizmdir, devrimdir, partidir. Bunların karşı-aracı, “yeni” bir karşı-örgülü yaratılmaktadır.
Üstelik sıkışılan noktada, eskiye dönülmekte, hem örgüt olarak ve hem de sürekliliği reddedilerek kopuşma ilan edilen Dev Yol’a, onun teorik birikimine müracaat edilmektedir.
12 Eylül sonrası alınan merkezi darbeden bu yana sayarsak 10, örgütsel süreklilikte tam bir kesintinin başlangıcı olarak Mahmut Memduh’un tutsak düşmesinden sonrasını alırsak yaklaşık 5 yıllık faaliyetsizlik, yalnızca mahkemelerde değil, dışarıda ve dışarıya yönelik olarak da tutulan uzlaşmacı, örgülü reddeden, devrimci olmayan yol eski önderlerin itibarından çok şey götürmüştür. Öz güvenlerini yitirmelerine yol açtığı gibi, Dev Yolcular nezdindeki güvenilirliklerini de yok etmiştir. Bugünkü hareket tarzlarını, “politik hareket” oluşturma “taktiklerini” belirleyen önemli nedenler arasındadır bu etken.
Eski Dev Yol önderleri siyasal önderlik nitelikleri açısından güvenilirliklerinin en alt düzeyde olduğunu kuşkusuz kendileri de görüyorlar. Hem yine bir “politik hareket”in başında olmayı istiyorlar, hem de bunun kolay olmadığını, birçok Dev Yol militanının “onlarla şuradan şuraya gidilmez, gitmem” dediğini biliyorlar.
Kadroları arasındaki ilişkiler ve birbirlerine güven zedelenmiş ve çoğunlukla kopuşmuş Dev Yol’un, bu koşullarda “mevcut (ve eski) ilişkilerin basitçe yeniden düzenlenmesi, geliştirilmesi” yoluyla örgütsel sürekliliğinin sağlanması, onlara başarı şansı olmayan boşa bir çaba olarak görünmektedir. Eski defterlerin karıştırılmasına götürecek, gereksiz ve sonuç alınamayacak, isteklerine ulaşamayacakları bir girişim… Anlaşabilen, uzlaşabilen eskilerin içinde yer alacağı, nostaljiden, Dev Yol’un eski başarılarından güç alan, yeni insanlar ve yeni ilişkilerle ve önemlisi, eskinin zaaflarını aşmak yerine onlara zamane modalarından etkilenerek benimsenmiş çok daha köklü yenilerini ekleyerek, günün emperyalizm tarafından belirlenen “yeni düzeni” koşullarına uygun, bu çerçeve içinde mümkün olabilecek kendi düzenlerini kurabilecekleri, amaçsız ama kendisi amaçlaştırılmış bir “politik hareket” yaratma fikrinin kaynaklarından biri buradadır. Bu elken, örgütsüzlüğün, örgüt olarak ortaya çıkmaktan kaçınmanın, göreceğimiz gibi, “kim” sorusuna yanıt veremez halde, soruyu -yalnızca yanıtsız bırakma değil- reddetme yoluna gitmenin ve kendiliğindenci politik ve örgütlenme laktikleri geliştirmenin temel nedenleri arasındadır.
Böyle bir yol tutulunca, hem eski Dev Yol’un prestiji gereklidir ve sıkışıldığında teorik birikimine de başvurulmaktadır ve hem de ideolojik, siyasal ve örgütsel olarak aşılarak ama sürekliliği sağlanarak sahiplenilmesi olanaksız olmaktadır. Eski militanlar ve ilişkiler -uzun eylemsizlik yılları sonunda şimdi çoğu heder ve dejenere olarak şöyle ya da böyle düzenin çarkları haline gelmiş ya da onlara takılmış olsalar da- eski, 10-15 yıl öncenin koşullarının ve devrimci ruh halinin ürünü, ama yenilgi koşulları ve yıllarında aralarında güvensizlikler baş göstermiş unsurlardır. Ve bir “politik hareket”in bugünü gözetmesi gerekmektedir. Günün emperyalizmin dikte ettirdiği nesnel koşullarını ve yine ona bağlanan, onun tarafından geliştirilmiş ya da beslenmekte olan moda akımlarını… “Nasıl” tanışmaları, saf iyi niyetli yanlış fikir yürütmeler olarak gündeme getirilmiş değildir kuşkusuz. Ve zaten gündeme getiren de eski Dev Yol önderleri değildir. Onlar sürdürülmekte olan bu tartışmada taraf tutmuşlardır yalnızca.
Şimdi bu nedenlerle “teorik ve pratik olarak yeniden üretilmiş” bir “politik çıkış yapmak”, bir “politik hareket” oluşturmak şart görülmekledir. (Kuşkusuz bu “politik çıkış”ın amacı değişik tanımlanmaktadır: “de-politizasyon” kırılacak, “de-moralizasyon”un üstesinden gelinecektir bu “çıkış” aracılığıyla.) Ama burada da sorun çıkmakladır. Eski önderler kendilerinde politik hareketi oluşturuyoruz” ya da eskiden olduğu gibi “yaptık oldu” deme gücünü bulamıyorlar.” Yapılmalı-edilmeli” diyorlar, ama alttan alla yönlendiriyorlar ve yapıyorlar. Bir yandan “her devrimci kurmaydır, kurmay olmalıdır”, “kendisini siyasi çalışmanın öncü müfrezesinde yer almakla yükümlü gören her devrimcinin bu çalışmaya (kurmay çalışması -Ö.D) katılma sorumluluğu vardır” denmekledir ve öte yandan “nasıl”lı yollar çizilmekte ve temel görüşler ve yaklaşımlar “3-5 kişi” tarafından belirlenmekledir. “Nasırlı arayışların, kendisini “yükümlü gören her devrimcinin” şu ya da bu biçimde katıldığı bir “genel kurul” ya da kurultay da kararlaştırılmadığı kuşkusuzdur. Ve ama eski önderlerin “her devrimci”yi kendileriyle eşil haklara sahip kurmaylar olarak “ödüllendirmeleri”nde, kendilerine güven eksikliği ve güvenilirlikten yoksunluk yanında, günün moda akımlarınca yaygınlaştırman örgütsüzlük ve organize hale yükseltilmeyen ve yönlendirilmeyen “katılımcılık” propagandasının, hem kendileri vc hem de kendiliğindenci reformcu yönelimlerine uygun olarak gözetmek zorunda oldukları “her devrimci” üzerindeki etkisinin de rolü vardır.
“Yeni” bir “politik çıkış yapma”ya soyunan eski önderler eskiden kalma sorunlar olduğunu, bu nedenle eski yapının aşılarak da olsa sürdürülemeyeceğini, üstelik bugünün nesnel ve öznel koşullarında arzuladıkları türden bir “politik çıkış” yapma ya da düzenlerini kurmanın “nasıl”lı ve sonuçları olarak burjuva “katılımcı” ya da “katılımcılık” karikatürü “yeni” görüşleri sahiplenmeyi zorunlu kıldığını, bununsa eski sorunlara yenilerini eklediğini bilerek, “politik hareket” yaratmayı taktiğe bağlıyorlar:
“Şimdi atılacak ilk adım, devrimci hareketin yeniden üretilmesi anlamında bir devrimci birlikteliğin zemininin hazırlanması çalışmasıdır. Bu, kendimize, ‘birleş’ komutundan önce, ‘birleşmenin gereklerini yerine getir’ komutunu vermemiz demektir, ilk amaç olarak birleşmenin (devrimciler olarak birlikte siyasi çalışma yapmamızın) zemininin hazırlanmasına yönelik bir vaziyet alış, bu amaca ulaşabilmemiz için varolan imkânlarımızın, kendi gücümüzün değerlendirilmesini ve bu amaca ulaşırken önümüze çıkan engellerin tespitini ve bu engellerin ne şekilde aşılabileceğine karar verilmesini gerekli kılıyor.”
Birleşilemiyor, önce bu birleşmenin zemininin hazırlanması gerekiyor. Birleşilecek yer, parti filan değildir. Henüz birlikte siyasi çalışma yapabilmek için bir birleşmeden söz edilmekte ve bunun zemininin hazırlanması üzerinde durulmakladır. Şimdilik sadece “vaziyet alınacak”, “değerlendirme” ve “teshiller” yapılacaktır. Birleşebilenlerin birleşip örgüt kurulması ve geri kalanlarla mücadele içinde birleşilmesi yolu tutulmuyor; çünkü bu, eskinin mücadeleyi sürdürme yanlısı unsurlarıyla başlatılacak eskinin sürekli kılınması tulumuna denk düşecektir. .
İstenense, bu değildir. Mevcut ilişkilerin bile yetersiz olduğu kabul edilmekledir: “Henüz ‘dört elimiz’ yok, sayımız az…” İkincisi, etrafında birleşilebilecek güvenilir otorite yoktur ve hemen oluşturulamamaktadır. Üçüncüsü, eski önderler eski Dev Yol birikimi temelinde bir birlik oluşturmak istememekte, bunun “değişen” “yeni koşullar”a ve günün ihtiyaçlarına cevap vermeyeceğini, sağlam ve zararsız “sosyalizm”, “devrim” ve “parti” türleri “keşfetme”nin gerekli olduğunu, üstelik Dev Yol birikiminin gereksiz ve “aşırı devrimci” bir dizi yönü olduğunu ve bunlardan kurtulmak gerektiğini düşünmektedirler. Ve dördüncüsü, modaya göre, birlik, herkesin katılacağı tartışmalar içinde, örgüt ve örgüt fikri karşıtı bir özgürlükle ve katılımcılık yüceltisiyle gerçekleşmelidir ve gerçekleşebilir! Sonuncusu, örgütlenmede ısrar, örgütsüz özgür durumuyla Dev Yolculuk beyan eden çok sayıda insanın dışlanması anlamına gelecektir; onları ürkütmek gereksiz bulunmakta ve bu nedenlerle örgütsüzlük, önderlerin istek ve çıkarlarını da yansıtmak üzere, benimsenmektedir.
“Örgütsüz kurmay” ya da “çarıklı erkânıharp” ve iradesiz pratikçilik
“Birleşmenin gereklerini yerine getirmek” ya da “devrimci harekelin yeniden üretilmesi anlamında bir birlikteliğin zemininin hazırlanması” “ilk adımlarından itibaren ve bu adımları atabilmek için, çağrı (eski önderler), bir “kurmay çalışması”nı öngörmektedirler. “Kurmay” denince, gerçek bir kurmay ve onun çalışması anlaşılmasın. Çağrı, komünizmde ortadan kalkabilecek kol ve kafa emeği, “mühendislerle ameleler” arasındaki çelişmenin yok olma yönündeki gelişmesine bugünden ayak uydurma gereğini abese vardırarak, öncüyle kitleler, partiyle sınıf arasındaki ayrımları yadsımakla kalmamakladır. Çağrıda, aynı zamanda, teorik pratik deney ve birikim, kültür ve eğilim, beceri, sınıfa yakınlık ve disiplin, fedakârlık vb. düzey farklılıklarından kaynaklanması kaçınılmaz, genel olarak devrimciler arasındaki ve özel olarak örgüt (ve parti) içindeki ayrımlar, ortadan kalkma koşulları olgunlaşmadıkça işbölümü ve hiyerarşinin gereği yok sayılmakta; kurmayla ordu birbirine eşitlenmekle ve devrimciler arasında önderlerin özel bir yere sahip olduğu gerçeği de yadsınmaktadır.
Kuşkusuz sınıf ve emekçiler karşısında parti ya da Marksist devrimci örgütün kendisi, örgüt olarak, kurmaydır ve parti ya da parti-öncesi bir proleter örgütte kuşkusuz teorik ve pratik yaşama ve üretim faaliyetine tüm üye devrimcilerin ve hatla çevre yapıların katkısı ve katılımının sağlanması ve bunun için çaba, temel bir sorundur, küçümsenemez. Ama buradan hareketle, “her devrimci”yi “kurmay” sayma, hele “örgütsüz her devrimciye “kurmaylık” payesi verme, Marksizm’e ve askerlik sanatına “örgütsüz kurmay” gibi bir katkı yaparak “kurmaylık” fikri ve tanımını dejenere etmenin yanında, bireycilik ve örgütsüzlük övgüsü, örgüt karşıtı özgür aydın aldatmacası, ve, bir bütün olarak, kendiliğinden gerçekleşecek bir “kurmay çalışması” ile siyasal mücadeleyi tamamen kendiliğindenliğe ve dolayısıyla burjuvaziye terk etmektir. Çağrıda şunlar yazılı:
“Bu çalışmayı (kurmay çalışmasını -Ö.D), ortak pratiğimizin ürünü bir ortak iradeyi tecelli ettirebildiğimiz ölçüde yerine getirebileceğimizi biliyoruz. Bu doğrultuda, pratik-teorik ayakları üzerinde yükselecek bir politik çıkışın imkânlarını araştırmak ve yaratmak, önde gelen görevimiz olarak görülmelidir.
“İşte bu, kurmay çalışmasıdır. Kendisini siyasi çalışmanın öncü müfrezesinde yer almakla yükümlü gören her devrimcinin bu çalışmaya katılma sorumluluğu vardır.”,
“… Örgütün yaratılabilmesi için her devrimcinin çalıştığı mekanın, mücadele verdiği alanın kurmayı olma iddiasını, sorumluluğunu yüklenmesi şarttır, örgütlüyü da örgütsüz, her devrimci kadro, kurmaydır..”
Burada örgütsüzlüğe ve onu sürdürmeye-çağrı dışında ne vardır? Tek bir şey daha: “ortak irade”nin “ortak pratiğin ürünü” olarak şekillenecek oluşu öngörüsü. Yani önce, üzerinde birleşilmiş bir irade, bir irade birliği olmadan, nasıl olacaksa bir “ortak” pratik yürütülecek ve bu pratik ortaklık irade birliğinin oluşumunun zemini olacaktır. Yine yani, “islim arkadan gelecektir”! Bu, örgüt karşıtlığının örgütlenmesi ya da örgütsüzlük fikrinin doğal bir sonucudur. Örgüt, irade birliğini gereksinir ve irade birliği olmadan örgüt olmaz. Etrafında irade birliğini sağlayacak itibarlı önderlerin yokluğunda, örgütsüzlük, örgütsüz “kadrolar”ın kurmay olarak kabul edilmesi, irade birliğinin sağlanması ve “politik çıkış”la “partinin kazanılması”nın kendiliğindenci ele alınışı kader görülmekte ve bu yola girilmektedir.
Ne olursa olsun bir “politik çıkış” yapılacaktır, ama önder ve örgüt yoktur. Bu durumda, “örgütlü ya da örgütsüz her devrimci kurmaydır” düşüncesi geliştirilmiştir. “Örgütsüz kurmaylar”, “irade birliği”nden yoksun “her devrimci”, “ortak pratik” örgütleyecek ve bu temelde “ortak irade”yi de “tecelli ettirecek”tir! Örgütsüzlük övgüsü ve örgüt karşıtlığından hiçbir zaman örgüt çıkmamıştır. Mümkün olabilecek olan, ancak çevre halinde bir arada bulunuştur. Ama buradan örgüte varılacağı, parti, devrim ve sosyalizmin bu noktadan hareketle “kazanılacağı” iddia ediliyor.
Teoriyi ve “ortak irade”yi, yürütülecek “ortak” pratik temelinde kendi başlarına ve kerametleri kendilerinden menkul “kurmaylar” olan “her alanda çalışan” “her devrimci”nin çalışması şekillendirecektir. Kendiliğinden. Örgütsüz.
Bu, “kendisini yükümlü gören her devrimci”, “ortak irade”siz “ortak pratik”i nasıl gerçekleştireceklerdir? Yeni görüşler, “dünyadaki değişiklikler” ve “teori ve pratiğin yeniden üretimi”, “nasıllar”, eski önderlerin Dev Yol’u yönlendirdikleri ve etkisini bugünden önemli ölçüde hissettiren istikameti oluşturuyor. Bu yeni “teorik ürünler”, bugünkü Dev Yol “iradesi”ni etkilese ve halta bir ölçüde ona damgasını vursa bile, henüz “irade birliği” bu temelde sağlanmamıştır. Bu yeni ürünlerin henüz “ortak irade”ye can verdiği, çağrıda da savunulmamaktadır. “Ortak irade”, belirtildiğine göre, ancak “nasıl olmaması gerektiği” üzerinde, olumsuz anlamda ya da antici tarzda vardır “yeni ürünler” ile ilgili olarak. Asıl “ortak irade”, “politik çıkış”a olanak tanıyacak “ortak irade” eskiden kalmadır. Onu eski Dev Yol birikimi sağlamaktadır. (Ve kuşkusuz, eski görüşler yeni görüşlerle uyum sağlayacak pek çok unsur barındırmaktadır) Yeni görüşler öneren eski önderler, bu noktada eski Dev Yol görüşlerini referans göstermekle sakınca görmüyorlar.
Ne anlama geliyor bunlar? Birincisi, eski önderler kullanacakları kendi prestijleri olduğunu düşünmüyorlar, ama Dev Yol soyutlamasının hala bu prestije sahip olduğu görüşündeler. Sıkışınca eskiye başvurmaları, bunu gösteriyor.
Ama “devrimci hareketin teorik ve pratik olarak yeniden üretileceği” ve geçmiş birikimin ancak “önemli referans noktaları” sunduğu söylendiğine göre, eski birikim, “ortak pratiğe” yön verecek “ortak irade”yi oluşturmak açısından yeterli değildir. Bu yetersizlik, çağrıda da ifade edilmekte ve “ortak irade”nin “her devrimcinin ortak pratiği” ile tecelli edeceği belirtilmektedir. Bunun anlamı ise şudur Bugünkü “mücadele”ye, “politik çıkış yapma” çalışmasına katılacak eski (ve daha çok yeni görüşlerle kazanılmış yeni) Dev Yolcular pratik eylemlerinde “dirsek teması”nda bulunacaklar; birleşebildikleri kadar eski “referans noktaları” ve yeni yaklaşımlar temelinde birleşecekler, dirsek temaslı “ortak pratik” içinde yakınlaşacaklar ve giderek birlik noktalarını artıracaklardır. Belirli bir iradi zemini olan ortak pratik böylelikle yeni “ortak irade”yi üretecektir. Tasarlanan budur. Ama kuşkusuz, bu tasarım örgütlü çalışmayı dışlamaktadır. Çünkü görece sağlam irade birliği olmadan örgüt ve örgütlü faaliyet olanaklı değildir. Dev Yol önderleri, bir yönüyle, moda örgütsüzlük fikrine duydukları sempati nedeniyle, bir yönüyle de, üstesinden gelmeye güç yetiremeyeceklerini düşündükleri mevcut dağınıklık koşullarına boyun eğerek, yeni “nasıl”lı yaklaşımlarını “ortak irade” olarak kabul ettirmenin bu dolambaçlı ve örgütsüz yolunu benimsemişlerdir.
Aralarında sağlam bir ilişkinin mekanizmasından, merkezi bir bağlantılar sisteminden yoksun, merkezi bir örgütlenmenin unsurları olmayan “kendini yükümlü gören, her alandaki her devrimci”, merkezi bir disiplin ve yönlendirmeye de sahip olmadan, “ortak pratik” faaliyet yürütecekleri gibi, her biri birer “kurmay” olarak, “ortak irade”nin oluşturulmasına sadece katılmayacak (her örgütte her üye irade birliğinin geliştirilip derinleştirilmesine katılmak durumundadır); örgütsüzdük koşullarında onu oluşturacaktır! Çağrıda deniyor ki:
“Kuşku yok ki, siyasi pratiğin ve teorinin yeniden üretimi, bir program çalışmasıdır ve aynı zamanda ‘programlı bir çalışma’ olmak zorundadır.”
Örgütsüzlük övgüsüyle bu söylenenler nasıl uyumlu kılınabilir? Bu, birbirini yadsıyan iki şey nasıl bir arada ifade edilebilir?
Herhangi türden örgüt bağından yoksun, “kendiliğinden kurmay”, “ordusuz kurmay” “her devrimci”nin “programlı bir çalışma” yürütebilmesi mümkün müdür5? Tek tek “her devrimci” ancak kendi başlarına ve tek tek, ayrı ayrı programlar yapmayacaklar mıdır? “Programlı çalışma”dan tek başlarına kişilerin kendilerini programlamaları kastedilemeyeceğine göre, bu, ancak en azından bir koordine merkezini, merkezi bir büro ve orada merkezileştirilmiş çalışmayı gerekli kılmaz mı? Çalışma merkezileştirilmeden, aynı anlama gelmek üzere örgütlü bir çalışma olmadan, programlı olamaz. “Gönüllü disiplin” denebilir. “Her devrimci gönüllü olarak programlı çalışmaya” katılır iddiasında bulunulabilir. Peki, programı kim yapacaktır? Eğer “her devrimci” birlikte yapacaksa koordinasyon nasıl sağlanacaktır ve ileride tartışacağımız bir soru burada da ortaya çıkıyor koordinasyonu kim ya da ne (hangi araçla) sağlayacaktır? Örgütlü olarak ifadelendirilmeyen “gönüllülük” ya da “gönüllü disiplin”, liberter ya da liberal kendiliğindenciliğin savsaklamacılığı, başıbozukluk yüceltisi bir aldatmacadır. Üstelik alternatifçilik gereksizdir; Marksist örgütler, zaten, ancak ve ancak gönüllü disipline dayanır, gönüllülük temelinde varolabilirler.
Örgütlendirilmemiş “programlı çalışma” ancak saçmalık olabilir. Bu, ancak, örgütsüz “her devrimci”nin dirsek temaslı bireyler olarak oluşturacakları çevreler halinde yapacakları bir çalışma olarak mümkündür. Burada yine bir örgütlülük durumu vardır. Ama bu gevşek bir örgütlülük durumudur. Sendikalar, genel olarak kitle örgütleri bu gevşeklikte örgütlenebilir, ama bir “devrimciler örgülü” ya da siyasi iddiası olan ve hele sosyalizmi amaçlayan bir örgüt asla. Ve çevre örgütlenmesi durumunda da, gevşek bağlar üzerine, otursa bile, yine bir yönlendirici güç, bir merkez, bir önderlik vardır. Dev Yol örneğinde, İşçilerin Sesi’ni araç olarak kullanan eski önderlerin yönlendiriciliğinin bulunduğu gibi. Her şey bir yana, eleştirdiğimiz çağrıyı yayınlayan işçilerin Sesi’nin “yönlendirici merkez” olduğunu kim reddedebilir? Ve yayılan görüşlerin eski önderlerin görüşleri olduğunu kim inkâr edebilir? Kuşkusuz bir yönlendirme, bir önderlik ve merkezileşme vardır. Sorun burada değil, şuradadır ki; yönlendirici merkez, kendine güvensizlik ve çeşidi laktik nedenlerle “alçakgönüllülükle” merkezliğini “reddetmekte” ve örgüt ve örgüt bağları değil, çevre ve gevşek çevre bağları oluşturmaya yönelmektedir. Çevrenin içinden giderek örgüt çıkaracaktır. İnşallah!
Durum budur: eski önderlik ve onun çevre oluşturmaya çalışması. Ama alçakgönüllü görüntüde bir tutumla, üstelik “örgütsüz her devrimcinin kurmaylığı”ndan söz açılmaktadır. Bu “örgütsüz her devrimcinin kurmaylığı”yla hem “programlı bir çalışma” yürütülecek ve hem de “program çalışması” gerçekleştirilecektir. Eski önderlerin durumu teorize edişleri böyledir.
Kendiliğinden bir program!
Peki, program çalışması, örgütsüzlüğün teorileştirildiği koşullarda nasıl yürütülecek, program nasıl oluşturulacaktır?
İşçilerin Sesi çağrısının şu iki pasajı bir arada bu sorunun yanıtım sağlamakladır:
“Ülke çapında bir mücadele programını teorik-pratik çakışımızla çerçevesini çizerek, pratik politik çıkışımızla somut içeriğini doldurarak (ve içeriğin çerçeveyi, yani pratiğin teoriyi zorladığı, teorinin yetersiz kaldığı yerde ise içeriğe önem vererek) ve somut anlamıyla her mücadele alanındaki programların bileşkesi olarak üretebiliriz. İler alandaki somut ve farklı sorunlarımızı ise teorik-politik çıkışımızla (çerçevemizle, bakış açımızla) yetkinleştirebileceğimiz devrimci çözümlerimizle ele alabiliriz.” ve
“.. örgütün yaratılabilmesi için her devrimcinin çalıştığı mekanın, mücadele verdiği alanın kurmayı olma iddiasını, sorumluluğunu yüklenmesi şarttır.”
Üç başlıca tez ileri sürülmüş oluyor:
1. Program, her mücadele alanındaki programların bileşkesi olarak üretilebilir.
2. Her devrimci çalıştığı alanın kurmayıdır.
3. Teori ile pratik çeliştiğinde, teori yetersiz kaldığında pratiğe önem verilmelidir.
Sentez şu olmaktadır: Her devrimcinin kurmay olduğu çalışma alanlarında üreteceği özel ve somut programların bileşkesi olacak program, ancak teori karşısında pratiğe önem verilerek üretilebilir.
Bu sentez, bir dar pratikçilik, kendiliğindencilik ve örgütsüzlük savunusu şaheseridir.
Program, “kurmay”ı oluşturan “örgütlü-örgütsüz” oluşu önem taşımayan her devrimcinin (kendisine “Dev Yolcuyum” diyen herkesin) çeşitli çalışma alanlarında oluşturacakları özel programların toplamı, bileşkesi olarak üretilecek!
Birinci olarak, çalışmanın merkezi örgütsel bağlarla birbirine bağlanmadığı farklı alanlardaki farklı pratikler içinde üretilecek. Kimi “Hanya’ya giderken kimi Konya’ya” gitmesi muhtemel değil kaçınılmaz farklı çalışma alanlarındaki çabalara bağlı olarak üretilecek! Ve işin ilginci, tek tek çalışma alanlarının durum, sorun ve ihtiyaçlarının araştırılması ve çözümlenmesi çabasına bağlı olarak gerçekleştirilecek bu üretim. İşçi “devrimciler” işçi çalışması programı, memur olanlar memur programı, köylülük içinde çalışanlar kırsal alan programı … oluşturacaklar; bunlar bileşecek ve Dev Yol’un “sosyalist programı” “tecelli edecek”! Ülkenin bütünsel koşullarını göz önünde tutmak, onları Marksist teori ışığında araştırmak ve çözümlemek şansına, çalışma yapacakları özel pratik alan ve onun özgünlüğü dolayısıyla sahip olamayacak tek tek ve çalışma alanlarında (haydi diyelim ülke çapında da) dirsek temaslı “devrimci” bireyler, “kurmaylar”, “bileşke” bir yana, onun bileşenlerini, çeşidi alanların somut programlarını nasıl oluşturabilirler? Bu, olanaksızdır. Tek yönlü olarak parçadan bütüne gidilemez. Parçalar, somut araştırmaların konusu edinilip, veri olarak, bütünün çözümlenmesinde yararlı bir kullanıma, araçlık edebilirler. Parça ya da somut, somuttan soyuta ya da parçadan bütüne ve sonra tekrar soyutlan somuta ya da bütünden parçaya gidilerek çözümlenebilir. Başka Marksist yöntem yoktur. Materyalist diyalektik, tümevarım ve tümdengelim yöntemlerinin, birbirini tamamlamak üzere, bağıntılı olarak birlikle kullanılmasını öngörür. Özel alanlardan giderek bütüne (bileşkeye) varmak ve onu bu pratikçi, deneysel tek yanlılıkla “çözümlemek”le yetinmek, geneli ve onun yasalarını küçümsemek ya da yok saymak ve bütünün çözümlenmesinde çıkmaza saplanmaktır. Bu yöntemle özel alanların ve sorunlarının da doğru çözümlenmesi olanaksızdır.
Özel alanların, somutun, deneylerin bilgisiyle genel yasaların geçerliliğini doğrularken, genel yasaların bilgisi ışığında özel alanlar ve sorunlarına yaklaşılmazsa, dar pratiğin yanıltıcılığından kurtulmak mümkün olmayacaktır. Eleştiri konumuzla ilgili olarak söylenecek şey, çeşitli çalışma alanlarının dar pratikçi kendiliğindenci çözümlemeleri ancak burjuva çözümlemeler olabilir. Bu alanlardaki pratik ve hatla teorik eylem, doğru genel programatik çözümlemelere götürmeyeceği gibi, somut çalışma alanlarının doğru çözümlenmesini de sağlayamaz.
Program oluşturmak, özel araştırma ve çözümlemelerin ötesini gerektirir. Ülkenin, emperyalizmin genel durumu, koşulları ve genel sorunları, devrimin genel sorunlarının açıklığa kavuşturulmasına varmak üzere, çeşitli alanların özel durum ve sorunlarına kadar inerek, genel ve Marksist teoriyi ustaca kullanan yaklaşımlara konu edilmezse, değil programatik çözümler taktik çözümler bile üretilemez. Doğal ki yine de bir tür üretim olanaklıdır. Ama bu üretim, ancak burjuvaziden çekilecek kopyaların tasnifi olabilir. Siyaseti ve teori geliştirmeyi burjuvaziye terk eden dar pratikçi kendiliğindenciliğe, ancak burjuvazinin programlarının kopyalanmasının çeşitli “yeni” düzenlemelerini yapmak kalabilir.
Çağrı, bu zaaf ve açmazının farkında olarak, diyalektik laf oyunlarıyla durumu kurtarmaya yönelmiştir. Genel yaklaşımlar ve bakış açısının yetkinleştirilecek olmasıyla “her alandaki somut ve farklı sorunlar”ın ele alınabileceğini de söylemektedir. Ancak açmaz birkaç açıdan giderilemez kalmaya devam etmekledir. Birincisi, program, “bileşke” olarak, çeşitli alanlardaki çalışmalara bağlı olarak oluşturulacaktır. İkincisi, ancak programı oluşturacak bu çalışmaya bağlı olarak yetkinleştirilecek (fiil, gelecek zaman kipiyle kullanılmakladır; doğrusu da budur, çünkü Öncelik, özel çalışma alanlarındaki programların -ve buradan giderek bileşkenin- oluşturulmasındadır ve “yetkinleşme”nin bu çaba başarıyla ilerlediği ölçüde “sağlanabileceği açıktır, üstelik ifade edilmekledir) teorik bakış açısıyla dönüp somut alanlara bakılabilecektir. “Teorik” bakış açısını “yetkinleştirecek” olan, somut alanlardaki somut programların yaratılması çabasıdır. Ve üçüncüsü, ileri sürülen bir üçüncü tez daha vardır: teori yetersiz kaldığında pratiğe önem verilecektir. Öncelik pratiktedir. Çağrının, Bacon’vari bir deneyci, dar pratikçi yaklaşıma sahip olduğu açık ve kesindir. Buysa, kendiliğindenciliğin ve örgütsüzlük savunusunun doğal bir unsuru ya da kalkış noktasıdır.
Yanıtsız soru: “kim” ya da “örgüt”?
Şimdi “kim” sorusuna geliyoruz.
Eleştirilenler kimin bakış açısıdır? Hiç kuşku yok, eski önderlerin. Bu bakış açısını yansılan işçilerin Sesi’nin. Ama hayır, “alçakgönüllü” eski önderler ve İşçilerin Sesi’nin kendiliğindenci burjuva “katılımcı” teorizasyonunda, örgütün yanı sıra, feminist ve liberterlerin tarzıyla, önderlik de reddedilmekte; önderler, yönlendirici fonksiyonlarını fiilen uygulamalarına karşın, açıkça önderliğe soyunmaya cesaret edememekle ve önderliği “her devrimci” arasında dağılarak, bu “her devrimci”den birkaçı olarak gazetede yazan/yazacak, fiili koordinatörlüğünü yaptıkları/yapacakları “pratik-politik çıkışın” örgütlendiricileri arasında “birileri” olarak belirmektedir.
Yanıtsız bırakılan, soru olarak yadsınarak yanıtı saptırılan soruların başında gelen “kini” sorunu şöyle ortaya konuyor:
“…İradi gücün cisimleşmesi, belli ki ortak pratik içinde şekillenecek. Peki ama, bu iradi gücün şekillenmesi için iradi müdahaleyi ‘kim’ yapacak? Aslında yanıt, sorunun içinde saklıdır. Bu gücün sahipleri! İşte bu nedenle, tek tek bireyler söz konusu olduğu zaman hiç kimse kuşku duymamalıdır. İsteyen herkesin ‘devrimcilik’ yapabileceği ortak pratikleri, devrimciliği hayatın her alanında farklı düzeylerde yeniden üreten siyasi çalışmaları bulmak (keşfetmek!) hiç de zor sayıl-mamalıdır. İliç kimsenin, ‘ben devrimcilik yapmak istiyorum, ama kiminle çalışacağımı bilmiyorum’ şeklinde bir mazereti olamaz! (Mazeret olsun diye ileri sürülen mazeretler bir yana, neden olmasın? Devrimcilere yasala bir örgütsüzlük ve kendiliğindencilik empoze edilmenin dışında nasıl bir güvenilir devrimci alternatif sunuluyor ki? Devrimciler, kuşkusuz güvenilir yoldaşlarla güvenilir bir örgüt içinde çalışmak isteyeceklerdir. Bunun yolunu göstermeyen örgütsüzlük öneren çağrı, bu tutumuyla, devrim ve örgüt karşıtı ve hoşnutsuzlara, gerçek mazeretçilere zemin olmaktadır, çağrıya başla bunlar yanıt verecektir. -Ö.D)
“Devrimcileri bu çalışmalarda ortak pratikleri bir araya getirdi ve getiriyor. Elbette devrimci bir parti kurulduğu zaman, başta merkez komitesi olmak üzere yetkili meşru parti organları bu çalışmaları parti çalışmaları olarak düzenleyecektir, kadroları parti çalışmasına göre ‘bir araya’ getirecektir. Ama şimdi? Kendini merkez komitesi yerine koya bilen üç-beş kişi mi?
“Yok öyle şey!
“Söz konusu edilen müdahaleler ancak ve ancak, politik çalışmada yeterli ve gerekli olmaktan kaynaklanan bir meşruiyet zemini üzerinde geçerli olabilir. Aksi halde, bu ‘üç-beş kişi’ye, pekâlâ, üç-beş bin kişi ‘sen de kim oluyorsun?’ diyebilir! (Lenin ‘böyle’ yapmamış mıydı? Hayır, yapmamışa!) Kaldı ki, ‘gerekli müdahale’ üç-beş kişi ile yapılabilseydi, bu ‘mümkün olsaydı’, zaten ‘devrimcileri kim bir araya getirecek’ sorusu sorulmazdı.
“Aslında soru yanlıştır. Devrimcileri kim bir araya getirecek diye sorulmamalıdır, devrimcileri ‘ne’ bir araya getirecek diye sorulmalıdır. Bunun yanıtını sürekli tekrarlıyoruz işle; ortak pratikleri! Devrimcileri kim mi bir araya getirecek? Hayatın değişik alanlarında devrimci ‘çalışmada yer alanlar’, tanımı gereği, zaten bir araya gelmiş, yerlerini almış sayılmayacaklar mı? Elbette!”
Önderlik reddi, örgütsüzlük ve kendiliğindenci pratikçilik daha iyi savunulabilirdi, ama bu da, bir savunu tarzıdır. Bir de volantarizm edebiyatı yapılıyor! Her şey o denli pratiğin sürükleyiciliğine bırakılmıştır ki, “kim” sorusundan ısrarla kaçılmakladır, örgüt bile kendiliğinden kurulacaktır! “Kim”in yanıtı, “bu gücün sahipleri” olarak veriliyor. Bu yanıt mıdır!?
“Kim” değil de “ne” sorusu sorulmalıymış ve yanıtı da “ortak pratik”miş, “mücadele”ymiş! Mücadelesiz hiçbir şey elde edilemeyeceği gibi, “pratik-politik çıkış”ın da, “teorik-politik çıkış”ın da, “ortak iradi gücün cisimleşmesi” ve parti dahil her türlü örgülün de mücadelesiz elde edilemeyeceği kesindir. Bu genel doğru ardına saklanmakla hiçbir şey izah edilmiş olunmuyor. “Kim”-“ne” ikilemi oluşturarak kaçamağa sığınılmamalıdır. “Kim”, “ne” ya da “nerede” soru zamirlerinden birisiyle düzenlenecek “hangi araçla” sorusunun yanıtlanmasından kaçılamaz. Kimse “kim” sorusuna Ali ya da Veli yanıtını beklemez, beklemiyor. Yanıtı islenen, “kim” tarafından, “hangi araçla”, “ne”ye başvurularak, “nerede” ve “nasıl” örgütlenileceği sorusudur. Mugalâtaya gerek yok. Sorun, kendiliğindenci olup olmama sorunudur, örgüt aracına başvurup vurmama sorunudur. “Kim” ile sorulan da örgüt var mı-yok mu sorusudur. Örgüt reddedildiği için, yanıtlanmaktan kaçınılmakta-dır. “Çalışmalarda yer alanlar, zaten yerlerini almış sayılmayacaklar mı”ymış! Ancak bu denli totoloji yapılabilir ve kendiliğindencilik ancak bu denli açık formüle edilebilirdi…
Sıkışıldığında açmazların üstesinden gelme ve boşlukları doldurma yolu hep aynıdır: gelecek zaman kipini kullanmak ve sorunu, süreç-taktik uygulayarak süreç-örgütlenme sorunu olarak ortaya koymak, geleceğe fırlatmak. Gelecekte parti kurulduğu zaman merkez komitesi ve diğer yetkili parti organları olacakmış! (Bir de o olmasaydı!) O zaman bu organlar her alandaki çalışmaları düzenleyecekmiş!.. Şimdi, “parti-öncesi” mi? Şimdi organlar olamazmış! “Üç-beş kişi” kendini merkez komitesi yerine koyamazmış! Eski önderler Marksizm’den bu denli habersiz olamazlar. Eskiden kendilerinin de böyle “üç-beş kişi”leri vardı. Yapmışlar olmuştu! Marksizm’in deneysel ve teorik hazinesinde “geçici merkez komiteleri”, “koordinasyon komiteleri” vb. vardır. Bunların fonksiyonu, oluşumun, dağınıklığın vb. geçici durumuna son vermenin geçici örgütleri olmalarındadır. Bunlar, bir partinin ya da oluşum halindeki partinin, partiye giden yoldaki diğer örgütlerin geçici yetkili organları olarak çalışır ve bir an önce bu geçiciliklerine son vermeyi amaç edinirler.
“Bu üç-beş kişiye pekâlâ üç-beş bin kişi ‘sen de kim oluyorsun’ diyebilir”miş. Evet, sıfırı ya da sıfıra yakını temsil ediyorlar ve birleştirici özellikleri yoksa misyonları ve güvenilirlikleri bulunmuyorsa, yapacakları işe layık değillerse, yüz kişiye de “hadi canım sende” denir. Kendi durumunu açıkça onaya koyup, bu duruma bir çözüm, bir çıkış yolu aramak varken, sorunu teorize etmeye kalkışmak daha da olumsuz yerlere götürüyor.
Türkiye’den örnek vermek gerekirse, ilk kuruluşunda THKO örgütsel normlara sahip değildi, ama durumunu teorize etmiyordu ve militan kadro kesinlikle “üç-beş kişi” etrafında birleşmişti. Ne THKO’lu ne de başka kimsenin aklına bu “üç-beş kişi”nin yerini tartışma konusu etmek gelmemişti. ‘71 darbesiyle oluşan dağınıklığın ardından THKO militanları bir Geçici Merkez Komitesi oluşturdu. Kimse de çıkıp onlara “siz kim oluyorsunuz” demedi. Ve bir örgüt geleneği oluştu, buralardan gelerek. THKO, partiyi kazanacak bir örgüt haline ancak böyle geldi. “Partiyi kazanacak” bir çalışmanın, örgütsüz ve hatta Leninist örgüt ilkelerine göre örgütlenmeyi temel edinmemiş bir parti-öncesi örgütle yürütülmesi olanaksızdır. Böyle bir “çalışma”dan parti çıkmaz.
Lenin’in tecrübesine bakalım. Lenin Iskra planını önerdiğinde, Iskra Yazı Kurulu’nu oluşturan “üç-beş kişi” ve Örgütlenme Komitesi”ni oluşturan “üç-beş kişinin yetkilendirilmiş olduğu bir örgütlenmeyle başladı. “Lenin, böyle yapmamış”mış! Örgütsüzlük ve kendiliğindenciliğin teori ve pratiğini Lenin’e mal etmeye çalışmak ilginç oluyor! Yaşamı boyunca örgüt adamı olan Lenin’e…
İşlerin örgütü!
“Kim” sorusundan kaçılarak örgütsüzlüğün örgütlenmesinin, devrimcilere gevşek bir çevre örgütlenmesinin dayatılmasının bir başka yön ve unsuru ya da bir başka ifade edilişi, “kişilerin değil işlerin örgütlenmesi”nin öngörülmesidir:
“Pratik-politik çıkışın zemini eylemdir, iş’tir (…), işin örgütlenmesidir. Böyle bir örgütlenme kişilerin basitçe bir araya getirilmesi ve kişiler için bir hiyerarşi oluşturulması yerine, işlerin bir araya getirilmesi, işlerin tasnifi ve işlerin hiyerarşisinin oluşturulması demektir. Politikada birlik, devrimci eylemde birliktir. Politik bir örgütlenme, bu anlamda devrimcilerin kendi aralarında örgütlenmesi değil, devrimcilerin önlerindeki görevlere göre örgütlenmesidir.”
Teorinin ve irade birliğinin yön vermediği eylemin, pratiğin ve “eylemde birlik”in yüceltilişi, kendiliğindenciliğin bir başka yönden savunuluşudur. Böyle bir eylemde birlik, ancak anlaşmalar ve uzlaşmalar yapmak anlamına gelebilir ve farklı siyasal grup ve örgütler arasındaki eylem birliklerinden farkı kalmaz. Bir “örgüt” halindeki devrimcilerin (başka türlü devrimcilik, örgütsüz devrimcilik yoktur, olamaz), yeterli asgari düzeyde irade birliği olmadan ve bu, iş edinilmeden, “pratik iş” zemininde birleşmesinin vurgulanması, birleşmenin ve örgüt oluşumunun kendiliğindeni iğe terk edilmesidir.
Ve “kişiler’in yerine “işler”in örgütlendirilmesi ve hiyerarşisinin oluşturulması ve “devrimcilerin kendi aralarında değil önlerindeki görevlere göre örgütlenmesi”, yine kendiliğindenciliğin bir başka yönüyle savunulmasıdır. Bu, kalıcı olmayan örgütlenmelerin, örgütsüzlüğün önerilmesinin dolambaçlı bir söyleniş tarzıdır. Kuşkusuz örgütlü bir güç görevler yerine getirmek için varolur. Ancak, “öndeki görevlere göre” örgütlenme ya da “işlerin örgütlendirilmesi”, “öndeki görevler” ya da “işler” hiç bitmeyeceğine göre, sürekli yinelenen, kalıcı-olmayan, gelip geçici, gevşek örgütleri koşullandıracaktır. Ve üstelik bir parti ya da “partiyi kazanmak”ı hedef edinen bir örgüt çalışması, öndeki görevlere göre değil, ne zaman hangisi öne çıkacağı kestirilemeyecek sonsuz denebilecek sayıda görevleri gerçekleştirmek üzere ve ama komünizme göre, komünizmi elde etme “görevine göre” yürütülebilir ancak. Bu görevi yerine getirme amacıyla gönüllü olarak bir araya gelen Marksist kişilerin ve proletaryanın örgülü olarak…
Dev-İşçi
Başlan beri eleştire-geldiğimiz yaklaşım ve görüşler, Dev-İşçi önerisinin içini doldurmaktadır. Dev-İşçi eleştirilen tezlerin zarfı olarak ortaya atılmıştır. Dev-İşçi, “politik çıkış”ı yapacak araç; “nasıl”lı soruların yanıtının aranacağı “politik düzlem”; “kendini kurmaylıkla yükümlü gören her devrimcinin program çalışması da yaparak çalışacağı her alandan biri ve “ekseni”; “ortak irade”nin oluşturulacağı “ortak pratik”in temel alanı; “birleş” komutu verilmeden önce “birleşmenin gereklerinin yerine getirilmesinin aracı; hedeflerinin “ne olmaması gerektiğini” bilen ama ne olması gerektiğine karar vermemiş -ancak anti-amaçlı ya da amaçsız; “kendiliğinden hareketlere sıçrama yaptırarak onu politik harekete dönüştürme laktiği izleyen”; eski Dev Yol önderlerince yönlendirilen ama “örgüt” yanıtına yol açacak “kim” sorusu yanlış bulunup “üç-beş kişi” tarafından yönlendirilme reddedilerek, “örgütlü-örgütsüz kurmaylar”ın burjuva katılımcılığının teorize edildiği – önderliksiz; yoksun olduğu irade birliğinin kendi ekseninde ve çeşitli alanlarda oluşturulacak iradelerin “bileşkesi olarak üretileceği; teori yetersiz kaldığında pratiğe önem verecek; gerekli olduğunda eski Dev Yol birikiminin referanslarına başvuracak; devrimcilerin değil, işin ve görevlerin “örgütleneceği”; örgütsüzlüğün ve kendiliğindenliğin gevşek çevre örgülü olarak gündeme getirilmiştir.
“(De-politizasyonu -Ö.D) kırmayı ve (de-moralizasyonu -Ö.D) aşmayı, politik bir çıkışla başarabiliriz. Bunu ise, DEV-GENÇ benzeri bir DEV-İŞÇİ sağlayabilir.”
Benzetme geliştiriliyor ve parti kurmada (doğrusu, “partileşme sürecinde”) konjonktürel hareketlerin kullanılması mantığı açıklanıyor:
“Dün, çokbilmiş sosyalistlerimiz tarafından DEV-GENÇ’ten parti çıkarmaya kalkışmakla ‘suçlanırdık’. Bugün de DEV-İŞÇİ’den parti çıkarmaya çalışmakla ‘suçlanmalıyız’!
“(…) (’70’lerde –ÖD) başlangıçla devrimci gençlikte kadrolaştık, yoğunlaştık; çünkü toplumsal muhalefetin nabzı gençlik hareketinde atıyordu ve gençliğin isyanının örgütlenmesi toplumsal muhalefetin örgütlenmesini sağlıyordu. Gençliğin eyleminin devrimci birliği, başlangıçta önde gelen şiarımızdı. Şimdi işçilerin eyleminin devrimci birliği önde gelen şiarımız olmalıdır. Çünkü toplumsal muhalefetin nabzı işçilerde atıyor ve işçilerin isyanının örgütlenmesi, toplumsal muhalefetin birleşik gücüne eksen yaratabilecek. (…) bir DEV-İŞÇİ olabilmeliyiz. Devrimci hareketimiz bir konjonktür gerçeği olarak gelişti. (…)Biz bir ‘konjonktür hareketi’ydik, koşulları doğru değerlendirdik. Bolşevikler de bir konjonktür hareketiydiler.”
Konjonktür önemlidir ve değerlendirilmesi gereklidir. Ancak devrimci örgütler ve partilerin, hele proletaryanın Marksist partisinin konjonktürel hareket olduğu ya da olabileceğinin ileri sürülmesi, iflah olmaz kendiliğindenciliğin yeni bir belirtisidir.
Marksist parti, örgütlenmesinde işçi sınıfını, sınıf konjonktürel olarak hareketli olduğu için temel almaz. Ya da böyle bir parti, bir dönemde toplumsal muhalefetinin “nabzı”nın attığı işçilere bir başka dönemde bu nabzın attığı bir başka sınıf ya da tabakaya, örneğin gençliğe dayanarak kurulamaz, örgütlenemez. Bolşevik Partisinin “konjonktürel hareket” olmakla ilgisi yoktur. Konjonktürlerden yararlanmıştır, evet, ama hiçbir zaman işçi sınıfını ve işçi sınıfı içindeki çalışmayı temel edinmezlik etmemiştir. Komünizm hedefine sahip her parti, örgüt ve hareket, komünizm kapitalizmin zorunlu bir sonucu ve proletarya da kapitalizmin zorunlu olarak var edip geliştirdiği mezar kazıcısı olduğundan, hareketlilik düzeyinin gelişkin ya da düşük oluşuna bakmaksızın, kesinlikle ve ancak proletaryaya dayanarak, onun içindeki çalışmayı esas alarak örgütlenmeye başlayabilir ve böyle devam edebilir. Konjonktür hareketleri, pragma-tik burjuva harekedendir. Proletarya dışı sınıf ve tabakaların eylemleri, belirli dönemlerde, gelişkinlik düzeyleriyle toplumsal muhalefeti etrafında toplayabilir. Ama böyle oldu diye, bu sınıf ve tabakalar içinde ve onların hareketi olarak örgütlenen, buralarda kadrolaşan hareket ya da örgütler Marksist ve proleter örgüt olmazlar. Aynı şekilde ne “gençliğin isyanının örgütlenmesi” ne de onun “sağlayacağı” “toplumsal muhalefetin örgütlenmesi”, komünizm yolunda yürümenin örgütlenmesi olmaz, Olamaz. Bu nedenle “gençliğin eyleminin devrimci birliği”, ne “başlangıçta” ne de bir başka süreçle “önde gelen şiarımız” olamaz. Tüm süreçler için geçerli olmak üzere “işçilerin eyleminin devrimci birliği”nin “önde gelen şiarımız” olması; proletaryanın nitelikleri, Marksizm’in onun eylem kılavuzu, Marksist partinin de öncü müfrezesi oluşu ve devrimde proletarya önderliği ve kesintisiz devrim aracılığıyla komünizme yürüyüşün başka yolu olmayışı nedeniyledir.
Peki, çağrıya göre, DEV-İŞÇİ ne tür bir örgüttür?
“DEV-İŞÇİ, siyasi örgütlenme çalışmasıdır ve çalışmanın örgütlenmesidir. En geniş İdde çalışması içinde en dar kadro çalışmasının örgütlenmesidir.”
Buradaki tanım, DEV-İŞÇİ’nin, yalnızca siyasal bir örgüt çalışması olmakla kalmadığını, aynı zamanda, bir dar kadro örgütlenmesi çalışması olduğunu ortaya koyuyor. Henüz bir örgüt değil ama örgütlenme çalışmasıdır; ancak, bu çalışma siyasaldır ve dar kadro’ya ilişkindir. Örgütsüzlük örgülüdür, çevreler halinde örgütleniştir, ama ifade açıktır, siyasi bir dar kadro çalışmasıdır.
Ve hemen birkaç paragraf aşağıda bir başka tanım:
“DEV-İŞÇİ bir çözümdür.
“Ama DEV-İŞÇİ ne olmalıdır, nasıl bir çözüm olmalıdır? Demokratik bir kitle örgütü mü? Hayır! Dar kadro örgütü mü? Hayır! Parti mi? Hayır! Cephe mi? Hayır! Gizli örgüt mü? Hayır! Yasal örgüt mü? Hayır! Sendikal örgüt mü? Hayır!
“Çünkü tek tek bunların hepsi ama tek başına hiçbiri. Yetkinleştiği zaman bunların hepsine ayrışacak ya da varolanlara da damgasını vurarak kendisini ayrıştıracak bir militan mücadele örgütü.. (..) Lenin dergi etrafında parti kurmuştu, biz de DEV-İŞÇİ sürecinde partileşebiliriz.”
Ne kuş ne deve! Burada kadro örgütü oluş reddedilmekledir. Ne yasal ne gizli; ne sosyalist ne demokratik; ne parti ne cephe; ne siyasal ne sendikal… Ve ne de örgüt. Belirsizlik ve örgütsüzlük yalnızca. Mücadele aracı ama! Ancak kendiliğinden mücadelenin örgütsüzlüğünün örgütü olabilir, bu, her şey olan ama hiçbir şey olmayan bilmece gibi şey. Eski önderlerin sorunu açıktır: “kim olursan ol, gel; neyi amaçlıyor olursan ol, gel.” Bu Mevlanacı bir örgüttür. Eski önderlere güç kazandıracağı tasarlanan bir araçtır. Kişisel ve onun gerektirdiği kadarıyla (taban edinmek ihtiyacıyla) “kitlesel” pratik ihtiyacın “örgütü”dür, DEV-İŞÇİ. Ama asla bir çözüm değildir, örgüt de değildir.
Ve bu, ne kuş ne deve, ileride, yetkinleştikçe ayrışacakmış! Şimdi farklı kategorileri içinde barındıracak ama ilerde ayrışacak! Bu, THKO’nun 71’deki anlayışıydı. THKO, kendisinin hem ordu hem parti olduğunu, “şimdilik” iki fonksiyonu da gerçekleştirebildiğini, gerekli olduğunda ayrışacağını söylüyordu. Dev Yol eski önderleri ne kadar geride kalmışlar! “Nasıl”lı sorularla “ilerliyorlar”, ama örgüt konusunda gerinin de gerisinde kalıyorlar. Partiyle sendikanın birbirinden ayrıştığı nerede görülmüştür. Bir de, “partileşme süreci” ve Lenin “dergi etrafında parti” kurarken, “DEV-İŞÇİ sürecinde parti”leşmeymiş! Lenin’in Marksist teoriyi yayma ve çevreleri merkezileştirme aracı Iskra’sı ile sosyalist mi demokratik mi bile belli olmayan Dev Yol DEV-İŞÇİ’si ne de benzeştirilebilir ya! Lenin’in adı gereksiz yerlerde kullanılmamalıdır…
Lenin, Iskra aracılığıyla, farklı mahalli çevrelerin seslerinin farklı çıkışına ve amatörlüğe son vermeyi ve tek sesli merkezi bir yapı, bir örgüt (parti) oluşturmayı önüne koymuştu. Parti “inşaatı”nın “iskelesi”ydi, parti ilişkilerinin kurulma aracı, örgütleyiciydi. Öyle farklı alanların programlarından giderek program oluşturmanın, teori karşısında pratiğe “önem verme”nin, iradesiz, bilgisiz, iktidarsız sözde “kurmaylar” çevresi değil. Temel sorunlarıyla programı yaygınlaştırmanın ve “cisimleştirme”nin organı olarak görev yapmıştı. “Koşullarınız farklı”ymış ve “biz gazete etrafında örgütlenmeyelim”miş! Sonuç: “Biz DEV-İŞÇI olalım ve onun etrafında örgütlenelim. (…) Partileşme sürecini DEV-İŞÇİ bünyesinde yaşayabiliriz.”
Bu Dev-İşçi’li “partileşme süreci”nden belki bir parti çıkabilir ama proletarya örgütü, partisi çıkmayacağı kesin. Yine de hayırlı olsun!
Eylül 1991