Türkiye tarihinin son 150 yıllık dönemi içinde gençlik (Ülkemizde, gençlik dendiğinde daha çok öğrenci gençlik, öğrenci gençlik içinde de üniversite gençliği anlaşılırsa da gerçekte gençlikten kasıt tüm emekçi sınıfların gençliği, öğrenci, işçi, köylü vb. gençliktir. Bu nedenle biz bu yazı boyunca, gençlik derken, özel olarak belirtmedikçe bütün emekçi sınıfların gençliğini kastedeceğiz.) en dinamik güçlerden birisidir. Bu da çok doğaldır. Çünkü gençlik; dinamizm demektir, ataklık demektir, gözünü budaktan sakınmayan demektir, yaşlı kuşakların hesapçılığı, ikircikliliği karşısında cesaretle ileri atılmak demektir, eskiyen çürüyen değerlere tepki, yeni, ileri olanı benimseyip, yeni bir dünya kurma coşkusu demektir. Gençlik bu evrensel niteliklerini, son birkaç yüzyılın ulusal kurtuluş mücadelelerinde en önde yer alarak, işçi sınıfı grevleri, direnişleri ve ayaklanmalarının en öne fırlayan kesimi olarak pek çok ülkede sayısız kez kanıtlamıştır. Zaman zaman gerici güçlerin yedeğine düşmesine karşın Kürt ve Türk her milliyetten gençlerimiz bu özelliklerini her fırsatta açığa vurmasını bilmiştir, bugün de vurmaktadır.
Marksizm, daha oluşumunun başında, gençliğin yeni bir dünya yaratma coşkusunu fark ederek, dikkatini özellikle işçi gençliğe yöneltmiştir. Ama sadece Marksizm ve Marksizm’in öğretmenleri değil burjuvazi de gençliğin bu özelliğinin farkındadır. Bu yüzden de burjuvazi kendi gericileşmesine paralel olarak, gençliği çeşitli yol ve yöntemlerle baştan çıkarmayı, onu sahte vaatlerle oyalamayı, onu kendi düzenine bağlamayı başlıca görev edinmiştir. Çünkü “gençliği kaşanan geleceği kazanır”. Eğer, gençliği kazanan ilerici, devrimci güçlerse gençlikte kendi geleceğini kazanır, ama gençliği kendi peşine takan gericilerse egemen sınıflar kendi kokuşmuş düzenlerini sürdürmek için yeni bir dayanak edinmiş olurlar. Bu nedenledir ki; ilericilik ve gericilik arasında yaşamın her alanında süren mücadele gençliğin kazanılması konusunda, diğer alanlardan daha da şiddetli bir biçimde, kendisini göstermiştir, göstermektedir. Bu yazı bir yanıyla da bu çatışmanın, Türkiye gençliği ile sınırlı “öyküsü”nün ideolojik-politik yanının bir değerlendirmesi sayılabilir.
Genç kuşak, az çok olup biteni anlamaya başladığı andan itibaren, kendisini önceki kuşaklar tarafından oluşturulmuş maddi ve manevi bir yaşama ortamı içinde bulur. Gelenekler, görenekler, oluşturulmuş aile yaşamı, eğitim-öğretim yöntem ve kurumlan, yasalar vb. ona dayatılan ebedi doğrulardır. İçinde “dünyayı fethetme coşkusu” taşıyan genç, yaşlı kuşakların, ne yaparım da şu gençleri zapturapt altına alırım diye iyice düşünerek oluşturduğu kural, kurum, yasa, din ve ahlak değerleri ile kendisini sıkıca çevrilmiş bulur. Bu çevrilmişliğe karşı tepkisi eski değerlere başkaldırmaktır. Bu durum onu özgür kılacak, kendi gönlünce yaşayabileceği bir dünya özlemine sürükler. Yaşlı kuşaklar tarafından bin bir kuşkuyla karşılanan devrimci kuram ve çabalar, gençler için, sabırsızca uygulamaya sokulması, tereddütsüz katılınması gereken kaçınılmaz gerçeklerdir. Bu yüzden de, insanlık tarihi boyunca, her yeni kuram, insanlığa ileri atilim sağlayan her devrimci başkaldırıya öncelikle gençler sahip çıkmıştır. Fransız devriminde ayaklanmanın en radikal yanlılarının genç kadın ve erkek emekçiler, 1848 ayaklanmalarında silaha sarılanların en ön sinerlerinde çarpışanların, Paris Komünü’nde burjuvazinin kurşunlarına hedef olanların, ya da Ekim Devrimi’nde başkaldırının silahlı öncülerinin genç işçiler olması bir rastlantı değildir. Öyleyse dünyayı değiştirme, toplumu ileri götürme iddiasındaki herkes gençliğin dinamizmini görmek onun kazanılması için layık olduğu çabayı göstermek zorunda-da.
Ülkemiz gençliği, mücadelenin kaderinin belirlendiği önemli dönemeçlerde büyük özverilerle mücadeleye atılmıştır, ama onun bu devrimci tutumunun devrimci politik mihraklar tarafından yeterince değerlendirildiği, onun mirasının olumlu yanlarının bugüne yeterince taşındığı, değerlendirildiği ve taşındığı kadarıyla da uygulamaya sokulabildiği söylenemez. Bu yüzden de Türkiye gençliğinin mücadelesinin bugüne aktarılması gereken devrimci mirası ve en önemli yanlarıyla bugünkü sorunları üstünde bir kez daha durmak son derece önemli gözükmektedir.
TÜRKİYE’DE GENÇLİK MÜCADELESİ
Türkiye’de gençlik mücadelesinin tarihi köklerini Jön Türkler’e kadar uzatmak mümkün. Çünkü Jön Türkler, aristokratik-bürokratik sınıf kökenlerinden gelen İmparatorluğun şaaşalı dönemlerine hayranlık duyan, onu yeniden diriltmek isteyen özlemlerine karşın despotizme karşı olmak, özgürlük istemek gibi bir tutumun temsilcisi gençlerdi. Onların düşünceleri kısa zamanda o günün laik öğretim yapan kurumlarında kısa zamanda yayılır ve daha sonra İttihat ve Terakki’nin kadroları olacak olan bir genç kuşak yetişir. Jön Türklerle girilen süreç, İmparatorluğun yıkılmasına kadar doğrultusunda önemli bir değişiklik olmadan sürer.
Elbette ki ne Jön Türk hareketinin kendisi, ne de ardılları bir gençlik hareketi değildir. Yani bunlar, bağımsız gelişen bir gençlik hareketinin ürünü olarak ortaya çıkmadıkları gibi kendileri de az çok kitlesel bir gençlik hareketi yaratmamışlar, yaratamamışlardır. Bu yüzden de konumuz açısından bu dönemin tek önemi, İmparatorluk içinde ilerici sayılabilecek düşünceleri savunan bu oluşumların büyük çoğunluğuunun gençlerden meydana gelmesi, yeni düşünceleri kabul etme ve yeni düşünceler uğruna mücadele etmede gençliğin olumlu niteliğini yinelemeleridir. .
Gençliğin bir kategori olarak dikkat çekmesi ve gençliğe yönelik özel faaliyetlerin örgüdenmesi Cumhuriyetten sonradır. Gerçi Kurtuluş Savaşı yıllarında çok sayıda genç ulusal kurtuluş mücadelesine katılmış, anti-emperyalist eylemlerde bulunmuşsa da bunlar burada sözü edilebilecek bir miras oluşturmamışta*.
1923’den 1960’Iarın ikinci yarısına gençlik hareketi
Cumhuriyet sonrasında Kemalistler, yeni bir düzen kurmak mücadelesinde gençliğe özel önem vermişleri Kemalist bir gençlik yetiştirmeyi, haklı olarak, geleceğin garantisi görmüşlerdir. Bunda da önemli ölçüde başarılı olmuşlar, kemalizmin yayılması için okulları doğrudan örgüüenme ve propaganda merkezi olarak kullanarak, resmi ideolojiye sıkısıkıya bağlı bir gençlik yetiştirmişlerdir. Gençler, ülkenin her yanına yayılan Halkevleri ve Halk Odalarında Kemalist düşüncenin yayılması için enerjik bir biçimde çalışmışlardır.
1916 kurulan MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) Cumhuriyet sonrasında bir devlet gençlik örgütü haline getirilerek hükümet ve devletin eylemlerinin destekçisi olarak faaliyet göstermiştir. “Yerli malı kullan”, “Vatandaş Türkçe konuş”, “Hatay Türktür” gibi kampanyalar örgütleyerek devletin politikalarının yaygın-laştırılıp desteklenmesinin bir aracı olarak işlev görmüştür. Yine devlet politikasına bağlı olarak laiklik karşıtı eylemlere, Kürt ayaklanmalarına, devlet tarafından kışkırtılan anti-komünist kampanyalara karşı gençlik seferber edilmiştir.
Kemalist milliyetçilikle ırkçılık arasındaki çizgi çok belirsizdi. Özellikle 1930’lardan başlayarak dünya ölçüsünde güçlenen ırkçılık ve “Güneş Dil” kuramıyla açıkça ırkçılığa varan Kemalizmin açtığı yoldan Turancı ırkçılar yararlanarak gençlik içinde önemli mevziler elde ettiİer.(*) Irkçılar, sonraki yıllarda bu mevzilerini güçlendirerek gençlik içinde sayısal olarak az ama ideolojik olarak etkin, militan faşist bir odak olarak varlıklarını sürdürdüler.
(*) 1934 yûınâa, basında çıkan, “Bulgaristanda, Bulgarların Türk mezarlarım tahrip ettikleri” haberi üzerine MTTB, valiliğin yasaklamasına karşın, Bulgaristanı protesto eden bir miting düzenledi ve gençler ilk kez polisle çatıştılar.
Kemalizmin sol kanadından başka bir şey olmayan TKP ise, Kemalizm destekçisi tutumuyla gençlik için, Kemalizmin dışında bir seçenek olamadığı için az sayıda genci, her 5-10 yılda bir, polis operasyonlarının konusu yapmaktan öte bir işleve sahip olmamıştı.
Bu yıllarda öğrenci gençlik, yukarda sözünü ettiğimiz, Kemalizmden küçük nüanslarla ayrılan iki eğilim dışında doğrudan Kemalizmin etkisi altında biçimlendi; “yüce “, “sınıflar üstü” bir devlet ve ona bağlılık, devletin, devletle aynı anlama gelmek üzere hükümet ve CHP’nin politikalarına bağlılık, ulusal çıkarların her şeyin üstünde görülmesi anlayışıyla eğitildi. Otuz yıl içinde yetişen kuşaklar başka herhangi bir etki alttında kalmadan bu görüşlerle biçimlendirildiler. 60’lı yıllardan sonra gelişen sosyalizmden etkilenen, hatta kendisini M-L sayan gençlik yığınları bile bu yıllardaki eğitimin etkisiyle “devlet saygısını” taşımaya devam ettiler. Hükümetlere saldırdılar, ama bunu bile devletin çıkarları için yaptıklarım savundular.
1950’lerden başlayarak, Kemalizmin tek yanlı, baskıcı etkisinin hafiflemesiyle birlikte gençlik içinde dinci ve ırkçı-şovenist eğilimler güç kazandı. Ama öğrenci gençliğin önemli bir kesimi Kemalist tutumu sürdürmeye devam etti. İktidar ve muhalefet arasındaki çekişme gençlik içine de yansıdı. Cumhuriyet tarihi boyunca bütün öğrenci gençliğin tek örgütü görünümündeki MTTB bölündü ve gençliğin DP’ne muhalif kesimleri TMTF (Türkiye Milli Talebe Federasyonu) adı altında toparlandı. Ek olarak; CHP, gençlik üstünde Kemalizmin etkinliğinden yararlanarak, 1954 Ocağın’da, Siyasal Bilgiler Fakültesinde, SBF-FK’nü (Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü) kurdurdu. (*) Fîkir Klübü etrafında toplanan gençler ve öğretim üyeleri, seminerler, paneller, sanatsal etkinlikler yoluyla gençlik ve aydınlar içinde CHP doğrultusunda ama ondan daha radikal bir muhalefet yürütmeye koyuldular. Basın’ın DP’ne muhalif kesimi ise bu panelleri bile bir olay halinde yansıtarak gençliği ayrı bir muhalefet odağı gibi lanse etti. Muhalefete gittikçe tahammülsüz hale gelen DP hükümeti Klüp ve.üyeleri üstüne yoğun baskılara yöneldi. Bir grup öğretim üyesi görevlerinden istifa ederek hükümetin baskılarını protesto ederken öğrenciler de dersleri boykot ettiler. Hükümet ise sert önlemlere başvurdu. Fikir Klübünün binasını yıkarak tutumunu ortaya koydu. 27 Mayıs’a giden yol böylece açılmış oldu.
Bu yıllarda öğrenci gençlik hükümetin baskılarından hoşnutsuzdur ve özgürlük mücadelesi yürütmek için ör-gütlenmektedir, ama 1956’dan sonra ortaya çıkan “Kıbrıs sorunu”nda da geleneksel “devletçi” ve “ulusçu” tutumunu sürdürerek DP’nin politikası peşinde sokaklara dökülür. Hükümetin iç hoşnutsuzlukları örtmek için kullandığı Kıbrıs mitinglerinde ya da gençlik örgütlerinin hükümetin kışkırtmasıyla örgütledikleri miting ve gösterilere “Kıbrıs Türktür Türk Kalacaktır”, “Ya Taksim ya Ölüm” sloganlarını haykırır. Niyetinden bağımsız olarak gençlik, devletçi ve şoven-milliyetçi şekilleni-şinin kurbanı olur, gerici egemen sınıfların ve hükümetin politikalarının dolgu maddesi olarak kullanılır.
Fikir Klübünün kapatılması, gençler ve öğrenciler üstündeki baskılar CHP’nin de desteklemesiyle tüm yüksek öğrenim gençliği, öğretim üyeleri ve aydınlar arasında geniş tepkilere yol açtı. Kısa bir süre sonra öğrenci gösterileri baş gösterdi, istanbul ve Ankara’da gösterilere başvuran öğrencilere polis sert davranınca işler iyice kızıştı. 28-29 Nisan olayları (İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin yaptığı gösteriye polis saldırır, Turan Emeksiz öldürülür, bir genç de sakat kalır) olarak bilinen olaylar ile 555 K (**)eylemleri toplumsal etkisi geniş, cumhuriyet tarihi boyunca gerçekleşmiş en yığınsal gençlik eylemleriydi. Kemalist ideolojinin biçimlendirdiği memurlar, aydınlar ve subaylar gençlerin bu eylemlerini hararetle destekler.
Kuşkusuz ki, özgürlük ve demokrasi istemiyle sokaklara dökülen gençler, art niyetsizdir, üstlerindeki
(*) SBF-FK’nîn kurucuları; FORUM dergisi etrafında toplanmış, Turhan Feyzoğlu, Aydm Yalçın, Muammer Aksoy gibi öğretim üyeleri ve onların etkilediği öğrencilerdi Bu çevre 27 Mayıs İhtilalinin fikir babalığını yaptığı gibi, 12 Martçıtarın düşünsel lideri ve baş destekçisi oldu. 12 Eylül öncesinde, Muammer Aksoy’un dışında. Aydın Yalçın rc Turhan Feyzoğlu, bu sefer yanlarına Coşkun Kırca ve Adnan Başer Kafaoğlu ‘nu da alarak, yine ellerinde Forum der* gisi olarak 12 Eylülcülerin kapısını çalıp Cuntayı kışkırttılar. Bu üçlü, bugün de, “yüce devlet çıkarları” uğruna politi-kocalara “yolgöstermeye”, “devlet çıkarlarını” görmezden gelenleri azarlamaya devam ediyorlar.
(**)…
baskının kaldırtmasını istemektedirler. Ama onları gerçekten özgürlüğü kazanma yoluna sokacak bir bilinç ve önderlikten yoksun oldukları gibi, artık miyadı dolan DP’den kurtulmak isteyen CHP, egemen sınıflar ve ABD emperyalizminin planlarını parçalayacak kadar ileri gidemezler.
Bu kargaşa içinde, “NATO’ya, CENTO’ya bağlı” 27 Mayıs darbesi gerçekleşir. Gençlik bunu kendi zaferi olarak yorumlayarak askeri darbeyi coşkuyla destekler. Ama asıl sevinenler ABD emperyalisüeri ve bugün asılan DP önderlerine ağıüar yakan, duygusal TV dizileri hazırlatan çevrelerdir. 27 Mayısçüar, “NATO’ya CENTO’ya bağlıyız” yemini etmişlerdir, ama akıl hocaları bilmektedir ki, toplumsal bunalımı aşmak için bu bağlılık yetmez, ayağa kalkanları yatıştırmak için bazı tavizler verilmek zorundadır. Bu koşullarda 1961 Anayasasına bazı kişi hak ve özgürlükleri ile grev, TİS hakkı konmak zorunda kalınır. 1960 ortalarında yemden yükselişe geçecek gençlik ve emekçi sınıflar mücadelesi bu hak ve özgürlükleri kendilerine önemli ölçüde dayanak ederek yollarına yürüyeceklerdir.
Toplumsal mücadele alanında yönetenler için en zor şeylerden birisi de bir kere hak almak için ayağa kalkmış, mücadeleyle hak almış yığınları tekrardan yerlerine oturtup uysal yurttaşlar haline getirmektir. 1960’ta Türkiye öğrenci gençliği bunu yaşadı. Baskı ve zulme karşı başkaldırmayı, özgürlük için mücadele etmek gerktiğini gördü. “Zaferi” belki bir yanılsamaydı, ama başkaldırı ve mücadelesi gerçekti. Gençlik bu olumlu deneyimini bir daha unutmayacak, yeni gençlik kuşaklarına bu olumlu miras aktarılacaktı.
27 Mayıs sonrasının askeri idaresini kendi hükümeti gibi gören öğrenci gençlik seçimlerden sonra kurulan CHP-AP koalisyonu hükümetini endişeyle karşıladı. CHP Atatürk’ün, o gün kü özellikle söylenişiyle Af. Kemal’in partisi, Cumhuriyetin kurucusuydu, bu nedenle de iyiydi, ama AP; kan, can verilerek yıkılan DPnin mirasçısı, el altından gençliği ve “zinde güçleri” düşman jlan etmiş bir partiydi. CHP nasıl onu hükümete ortak ederdi vs.
Biriken hoşnutsuzluk, 1965 seçimlerinde AP’nin tek başına iktidar olmasıyla yeniden patlak verdi. Ama bu sefer “Olur mu böyle olur mul Kardeş kardeşi vurur mu’ türküsüyle değil “Petrollerin Ulusallaştırılması”, “İkili Anlaşmaların Feshedilmesi”, “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi ve işbirlikçileri” gibi anti emperyalist sloganlarla sokaklardaydı öğrenci gençlik.
Bu Türkiye gençlik hareketinin, düzen partilerinden bağımsız, özünde hepsine birden karşı da çıktığı bir durumdu. Artık gençlik hareketi yeni bir döneme girmişti.
Gençlik hareketinin bu yeni, devrimci dönemine geçmeden, önceki dönemin önemli özelliklerini saptamak sonraki dönemin anlaşılması için önemli olduğundan burada durup kısa bir değerlendirme yapmak doğru olacaktır.
Döneme bir bütün olarak bakıldığında:
* 1923-50 arasında gençlik Kemalist ideoloji ile biçimlendirilen, içindeki ufak tefek ayrılıklara karşın Ke^ malizmin ihtiyaçlarına göre davranan bir gençliktir. Gençlik örgütleri ise tümüyle hükümet ve CHP’nin güdümünde, onun yan örgütleri gibi faaliyet gösteren örgütlerdir. Bu dönemin gençlik kuşaklan, “ulusçu” ve “devletçi”, ulusal sorunları ve devletin çıkarlarını kişi ve sınıf haklarının üstünde tutmayı ilke edinmişlerdi. Bu ideolojik tutum 1960-70’lerin devrimci gençliğinin, hatta günümüz gençliğinin tutumuna da sinmiş olması bakımından çok önemlidir. Bu haliyle gençlik hükümet politikalarının destekçiliği Ötesine geçmediği için kendine has özellikler taşıyan bir gençlik hareketi geleneği yaratmaktan da uzak kalmıştır.
* 1950 sonrasında ise, gençliğin özgürlük isteği DP’de muhalefet olarak biçimlenmiş, gençliğin geleneksel Kemalist tutumundan yararlanan CHP onun bu eğilimini kendi politik çıkarları doğrultusunda kullanmıştır. Ancak 1960’a doğru gençlik yığınsal ve aktif eylemlerle kendi gücünü duymaya başlamışsa da, 27 Mayıs darbesiyle bu gelişim yarı yolda kalmıştır.
* Bütün bu dönem boyunca gençlik Marksist ya da devrimci bir önderlikten yoksundur. Gençliğin önderi olarak öne çıkan gençlik liderleri CHP’nin gençlik önderleri, ideolojik tutum ise, yıllar ilerledikçe anti-emperyalist niteliğini de yitirip daha da gerici bir konuma düşen Kemalizm’dir.
* Dönem boyunca gençlik hareketi; gerici-burjuva partilerin etkinlik alanı olmaktan, özellikle CHP’nin av alanı olmaktan kurtulup bağımsız bir gelişim seyri izleyememiştir. Bu nedenle de gençlik dinamizm kazanamadığı gibi, olabildiği kadarıyla da dinamizmden devlet, düzen yararlanmış, gençliğin özlemlerinin tersine bir yönelişe sürüklenmiştir.
Dünyayı anlayıp kavramak için en uygun konumda bulunan öğrenci gençlik, içinde biçimlendiği koşullar nedeniyle, özgürlüksüzlüğünün, geleceksizliğinin nedenini cumhuriyet Türkiye’sinin girdiği kapitalistleşmede, burjuva yolda aramak yerine Kemalizm’den sapmada, Kemalizm’in mükemmelleştirilmemesinde aramıştır. Kemalizm’in mükemmelleşmesinin kaçınılmaz biçimde içinde yaşadığı, değiştirmek istediği koşulları yarattığını dönem boyunca hiç bir zaman anlayamamıştır.
* Kemalizm’in dar milliyetçi penceresinden dünyaya bakmaya mahkûm edilen öğrenci gençlik, içerde de “sınıfsız kaynaşmış bir zümreyiz” demagojisi arkasında sürüklenerek, emekçi gençliğin yetenekleri ve mücadeleyi geliştirme potansiyelini hiç anlayamamış; emekçilere tepeden bakan tutumuyla hep emekçi gençliğin ve halkın karşısında, baskıcı, zorba devletin savunucusu bir konumda olmuştur. Bu konum, onun gelişip serpilememesinin, milyonlarca emekçi genci gençlik mücadelesine çekememesinin başlıca nedenlerinden birisi olagelmiştir.
1960’ların ortasından 12 Mart 1971’e gençlik mücadelesi
1960’ların ortasından başlayıp 12 Mart 1971’de noktalanan 5-6 yıllık süre gençliğimiz için “üç güne sığan yirmi yıllar”dandır. Bu kısa dönem içinde gençliğimiz, 50 yıllık birikimini eyleme dönüştürerek, düzen partileri burjuva düzeninden kopma yoluna girerek, düzene karşı veya muhalif en radikal güçlerden biri konumuna yükselmiştir.
Cuntalar yoluyla toplumsal değişimi savunan sözde ilericiler, 1960 sonrası gençliğin devrimci atılımını, “1961 Anayasanın getirdiği özgürlük ortamına” bağlarlarsa da gerçek tam tersidir. Eğer, 1961 Anayasası kimi özgürlük kırıntıları taşıdıysa (ki taşımıştır), bu gençliğin ve aydınların ‘50’li yıllar sonunda kazandığı dinamizm ve özgürlük isteğini dayatmasındandı. 1961 Anayasası kimi sınıfsal ve kişisel özgürlükleri vermese de gençlik o dinamizmini açığa vuracak, özgürlük mücadelesini sürdürecekti. Çünkü bir kez kendi bağımsız eyleminin gücünü fark etmiş, CHP ya da bir başka düzen partisiyle, dahası Kemalizm’le bir yere varmayacağının henüz bilincinde olmasa da, derinden hissetmişti. 60’lı yıllar bu “hissin” açığa çıkıp bilince geçirildiği yıllar oldu.
Türkiye gençliğinin burjuva partilerinden kopma sürecinde dünyadaki önemli bir gelişme onun yönünü sosyalizme doğru çevirdi. Bu dünya ölçüsünde etkin olan anti-emperyalist fırtınaydı. Bu fırtına; Küba devriminin ABD emperyalizminin burnunun dibinde zafere ulaşması, Vietnam’ın kahramanca yürüttüğü halk savaşı ve genel olarak ulusal kurtuluş mücadelelerinin dünyanın her köşesinde sömürgeciliğe vurduğu darbelerden besleniyordu. Bu anti-emperyalist mücadeleler ise, özellikle Küba ve Vietnam mücadeleleri, sosyalizm adına yürütülen mücadelelerdi. Dahası, Kruşçevizmin geri dönüş sürecini başlatmış olmasına, dünya komünist hareketini bölmüş olmasına karşın sosyalizmin prestiji henüz çok yüksekti. Bu durum bütün dünya gençliğini olduğu kadar Türkiye’deki her milliyetten gençliği de derinden etkiledi. Anti-emperyalizm ve sosyalizm düşüncesi gençliğe (ulusalcılığa fazlasıyla batmış bir anti-emperyalizm ve eşitlik, özgürlük ve kardeşliğe indirgenip bulanıklaşmış bir sosyalizm olarak da olsa) dünya ölçüsündeki bu dalgayla geldi. Gençliği sarmış olan Kemalizm zırhı bu dalgayla kırıldı. Bu ortamda Marksist klasiklerin ve Marksizm’den esinlenen bilim ve sanat yapıtlarının yayımlanmaya başlaması gençlik içinde Marksist dünya görüşünün hızla yayılmasının önünü açtı. Gerçi, bu yayınların çok büyük çoğunluğu, Che, Castro, Mao gibi Marksizm’in “yorumcuları”nın ve revizyonist kuramcıların eserleriydi, ama gençlik bunları gerçek sosyalistler olarak benimsedi. Bunun acısı sonraki yıllarda çıkacaktır.
Dalgadan ilk etkilenen gençliğin en ileri kesimleri oldu ve anti-emperyalist, “sosyalist” gençler, Siyasal Bilgiler Fakültesinde, ‘50’lerdeki ilk muhalif gençlik örgütü olan Fikir Kulübü’nü yeniden kurdular. Ama bu kulüp, artık ‘50’lerin Feyzioğlu’larının kulübü değildi. (Fikir kulüplerinin ilk kurucuları TİP içinde ya da çevresindeki gençlerdi; ama bu dönemde henüz TİP’in ne menem bir parlamentarizmci, reformcu, sözde sosyalist olduğu görülemiyordu. Onun yeni fikirler savunması, diğer partilerden farklı bir imaj vermesi gençleri aldatıyordu. Zaten aradan birkaç yıl geçmeden gençliğin dinamik kesimleri ve gerçek gençlik önderleri TİP’in sıradan bir düzen partisi niteliğini görüp ondan kopacaklardı.) Kulüplerin kuruluşu birbirini izledi. AÜ Fen Fakültesi, DTCF, ZF, İTİA, İstanbul Üniversitesi Fen fakültesi vb. birçok fikir kulübü kuruldu. Bu kulüplerin bir araya gelmesiyle de Fikir Kulüpleri Federasyonu doğdu. Tarih, 17 Aralık 1965.
FKF çatısı altında anti-emperyalist ve “sosyalist” gençleri, özellikle de öğrenci gençleri toplamıştı. Ve bu gençlerin büyük bir çoğunluğu kendisine parlamentarist, reformcu-revizyonist bir çizgi belirleme sürecinde hayli ileri bir noktaya gelmiş olan TİP’in çevresindeki gençlerdi.
1960’ların başından itibaren, anti-emperyalist ve “sosyalist” bir yönelişe giren gençler, kendileriyle bir terminoloji benzerliği içinde gördükleri TİP’in etrafına koşmuşlar, kendi düşündükleri dünyayı TİP’in savunduğunu sanmışlardı. Ama bir kaç yıl içinde TİP’in kimi reformlar uğruna mücadele etmekten öte bir niyeti olmadığı görülünce FKF içinde TİP’e muhalif eğilimler ortaya çıkmış, FKF daha ülke çapında bir gençlik örgütü haline gelemeden TİP’in FKF’si ve ona muhalif devrimci FKF olarak fiilen ikiye bölünmüştü. Ankara FKF’de TİP yanlıları yenilgiye uğrarken, İstanbul’da darbeci yöntemlerle FKF yönetimini ele alan TİP yanlıları devrimci gençleri tasfiyeye yönelmiş, sadece bu da değil yükselen öğrenci gençlik mücadelesi önüne tam bir barikat oluşturmak için her yolu denemeye koyulmuştu. Bu durumda tek seçenek FKF dışında örgütlenmekti. Deniz GEZMİŞ ve Cihan ALPTEKİN’in başını çektiği gençler FKF’den koparak DÖB’ü (Devrimcî öğrenci Birliği) kurdular. Resmi kuruluş tarihi Ekim 1968.
DÖB’ün kurucularının ve içinde faaliyet sürdürenlerin çoğunluğu FKF içinden kopup gelmişlerdi, ama DÖB ve FKF farklı yapıda örgütlenmelerdi.(* ) Sonraki gelişmelere ışık tutması bakımından bu farklılık üstünde burada kısaca durmak gerekiyor.
FKF, kendisinden önceki öğrenci gençlik mücadelesinin birikiminin bir ürünü olmakla birlikte büyük ölçüde TKP’nin uzlaşmacı, reformcu, revizyonist mirasının üstünde şekillenen TİP’in etkisiyle, bir mücadele örgütünden çok bir tartışma kulübü, TİPin yan kolu olarak biçimlendirilmeye çalışılmıştı. TİP, bu amacına tam olarak ulaşamasa da önemli ölçüde de başarılı olmuştu. Pratik mücadeleden kopuk laf ebeleri, TİP bürokrasisinin temsilcileri, TKP’nin yukardan emredici önderlik anlayışım gençliğin içine taşımışlardı. Bu biçimleniş FKFyi, belki gençliğin o andaki en ileri örgüt biçimi haline getirmişti, ama en doğru örgüt biçiminden de uzaklaştırın iş, mücadelenin gerçek önderlerini örgüt yönetiminin uzağında tutmuştu. Dahası, TİP’in uzlaşmacı çizgisine soğuk bakan gençlik önderlerini el altından ya da açıkça bozguncu, anarşist, goşist karalamasıyla, sonraki yıllarda çok daha açık yürütülecek kampanyanın hedefi yapmıştı. Bu durumun kaçınılmaz sonucu olarak FKF, geniş gençlik yığınlarını kucaklayıp seferber etmek perspektifinin hep uzağında kalmış, şu ya da bu biçimde ortaya çıkan eylemler hakkında fikir yürüten, onları tartıya vuran bir kulüp niteliğini önde tutmuştu. Yani gençlik yığınlarına kendisini kapatarak, onun eyleminden kan almak, yeni yığınları kazanmak, yeni kadroların dinamizmiyle eskilerin deneyimini birleştirmek yerine eylemlerin gözlemcisi olmayı tercih eden bir konumu benimsemişti.
FKF ile DÖB’ü ayıran ikinci önemli etken ise “sosyalizm” anlayışlarıydı.
FKF ve yukarıda belirtildiği gibi TİP tarafından savunulan “sosyalizm”, Kruşçev revizyonizminin daha da sulandırılmışıydı. Açıkça parlamentarist, reformcu bir anlayıştı. Esinlendiği kaynak TKP’nin 40 yıllık uzlaşmacılığı ve Kruşçev revizyonizmiydi. Bu yüzdende devrime, düzen dışına çıkma eğilimi taşıyan her türden mücadeleye saldırıyor, kaba eşitlikçilik ve yoksulluk edebiyatıyla kusurlarının üstünü örtmeye, gençleri ve emekçileri duygu sömürüsüyle etrafına toplamaya çalışıyordu.
DÖB ise; FKF’nin tam tersine bürokratik bir kuruluş olarak değil, doğrudan öğrenci gençlik eyleminin sıcak mücadelesi içinde biçimlendi. 1967-68’de İstanbul’daki yoğun gençlik eylemleri, 6-7 Haziran olayları, 1968 üniversite işgalleri, Dolmabahçe eylemleri ve Vedat Demircioğlu’nun tabutuyla Valiliğe yürünmesi eylemleri henüz bir kuruluş olarak resmen kurulmamış DÖB’ün önderlik ettiği eylemlerdi. İşte DÖB böylesi bir eylemli dönemin ürünü oldu ve ancak 1968 Ekim’inde resmen kuruldu. Bu, gençlik mücadele tarihimize 68 eylemleri diye geçen dönemde FKF’nin bütün yaptığı, eylemleri engellemek için “yasalar çerçevesinde bir eylem” için öneri üretmek, parazit yapmak ve “aman yapmayın” demekle de kalmayıp Dolmabahçe gösterisinde olduğu gibi gençlerin önüne çıkıp onları engellemeye çalışmak, eylemlere egemen sınıfların ağzıyla alçakça saldırmak olmuştur. Bu tutumun karşılığı ise; FKF’nin içinin boşalması, iflah olmaz, gençlikle yaş olarak bile ilgisi kalmamış bir avuç bürokratın, kulübün dört duvarı arasında içki masası kurup “gençliğim eyvah!” türküleri söylemesi olmuştur.
DÖB, resmi olarak kuruluşundan sonra da hiç bir zaman bir masa başı bürokratı üretmemiş, örgütün resmi yöneticileri ve bütün militanları her zaman mücadelenin en önünde olmuştur. Bu yüzden de DÖB, öğrenci gençlik içinde FKF’nin hiç bir zaman edinemediği bir saygınlık kazanmıştır. Yığınların nabzını elinde tutan önder öğrenciler, her yeni durumda yeni öneriler ve mücadele biçimleriyle yığınları peşlerinden sürüklemiş, bir avuç önder binlerce genci, bazen bir anti-emperyalist talep uğruna, bazen bir akademik hak için sokaklara dökmeyi başarmıştır. FKF’nin masa başı “eylem üreticiliği”, kendi ruh hallerinden ve çıkarlarından kalkarak, “bu kitle şunu yapar, bunu yapamaz”, “şöyle yaparsak rektörle aramız açılır, böyle yaparsak polis saldırır” gibi yığın mücadelesini eczacı terazisinde tartmaları, ayağı kalkan kitlelerin nereye kadar gideceği konusunda kötümser tablolar çizmeleri, DÖB’e yabancıydı. Bu yanıyla gençliğin TKP’nin mirasından kopup gerçekten devrimci bir gelenek oluşturma sürecinin başlaması DÖB’le olmuştur demek doğru bir saptama olur.
İkinci farka, “sosyalizm” sorununa gelince burada da önemli farklılık vardır. FKF yukarıda belirttiğimiz gibi, Kruşçevci revizyonizmden feyiz almaktadır ve politik tutumu da “barış içinde geçiş”, “kapitalist olmayan yoldan sosyalizme geçiş”, “parlamenter yoldan devrim” vb. gibi revizyonist tezlere uygundur. Dahası genel olarak da Kruşçevci “sosyalizm” anlayışıyla biçimlenmiştir. DÖB ise, aynı kaynaktan etkilenmekle birlikte, “barış içinde sosyalizme geçiş”, parlamentarizm vb. konusunda Kruşçevciliğe açıkça bir tavır içindedir ve sürekli olarak, ötekilerin ağzına almak zorunda kaldıkları zaman pek iğreti duran DEVRİM’i en içten ve var gücüyle haykırmaktadır. Bu yüzden de sosyalizmi Kruşçevcilerden değil Vietnamlı (Ho Şi Mihn, Giap), Küba’lı (Castro, Che Guevara), Çinli (Mao Zedong, Lin Piao), Latin Amerikalı (Mariguella) devrimcilerden öğrenmişlerdir. Elbette Marks, Engels, Lenin, Stalin de okunmakta, onlara büyük ve içten bir saygı duyulmaktadır ama onları asıl yüreklerinden yakalayan çağdaşları, mücadelelerini heyecanlı bir roman gibi izledikleri ya da okudukları diğerleridir. Marksizm’i de asıl kaynaklarından çok bunların yorumlarından öğrenmek hoşlarına gitmektedir. (İşçi sınıfı mücadelesinin boyutu, M-L bir önderliğin olmaması ve bu genç devrimcilerin sosyal konumları göz önüne alındığında bu da çok doğaldı) Bu yüzden de DÖB kuşağı diyebileceğimiz devrimci kuşak, sosyalizminin esinlendiği odakların tutumunu izleyerek mücadeleci bir “sosyalizm” anlayışını benimsedi ve kaçınılmaz olarak da anti-emperyalizme fazlaca bulaşan bir sosyalizm anlayışına, ama çok radikal bir anti-emperyalist tutuma sahip oldu. Bu “sosyalizm” anlayışı, SB’yi izlediği politikalara bakarak revizyonist diye adlandırıyor, onların savunduğu sosyalizme kuşkuyla bakıyordu ki; bu, bu kuşağın sürdürücülerini sonraki yıllarda, revizyonizmin batağına çekilmekten koruyup Marksizm-Leninizm’e varmalarının başlıca dayanaklarından birisi olması bakımından çok önemliydi.
DÖB’ün (1970 ortalarına kadar Dev-Genç’in) öğrenci gençlik yığınları içinde saygınlığı, çoğu zaman sanıldığı ya da mahkûm edilmek için öyle gösterilmeye çalışıldığı gibi onun bir avuç militanının kahramanca bir eylem çizgisi izlemesinden değildi. Asıl neden DÖB’ün bir yandan anti-emperyalist mücadelenin en önünde yer alırken öğrenci gençliğin akademik sorunlarını küçümsememesi, ona sırtını dönmemesiydi. Tersine DÖB, geniş öğrenci gençlik yığınlarının akademik taleplerini savunmayı, onlar için mücadele örgütlemeyi çok ciddiye alıyor, bu taleplerle anti-emperyalist ve demokrasi taleplerini kendi basit yapısından umulmayacak bir ustalıkla birleştiriyordu, örneğin salt akademik talepler temelinde başlayan 1968 üniversite işgalleri, anti-emperyalist ve demokrasi taleplerinin yaygınlaştırılmasının da bir vesilesi oluyor; binlerce genç tartışmalara çekilerek, eğitim düzeni ile ülkedeki ekonomik ve siyasi düzen, emperyalizmin dayattığı bir düzen olarak eğitimin niteliği ve biçimi, demokratik ve sosyalist eğitimin ne olduğu üzerine ciddi bir propaganda ve ajitasyonun hedefi oluyordu. İşgal öncesi ve sonrası sayısız tartışmalara binlerce öğrenci katılıyor, değişik eylem biçimleri içinde taleplerini haykırmayı öğrenerek kendi güçlerini kullanma zeminini yaratıyordu. Bürokratik bir önderlik anlayışına sahip olmayan DÖB, bu mücadelelerde en önde yer alırken, hiçbir zaman yığınlarla birlikte yürümeyi göz ardı etmiyor, gençliğin ruh halini kavrıyor, kendi mücadeleci ruh halini gençliğe aktarma yolunu sezgisel bir biçimde de olsa buluyordu. Ama bunu yaparken DÖB, ne geri bilince teslim oluyor, pasifizmin teorisini yapıp yığınların inisiyatifini engelliyor, nede yığınların ruh halini ve mücadele isteklerinin durumunu göz ardı ediyordu. DÖB, yığınları harekete geçirmek için hiç bir fırsatı kaçırmadığı gibi, kaba slogancılık ve kendi eylemini yığınların eyleminin yerine koymaktan da özenle kaçınmaya çalışıyordu. Bu yüzden de, bugünün, kitle çalışması ve kitle mücadelesini en gerilerin istemleriyle birleştirmenin teorisini yapan laf ebelerinin ve yığınların talepleri yerine kafasında tasarladığı üç beş sloganı geçirip, kendi eylemini yığının eylemi yerine geçiren iradeci, “öncü savaşçıların” çeyrek yüzyıl öncesinin DÖB’ünden öğrenmeleri gereken hala çok şey vardır.
Bugünkü ‘öğrenci gençlik hareketi ve onun önderliğine soyunanların, DÖB’ün yukarda sözünü ettiğimiz üstü örtülmüş mirasını kavrayıp özümsemesi çok önemlidir. Dahası DÖB’ün yığın ve önderlik arasında kurmayı başardığı bağı, buyuruculuğu, bürokratizmi reddetme tutumunu benimsemedikçe gerçek bir öğrenci gençlik hareketini yaratamayacağı anlaşılmak zorundadır. Bu başarılamadıkça gençlik mücadelesi bugün içinde bulunduğu handikaptan çıkamayacaktır. Bunlar, bugün DÖB’ün öğrenmeye çalışmamız gereken deneyimidir. Ve DÖB bunu bir kaç yıl içinde başarmıştır. Ancak DÖB, sadece bu olumlu yanlarından ibaret değildir. DÖB, bürokratizmi, buyuruculuğu reddederken önderliğin örgütlenmesini de (bu durumun teorisini yapmamakla birlikte) reddeden bir konumda olmuştur. Bu yüzden de örgütsel birlikten çok, aralarında sıcak mücadele “dostlukları doğmuş, çok dar bir çekirdek etrafında toplanan gevşek bir çevre örgütü görünümündedir. Dahası pratik içinde ve pratik için gerçekleştirilen bu örgüt, ideolojik ve politik olarak yığınları kazanma bakımından belirlenmiş bir amaca sahip değildir. Başka türlü de olamazdı. Çünkü bu genç ve inançlı devrimcilere yol gösterecek gerçek bir devrimci komünist partisi yokluğu ve geçmiş gençlik hareketinin onların karşılaştığı bu sorunları çözecek bir deneyim bırakmamış olması DÖB’ün başlıca handikabıydı.
Öte yandan DÖB, genel olarak bir emekçi-öğrenci gençlik hareketi olarak doğup gelişen hareket değil, bir öğrenci gençlik hareketiydi ve bundan kaynaklanan pek çok zaaflar da taşıyordu. Sorunun bu yanına bir sonraki yazımızda değineceğiz.
Kuşkusuz DÖB deneyimi, sonuna kadar varmamış bir süreçtir. Bu yüzden de onun zaaflarını ve basanlarım kendi koşullarında ve olguları ortaya çıktığı kadarıyla değerlendirmek olanaklıdır. Ama bu süreç Dev-Genç’te sürüp olgular daha açık bir biçimde ortaya çıkar.
Günümüz devrimci ve komünist gençlik hareketinin bugün gençlik yığınlarından kopukluğu ve yığınları mücadeleye çekmekte karşılaştığı sorunlar göz önüne alındığında, sözünü ettiğimiz DÖB’ün olumlu özelliklerinden öğrenecekleri çok şey vardır.
“Yazımızın ikinci bölümünde 1968’den 12 Mart 1971’e gençlik eylemini konu edip bu dönem mücadelesinin dersleri üstünde duracağız. (Sürecek
Ekim 1991