Gençlik mücadelesi ve bazı dersler (2)

Bu yazının birinci bölümünde gençlik mücadelesinin 1968’e gelen ana çizgileri üstünde durmuş, sonraki yıllarda mücadelenin gidişatını önemli ölçüde etkileyecek olan eğilimlere değinmiştik.
Bu bölümde, “1968 gençlik hareketi” olarak dünya ölçüsünde ünlenen mücadelenin Türkiye ile ilgili yanma değinip, bu dönemin günümüz açısından önem taşıyan özelikleri üstünde duracağız. (’68 eylemleri olarak bilinen gençlik eylemleri, Avrupa ve Amerika’da kısa bir sürede bastırılmasına karşın, Türkiye’de 1971 12 Mart darbesine kadar sürmüştür. Bu yüzden de burada biz, dönemi 1968’le sınırlı tutmayıp, 4 yıllık dönemin bütününü inceleyeceğiz. Yazı içinde de birer birer olaylar söz konusu olmadıkça, “1968” derken bütün bu 4 yıllık dönemi niteleyeceğiz.)

1967’DEN 1971’E GENÇLİK MÜCADELESİ

1966’dan itibaren uç vermeye başlayan, 1967’de şekillenen ve 1968’den itibaren devrimci, kitlesel ve bağımsız bir nitelik kazanarak ilerleyen gençlik mücadelesi, iniş çıkışlarla, zaaflarının ve olumluluklarının giderek daha açık bir biçimde ortaya çıkmasıyla birlikte 12 Mart darbesine kadar sürer.
Türkiye gençlik mücadelesinin en kitlesel ve en yoğun mücadelelere sahne olan bu dönemi, kuşkusuz sayısız derslerle dolu olan bir dönemdir. Bu yüzden de üstünde özel olarak durmayı hak eder.
Döneme bir bütün olarak bakıldığında, kendisini önceki ve sonraki gençlik mücadelelerinden ayıran iki önemli özellik çok açık görülür. Birincisi; mücadelenin kitleselliği, ikincisi ise; öne çıkan bir anti-emperyalizm ve ona bağlı bir anti-faşist mücadele.
1968’in “arka plan”ı
Yazımızın bir önceki bölümünde, 1968’e gelen süreçte ortaya çıkan örgüt biçimleri ve anlayışlar üstünde durmuştuk. Ama bütün bu gelişmelere dayanak olan, daha doğrusu yığınların mücadeleye çekilmesine zemin olan yan üstünde durmamıştık. Bu yüzden de burada öncelikle bu yan üstünde duracağız.
Döneme bakıldığında iki tip gençlik örgütünün var olduğu görülür: Birincisi, daha çok çeşitli siyasi eğilimlerdeki öğrencilerin içinde yer aldığı anti-faşist, anti-emperyalist bir “program” etrafında biçimlenmiş (FKF, DÖB ve daha sonra da Dev-Genç) siyasal nitelikli gençlik örgütleri. İkincisi ise, çeşitli üniversite, fakülte ve yüksek okullardaki öğrenci dernek ve birlikleridir.
Bugünden bakıldığında siyasal türden örgütlerin ön planda olduğu görülürse de, soruna daha yakından bakıldığında bu siyasal gençlik örgütlerinin asıl gücünün birimlerde örgütlü olan akademik nitelikli gençlik örgünlerinden geldiği daha iyi fark edilir.
Şöyle ki;
Bu dönemde, fakülte ve yüksek okullardaki öğrenci dernekleri kitleseldir. Bütün öğrenciler, daha üniversiteye kayıt yaptırırken aynı zamanda derneğin de üyesi olurlar. Bu durum dernekleri her öğrencinin gözünde meşru ve kendisinin bir örgülü olduğu imajını güçlendirirken, demeğin saygınlığını da artıran bir etken oluyordu. Demokratik bir biçimde gerçekleşen kongrelere öğrenci kitlesinin oldukça büyük bir kesimi katılıyor, yönetimler belirli görüşler arasında bir mücadele ile oluşuyordu. Sadece bir kongre gününün değil, bir kaç aylık bir zaman dilimine yayılan kongre çalışmaları boyunca tartışmalar, öğrenci gençliğin kitap, ders, sınıf geçme sorunlarından ülke ve dünyadaki gelişmelere kadar uzanarak derinleşiyordu. Sonuçta öğrenciler kongrede, tartışmalar içinde oluşan görüşler doğrultusunda, oy kullanarak yönetimleri belirtiyorlardı. Kongreden sonra muhalefetle kalan görüş, bir yıl sonraki kongreyi almak için kendince bir muhalefet sürdürüyor, ama derneğin aldığı kararlar ve yaptığı çağrılara da uymak zorunda kalıyordu. Aksi halde, yığınların gözünde, meşruiyetini yitireceğini düşünüyordu.
Öğrenci derneklerinin böylesi kitlesel ve demokratik işleyişinden en çok devrimciler yararlandılar. Çünkü varolan düzenin hiç bir şey vaat etmediği gençlere, onlar yeni bir şey söyleme olanağına sahipli. Dahası gençliğin taleplerinin en radikal savunucularıydılar ve gençlerle doğru bağlar kurup geliştirme becerisini gösterdiler. Bu yüzden de, 1960’lann ortalarında sosyal demokratların, cuntacıların ya da dinci-faşist çevrelerin ellerinde bulunan dernek yönetimleri bir kaç yıl içinde büyük çoğunlukla devrimcilerin denetimine geçti. Sosyal demokratlar kısa zamanda varlıklarını yitirerek tecrit olurken (Kimi yüksek okullarda Fikir Kulüplerini örnek alarak Sosyal Demokrasi Derneklerini kurdular ve tecritlerini tescil etmiş oldular.) kongrelerde bir muhalefet grubu olma şansını bile yitirerek devrimci harekelin peşinden sürüklendiler. Giderek sosyal demokrat olduklarını bile inkâr eden bir konuma düştüler. Dinci-faşist çevreler ise; yöneticiler ve hükümet desteğini arkalarına almalarına karşın yükselen öğrenci mücadelesi karşısında tutunamadılar. Ellerindeki yönelimlerin bir bir düşmesi karşısında okul binalarındaki dernek oda ve lokallerini kilitleyip ortada görünmemeyi yeğlediler. Bunlardan birçoğu fiilen devrimci öğrencilerin eline geçti ve fiili yönelimlerle sürdürüldü. Öğrenci kitlesi içinde iyice tecrit olan dinci-faşist çevreler, dernek yönetimini elinde tutmak için, gazetelere gerçekle olmayan adreslerde kongre ilanı verip, polisle anlaşarak, hamamda, minibüste ya da bir evde gizlice “kongre” yaparak derneğin resmi temsilcileri olmayı sürdürmeye çalıştılar. Böylesi komik yöntemlerle varlık olarak kalma onları daha da tecrit etli, kimsenin ciddiye almadığı küçük gruplara dönüştürdü. (Dinci-faşist çevreler çoğu zaman derneğin kongre ilanını hiç okunmayan bir mahalli gazeteye veriyorlardı. Öğrenciler bunu bir biçimde öğrenip verilen adrese gittiklerinde; boş bir arsa, ya da lalettayin bir ev, bir işyeriyle karşılaşıyorlardı. Bir süre sonra da kongrenin bir hamam, bir kahve, hareket halinde bir minibüste ya da benzer bir biçimde ilgisiz bir yerde yapıldığını öğreniyorlardı. Devrimcilerin yaptıkları kongrelerde kılı kırk yaran hükümet komiserleri gericilerin bu sahte kongrelerini hemen onaylayarak derneklerin işlemez hale gelmesi için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu durumda bile, asıl dernek yönetimi devrimci gençlerin ellerine geçiyor, idare de ister istemez fiili yönetimlerle muhatap olmak zorunda kalıyordu.)
Devrimci öğrencilerin başarısı iki nedene dayanıyordu: (1) Devrimci öğrenciler, öğrenci derneklerini birer birim örgütü olarak ciddiye alıyorlar, demek içinde aktif görevler alarak öne çıkıyorlar, gençlik mücadelesine yan çizen yönelimlere karşı yığınların taleplerinden, kalkan bir mücadele yunuyorlardı. (2) Öğrenci gençliğin akademik taleplerini küçümsemiyorlar, yığınları bu talepleri doğrultusunda ayağa kaldırarak gerici yönetimlerin niyet ve tutumlarının açığa çıkmasını sağlayabiliyorlar, dahası izlenen devrimci bir eylem çizgisiyle gerici yönetimleri tecrit ediyorlardı. Burada asıl dayanak gençliğin istemlerini bilmek ve onların ruh hallerini kavrayarak gidebilecekleri yere kadar onlarla yürümekti. Bu yürüyüş çoğu zaman önceden kestirilemeyecek kadar ileri bir noktaya varıyordu.
Devrimci öğrencilerin, öğrenci taleplerine içten sahip çıkmaları ve öğrenci dernekleri içinde yürüttükleri faaliyet, onların geniş öğrenci yığınlarını mücadeleye çekmesinde başlıca dayanak oluyordu. Bu durum, akademik mücadeleye kitlesellik kazandırırken, aynı zamanda da DÖB, FKF ya da Dev-Genç’in genişlemesi için sınırsız bir kaynak oluyordu.
Öte yandan devrimci gençler, öğrenci gençlik içinde yoğun bir anti emperyalist ajitasyon yürütüyorlar, dahası öğrenci talepleriyle anti-emperyalist talepleri birleştirerek geniş kesimleri anti-emperyalist talepler doğrultusunda harekete geçirerek öğrenci yığınlarının devrimci siyasi bilinçle hızla donanmasına da özel önem veriyorlardı. Bazen bir eylem çok basit bir akademik taleple başlıyor, ama kısa zamanda anti-emperyalist, anti-faşist bir gösteriye dönüşebiliyordu. Ya da anti-emperyalist amaçlı bir eylem içinde okul idaresine karşı talepler de yer alıyordu.
Örneğin, ünlü 1968 üniversite işgalleri, akademik taleplerle başlamıştı. Başlangıçta öne sürülen talepler üniversitelerde yönetime katılma, derslerin sayı ve türlerinin belirlenmesinde öğrencilerin de söz sahibi olması, öğrenim koşullarının iyileştirilmesi ve okullardaki sosyal hizmetlerin ihtiyaca yeter bir düzeye getirilmesiydi. Ama polis ve hükümetin baskılan ile eylemin kapsamı genişlemiş, anti-emperyalist ve demokrasi talepleri haykırılarak işgaller sürmüştü.
Kısaca söylenecek olursa; dönemin öğrenci gençlik mücadelesinin arka planında, geniş öğrenci yığınlarını kucaklayan öğrenci dernek-birlikleri ve bu dernekler içinde faaliyet gösteren devrimci öğrencilerin öğrenci taleplerine sahip çıkışı ve öğrenci yığınlarını harekete geçirmek için gösterilen çaba vardır.
Bu neden belki öğrenci hareketini açıklar ama dönemin yüksek anti-emperyalist mücadele düzeyini açıklamaz. Bu yüzden de arka planı açıklamak için burada bir etken, ama çok önemli bir elken üstünde durmak gerekiyor. Bu etken ise; yazımızın birinci bölümünde değindiğimiz Küba ve Vietnam devrimlerinde uçlaşan, bütün dünyada esmekte olan anti emperyalist fırtınadır.
Tepeden tırnağa silahlı emperyalist orduların dünyanın çeşitli köşelerindeki ulusal kurtuluş mücadeleleri karşısında geri adım atması, Vietnam halkının ABD’ye karşı yürüttüğü kahramanca mücadele, sadece geri ülkelerin gençliğinin gönlünü fethetmekle kalmamış, emperyalist ülkelerin gençliğini bile etkilemişti. ABD’den Fransa’ya, Kanada’dan Almanya’ya, İsveç’e kadar bütün büyük kapitalist ülkelerin gençliği, kapitalizmde gelecek görmeyerek, onu reddeden bir tutum içindeydi. On binlerce genç anti-kapitalist sloganlar haykırarak, Che, Ho Şi Minh posterleriyle sokaklara dökülmüştü. Vietnam’da, Vietnamlılara karşı savaşan ABD askerleri ABD’nin büyük kentlerinde de kendi gençlerine karşı silah kullanıyor, Fransa’da, Almanya’da polis göstericilerle başa çıkamayınca askerle müdahale ediyordu. Özellikle gösterilere işçi yığınlarının da katılması Fransa’da De Gouelle’ün istifasına varan siyasi gelişmelere yol açtı. Ne var ki, Batı’nın revizyonist komünist partileri gençlerin kapitalizme tepkilerini ve anti-savaş tutumlarını desteklemek yerine düzenin saflarına geçerek gençleri, anarşizm, goşizmle suçlayarak mücadeleyi arkadan hançerliyorlardı. Öndersiz gençlik yığınları, bir yandan tavizlerle, bir yandan polis baskısıyla denetim altına alındılar ve Batı’daki gençlik mücadelesi nispeten kısa bir dönemde “uysallaştırılabildi.”
Burjuva ideologlar ve politikacıları, komünist partilerin aymazlığı karşısında, kendi dünyalarına karşı olan bu devrimci gençlik başkaldırısını bile lehlerine çevirdiler: komünist partileri ve onların etkinliğindeki işçi sınıfının gençlik mücadelesine sahip çıkmamasını bahane ederek, “yeni sınıf kuramları geliştirmeye koyuldular. “Artık işçi sınıfı devrimci değildir, asıl devrimci olan gençliktir” görüşü etrafında çeşidi kuramlar icat ettiler, sözde ilerici, “derin” tezler geliştirdiler.
Batı gençliği içinde kapitalizme karşı bir güvensizlik, 2. savaş sonrası sosyalizmin başarılan sonucu olarak, zaten vardı. Ama gençler bunu, kapitalizmin nimetlerini, onun aile, mülkiyet ve çıkar ilişkilerini reddederek gösteriyorlardı. “Hippilik”,” komünal yaşam” biçimindeki pasifist direnişler, “asi gençlik çeteleri” kurup amaçsız bir serseri yaşamı sürmek, “sapkın mezheplere” katılmak gibi tulumlarla kapitalizme ve onun öğütlediği yaşam tarzına sırt dönüyorlardı. Bu tepkiyi biçimlendiren ve 68’de patlamasına yol açan dünya üstündeki anti-emperyalist cereyandı. Ama bu cereyanın etkisi sadece gelişmiş kapitalist ülkeler gençliğini değil, geri kalmış ülkelerin gençliğini de derinden etkiliyordu. Üstelik geri kalmış ülke gençliklerinin ayaklanmak için batı gençliğinden çok daha fazla nedenleri vardı. Bu yüzden de Türkiye’deki gençlik mücadelesi anti-emperyalist mücadelelerden Batı gençliğine göre farklı bir etkilenme içine girdi ve geniş gençlik yığınlarının anti-emperyalist mücadelesi daha keskin, daha uzun soluklu ve yüzü sosyalizme daha fazla dönük bir mücadele oldu. İşte ‘68 gençlik mücadelesinin arka planını oluşturan ikinci etken bu anti-emperyalist cereyandı.
Akademik talepler için ayağa kalkan gençlik yığınları bütün dünya gençliğini de derinden etkileyen anti-emperyalist eğilimle birleşince fırtınalı bir gençlik mücadelesi dönemini açmış oldu. İşgaller, boykotlar, mitingler, gösteriler, fabrika ve toprak işgallerine destek, grev ve küçük üretici gösterilerine katılma dönemiydi bu dönem. Bir kuşak öğrenci gençlik bu mücadele içinde yetişti. Öndersizlik ve egemen sınıfların terörü karşısında bazen sağa bazen sola savruldu, ama bugünün gençliğine de değerli bir deneyim hazinesi bıraktı.
68 gençlik mücadelesi ve Dev-Genç
Bu yazının bir önceki bölümünde Dev-Genç’in oluşumuna gelen süreç içinde FKF ve DÖB gibi iki farklı geleneğin ortaya çıktığını, Dev-Genç’in de bu iki farklı eğilimi içinde birleştiren bir örgüt olarak biçimlendiğine vurgu yapmıştık. Burada bu farklı eğilimlerin Dev-Genç içindeki gelişim süreci üstünde duracağız. Ama öncelikle de, dönemin gençlik mücadelesinin daha önce yeri geldikçe değindiğimiz kimi özelliklerine gençlik mücadelesinin geliştiği ülkedeki siyasi koşullara kısaca göz atmakta yarar olacaktır.
1960’ların ortalarından itibaren kendisine sosyalist diyen eğilimler kutuplaşmaya başlamıştı. Bir taraf TKP geleneğinin sürdürücüsü durumundaki reformist-parlamentarist TİP etrafında toparlanırken diğer taraf MDD tezini savunuyordu. M. Belli’nin başını çektiği cuntacı-revizyonist MDD’nin önde gelenleri TİP’e tepki gösteren gençliğin ileri unsurlarına çengel atmak için onların mücadelesini onaylar bir tutum takındılar ve bir kaç yıl süreyle de bu devrimci gençlik kesimlerini peşlerinden sürüklemeyi başardılar. 1968’lere gelindiğinde gençlik mücadelesi içinde yer alan ileri gençler MDD etrafında toplanmış bulunuyorlardı. Gerçekte ortada sosyalist terminolojiye bulanarak kaleme alınmış Kemalist-cuntacı bir tek MDD tezi olduğu halde, aynı tezi benimsediğini öne süren ama değişik mücadele anlayışlarına sahip bir kaç eğilim vardı. Bu yüzden de görünüşte bir bütünlük var gibi görünmesine karşın gerçekle kısa bir süre sonra birbiriyle uzlaşamayacak eğilimler bir arada bulunuyordu. Kaşarlanmış MDD’cilerin herkesin nabzına göre şerbet vermesi durumu iyice karmaşık hale getiriyordu. Örneğin, Aydınlık sayfalarında, Doğu Perinçek ve yandaşı Şahin Alpay 6-7 Haziran olaylarını “anarşist bir eylem”, “anayasa sınırlarını çiğneyen bîr eylem” olarak lanetlerken, M. Belli eyleme övgüler dizip gençlerin gönlünü kazanmaya çalışabiliyordu. M. Beli gibi eski, D. Perinçek gibi “yeni” revizyonistlerin bütün sağa çekme çabalarına karşın gençlik önderleri nispeten kısa sürede kendi yollarını buldular. Bu sağcı, reformist, cuntacı çabalara tepki olarak kendilerine Che, Kastro, Marigella gibi küçük burjuva devrimcilerini önder seçtiler ve onların görüşleri doğrultusunda bir mücadele çizgisini benimsediler.
1960 ortalarından itibaren açıkça ayrışma sürecine giren TİP-MDD saflaşmasından ikinci saflaşma, 1969 sonlarında reformcu-devrimci ayrışması biçiminde gerçekleşen Perinçek ve yandaşlarının ayrışması oldu. Cuntacılıktan reformculuğa her konuda Perinçek’le aynı görüşlere sahip M. Belli ve yandaşları ise; basit bir ticari hesap yaparak Perinçek’i yarı yolda bırakarak devrimci gençlik önderlerinin safında bir yıl daha kalmayı başardılar. ‘70 sonlarına doğru ise; M. Belli tutumunu nihayet açıkça ortaya koyarak, “sol” cuntaya oynayan tulumunu açığa vurdu. Aynı zaman dilimiTHKO ile THKP-C ayrışmasının da süreciydi ve sonraki yıllar mücadelesine damgasını vuracak bir gelişme olması bakımından da ayrıca önem taşır.
Kısaca söylemek gerekirse, MDD’ci teorisyenler için gençlik toplumun “zinde güçlerinden” birisiydi, (diğerleri ordu ve aydınlar). Bu yüzden de sonraki yıllarda gelişen mücadeleyi de önemli ölçüde etkileyecek gelişmeler ve saflaşmalar en canlı biçimde gençlik içinde yaşandı. Bunun olumsuz etkilerine biraz aşağıda değineceğiz.
Öte yandan 60’lı yılların sonu işçi ve emekçi sınıflar mücadelesinin ülke tarihinde ilk kez sokağa taştığı yıllardı. Fabrika işgalleri, grevler, gösteriler anti-faşist, anti-emperyalist eylemler ve toprak işgalleri, üretici gösterilerinin son derece yaygın olduğu yıllardı. Bu durum devrim tutkusuyla yanan öğrenci gençler için ayrı bir coşku etkeniydi. Devrimci gençlik saflarına katılan her genç, işçi, köylü ve diğer emekçilerin mücadelesine katılmak için, belki bugün acemice sayılacak, yol ve yöntemler bulmaya çalışıyor, buluyordu da. En önemlisi de bu katılış çok içten ve hiç bir günlük çıkar gözetilmeden gerçekleşiyordu. Bir fabrika işgali o gün en azında derslerin boykot edilerek desteklenmesi biçiminde bir gelişmeye yol açarken, uzak bir köydeki toprak işgaline destek vermek için onlarca öğrenci yüzlerce kilometre yol kat etmeyi göze alabiliyordu. Başlayan bir grev ya da işgal edilen bir fabrikanın ilk ve sonuna kadar ısrarlı ziyaretçileri öğrenci gençler oluyor, bir kaç işçiyle yaptığı sohbet ya da onlara yaptığını düşündüğü yardımın hazzıyla coşuyorlardı. Hele işçiler onların anlattığı kitabi bilgiler doğrultusunda bir şeyler söylemişse bu coşku bildiriler ve bültenlerle bütün öğrencilerle paylaşılıyor, gelecek güzel günlere ve işçi sınıfının devrimci niteliklerine güven yeniden yeniden tazeleniyordu.
Kısacası devrimci düşünceyi yeni yeni, Marksist klasiklerden ve Marksizm’in çeşidi yorumcularının kitaplarından öğrenmeye başlayan gençler bu güzel dünyayı işçi ve emekçilerin dünyasında bulmaya çalışıyor, bu yüzden de emekçi sınıfların mücadelesine içten, sıcak bir ilgi duyuyorlardı. Hiç kuşkusuz bu yöneliş son derece olumluydu, ama bu yönelişi değerlendirip disipline edecek, çabaları, deneyimleri biriktirip yönlendirecek bir sınıf partisi yoklu. Bu iddiayla ortaya çıkanlar ise genç devrimcilerde hayal kırıklığı ve karamsarlık yanmaktan başka bir işe yaramıyorlardı. Süreç ilerledikçe bu durum, devrimcilikte ısrar edecek kadar bir bilinç ve inanca sahip olanları yığınlardan kopuk bir eylem çizgisine sürüklerken, henüz bu bilinç düzeyine varmayanları ise lümpenlikten, düzenle bütünleşmeye yönelmeye varan değişik tutumlara itti.
İşte Dev-Genç bütün bu gelişmelerin yaşandığı bir laboratuar işlevini yerine getirdi.
Dev-genç, 1969 ortalarında kurulduğunda, doğal olarak heterojen yapılı bir gençlik örgülüydü. İçinde değişik siyasi eğilimleri barındırıyordu. Ve gençlik mücadelesi içinde yer alan hemen bütün ileri unsurlar Dev-Genç’in çatısı altındaydı. Bu durum ona öğrenci gençlik içinde önemli bir saygınlık kazandırıyordu. Dahası devrimci öğrenci gençlik mücadelesi ilk kez bu ölçüde merkezileşebilmişti.
Dev-Genç ikili bir yapı üstüne oturuyordu. Birincisi, Merkez Yürütme Kurulu ve belli başlı üniversitelerin bulunduğu kentlerde Bölge Yürütme Kurulları ve üniversitelerde yasal statüye sahip olmayan üyelerden oluşan gruplar. İkincisi ise fakülte ve yüksek okulların Dev-Genç’li öğrencilerin yönetimde etkin oldukları dernekler. Bu, ikinci kategorideki derneklerin, elbette yasal bakımdan Dev-Genç’le bir ilişkisi yoktu, ama politik çizgi ve mücadeleye katılma doğrultuları Dev-Genç’le paraleldi. Buna karşın bu dernekler, Dev-Genç’in öğrenci gençlik mücadelesi içinde faaliyetinin, gençlik yığınlarını seferber çimenin en önemli dayanaklarıydılar.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, öğrenci derneklerinin yönelimlerinin devrimci öğrencilerin yönetimine geçmesi Dev-Genç’in resmen kuruluşunun öncesindeki süreçte gerçekleşmişti. Bu yüzden de Dev-Genç resmen kurulduğunda geniş gençlik yığınlarını harekete geçirebileceği mekanizma da hazırdı. Kuruluşunun başında Dev-Genç bu mekanizmayı olumlu bir biçimde değerlendirdi ve yığınsal öğrenci eylemleri ve anti-emperyalist gösteriler düzenleyebildi.
Dev-Genç bir öğrenci örgülüydü. Hem dayandığı kitle hem de amaçları bakımından perspektifi öğrenci gençlik mücadelesiyle sınırlıydı. Ama yukarıda da belirtildiği gibi fiili durumu bir blok partisi gibiydi. Ve değişik siyasi eğilimlerin dolaysız çatışma alanıydı. Daha kurulduğu andan itibaren de bu olumsuz etken kendini duyuruyordu. Kısa süre sonra, bu etken Dev-Genç’i asıl uğraşından alıkoyacak kadar belirleyici olmaya başladı. Yönetim düzeyindeki parçalanmalar en alt tabana kadar hızla etkili oldu. Grupçuluk, adam kollama, öğrencilerin taleplerinin küçümsenmesi, öğrenciliğin küçümsenip yanlış bir profesyonellik anlayışının yüceltilmesi, Dev-Genç adının fetişleştirilip yığınların, taleplerinin görmezden gelinmesi vb. eğilimleri hızla güç kazandı.
Öte yandan polisin öğrenci gösterilerine karşı baskısını artırması ve önder öğrencileri öldürmeye varan tutumu ve gerici-faşist öğrenci çevrelerinin hükümet ve polis tarafında kışkırtılması, dincilerin “toplu namazlardan” sonra öğrencilere, üniversite binalarına saldırmaya varan eylemleri, öğrenci derneklerinin gericilerin polis desteğinde sahte kongrelerle resmen iki başlı hale getirilip kapatılması ya da işlemez hale getirilmesi, Dev-Genç’in yığınların taleplerini göz ardı eden, onların nabzını gözetmeyen tutumuyla birleşince Dev-Genç giderek varlığının nedeni olan öğrenci yığınlarından kopmaya, yer yer de yığınlara karşı bir konuma düşmeye başladı. Bu durum gericilerin ve polisin işini kolaylaştırdı; polisin baskısı arttıkça da yığınlarla ileri öğrenciler arasındaki bağ aşındı.
70′ ortalarına gelindiğinde Dev-Genç öğrenci gençliği temsil yeteneğini önemli ölçüde kaybetmişti. Bu yapısında da artık açıkça görülür hale gelmişti.
Her şeyden önce, DÖB’den söz ederken değindiğimiz, öğrencilerin taleplerini içten benimseyip, onlar için yığınları mücadeleye çeken, anti-emperyalist ve anti-faşist talepler için yığınların nabzını elinde tutan gençlik önderi tipi, yerini, öğrencilikle hiç bir ilgisi kalmamış, öğrencilerin taleplerini küçümseyen, öğrenci derneklerini yığınları harekete geçiren bir mekanizma değil parası ve olanaklarından yararlanılan, küçümsenen örgütler olarak gören, kendisini sözde profesyonel devrimciliğe atamış, ama bütün gününü kantin köşelerinde laklakla geçiren, öğrencileri ‘hot-zot’la hizaya getirmeyi iş edinmiş, arada bir korsan gösteri ya da bireysel kimi eylemlere katılarak kendisini tatmin eden “yeni” bir “devrimci genç” tipi Dev-Genç’e egemen olur hale gelmişti. Bu yığınlardan kopuk sözde profesyonellik kendisini profesyonellik yozlaşması olarak ortaya koydu: Asık surat, herkese tepeden bakma, sıradan öğrencileri küçümseme, öğrenci taleplerinin yerine kendi kafasındakileri geçirme, asalaklık, zorbalık, dedikoduculuk, ilIegalitecilik oynayarak etrafa hava atmak, ahlaki çöküntü vb. vb. gibi.
‘68-69’la ‘70 kıyaslandığında eylemlerde de önemli farklılık görülür: ‘68-69 eylemlerinin niteliğini belirleyen, her şeyden önce (akademik olsun anti-emperyalist eylemeler olsun) kitleselliğidir. Bu eylemlere geniş kitleler katılırken, katılmayanların da gönül desteği vardır. ‘70 ortalarından itibaren bu durum değişir, daha küçük grupların, çoğu kez de Dev-Genç üyelerinin bile bir bölümünün katıldığı korsancılık, göstericilik asıl eylem biçimi olarak ortaya çıkar. Öğrenci boykotları bile bir kaç kişinin verdiği kararla uygulamaya sokulan, yer yer zorun da içine girdiği yöntemlerle hayata geçirilen eylemler olur. Kitleleri harekete geçirmenin yerini göstericilik, yığınların talepleri yerini Dev-Genç’in adının reklâm edilmesi alır. Burjuva basını, devrimci gençlik hareketini kendi lehlerine kullanmak isleyen cuntacılar bu eğilimi kışkırtırlar. Bu durum geniş öğrenci yığınları içinde hoşnutsuzluğu artırıcı, Dev-Genç’in saygınlığına gölge düşürücüdür. Ama bu gerçek görülüp doğru bir yönelişe girmek yerine öğrencilerin kaypaklığı, küçük burjuvalığı, “küçük burjuvazinin güce taptığı” vb. gibi genel saptamalarla zevahiri kurtarmak yolu seçilir. Çünkü “yeni” devrimci tipin sosyal konumu buna uygundur. Onlar, yığınları kazanmak için sürdürülmesi gereken her günkü ajitasyon faaliyetiyle uğraşamayacak kadar “meşgul”dürler, değerli zamanlarını küçük-burjuva öğrencileri ikna etmek için harcamak “devrime” zarar verirdi!
12 Mart darbesiyle gençliğe karşı girişilen yıldırma kampanyasında ise, bulundukları mevziiyi terk edip “uslu öğrenciler” olarak “fırsatı” değerlendirenler, okulları bitirip düzene uyum sağlamaya ilk yönelenler bu sözde profesyoneller oldu.
Dönemin gençlik mücadelesi ve örgütlenmesinin başlıca özellikleri
‘68 dönemi, kendisinden önceki ve sonraki yıllarla kıyaslandığında şunlar söylenebilir;
1) Bu dönemin gençlik eylemi kendisinden önceki ve sonraki dönemlerde hiç olmadığı kadar kitleseldir. Gerek akademik gerekse anti-faşist, anti-emperyalist gençlik eylemlerine öğrenci kitlelerinin büyük çoğunluğu katılmıştır. Döneme damgasını vuran, militan öğrenci önderleri ve sonradan bunlar tarafından oluşturulan Dev-Genç’tir. Özellikle Dev-Genç’in kurulmasından itibaren öğrenci gençlik mücadelesi az çok bir merkezdik kazanarak politik bakımından da etkisini yaygınlaştırmıştır. 1969-70 yıllarında öğrenci gençlik ve kamuoyu gözünde saygın bir yere sahip olmuş, ‘70 ortalarından itibaren de saygınlığını yitirdiği bir sürece girmiştir.
2) Öğrenci kitlelerinin asıl örgütlendiği örgütler öğrenci dernek ve birlikleri olmuştur. Yönelimlerin devrimcilerin denetimine geçmesinden sonra bu örgütler, “çaylar”, “tanışma toplantıları” düzenleyen kurumlar olmanın ötesine geçerek, öğrenci yığınlarını akademik ve siyasi mücadeleye çekmenin araçları olarak son derece önemli ve olumlu bir rol oynamışlardır. Dernek ve birlikler, öğrenci taleplerine sırtlarını dönmedikleri ve öğrenci yığınlarıyla bağlarını koparmadıkları her yer ve zamanda bu işlevlerini başarıyla yerine getirirken, taleplerden değil de masa başında belirlenen “ihtiyaçlardan” kalkılmasının alışkanlık haline getirildiği her yer ve dönemlerde ise işlevlerini yitirmiş, Dev-Genç’in göstermelik şubelerine dönüşmüşler, böylece de kendilerinden beklenen yarar elde edilememiştir.
Dev-Genç’in yığın harekelini kucaklaması da, yukarıdaki duruma bağlı olarak, başarılı ya da başarısız olmuştur. Dernek ve birliklerin işlevsizleştiği yerlerde Dev-Genç de etkinliğini yitirerek bir avuç devrimci gencin “örgütüne”, gençlik mücadelesi de salt devrimci gençlerin gösterilerine dönüşmüştür.
3) Bu dönemde gençlik mücadelesi yüksek öğrenim gençliğinin katıldığı bir mücadele biçimindedir. Gerçi çeşidi il ve ilçelerde kültür dernekleri ya da devrimci gençlik dernekleri gibi mahalli örgütlerde ortaya çıkmıştı, ama bunların emekçi gençliğe yönelik bir çalışmaları olmadığı gibi Dev-Genç’le örgütsel bir ilişki içinde değillerdi. Dahası Dev-Genç, işçi grevlerine ve gösterilerine, toprak işgallerine ve üretici mitinglerine yakın bir ilgi gösteriyor ve bunlara katılıyordu; hatta kendisi grev ve mitingler örgütlemek için çalışıyordu, ama işçi ve köylü gençliği örgütlemek gibi bir amaç taşımıyor, onların talepleri etrafında bir mücadele örgütleme perspektifine sahip değildi. Bu yüzdende Dev-Genç bütün popülerliğine karşın devrimci-demokrat, anti-emperyalist bir yüksek öğrenim gençliği örgütü olarak kaldı. Bunu aşmak için de hiç bir çaba göstermedi. Çünkü o dönemde böyle bir perspektif yoktu gençlik mücadelesi içinde.
Bu küçük burjuva temel Dev-Genç’in başlıca zaaflarından biri olarak kaldı ve sonraki yıllarda da bu miras, özellikle THKP-C’nin çeşitli fraksiyonları tarafından, yüceltilip teorileştirilerek sürdürüldü. Bugün de sürdürülüyor.
Liseli gençlik içinde de yer yer kıpırdanmalar vardı, ama bunlar, bu dönemde, Dev-Genç’in ilgisi ve ilişkisi dışındadır.
4) Dev-Genç’in de, öncesi gençlik mücadelesinde olduğu gibi, en büyük handikabı işçi sınıfının partisinin yokluğu, onun yol göstericiliğinden yoksun olmasıydı. Gençler yollarını el yordamıyla kendileri bulmaya çalışıyordu. Yine dönemin bir özelliği olarak, Dev-Genç’in kendisi her bakımdan bir öğrenci gençlik örgütü olmasına karşın, bir gençlik örgülünden çok, bir “gençlik partisi” gibi hareket ediyordu. Öte yandan da çeşitli siyasi eğilimlerin çatışma alanıydı.. Bu koşullarda; cuntacı, revizyonist ve reformcu teorisyenlerin öğütleri Dev-Genç üstünde etkili oluyor, kendisinin üstesinden gelebileceği işlerde bile bu etkinin doğrultusuna göre sağa sola savruluyordu. Nitekim bu etkilenmenin sonucu olarak, bir yandan Dev-Genç’ten parti çıkarmak, daha doğrusu onu bir partiye dönüştürmek, bir yandan şehir gerillacılığı çabası içinde olan Dev-Genç’in son Merkez Yürütme Kurulu, 12 Mart darbesi arkasından yayımladıkları bildiri ile öğrenci gençliğin darbecilere tutum aldığı koşullarda, cuntaya açıkça, koşullu destek verebiliyordu.
5) Dev-Genç ve ‘68 deneyimi Kürt, Türk her milliyetten ülkemiz gençliğinin olumlu ve olumsuz yanlarıyla unutmaması gereken mirasıdır. Ama 12 Mart darbesi sonrasında yeniden yükselen gençlik mücadelesi içinde, Dev-Genç’in sürdürücüsü olduğunu iddia eden gruplar, bu dönemin sonlarında ortaya çıkan olumsuz mirası (grup çatışmaları, slogancılık, korsancılık, sözde profesyonellik, öğrencileri ve taleplerini küçümseme, sadece öğrenci gençlikle sınırlı bir gençlik mücadelesi anlayışı, bürokratizm vb.) alıp geliştirmiş, dönemin olumlu yanlarının (kitlesellik ve talepler etrafında, birimler temelinde örgütlenmiş örgütleri harekete geçiren mücadele anlayışını reddetmiş) üstünü örtmüşlerdir. Bu yüzden de 1973-80 dönemi, Dev-Genç’in zaaflarının geliştirildiği ve sonuçlarına vardırıldığı bir dönem olmuştur. Gençlik mücadelesinin bu dönemi yazımızın bir sonraki bölümünün konusu olacağından burada buna değinmeyeceğiz.
(Sürecek)

Kasım 1991

EK:
‘68 NOSTALJİSİ VE İKİ ‘68

Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada burjuvazi, 60’lı ve 70’li yıllarda 68’i lanetledi, gençliği potansiyel suçlu ilan etti. ‘80’lerde ise, özellikle ‘88’den itibaren yine burjuvazi bir “68’i yüceltme” kampanyası başlattı. Bugün birer düzen savunucusu olan 68’in namlı adlarını gazetelerin manşetlerine, TV programlarına çıkararak yeniden ünlendirdi.
Avrupa ve Amerikan burjuvazisi yapar da bizimkiler durur mu? ‘68’i anarşistlik, komünistlik, vatan hainliği ile suçlayan büyük basınımız,’ 68’de öğrenci gençlik mücadelesi içinde olup da bugün köşe dönmüş, düzene yamanmış, her şeyden elini eteğini çekip uysal yurttaş haline gelmiş ne kadar dönek, döküntü varsa onları yeniden gündeme getirdi, röportajlar yaptı. Onların ağzından ‘68’in “masum”luğunu dile getirirken, aslında ‘68’i mahkûm etti. Çünkü bir değil iki ‘68 vardı. Birinci ‘68 Deniz, Hüseyin, Yusuf, Sinan, Mahir, Ulaş gibi devrimcilerin temsil ettiği ‘68, ikinci ‘68 ise, o zaman dünya üstünde esen anti-emperyalist fırtınanın etkisine kapılarak öne çıkan, ama burjuvazinin ilk çağrısında onun kollarına atılanların ‘68’i. Bugün burjuvazinin akladığı, en azından hoş gördüğü ‘68 bu ikincisidir. Ve yine bugün, ‘68’Ii günleri düzenleyenler, ‘68’li vakıfları kurarak ‘68’in ticaretini yapmaya çalışan “lobicilerin, ‘68’de genç ve rüzgârın önünde savrulmuş olmalarının ötesinde ‘68’le gerçek bir ilişkisi olmayanlar bu ikinci ‘68’lidirler. Zaten, ‘68’lilik dedikleri de, birbirlerine o günkü maceralarını anlatıp, sonrada “harcanmış gençliklerine” ağıtlar yakmaktan, bu “duygusallık” ortamında birden konu değiştirip yeni “işler bağlama” hesaplarından ibarettir. Bu türden bir ‘68, burjuvazinin ‘68’idir ve reddedilmelidir.
Nostalji, burjuva yaşam tarzının bir parçasıdır; konusu ne olursa olsun kesif bir küf kokusuyla birlikte varolur ve The Marmara’nın parfümleri bile bu küf kokusunu bastıramaz. Gerçek ‘68’in temsil ettiği devrime burun kıvıranlar, bugün liberalizmin arabasına binip düzenin nimetlerinden yararlananların ‘68’i sadece ‘68 nostaljisidir.
Gerçek ‘68 ise, dün Denizlerin, Mahirlerin şahsında simgelenmişti, bugün kurtuluş mücadelesi veren Kürt gençlerinin, emperyalizme ve faşizme karşı mücadelede hiç bir kişisel çıkar gözetmeden yer alan devrimci, demokrat, komünist her milliyetten kız, erkek, öğrenci, işçi ve emekçi gençliğimizin mücadelesinde yaşamaya devam ediyor. Bu yüzden de gerçek ‘68’lilerin nostaljistler gibi yılda bir; ‘68’i anmalarına hiç neden yoktur. Onlar onu her gün mücadele alanlarında yaşatıyorlar, ‘68’in dinamizmini, devrimci ruhunu kendi eylemleriyle sürdürüyorlar zaten.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑