Burjuvazi ve onun Marksist “sallardaki” uzantıları yüzyıla yaklaşan bir güreden beri, sadece Marksist teoriye saldırmıyor, aynı zamanda bu teorinin yaşama geçirilmesinin en temel aracı olan Marksist-Leninist partiye de saldırıyorlar, saldırmak zorunda kalıyorlar.
1900lerin başında, daha devrimci işçi sınıfı partisinin biçimlenişi sırasında, Menşeviklerin iddiaları, bugün de her türden burjuva ve revizyonist propagandacılar tarafından yeniden yeniden piyasaya sürülüyor.
Ne zamanki burjuvazi Marksizm-Leninizm’e karşı saldırı kampanyasının dozunu artıyor; onunla eş zamanlı olarak, burjuvazinin Marksist saflar içindeki uzantıları da koroya katılıp; Marksist parti içinde “eleştiri özgürlüğünün yok”luğundan, “fikirlerinin bastırıldığından, “merkeziyetçiliğin inisiyatiflerini körelttiği”nden, vb. vb. dem vurmaya başlıyorlar. Menşeviklerden sonra troçkistler, sonra titocular, maocular, kruşçevciler ve Euro-komünistler hep aynı iddialarla işçi sınıfının devrimci partisinin normlarına saldırdılar, saldırıyorlar. İkinci savaş sonrasındaki “soğuk savaş” döneminde emperyalist-gerici propaganda merkezleri bu iddiaları genelleştirip yaygınlaştırdı ve “soğuk savaş” malzemesi olarak kullandı.
Gorbaçov’la birlikte, emperyalist-revizyonist birleşik propaganda cephesi Marksizm-Leninizm’e karşı tarihte eşi görülmemiş bir propaganda kampanyası başlattı. Bu kampanya, en azından kendisini sosyalist, Marksist-Leninist sayan saflarda etkisini hemen duyurdu. “Reel sosyalizmin sorgulanması” gerekçesi arkasında Marksizm’in en temel ilkelerine saldırılmaya, Leninist partinin en temel ilkelerinin inkârına yönelindi. “Çok partili sosyalizm”, “çok kanatlı sınıf partisi” zırvaları bu saflarda büyük itibar gördü. Bolşevik Partisi, Lenin ve Stalin’in parti anlayışları lanetlendi, en iyimserleri bile; “O günün koşullarında, Lenin ve Stalin’in parti anlayışları belki geçerliydi, ama bugün, değişen koşullarda bu ilkeler geçersizdir” diyerek emperyalist-gerici propagandanın kervanına katıldılar.
Ülkemizde de, 70’lerin keskin “Marksist-Leninistlerinden” birçok kişi ve siyasi eğilim de aynı emperyalist-gerici propagandanın etkisiyle iyice sağa savrularak, anti-Stalinizm’den kalkıp M-L partinin en temel ilkelerini redde vardılar. Başka yere de varamazlardı. Çünkü Lenin’le Stalin’i ayırmak olanaksız olduğu gibi, Lenin ve Stalin’le M-L partiyi ayırmak da olanaksızdı. Çünkü Lenin ve Stalin’in parti anlayışı, kapitalist düzenin kötülükleriyle savaşmakla sınırlı reformcu parti anlayışıyla taban tabana zıttı. Tersine onlar, sadece kapitalizmin kötülükleriyle savaşan bir partiyi değil, kapitalist sistemin kendisine karşı savaşan, onu yıkacak olan işçi sınıfına önderlik etme yeteneğine sahip devrimci bir partinin tikelerini savunuyorlardı. Ötekilerse; yüz yıl sonra dönüp dolaşıp İkinci Enternasyonal’in parlamentoyu asıl mücadele alanı gören, kapitalizmi yıkmayı değil iyileştirilmesini amaçlayan parti anlayışına varıyorlardı. Bunlardan bazıları, (SBP gibi) sözleri ile devrimi ve Marksizm’i reddederken, bazıları ise; kimi hesaplarla ya da aptalca bir bönlükle, kendilerini hala devrimci, sosyalist, hatta M-L saymaya devam edebiliyorlar.
Hiç kuşkusuz saldırıyı yürüten kamp içinde ne yaptığını en iyi bilen burjuvazi ve onun propagandacılarıdır. Onlar Leninist parti normlarına saldırırken devrime, sosyalizme saldırdıklarını çok iyi biliyorlar. Bu yüzden de, örneğin Türkiye’de (her tür özgürlüğün olduğu bir cennet olarak sunulmaya çalışılan Batı ülkelerinde de düzenin devrimci yoldan yıkılmasını savunan partileri yasaklayan yasalar var) olduğu gibi, “şiddeti reddeden M-L parti kurmaya (!!)” burjuvazi ses çıkarmıyor. Ses çıkarmak bir yana, onun palazlanıp devrimci saflarda dağınıklık yaratması için uygun destekler de sunuyor.
Leninist partinin ilkeleri nereden çıkar?
Kimi sözde devrimci ve Marksistlerin iddia ettiği gibi, Leninist partinin ilkeleri; Lenin’in, Stalin’in ya da Bolşeviklerin keyfi olarak masa başında belirledikleri bir lakım kabuller değildir. Tersine bu ilkeler proletaryanın tarihsel misyonunun ne olduğu, proletaryanın sosyalizmi, sınıfsız toplumu nasıl kuracağı sorusuna verilen yanıtla kopmaz bir biçimde bağlıdır.
Nedir proletaryanın tarihsel misyonu?
Marksizm’in bu soruya yanıtı çok açıktır ve şudur: Proletarya, sınıflı toplumların sonuncusu olan kapitalist toplumun bağrında doğup gelişmiş, ama çıkarları kapitalizmle taban tabana zıt olan, insanlık tarihinin gördüğü en devrimci sınıftır. Kapitalizmi ortadan kaldırmadan sömürü ve baskıdan kurtulması olanaksızdır. Dahası kapitalizmi ortadan kaldırma yeteneğine sahip tek sınıf da proletaryadır.
Peki, kapitalizmi ortadan kaldırma işini proletarya nasıl başaracaktır?
Bu soruya da Marksizm’in verdiği yanıt çok açıktır: Proletarya, reformlarla, tedrici iyileştirmelerle kapitalist sömürüyü ve kapitalizmi ortadan kaldıramaz. Proletarya, bütün olarak kapitalist sistemi hedef alan bir mücadeleyle, kapitalist devlet aygıtını parçalayıp yerine kendi siyasal iktidarını geçirdiği zaman kendi tarihsel misyonunu başarma yoluna girmiş olur. Yani proletarya, bir devrimle burjuvazinin iktidarına son vermedikçe, yığınların devrimci başkaldırısıyla burjuva devlet mekanizmasını parçalamadıkça kendi tarihsel misyonu olan komünizmi kurma yoluna giremez. Sorun, ne ekonomik mücadeleyle, çalışma ve yaşama koşullarını tedricen iyileştirme, ne de ideolojik olarak, burjuva düzeninin sömürücü, baskıcı bir düzen olduğuna insanları mantıksal olarak ikna etme sorunuyla sınırlıdır. Bütün bu çabalara ek olarak, ama hepsinin üstünde burjuvaziye karşı siyasal iktidarı ele geçirme mücadelesidir. Kısacası bir devrim mücadelesi sorunudur. Bu yüzden de kapitalizm çağında devrim ve sosyalizm birbirinden ayrılamaz iki kavram ya da eylemdir. Sosyalizmi amaçlamayan bir devrimin eninde sonunda burjuvazi ve gericilik tarafından denetim allına alınıp yenilgiye uğraması kaçınılmaz olduğu gibi, bundan da fazla devrimle birleşmeyen bir sosyalizm mücadelesinin de hiç bir başarı şansı yoktur. Bunun başarılabileceğini söyleyenler de, eğer burjuvazinin aşağılık uşakları değilse ahmak şarlatanlardır.
Eski dünyayı, sömürü dünyasını, kapitalizmi yıkıp, baskısız sömürüsüz yeni dünyayı, komünizmi kurma eylemini proletarya kendiliğinden gerçekleştiremez. Çünkü bu mücadele bir sınıf savaşıdır ve bütün öteki savaşlardan daha karmaşık ve zor bir savaştır. Proleter yığınlarsa, kapitalizm koşullarında kendiliklerinden kapitalist toplumun sınıf ilişki ve çelişkilerini kavrayamazlar. Bu durumda sınıfı eğitecek, mücadele içinde yönetecek bir öncüye ihtiyaç vardır ki bu proletaryanın kendi öz PARTİSİ, devrimci komünist partidir.
Açıktır ki; burjuvaziye karşı verdiği savaşla proletarya ve diğer emekçileri yönlendirip yönetecek parti sıradan bir burjuva partisi gibi olamaz. Tersine, proletaryanın en fedakâr, en deneyimli, en mücadeleci unsurlarını bağrında toplamış, her koşul altında mücadeleyi yönetme yeteneğine sahip bir parti, bir “kurmay heyeti” olmak zorundadır.
İşte proletaryanın partisinin örgütsel özellikleri, onun bu eyleminin muhtevasının açılımından ortaya çıkar.
Öyleyse devrimci komünist partisinin özellikleri neler olmak zorundadır?
* Parti, işçi sınıfının en yiğit, en fedakâr, en mücadeleci unsurlarını bağrında toplamak zorundadır. Yani parti, sınıfın öncü müfrezesi olmalıdır.
* Kapitalizm koşulları altında son derece değişik mücadele alanları ve çok güç mücadele koşulları altında faaliyetini sürdürmek zorunda olan parti, sadece öncü müfreze değil, aynı zamanda her şart altında mücadeleyi yönetecek kadar örgütlü bir müfreze de olmak zorundadır.
* Parti, proletaryanın değişik örgütleri (sendikalar, kooperatifler vb) birleştiren, sınıf örgütlerinin en yüksek biçimi olmak zorundadır.
* Parti, kapitalizm koşullarında proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesinin, proletarya iktidarını kurmanın, kurduktan sonra da onu sağlamlaştırıp sınıfsız topluma giden yolu açmanın, proletarya diktatörlüğünün aleti olma özelliğini de taşımak zorundadır.
* Parti, burjuvazi ve bütün gericiliğe karşı devrimci savaşı yürütmenin yönelim aygıtı, “genelkurmayı” olarak hiziplerin varlığı ile bağdaşmayan bir irade birliği olmak zorundadır.
* Parti, proletaryanın devrimci savaşının aygıtı olarak kendisini, hizipçiliğin, kararsızlığın, mücadeleyi arkadan hançerlemenin, kaynağı olan oportünist unsurlardan arıtarak ilerlemek zorundadır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz allı temel özellik proletaryanın devrimci komünist partisinin ana özellikleridir ve bu özelliklerden birisini taşımayan bir parti ne gerçekten devrimci, ne de komünist adına layık olamaz. Çünkü bu özelliklerden biri olmadığı zaman bütün diğer özelliklerde işlevsizleşir, anlamsızlaşır.
Nitekim, son yüz yıl içinde bütün sapmalarda açıkça görüldüğü gibi, oportünist-revizyonist akımlar Leninist partiye karşı hemen toptan ret yoluna gitmemişler, onun şu ya da bu özelliğine karşı çıkarak işe başlayıp süreç içinde tümden inkara varmışlarda. Bu tutum bazen taktik olarak ortaya çıkmışsa da çoğu zaman mantıksal bir zorunluluk olmuştur. Çünkü yukarıdaki özellikler öylesine birbirine bağlıdır ki, herhangi bir özelliği reddeden, mantıksal bir tutarlılık gösterdiğinde bütün diğer özellikleri de reddetmek zorundadır. Yaşananlar da bunun böyle olduğunu göstermektedir.
Kısaca söylenecek olursa proletaryanın partisi onun tarihsel misyonunun örgüt biçimindeki ifadesidir. Bu yüzden de, burjuvazinin ideolojik, siyasi, polisiye vb. her türden saldırısını boşa çıkaracak, karmaşık sınıf savaşında proletarya ve emekçilere yol gösterecek kadar bir ideolojik sağlamlığa, siyasi uyanıklığa ve her koşul altında tek bir yumruk olarak hedefe yönelecek bir “demir disipline” sahip olmak zorundadır. Ve burjuvaziyi asıl rahatsız eden de budur. Çünkü kapitalist toplum içinde kendisine ve kendi dünya görüşüne kapalı tek kurum, tek güç merkezi proletaryanın partisidir. Bu yüzden de burjuvazi, sosyalizme karşı açtığı kampanyada en önemli yüklenme noktası olarak partiyi, partiye hayal veren ilkeleri seçmektedir. Bu nedenle bu yazının bundan sonraki bölümünde devrimci komünist partinin “demir disiplin” ile demokrasiyi bağdaştırması üstünde duracağız.
“Demir disiplin” demokrasi ve “kişisel özgürlük”
Bütün varlığı proletarya ve emekçileri sömürmek, baskı altında tutmaya bağlı olan burjuvazi, proletaryanın partisinin disiplini söz konusu olduğunda, birden bire özgürlükten, bireysel inisiyatiften söz etmeye, sınıf partisinin üyelerinin özgürlüğünü engellediğinden vb. dem vurmaya başlar. Sadece söz etmekle de kalmaz dünyayı ayağa kaldıran kampanyalar düzenler, birden bire demokrasi havarisi kesilir. Son yüz yıl bunun sayısız örnekleriyle doludur. Ama yaşanan şu son 10 yıl bu kampanyanın zirvesidir.
Emperyalist, gerici, revizyonist, faşist propaganda merkezleri, devrimci komünist partilerin disiplini karşısında en baştaki kişiler dışında hiçbir üyesinin özgürce fikirlerini söyleyemediğini, parti içinde kişisel ya da merkez komitesinin diktası bulunduğunu, aykırı fikirlerin çeşitli yollardan yok edildiğini vb. iddia ederek, partiyi karalamayı, emekçilerin gözünden düşürmeyi amaçlıyorlar. Aynı zamanda da devrimci parti içindeki, ideolojik olarak burjuvaziye yakın unsurları etkileyerek, bu partiler içinde hoşnutsuzluk yaratmayı, onları bölüp güçten düşürmeyi, böylece bir taşla bir kaç kuş vurmayı amaçlıyorlar. İnandırıcı olmak için de, Lenin’in Menşeviklere, Stalin’in Buharincilere ve troçkistlere karşı tutumlarını çarpıtarak yansıtıyorlar. Ya da SB ve Doğu Avrupa ülkelerindeki revizyonist polis devletlerinin sözde komünist partilerinin uygulamalarını örnek gösteriyorlar.
Hiç kuşkusuz Lenin ve Stalin’in, onların Bolşevik Partisi’nin tavrı, doğrudan doğruya proletaryanın davasını, onun tarihsel misyonunu engelleyen unsurlara karşı bir tavır olup, bunun partide demokrasi olup olmamasıyla ilgisi yoktur.
Lenin ve Stalin’in parti anlayışlarını yukarıda özetledik. Biraz aşağıda ise onların parti içinde nasıl bir demokrasi uyguladıkları üstünde duracağız. Doğu Avrupa’nın revizyonist partilerine gelince, onların sadece adı komünisttir, gerçekte ise her biri bir burjuva partisidir ve uygulamaları da burjuvacadır. Bu yüzden de onlardan verilecek örnek sadece burjuvazinin parti anlayışının ifadesi olur.
Evet, devrimci komünist partisi “demirden bir disipline” sahiptir. Ve bu parti yoluna çıkan tüm engelleri aşmak için her zaman tam bir irade birliği ile davranmak zorundadır. Böyle davranamazsa adına layık olamaz. En kötüsü de proletaryanın davasına ihanet etmiş olur. Ama “demirden disiplin”, burjuva ordularında ya da burjuva partilerinde olduğu gibi “körü körüne” bir disiplin değildir. Bu disiplin gerçek bir gönüllü disiplindir. Çünkü proletaryanın partisi, her hangi kişisel ya da grupsal çıkarın bir araya getirdiği kişilerden oluşmaz. Onları bir araya getiren kapitalist soygun ve sömürü düzenini yıkmak, daha genel bir ifadeyle M-L dünya görüşüdür. Bunun anlamı ise; partinin her üyesinin hiç bir kişisel çıkar gözetmeksizin, proletaryanın davası için kendisini adamayıdır. Bu durum, burjuva ve küçük burjuva partilerinden farklı olarak bütün üyeler arasında olabilecek en gerçek eşit hakka sahip olmanın temelini hazırlar.
Burjuva partilerinde, üyelerin partiye katılımları kendi mal varlıkları ve çıkarlarının düzeyi tarafından belirlendiğinden, çok çıkarı olan, partiye çok katkı yapan, sıradan bir üyeye göre, daha çok fiili hakka sahiptir. Çünkü burjuva ilişkiler içinde her şey para ve mali güçle ölçülür. Proletarya partisi içinde böyle bir ölçü söz konusu değildir; herkes bütün varlığı ile partiye bağlıdır. Bu yüzden de proletarya partisi içinde kişisel çıkar için gelenler yoktur, eğer bir biçimde çıkar için sızanlar olmuşsa orada uzun süre barınmaları da olanaksızdır.
Proletaryanın partisine giren her üye, daha baştan partiye girmek için başvururken, kapitalist sömürüyü dünya üstünden kaldırmak için sınırsız bir özveriyle çalışmayı kabul etmiştir. Bu kabul ediş bilgisizlik ya da herhangi bir kişisel çıkar nedeniyle değil, tersine kapitalizmi yıkmayı amaçlayan partinin öyle bir “demir disipline” sahip olmasının gerekliği bilincinden gelir.
Proletarya partisinde “demir disiplin” burjuva partileri ya da burjuva ordularında olduğu gibi yukarıdan emretme, “emirin demiri kesmesi” biçiminde değildir. Tersine bu disiplinin arkasında, sadece partinin gizlilik koşullarıyla sınırlı, geniş bir demokrasi vardır. Her üye, partinin gündemine gelen her konuda, ya da sınıf mücadelesinin tartışma ihtiyacını dayattığını düşündüğü her sorundu, kendi örgütünden başlayarak bütün partiye görüşlerini açmada, bütün partiyi bu görüşlere ikna etmek için sözle ya da partinin yayın organları aracılığıyla çaba harcamada sınırsız bir biçimde özgürdür. (Parti üyelerinin eleştirileri, önerileri ya da herhangi bir konudaki düşüncelerini yazdıkları yayın organlarının parti içi yayın organları olduğu açıktır.) Yine partinin üst organlarına yönelik eleştiri ve öneriler konusunda da her üye parti basınını kullanmakta eşit haklara sahiptir. Tartışma sürdüğü sürece her üye, kendi görüşlerini sonuna kadar savunmakla, özgürdür. Ama tartışma sonuçlanıp, parti çoğunluğunun görüşü karar haline geldikten sonra bu konuda hangi düşünceye sahip olursa olsun bütün üyeler alınan kararları yaşama geçirmek için var güçleriyle çalışmak zorundadır. “Alınan karar benim düşünceme terstir” gerekçesiyle kararların yaşama geçirilmesini savsaklamak, ya da kendi düşünceleri doğrultusunda yığınlara yönelik propaganda yaparak partinin faaliyeti konusunda kuşkular yaratıcı tutumlara girmek “parti suçu” işlemektir. Burjuva propagandacıların istismara yeltendikleri de budur. Onlar istiyorlar ki; burjuva partileri gibi proletarya partisinin üyeleri de, köşe bucakta birbirlerinin kuyusunu kazsın, birbiri hakkında ve parti hakkında dedikodu yapsın, hizip ve grup çatışmaları içinde kaynaşıp dursun. Ama bütün bunların, yukarda sözünü ettiğimiz proletarya partisinin yapısından ve bileşiminden dolayı, kişisel, grupsal ya da hizip çatışmalarının zemini yoktur. Bu tür çatışmalar ancak parti içine sızmış burjuva unsurlar tarafından çıkarılan çatışmalar olabilir. Bu yüzden de proletarya partisinin hiziplerin varlığını meşru görmesi söz konusu olamaz. Çünkü hizip ve gruplaşmalar değişik çıkar çevrelerinin varlığını gerektirir ki; proletarya partisi işçi sınıfının partisi olarak bu türden bir bileşimde değildir, olmamalıdır da.
Kaldı ki; en “demokratik burjuva partilerinde bile üyeler belli bir disipline uymakla yükümlüdür. Örneğin bu partiler; temsil ettikleri sınıfın belirli çıkar gruplarının kendi bünyelerinde “lobiler”, hizip ve gruplar oluşturmasına hoş görüyle bakarlar. Onların faaliyetlerine ses çıkarmazlar, ama bu gruplaşmalar burjuvazinin çıkarlarına aykırı bir yola girdiğinde kişi özgürlüğü, parti içi demokrasi, ya da kişilerin partiye kattığı güce bakmaksızın çizmeyi aşanları temizlemekte hiç bir sakınca görmezler. En açık örneği, “demokratik” örgütlenmesiyle övünen SHP’de gördük. Paris’te Kürt Konferansına katılan üyelerinin gözünün yaşına bakmadan bir günde kapı önüne koydu. Ya da ANAP, parti çizgisine aykırı davrandığı gerekçesiyle parti kurucusu ve bakanlık yapan pek çok kişiyi kapı dışarı etti. Her gün bir burjuva partisinden ihraç edilenleri, istifa edenleri, bu partilerin bünyesindeki lider despotluğu, genel merkez zorbalığını, feshedilen “seçilmiş” il ve ilçe yönetimlerini basından izlemek olanaklı.
Soruna yakından bakılınca; burjuvazinin ve onların partilerinin parti içi demokrasi konusunda, proletarya partisine söyleyebileceği hiç bir şey olamaz. Çünkü bu partiler içinde ne üyelerin ne alt örgütlerinin ne belirlenmiş doğru dürüst hakları vardır, ne de tüzüklerde varolan haklara karşı yöneticiler en küçük bir saygı gösterirler. Feshedilen il ve ilçe yönetimleri, sağda solda gruplaşmalar ve hizipleşmeler, kongre oyunları, delegelerin para ya da mevki için alınıp satılmaları, bütün bunların da ötesinde kongrelerde sonucun üç-beş para-babasının ağırlığı tarafından belirlenmesi, bu partiler içinde var olduğu iddia edilen üyelik ve üye hakları gibi bütün “değerlerin” anlamsızlığının en açık kanıtıdır.
Bir burjuva partisinin, bir il ya da ilçedeki üyesinin, bir konuda muhalefeti, düşüncesini açıklaması için en olabilir olanak parti örgütünün çapıyla sınırlıdır. Çoğu zaman bir muhalife bu olanak bile tanınmaz. Demagog yaltakçılar o muhalif sesi orada boğarlar. Diyelim ki muhalif ya da muhalifler dişli çıktı da “görüşlerinde” ısrar etli. O görüşlerin yaygınlaşmasını engellemek için bütün çıkar grupları birleşir. O da olmadı, fikirler ilçe çapında yayıldı. Bu sefer il ya da genel merkez “uygun” bir bahaneyle onları tasfiye etmenin bir yolunu bulur. Az çok ülke politikasıyla ilgilenen, günlük basını izleyen birisi bu entrikaların, ancak burjuvaziye yakışacak “demokrasi” uygulamalarının sayısız örneklerini görebilir.
İşte burjuva partilerinin “demokrasi”, “kişisel özgürlük” dediği, bu; parti içinde hizipçilik, grupçuluk, entrika, kongre oyunları, fesihler, atamalar, birbirinin kuyusunu kazma özgürlüğüdür.
Bu türden bir özgürlüğün bütün burjuva partilerinde olması bir rastlantı değildir. Tersine bir zorunluluk, onların ayakla kalmasının ilk koşuludur. Çünkü onların temsil ettiği sınıf, değişik çıkar gruplarından meydana gelir. Bu çıkar gruplarının en kaim çizgileriyle birbirinden ayrılanları belki ayrı burjuva partilerinde örgütlenirler. Ama ne kadar küçük bir kesimi olursa olsun burjuvazi içinde çıkar çatışmaları ve gruplaşmalar durmaz. Tersine, daha da artar. Çünkü aralarında çıkar çatışması olmayan iki burjuva dünyanın hiç biri yerinde bulunamaz. Gerçi proletarya ve devrim karşısında büyük çoğunluğu hemen birleşir, ama bu onlar arasında çıkar çatışmasının durduğunu göstermez. Bu yüzden de her burjuva ve her burjuva grup, hangi önceden belirlenmiş “ilkeler” etrafında birleşirse birleşsin, onların o ilkelere saygısı kendi çıkarlarıyla çatışmadığı yere kadardır. Bu çatışma ortaya çıkar çıkmaz bayraklarını açarlar. Yerine göre; bazen kişisel bir başkaldırıya, bazen de bir grup oluşturarak kısa ya da uzun bir hedef için hizip örgütlemeye girişir. Diğerleri de aynı şeyi yaptığından, en azından ileride yapmak ihtiyacını duyacakları bilindiklerinden, bu tutumu hoşgörüyle karşılamak zorundadırlar. Bu hoşgörünün sınırı, o partiyi belirleyen burjuva çevrenin genel çıkarlarının sınırına kadardır. Bu sınır aşıldığı noktada, “disiplin kurulları” işler ve “kişisel özgürlük”, “parti içi demokrasi” lafları sadece kapı önüne konanların öfkeli ağıtlarının dizelerinden ibaret kalır.
Proletarya partisi için durum, tamamen farklıdır. Her şeyden önce proletarya partisinin temsil ettiği sınıfla burjuva sınıfı tamamen farklı yapıda sınıflardır. Gerçi proletarya içinde işçi aristokrasisi, sınıfın geri kalanlarıyla bir çelişme içindedir Ama proletarya partisi zaten ilke olarak işçi aristokrasisini kendisinin dışında tutmayı amaç edinmiştir. Ve bu yüzden de işçi aristokrasisi partileri proletaryanın devrimci partisiyle ne ideolojik, ne de örgütsel benzerlik göstermeyen burjuva reformcu, revizyonist partilerdir. Bu-partilerin işleyişi de klasik burjuva partilerinden farklı değildir.
Elbette proletarya içinde değişik katmanlar vardır: sanayi proletaryası, kır proletaryası, proleterleşme süreci yaşayan kır ve kentin yarı proleterleri gibi. Ama bunların nesnel bakımdan çıkarları sanayi proletaryası ile çelişme içinde değil, tersine tam bir uygunluk içindedir. Bu yüzden de proletarya partisi proletaryanın bütününün (artık proletaryadan çok burjuvaziye yaklaşan bir yaşam biçimini benimsemiş, ideolojik olarak da burjuvaziye bağlanmış işçi aristokrasisi dışında) temsilcisidir. Ve temsil ettiği çeşitli kesimler ve birer birer proleterlerin birbiriyle çıkar çatışması söz konusu değildir. Tersine bütün sınıfın çıkarı birleşmek ve mücadele etmektedir. Bu yüzden de proletarya partisinde hizipler ve grupların meşru görülmesinin, onlara propaganda özgürlüğü tanımanın hiç bir meşru temeli yoktur. Yine aynı nedenle gruplaşma ve hizipleşmelerin de meşru bir temeli yoktur. Bu yüzden de proletarya partisinin temci özelliklerinden birisi “hiziplerin varlığı ile bağdaşmayan” bir yapıyı öngörmesidir.
“Kişisel özgürlük” sorununa gelince; kişisel özgürlüğün burjuva partilerinde hiç bir anlamı yoktur. Çünkü bir çıkar grubu, bir aşiret ya da dinsel vb. bir grubu temsil etmiyorsa; bir kişiyi, hangi doğruyu savunursa savunsun, kimse ciddiye almaz. Burjuva partilerinde yer alıp da, “kendine has” tutumlar takınıp, ama kimseye bir şey anlatamadığı için arkasında bir “ad”dan başka bir şey bırakılmamış pek çok kişi vardır. Burjuva partilerin en kalabalık kitlesini meydana getiren emekçiler ise, ömürlerini kendi çıkarlarıyla taban tabana zıt burjuva partilerinin peşinde sürüklenmekle tüketen, delege ve seçim pazarının alınıp satılan, ama kendisine değil oyuna bir “değer” biçilen, “sürü”nün unsurlarıdır. Bunlar için ne parti içi demokrasiden, ne de “kişisel özgürlük”ten söz bile edilemez.
Proletarya partisi içinde “kişisel özgürlük” konusunda da tamamen farklı bir tutum vardır. Her şeyden önce proletarya partisinde kalabalık görünsün diye “kaydedilen” üyeler yoktur. Her parti üyesi partinin bir organında görev almak zorundadırlar. Her üye organın ve partinin, eşit haklara sahip, bir unsurudur. Bu yüzden de ister organın gündemindeki, isterse partinin gündemindeki her sorunda düşüncesini belirtmek, bu düşüncesini başkalarına da kabul ettirmek için çaba göstermek hakkına sahiptir. Bu sadece bir hak değil, parti içinde yeni fikirlerin üretilip zenginleştirilmesi için, bir görevdir de. Parti içinde herhangi bir değişik görüşün bastırılması, bu görüşün yaygınlaşmasının önlenmesi diye bir sorun olamaz. Parti içinde yanlış bir düşünceye karşı düşünceyle bir mücadele yürütülür. Yeter ki, farklı düşünceyi savunan eylemde partinin birliğini bozmasın, yığınlara karşı “kişisel görüşlerini” değil, parti çoğunluğunun benimsediği, parti görüşünü savunmaya devam etsin, partinin tek sesliliğini ihlal etmesin. Farklı görüşlere karşı “örgütsel önlemler” sadece bu görüşler etrafında gizli gruplaşmalar, hizipler örgütlenmeye başladığı zaman söz konusu olabilir ki; bu da proletarya partisinin gerçekten bir devrimci komünist partisi, proletaryanın “genelkurmayı” olmasının zorunlu koşuludur.
Kısacası; burjuva propagandacıların iddialarının aksine, burjuva partilerinde lafta bir demokrasi, buna karşın hizipçilik, kişisel ve grupsal çıkar çatışması varken, proletarya partisinde üyeler bütün görüşlerini özgürce tartışabilir, parti içinde yayıp savunabilirler. Bu bakımdan da proletarya partilerinin üyeleri burjuva partilerinin üyeleriyle kıyaslanamayacak bir özgürlük ortamında kararların ve politikaların oluşturulmasında, sınırsız rol sahibidirler. İşte proletarya partisinin demir disiplini; bu, üyelerin tam hak eşitliği ve kararların oluşturulmasına sınırsız (sadece gizlilik koşullarının sınırladığı bir sınırsızlık olarak anlatılmalıdır) bir katılım üstünde yükselir. Parti içi böylesi canlı bir yaşam gerçekleştiği ölçüde proletaryanın partisi adına layık bir işlevi yerine getirebilir. Kaldı ki; yığınlara yönelik çalışmada da bu canlı yaşamın uzantısı olarak mahalli parti örgütleri, taban örgütleri ve birer birer üyeler kararların yaşama geçirilmesinde kendi yaratıcılıklarını da kalan inisiyatifli birer mücadele odağı rolü oynarlar, oynamak zorundadırlar. Proletarya partisini, bütün burjuva partilerinde ayıran bu sorunu bundan sonraki yazılarımızda ele alacağımızdan burada sadece vurgulamakla yetiniyoruz.
Bütün söylenenlerden şu çıkar: burjuva partilerinde demokrasi tıpkı burjuva demokrasisi gibi seçkinler için “demokrasi”den ibarettir ve sahte bir demokrasidir. Proletarya partisindeki demokrasi ise, proleter demokrasi gibi bütün parti örgütleri ve bütün üyeler içindir ve gerçek demokrasidir.
Kasım 1991