Tarih, dönüp de geriye bakıldığında, açıkça görülebilen bir yığın kilometre taşı ile doludur, insanlığın toplumsal evriminde, büyük alt-üst oluşlarla, geçiş evrelerine ve temel dönüşüm noktalarına karşılık gelen bu kilometre taşları, sınıflı toplumlar tarihinin yakın dönemi incelendiğinde az sayıdadır: Fransız İhtilali, Ekim Devrimi, İkinci Paylaşım Savaşı gibi…
Söz konusu bu dönemlerde zaman çok hızlı akar, toplumsal evrilme hızlanır, bütün çelişkiler açığa çıkar, birikimler patlar ve yeni dengeler kurulmaya başlar. Öylesi az zamanda, öylesi çok değişim olur ki, tarih, geçmişini unutmamak için, dönüp arkasına bir kilometre taşı koyar.
Bu dönemleri yaşayanlar, büyük toplumsal alt-üst oluşlarla dolu geçiş döneminin bütün acı ve sancılarını duymalarına karşın, bir başka açıdan da şanslıdırlar. Başka kuşakların kolay yaşayamayacağı bir dönemi yaşarlar. Üstelik bir değil iki ayrı dönemi yaşarlar. Belki bir çağın nasıl bittiğine, yeni bir çağın nasıl başladığına tanık olurlar. Bu tanık oluşun deneyim ve tecrübesini kazanırlar.
Dünyanın içinde yaşadığı şu yıllar, böyle bir döneme daha işaret ediyor. Toplumsal statüko deviniyor, dengeler bozuluyor ve yeni bir dalganın doruklarına çıkılıyor sanki. Zaman, her zamankinden daha hızlı akıyor, büyük bir alt-üst oluş daha yaşanıyor, dalgalar iç içe ve peş peşe, birikimler birer birer patlıyor. Bir süreç daha sona ererken, belki yeni bir dönemin kapısı aralanıyor… Ve sınıflı toplumların tarihi, geçen bir döneme daha damgasını vurmak istercesine, dönmüşte arkasına, bir kilometre taşı daha koyuyor.
İşte, bu dönemi de bizler yaşıyoruz. Belki üzülüyor, belki şaşırıyoruz. Düşerken yere bir vincin tepesinden, hiç kuşkusuz insanlığa insanca bir geleceği müjdeleyenlerin başı, ortak acılar duyuyor, hüzünleniyoruz. Sınıflı toplumların son egemen gücü seviniyor, uluslararası kapitalist sermaye alkışlıyor. Zafer sarhoşluğu içerisindeki dünya gericiliği, daha bir şımarıyor, daha bir küstahlaşıyor. Kapitalizm, bir dönem için bile olsa, dünya ölçeğinde egemenliğini ilan ediyor ve perçinliyor.
Artık yerkürenin bütün topraklarında, saflar daha bir net, daha bir sıkı, geleceği savunmak daha bir onurlu olacak. Kendi iç çelişkileriyle baş başa kalan kapitalist topraklarda, hiç kuşkusuz ve kaçınılmaz, yeni umutlar yeşerecek.
Bu toprakların en belli başlıcalarından birisi de, bütün bir geçmiş ve gelişmeler gösteriyor ki, en geniş içeriğiyle Türkiye olacaktır…
Değişik uluslardan halkların yaşadığı bu topraklara, sözü edilen anlamda yeterince tohum ekilmiştir, bu topraklar yeterince yeşermiştir. Sınıf mücadelesinin son otuz yılı, sonuçla yadsınamaz bir toplumsal devrimci gelenek oluşturmuştur. Mevcut sistemin, kendi geleceğinin tehlikeye düştüğü en kritik dönemlerde, bu geleneğin, öbür yanı zaman zaman zorla bastırılsa da, devrimci olan yanı her seferinde güçlenerek, yeniden ortaya çıkmış ve devam etmiştir. Böylesi anlamlı bir geleneğin oluşmasının olumluluğuna karşılık, toplumsal dönüşümün sağlanması ve bunun ilerletilmesinde bir türlü başarılı olunamamış, bu uğurda çok büyük adımlar anlamamıştır. Bu başarılı olunamayışın en büyük nedenlerinden birisi de, söz konusu geleneğin, hep birleşik olmayan toplumsal bir devrimci gelenek olarak kalması ve o sınırların dışına taşamamasıdır.
Türkiye’deki sınıf mücadelesi, söz konusu mücadelenin her türlü sınıf bileşeni açısından, Önce bir çocukluk dönemi yaşamıştır. Yanlışlarıyla, doğrularıyla, geride bıraktığı bir sürü ders ve çocukluk hastalıklarıyla. Ardından yenilgi yılları gelmiştir, geri çekiliş ve suskunluk yıllan… Ve yeni bir toplumsal kabarışla beraber yeni ve güçlü bir atılım: Mücadelenin delikanlılık dönemi… Toplumsal muhalefetin en devrimci yanlarının ortaya çıkması, sistemin çözülmeye uğraması, egemen sınıfların yönetemez hale gelmesi… Buna karşılık ve ancak, bu en kritik dönemde bile, toplumsal devrimci muhalefetin vektörel bir güç oluşturamaması ve egemen sınıfların topyekûn yeni bir cepheden saldırısı… Sisteme muhalif her bileşenin, ayrı ayrı ve tek tük bastırılması… Tekrar yenilgi yılları… Ve içinden çıkılamayan kısır bir döngü…
Derken bir on yıl daha geçer. Sistemin kendi hastalığını tedavi etmesi olanaklı değildir. Hastalık kroniktir, uyuşturulmuş toplum yavaşça kendine gelmekle, yaralar tekrar kanamakladır. Yıllardır bastırılan düşünceler patlamaya hazırlanmakla, fizik kendi yasalarına karşı koyamamakla, uzun yıllar tek nüfuz ettirilen etki, kitlelerde doğması kaçınılmaz tepkiyi vermeye başlamakladır.
Artık bu topraklar yeterince olgunlaşmıştır. Umudun yeşermeye yüz tuttuğu bu verimli topraklarda, üstelik bir halkın kendini bulma savaşı fışkırmıştır. Bir bütün olarak kendini saran, dünya ölçeğindeki sorunlarıyla, geçmiş dönemlerin geleneksel hataları ve gelecek zorluklarıyla, ama yepyeni, ama taptaze yeşermiş umutlarıyla, farklı bir dönem başlamıştır…
Bu dönem bir olgunlaşma dönemidir ve öyle olmak zorundadır artık. Köprülerin altından çok sular akmış, ne yaşanması zorunlu bir çocukluk dönemi, ne de kaçınılması güç bir delikanlılık çağı kalmıştır.
Değişik halklardan, Türkiye toplumsal devrimci harekelinin ününde uzanan bu dönem, olabildiğince derinlikli ve kapsamlı, olabildiğince geniş, re anlamlı bir olgunluk dönemidir. Bu dönemin bir görev olarak eksiksiz anlaşılması, bu olgunlaşmanın iliklere kadar sindirilerek yaşanması, insana ve onun geleceğine sahip çıkma sorumluluğunu bilinçli bir şekilde duyumsayan bütün devrimcilerdir. Bunun, toplumsal dönüşümün en temel ve sorumlu güçlerince, öncelikle benimsenmesi, oldukça önemli ve esastır. Dünya halklarının yürüdüğü önümüzdeki zor dönemeçte, bu önem hiç mi hiç yadsınamaz.
Bir halkın kendini bulma savağında, kendi geleceğini arayışında, bir ulusal kurtuluş savaşının fışkırdığı bu topraklarda, -belki de kaderleri birbirine bağlı- Kürdistan ve Türkiye devriminin bu zor yıllarında, kavranılması gereken en temel halkalardan biridir bu. Kendi içindeki olgunlaşmanın, alılacak en temel adımıdır bu…
Dünya ölçeğindeki ayaklanmalarla dönüşmüş, koca bir tarihten tutun, en bireysel tavır alışa kadar, yenilgi ve zaferlerle dolu, engin deneyimlerle yüklenmiş her türlü malzemeye sahibiz. Ne çocukluk döneminin ruhuna ihtiyacımız var artık, ne de delikanlılık çağının ateşine. Bırakınız ihtiyacımız olmayı, o çocukluk dönemi hastalıkları ile delikanlılık çağı kaprislerine tahammül bile edilemez artık…
Ortak devrimci bir düzleme yürümek, tarihi bir sorumluluk, kaçınılmaz acil bir zorunluluktur.
Türkiye egemen sınıflarının son bir buçuk yıldır içine girmeye başladığı ve şu son dönemlerde hızla yuvarlandığı bunalım ve darboğaz, toplumsal devrimci hareketler açısından da, altı çizilecek önemli şeylere işaret ediyor. Her şeyden önce, üretim ilişkilerine hâkim ve onu yönlendiren sınıflar, girmekte oldukları bunalım dönemini görerek, şimdiden önlemler almaya çalışıyorlar, yeni arayışlara giriyorlar. Bu arayışların bir parçası olarak kitlelerin düzenden kopuşlarına daha fazla olanak tanımadan, seçimleri öne alıp, yeniden soluklanmak istiyorlar. Bu arada yönetenler arasındaki çelişkiler artarken, kapitalistler bile kendileri açısından, en umut verici ve en tutarlı programlar öngören düzen partilerini tercihle zorlanıyorlar. Çünkü kapitalizm kendine bir çıkış yolu bulamıyor, çünkü o bir tıkanıklığı daha yaşıyor. Buna karşılık, aralarındaki her türlü çelişkiye rağmen, egemen olan sınıflar ve onların temsilcileri, gelişmekte olan toplumsal devrimci muhalefet ve Kürdistan’daki devrimci savaş konusunda ortak bir noktaya gelmekte zorluk çekmiyorlar. Öte yandan onların bu politikalarından bağımsız olarak, devletin askeri aygıtları, kendilerini yeni saldırı araç ve gereçleriyle donatmaya devam edip, yeni savaş ve ölüm teknolojilerine yönelirken, bölgesel çalışmalar ve iç ayaklanmaları bastırmak konusunda, emperyalist, faşist-Siyonist askeri ittifaklara yöneliyorlar. Özellikle koşulların kendileri açısından uygun olduğu dönemleri kollayarak, Kürt halkının uyanışını boğmaya hazırlanıyorlar.
Egemen sınıflar ve her türden gericiliğin halklara böylesi karanlık ve zor yılları dayattığı, bu bunalım yıllarında, Türkiye toplumsal devrimci harekeline ilişkin maksimum bileşenlerle, ortak devrimci bir düzleme yürümek, tarihi bir sorumluluk, kaçınılmaz acil bir zorunluluktur! Bu sorumluluk ve zorunluluğun aşılması ve kavratılması, bireyden başlayan, örgüte ve örgütlenmeye dayanan, kitlelere taşınan bir olgunlaşmayla ele alınmalıdır. Karşı-devrimin bütün kurumlarıyla örgütlenmeye devam ettiği bir dönemde, devrimin ve onun güçlerinin örgütsüz kalması düşünülemez. İnsana ve onun geleceğine duyarlı, toplumsal evrilme döneminin ileri unsurları, böylesi bir örgütsüz kalışın yükünü taşıyamazlar. Onlarca yıllık geleneğe karşılık, birleşik devrimci bir düzleme, bir türlü inilemeyişin sorumluluğuyla sonsuza dek yaşayamazlar…
Hayır. Geleceğin kazanılması ve toplumsal dönüşümün sağlanmasından kendilerini sorumlu tutanlar, böyle bir örgütsüz kalışın yükünü asla taşıyamazlar. Sorun bugüne aittir ama bütün bir geleceği ilgilendirmektedir ve esas olarak bu niteliğiyle ele alınmalıdır. Sorumluluklar ve zorunluluklar, farkına varıldığı anda, gerekleri yerine getirilmeye başlanmalıdır. Ortak bir düzlem arayışı, bugünün sahip çıkılan kazanımları ve başarılarından çok, yarının zor günleri göz önüne alınarak yapılmalıdır.
Olgunlaşma dönemi, devrimcilere, bugünden yarına, çok şeyin, hemen ve bir anda değiştirilemeyeceğini de hesaba katarak hareket etmeyi öğretmiş olmalıdır.
Kuşkusuz ki böyle bir düzlemin, hemen yaratılması olanaklı olmayabilecektir. Olanaklı olmadığı gibi, kolay da olmayacaktır. Buna karşılık bu, böyle bir aciliyetin, belirsiz gelecek bir zamana bırakılması anlamına da gelmeyecektir. Doğrular, önce düşüncelerde olgunlaşacak, ardından vakit geçirilmeksizin verilecek kararlarda filizlenecek, sonuçta ilkelerde somutlaşacaktır.
Ve kuşkusuz ki böyle bir düzlem, hemen her şey demek de olmayacaktır. Fakat toplumsal dönüşüme düşman, karşıt güçlerin kuşatılması, hareket alanlarının damıtılmasıyla, onlara nefes alacak bir mekân bırakılmamasıyla, alt-üst oluşun en zor günlerinde, ortak bir tavır alış, ortak bir omuz veriş, ortak bir karşı duruşuyla, çok şey demek olacaktır…
Ve yine kuşkusuz ki, sorunlar da olacaktır, farklılıklar da. Ve halta, belki farklılıklar, nicelik olarak aynılıklardan fazla da olacaktır. Ama bizi, bu ortak zemine sürükleyen coşku, her zaman daha yüksek, sorumluluklar her zaman daha büyük, bizi o zemine bağlayan bağlar her zaman daha güçlü olacaktır. Ve elbette ki tartışacağız kendi içimizde sorunlarımızı. Ama düşmana karşı ayrılık noktaları değil, dayanışma ve birlik noktaları ön plana çıkartılarak, ama ortak içtenlik ve güven, devrimci ağırbaşlılık ve hoşgörü, elden ele bir bayrak yapılarak…
* * *
Zor..! Tabii ki zor..! Bir türlü içimize sindiremediğimiz, basit yaşayıp, basit ölmek kolaylığı değil midir? Bizi bir araya getirmesi gereken, tarihsel olarak rolü yadsınamaz olan şey değil midir, zor..?
Evet… En gelişkin devrimci sorumluluklarımızla, bu Zor’u başaran insanlar olmalıyız. Ortak bir yerlere basmalı, ortak adımlar almalı, hep birlikte ortak bir yerlere varmalıyız. Bu yer, umudun yitmeden, şevkin kırılmadan, kararlılık ve inancın azalmadan yaşayacağı bir düzlem olmalıdır. Soruna, kısa vadeli kazanımların dar ufuklarıyla değil, insana ve onun geleceğine sahip çıkmanın vazgeçilmez duyarlılığı ve çok kapsamlı bir perspektifle yaklaşılmalıdır. Böyle bir ortak düzleme, toplumsal devrimci hareketin mümkün olan bütün bileşenleri ve en kararlı unsurlarıyla mutlaka, ama mutlaka inilmeye çalışılmalıdır.
Böyle bir düzlemde varoluş, kitlelere vereceği taze bir güven ve cesaretle birlikte, devrimci politikaların belirlenmesindeki sürat ve kıvraklık, bunlar arasındaki koordinasyonun sağlanması, faaliyetlerdeki bütünleşme ve ortak bir sesleniş, karşılıklı zayıf yanların desteklenmesi ve eksikliklerin giderilmesi, bölgesel boşlukların doldurulması, hareket alanlarının genişletilip, teknik ve eylemsel yeteneklerin birleştirilerek geliştirilmesi, birleşik dost kuvvetler eylemliliğinin yaratılarak, bunlar arasındaki senkronizasyonun sağlanması gibi çok önemli ve vazgeçilmez yararlılıklar kazandıracaktır. Bütün bu yeni değerleriyle böyle bir düzlem, ulusal ve toplumsal harekette bambaşka bir gelenek oluşturacak, ona yepyeni açılımlar kazandıracaktır.
Bir araya gelişin asgari noktalarında, karşılıklı, sonuna kadar duyulacak bir güven ortamının yaratılması, birleşik-ortak devrimci bir düzleme inmedeki kararlılığın bir göstergesi olarak, vakit geçirilmeksizin alınacak kararlar, böyle bir platformda bir araya gelmeyi, onun koşullarını da hazırlayarak, olgunlaştırıp, yakınlaştıracaktır.
Bütün bu açılardan;
Ulusal ve toplumsal kurtuluşun bu olgunlaşma döneminde, sahip olunması gereken en temel devrimci sorumluluklarla, birleşik-ortak devrimci bir düzleme inmede ısrarlı ve samimi olan ve bu konuda kendini açıkça ifade eden bütün bileşenler tarafından, zaman geçirilmeksizin ilk adımlar atılmalıdır. Bu bağlam ve acilen yapılması gerekenler anlamında, şunların altı özellikle çizilmelidir:
1. Ortak devrimci bir düzlemin yaratılmasındaki istek ve kararlılığın bir ifadesi olarak, alınacak karar ve bu kararın açıklanması,
2. Kesintisiz iletişim ve koordinasyonun sağlanmasında, uygun mekanizmaların yaratılması,
3. Periyodik olarak bir araya gelecek görüşme gruplarının oluşturulması.
Görüldüğü ve dikkat edileceği üzere;
Birincisi, ortak bir düzlemdeki bir hareketliliği hemen ifade etmez. Daha çok, boyutları ve sınırları belirsiz bir düzleme karşılık gelir ve olanaklıysa eğer, ilk elde en büyük katılımın sağlanması esas alınır. Ancak gerçekçi olunduğunda, en büyük katılımın sağlanması uğruna, belirsiz bir zaman beklemektense, kendilerini somutlaştırmış taraflar arasında, ilk adımların atılması öngörülmelidir.
İkincisi, boyutları ve sınırları belirsiz düzleme ayak basılması anlamına gelir, ancak ortak bir hareketliliği yine ifade etmez.
Üçüncüsü ise, düzlemin boyutlarını ve sınırlarını belirleyecek olan aşamadır. Bütün ilkeler belirlenir, yürümenin koşulları burada ortaya konulur. Gelişmenin her aşamasında, yeni bileşenler, aynı sürece, aynı koşullarda eklemlenebilir ve bu eklemlenişlerle beraber, üçüncü fazın dinamiği her zaman canlı tutulur.
* * *
Dünya halklarının yürümekte olduğu bu zor dönemeçte, tereddüt etmeden ve açıkça ifade edilmelidir ki, her türlü saldırı ve karalamaya ve görünen bütün bir gerilemeye karşın, gelecek açısından bugün, dünden daha umutlu olunmalıdır.
Asla ve asla göz ardı edilmemelidir ki;
Topraklarımız üzerinde, birleşik devrimci-demokratik bir düzlemin yaratılması, ulusal ve toplumsal kurtuluşun ortak bir parametresidir. Kürdistan ve Türkiye devriminin önemli bir aracı, bu iki devrimin tarihsel ittifakının temel ifadesidir.
Bir çocukluk çağı yaşandı, bir delikanlılık döneminden geçildi. Artık bu dönem, bir olgunlaşma dönemi olmalıdır. Artık bu dönemin bütün devrimci sorumlulukları, bu döneme yakışır bir tarzda yerine getirilmelidir.
Unutulmamalıdır ki:
“Kitlelerin birleşik devrimci kuvvetinin açığa çıkartılması” Kürdistan ve Türkiye devrimi için bir zorunluluktur, Bu zorunluluğun yerine getirilmesindeki iradi unsur, toplumsal değişim ve dönüşüm sürecinin her aşamasında kendisini iliklerine kadar sorumlu gören herkestedir. Bu iradenin bekletilmeksizin derhal kullanılması acil bir görevdir, Söz konusu görevin ısrarla yerine getirilmesinde gösterilebilecek küçük bir karamsarlık bile asla affedilemez…
Kasım 1991