Bir sabah erkenden Gorbaçov’un devrildiği öğrenildi. “Sağlığı bozulmuş” ve görevlerini yürütemez hale gelmişti. Moskova’da yetkileri devralan bir Olağanüstü Hal Komitesi’nin kurulduğu ilan edilmiş, tanklar ve askerler sokaklara çıkmıştı.
Başkan Yardımcısı, Başbakan, Savunma Bakanı Mareşal, KGB Başkanı, İçişleri Bakanı’nın aralarında bulunduğu darbeci komite, “devleti çökertmeye ve SB’ni tasfiyeye girişen güçlere karşı” ve “ülkenin geleceğinin sorumluluğuyla” yönetimi üslendiğini açıklamıştı. Ekonomi çöküşten ve ülke açlıktan kurtarılacak ve demokrasi ve reform sürecinde ilerlenecekti. Darbeciler ABD’ye, “NATO’ya CENTO’ya saygılar”ını ilettiler, uluslararası ilişkileri değişiklik olmaksızın devam ettireceklerdi..
Ama darbeciler başarılı olamadılar. İlk gün nispeten duruma hakim gibi göründüler. Ülke içinden ve dışından, örneğin Fransız “Komünist” Partisi ve Yalçın Küçük gibilerinden destekler sağladılar, ama çok geçmeden gerekli gücü toplayamadıkları ve üç gün içinde toprağın ayaklarının altından kaydığı görüldü. Zaten ayaklarını yere sağlamca basamamışlardı.
12 Eylülcü darbe uzmanı Evren darbecileri beğenmemişti. “Bu ne biçim darbe anlayamadım. Sadece Gorbaçov’u gözaltına almışlar, diğerleri ortada” diyordu. Yeltsin, kılıcını çekmiş, nutuklar atıyor, halkı darbecilere karşı direnişe çağırıyordu. Darbecilerin başarılı bir harekât düzenleyemedikleri ortadaydı. Gazetelere yansıdığı kadarıyla Yeltsin’i tutuklamakla görevlendirilen KGB birliği, emre uymamış, saf değiştirmişti. Ele geçmeyen ya da geçirilemeyen, başta Yeltsin olmak üzere “demokrasi cengâverleri”, Rusya parlamentosunu karargâh haline getirerek, ilk darbeyi sağlam indiremeyen Brejnev döneminin hayali içindeki darbeci bürokratlara karşı etraflarına topladıkları Batı ve Batı sistemi hayranı bir kalabalıkla karşı-darbenin baskı gücünü, tabanını ve atmosferini oluşturma olanağını yakaladılar. Olayların gelişimi, darbeci “muhafazakarların” (eski devletçi rejim yanlılarının), Amerikan emperyalizmi ve kendi darbelerini örgütlemek ve güçlenmek isteyen Yeltsin gibilerinin kışkırtma ve oyununa “kurban” gittiklerini akla getirecek kadar zayıf bir darbe girişimine işaret ediyordu.
Darbecilerin yeterli gücü toparlayamadıkları açıktı. Gorbaçov bir darbeye muhatap olmaya elverecek kadar güçten düşmüştü; ancak bu arada, Batı’ya entegrasyonun güçleri, liberal demokratlar olarak tanımlananlar, gerçekle Yelisin gibi faşistler, ilerleyen “reformlar” sürecinde güç toplamışlardı. “Reformlar”, yalnızca siyasal alanda Batı hayranlığına yol açan normlar geliştirmekle kalmamış, ekonomide özelleştirmeleri, sosyal alanda da bürokratik kapitalizm karşıtı “hür teşebbüs”ü geliştirip güçlendirmişti. Çelişme ve çatışmalar siyasal egemenlik örgütlerine kadar yansımıştı. Ordu, KGB, polis içinde saflaşmalar yaratarak ilerleyen çekişmeler, Birlik ve Cumhuriyetlerin parlamento ve hükümetlerde karşı-darbeyi gerçekleştiren güçlerin önemli yerler tutmalarına kadar varmıştı. Rus milliyetçisi Batı hayranı bir faşist olan Yeltsin Rusya Federasyonu başkanlığını elde etmiş, daha birçok yönetim yetkisi, Gorbaçov’un ilerlediği yolda daha hızlı ve daha ilerilere gidilmesi yanlısı güçlerin eline geçmişti. Darbeciler darbeyi gereken sertlikte vuramayınca bir karşı darbeyle devrildiler.
Direnişi örgütleyen Yeltsin şimdi yeni yıldızdır. Darbeye kadar iki gerici burjuva kanat arasında dengede durmaya uğraşan, darbeyle devrildikten sonra toparlanmaya çalışan Gorbaçov, kesindir ki, bir kez daha eski konumunu elde edemeyecek, eski gücüne ulaşamayacaktır. Bugün elindeki kılıcı sağa sola sallayan, direnişin ve karşı darbenin şefi Yeltsin’dir. Darbenin bir karşı darbeyle bastırılmasıyla, devlet kapitalizmi yanlısı “muhafazakâr” revizyonistlerin şahsında yeni bir anti-komünizm dalgası yükseltilmiştir.
Kuşkusuz darbecilerin komünizmle en küçük bir ilgileri yoktur. Ama önemli olan amaçtır, araç değil. Yeltsinci karşı darbeci sözde liberaller, Batı kapitalizmi hayranı faşistler, darbeyi bahane ederek, ülkede komünizmin en küçük bir işaretini bile bırakmamaya, komünizmi ülkenin tarihinden de tümüyle silmeye yönelmişlerdir. Saldırı kampanyası, şimdiye dek dokunulmaz kalmış kurucu Lenin’in heykelleri ve adını da yok etmeye yöneliktir. Bayrak değiştirilmiş, orak çekiçler bulundukları yerlerden sökülmüştür. Bu anti-komünist kampanya içinde Yeltsinciler rakiplerinden de bütünüyle kurtulmaya girişmişler, onları da kampanyanın hedefi arasına katmışlar, hatta kampanya onların şahsında örgütlenmiştir. Bu, komünizmi kötüleyip karalamanın bir yöntemi olarak özellikle seçilirken, aynı zamanda rakipleri ezmek amacına da hizmet etmektedir.
Darbe karşısında tavırlar beklendiği gibi, her çevre ve gücün, o güne kadarki yaklaşım ve politikalarının bir devamı olarak şekillendi.
Amerikan emperyalizmi ve genel olarak: emperyalistler, darbeye karşı sert bir tavır aldılar. Gorbaçov göz bebekleri olduğu için değil kuşkusuz. Çıkarları, Sovyetlerdeki reformlar ve Batı kapitalizminin gelişmesi sürecinin ilerlemesinden yana olduğu için. Darbeciler, bu süreci yavaşlatacaklar, bürokratik imtiyazları ve devlet kapitalizmini yaşatmaya yönelecekler, Batıyla ekonomik ve siyasal entegrasyon süreci kesintiye uğrayacak, sürtüşme ve çekişmeler başlayabilecekti.
Bu sürtüşme ve çekişmelerin Yeltsincilerle hiç olmayacağı kuşkusuz söylenemez. Tersine, belirli bir süre sonra bu Batı hayranları da ABD ve diğer emperyalistlerle sürtüşecekler, çatışmalara sürükleneceklerdir. Kesintiye uğrayan, barış süreci değildir. Çünkü “barış” emperyalistler arasındaki güç dengelerinin değişmesinin dikle ettiği bir emperyalist “barış”tır. Sovyetlerin ABD’nin “yeni düzeni”ne zorunlu olarak gösterdiği uyumun sonucudur. Darbecilerin de bu uyumu gösterecekleri kuşkusuzdu. Hem darbeciler ve hem de karşı-darbecilerin oluşturmaya çalıştıkları, güçtü. Darbeciler bu gücü, eskisine yakın bir temelde, karşı-darbeciler ise yeni temellerde oluşturmayı hedefliyorlardı. Farklı olan, yöntemlerdi, içerik ve amaçlar değil. Ne eskiler sosyalistti örneğin ya da hemen darbeyle birlikte ABD ile hesaplaşmayı davet edecek işlere kalkışabilirlerdi ne de karşı-darbeciler Amerikan emperyalizminin sonsuza kadar dümen suyunda gitmeyi kabulleneceklerdir. Darbeciler eskiye yakın bir temelde, Yeltsinciler ise Batı kapitalizmini geliştirip Rusya Federasyonu’nun ekonomik olarak sağlamlaştırılması temelinde yeniden bir süper güç olarak ayağa kalkmayı ve diğer emperyalistlerle rekabet edebilecek güç oluşturmayı tasarlıyorlardı.
Darbe, azınlık çevreler tarafından desteklendi. Gerekçeler, yaklaşık olarak. Gorbaçov’un arsızca ilerlediği kapitalist restorasyon sürecine ve azgınlaşan anti-komünist histeriye dur denildiği, sosyalizmin prestijinin kurtarılmasına girişildiği ve SB’nin, ABD “yeni düzeni”nin eskisi kadar kolay kurulmasına engel bir güç olarak yeniden sahneye çıkacağı noktalarında toplanıyordu. Çeşitli revizyonist partiler ve bizde Y. Küçük gibiler, Brejnev savunucuları, başarı ihtimalini araştırma ihtiyacı bile duymadan hemen desteklerini açıkladılar. Sosyalizmin ayaklar altına alınan onuru kurtulacaktı! Kimse artık “sosyalizm öldü” diyemeyecekti! Çünkü kapitalist restorasyonun önü alınmış ve yeniden sosyalist yola girilmiş olacaktı! Mümtaz Hoca görece daha gerçekçi bir noktadan hareket etti, ama saptamaları ve çıkardığı sonuç yanlış oldu. Bu darbe Sovyetlerin yeniden ayağa kalkmasını olanaklı kılacak ve Sovyetler ABD’nin karşısına, onun vahşiliğini engelleyecek, “yeni düzen” kuruluşunu zaafa uğratacak bir güç olarak çıkacak, geri ülkeler bu durumdan yararlanacaktı! Mantık yanlıştı: ayağa kalkış darbeye değil, ekonominin sağlamlaşmasına yaslanabilirdi; emperyalistler arası çelişmelerin şiddetlenmesi, proletarya ve halklar için bir yedek güç oluşturur ve manevra alanı sağlardı, ama daha ötesini değil. Emperyalistlere dayanılamazdı ve bir emperyalistin diğerinin amaçlarının gerçekleşmesinin engeli oluşu, onun ve bu duruma yol açabilecek darbenin desteklenmesine gerekçe olamazdı. Her emperyalistin kendi saldırgan amaçları vardı.
Darbe’nin hiçbir sosyalist ya da demokratik yön ve içeriği yoktu. Sosyalizmin prestiji anti-komünist bürokratların darbesiyle kurtarılacaksa, hiç kurtulmasın daha iyiydi. Bu darbe aracılığıyla kurtulacak bir sosyalist prestij olamazdı. Darbeciler kapitalizmin restorasyonunu da önleme amacında değillerdi. Onlar
40 yıllık restorasyon sürecinin unsuru ve restorasyoncu güçlerdi. Sadece kendi imtiyazları peşindeydiler, devlet kapitalizmini yaşatma yanlısıydılar. Sosyalizmin prestijinin darbeciler elinde daha da sarsılacağı kesindi.
Darbe karşıtları ise çoğunluğu oluşturdular. Özal’dan İnönü’ye Türk burjuvazisinin siyasi temsilcileri, TBKP vb. solcular, tüm “demokratik sosyalistlerimiz” demokrasi adına darbenin karşısında yer aldılar. Darbe “demokrasi”ye, “demokratikleşme süreci”ne karşı gerçekleştirilmişti! Oysa dünyanın ve bütün ülkelerin çıkarı (solcu “demokratlar” “halkların çıkarı” diyorlardı) “demokrasi”yi gerektirirdi. Bu “demokratlar” örneğin bizde, “Türk aydınının darbe karşısındaki tavrı”na karşı bir kampanya açtılar. Amaç açıktı: aydınlan darbeye karşı gerçekleştirilen karşı-darbeye destek vermeye yöneltmek, darbe karşıtlığı ve “demokrasi” adına karşı-darbeye övgüler yağdırarak “yeni düzen”e destek sağlamak, onu güçlendirmek. Böylece, sözde “demokrasi”, “insan hakları”, “özgürlükler” kurtarılacaktı. Baş “kurtarıcılar” ise, Amerikan emperyalistleri ve Yeltsin’di. Sözde Türk aydınının Türkiye’de gerçekleşmiş darbeler karşısındaki tavrı (boyun eğiciliği) eleştiri konusu ediliyordu; ama bir bu olumsuz tutumdan söz ediliyorsa on Yeltsin karşı-darbesine övgü düzülüyordu. Üstelik bu “demokratlar” Özal, Demirel ve benzerleriyle, Yeltsin karşı darbesini birlikte övdüklerini, “demokratlık”larının ancak onlarınki kadar olduğunu akıllarına bile getirmiyorlardı.
Sosyalizm, komünizm, kuşkusuz Brejnevci darbecilerin, demokrasi ise Yeltsinci Batı hayranı faşistlerin eline ve diline terk edilemez. Gericiler tepişirken, Marksist ve devrimcilere, onlardan birine güç ve destek vermek değil, ancak ve ancak bu tepişmeden yararlanarak devrim yolunda daha hızlı ilerlemek düşer.
Eylül 1991