Kadının Özgürlüğü Sorunu Ve Burjuva Saptırmalar

Aşağıdaki yazı, Türkiye Devrimci Komünist Partisi Merkezi Yayın Organı, Devrimin Sesi’nin 1992 Mart Kadın Özel Sayısı’ndan alınmıştır. Okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

Kadın sorunu gibi, her toplumda ve her ülkede insan soyunun yarısını oluşturan bir kitleyi doğrudan ilgilendiren ve insan soyunun öteki yarısının da ilgisiz kalmayacağı bir sorun, kuşkusuz, yalnızca yılda bir kez ve “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” vesilesiyle gündeme getirilen bir sorun olarak ele alınamaz. Proleter ve emekçi kadınlar, her iki cinsten sömürülen ve ezilen emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve sınıf olarak kurtuluşları için yürütülen mücadelenin aynı zamanda ezilen cins olan kadının kurtuluşu için mücadele olduğunu ve böylesi bir mücadelenin yıldönümü ve bazı günlere sığdırılan dar kapsamlı bir mücadele olmadığını ve olamayacağını bilmelidirler.
Yine proleter ve emekçi kadınlar, ezilen ulusa mensup Kürt kadınları, kadın sorununun, kadının özgürlüğü sorununun, toplumsal ekonomik-siyasal sistemden koparılarak ele alınamayacağını, sınıfların varlığı, karşılıklı konumu ve çıkarlarından bağımsız bir kadın sorunu ve kadınların özgürlüğü sorununun söz konusu edilemeyeceğini bilmelidirler.
O halde Türkiye ve Türkiye Kürdistan’ında, ezilen sınıfa, ezilen cinse ve ezilen ulusa mensup kadının kurtuluşu sorunu; onun içinde bulunduğu somut durum tarafından belirlenir. Bu somut durumun irdelenmesi temelinde gündeme gelmeyen bir “kadın hakları” tartışması, açıktır ki ne proleter ve ezilen kadına, ne ezilen cins olarak kadına, ne de burjuvazi ve kapitalizme karşı mücadeleye hizmet etmeyecektir.
Toplumsal yaşamdan ve sürüp giden sınıflar mücadelesinden koparılmış, dergi odaları ve masa başlarında ve esas olarak ahlaki planda üretilmiş sözde çözüm önerilerinin, ezilen kadının yaşam pratiğine çarparak anlamsızlaştığını, kadının kurtuluşu sorunu olarak burjuva kadın akımları ve gizli ve açık “feminist” çevreler tarafından “cinsel özgürlük” sloganlarının bayraklaştırılmasının ve “serbest aşk özgürlüğünün” taleplerinin öne çıkarılmasının burjuvaziye hizmet ettiğini ve burjuvazi tarafından kışkırtıldığını göremeyenler, “ataerkil erkek diktatoryası”na ne denli kılıç sallarlarsa sallasınlar, kadının kölelik statüsünde bir değişiklik olmayacaktır.
Burjuva partilerinin, onlara bağlı kadın kuruluşları ve vakıflarının, burjuva politikacıları ve burjuva kadın akımlarının, kadın kitlesinin aldatılması ve burjuvazi tarafından uzun süreli olarak kullanılmasını olanaklı kılmak için faaliyet yürüttükleri biliniyor. Onların, kadının gerçek ezilen kitlesini oluşturan proleter ve emekçi kadının ve Kürt kadınının bugün içinde bulunduğu durumu gizleme çabaları da bilinmektedir. Yine, özellikle 12 Eylül gericiliğinin toplu ve çok yönlü saldırısı ortamında, yılgınlığın ve devrimci mücadeleden geri basmanın besleyip güçlü kıldığı, “feminist”, “sosyalist feminist” gibi kadıncı çevrelerin, kadının özgürlüğü sorununu, burjuvazinin çıkarları doğrultusunda çarpıtma çabalarını ve ahlaki yozluklarını, küçük-burjuva yozlaşma eğilimlerini “kadın özgürlüğü sorunu” olarak yansıtma girişimlerini anlamak mümkündür ve bunlar bilinen şeylerdir.
Ancak, legal devrimci basında, Türkiye ve Türkiye Kürdistan’ı gerçeğinden, kadının bu topraklardaki konumunu ve yaşantısından kopuk, sorunu kapitalist reklâmcının, kadını reklâm öğesi olarak kullanması gibi kısmi ve daha çok da ahlaki planda eleştirisiyle sınırlayan, dahası kimi zaman, sorunu feministçe ve erkek düşmanlığı kışkırtmasına dönüştürerek ele alan yazıların çıkmasını anlayışla karşılamak mümkün değildir.
Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda kadının durumu nedir? Kadın salt bir reklâm aracı olarak ele alındığında, ya da evlilik ilişkisinin eşitsiz koşulları nedeniyle mi aşağılanmaktadır? Özgürlüğü savunulan kadın hangi kadındır? Kadın özgürlüğünü kime karşı, kiminle birlikte ve nasıl elde edeceğiz? Kadın sorunu, özel bir sorun olarak ele alındığında, sınıflar üstü ve “kadın cinsi sorunu” olarak ele alınabilinir mi? Bunlar ve daha da uzatılabilecek bu gibi sorulara verilmiş doğru bir cevaptır ki, kadının özgürlüğü mücadelesine devrimci tarzda hizmet edebilir.
Bugün Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda milyonlarca işçi ve emekçi kadın, burjuva-feodal değer yargılarının egemen olduğu, ezilen cins olarak kadının köleleştirildiği toplumsal koşullarda ve faşist baskı altında, sömürünün ve aşağılanmanın her türüne tabi tutulmakta, yalnızca mutfağa ve çocuk odalarına -işçi ve emekçilerin ayrı bir çocuk odalarının bulunmadığı ve çoğu kez barınmaya elverişsiz, rutubetli ve güneş görmez küçük ve dar bir “ev” içinde ana-baba ve çocukların bir tek odayı paylaştığı gerçeği unutulmasın- hapsolmasından ve erkek karşısındaki ikinci durumundan, erkeğe tabi olma ve onun tarafından ezilmesinden kaynaklanan baskıların değil, aynı zamanda ulusal-siyasal baskı ve zulüm altındadır.
Kürt kadını, faşist işgalin her tür zorbalığını günlük yaşamında hissetmekte, dayak, küfür ve işkencenin yanı sıra, kurşunlara hedef olmakta, öldürülmektedir. Eşi, kardeşi ve çocuğuyla birlikte tabi tutulduğu baskı ve zorbalık onu, insan ve kadın olarak ezmekte, aşağılanıp horlanması, analık duygularının (feministlerin ve bazı “Marksist” kadın yazarların öfkesini üzerimize çekme pahasına analık duygularından söz etmeyi göze alıyoruz) ayaklar altına alınması onu ayrıca çökertmektedir. Kürt kadını, Kürt halkına yönelik baskı ve zulmü en yoğun olarak yaşayan kesimi oluşturur. Bu yönüyle Kürt kadınının özgürlüğü sorunu ulusal özgürlük sorununa da bağlanmıştır. Feodal değer yargılarının daha etkili olarak varlığını sürdürdüğü Kürdistan’da, Kürt kadını, genel olarak kadına yönelik baskı ve sömürüyü daha yoğun olarak yaşamaktadır. Feodal baskı, faşist ulusal baskıyla donanıp katmerleşmekte, ağa, aşiret reisi ve devletin resmi görevlilerinin zulmü, feodal değer yargısı ve anlayışlarla birlikte Kürt kadınını cendereye almaktadır. Aşiretçi yapıdan kaynaklanan sınırlamalar nedeniyle Kürt kadını herhangi bir konuda fikrini ortaya koyma olanağı bulamamakta, kızların evlenmesinde baba ve aile büyükleri söz sahibi olmakta, evlilikte bir nevi para karşılığı satış anlamına gelen başlık parası alınmaktadır.
Eğitimsizlik, Kürt dili ve kültürüne yönelik baskı ve yasaklanma, dilde eğitim hakkının bulunmaması ve emperyalist yoz kültürün topluma şırınga edilmesi (tüm işçi ve ezilen kadını olduğu gibi) Kürt kadınını da etkilemekte, dil bilmeyen kadın,, en basit sağlık sorunlarını bile doktora anlatamamakta, erkek doktora muayene olmaktan kaçınmaktadır.
Kürt kadınının ulusal kimliğiyle politik faaliyette yer alması burjuvazi ve gericilik tarafından tümüyle yasaklanmıştır ve “bölücülük” olarak değerlendirilmektedir. Kürt kadınının ulusal özgürlük mücadelesinde artan oranda yer alması ise, zulüm ve baskıya karşın gerçekleşmekte, birçok kadın ve genç kız, bu mücadelede işkenceye çekilmekte, tutuklanmakta, sakat bırakılmakta ve öldürülmektedir.
Bütün bunlar Kürt kadınının kurtuluşu sorununun özelde işçi ve emekçi kadınının, genelde işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin kapitalist kölelikten ve burjuva sınıf egemenliğinden kurtuluşu sorunu olduğu ve ona kaçınılmaz olarak bağlandığını da ortaya koymaktadır.
Toplum kadına ev, çocuk ve koca bakıcılığını “asli görev” olarak vermiş onun üretime katılmasının sınırları da bu “asli görev” tarafından belirlenmiştir. Genelde erkeğin baskısı, evin tüm angarya işlerinin kadının sırtına yüklenmesi, ev temizliği, çamaşır ve bulaşık yıkanması, yemek ve tarla işleri, çocuk bakımı vb. kadını fazlasıyla yorduğu ve köleleştirdiği gibi, aynı zamanda bu tür bir iş bölümünün kadın tarafından da süreç içinde benimsenerek sistemleşmiş olması kadını ezilen cins olarak kuşatmıştır. Buna ek olarak, bugün, işçi ve emekçi kadınlar ve Kürt kadını, faşist devletle, devletin kurumları, yasa ve yasaklarıyla yüz yüze geldiği her yerde, toplumsal yaşamın her alanında, ister eve kapatılmış ev kölesi, isterse, kapitalist üretim faaliyetine çekilmiş ücretli köle olsun, faşist baskı ve zulme tabi tutulmakta, maddi ve manevi işkence görmektedir. Genç kız ve kadınların binlercesinin işkence tezgâhlarına yatırılması, tecavüz tehdidi altında tutulması, zindanlara tıkılması, sakat bırakılması, zindan ve mahkeme kapılarında süründürülmesi, yanı sıra, eş, kardeş ve çocuklarının aynı biçimde zulüm görmesi, feodal değer yargılarının daha etkin olduğu Kürdistan’da, toplu dayak ve işkenceler sırasında kadın ve erkeğin soyundurularak aşağılanması vb. kadına yönelik maddi ve manevi zulüm ve baskının somut durumunu göstermektedir.
Bugün Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda azımsanamayacak bir kadın kitlesi, kapitalist üretim sürecine çekilmiş, hizmet sektörü, tekstil ve tekel işkolları başta olmak üzere, bazı alanlarda, burjuvazi tarafından düşük ücretle istihdam edilmiştir. İşçi ve ev dışında da çalışan kadını iliklerine dek sömüren burjuvazi, bunu kadının özgürleştirilmesi olarak göstermektedir. Kadının emek gücünü emek pazarına alan kapitalizm, kadının kendisinin ve kadınlığının ticari meta haline gelmesinin koşullarını genişleterek üretmekten başka bir şey yapmazken, kadının ev köleliğine bir de ücretli köleliğini eklemiştir. Çalışan ve proleter kadın, kadın sağlığına aykırı koşullarda erkeklerden daha düşük ücretle çalıştırılmaktadır. Horlanma, aşağılanma, patronlar tarafından iğrenç burjuva arzularının tatmini aracı olarak kullanılmayla her an karşı karşıyadır. Kapitalistler, kadın ve çocuk emeğini ucuza sömürdükleri gibi, onları erkek işsizlere karşı bir koz olarak da kullanırlar.
Kadın-erkek eşitsizliği, resmi olarak aksi iddia edilse de, siyasal-sosyal yaşamın her alanında devam ettirilmektedir. Bazı toplumsal işlerin ve mesleklerin “kadına göre olmadığı” düşüncesi topluma egemendir. Cehalet ve eğitimsizlik, toplumsal bir tutumun sonucu ve kadının ikincil öğe sayılması nedeniyle, kadınlar içinde daha yaygındır. Eğitim sistemi ve egemen ideoloji kadına sınır çektiği gibi, eğitim basamaklarında yukarı doğru çıkıldıkça, eğitim görmüş kadın sayısı da düşmektedir.
Politika daha çok erkek işi sayılmaktadır. Egemen sınıflara mensup kadınlar -daha çok ve esas olarak işbirlikçi tekelci burjuvazinin kadınları- kısmen politik kurum ve partilerde yer alırken, işçi ve emekçi kadına politika yasaktır. Onun görevi, kocasına da tabi olarak, dayatılan burjuva politikaya boyun eğmek ve burjuva partilerinden birine oy vermekle sınırlıdır. Toplumsal sistemin kadına biçtiği rol, erkeğe tabi ve ikincil olduğu için, bu durum yaşamın her alanında, fakat en fazla olarak politik alanda görülür. “Karı-koca” ilişkisi açısından soruna bakıldığında, mülkün sahibi erkek olduğundan herhangi bir konuda karar verme ve politik tutum belirlemede, politika yapmada erkek belirleyici konumdadır. Gerçi, ülkemizde, kendi sınıf çıkarları doğrultusunda işçi ve emekçilerin politik faaliyet yürütmesi, Kürt halkının ulusal özgürlük talebiyle politik arenada yer alması yasaktır. Ve bu tür bir faaliyet ancak egemen sınıfların baskıcı kurumları ve yasaları çiğnenerek yürütülebiliniyor. Politik faaliyet, gerici egemen sınıfların, burjuva-feodal çevrelerin tekelindedir. Bu bakımdan, ezilen sınıfa ve ezilen ulusa mensup kadın gibi, bu kesimlerin erkeklerinin politik faaliyeti de, ancak baskı ve zulmün, işkence ve tutuklanmanın, kurşunlanarak öldürülmenin göze alınmasıyla mümkün olabilmektedir.
Sorun burjuvazinin ikiyüzlülüğü açısından ele alındığında da kadının politik örgütlenmelerde, meslek örgütlenmelerinde, çeşitli mesleklerde görev almasında, politik ve mesleki örgütlerin yönetimindeki oranlarda erkekle arasında büyük bir uçurumun olduğu açıkça ortaya çıkar. Burjuva partileri ve parlamentolarının bileşimi de bunu açıkça göstermektedir.
Kapitalizm, diğer sınıflı ve sömürülü toplumlardan farklı olarak, kadını toplumsal üretime ucuz işgücü olarak çekmekle de ayrılır ve bu köleliğinin yanına ücret köleliğini de ekler. Kapitalistler, kız ve kadın işçileri çalıştırmakla onların vücutları ve işgüçleri üzerinde de hak iddia ederler. İşten kovma fabrikaların, patronların haremine dönüştürülmesinin ürkütücü bir aracı olarak kullanılır. Fabrika yaşamı kadın vücudu üzerinde kalıcı izler bıraktığı gibi, doğum sakatlıkları ve güçlüklerine, doğum sırasında ölümlere yol açmaktadır. Hamile kadın doğum anına kadar fabrika ve işyerlerinde çalıştırılmakta, doğum sonrası yeterince dinlenmelerine izin verilmemektedir. İşyerleri ve fabrikaların sağlığa zararlı ve kirli oluşu gebe kadınlarda zehirlenme ve çocuk ölümlerine yol açmakta, sakat doğumlar önemli bir oran teşkil etmektedir. İlaç sanayinde, tavuk çiftliklerinde, tütün ve şarap fabrikalarında tekstil iş kolunda çalışan kadınlar ve genç kızlar birçok hastalık ve sakatlıklarla karşı karşıyadırlar ve kapitalistler kârlarından kısarak çalışma koşullarının iyileştirilmesine yanaşmamaktadırlar. Sürekli ayakta çalışan kadın ve genç kızlar, varis başta olmak üzere birçok hastalığa yakalanmaktadır.
Emekçilerin maddi koşulları, insan olmanın gerektirdiği dünyayı tanıma ve belirleme olanağını ortadan kaldırmakta, eğitimsizlik ve cehalet, yoksul kadın ve kızların ahlaksızlığa sürüklenmesine, köleliği benimseyerek, para karşılığı kendini ve vücudunu satmasına neden olmaktadır. 12 Eylül gericiliğinin işçi ve emekçilere yönelik kapsamlı ekonomik-siyasi saldırılarının ve emekçileri açlık ve sefalete sürüklemesinin sonucu olarak, büyük şehirlerde yaşayan insanların saflarında ahlaki yozlaşma ve fuhuşun artması gerçeği bu söylediklerimizin bir diğer göstergesidir.
Kadın ve erkek işçiler, toplumsal düzenin tüm yükünü çektikleri halde, onun nimetlerinden yararlanamamaktadırlar. Kapitalizmin gelişmesi sonucu, bir ihtiyaç maddesi olarak işçi ve emekçilerin de yaşamına giren televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi vb. aletlerin alınması için yeme, içme ve giyiminden kesen ve borçlanan işçiler, bunun sonucu olarak, çeşitli hastalıklara yakalanmakta, zayıf düşmekte, ömürleri kısalmaktadır.
Kapitalizm aile yaşamını işçi için olanaksız hale getirmiş, aile fertlerini değişik alanlara sürmüş, aileyi parçalamış, bireyleri sistemden kaynaklanan kötü alışkanlık ve ahlaksızlıkların içine itmiştir. Fuhuşa sürüklenen kadınların büyük çoğunluğunun burjuva erkekleri tarafından baştan çıkarılıp aldatılması ve sokağa bırakılması sonucu vücutlarını sokaklarda veya burjuva-kapitalist toplumun resmi satış merkezlerinde satması kapitalizmin ürünüdür.
Proleterler ve tüm emekçiler’, kendi suçları olmaksızın ve kötü yaşam koşullarından kurtulmak için aç-perişan büyük çabalar harcamalarına karşın “izbe” kulübe ve gecekondularda veya ahırlarla birlikte yapılmış olan köy evlerinde ömür tüketmektedirler. Emekçilerin köhne mekânları ve kötü yaşam tarzları, en çok kadını ezmektedir. O, bir yandan bu mekânlarda evin hizmetçisi olarak ömür tüketirken, öte yandan kapitalist toplumun manevi baskısı altında ezilir.
Bütün bunlar ve kadının kapitalizm kaynaklı bu ezilme durumu, kadının kurtuluşu sorununun doğru devrimci ele alınış tarzını da belirler.

KADININ GERÇEK ÖZGÜRLÜĞÜ NASIL SAĞLANACAKTIR, BURJUVA “KADIN HAKÇILARI” KADININ ÖZGÜRLÜĞÜNÜ MÜ SAVUNUYOR?
Sorunun cevabı, kadının köleleştirilmesinin ve erkek karşısında ezilen cins olarak tutulmasının esas kaynağının doğru tespitiyle verilebilir. Ev yönetiminin toplumsal olarak zorunlu bir çalışma olmaktan çıkarak “kamusal niteliği”ni yitirmesi ve özel bir iş, “özel bir hizmet” haline gelmesiyle kadının toplumsal üretimden alıkonularak, özel ev işinin baş görevlisi, evin hizmetçisi haline gelmesi ve kapitalizmin bunu modern tarzda sistemleştirmesi, kadının toplum ve aile içindeki ve erkek karşısındaki konumunu belirleyen esas etkendir. Kapitalizm, ucuz işgücü olarak kadını üretime çekerek, kadının söz konusu durumunu değiştirmez, aksine onu ücret köleliğine de bağlar.
Kapitalist sistem aynı zamanda bugünkü aile kurumu üzerine oturmuştur. Sistemi değiştirmeden, sistemin üzerine oturduğu aile kurumunun değiştirilebileceğini, kadın-erkek ilişkisinde eşitliğin sağlanabileceğini söylemek sorunu kavramamak ya da çarpıtmaktır. Kapitalizm, kadını kapalı mutfak ve çocuk odası çevresine kapatmışsa, bu durumdan kurtulmak, her şeyden önce kapitalizmden kurtulmayı gerektirir.
Bunun için tüm dikkati kadının ezilmesi ve horlanmasına temel teşkil eden kapitalizmin tasfiyesi ve proleter devrimi için mücadeleye yöneltmeyen her yaklaşım, kadın özgürlüğü ve eşitliği üzerine ne denli çok söz ederse etsin, sonuçta burjuvaziye hizmet eder. “Çünkü insan soyunun kadınsal yarısı kapitalizm koşullarında iki kat ezilmiştir. İşçi ve köylü kadınlar sermaye tarafından ezilirler ve bunun dışında en demokratik burjuva cumhuriyetlerde bile, birincisi hak eşitlikleri tanınmadan kalırlar; çünkü yasa onlara erkekle eşit haklar vermez; ikincisi -en önemlisi- en kaba, en ağır, en çok körelten işle, mutfaktaki ayrıntılarla ezildikleri için, ‘evsel kölelik’ içinde kalırlar, ev köleleri olarak kalırlar. Bunun için kadının özgürlüğü sorunu, mülk sahipleri sınıfının mülksüzleştirilmesi ve insanın kölelikten özgürleştirilmesi sorununa doğrudan bağlı bir sorundur. Özel mülkiyetin kaldırılması kadın özgürlüğüne giden yolu açacaktır. “İkinci ve en önemli adım mülkte ve akarda, fabrikalarda ve ilişkilerde özel mülkiyetin kaldırılmasıdır. Kadının tam ve gerçekten, kurtulması için, ‘evsel kölelik’ten kurtulması için yol, kadının ev yönetiminin küçük ayrıntılarından toplumsallaştırılmış büyük ev yönetimine geçmesiyle, böylelikle ve yalnız böylelikle açılır.” (Lenin.)
Bundan dolayı, “proleter kadın hareketi, biçimsel bir eşitlik için savaşımı değil, tersine, kadının ekonomik ve toplumsal eşitliği için savaşımı ana görevi’ bilmelidir. Bunun için, kadının özgürlüğü sorunu, sistemlerden ve sınıflardan bağımsız bir sorun olarak ele alınamaz. Kadının ekonomik-toplumsal eşitsizliğinin kaynağına vurmayan, bu kaynağın tasfiyesini hedeflemeyen her hareket kapitalizmin sınırları içinde kalacaktır. Feminist vb. gibi küçük-burjuva “kadın hakçı” grupların eylemi de kadın emekçilerin mücadelesinin saptırılması ve kapitalist ahlaksızlığa ve yozlaşmaya bağlanarak etkisiz kılınmasını, yanı sıra, kapitalizmin bunalıma sürüklediği küçük ve orta sınıf kadınının “serbest aşk özgürlüğü” sloganlarıyla, “ataerkil erkek diktatoryası”na karşı sözde saldırıya geçerek, pisliğe bulanmış, düşkün erkek mekânlarını kadın mekânlarına çevirmeye kalkışmasından başka bir anlam taşımamaktadır.
“Sorunun yetersiz, Marksist’çe olmayan ele alınışı nereye varıyor öyleyse? Cinsel sorunun ve evlilik sorununun büyük toplumsal sorunun parçası olarak kavranmamasına, tersine büyük toplumsal sorunun cinsel problemin bir uzantısı, bir parçası gibi görünmesine. Ana sorun, ikincil sorun gibi geri çekiliyor. Bu bir konudaki aydınlığa zarar vermekle kalmaz, genellikle proleter kadınların kafasını, sınıf bilincini bulandırır.” (Lenin)
“Feminist”, “sosyalist feminist” gibi çevrelerin, Marksizm-Leninizm’in ve Lenin’in kadın sorununa bakışını benimsemeyip reddettiklerini, kadın sorununu “büyük toplumsal sorunun bir parçası” olarak ele almadıklarını, sorunu cinsel problemin bir parçası ya da onunla özdeş bir sorun olarak görüp göstermeye çalıştıklarını, proleter ve emekçi kadınların kafasını bulandırmaya çalıştıklarını biliyoruz. Onlar, proleter ve emekçi kadının, Kürt kadının sorunlarından söz edilmesini “kadın hareketinin bölünmesi” olarak değerlendirmekte, sınıflar üstü genel bir kadın örgütlenmesinden söz etmektedirler.
Feminist hareket sorunu toplumsal temellerinden, ekonomik toplumsal-siyasal sistemlerden koparmakta, cinsiyetçiliğe karşı olma adına cinsiyetçiliğe indirgemekte, erkeğin aile içindeki durumuna son verme veya kadının gördüğü işleri “erkeğin işi” haline getirme olarak ele almakta, işi erkek düşmanlığına, erkeklerden arınmış “kadın dünyası” yaratma hayallerine kadar vardırmaktadır. Genel olarak, küçük ve orta burjuva katmanlara mensup bu kadın çevreleri proleter devrimi ve sosyalizm karşısında gerici bir konumda bulunmaktadırlar. Kadın sorununu sınıf sorunundan, sınıf temelinden ve sınıflı toplum gerçeğinden soyutlayarak ele alan ‘feminist’, ‘sosyalist feminist’ ya da onlardan etkilenmiş sözde Marksist ve devrimci kadın çevreleri, tüm kadınların kapitalizm koşullarında “erkekle eşit”, dahası, erkek karşısında üstün bir konuma gelebileceğini iddia etmekte, cinsel yaşam ve “beden sorunları”nı öne çıkararak, kadının dikkatini burjuva yoz ilişki ve düşünce çerçevesiyle sınırlamaya çalışmaktadırlar. “Erkek egemen ideolojisi”, “faşist ataerkil ideolojisi” vb. uyduruk tanım-lamalarla, sözde “kadın egemen ideolojisi” yaratılabileceği saplantısı içindedirler. Cinslere ait ideoloji iddiası, terminolojik yanlışlığından öte, saçma ve temelsizdir. Sınıflara ait olan, egemen toplumsal yapı tarafından, ekonomik toplumsal temel tarafından belirlenen, o temel üzerinde yükselen ve ifadesini bulan ideolojileri, sınıfların içinde bir cinse ait olmakla sınırlamak, soruna “kadıncı” pencereden bakmak doğru değildir. İdeolojiler, belirli sınıflara aittirler. Burjuva ya da proleter ideolojiden söz edilebilir.
Feminizm Türkiye’de anti-sınıfçı, dolayısıyla anti-sosyalist bir konumdadır ve esas olarak 12 Eylül ortamında devrimci saflardan geri basan küçük-burjuva aydın, ya da yarı-aydın kadınların oluşturduğu bir “kadıncı” hareket olarak var olmuştur. Anti-Marksist ve anti-sosyalist bir konumda bulunmaktadır ve kimi yazarların ona ithaf ettiği gibi “geleceğin sosyalist yıldızını esinle”memektedir.
Sosyalizm karşıtları, toplumun sınıf ilişkileri ve çelişkileri temelinde irdelenmesine ve kadın sorununun buna bağlı olarak ele alınmasına karşı çıkmaktadırlar. Onlar, işçi kadını, ezilen sınıfın kadınını, Kürt kadınını, burjuva egemen sınıf kadınlarıyla aynı konumda değerlendirerek, tüm bu kesimlerin kadınlarını kapsayacak bir örgütlenmeyi hayal etmektedirler.
Oysa egemen sınıflara mensup kadınlar, kendi erkekleriyle eşitsiz ilişkiler içinde olsalar da, onlar, ezilen sınıfın kadınlarıyla karşıt kutuplarda yer almaktadırlar. Bu iki sınıfa mensup kadının, kadınlık durumu nedeniyle sınıfsal karşıtlık içinde olmayacağı ve ortak hedeflerle aynı kadın örgütlerinde örgütlenebileceği saçma iddiası küçük-burjuva yarı-aydın kadınların hayali bir varsayımı olmasından öte, ezilen emekçi kadının bilincini bulandırmaya yönelik gerici bir çabanın da ifadesidir. Toplumun sınıflara göre değil de cinslere göre sınıflandırılması ve kadınların sınıfsız bir topluluk teşkil ettikleri iddiası saçma ve bilim dışıdır. Burjuva ve proleter kadının tek ortak özelliği “kadın olmak”tır ve kadının ezilen cins olması olgusu, bu cinsin kendi içinde, maddi yaşam koşullarına ve üretim sürecindeki konumlarına göre ayrışmasına engel değildir. Her şeyin aynası pratik yaşam da, bunu göstermektedir.
“Feminizmin odak noktası kadınların sınıfsal farklarından kaynaklanan ayrılıkları değil, kadın olarak ezilmişliklerinden doğan ortak paydalarıdır” diyen bu çevreler erkek düşmanlığı temelinde, salt cinsiyet problemini öne çıkarırlarken, kapitalizm koşullarında kadının durumunun kökten değiştirilebileceğini öne sürmektedirler.
Sistemin kurumları ve yerleşik değer yargılarıyla ayakta kaldığı koşullarda kadının özgürleşmeyeceği bir yana, burjuva kadınlarının, kadının toplumsal statüsünü belirleyen kapitalist sistemi, burjuva toplumunu ve bu toplumdaki kendi ayrıcalıklı konumlarını değiştirme potansiyel ve özelliğini taşımadıkları bir gerçektir. “Erkek, egemen ideolojisi” sistemlerden ve sınıflardan bağımsız değildir. Burjuva kadınları kadın cinsinin erkek karşısındaki genel ezgiden pay alsalar da, ezen sınıfın mensupları olarak birçok ayrıcalığa sahiptirler. Onlar, işçi ve emekçi kadının sömürülmesinden pay almakta, sınıfsal olarak kötü yaşam koşullarına mahkûm edilmesi ve baskı altına alınmasında rol oynamaktadırlar. Bu nedenle kadının kurtuluşu sorunu gerçekte işçi ve emekçi kadının, Kürt ve Kürdistanlı kadının kurtuluşu sorunudur ve ancak devrimle mümkündür. İşçi kadının fabrikada köle olarak çalıştırılması, hastalık ve sakatlıklarla boğuşması, hizmetçi kadının angarya çalıştırılması ve aşağılanması, Kürt kadınlarının faşist ulusal baskı altında ağıt yakmaya mahkûm edilmesi, işkenceye çekilmesi, erkeği ve kadınıyla burjuva ve gerici egemen sınıfların saltanatı, rahat yaşamı sürsün diyedir. “Burjuvazinin hanımlarının bezenmesine yarayan” metaların üretilmesi için, proleter kadınlar sömürü çarkına çekilerek, sağlıkları ve bedenleriyle oynanmaktadır. Tüm bu gerçeklere gözlerini kapatarak sözde ayrımsız bir kadın hakları savunuculuğuna soyunanlar ve bunu da daha çok ahlaki planda yapanlar, soruna köksüz küçük-burjuva aydınının dar penceresinden bakıyorlar.

“FEMİNİST”, “SOSYALİST-FEMİNİST”, “MARKSİST” MASKELİ “KADINCI” DÜŞÜNCELER, BURJUVAZİNİN SINIFSAL VE İDEOLOJİK EGEMENLİĞİNE GÜÇ KATIYOR
Burjuva kadın hareketleri, kadının kurtuluşu sorununa sınıfsal yaklaşımına tepki göstererek, bu sorunun “başka sosyal hareketlerin mücadele alanı içinde eritilmemesi”ni istiyorlar.
Feminist hareketten etkilenen kimi devrimci kadın çevreleri de “hangi sınıfa mensup kadın?” diye bir sorunun sorulmasına tepki gösteriyor ve “kadın cinsinin çıkarı ile erkek cinsinin çıkan arasındaki çelişki” ye vurgu yaparak “ataerkil erkek çetesi”ne, “terörist erkek diktatoryası”na, “fuhuşla göbeği kesilmiş erkekler”e kadın cephesinden savaş açıyorlar.
İşçi ve emekçi kadının, Kürt kadının içinde bulunduğu duruma ilişkin bir düşüncesi ve bu durumdan çıkmaya yönelik bir önerisi bulunmayan bu çevrelerin, “feminist”, “sosyalist feminist” vb. “kadıncı”, “serbest aşkçı” çevrelerde bir araya gelen kadınların, erkek düşmanı çığırtkanlıklarının etkisiyle “gelişen ve geleceğin sosyalist yıldızını esinleyen” kadın hareketinden söz etmeleri ise tıpkı erkeklere yönelik küfürler gibi, parlak ve içi boş tekerlemelerden başka bir şeyi ifade etmiyor.
Erkek arkadaşlarıyla birlikte sermayenin zulmüne ve sömürüsüne karşı Zonguldak’ta, İzmir’de, Paşabahçe’de, “ayağa kalkan” işçi kadınının mücadelesi değil bu çevreleri coşkulandıran. Çocuğu, eşi ve kardeşiyle faşist işgalcinin azgın ulusal zulmüne direnen Kürt emekçi kadınının durumu hiç değil! Uyanış içine giren işçi ve emekçi kadının işkenceye ve zulme direnmesi bu çevreleri fazlaca etkilemiyor. “Kadınlardaki uyanışın demokratik niteliğinden söz ederken bu çevrelerin gördüğü, işçi-emekçi ve Kürt kadınının uyanışı değildir. Onlar, daha çok 12 Eylül’cü faşist generallerin ve faşizmin azgın terörü ve ideolojik saldırıları sonucu küçük-burjuva kadınların saflarında ve eski ‘devrimci’ kadın çevrelerinde görülen ideolojik sapkınlıkları, “serbest aşk özgürlüğü” biçimindeki yozlaşma eğilimlerini, bu çevrelerin toplantı, “kurultayı”, vakıf ve erkek mekânlarına baskınlarını görüp övmektedirler. Sınıfsal, ulusal ve cinsel baskı altındaki emekçi kadının sorunlarına bütünlüklü olarak bakamayan bu çevrelerin, bazı devrimci yayın organlarında, Matild Manukyan’ın işi ve televizyon reklâmlarında kullanılan kadının durumunu ele alarak, kapitalizmi teşhire yönelmeleri elbette önemlidir. Ancak bu yetersiz uğraşı “bir görevin yerine getirilmesi” saymak mümkün değildir ve bu durum kadının özgürlüğü sorununda doğru kavrayışın önemini bir kez daha ortaya koyuyor. Canlılara, insanlara ve bu arada kadınlara özgü bazı özelliklerin varlığına bile karşı çıkan bu çevreler, Marksistlerin ve devrimcilerin, burjuva ‘kadıncı’ düşünceleri eleştirmelerini de hazmedememektedirler. Devrimcileri, “kadınlardaki uyanışın demokratik niteliğini görmezlikten gelen”ler olarak suçlamakta, devrimci ve Marksistlerin, ‘kadıncı’ hareketleri “burjuva içerikle, damgalayarak, önemsememe yanlışına” düştüklerini iddia etmektedirler.
Oysa gerçek devrimci ve demokratik nitelikteki emekçi kadın uyanışını görmeyen, duyumsamayan ve değerlendiremeyen kendileridir. Sorunu, erkeklere yönelik küfürler manzumesine çeviren, kapitalist sistemden kopararak “ataerkil erkek çetesine” karşı kadınların savaşı olarak gösteren, “erkek diktatoryasının yıkılmasıyla” yani aile kurumu içindeki erkek ve kadının rollerinin değişmesiyle sorunun çözümleneceğini iddia ederek, işçi ve emekçi kadınının, Kürt kadınının bilincinin çarpıtılmasında, istemeyerek de olsa burjuva ideolojisine güç veren kendileridir.
Bu kişi ve çevreler “kadın cinsin çıkarı ile erkek cinsin çıkarı arasındaki çelişki”yi, anti-Marksist bir tarzda ele alıyor ve aynı sınıfa, aynı ekonomik-sosyal ve siyasal çıkara da sahip olsalar, erkek ve kadın cinsin ortak çıkarı olabileceğini reddediyorlar. “Cinslerin sosyalist eşitliğine giden yol, erkek diktatoryasının yıkılmasından geçer” diyen bu çevreler, sınıf bakış açısını darlaştırıp bulanıklaştırdıkları gibi “erkek diktatoryası”nı olanaklı kılan toplumsal sistemleri de dikkate almıyorlar.
Böyle yaparak onlar, hem, kadının ezilmesi ve sömürülmesinin kapitalist-burjuva feodal-toplumsal temelini gizliyorlar, hem de kadının kurtuluşunun sosyalizmle gerçekleşebileceği gerçeğinin açık-seçik kavranmasının önüne set çekmiş oluyorlar.
Bilindiği gibi, proletarya, kendisiyle birlikte tüm toplumun kurtuluşu ve gerçek özgürleşmesini sağlayan yegâne devrimci sınıftır. Proleter ve emekçi kadının kurtuluşunun burjuva kadınlara da özgürlük sağlayacağı açıktır. Bu, burjuva kadının, kadının özgürlüğü ve gerçek kurtuluşu için mücadele potansiyeli taşıması ve proleter kadınla bu mücadeleyi paylaşmasından değil, sosyalizmin kadın-erkek eşitliğinin toplumsal temellerini yaratarak onun özgürleşmesini de sağlaması nedeniyledir.
Sosyalizm, kadın-erkek eşitliğinin maddi-toplumsal temellerini yarattığı gibi, siyasal plandaki düzenlemelerle bu eşitlikçi ilişkiyi garanti eder ve hükme bağlar. Din ve geleneksel temeldeki aşağılanmalara karşı savaş açarken, ev işleri ve çocuk bakımının toplumsallaştırılması, ortak aşevleri, çamaşırhaneler, kreş ve çocuk yurtlarını genel olarak hizmete sunarak kadının durumunda gerçek bir devrime ve iyileşmeye zemin yaratır.
Onun içindir ki, kadının kurtuluşu sorunu sosyalizm mücadelesine bağlanarak ele alınmalıdır. Bunun dışındaki her yol kadının kölelik durumunun onanmasına götürür. Kuşkusuz kapitalizm koşullarında da kadının durumunun iyileştirilmesi için mücadele edilmeli ve ekonomik-demokratik taleplerin elde edilmesi için çalışılmalıdır.

Nisan 1992

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑