“Batıyoruz, iflas ediyoruz…”
Her sermayedarın adeta attığı bir “nara…”
1980’li yılların başında bankerler faciası, ardından bankaların tasfiyesi, 1983 seçimlerinde yanlış ata oynama ve bunun cezası, ekonominin devam eden üretim sorunları…
Sermaye dünyası açısından sonuç; bazı şirketlerin dökülmeleri. Bunun yarattığı korku.
Bazılarını devlet süpürdü. Özelleştirmeyi tekrarlayan iktidar, özel sektörün kriz kamburlarını kamulaştırdı.
Bazıları da küçülerek krizi atlatmaya çalıştı.
“80”lerdeki hedef “90”larda da sürüyor: “Fiyat artışlarının durdurulması.”
Peki, bu kadar vurgulandığı halde, enflasyonun düşmesi gerçekten isteniyor mu?
Böyle bir niyet varsa, sermayedar özel sektörü ve iktidarıyla bu kadar süre enflasyon yüküne niye katlanıyor?
Krize karşı somutlaşan bir politika olarak öne çıktı ve vazgeçilemedi.
Önce besleyici canlandırıcı, krize karşı önemli bir politikaymış gibi görünen enflasyonist politika, kalıcılaşmasıyla, çöküşü de hızlandıran etken oldu…
Kriz maddi bir gerçekti…
Ne “rasyonel organizasyona” gitmenin, ne de rekabeti “düzenlememiş” olmanın bir sonucuydu.
Kriz ekonomik (ve dolayısıyla siyasi) sistemin tıkanmasıydı.
’80’li yıllar, krizle içice birlikte yaşanılan bir dönem oldu.
Ülkemizde kriz, farklı sermaye gruplarını değişik oranlarda etkiledi.
Kimisi “Yaprak Dökümü” misali sonbaharı yaşadı, kimisi “kamulaştırıldı”, kimisi de “Tekelci” gücünü daha da arttırdı.
Sonuç olarak bir dönemde sistemin üretim birimi şirketlerden 5, 10, 20, 50, 100 ve hatta 1000’lerin sorunlu olması, sistemin krizi yaşadığının en güzel anlatımı değil mi?
Kapitalist, yani sermayedar işçi karşısında bütün olarak varlığını korumasına karşın kendi arasında, sistemin krizde olmasından dolayı kurtarılan ile kurtarılmayan, kamu bankaları kaynaklarını kolayca alan ile alamayan, küçülmek zorunda kalan ile daha da te-kelleşen gibi çelişkileri bağrında taşıdığı da unutulmamalı. Kriz, çelişkileri artıran bir etken.
“BOLLUK” İÇİNDE KITLIK
Kapitalistin amacı, “daha çok kâr…” Kapitalizme hayat veren temel bir yasa. Bu, bir üretim tarzı olan kapitalizmle var oldu. Onun kaldırılması ile de ekonomik işlevine son verilecek bir yasa.
Pek çok fonksiyonu var. Hangi yatırımın, ne kadar sermayeyle, nereye yapılacağını o yönlendiriyor. Yine o, sermayenin birikimi için daha çok sömürüyü ve ücretli köleliği varlık koşulu sayıyor.
Böyle bir ilkeyi esas alan ekonomik yapılanımda, yeniden üretimin devam eden akışı kesintiye uğramaktan da kurtulamıyor. Kesintinin varlığı, krizin en somut göstergesini oluşturuyor. Diğer bir deyişle kriz, genişletilmiş yeniden üretimin, onun maddi temelinin, emek-gücünün ve kullanılmakta olan üretici güçlerin “daralması”dır. Daralma veya durgunlaşma; gerek mekanik gerekse mutlak olarak kavranılmamalı. Nispi bir ilişkilendirme söz konusudur. Daralma, üretimin (sıkça olmasa da) bir önceki dönem düzeyinin gerisinde kalmasından kaynaklanabileceği gibi, azalan veya aniden kırılan büyüme şeklinde de olabilir. Bunun içindir ki ekonominin büyümesi; kimi ülkelerde orta vadede, kimi ülkelerde de uzun vadede azalan bir trend izledi. Hatta bazen mutlak olarak üretimin bir dönem önceki düzeyi bile korunamadı.
Son dört yılda ABD ekonomisinin üst üste gittikçe azalan oranda büyümesi nedeniyle, uluslararası ekonomide krizin yoğunlaşmasından bahsedilmesi hiç de tesadüf değil, öte yandan Türkiye özellikle 1980’li yılların birinci yansından itibaren bir yıl, dikkat çeken oranda büyüdü. Devam eden iki yılda daraldı. 1987’de yüzde 7’yi aşan büyüme oranı, 1988 ve 1989 yıllarında yüzde 3,4 ve yüzde 1,4 olarak gerçekleşti.” 1990’da yüzde 9’u aşan büyüme oranı geçtiğimiz yılda yüzde 1,6’ya indi.
Bugün ve dün yaşanılanlar dikkate alınırsa, 21. yüzyılı yakalayan dünyamız ve ülkemiz kapitalizmi; ahenkli ve dengeli bir şekilde gelişmesi fikrini, revizyonistlerin tam teslim olmalarına rağmen kesinlikle itibardan düşürdü. Kurtulduk denilen an, bir yeni krizin başlangıcı oldu.
Böyle bir yapılanmadan dolayı üretim güçlerinin uğradıkları maddi tahribat, krizin bir sonucu olarak görünüyor. Üretimde daha az işçi istihdam edildiği için kriz meydan gelmiyor. Krizin patlak vermiş olmasından, işsizlik artıyor. Sermayedarın emekçiye ödetmeye çalıştığı bir fatura. Açlık başladığı için emeğin verimi azalıp, kriz başlamıyor. Krizin patlak vermesinden dolayı açlık, emekçinin ödemek zorunda kaldığı bir fatura olarak günlük hayatın bir unsuru olarak kalıcılaşıyor.
“İşçi çıkaramazsak batarız!” veya “Özel sektörü de KİT’leştirmeyin!”, özlü açıklamalar; TİSK, MESS Başkanlarının demeçleri olarak basında yer aldı. (Meydan, 4 Şubat 1992). Bu, kriz faturasının işçiye kesildiğinin bir ifadesidir. Bunu “Fazla yükü olan, ama batan gemi örneği” ile gerekçelendiriyorlar.
Kapitalizmde yeniden üretim süreci neden kesintiye uğruyor? Üretimin ve fiziki tüketim kapasitesinin yetersizliğinden mi kaynaklanıyor?
Ekonomi politik, kapitalizm öncesi krizleri üretimin ve ulaşımın yetersizliğinden kaynaklandığını açıklığa kavuşturdu. Fakat üretim, yetersizliğin kapitalizmde krize yol açmadığını da aynı derecede ispatladı. Toplam nüfusun, piyasada metayı talep eden olarak fiziki tüketim kapasitesinin yetersizliğinden dolayı, üretim sürecinin dönemsel olarak krizi yaşadığı söylenemez. Çünkü emekçiler ihtiyaç duyulan temel tüketim maddelerini bile alıp tüketemedikleri için “Aç kalıyorlar.” Koskoca bir dev olan ABD ekonomisi açlıktan ölecek insanları da barındırıyor. Özal’ın oğlu Efe, 50 milyon liraya bir villa kiralayabiliyor. Fakat işçilerin büyük çoğunluğu ancak bir milyon liraya yaklaşan aylıkla çalışmak zorunda kalıyor.
Kapitalizm bu türden çelişkileri besleyen bir bölüşüm ilişkisiyle varolabiliyor.
Yeniden üretim süreci, neden kesintiye uğruyor? Alım-gücünün somutlandığı talebin üretimden az olması, krizin esas nedeni. Parasal olarak ifadesini bulan peşin tüketimin yetersizliği. Sonuç olarak nisbi bir meta “bolluğu” yaşanıyor. Piyasada kendi eşdeğerini bulamayan bir meta “bolluğu.” Dolayısıyla mübadele değerini de gerçekleştiremiyor. Ülke genelinde bu kriz somutu; firmalar özelinde satılmadan kalan metalar, sahip sermayedarları da iflasa sürüklüyor.
Pazarda tüketim; temel insani ihtiyacı gidermek için yapılan bireysel tüketim ile üretim için üretken tüketimden oluşuyor. İşçiler ve kapitalistler birlikte tüketim maddelerini, sadece kapitalistler ise üretim araçlarını talep ederler, iç pazarda genişletilmiş yeniden üretimin gerçekleşmesine bağlı olarak toplumsal üretimin üretim araçlarını üreten kesimi, tüketim maddeleri üreten kesimden daha hızlı büyür. Çünkü kapitalist üretimin bir diğer yasasına göre, değişmeyen sermaye, değişen sermayeden yani ücretlerden daha hızlı artar. Bu nedenle, kapitalizmde pazarın büyümesi, bir dereceye kadar, kişisel tüketimdeki büyümeden “bağımsızdır.” Böyle bir sonuç, üretken tüketimden dolayı ortaya çıkmaktadır. Ama bu “bağımsızlık,” üretken tüketimin bütünüyle bireysel tüketimden ayrılmış olduğu şeklinde de anlaşılmamalı. Son tahlilde, üretken tüketim, her zaman kişisel tüketime bağlıdır.
Kâr oranının dalgalanması, genişletilmiş, yeniden üretimin denge şartlarının düzenlenmesi ve metanın paraya dönüşmesinde kesintinin oluşması; kapitalizmde krizin içselliği ve yapısallığının koşullarını oluşturuyor.
Konjonktürün daralması, eşitsiz ve istikrarsız gelişme nedeniyle firmaların bir kısmının sorunları artarken, bir kısmı da canlanmasını sürdürebiliyor.
1980’LERDE KRİZ
1980’li yıllar toplumsal işbölümün daha da geliştiği bir dönem. Bunun gereği olarak imalatından hammadde üretimine kadar meta ekonomisi de gelişti. Böyle bir yapılanımdan dolayı yaşanılan krizi de niteliğine uygun düşen bir analizle açıklamak zorundayız. Yoksa kendi içinde tutarlılığımız tartışmaya neden olur. Bu da, “Bolluk” içinde kıtlık nitelemesine uygun düşen, nispi aşırı meta üretim krizi.
Krizin bu niteliğini holding yetkilileri de teyit ediyor.
Kullandığı kaynağı toplama imkânı veren Meban, bankerler faciasıyla iflasa sürüklendiği için Transtürk’ün 1980’li yılları, krizli geçiyor. îç pazar payları daralan Ercan ve Anadolu Endüstri de, kapasiteleri kadar üretememe ve satamamadan dolayı krizi yaşıyor. Net holding; genelde sektörün yaşadığı krizi, yoğunlukla 1990 ortasından itibaren yaşamak zorunda kalıyor. Dalan döneminde açılan ESKA, sonrasında toplanamıyor.
Holdingin en yetkili ağızlarının söylediği gibi, “üretip satamamak, satamayacağı için üretmemek” koşullan kriz yılları olarak geçiyor. Krize götüren çelişkiler sistemin yaşattığı ve beslediği kendi ifadelerinde var. İsmail Amasyalı 10,20, 30 firma krizdeyse, o zaman sistem sorgulanmalı demekle konjonktürü güzel tanımlıyor. İTO Başkanı Yalım Erez de iflasa giden veya sorunlu firmaların durumunu ekonomi politikalarla ilişkilendirmekle, sisteme atıf yapıyor.
Yine bu dönemde imalat sanayinde kurulu kapasitenin üçte birinin esas olarak talep yetersizliğinden dolayı kullanılamaması, bir yönüyle de üretici güçlerde gerekli kapasite üzerinde bir yoğunlaşmayı da gösteriyor.
“Meta ekonomisinin temeli, toplumsal işbölümüdür. İmalat sanayi, hammadde sanayinden ayrılır, bunların her biri meta olarak belirli ürünler üreten ve bunları başkalarının ürünleriyle değişen türlere ve alt türlere bölünürler. Böylece, meta ekonomisinin gelişimi, ayrı ve bağımsız sanayi dallarının sayısında bir artışa yol açar… Toplumsal işbölümü, meta ekonomisinin ve kapitalist ekonominin bütün gelişme sürecinin temelidir.” (Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi, V. t. Lenin, Çev. Seyhan Erdoğdu, Sol Yay., Ankara, 2. baskı, 1988, sf. 25-27).
Ekonomide krizin göstergeleri:
* Ekonomi istikrarsız büyümesini sürdürdü.
* İşsizlik çığ gibi büyüdü.
* Enflasyon yüzde 70’lere yerleşti.
* Son iki yılda bazı iyileştirici gelişmelere rağmen gelir dağılımı emekçiler aleyhine daha da bozuldu.
* Üretken yatırımların göreli olarak azalması, ekonominin üretim ve uzun süreli iş yaratma kapasitesini olumsuz yönde etkiledi.
* imalat sanayi üretimi sürekli bir artan ve bir gerileyen, istikrarsız bir trend oluşturdu.
* Talep yetersizliği nedeniyle imalat sanayinde varolan kapasitenin ancak üçte ikisi kullanıldı.
* TL’nin sürekli değer yitirmesi, paranın temel işlevlerini yerine getiremez duruma düştü.
* “İhracatımız arttı, artık, ödemeler dengesinde problem yok” denildiği halde, sürekli dış borçlanmaya gidildi.
* Borç ödemeleri bütçenin normal olarak nitelendirilecek gelirleri yutacak düzeye yükseldi. Bütçeyi ipotek altına aldı.
* Kamu açıklarının ulusal gelire oranı büyüdü.
* Artan kamu kesimi finansman açıkları ya TCMB kaynakları ya da yüksek faizli iç borçlanma ile kapatıldı. İmalat sanayi yatırımlarına ayrılan kaynak azaldı.
* “Liberalizm” tekerlemesiyle, tekelcilik güçlendirildi.
* Vergi politikasında, maaşlı ve ücretlinin ödediği vergi yükü artarken, zaten sınırlı olan sermayedarın vergi yükü daha da hafifletildi.
FİRMALAR, KRİZİ NASIL YAŞADI?
Firmalar bünyesinde krizin derinleşmesine paralel olarak alacak devir hızının küçülmesi, meta ile eşdeğeri arasında gerçekleştirme süresinin daha da uzamasına neden oldu. Açık anlatımla “metanın paraya dönüşme süresinin” uzaması, eşdeğerini çok geç buldu. Hatta tahsil edilmeyen alacaklar da oldu. Böylece gittikçe net olarak belirginleşen meta ile pazardaki parasal eşdeğeri arasındaki çelişki, metanın dönüşüm süresi ile yeniden üretim süreci arasındaki çelişki halinde somutlandı. Bir nevi ödeme aracı olan senetlerin ödenmemesinden şirketler arasında haciz ve icra olayları yaşanıyor. Protesto edilen senet sayısı ve tutan da her yıl arttı. Firmalar krizi farklı etkilerle yaşamak zorunda kaldılar. Kimisi krizde daha da güçlendi, kimisi de çöktü. Krizi firmaların nasıl yaşadıkları konusunda birkaç örnek:
Kuruluşu 1940’lara kadar inen Transtürk Holding de krizi yoğunlukla yaşayan firmalardandı. Faruk Süren (Holding Yön. Kur. Başk.): “Yıl 1982. O dönem bir Kastelli krizi yaşandı. Sermaye piyasası kuruluşumuz olan Meban, nakit dar boğazına girdi. Mecburiyetimiz olmadığı halde, Transtürk olarak destekleme kararı aldık, işte bu destekleme karan, holdingi nakit şokuna soktu. Çok etkilendik. Tabii yavaş yavaş bu krizi atlattık.” (Ekonomist, 16 Şubat 1992). Holding’in kurucusu Yön. Kur. eski Başkanı Fuat Süren de benzer şeyleri söylüyor. İşadamı olma onuruna yakıştırmasa da “Bunda bir sistem hatası olabilir” diyor. (Kapital, Aralık 1990)
“Yollarda MAN, ahirette iman” yazıları göze çarpardı, çamurlukların üzerinde. Ercan Holding’in bazı şirketleri 500 Büyük Firma içerisinde ilk 30 arasındaydı. ’80’li yılların ortalarından itibaren işler iyi gitmemeye başladı. 1988 kriz yılı. Zırhlı araç ihalesini Nurol-Amerikan FML’nin alması, bedelsiz ve araç ithalatının serbest bırakılması, dövizde yükselme ve kredi maliyetinde artışlar, grubun krize girmesini gerçekleştiren nedenleri oluşturuyor. İç pazarı etkileyen araç ithalinin serbest bırakılması döneminde, Koç’un Otosan’ı zarar ediyor, ama birkaç yıl içinde kendisini yeniden toparlayabiliyor.
Murat Ercan (Ercan Holding Genel Koordinatörü): “Holdingin iştiraki olan iki şirketin krize girmesi ve dolayısıyla bundan da Holding’in etkilenmesi söz konusu oldu… MAN Kamyon ve Otobüs San AŞ. ve MAN Motor San. ve Tic. A.Ş. yatırımların tamamlamış üretime geçecekleri dönemde” kredi maliyetlerinin yükselmesi, enflasyonun artması, vadeli satışlarda KDV’nin peşin ödenmesi ve “Bedelsiz ithalat yoluyla ekonomik ömrünü doldurmuş ve hurda durumda on bini aşan kamyon, çekici ve otobüsün ithaline izin verilmesi.” ile şirketlerin krize girdiğini belirtiyor. (Kapital, Haziran 1991)
Bira satış ve dağıtımına getirilen kısıtlama ile üretimin yüzde 40’ı aşan oranda düşmesiyle bir anlamda Anadolu Endüstri Holding (AEH), “Borç içinde boğuldu.” 1980’li yılların ilk yarısında varlıkların finansmanında kullandığı borçlar payı yüzde 80 olması ve öz-sermaye payının yüzde 20’de kalması, grubun daha uzun süre böyle gidemeyeceği sinyallerini verdi. Çünkü 1980’ii yılların başında mali yapısı hep bu durumdaydı. Öyle bir hale geldi ki her 100 liralık satıştan 20 kuruş kâr eder ve 15 lira da borç öder, duruma düştü 1985’le. Oysa 1981 ve 1982 de borç tutan 10 lirada kalırken, kâr miktarı 11 lira idi.
Tuncay Özilhan (AEH Yön. Kur. Başkanı): “Grup olarak en önemli yatırımlarımız bira sektöründeydi. 1984 yılında çıkan bir yasaklamayla biranın reklâmı ve satışı kısıtlandı. Bu sıra bir gün içerisinde satışlarımız yüzde 50 düştü. İşte en önemli kaynağımız olan bira grubu, böylece krize girmemizin en önemli nedenlerinden bir tanesi oldu. Yatırımlarımızı gereğince değerlendirmek imkânımız olmadı. Çumra’da kurduğumuz malt fabrikası devreye girdikten sonra iki, iki buçuk sene boş kaldı… İkinci sıkıntımız, dış ticaret sermaye şirketimiz Anadolu Export… Tabi yönetim hatası da oldu. MDP’yi desteklediğimiz doğru değil. Bugün ANAP’ı destekliyoruz.” (Kapital, Şubat 1991).
“Evvela tesisi yapayım, sonra pazarlarını” yöntemi turizmi krize götüren önemli bir nedendi. Sektörün etkin kurumlarından Net için, “Turizmin yarattığı bir grup” deniyordu. Bir önceki yılın ikinci yansından itibaren turizmin beklenen performansı gösterememiş olmasından Net Holding de etkilendi. Mali bünyesi sarsıldı. Oysa 1990’ın başında “Kendi şirketlerimiz açısından ’90’lı yıllar çok başarılı geçecektir. Yaptığımız yatırımların meyvelerini toplayacağız” diyordu, Tibuk. (Kapital, Ocak 1990).
Besim Tibuk (Net Holding Yön. Kur. Başkanı): “Kriz tam bir felaket gibi sektörün üzerine çöktü. Siz bir iş kolunun işinin birdenbire durduğunu düşünün. Hiçbir sektörün böyle bir krize dayanmasına imkân yoktur… Turizm sektörü sahipsiz kaldı. Durgunlukta bir de finans kurumlarının, başta devletin, bankaların sektörü boğma operasyonları vardır… Net’in bu krizden etkilenmesinin nedeni, kamu bankalarının tavırları ve bu tavrın, sonra özel bankalara yansımasıdır.” (Kapital, Ocak 1992). “1991 için tam kriz yılı oldu.” (Ekonomist, 2 Şubat 1992)
Daha 1989 yılının ortalarında “Küçülmüyoruz, fakat en azından büyümeye de gitmiyoruz” diyordu, ESKA patronu Selim Edes (Kapital, Ağustos, 1989) inşaattan turizme kadar geniş bir alanda faaliyet gösteriyordu.
ESKA’da üst yönetici olarak çalışan ismi saklı birisi: “ESKA’nın nasıl battığına şahit oldum. ESKA üçkâğıtçılar kategorisinin iyisiydi. Perpa… İnşaat yapıldıkça proje de yapılıyor, geliyordu… Çöküş, Dalan’dan sonra başladı. Arayışlar ondan sonraki olaylardır… Tefecilerle iş yapılıyordu. Tefecilerle iş yapmaya başlayınca, batma da başladı… Para gelir ve buharlaşırdı; bazen gelmeden buharlaşırdı. Alınan ihaleleri taşeronlar yapıyordu.” (Kapital, Ocak 1992).
’80’lerde soba denilince ilk akla gelenlerden Amasyalı’nın sahibi İSMAİL AMASYALI: “biri idari hata, diğeri ülkenin içinde bulunduğu şartlar… 10 tane, 20 tane, 500 tane, 1000 tane firmada problem varsa, o zaman sistemde bir hata vardır.” (Kapital, Nisan 1989)
İTO Başkanı Yalım Erez de iflaslar konusunu şöyle değerlendiriyor: “Ekonominin daraldığı, şansların düştüğü bir ortamda bazı iflas olaylarının meydana gelmesi tabiidir… Bu firmalar, muhtemel iş imkânları hesaba katılarak ve ekonominin büyümesini sürdürdüğü dönemlerde kurulmuş firmalar olup, ekonominin durgunluk içine girdiği bir dönemde faal olarak muhafazasında bir yarar görülmeyen teşebbüslerdir… Uygulanmakta olan ekonomi politikaların teşebbüsler üzerinde şüphesiz büyük etkileri vardır. Büyüyen, dinamik bir ekonomiden ani olarak daralan, küçülen bir ekonomiye geçilmesi halinde elbette firmalar etkilenecek, yeni şartlara uyum sağlamanın yollarını arayacaktır. Kişisel başarısızlıklar da firma iflaslarında, kapanma veya tasfiyelerinde rol oynayabilir.” (Kapital, Nisan 1989)
Krizin niteliği de açıklanıyor: “Sistem firma bütünlüğü içinde üretip satamamak, satamayacağı için üretememek, satıp parasını alamamak, küçülmek zorunda kalmak…”
“YAPRAK DÖKÜMÜ”
Kriz ve çöküş… Artarda gelen ve zamanın belli bir diliminde meydana gelen gelişmeleri nitelendirmede kullanılıyor.
’80’li yıllarda yaşanan kriz nedeniyle kimi firmalar bedelini varlıklarını tasfiye etmeleriyle ödediler. Öte yandan bu, çalışan binlerce emekçinin de işsiz kalması ve açlığın daha da artmasının nedeni oldu.
İstanbul, Türkiye Ekonomisinde yüzde 40’ı aşan bir paya sahip olan metropol. Sadece sanayi kuruluşların üye olabildiği İstanbul Sanayi Odası’nda, 1981 ile 1991 yılları arasında tam tamına beş bin 400 üyenin kaydı silindi. Yani faaliyetini durdurdu. Sermayeleri toplamı 542 milyar 472 milyon 500 bin lira olan bu şirketlerde 146 bin 320 kişi çalışıyordu.
Kaydın silinmesinde “devir” edilenleri de dikkate alacak olursak, işsizler ordusuna yeni katılanların sayısı 140 bine yaklaşıyor.
Firmaların toplamında yüzde 1,7’sinin (93 tanesi) kaydı şirket sahibinin ölümünden, yüzde 8,5’inin (461 üye) de bir diğer şirkete devir edilmesinden dolayı silindi. Geriye kalanlarsa ya tasfiye ya da terk edildi.
Bu veriler sadece İSO’ya ait. İstanbul’da bunun dışında Ticaret, Deniz Ticaret gibi daha pek çok oda faaliyet gösteriyor.
Bunlarda da farklı gelişmenin yaşandığını iddia etmek mümkün değil. Bu; kriz nedeniyle pek çok şirketin ekonomik hayattan çekildiği gerçeğini ortaya koyuyor.
Ekonomide yüzde 40 paya sahip olan İstanbul’daki bu gelişmeyi, Türkiye geneline yaygınlaştırdığımızda toplam 370 bine yaklaşan emekçinin istihdam edildiği, sermayesi bir trilyon 360 milyar lira olan, yaklaşık 14 bin şirketin faaliyetini durdurmak zorunda kaldığı ortaya çıkıyor. Kapitalist pazarın genişlemesinin itici gücü; farklı ülkeler, farklı sektörler, farklı işkolları, hatta farklı şirketler arasında yaşanan eşitsiz gelişme ritmidir.
Bu, kapitalistler arası çelişkiyi de artırıyor. Kriz nedeniyle kimi şirketler iflas ederken, kimisinin de yeniden kurulması bu yasanın ve çelişkinin ekonomide hayat bulduğunun bir göstergesidir. Belki bir alanda iflas eden kapitalist, sermayesini bir diğer alanda yatırıma dönüştürme gayretinde olabilir.
Yasanın somut ifadesi olarak geçen bu dönemde altı bin 323 şirket İSO’ya üye oldu. Toplam sermayesi bir trilyon 337 milyar lira olan bu şirketlerde, yaklaşık 171 bin emekçi çalışıyor.
İSTANBUL SANAYİ ODASI’NA KAYDOLAN VE KAYDI SİLİNEN ÜYELER HAKKINDA (1981-1992)
Kaydı Silinen Kaydolan
Üye Sayısı İşçi Sermaye(Milyon TL) Üye Say. İşçi Sermaye
1981 445 9117 1.175,7 472 9821 5.190,7
1982 409 7149 5.272,6 6354 13995 7.914,5
1983 519 10558 2.363,2 650 13702 12.967,0
1984 619 19631 18.413,2 533 13466 17.844,4
1985 622 12022 5.786,2 438 17230 25.062,8
1986 541 13961 21.010,9 377 15332 72.281,7
1987 389 13438 27.630,7 606 22879 133.012,9
1988 397 15019 48.316,3 695 18882 94.427,3
1989 497 12506 47.509,8 786 19536 198.422,3
1990 454 18461 105.146,4 583 13756 393.441,3
1991 508 14458 259.847,3 538 12390 376.504,2
TOPLAM: 5400 146320 542.472,5 6323 170789 1.337.069,1
KAYNAK: İSO Dergileri
Kriz yıllarında bankaların sıkıştırmasına karşılık veya borcunu bir miktarda dondurmanın aracı olarak KONKORDATO’ya gitmek bir nevi kurtuluş oldu. Bu konuda İstanbul’la ilgili bir haberde, 1980 ile 1991 arasında toplam 404 kuruluş konkordato talep etti. 70 bini aşan emekçiyi istihdam ediyordu. Bozkurt Helva, Türk Telekom, Bakırsan, Vezüv Soba, Kastelli inşaat ve Narin Holding gibi kuruluşlar geçmiş üç yılda konkordatoya giden firmalardan birkaçı. (Panorama, 23 Şubat 1992).
Geçen dönemde kriz nedeniyle hazan yaprakları gibi dökülmek zorunda kalan firmalardan bazıları;
ÇAVUŞOĞLU/KOZANOĞLU HOLDİNG: “Kale gibi banka: Hisarbank” reklam spotu aslında bir dönemi temsil ediyordu. Gazeteci Nazlı Ilıcak’ın ağabeyi Ömer Çavuşoğlu ile Ahmet Kozanoğlu birlikte yatırıma yöneliyor. Bunun, bir ürünü olarak 1982 yılında Güneş gazetesi yayın hayatına başladı. Sırasıyla, ticaretten sanayiye kadar “pek çok alanda faaliyet gösteren 30’u aşkın şirkete sahip olan holding Ortadoğu, Basra ve Libya pazarlarına girmenin de öncülüğünü yapmıştı. Sonunda iflastan kurtulamadı.
Bankası ve menkul kıymet pazarlayan bankerlik kuruluşu Ziraat Bankası’na devredildi. Geriye kalan 32 şirketi de devlet tarafından alındı. Yani özel şirketin elindeki şirketler, kamulaştırıldı. Gazeteyi ise bugünün spordan sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Yılmaz aldı.
Grubun 30 milyar liraya yaklaşan borçlarını ödeyemeyen holding, böyle bir sonucu kabullenmek zorunda kaldı.
OKUMUŞ HOLDİNG: 1980’li yılların başında yeni tip işadamının bir temsilcisi olarak sunulan Mehmet Okumuş, 1983 yılında yapılan seçimlerde Turgut Sunalp’ın partisi MDP’yi tercih etmesi ve partisinin kaybetmesinin sonucunda ilk ANAP Hükümeti’nin kurbanı oldu. Bundan dolayı “Yanlış ata oynamanın cezasını çekti” bile denildi. 1985 yılına kadar dayanabilen holding sonunda iflas bayrağını çekti. Holding’in 30 milyar liraya yaklaşan borcunu ödeyememesi böyle bir sonucu kaçınılmaz kıldı. Grup bünyesinde yer alan 22 şirket, borç ilişkisinin bir sonucu olarak NASCO’ya devredecekti. Halen bu devir işleminin yarattığı sorunlar, zaman zaman Mehmet Okumuş’un basma demeç vermesi ile gündeme geliyor.
SUNGURLAR: 1980’li yılların başında Sungurlar Isı San. ve Sungurlar İmalat San. adlı şirketlerin krizi yoğunlukla yaşamasından, ’80’li yılların ortasında iflası isteniyor. ’80’li yıllarda önlenemeyen düşüşü yaşayan tekstil dünyasının patronu SAPMAZLAR, Güney Sanayi’nin kamulaştırılmasına ek olarak bazı işletmeleri de tasfiye etmek zorunda kaldı.
AMASYALI: Bir dönem soba denilince akla ilk gelen “Amasyalı”nın artık esamisi bile okunmuyor. Sonunda Amasyalının sahibi İsmail Amasyalı sanayicilikten politikacılığa terfi etti. Bugünkü Meclis’te DYP’den Kocaeli Milletvekili, iflası, Japon sobaların ithalinin yoğunlukla yapılmaya başladığı döneme rastlıyor.
1967 yılında sanayiciliğe başladı. Murat arabalarının benzin depolarını, kamyon ve Mercedes otoların egzoz susturucuları, yakıt depoları ve saç aksamını üreten oto yan sanayi sektörüne girdi. 1980’de Kartal/ Maltepe’de soba fırın, elektrikli ocakları üreten Isıtaş A.Ş.yi kurdu. 1989’da 400 işçiden kala kala ancak 13’ünün çalışmasına imkân verildi. Bu süreçte devam eden icra, iflas davaların mahkemesinde İsmail Amasyalı’nın bayılıp düşen fotoğrafları gazetelerde yer aldı.
TUBER ÇELİK: Bir zamanlar kendi alanında Türkiye’nin ilk beş firması arasında yer alan Tuber Çelik de iflas masasına yatmaktan kurtulamadı. Orhan Aker ve Sürmen ailesine ait olan firma, iflas masasına 13 milyar lira ile yatmış olmasına karşın, fabrikaya -biçilen değer altı milyar 618 milyon lirada kaldı.
İŞKUR: Bandırma’da kurulu gübre sanayine yan ürünleri üreten fabrika da el değiştirdi. Sektörün en irilerinden olan BAG-FAŞ aldı.
BAŞAK GRUBU: Hayali ihracattan yargılanan ve cezaevine giren ender şahsiyetlerden biri olan Ertan Sert’in grubundaki şirketlerden Vinylex, 1981 yılında İSO’nun araştırmasında, 500 Büyük Firma idinde 197. ve Gülok Elektrik ise 198. sırada yer aldı. Sorunlarının arttığı 1985 sonrasında grubun 20’yi aşan şirketi, sekiz milyar lirayı aşan banka borçlarından beş milyar 500 milyon lira alacaklı olan Anadolu Bankası’na devredildi.
AKER HOLDİNG: Yine 1981 yılında İSO’nun 500 Büyük Firma araştırmasında 180. sırada bulunan Aker Demir, Holdingin önemli kuruluşlarından biriydi. Aker Demir grup bünyesindeki diğer şirketler de, ekonominin yaşadığı krizden kurtulamayanlar sınıfına dâhil oluyordu.
TRANSMETAL: Transmetal’in 8 milyar 500 milyon lira ve aynı kişinin diğer şirketi Gürtaş’ın iki milyar lira olan borcu, mali sorularla dolu bir dönemi yaşamasına neden oldu.
KULA MENSUCAT: Firma sahibi Sait Çolak’ın öldüğü 1972 yılına kadar altın çağını yaşadı. Sonrasında hissedarlar arasındaki çelişmeler Kula’yı sarstı. Genel krizin firmayı da etkilemesiyle sorunlar daha da arttı. Finansal yapısının bozulması ve borçlarının artması sonucunda 1985 yılında iki bin 200 işçi alacağına karşın, şirketin iflası istendi.
KURT İPLİK: Ege Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı Hüdai Kurt’un firması mali yapısının bozulmasının bedelini faaliyetini durdurmakla ödedi. Ege’nin tekstil kralı da gidişata fazla dayanamadı.
BİSAN: Bisan ve bağlı kuruluşları borçlarını ödeyememenin kurbanı. Bisan’ın bir milyar 500 milyon lira, Mosan’ın iki milyar 500 milyon lira ve Sanlar’ın üç milyar 500 milyon lira olan borcu, alacaklarınca tahsilâtı, firmanın faaliyetini durdurmasına neden oldu.
BANKER SERVET: Dönemin önemli banker kuruluşlarından birisi de Banker Servet idi. En fazla faizi vermekle reklâm yapan bu kuruluş sahibi, aşk hayatıyla basına sürekli konu oldu. Sonunda Boğaz Köprüsü üzerinde arabası terk edilmiş olarak bulundu.
BANKER YALÇIN DOĞAN: İş hayatına bir handa çaycılık yapmakla başlayıp, bankerlik yaparken yanında bir dönemin bakanlarını bile çalıştıran Yalçın Doğan, bankerlik skandalını hapis cezasıyla ödeyen tek kişi.
DİĞERLERİ: Altınbaşak, İzmir Yün Mensucat, Sezak Halı, Batılılar Giyim, Durusal Halıcılık, Halime Yatkın’ın Arı Bisküvi, Uğurgüller, kurulmasında Özal’ın da bulunduğu Butrak, Otopar, Merbolin Boyaları A.Ş., Başakfleks ve Kemal Derinkök’ün İşçi ve Kredi Bankası, 1980’lerin ortalarından itibaren yaprak dökümünü yaşayan kuruluşlardandı.
“MECBUREN SATIYORUM”: Gelişim Yayıncılık, Veb Ofset, Güneş Gazetesi ve bazı yerel gazeteler de Asil Nadir tarafından alındı. Fakat 1990’ın Ağustos’unda yaşadığı krizden dolayı elindeki bu varlıkları ve diğer şirketlerini mecburen satmak zorunda kalacaktı.
Hâkim hissesi el değiştiren diğer kuruluşlar: Garanti Bankası, Eti Bisküvileri, Genoto, Sermesi Halı, Artteks, Ege Otomotiv, Dokusan, Betonsan.
KÜÇÜLENLER: “YILDIZI KAYANLAR”
1980’li yıllarda yaşadıkları kriz sonucu bazı varlıklarını elden çıkarmak suretiyle küçülen firmalardan veya gruplardan bazıları
TRANSTÜRK HOLDİNG: 1980 yılında cirosu 28 milyar lira olan ve beş bin kişinin çalıştığı şirketleri bağrında toplayan önde gelen gruplardan birisiydi. 1945’de 20 bin lira sermayeli limitet bir şirketle Transtürk’ün temeli atıldı. 1980’li yılların başında sermaye piyasasında etkin olan ve önemli bir paya sahip olan bankerlik kuruluşu Meban’ın ödemelerde zorlanması holdingin mali yapısını sarstı.
Holdingin yabancı sermaye ile yapmış olduğu ortak yatırımları da vardı. Thyssen, Knor Çorbaları gibi.
Meban sekiz milyar 500 milyon liralık borcuna karşılık olarak Anadolu Bankası’na; Olmuk ve Ak-Kardon, Sabancı’ya; Tezsan ve Bimak, Iş Bankası’na; Comag Madencilik, Çukurova’ya; Besan, Koç’a, Bemis, Kemal Derinkök’e; Ismak, Ercan Holding’e devredildi. Yapı Kredi ve Pamukbank hisselerini de satmak zorunda kaldı.
Bugün büyümesine devam eden holdingin 1992 yılı başında ancak 1981 düzeyininin yarısı kadar olduğunu belirtiyor Faruk Süren. 18 şirketi var, 1991 cirosu 250 milyar ve kârı 28 milyar lira.
Finans kurumu Meban’ın içine düştüğü kriz nedeniyle, holding darboğazı atlatmak için küçülmeyi benimsiyor.
Faruk Süren (Holding Yön. Kur. Baş.): “Krizi atlatmak için, bir sürü aktifimizi satmak zorunda kaldık… Bütün operasyon bugünkü değeriyle 100 milyon dolara mal olmuştu. Krize girdiğimiz 1982’de dolar 156 liraydı. O zaman Meban’a on gün içerisinde dört milyar liralık destek sağladık.” (Ekonomist, 16 Şubat 1992). Babası olan ve eski Başkan Fuat Süren de, hemen küçülmeye karar verdiklerini belirtiyor şöyle devam ediyor: “Küçülme karan yanında, hemen eski çalışma temposunu devam ettirdik… Normal hayatımıza devam ettik.” (Kapital, Aralık 1990)
ERCAN HOLDİNG: 1985 yılına gelindiğinde daha öncesinde yapmış olduğu yatırımların tam kapasite ile çalışacağı bir dönemde, ihaleleri kaybetmiş olması holdingi kriz aşamasına getirdi. Vakıflar Bankası, İş Bankası, İktisat ve Garanti Bankası’nın da dâhil olduğu 14 tane alacaklı banka ile oturulan pazarlık sonucunda 1987’de grubun 23 tane olan şirket sayısı, üç yıl sonrasında 10’a indi. Küçülme, Almanlarla ortaklaşa kurdukları MAN’daki hisse payını da etkiledi. Yüzde 34’ten yüzde 1’e düştü.
İç pazarda holding ürünlerine olan talebin düşmesiyle krizi yaşayan grup, kriz politikası olarak küçülmek zorunda kalıyor. 1987 yılında 23 olan şirket sayısı, 1991’de 10’a indi.
“Ercan Grubu, krizden küçülerek sıyrılmış durumdadır.” (Murat Ercan, Ercan Holding Genel Koor.; Kapital, Haziran 1991)
ANADOLU ENDÜSTRİ HOLDİNG: 1980’li yılların ortalarında Türkiye’nin dördüncü büyük grubu olan Anadolu Endüstri, 38 şirketin oluşturduğu bir gruptu. Bira satış ve dağıtımına getirilen kısıtlama ile üretimin yüzde 40’ı aşan oranda düşmesi ve Anadolu Export’un yaşadığı sıkıntı holdingin finansal yapısını sarstı. Sonunda benimsenen politika, küçülerek sarsıntıyı atlatma oldu. 1980’li yılların sonunda yeniden toparlanmaya başladı.
Tuncay Özilhan (Holding Yön. Kur. Başkanı): “Küçülmeye karar verdik. İki önemli nokta var. Biz borcumuzu sonuna kadar ödeyeceğimizi söyledik. İkincisi, bunu söylediğimiz zaman gücümüzü şundan alıyorduk, bütün şirketlerimiz kendi faaliyetleri itibariyle kârlı durumdaydılar. Bunu hem hükümete hem bankalara anlatmaya çalıştık.” (Kapital, Şubat 1991).
Küçülen grup 1980 sonlarına doğru toparlanmaya başladı. Bira satışlarının artmasına bağlı olarak sorunlarını çözdü. Darboğazdan kurtulma uğraşları sonuç verdi. Grubun 1991’de vergi öncesi kârı 500 milyar liraya ulaştı.
NET HOLDİNG: Onun için turizmin yarattığı bir grup olduğu söyleniyordu. Bir önceki yılın ikinci yarısından itibaren turizmin beklenen performansı gösterememiş olmasından Net Holding de etkilendi. Mali bünyesi sarsıldı. Sonunda grubun bankası Netbank’ı, Global Menkul Kıymetleri, bazı oteller ile Marina’daki ve Galleria’daki hisselerini satarak borçları ödendi. Net Holding 1992 yılma küçülerek girdi.
Holding Yönetim Kurulu Başkanı Besim Tibuk, toplam 150 milyar liralık borç ödemesi yaptıklarını söylüyor. (Kapital, Ocak 1992). İzledikleri kriz politikasını ise şöyle açıklıyor: “Biz çok varlıklı bir şirkettik… Bankayı sattık, tamamıyla devrettik. Ayrıca Galleria’daki hisselerimizi maalesef çok ucuza satmak zorunda kaldık. Global Menkul Değerleri de sattık.” (Ekonomist, 2 Şubat 1992).
ESKA: Daha 1989 yılının ortalarında “Küçülmüyoruz, fakat en azından büyümeye de gitmiyoruz” diyordu, Selim Edes (Kapital, Ağustos 1989). ESKA’nın ilk şirketi 1976 yılında ve geriye kalan 11 tanesi de 1980’li yıllarda kuruldu. İnşaattan turizme kadar geniş bir alanda faaliyet gösterdi. İnşaattan turizme, pazarlamadan ticarete kadar faaliyet gösteren bu şirketlerin hepsini kaybetmiş durumda. Sonunda öyle bir küçüldü ki, artık grubun bitkisel hayata girdiğini söylemek hiç de abartma olmayacak.
ESKA’nın bir üst düzey yöneticisinin ismini saklı tutarak yaptığı açıklama: “ESKA’nın nasıl battığına şahit oldum. ESKA üçkâğıtçılar kategorisinin iyisiydi. Perpa… inşaat yapıldıkça proje de yapılıyor, geliyordu… Çöküş, Dalan’dan sonra başladı. Arayışlar ondan sonraki olaylardır… Tefecilerle iş yapılıyordu. Tefecilerle iş yapmaya başlayınca, batma da başladı… Para gelir ve buharlaşırdı; bazen gelmeden buharlaşırdı. Alınan ihaleleri taşeronlar yapıyordu.” (Kapital, Ocak 1992).
SAPMAZ HOLDİNG: Tekstil dünyasının 1940’lardan beri yıldızlarından olan Güney Sanayi’nin de yer aldığı birçok şirket, el değiştirmek zorunda kaldı. Özellikle grubun varlığıyla bütünleşen ve temsil gücü olan Güney Sanayi’nin el değiştirmesi pek çok tanışmanın konusu oldu.
Güney Sanayi ve Sapmaz Tekstil Sanayi icra yoluyla satıldı. Güney Sanayi hisseleri, kredi ilişkisinden dolayı Sümerbank ve Ziraat Bankası’na satıldı. Sasa ve Akbank hisselerini ise bir diğer ortak Sabancı Holding aldı. Yapı Kredi ve Garanti Bankası’nın da hisselerini elinden çıkarmak zorunda kaldı.
Küçülen grubun faaliyeti halen tekstil, montaj, turizm, yabancı dil eğitimi, toplu konut, elektrikli komple tesis kurma ve ithalatçılık alanlarında devam ediyor.
HAS HOLDİNG: 1990’lara küçülerek giren bir diğer grup da Has Holding. Yaşadığı krizden dolayı, 1952 yılında kurduğu İstanbul Bankası’nı Ziraat Bankası’na devretmek zorunda kaldı. Ayrıca Coca-Cola ve diğer bazı şirketlerindeki hisselerini de sattı.
SANTRAL HOLDİNG: Tekstil sanayisin devlerinden Mensucat Santrali bünyesinde barındıran bir gruptu. 1990’lara doğru yatırım faaliyetini çoğunlukla borçlarla finanse etmesi grup bünyesini sarstı. Yılların kuruluşu Rabak’ın İstanbul’daki fabrikasını satmak zorunda kaldı. Mali sorunların devam etmesi, grubun küçülme eğiliminin halen sürmekte olduğunu gösteriyor.
DİĞERLERİ: Mengerler, Sungurlar, Sarp Holding, Çarmıklı Holding, Demirören Holding, Narin Holding ve Akfa Grubu da 1990’lara sorunlardan kurtulma gayretleri göstererek girdi. Bunlar listenin bilinen birkaç örneği.
Krizi yaşayan şirketlerin ödemeleri zamanında yapamadıkları için borçlarına karşılık verilen senetleri de protesto oluyor. Ülke çapında Merkez Bankası’nın yaptığı belirlemeye göre senet sayısı, 1988 yıl sonrasında azaldı. Çünkü dikkate alınan senet limit miktarı değiştirildi. Bundan dolayı protesto edilen senet sayısında azalma olmasına karşın, nominal değeri ise sürekli arttı. Senet başına düşen tutar da paralel bir gelişme gösterdi.
KAMULAŞTIRMA
İktidar, zorda kalan, ekonomik tabirle krizi atlatamayan özel sektör şirketlerini ve bankalarını, kamu sektörüne katarak, holdingleri veya gruplan kamburlarından kurtarıyordu.
Kurtarma, salt batık firma ve bankaların devletleştirilmesi ya da KİT’lerin bunlara ortak edilmesi ile sınırlı kalmıyordu. Bir çırpıda alınan kararlarla firmaların SSK primlerini, vergi veya faiz borçlarını hafifleterek, kaynak aktarımıyla krizi atlatmalarına yardımcı olunuyordu. Böyle bir operasyon için çiftçi borçlarını silme de maskeleyici bir araç.
Özelleştirmenin sıkça tartışıldığı bir dönemde kamulaştırılan özel sektör firmalarından bazıları:
ASİL ÇELİK: 1979 yılının Mayıs ayında üretime başladı. Firma bir Koç ve İş Bankası ortaklığı olarak üç milyar 700 milyon liraya mal olmuştu. 1982 yılında bir doların 185 lira olması nedeniyle firmanın 770 milyon liralık borcu 10 milyar 175 milyon liraya çıktı ve bu çıkış bünyesini sarstı. Ziraat Bankası iki milyar lira ile Koç’un Asil Çeliği’ne hissedar oldu.
TÜRK OTOMOTİV ENSDÜSTRİ (TOE): 1955 yılında kuruldu. Yabancı sermayenin de ortak olduğu TOE’ye, OYAK ve MKE de hissedar. Firma, yabancı ortağın Inter marka kamyon ve traktörünü üretiyordu. Bunu da MAT adlı yan kuruluşuyla pazarlıyordu. Yabancı ortağın ABD’de sıkışık durumda olması, TOE’ye gereken yardımı yapmasını engelledi. Yönetimin de etkisiyle firma 1983 yılında 12 milyar olan borcu, bir yıl sonrasında 14 milyar liraya çıktı. Bunun üzerine aynı yılın Mart ayında Ziraat Bankası yüzde 90 hissesini alarak ortak oldu.
Bankanın beş yılda tam beş milyar lira harcamasına karşın sorunlarının devam etmesinden, 1989 Kasım’ında ikinci kurtarma operasyonunu yaşadı. Çünkü aynı yılda firmanın toplam borcu 33 milyar lirayı bulmuştu.
PAKTAŞ: Toprak Holding Paktaş kamburunu sırtından atınca yıldızı daha da parladı. 1985’in 16 Aralık tarihinde vergi borcundan dolayı hacizli olan firma, önce hazineye devredildi. Ardından da Sümerbank bünyesine katıldı. Paktaş’ın Hazine’ye devri için 25 milyar lira verildi.
OYAK KUTLUTAŞ: Oyak ve Kutlutaş Holding’in bir ortaklığı olan bu inşaat şirketi, zor durumdayken, Emlak Bankası’nın yüzde 15 oranındaki ortaklığı ile kurtarıldı.
BANKALAR: Kastelli operasyonu sonrasında- ödeme sorunları artan Hisarbank, İstanbul Bankası ve Odibank ve Bağbank ile birlikte 30’a yakın iştirakleri Ziraat Bankası tarafından devralındı. Bu operasyonla Hisarbank ve Odibank’a 16 milyar lira, İstanbul Bankası’na 28 milyar lira, Bağbank’a da 9 milyar lira ödeme yapıldı. Kemal Derinkök’ün İşçi ve Kredi Bankası ve Töbank da kamulaştırılan bankalardan.
BAŞAK GRUBU: Hayali ihracat sanığı olan Ertan Sert’in Başak Grubu da kurtarma operasyonu geçirenlerdendi. Grubun sekiz milyar lira olan banka borçları beş milyar 500 milyon lira alacaklı olan Anadolu Bankası tarafından kurtarıldı.
TSKB: Sanayi yatırımlarının yapılmasında büyük katkıları bulunan TSKB yabancı ve yerli sermayeli bir ortaklık olarak 1954 yılında kuruldu. 1984 yılına gelindiğinde alınan bir kararla, Osmanlı Bankası ve Uluslararası Finansman Kurumu’nun yüzde 13’ü bulan ortaklık payı, sermaye artırımından doğan rüçhan hakkı Ziraat Bankası’na kullandırıldı. Böylece Ziraat Bankası TSKB’ye ortak oldu.
MEBAN: 1982 yılında yaşanan banka-banker faciasından sonra Transtürk’ün bankerlik kuruluşu Meban, sekiz milyar 500 milyon liralık burcuna karşılık olarak Anadolu Bankası’na devredildi. Meban’ın kurtarılması Transtürk’ün de mali sorunlarını çözmesine yardımcı oluyordu.
ANADOLU BANKASI: 1988 yılı sonunda içine düştüğü krizden kurtulmanın çaresi olarak varlıklarıyla birlikte bir operasyonla Emlak Bankası’na katılıyordu. Bir devlet bankasını bir diğer devlet bankası kurtarıyordu. Birleşme anında Anadolu Bankası’nın faaliyetinden dolayı basına yansıyan ve tartışılan sorunlar halen aydınlığa kavuşturulmuş değil.
GÜNEY SANAYİ: Bir dönemin önde gelen holdinglerinden olan Sapmaz Holding’e ait Güney Sanayi de kurtarılanlardan. Şirkete Ziraat Bankası ve Sümerbank ortak edildi. Bu da kamulaştırılan şirketlerden oldu.
ÖZELLEŞTİRİLENLER MAHKEMELİK: Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun son raporuna göre özelleştirilen beş fabrika mahkemelik.
İspir Ayakkabı Üretim Fabrikası: 1986 yılında 750 milyon lira karşılığında Altay inşaat ve Tic. A.Ş.’ye satıldı. Geçen bu sürede Altay AŞ’ye yatırım yaptı, ne de taksitlerini ödedi. Bunun için Sümerbank “bedelsiz olarak” geri alınabilmesi için mahkemeye başvurdu.
TORTUM YÜNLÜ SANAYİ: 1985 yılında Oskar İnşaat ve San. AŞ. firmayı üç milyar liraya satın aldı. Ayrıca KOI, 1987’de Oskar’a, Vakıflar Bankası’ndan beş milyar 600 milyon lira da kredi kullandırdı. Şirket, fabrikanın bedeline ilişkin taksitleri ödemediği için KOl “bedelsiz olarak almak üzere” çalışmalara başladı.
IĞDIR PAMUKLU ENTEGRE: 1985’de üç milyar 300 milyon lira karşılığında Aras Tekstil’e satıldı. Aras Tekstil’in sahibi İbrahim Aydın “MHP’liyim arkadaş” demekten çekinmiyor. KOl, 1986’da eksik kalan yatırımların tamamlanması için bir milyar 500 milyon liralık kredi açtı. Daha sonra KOl, hiç para almadan sattığı şirketin yüzde 44,4’ünü 4 milyar 100 milyon lira ödeyerek geri satın aldı. Yine KOl’yi vekâleten Etibank, mahkemeye başvurdu. Fabrikaya haciz kondu ve Aras Tekstil’in iflasına karar verildi.
IĞDIR PAMUKLU ENTEGRE: Yarım kalan tesislerden olan Darende Çimento, Yarteks Tekstil AŞ’ye iplik fabrikası olarak tamamlanmak üzere 1986 yılında satıldı, iki yıl sonrasında on milyar 500 milyon lira tutarında yatırım kredisi kullandırdı. Yarteks, halen geri ödemelerde bulunmadı.
KARS SÜT FABRİKASI: Firmanın işletme hakkı Peysan A.Ş.’ye devredildi ve bu arada da bir milyar 500 milyon liralık işletme kredisi verildi. Ancak şirketin aldığı krediyi yerinde kullanmadığı belirlendi. Firmadan bazı makinelerin de Peysan tarafından sökülmüş olduğu anlaşıldı. Bu haliyle firmanın yeniden kamulaştırılması öneriliyor.
KURTARMA: “DEVLET DESTEĞİ”
Özellikle 1980’li yılların ortalarından itibaren KİT’lerin elden çıkarılmasına yönelik olarak Özal Hükümeti’nin başlattığı “Özelleştirme Kampanyası” burjuvaziden beklenen desteği buldu. Geçen sürede yapılanlarsa bazı firmalarda kamu hisselerini elden çıkarmak oldu.
Öte yandan ise özel sektörün batan şirketleri de kamulaştırıldı. Bilinen deyimiyle “Şirketler kurtarıldı.”
Özelleştirmenin bir gerekçesi KİT’lerden dolayı halkın vergisiyle ve fiyat ilişkisiyle bir bedel ödemesinin yani bu yöne yapılan kaynak aktarımının “önlenmesiydi.” Bu yönden öne çıkarılan “halkı korumacılık” gayreti, özel sektörün, kriz nedeniyle batan şirketlerini kurtardı. Hem de halkın vergisi ve fiyat ilişkisiyle yaratılan kaynağın aktarılmasıyla.
Kurtarma, kampanyanın yürütücüsü durumunda olan Özal’ın “Batan batsın, hiç kimseyi kurtarmayacağız. Zor durumda olanlar villalarını satsınlar” demesine rağmen yapıldı. Krizi yaşayan bazı firmalar veya gruplar da bir biçimde ucu devlet bankalarına kadar uzanan bir operasyonla küçülmek zorunda kaldılar.
Özal, bu demecine karşın 1986 Aralık ayında ismi “Sermaye piyasasının teşviki, sınaî mülkiyetin tabana yayılması ve ekonomiyi düzenlemede alınacak tedbirler” ile ilgili vergi mevzuatında değişiklik öngören yasal düzenleme ile bilinen biçimiyle “şirket kurtarma” da yasal düzenlemeye kavuşuyordu.
Kurtarılan şirketlerin sayılacak belli başlı özellikleri şöyle sıralanabilir:
1- Dönemin iktidar partisine yakınlık ön planda geliyor, ilişki gereği bu tür firma veya gruplar tercih edilirken, Okumuş, Demirören ve Yaşar Holding gibi bir başka partiyi destekleyenler ise kendi yağıyla kavruldu. Yeni hükümet döneminde Yaşar Holding tercih edilenler listesine geçti. Kapitalistlerin içsel çelişkisi.
2- Finansman yapısı daha çok bozulan, kriz nedeniyle yok olma noktasına gelen ve halk tarafından tanınan şirketler kurtarıldı.
3- Kurtarılan şirket, burjuvazinin hiç istememesine rağmen, devletin ekonomide ağırlığını artıran bir KİT oldu.
4- Böyle bir operasyonda gerekli kaynak, vergi ve fiyat ilişkisinden yaratıldığı için halk tarafından ödendi. Kaynağı alan sermayedar ise krizden çıkmanın faturasını yine emekçi halka ödetti.
5- Kurtarmayı gerçekleştiren bankanın kriz nedeniyle varolan sorunları daha da arttı. Onun da kurtarılması gerekebilir. Pek çok şirketi kurtaran Anadolu Bankası’nı, yine bir kamu bankası olan Emlak Bank kurtardı. Emlak Bank’ın durumu da sürekli tartışma konusu.
Sayılan koşullara uygun bir şirketi kurtarmak için gerekli fon, devletin halktan sağladığı kaynaktan sağlanıyor. Kullanan Hükümeti temsilen bazı kurumların devrede olması bu gerçeği değiştiremez. İlgili mevzuatın esas alınmasına göre kurtarma operasyonu üç şekilde yapılıyor:
BİRİNCİSİ: Krizde bulunan şirketin devlete vermek zorunda olduğu hem kendi vergisini hem de vergi sorumlusu olarak çalışan işçilerden kestiği vergisini ödemesinde erteleme olanağı sağlanır. Bugünlerde sıkça tartışılan SSK prim affı ve vergi affının, böyle bir işlevinin olduğu dikkate alınmalı.
İKİNCİSİ: Böyle bir amaçla oluşturulan fondan, piyasada kredi faizinin yüzde 100’e yaklaşmasına veya aşmasına rağmen faizsiz kredi verilir. Fonların denetimi bile yasamanın en büyük kurumu Meclis’ten esirgendiği için, kime ne, ne kadar verildiğini de bilmek mümkün değildir.
ÜÇÜNCÜSÜ: Merkez Bankası kaynaklarım kullanmadır. Bu, özellikle kur farkından dolayı şirketin krize düşmesi halinde çok düşük faizli kredi verilmesi ya da operasyonu yapacak bankaya kaynak aktarması biçiminde somutlanıyor.
Devletin kurtarma faaliyetinin dışında sermayedarı destek politikası hep oldu:
Ucuz girdi sağlaması ve özellikle kredi problemini çözmede yardımcı olmak amacıyla ortak olması, ihale usulüyle yaptığı cari ve yatırım harcaması ile kaynak aktarması, yatırımlara ve ihracata özel teşviklerin getirilmesi, sayısı 18’e varan vergi istisna ve muafiyetin olması, riski az alanları özel sektöre bırakması; KİT ürünlerinin büyük kapitalist grupların şirketleri aracılığıyla ihraç etmesi; yönetici değişimi ile “organik” bağ kurulması şeklinde devlet politikalarını sıralamak mümkün.
“KREDİ ZENGİNLERİ”
Basında sadece bazı kısımları yer alan Yüksek Denetleme Kurulu raporlarından öğreniyoruz ki, mali sektörün yüzde 50’den fazlasını elinde tutan kamu bankalarının fonları birilerini zenginleştirmenin aracı olarak kullanıldı. Sermayedar olarak yatırıma yönelen kişiye, arazisini veren, girdileri ucuza sağlayan devlet, üstüne üstlük bir de düşük faizle uzun vadeli kredi veriyor. Bu sistem, kredi zenginlerinin türemesine neden oldu.
Bilinen birkaç örnek:
Böyle bir şahsiyet olan ve yanılmıyorsam 1986 yılında Anadolu Bankası’nı dört milyar lira “tokatlayan” (piyasa ağzıyla) kişi, ANAP ileri gelenlerinden Mustafa Taşar’ın kardeşi olduğu için ancak dört yıl sonra yakalandı.
Mehmet Kurt, Etibank’tan aldığı kredi ile Zeytinburnu’nda 660 dönüm araziyi yedi milyar liraya aldı. Ödemeleri geciktiği için borcu 40 milyar liraya çıktı. 60 dönümü ESKA ile yüzde 50 kat karşılığı ortak oldu, hisselerini Emlak Bankası’na 70 milyar liraya sattı. Sonuç olarak devlete ait bankaların kredisi ile 30 milyar lira nakit ve 600 dönüm araziye sahip oldu.
Emlak Bankası, içinde Kutlutaş, Eska’nın da bulunduğu sekiz şirkete verdiği bir trilyon 742 milyar liranın batak olduğu Yüksek Denetleme Kurulu raporlarında belirtiliyor.
Yapımı üç milyar dolara bitecek otoyolları için tam yedi milyar 500 milyon dolarlık ödeme yapıldı.
Onun için Santral Holding Yönetim Kurul Başkanı Halil Bezmen “Borçtan kimse batmaz” diye boşuna söylemiyor. (Sabah, 4 Mart 1992). Bu kural sermayedarların hepsine aynı tavrın gösterildiği anlamına tabi ki gelmiyor.
Bankaların 100 trilyon liraya yaklaşan kredi toplamında yarısından fazlası devletin elindeki bankalar tarafından verilmiş. Özel ticaret bankalarında mümkün olmayanı kamu bankalarında yapmak çok kolay. Kredinin önemli bir bölümü mevcut bir borcu ödemek, döviz ve hisse senedi almak, taşınmaz mallar üzerinde spekülasyon yapmak, kişisel gereksinmeleri karşılamak için kullanıldığı sistem içinde kabul gören bir değerleme. Çünkü kredi alınması için, uygun şartlar yaratılıyor. Alınan yer için kullanılmaktan kaçınmak genel yerleşmiş bir kural.
Kamu bankalarının yasayla belirlenen amacına bir yenisi de 1980’li yıllarda eklendi. O da özel sektörün batırdığı şirketleri veya bankaları bünyesine katmak. Bu halde, kamu bankalarının mali sektörde yapının azalmasını zaten politikacı hiç istemiyor, ama özel sektör sermayedarların istediğine inanmak çok zor. Ancak özellikle bankası olan büyük sermaye grupların istemesi anlaşılır. Diğerlerinki “liberalizm” adına bir aldatmacadır. Böyle bir işleyişin olduğu kamu bankalarında 1979-1991 arasında sekiz ayrı hükümet kuruldu. Fakat sekiz bankada ise 48 tane Genel Müdür görev aldı.
Devletin bankalara olan bu uygulamanın, özel ticaret bankalarında benzerini bulmak çok zor. Alacağını tahsil etmek konusunda yoğun gayret gösterir. Bundan dolayı bunların varlıklarında iştirakler payı arttı. Alacağını tahsil etmek için, krediyi alanın varlığına haciz koyması ve buna ortak olması ile iştirakleri arttı.
25 Mart 1987 tarihinde çıkarılan “Şirket Kurtarma Yasası” ile finansman güçlüğü içinde bulunan anonim şirketlerden alacaklı olan bankaların tahsili gecikmiş kredilerini, sermaye iştiraki şekline dönüştürülmesi öngörüldü. Çeşitli vergi bağışıklıkları ile de desteklenen bu operasyon, tahsili ‘gecikmiş kredilerin bankaların iştirakine dönüştürülmesinin işlerlik kazanmasından, banka iştirakleri arttı.
Tahsil gecikmiş kredilerin alınmasına kolaylık tanındı. Yasa esas olarak özel ticaret yasalarında işlerlik kazandı. Öte yandan kamu bankaları kredi zenginleri türetmenin fon kaynağı işlevini gördü.
Sisteme az sayıda (dört tane) bankanın hâkim olması, holding bankacılığının etkinliğinin artması, kamu bankalarının sistemde ağırlığını koruması gibi özellikleri mali sektöre etkin.
YOĞUNLAŞMA
Büyük sermaye gruplarının sermayesinin yoğunlaşmasına bağlı olarak ekonomideki etki alanları da arttı. Belirli ürünlerde zaten varolan tekelci eğilim ’80’lerde daha da güçlendi. Böyle bir yapılanım zaten varolan tekelci olan ile olmayan arasındaki çelişkiyi artırıyor.
Önde gelen on tane holdingin satış gelirleri 1990’a göre yüzde 68iik bir artışla tam tamına 115 trilyon liraya yükseldi. Bu toplamda, Koç ve Sabancı’nın payı tam tamına yüzde 52,3. Satış hâsılatı ile GSMH’nin içerikleri farklı olmakla birlikte, sadece, büyük kapitalistlerin etkinlikleri gösterilmek istendi.
Yine bu on holdingin satış gelirleri toplamının ulusal gelire oranı, 1990’da yüzde 23,8 iken, geçtiğimiz yılda yüzde 25,3’e çıktı.
Gruplardan Profilo, Koç, Sabancı, Yaşar dikkate alındığında, satış hâsılatı toplamının ulusal gelire oranı 1986’da yüzde 13,4 iken 1990’da yüzde 15,3’e ve 1991 yılında da yüzde 15,8’e yükselmesi dikkat çekiyor.
Bunlar krizli yıllarda yoğunlaşmanın dikkat çeken bir boyutta olduğunun sadece bir tanecik örneği.
HOLDİNGLERİN CİROLARI (TRİLYON TL – Cari)
1986 1990 1991
Koç 2,4 24,7 39,2
Sabancı 2,2 13,4 21,0
Çukurova – 11,2 18,0
Doğuş – 4,1 8,0
Tefken – 2,6 5,3
Eczacıbaşı – 2,6 5,0
Profilo 0,3 3,0 5,5
Dinçkök – 2,6 4,0
Yaşar 0,4 3,0 6,3
AEH – 1,3 2,7
Toplam (1) 5,3 68,5 115,0
ESMH (2) 39,4 287,3 454,8
½ (Yüzde) 13,4 23,8 25,3
Kaynak: Basında çıkan açıklamalar.
Nisan 1992