Ölenler dövüşerek öldüler Sinan… Erdal… Ercan… Güneşe gömüldüler…

İstanbul, Diyarbakır, Zonguldak, Şili, Angola, Etiyopya, dünyanın neresinde olursa olsun, işkence ve cinayetlerin amacı aynı. Egemenlik kurmak istedikleri ülkeleri boyunduruk altına almak, ezmek ve sömürmek. Hangi ağız açıldığında “barış güvercinleri” teranesi sayıklıyorsa, şiddet ve zorbalığa karşı çıkmanın korkusunu ta içinde hissediyor demektir.
Nereye bakarsan bak, kavga ve isyan sesleri duyulur, kulakları tıkamadığın sürece. Kavgayı körükleyen el, isyanın sesini boğma peşinde.
Yıl 1980, Mamak’ta isyan var. Yüzyıllara dayanan emek sömürüsüne, işkenceye, yoksulluğa, toplumsal cinayetlere isyan ediyor bir genç, idama giderken.
Danimarka Komünist Partisi’nin Gençlik örgütündeki bir hücre ERDAL EREN HÜCRESİ olarak adlandırılıyor. Kanada komünist Parti-si(ML), Kanada Komünist Gençlik Birliği, ABD komünist partisi (ML),Britanya Gençlik Birliği, Britanya Komünist Partisi (ML),Alman Komünist Partisi ile Avrupa’daki diğer ülkelerin komünist partileri (İtalya, Fransa, ispanya, Avusturya) ve devrimci demokrat halkları, Erdal Eren’in idamı ile ilgili protesto gösterileri yaptılar ve telgraflarla Türk Hükümetini protesto ettiler. Türkiye’de de birçok il ve ilçede bu cinayeti protesto eden gösteriler, yazılı ve sözlü protestolar yapıldı. Bugün bile, Erdal Eren’in idamının üstünden 11 yıl geçmesine rağmen hala ülkemiz gençliği ve devrimci komünistleri tarafından bu olay bir mücadele günü olarak kabul edilmekte ve gösteri ve protestolar yapılmaktadır. Dünya kamuoyu ve Türkiye halkı ve komünistleri açısından Erdal Eren’in önemi nedir ve niçin komünizmin, devrim ve demokrasi mücadelesinin simgelerinden biri haline gelmiştir?
Ekonomik krizini 24 Ocak kararlarıyla atlatma çabasına giren, ’80 öncesi hükümetlerine karşı, ezilen ve yoksullaşan kitlelerin devrim mücadelesi yükseliyordu. Pentagon generalleri, kabaran demokrasi ve sosyalizm mücadelesini bastırmak, kitleleri yıldırmak için emekçi halkını baş düşmanı, generaller çetesini görev başına çağırdı. 12 Eylül darbesi olarak bilinen ve bugün de uygulama alanından kalkmayan baskı politikası, burjuvazinin vazgeçemeyeceği bir şeydir.
Dışa bağımlı, güdümlü ekonominin her cinsten mimarları, başarılarını halka zulüm ve işkence yapmanın yöntemlerini geliştirerek sağlamaya çalışıyorlar. Bunun en bariz kanıtını da halkın yanında veya önünde, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesine omuz veren halkı emekçi ve demokratları kurşunlayarak, işkence tezgâhlarında katlederek, uydurma yargı yöntemleriyle idam ederek, on yıllarca cezaevlerinde, sürgünlerde, işkence ve baskılara maruz bırakarak gösteriyorlar. Devletin bütün kurumlan gibi, Adalet ve Emniyet teşkilatları da, burjuva düzeninin -her gün gazetelerde okuduğumuz gibi- terör ve zorbalığın kılıcı olarak kullanılmaktadır. Sözde devletin bir kesimi bu pisliklere bulanmış, diğer kesimi ise demokrat ve ilerici bir görünüme bürünme çabasına girmiştir.
Bugün de, devletin sömürücü, baskıcı ve emperyalizme bağımlı politikasında hiçbir şey değişmemiştir. Aksine “yeni bir 24 Ocak kararları” gündeme sokulmaktadır ki, buna eskisini mumla aratacak bir işsizlik, yoksulluk ve ulusal baskıya, terör ve şiddet eşlik edecektir. Devletin adalet mekanizması ve emniyet teşkilatının güvenilirliği, halka, istemleri açısından hiçbir zaman güvence verememektedir. Aksine bugün sokaktaki terör, en masum vatandaşın bile korkulu rüyası haline gelmiştir. Gün geçmiyor ki gazetelerde polis tarafından öldürülen, evinden ya da sokaktan kaçırılan bir devrimci-demokratın “kayıp” ilanı çıkmasın.
Burjuvazinin ve onun aynı zamanda bir terör örgütü olan devletinin, bundan 11 yıl önceki uygulamaları ile bugünkü uygulamaları arasında özünde hiçbir fark yoktur. Değişen sadece isimler ve örgüt adları olmaktadır. Demokrat görünüme bürünen devlet “kuzu postuna sarılmış Kurt” misali kanlı bir post olmaktan kurtulamayacaktır. 12 Eylül öncesi ordu, polis, MİT, kontrgerilla gibi örgütlere ek MHP militan faşist örgütü halka dehşet saçıyordu.
Bugün aynı örgütler icraatlarını aynen sürdürüyorlar, sadece MHP militanlarının, polis teşkilatına entegre oluşu gibi bir farklılık var. Çünkü yine sokaktaki insanlar sivil giyimli cinayet çeteleri tarafından kurşunlanıyor, önleri kesilerek soyuluyor, kimliği emniyet teşkilatı tarafından “bulunmayan!” kişilerce evlerde masum insanlar tecavüze uğruyor ve katlediliyor. Devletin bu gizli güçlerinin kimler olduğu ise saklanıyor. Oysa dünya alem bu eli kanlı canilerin kimler olduğunu çok iyi biliyor!
Bundan 11 yıl önce ODTÜ öğrencisi ve Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi olan Sinan Suner, sokakta kurşunlanarak öldürüldü. Bu yargısız infaza tepki gösteren devrimci ve duyarlı gençler bu cinayeti protesto eden bir gösteri düzenlediler. Aralarında, henüz 17 yaşındaki Erdal Eren, 3. 2 .1980 günkü bu gösteride ölen eri öldürdüğü savıyla, idama mahkum edildi. Göstermelik bir mahkeme ve alelacele çıkarılan bir kararla da idamı onaylanarak, askeri cuntanın hışmıyla üç ay gibi kısa bir sürede infazı gerçekleştirildi. Onun idamını protesto eden Ercan Koca (17’sinde) “Erdal Eren’in hesabını Faşist Cuntadan Soralım YDGF” yazılı pankartı asarken yakalanmış vahşice dövülerek ve kafasına tabanca kabzasıyla vurularak katledilmişti.
10 ay gibi kısa bir sürede, yargılayan makamlar tarafından bile hak etmediği bir cezaya çarptırıldığı kabul edilen E. Eren, böylesine cuntacıları korkutacak ne yapmıştı?
Cuntanın başı K. Evren, aldığı görevi layıkıyla yerine getirmenin telaşıyla, hak-hukuk dinlemiyor, “asın şunları asın” diye tepmiyordu
E. Eren’in askeri garnizonlukta kendisine yapılan işkenceleri mahkemede sorgularken, cezaevinde devrimci onur ve gururun sesini haykırırken, sesi bir an önce kesilsin istiyordu. Çünkü O, Türkiye halkının ve mücadelesinin önünü açan militan ve devrim mücadelesinin en yılmaz savaşçısıydı. Halkının gözünde, kurtuluşa giden yolu aydınlatan bir fener, acı ve yoksulluğunun çaresiydi. O’nun ve mücadelesinin yolunda giden, işçi ve emekçilerin gözünü korkutmak ve yıldırmak için kurban istiyordu cunta. Amerikan generalleri ve onların sadık uşakları verilen emirleri, yerine getirmenin telaşına düşmüşlerdi. Böylece hem devrim mücadelesini boğmak, hem de devrimcilere, demokratlara, emperyalizme karşı çıkanlara gözdağı vermekti amaçları.
1984’te cinayetlerine kılıf bulmak için, şunları söylüyordu cunta şefi: “idam yalnız kanunlarımızda değil, dinimizde de vardır. İncil de idamı kabul etmiştir. Allahın gönderdiği kitapta bu var sevgili vatandaşlarım. O halde, Allahın gönderdiği kitapta bu var da biz kendi kendimize mi kaldıracağız”.
Erdal Eren mahkemede şöyle yargılıyor yargılayanları:
“Hâkim sınıflar ve uşakları kan isteklerini benim idamımla tatmin etmeyi düşünüyorlar…
Bugün devrimcileri ve onların bir parçası olan beni, aldığınız emirlere uygun olarak yargılayabilir ve ölüm cezası verebilirsiniz. Fakat bu ilelebet sürmeyecektir. Bir gün mutlaka sizin yerinizde halkımız, sizi ve koruduğunuz düzeni yargılayacak ve doğru karar verecektir.”
Bugün Sinan’ın, Erdal’ın ve Ercan’ın katilleri ellerini sallayarak dolaşıyorlar. Yeni cinayetler peşinde iz sürüyorlar. Çünkü Türkiye halkının işkence ve cinayetlere, faşizme ve gericiliğe karşı mücadelesi sürüyor.
Bugün Erdal Eren’in idamını biraz inceleyecek olanların görüp görecekleri yalnızca 12 Eylül faşist diktatörlüğünün açık yüzüdür. Gerçek yüzünü zaman zaman gizleyen faşizm, Erdal’ın katledilişinde ne kadar da çırılçıplak! Burjuva demokrat hümanistleri Erdal’ın idamı için “korkunç bir yanlış, adli bir hata” derler
17 yaşındaki bu genç komünisti yok etmek için; 17 yaş engelini kaldırmak faşist diktatörlüğün yasalarında olsa olsa bir küçük ayrıntıdır yalnızca. Hümanizmin o acıklı, insan-sever bir o kadarda gerçek dışı dünyasını faşizmin o çıplak gerçeklerden örülü duvarı tuzla buz eder. “Erdal Eren’in idamı: Bir Dreyfus davasıdır” diyor Avukat Nihat Toktay. Nedir Dreyfus Davası? Bir İngiliz ajanı olmakla suçlanan Fransız subayı Dreyfus olayına yazar Emile Zola el atar. Zola’nın araştırmasıyla Deryfus’un suçsuzluğunu gün ışığına çıkaran kanıtlar zinciri başka bir suçlar zincirini ortaya çıkarır. Dreyfus’un suçsuzluğu anlaşılıp, Dreyfus’un mahkûmiyetiyle gölgelenmiş kapitalist toplumun kirli çamaşırları ortaya döküldükçe, Zola’nın halkın bağrında haksızlığa karşı tutuşturduğu öfke neredeyse bir devrim alevine dönüşecekti. Burada Lenin’in şu ünlü sözünü hemen hatırlamak gerekiyor. “Bir skandal bir devrime yol açabilir.”. Görüldüğü üzere bizim ülkemizde skandallar daha bir katmerli; önce Sinan sonra Erdal ve arkasından Ercan… Bütün bunları bilerek her devrimcinin görevi faşist diktatörlüğün açmazını sergileyen haksızlıklardan, sömürüden, baskıdan bir devrim alevi tutuşturmakta yararlanmak olmalıdır. Erdal’da ipe giderken biliyor bunu; urganın o sıkan yakıcılığından daha bir yakıcılık bulanmış “Faşizme Ölüm Halka Hürriyet” diyen sesinde; bu devrimin yakıcı ateşidir. Tutuşturulan her devrim kıvılcımında, Paşabahçe direnişinde bildiri dağıtan genç bir komünistin coşkusunda, mahkemede “80’in yalnız Eylül’ü değil bir de Şubat’ı var” diye haykıran genç komünistlerin sesinde yaşıyor Erdal. “Çünkü bu ses, işçinin sesi, yoksul köylülüğün sesi, yiğit gençliğin sesi… yaklaşan büyük fırtınanın sesi, devrimin sesidir…”

Aralık 1991

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑