Seçim hukuku

20 Ekim 1991 erken genel seçimleri ucube demokrasimizin akıldışı ve çağdışı engelleri arasında “serbest, eşit, gizli, tek derecelik, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre…” yapıldı. Anayasadan başlamak üzere; seçme, seçilme, siyasi faaliyette bulunma, parti kurma, partilere girme ve çıkma, düşüncelerini ifade etme ve örgütlenme, parlamentoda temsil haklarını -bütün temel hak ve özgürlükleri olduğu gibi- zapturapt altına alan kurallar dizisi yine ‘anayasal haklar’ olarak sunuldu. Bu hakları kullanarak ‘serbest’ seçimlere giren düzen partileri dahi hala, uluslararası kuruluşlarla ve ülke içindeki demek, sendika, vakıf, kooperatif ve meslek kuruluşları ile işbirliği yapmaktan yasaklı bulunuyor. Düzen alternatifi olan komünist parti ve hareketlerin ise anılan hakları kullanmaları söz konusu bile değil.
Bilindiği gibi 12 Eylül’den sonraki ilk seçimler olan 1983 seçimlerinde generallerin icazetini alan parti ve adaylar seçimlere katılabilmişti. Ondan sonra da 12 Eylül faşist ideolojisinin demokrasi düşmanlığı demokrasinin en küçük nebzesine tahammülsüzlüğünü sürdürdü. Demokratik örgütler olmaktan ziyade çıkar çevrelerinin temsilciliğini yapan düzen partilerinin parlamentoya girmeleri 1987’de baraj sistemine bağlandı. Yığınların siyasal tercihlerini ancak birkaç siyasal partiye oy kullanarak ifade etmesine izin verildi. Bunların da anayasa ve diğer yasalara göre engelleri olmayan, özünde birbirinden farkı tek bir ideolojinin, değişik kesimlere seslenen temsilcileri olduğu görüldü. Bu görünürdeki görüş farkının bile parlamentoya yansımasına baraj sistemi yoluyla engel olundu. Barajı aşamayan parti ve adayların aldıkları oyların sahibi olan kitlenin tercihi yok sayılarak, birçok yerde oy toplamının ezici fazlalığına baraj aşamayan parti ve adaylar aldığı halde, onların tercihlerini yansıtmayan parti veya adaylar, o yörenin temsilcisi olarak parlamentoya gitti. 20 Ekim seçimlerinde, seçim öncesi yapılan yasa değişikliği ile baraj oranı illerden çıkacak milletvekili sayısına göre de -dört ve daha az milletvekili çıkaracak yerlerde % 25, dörtten fazla milletvekili çıkaracak seçim bölgesinde % 20 olmak üzere- değiştirilerek, insanların tercihi ülke düzeyindeki baraj oranı olan %10’un altında oy alan partiler de bölge barajını aşmış bile olsalar, parlamentoda temsil hakkı kazanamadığından, başka partilerle ittifak veya adaylarını başka partilerin saflarından seçime sokma gibi formüllere yöneldiler. Seçim öncesi yapılan yasa değişikliği ile illerin yarısında örgütünü kurmamış ve seçimlerden en az altı ay önce büyük kongresini yapmamış partilerin seçimlere girmesi engellenerek, bu partileri destekleyen insanların oyları başka partilere akmaya zorlandı. Bütün bunlara ek olarak oy kullanmayanlara uygulanan para cezası emekçiler için azımsanmayacak bir meblağa yükseltilerek (50.000-TL) insanların oy kullanmama özgürlüğüne bir kez daha el atıldı. Milletvekili Seçimi Kanununun 2. maddesine bakarsanız, “Seçmen oyunu tam bir serbestlikle kendisi kullanır”. Ama vatandaş hem bu dayatmalara uymak, hem de “seçmek” zorundaydı. Elbette anılan yasa hükmünü dayatılan koşul ve seçenekler arasında ‘serbestlik’ olarak anlamaktan başka çare yok! Bütün bu serbestliklere (!) karşın oy kullanma oranı % 85 oranında gerçekleşti ve dört milyonu aşkın, yaklaşık 60 milletvekilini belirleyecek sayıdaki seçmen oy kullanmadı.
‘Demokratik, serbest, eşit, vs…’ nitelikte olduğu iddia edilen seçimlerde, seçme, seçilme, parti kurma, siyasi faaliyetle bulunma, vs. özgürlüklerin ne derece gerçekleştiğini görmek, öncelikle bu özgürlüklerin nasıl kullanılamayacağını “… devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü …” diye başlayıp, gösteren anayasa, ceza yasası, seçim yasaları, siyasi partiler yasası vs. yasalardaki yasakların, bu özgürlüklerin zaten gerçekleşmesine engel olduğunu görmekle çok kolay anlaşılabilir. Yazının başından itibaren anlatılmaya çalışılan durumlar ise, bu yasakların ölçüleri içinde kullanılan haklarla ilgilidir. Bunlar bile gerçek içeriklerinin çarpıtılması bir yana, demokrasinin gereği olarak değil, egemenlerin /seçimlerin hesapladıkları gibi sonuçlanması için, hukukla, demokrasi ile alakası olmayan yasaları çıkararak siyasal tercihleri istedikleri kanallara yönlendirilerek, istedikleri sonuçları ‘demokrasi’ görüntüsü içinde devşirmelerinin aracıdırlar. Bunun içindir ki; yasalar her düşüncenin ifade edilmesine, örgütlenmesine, yayılması için propagandasına, parlamentoda temsil için seçimlere girmesine, seçimlere girebilenlerin de birkaçı dışında parlamentoda temsiline izin YO olanak vermiyor.
Bu koşullar altında, siyasal partiler dışında bağımsız olarak aday olanlar ve onları destekleyenler açısından durum ise daha da vahimdir. Her şeyden önce, düzen partilerinin seçimlerin ilanından itibaren propagandaya başlamalarına ses çıkarılmazken, bağımsız adayların on günle sınırlanmış propaganda süresi ile işe başlamaları, ulaşabilecekleri alanı ve propagandanın etkisin peşinen azaltıyordu. Yani, seçilme hakkında eşitsizlik. Siyasal parti adayı veya bağımsız aday olmak için en yüksek devlet memurunun aldığı brüt aylık üzerinden devlete ödeme yapma koşulunu da seçilme hakkının kullanılmasında parası olanlar ve olmayanlar arasında bir eşitsizlik yarattığı için bu arada belirtmek gerek. Geçen seçimlerde birleşik oy pusulalarında bağımsız adayın adı da seçenekler arasında bulunurken, 20 Ekim seçimleri öncesi yapılan yasa değişikliği ile birleşik oy pusulasında siyasal partilerin ve adaylarının adlarının bulundurulması, bağımsız adayın oy pusulasının ayrı olarak bastırılması ve bizzat kendisi tarafından bastırılması yükümlülüğü (birleşik oy pusulasını devlet bastırıyor) getirildi. Burada yine bir çifte eşitsizlik açık görülüyor.
Bağımsız adayın oy pusulasının ayrı olmasının sonuçları neler oldu? Bağımsız adayın oy pusulası ile birleşik oy pusulası ayrı yerlerde tutuldu. Oy kullanılacak salonda, birleşik oy pusulası sandık kurulunun masasında, bağımsız aday oy pusulası kapalı kabın içindeki masa üstünde bulunduruldu. Oysa iki ayrı seçenek olduğuna göre birlikte yer alması gerekirdi. Bunun sonucunda, oy kullanmaya gelen seçmenin kimlik tespitinden sonra eline birleşik oy pusulası verildi. Başka seçeneğinin kimlik tespitinden sonra eline birleşik oy pusulası verildi. Başka seçeneğinin olduğu konusunda istisnalar dışında uyarılmadı. Birleşik oy pusulası ve ‘evet’ mührü eline tutuşturulan vatandaş, (bağımsız adaya oy kullanacak ise ‘evet’ mührünü basmaması konusunda uyarılmadığı gibi) tek seçenek birleşik oy konusunda kararlı, tercihini biliyor, bunu nasıl kullanacağını da biliyor ise, oyunu açık etmemek için birleşik oy pusulasını da alarak kabine giden seçmen için sorun yok. Ama, (1985 verilerine göre bugün 18 yaşını bitirmiş olanlardan 4,5 milyondur) yetişkinlerden oluşan toplumumuzda tercihini şöyle veya böyle belirlemiş bile olsa, oyu nasıl kullanacağını bilmeyenlerin çoğunlukta olduğunu tahmin etmek zor değil. Bu nedenle de eline birleşik oy pusulası tutuşturulan vatandaşın, başka seçenek var mı, varsa nerede, nasıl kullanılır diye sorma ihtiyacı veya cesaretini büyük olasılıkla gösteremeyeceği açık oy kullanma salonundaki ortamın da bunu vatandaşın kendi kendine keşfetmesine olanak sağlamadığı, birleşik oy pusulası dışında bir tercihle gelenlerin, örneğin bağımsız adaya oy kullanmak isteyenlerin, iki ayrı oy pusulası olması, birine ‘evet’ mührünün basılması, diğerine basılmaması gerektiği gibi işi karmaşıklaşman bir sistemi anlamasına elverişli olmadığı, esasen yasayı yapanların bunu öngördükleri görülüyordu. Öte yandan, bağımsız adayın oy pusulasının arkasına sandık kurulu mühürü basılması, ilgili genelgede sandık kurullarına oy kullanma işi başlamadan yapılacak işler arasında belirtildiği halde, sandık kurullarının bunu dikkate almaması sonucu kimi sandık kurullarında buna uyuldu, çoğunda uyulmadı. Aynı şekilde, bağımsız aday oy pusulasının kullanılması halinde üzerine ‘evet’ mührü basılıp basılmayacağı konusunda da uyguluma birliği yoktu. Sandık kurullarının bu birbirini tutmayan uygulamalarının sonuçları da bağımsız adaylara geçersiz oy olarak yazıldı. Her seçmenin eline sandığın bulunduğu salona girerken verilen birleşik oy pusulası, seçmen bağımsız adaya oy kullanmak niyetiyle gelmişse bile kullanmak zorunda olduğunu sandığı birleşik oy pusulasını da bağımsız aday oy pusulası ile birlikte zarfın içine koyarak kullanmasına ve oyunun geçersiz sayılmasına yol açtı. Bu şekilde zarflar sadece seçmenin eline tutuşturulduğu için kullanılması gerekir zannıyla birleşik oy pusulası konulmuş, ama üzerinde herhangi bir tercih yapılmamış, tercih bağımsız adaya yapılmış iken, bağımsız adayın oyu geçersiz sayıldı. Aynı durumda olan parti tercihi yapılmaksızın bir veya birden fazla aday tercihi yapılan birleşik oy pusulaları geçersiz, sayılmadı. Aday tercihi yapılmamış sayılarak, ilgili partiye oy sayıldı. Bağımsız adaylara yönelik hem seçim sisteminden, hem de uygulama biçiminden ve ek olarak sandık kurullarının oy pusulalarının sandık kurulu mühürü ile ‘evet’ mührünün kullanılmasındaki farklı uygulamalarından dolayı mühürü ile ‘evet’ mührünün kullanılmasındaki farklı uygulamalarından dolayı yapılan haksızlık ve eşitsizliklerin boyutunu göstermesi bakımından birçok örnek var. Önce bir karşılaştırma: Bursa’da bağımsız aday bulunan 2. bölgede geçersiz oy sayısı 13273; Yaklaşık 5000 oyluk açık farkı (iki bölgenin seçmen sayısı bir birine çok yakın) okuyucunun yorumuna sunuyoruz. Bunun dışında yine Bursa’da Namazgah mahallesinden bir sandıkta bağımsız adaya çıkan 24 oydan 23’ü; Yavuz Selim’de 14 oydan 11’i, Esenevler’de 18 oyun tümü geçersiz sayıldı. İstanbul, Ümraniye, 1 Mayıs mahallesinde bağımsız adaya çıkan oylardan 288’i geçersiz 37’si geçerli; Sarıgazi’de 238’i geçersiz, 15’i geçerli; Küçükçekmece’de bir sandıkta 80’i geçersiz 2’si geçerli; İkitelli’de 118 geçersiz, 15 geçerli; Esenyurt İncirtepe’de 110 geçersiz, 12 geçerli; Esenyurt Örnek Mah.’de bir sandıkta 254 geçersiz, 58 geçerli Fatih Mah.’de bir sandıkta 93 geçersiz, 28 geçerli sayıldı. Pendik’te yalnızca bir sandıkta 130 oy geçersiz sayıldı.
Örnekleri uzatmaya gerek kalmıyor. Bağımsız adayların özellikle devrimci demokrat adayların maddi olanaklar, propaganda araçları, hazır bir örgütlü gücün olanaklarından yoksun olmalarının yanında propaganda süresinin azlığı, seçim sistemi ve uygulanmasındaki haksızlıklarla ortaya çıkan durum, anayasa ve yasalardaki yasaklarla kuşatılmış hakların dahi kullanılmasındaki olanaksızlığı, göstermekledir. Demokrasinin en bariz göstergesi olarak sunulan seçimler, diktatörlüğün, seçme, seçilme, örgütlenme, siyasal yaşama katılım gibi burjuva haklara hayâsızca müdahalesinin boyutlarını göstermiştir. Bu yönden, demokrasinin varlığını değil, olmadığını gösteren bir deney olmuştur. Seçimler, yine bilinen işlevini yerine gelirmiş, “tüm kurum ve kurallarıyla” işletileceği vaat edilerek kutsanan burjuva demokrasisine ulaşma yanılsamasının bir nebze daha yaşamasına araç edilmiş, insanların demokrasi özlemleri sömürülmüştür. Oysa yığınların beş yılda bir sandığa oy atmaktan öte hiçbir sürecine bulaştırılmadıkları bu ‘demokrasi’nin sandıkta bile demokratik olmadığı yukarıdaki verilerden görülmektedir. Gerçek demokrasi sandıktan değil, yığınların mücadelelerinden doğacaktır. Seçimler, bunun bir kez daha altını çizmiştir.

Kasım 1991

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑