“Eğer kazanmak istiyorsanız Lenin gibi çalışın, Lenin gibi savaşın”

Bütün zamanların en büyük ihtilalcisi Lenin, altmış sekiz yıl önce 21 Ocak 1924’te öldü.
Marks’ın eserleriyle tanıştığı on beş yaşından itibaren bütün hayatını dünyanın yeni bir dünya olarak değiştirilmesi uğruna savaşa adamış olan Vladimir İlyiç Ulyanov (Lenin), ömrü boyunca, doğanın, toplumun ve bilincin bütün hareket biçimleriyle ilgilendi, bütün bilim ve sanat dallarıyla dünyanın değiştirilmesi pratiği arasında kurduğu büyük bütünlüğün gereklerini yerine getirerek yaşadı.
O, birçok özelliğinin içinde, hepsini kapsayan ve bütün bilgi, beceri ve yeteneğini dünyanın değiştirilmesi amacına yönelten ihtilalciliği ile anılmalıdır.
Lenin, yalnızca bir düşünce adamı, bir siyasal bilimci, bir eylemci, bir örgütçü olarak da değerlendirilebilir. Bütün bu özelliklerinin tek başına bir anlamı ve değeri vardır. O, daima büyük düşüncelerin, insanlık tarihinin en büyük beyinlerinin ürettiği en yüksek düşüncelerin gerçek izleyicisi, mirasçısı ve geliştiricisi bir düşünce adamıydı. O, dünya politika tarihinin tanıdığı en büyük politika teorisyeni ve örgütçüsüydü. Rus ve dünya proletaryasının büyük tarihsel eylemiyle birleşerek kendisini o eylemin öncüsü kılan koşullan en küçük zerresine kadar değerlendirmesini bilmiş benzersiz bir eylemciydi. Tarihin tanıdığı en komplike, en hareketli ve en sağlam örgüt olan Bolşevik Partisini yaratmış, örgütlenme konusunda geçerliliğini hiç bir zaman yitirmeyecek olan bilimsel bir teori kurmuştu. Ciltler tutan eserlerinde, doğanın, toplumun ve düşüncenin bütün hareket biçimlerine ilişkin yüksek düşünceler üretmiş, bilimin, sanalın, ekonominin, toplumbilimin birçok problemine çözümler getirmişti. Ama bütün bu özellikler ve değerler, tek tek birçok düşünce, sanat ve eylem adamın da, politikacıda bulunabilir özeliklerdir ve tek başlarına taşıdıkları etki yalnızca kendi alanlarıyla sınırlı kalır. Lenin’in ayırt edici özelliği, bütün bilgi, beceri ve yeteneğini tek bir bütün halinde ortaya koymasında, bütün ilgi alanlarını birleştiren ve her birini diğerine bağlayarak güçlendiren bir hayatın unsurları olarak bu özellikleri taşımasındaydı. Lenin, bir ihtilalciydi ve hayatının bütün birikimini yalnızca ihtilalci eylemin planlanması, örgütlenmesi ve hareket kazanması için kullanmıştı.
Gerçekte, bir devrimciyi sıradan insanlardan ayıran en önemli özelliğin, bütün zamanını devrimci eyleme adaması olduğunu öğreten Lenin, kendi hayatının yalnızca bütün anlarını değil, birikimi ve dehasıyla zenginleştirdiği gücünün tümünü de devrimci eyleme adamıştı.
İhtilalci eylem, dünyayı bir bütün olarak kavramayı, eylemin her alanını bu bütünün bir parçası olarak görmeyi ve her eylemin bir büyük bütüne bağlanmak demek olduğunu göstermeyi gerektirir. Lenin, bilim, sanat, politika, tarih, felsefe alanındaki bilgisi ve birikimiyle, yalnızca her parçanın önemini göstermekle kalmamış, bunun yanında, her parçanın ancak bir bütün oluşturabildiği zaman, bu bütünün de dünyayı ihtilalci tarzda değiştirme eyleminin içinde kurulabildiği zaman değer kazandığını da ortaya koymuştur.
Teorinin çeşitli alanlarındaki çalışmasının belkemiğini politika üzerine olan yazıları oluşturur. Gerek Rusya’nın sosyo-ekonomik yapısı üzerine yaptığı incelemeler, bilim, sanat, felsefe üzerine yaptığı çalışmalar, gerekse bir örgütçü olarak kurduğu Bolşevik Partisi ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, O’nun her adımını hesaplayarak attığı büyük planlarının bir parçası olmuşlar ve o dünyayı değiştiren büyük eylemin, Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin başında dururken, aynı zamanda yeni bir bütünlük olan yeni bir dünyayı, işçilerin dünyasını kurmuştur.
İhtilalciliğin yalnızca yıkıp yakmak olarak anlaşıldığı eski ve kendiliğindenci anlayışa karşılık, O dünyayı değiştirme planını bir yeniden kurma planı olarak geliştirmiş ve uygulamıştır. Lenin, Marksist teorinin yalnızca bir uygulayıcısı değildi; aynı zamanda Marksizm’i geliştiren ve çağın koşullarına uygun hale getiren bir devrimciydi. Ekim Devrimi’nin baştan sona planlayıcısı ve yöneticisi olarak oynadığı rol, onun bu niteliğini açığa çıkarmaktadır.
Kitlelerin kendiliğinden eyleminin sosyalizmi kurmaya yeteceğini, ya da en azından bir ihtilalin başarıya ulaşmasını sağlayacağını düşünen ekonomistler, Lenin’in tezlerinin karşısında, örgütsüzlüğü ve plansızlığı savunuyorlardı. Lenin, büyük tartışmalara yol açan eseri “NE YAPMALI?”yı, bütün zamanlar boyunca ihtilalcilik yapacak herkes için geçerli kalmaya devam edecek olan temel perspektifini ortaya koymak ve o günkü muhaliflerine karşı savunmak amacıyla yazmıştı. Buna göre, kitlelerin devrimci eylemini yönetecek ve yönlendirecek bir devrimci parti olmaksızın, bu partinin programı ve planları kitlelerce benimsenip uygulanır hale gelmeksizin ihtilalin başarıya ulaşması imkânsızdı. “NE YAPMALI?”nın tezlerine muhalefet edenlerin göremedikleri en önemli nokta, ihtilalin bütün sosyal hareket biçimlerini birleştiren ve yönlendiren bir siyasi çalışma üzerinde yükselebileceği gerçeğiydi. Bu eserinde ileri sürdüğü tezler, örgüt, ajitasyon ve propaganda çalışmalarının nasıl birbirine bağlanacağını ortaya koyuyordu. Yalnızca ihtilalci proleter harekelin siyasi örgütlenmesinin sorunlarının tartışılması gibi görünen bu eser, aslında, bir bütün kurmanın ilkelerini parti faaliyeti üzerinde göstermektedir. Lenin, burada koyduğu temel bakış açısını, hayatının sonuna kadar bütün eylemlerinde uygulamıştır. Onun eyleminde, hiç bir şey tek başına, rasgele, geçici, öncesiz ve sonrasız değildir. İleri sürülen her yeni tez, ileri doğru atılmış her yeni adım, bir örgüt sorununun çözülmesi, bir toplumsal sorun hakkında yapılan analiz, öncekilere bağlıdır ve onların ya tamamlayıcısı ya da daha geliştirilmişidir. Bunlar daima, birbirine sımsıkı iç bağlarla bağlanmış ve daima bir bütün oluşturmuşlar, aralarında çelişmeler, tutarsızlıklar taşımamışlardır. Onun hiç bir düşüncesi ve eylemi rastlantısal değildir, ilk kapsamlı çalışması olan “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi”nden, son yazılarına kadar, daima yeni bir dünya kurmakla olduğunun bilinciyle hareket etmiş, revizyonizme ve oportünizme karşı mücadelesinde olduğu kadar, işçi kitlelerinin kazanılması çalışmalarında da aynı tutarlı ve şaşmaz doğrultuyu izlemiştir. Felsefenin, politikanın, sanatın, bilimin, toplumsal ve tarihsel gelişmenin sorunları üzerine düşünceleri, daima tek bir noktada, dünyanın nasıl ve ne için değiştirilmesi gerektiği problemi eksininde birleşmişler ve her zaman bu değişmez sorunun çözümü için kullanılmışlardır.
Lenin, düşüncenin ve eylemin tutarlılığını yalnızca politik hayatında değil, özel hayatında da göstermiştir. O, bütün ihtilalciler ve teorisyenler içinde, özel hayatı bütün komünistlere eksiksiz örnek olabilecek tek ihtilalcidir. Bütün devrimci komünist önderler hakkında en akla gelmez iftiraları ve karalamaları sıralamakta tereddüt etmeyen karşı-devrimci propaganda, O’nun kişiliği söz konusu olunca, söyleyecek tek kelime bulamaz. Alçakgönüllülük, çalışkanlık, sabırlılık, cesaret ve fedakârlık, yoldaşlara ve sosyalizm davasına bağlılık, kısacası sosyalist ahlakın temel karakteristikleri, hem O’nun kişiliğinde dile gelmiştir, hem de sosyalist ahlakın hangi temel nitelikler üzerine kurulduğunu araştıran herkesin O’nun hayatına başvurmasını doğal kılacak kadar O’nun hayatında kristalleşmiş açık ve kuvvetli özelliklerdir.
Onun kişiliğinde, geleceğin insanı cisimlenmiştir.
Hemen hemen bütün burjuva politika ve devlet adamlarının çoğunluğu bakımından hayat, parçalara bölünmüştür ve her parça ayrı ayrı yaşanır. Yöneticilik, onlar için özel bir görevdir ve yönetmekten başka bir işle uğraşmayı küçüklük sayarlar. Çünkü burjuvazinin dünyasında, yönetenlerle yönetilenler birbirlerinden kesin bir biçimde ayrılmışlardır ye sınıflar mücadelesinin bir iktidar mücadelesi biçiminde sürdürülmesinin zorunlu oluşunun başlıca nedenlerinden birisi de budur. Oysa sosyalizmde, yönetenlerle yönetilenler arasındaki ayrım, bütün halkın kendi kendisini yönetmesini gerçekleştiren siyasal araçların ve kitlesel iktidar örgütlerinin rolü ile aşılmıştır ve bu da, yönetici konumunda bulunanların aynı zamanda yönetilen, yönetilenlerin de aynı zamanda yönetici olmasının, başka bir deyişle yönetilenlerle yönetenler arasındaki ayrımın ortadan kalkmasının yolunu açmıştır. Lenin, bu yeni siyasal ve toplumsal hayatın kendi kişiliğinde görünmesine imkân veren bir karakterin sahibiydi. Eşi ve yoldaşı Krupskaya O’nun bu özelliğini anılarında şöyle anlatıyor: “Bir insan, tüm düşüncelerini, herhangi bir büyük, belirleyici soruna yöneltmek zorunda olduğunda, günde düzinelerce kez küçük sorunlara eğilmek son derece külfetlidir ve özellikle yorucudur. … İlyiç’in, ‘ufak tefek şeylerle’ nasıl uğraşmak zorunda kaldığını anımsadıklarında yoldaşlar, zaman zaman şöyle diyorlar: ‘İlyiç’i yeterince sakınmadık, ufak tefek şeylerle O’nu çok uğraştırdık, bütün bu küçük şeylerle O’nu huzursuz etmemeliydik.’ Bu herhalde doğrudur, ama İlyiç, ufak tefek şeylere önem vermek ve özel dikkat göstermek gerektiğini düşünüyordu, çünkü bu tam da Sovyet aygıtını, gerçek demokratik bir kurum, biçimsel demokratik değil, bilakis proleter demokratik bir kurum kılıyor. Ve İlyiç, tıpkı eskiden Parti inşasında, ajitasyon, propaganda örgüt sorunlarına nasıl yaklaşılması gerektiğini bizzat kendi örneğiyle yoldaşlara göstermek istediği gibi, Sovyet devletinin başında da devlet aygıtında nasıl çalışılması gerektiğini, devlet aygıtında her türlü bürokratizmin kökünün nasıl kazınacağını, Sovyet aygıtını kitlelere yakınlaştırmak ve kitlelerin güvenini kazanmak için ne yapılması gerektiğini de aynı tarzda göstermeye çalışıyordu.”
Bir devrimci komünistin hayatının değişik parçaları, birbirine karşıt ve bölünmüş alanları yoktur. Zamanının bir kısmını ihtilalci faaliyete, diğer kısımlarını da sıradan hayat biçimlerine ayıramaz. Siyasi hayatında bir komünist, özel hayatında sıradan bir kişilik olarak ilerleyemez. Lenin’in özel ve siyasi hayatı birbirinden ayrılmazdı ve parti içinde ne ise, dinlenirken, ava gidip eğlenirken, neşeli birkaç saat yaşamak için yoldaşlarıyla sohbet ederken de o idi. O’nun için dünyayı değiştirmek, devrimci bir tarzda dönüştürmek demek, başkalarının hayatında bir şeyleri değiştirmek demek değildi. O, politikada, teoride ve eylemde nasıl büyük bir bütünlüğün peşindeyse, özel hayatında ve devrimci eyleminde de lam anlamıyla bütünsel bir karakteri temsil ediyordu.
Günümüz dünyasında burjuva kapitalist hayat tarzı, insan kişiliğini parçalanmışlık, ikiyüzlülük, tutarsızlık ve bölünmüşlük olarak belirliyor. Sıradan insan için gündelik hayat, kendi kimliğini sürekli olarak kaybetme, sürekli bir yabancılaşma ve yok olma tehlikesiyle donatıyor. Bu koşullar devam ettikçe, bireysel bir kurtuluş yolu için sıradan insana hiç bir şans tanınmamıştır. Ancak hatırlanmalıdır ki, Lenin de doğuş ve yaşayış koşulları bakımından kapitalist dünyanın içindeydi. Buna karşılık. O, dünyayı değiştirme mücadelesinin örgütlenmesi ve bir sınıf hareketinin içinde işçi sınıfının bir önderi ve en karakteristik özelliklerini kendinde toplamış bir üyesi olarak yaşıyor, mücadele ediyordu. O’nun bilinçle seçtiği bu hayat tarzı, O’nu içinde yaşadığı toplumsal koşulların yıkıcı etkilerine karşı güçlü bir dirençle donatmakla kalmamış, o koşulların yıkılabilmesi için de büyük bir kuvvete sahip kılmıştı. Bu yüzden Lenin, yalnızca yaşadığı dönemin en büyük ihtilalcisi olarak değil, kendisinden sonraki çağların da aşılamamış bir kişiliği olarak kalmaya devam ediyor. O, bu yüzden tam anlamıyla “geleceğin insanı”dır.
Lenin, son nefesine kadar bir ihtilalci olarak yaşadı ve bir ihtilalci gibi, ölümle de dövüşerek öldü. Yakınlarının anlattığına göre, ölümünden hemen önceki günlerde, Jack London’ın “YAŞAMA HIRSI” adlı öyküsünü okuyordu. Orada, kutup soğuğu içinde, kilometrelerce buz bozkırını büyük bir açlık içinde aşmaya çalışan bir yolcu anlatılır. Yolcuya, aynı ölçüde aç bir kurt eşlik etmektedir. Onun düşmesini ve mücadele gücünü yitirerek kendisine kolayca yem olmasını bekleyen aç bir kurt! Buna karşılık, yolcu da, kurdun açlıktan tükenen gövdesinden kendisine bir solukluk can alabileceğini düşlemekte, onun tümüyle güçsüz düşeceği bir anı kollamaktadır. Bir an ikisi de, artık dirençlerinin tükendiği bir yerde, birbirlerinin ölümünü bekleyemez hale gelirler, kapışırlar. Yolcu, dişlerini kurdun gırtlağına geçirir ve onun kanıyla kendi hayatını kurtarır. Olağanüstü fantastik bu hikâyede, Lenin’in yaklaşan ölümü hakkında neler duyduğunu anlayabilmemize yardım edecek ipuçları vardır. Uzun ve güçlüklerle dolu bir hayatı olağanüstü bir çalışma gücü ve yaşama azmiyle aşmış bulunan Lenin, sınıf düşmanlarını her alanda yenmiş, burjuvazinin mutlak ve kaçınılmaz yenilgisini, kendi ülkesinde kanıtlamış, yeni bir dünyanın doğuşunun ilk müjdecisi olarak kurtulmuş Rusya proletaryasının kahramanca sosyalizmin inşasına girişliğini gören gözlerini artık kapamaya yaklaşmıştır. Buzlu bozkır yolculuğuyla O’nun dünyayı değiştirmek üzere çıktığı yolculuğun güçlükleri kıyaslandığında, hiç kuşkusuz yolcunun hayatı çok kolay görünecektir. Eninde sonunda yolcu, kurdun gırtlağını parçalayarak kendi hayatını kurtarabilmiştir. Lenin ise, bütün bir dünyayı devrimci tarzda dönüştürme mücadelesinin, her zaman yalnızca sıradan bir neferi, büyük tarihsel eylemin ortaya çıkardığı bir kişisi olduğunu biliyordu. Kendi ölümünün hiç bir şeyi sona erdirmeyeceğini, binlerce bozkırın geçilmesi ve binlerce kurdun boğazlanması gerektiğini de biliyordu. Fakat O, Krupskaya’nın anlattığı gibi, yalnızca düşüncesi ve bilgisiyle değil, kendi hayatıyla da herkese bir şeyler öğretmek, bir devrimci komünistin nasıl yaşaması ve nasıl mücadele etmesi gerektiğini göstermek istiyordu. Sorumluluklarının ve görevlerinin bir sınırı olmadığını, işçi sınıfının tam kurtuluşu ve dünyanın komünist bir dünya olarak yeniden kurulması savaşında yapılacak işin bitmeyeceğini, herkes için, her an ve her yerde büyük küçük binlerce görev bulunduğunu biliyor, daha çok çalışmak, daha çok savaşmak ve daha çok yaratmak istiyordu.
Ölümü nedeniyle Stalin, Lenin’in ardından şöyle demişti:
“Eğer kazanmak istiyorsanız, Lenin gibi çalışın, Lenin gibi savaşın.”

Ocak 1992

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑