Seçimler, burjuva partiler ve destekçilik

Burjuva partiler seçenek değildir!
Seçimlere, altısı doğrudan ikisi dolaylı olarak 8 burjuva partisi katılıyor: ANAP, DYP, SHP, DSP, RP ve SP’nin yanı sıra MÇP ve İDP, RP ile ittifak halinde giriyorlar seçimlere. Kimi sağcı, kimi solcu olduğunu, kimiyse sağ ile solu bünyesinde birleştirdiğini ileri sürüyor.
Parlamentonun işlevsizleşmesine koşut olarak burjuva partiler de işlevsizleşiyorlar. Partilerin işlevsizleşmesinin iki ana nedeni var: Birincisi, politika yapma, partiler ve parlamenter zeminden görünüş olarak da MGK, ordu ve bürokrasi zeminine kaymıştır, ikincisiyse, buradan kaynaklanarak, partiler ve parlamento, diktatörlüğün ve Eylül rejiminin açık destekçiliği rolünü benimsemiş ve temel konularda aralarındaki demagojik farklar bile silinmeye başlamıştır.
Generallerin, MGK rejiminin partileri birbirleriyle program tartışması yapmıyorlar, programlarındaki farklılık tümden silinme sürecindedir. Eskiden örneğin piyasacılık-özel sektörcülük ve devletçilik çeşitli partilerin programatik tartışma konularından birini oluştururdu; şimdi tümü özel sektörcü-piyasacıdır. Eskiden örneğin faşistlerden, 12 Mart’tan “hesap sorma” demagojisi yapardı birileri. Bugün 12 Eylül’e sadakat konusunda tüm burjuva partiler hemfikirdir, vb. vb. Benzer politikaları uygulamadaki yöntem farklılıkları da giderek azalma ve yöntemler birbirilerine benzeme eğilimindedir. Açık terör, reformlar, aldatmaca, tüm partilerin savundukları yöntemler arasındadır. Kimisi tümünü bir arada, kimisi bazısını öne çıkararak savunuyor. Burjuva partiler arasındaki “kayıkçı dövüşü”nün alanı olağanüstü daralma ve giderek yalnızca pazarlama ve vitrin farklılıkları üzerine oturma eğilimindedir.

ANAP
83’ten bu yana işbaşında olan ANAP, 12 Eylül mirasını devralan başlıca burjuva partidir. Kurucu başkanıyla, ekonomiye ve devlet yönetimine ilişkin izlediği politikalarla 12 Eylül’ün sürdürücüsüdür.
Piyasacılık’ı ideoloji düzeyine yükseltmeye yönelmiş olan ANAP, aslında tekelciliğin azgın bir savunucusudur. Ekonomide tekellerin dikte ediciliği, ürünler, fiyatlar, pazarlar, kaynaklar üzerinde denetimi, tekellerle devletin ekonomik politikalarının düzenleyiciliği, bankaların belirleyiciliği ANAP’ın temel politikalarına yön veren gerçek faktörler olarak “piyasa” aldatmacasının perde arkasını oluşturmaktadır. Vurgunculuk ve yolsuzlukların bile devlet olanakları kullanılarak gerçekleştiği düşünülürse (“hanedan” suçlaması, özellikle belediyelerde benzer konumlar sağlayan suçlayıcıların ağzına yakışmasa da gerçeği yansıtmaktadır), “piyasacılık” savunusunun sahteliği kolayca anlaşılacaktır. Tekeller çağında “serbest piyasa” olmaz. Bu, “özelleştirmeler”in, yani devlet olanaklarının tekellere ve çeşidi özel ve tüzel kişilere peşkeş çekilmesinin kılıfı kılınmıştır.
ANAP, siyasal alanda da “serbestlik”in değil dizginsiz zorbalığın savunucu ve uygulayıcısıdır. Terör yasası gibi melanetler onun eseridir. Siyasal zorun, hukuksuzluğun hukuk haline getirilip meşrulaştırması da bu partinin onurudur.
ANAPın önemli bir özelliği, esnekliği, örneğin Kürtlerin hamişiyiz” derken, aldatmaca olarak Kürtçe türkü söylemeyi yasallaştırırken özel savaşı tırmandırması, terörcülükle demagojiyi “başarı”yla birleştirebilmesidir. Azgın bir Kürt düşmanı olan bu parti, böylelikle hala bazı Kürt illerinden oy toplayabilme potansiyeline sahiptir. Kürtçe türkü vb. demagojisi, örneğin Kamran Inan’a, bu “caş”a, oy toplarken “silah” olarak hizmet etmektedir.
Cumhurbaşkanı plan patronu ve diğer yöneticileri işçi sınıfına MESS ve TÜSİAD ağzıyla saldırmakta, pratikte bütünüyle işçi düşmanı bir politika izlemektedir. Bu partinin temel politikaları arasında olan zamcılık en çok işçi sınıfını etkilemekte, işten atmalar doğrudan sınıfı hedef almaktadır. Düşük ücret politikası, grevler ve genel olarak işçi talepleri karşısındaki düşmanlığıyla ANAP tecride gitmektedir.
ANAP yalnızca işçi değil halk düşmanıdır. Genel olarak politikalarıyla emekçi halkı, onun çıkarlarını hedeflemekte, her adımında demokrasi ve özgürlük düşmanlığını ortaya koymaktadır. “İş bitkicilik” ve “köşe dönücülük”ü siyasal literatüre sokan bu parti, geçici de olsa ara tabakaları ve emekçileri kapitalist bir gelecek uğruna seferber etmede en başarılı burjuva parti konumunu elde etmiş ama yolun sonuna da gelmiştir. Emekçilerin çıkarları kapitalizmle bağdaşmamaktadır.
Zaman ilerledikçe sıfırı tüketeceğini gören ANAP, seçimi erkene alarak en azından bir koalisyon ortaklığı koparma peşine düşmüş durumdadır. Seçim sonrasında Özal’ın temel dertlerinden biri Cumhurbaşkanlığı koltuğunu koruyabilmek olacaktır.

DYP
Demirel’in orkestra şefliğindeki DYP, AP’nin doğrudan devamı ve halka karşı suçlarının mirasçısıdır. Pragmatizmi temel düstur edinen Demirel, gerektiğinde her kılığa girebileceğini ortaya koymak üzere, bugünlerde demokrasi havariliğine soyunmuştur. Oysa, 15-16 Haziran’da ve grevler ve sendikal faaliyetlerin yasaklandığı 12 Mart’ta hükümet ve hükümet ortağı olarak işçi düşmanlığı tescillenmiştir. Kürt düşmanlığında ANAP kadar bile esnek değildir ve Kürt ulusal direnişi karşısında devlet politikasını, işgali ve zulmü, kimliksizleştirilmeyi savunmaktadır. “Benim” dediği köylüler Demirel ve partisinin iktidar günlerinde emperyalist ve tekelci sömürü ve yağmanın kıskacında inlediler. Ama şimdi o, farklı davranması olanaklıymış gibi, köylülerin ödenmeyen alacaklarının demagojisini yapmaktadır, İki hükümet döneminde de içinden çıkamadığı ekonomik ve siyasal krizi bugün aşacağı iddiasıyla ve “herkese ev-araba” gibi sahte vaatlerle oy toplamaya yönelmektedir.
12 Mart’ta ve MHP ortaklı “Milli cephe Hükümetleri”yle demokrasi ve özgürlüklere azgınca saldıran Demirel ve partisi faşisttir. O’nun ve partisinin elinde halkın üç evladının, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in kanı var. Başta kendisi olmak üzere tüm partisi, kendilerinden geçmiş halde idamlar için oy verdiler. 12 Eylül öncesi yüzlerce halk evladının katlinden özel olarak Türkeş’le birlikte Demirel sorumludur. Onun hükümet dönemlerinde işkence, haklara ve özgürlüklere saldın genel bir uygulamaydı. İşçi ve emekçiler, alternatifsizlikten alternatif olma yolunda ilerleyen Demirel ve partisine layık değildir, olmamalıdır.
Onun ve partisinin teşhiri ihmal edilmemelidir. Sağ partilerin “oy tabanında birleştirilmesi peşinde olan Demirel, Özal ve partisinin alternatif olmaktan çıkmakta olduğu bugünkü koşullarda emperyalizmin ve burjuvazinin alternatifi haline gelmektedir. Koalisyonlara karşı çıkarak tek parti hükümeti vurgusu yapacak gücü bugün yalnızca O kendisinde görmekte ve tek parti hükümeti havası yaratarak “oy tabanını genişletmeye, hatta “ödünç oylar” istemeye girişmiştir. Bunca deşifre olmuş Demirel’in tekrar alternatif durumuna gelmesi ise, başlı başına burjuva sistemin çürümüşlüğünün ve çözümsüzlüğünün bir göstergesidir. Yeni Türkiye’yi yaratacak en son kişi bile olamaz O ve partisi.

SHP
“Majestelerinin muhalefeti” durumundadır. Ecevit ve partisiyle birlikte sosyal demokrasi ve reformculuğun varacağı noktayı ortaya koyan bu parti, düzenin demagojik eleştirisini bile yapmaya yönelmediği gibi, rejimle, 12 Eylülcülerle, faşizmle işbirliği halindedir. İşçi ve emekçiler üzerinde diktatörlük olan burjuva devletin “yüce menfaatleri” üzerine en çok titreyen parti SHP’dir. “Devletin bekası” adına atmayacağı adım olamaz, olmuyor. Kapitalizm savunuculuğu yanı sıra iflah olmaz devlet tutkusu işçi sınıfının çıkar ve talepleri karşısında yer almasının temel nedenidir. Eylemlerin burjuva düzen ve devleti, rejimi zayıflatma belirtileri göstermesiyle birlikte, Zonguldak ve genel olarak grevler karşısında düşman bir tutum içine girmek için hiç beklememiştir. Kürt ulusal direnişi karşısında da tümüyle gerici bir konumdadır. HEP ile anlaşmaya kadar Kürt ulusal kimliğini bile reddeden SHP, bütünüyle “oy kaygısı” ile şimdi Bölge Valiliği ve koruculuğun kaldırılacağı yönünde vaatlerde bulunmaktadır. Oysa, Irak Kürdistan’ına yönelik seferin zaferine aynı parti dilekte bulunmuş, sürgün, sansür kararnameleri ve terör yasasına bu parti imza koymuştu.
SHP, bir burjuva düzen partisi olarak bile pek bir fonksiyon sahibi değildir. Düzen içi iyileştirmeler önermek ve görünüşte bir alternatif oluşturmaktan dahi uzaktır. Emperyalist “yeni düzen” içinde kendisine ve politikalarına uygun bir yer ve zemin arayan SHP, yönetime geldiği belediyelerde ise diğer burjuva partileri gibi vurgunculuk, yolsuzluk ve rüşvete batmış bulunmaktadır.
Bu ve benzeri nedenlerle SHP kitlelerde umut ve beklentiler uyandırmayı da başaramamış ve daha muhalefetteyken yıpranmıştır. İnönü “denenmemişlik”i vurgulayarak oy istemektedir; oysa muhalefetteyken bile çok kötü bir sınav veren bu partinin denenmesinin gerekliliğine hiç kimse ikna edici bir gerekçe bulamamaktadır.

DSP
DSP, Ecevit’in sol görüntü vermekten de hızla uzaklaşarak her alanda gericileşme temelinde kurduğu ve geliştirmeye çalıştığı bir parti durumundadır. Sözde “seçkinciliğe” karşı halkçılık propagandasıyla kurulmasına girişilen bu parti, Ecevit’in “seçkin” kişiliğinin gölgesinde kaldığı gibi, seçkin bürokratlarla ve çok miktarda MHP ve hatta MÇP’li kadrolarla dolmuş durumdadır. Bu, Ecevit tarafından sağdan oy toplamak adına savunulmaktadır.  ‘
Esas gericileşme ise politikalarda görülmektedir.
12 Mart’a karşı sonradan “sünger çekme”ye dönüşen göstermelik bir karşı çıkma ve hesap sorma tutumu geliştiren Ecevit, 12 Eylül karşısında baştan itibaren “birlikçi” davranmıştır. 12 Eylül’e herhangi bir eleştiri yöneltmekten özenle kaçınmakta, bunun düzeni, devleti.ve rejimi, “milli birlik”i zaafa düşüreceğini düşünmektedir.
İşçi sınıfının taleplerine göstermelik olsa bile sahip çıkmaya yönelik tutumlar almayan DSP, en gerici tavrını Kürt ulusal direnişi karşısında sergilemektedir. Kürt ulusal direnişine karşı özel birliklerle mücadele öneren, “milli devlet”in en sıkı savunucusu Ecevit, açık Kürt düşmanlığıyla, milliyetçi Türk oylarını toplama üzerine hesap kurmaktadır. Dincilik, DSP’nin üzerine hesaplar yaptığı, bir başka gericilik kaynağıdır. Din istismarı, Sünni ve Alevi oylarına yönelik özel politikalar Ecevit gericiliğinin göstergeleri arasındadır.
Ecevit ve DSP, özellikle SHP’nin emekçilere umut vermeyen durumu nedeniyle ve gericilikten kan alarak güç toplama durumundadır. Ancak yine de tek başına hükümet kurma lafı edebilecek konuma ulaşamamış, koalisyon ortaklığını hedeflemektedir.

RP
Şeriatçı-faşist bir partidir. Ümmetçilik temelinde örgütlenmekte, tarikatlara, onların dayanağını oluşturan uluslararası ve yerli tekellere, Af Baraka, Faisal Finans’a yaslanmaktadır. Cübbeli-takkeli-çember sakallı kadrolarıyla en militan seçim faaliyetini sürdüren düzen partisi durumundadır.
Demagoji üreticisi bu sözde “milli” ve “milli görüşçü” parti, aslında tümüyle emperyalizmin hizmetindedir. Bunu Körfez savaşında kanıtladılar. Kapitalizm, faizcilik eleştirileri de yalnızca laftadır; RP faiz,”in adını “kar ortaklığı” takmıştır. İşçi ve emekçilerin yasam koşullarının iyileştirilmesini dahi savunmayan RP’den kapitalizm karşıtlığı beklemek beyhudedir. 12 Eylül’le birlik halindedir. Kürt ulusal direnişi karşısında, Kürt dincilerin baskısıyla ve ümmetçilik zemininde sahiplenici esnek bir görüntü veren bu parti, gerçekte ezen ulus gericiliğinin ve emperyalizmin politikalarını izlemektedir. Son MÇP ve IDP ittifakıyla yüzünü gizleyemez olmayı da kabullenmiştir. Sicilli Kürt düşmanı faşist Türkeş’le birleşen bu partinin Kürt halkına Müslümanlık ve ümmetçilik nedeniyle olsa bile vaat edecek şeyi kalmamıştır.

SP
Seçimlere giren burjuva partileri içinde “sosyalist” adını kullanan bu parti, “emekçi cumhuriyeti” gibi önerilerle kendisini diğerlerinden ayırmaya çalışıyor.
Yoğun bir parlamentarizm edebiyatıyla “emekçi cumhuriyeti”ni parlamento ve seçimler üzerine bina eden, seçimleri çözüm olarak öne süren SP, düzen savunuculuğunda sol görüntülü diğer burjuva partilerinden hiç de geri kalmıyor.
SP, Kemalizm, misakı millicilik ve bugünkü statükonun savunuculu-ğuyla Kürt ulusal direnişine demagojik olarak sahip çıkmayı ve egemen sınıfların aşın ve özellikle askeri zorlamalarının eleştirisini birleştirmeye uğraşmaktadır. Kürt sorununda aşırı gerici çözümlerin eleştirisiyle puan toplamaya yönelen SP, aynı tutumu işçi hareketi karşısında da almaktadır. ANAP’ın işçi düşmanlığını eleştirerek ve ANAP’ı hedefleyen kendiliğindenliğe övgü düzerek SP, aynı zamanda, geri bilince seslenerek işçiler içinde de mevziler kazanma çabasındadır.
Ancak ne kapitalizm ve ne de emperyalizm karşısında iyileştirmeler önermenin ötesine geçmemekte; kapitalizmi hedeflemediği, mutlaka çeşitli kesim ve grupları arasındaki çelişki ve çatışmalar üzerine hesaplar kurduğu burjuvaziyi desteklediği gibi, Saddam örneğinde görüldüğü üzere emperyalizm karşısında da yine burjuvaziye bel bağlamaktadır.
SP’nin temel kaygısı meşrulaşmaktır. İhbarcı, açıktan faşizm ve 12 Mart ve 12 Eylül destekçisi, polis işbirlikçisi, Amerikan emperyalizmi ve NATO, düzen ve ordu savunucusu geçmişi, SP’nin bugünkü demagojisini baştan geçersizleştirmekte; bu parti en reformcu sol çevrelerde bile kötü ünü nedeniyle meşru görülmemekte ve dışlanmaktadır. SP, bu “çemberi” kumaya uğraşmakta, demagojileri belirli puanlar da toplamaktadır.

SHP destekçiliği
Türk ve Kürt sol çevrelerinde CHP-SHP destekçiliğinin gelenekselleşmiş bir kökü vardır. CHP ve SHP hemen tüm seçimlerde çeşitli sol gruplar tarafından her seferinde belirli gerekçeler yaratılarak desteklenmiştir. Düzen içi ve burjuvazi arasındaki çelişki ve sürtüşmelere bel bağlayarak, reformcu gericiliğin işçi ve emekçiler ve devrim lehine çeşitli düzenlemeler yapacağı ve bir sosyal demokrat hükümet altında devrimci mücadelenin kolaylaşacağı gibi beklentilerle, destekçilik Türkiye’de neredeyse kural haline getirilmiştir. Kuşkusuz destekçiliğin ileri sürülen gerekçeleri arasında daha ilginçleri de bulunuyor: “işçilerin desteklediği partiyi desteklemek” (İşçiler ve Politika), “hangi parti içinde olursa olsun ileri demokrat adayların seçilmesi” (İşçilerin Sesi, Mücadele) gibi.
Bugün destekçiler arasına Kürt devrimcileri de katıldı.
Bu ikincisi, sahip olduğu önemli bir güç temelinde, burjuvazi içindeki çatışmayı hedefleyen bir taktik kurmuş bulunuyor. Düşünce, gericilik içindeki çatlaklardan yararlanmaktır. Bu taktiği ciddiye almayı gerektiren, çatlaklardan yararlanabilecek ciddi bir gücün var olmasıdır. Ancak bıçak iki yanlıdır. Gericilik ve SHP aracılığıyla doğrudan diktatörlük de Kürt devrimcilerini bu destek dolayısıyla etkisizleştirme ve Kürt ulusal direnişini reformcu kanallara akıtmanın hesabını yapmaktadır. Ve onun da ciddi bir gücü vardır. Bu taktik, kuşkusuz örneğin İşçilerin Sesi’nin bütünüyle kuyrukçu SHP destekçiliğinden farklıdır; ancak ulusal direnişi reformculuğa bağlama tehlikesine kapıyı ardına kadar açmaktadır. K…tan’da sıfırı tüketen SHP, bu taktik aracılığıyla yine ayakları üstüne dikilmekte, Kürt emekçilerinin kafalarında yeniden reformcu hayallerin canlandırılmasına zemin oluşturulmaktadır.
SHP’nin doğrudan ya da SHP içindeki “ilerici, demokratların desteklenmesi aracılığıyla dolaylı desteklenmesinin daha vahim olanı, herhangi ciddi bir örgütlü güce dayanmadan salt kuyrukçuluk olarak gerçekleştirilenidir. Mücadele ve Politika bunu yapıyorlar. Mücadele sözde ilerici adayları destekleyerek parlamentarizme pasif bir destek veriyor, parlamento ve bir burjuva partisi olan SHP hakkında yayılan hayallere güç katıyor, işçiler ve Politika uvriyerizmle geri işçilerin kuyruğunda SHP’nin kuyruğu oluyor. İşçilerin Sesi benzer konumlarda dahi değildir. Çünkü bugün İşçilerin Sesi ayrı bir çevre bile oluşturmuyor. SHP ile arasındaki ayrım belirsiz de değildir, yoktur. Sözü edilen “ilerici adaylar” sözde onun ama aslında SHP’nin adaylarıdır. İşçilerin Sesi’nin seçim taktiğinden, bu taktiğin kuyrukçuluğundan dahi söz etmek fazladır. Ortada bir taktik ve kuyrukçuluk bile yoktur. Olan, erimedir, özdeşleşmedir. Sol jargonla SHP’ye iltihak edilmiş, tüm devrimci kabuk atılmıştır.

Burjuva partilerine oy yok!
Gerici, emperyalizm uşağı ya da uzlaşmacı burjuva düzen partilerine tek oy verilmemelidir. Alternatif, devrim ve sosyalizm mücadelesinin seçim platformu da kullanılarak geliştirilmesidir. Bunun için bağımsız sosyalist, devrimci adayların mücadelesi desteklenmeli; bağımsız adayların olmadığı yerlerde de yine burjuva düzen partilerine oy verilmemelidir.

Ekim 1991

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑