Sermayenin ve faşist diktatörlüğün işçi sınıfına, emekçi halka ve Ulusal Harekete yönelttiği çok yönlü ekonomik ve siyasi saldırılarının yoğunlaştığı; ve buna karşılık işçi sınıfının eylem sıcaklığını hissettirdiği, grev, direniş vb. eylemlerde önemli bir artışın gözlendiği, ulusal hareketin sıcaklığının kitleleri sardığı, şehir küçük burjuvazisinin hoşnutsuzluk ve öfkesinin arttığı ve sendikal özgürlük talebinin öne çıktığı, küçük üreticilerin “taban fiyatlara” karşı öfke ve eylemlilikle karşı durduğu günümüz koşullarında; bunlara bu yükselişin daha çok kendiliğindenciliğin damgasını taşıdığı, kitlelerin büyük oranda örgütsüz olduğu ve varolan kitle örgütlerinin revizyonist-reformist güçlerin yozlaştırıcı etkisi altında bulunduğu eklenirse, yeni bir yükseliş dönemine giren işçi sınıfı ve emekçi sınıflar hareketinin birleştirilmesi ve bu birliğin kapsamının proletaryanın azami hedefine bağlı olarak asgari hedeflerine doğru genişletilmesinin, buna hizmet etmek üzere kitleleri harekete geçirebilme potansiyeli taşıyan siyasal yoğunlukların birleştirilmesinin önemi M-L’ler açısından daha anlaşılır bir hal alır.
12 Eylül darbesiyle gelen yenilginin ardından, özellikle ’80’li yılların ikinci yansından başlayarak ardı arkası kesilmeyen, akademik bir tartışma düzeyine “yükselen” “birlik” tartışmaları “sol” hareketin, üzerinde en çok konuşulan konusu haline geldi. Herkes “birlikçi”. Saçak-Sosyalist Parti’den TBKP’ye kadar uzanan revizyonist akımlar “birlik” çığırtkanlığını bir aksesuar olarak vitrinlerinden eksik etmiyorlar. Radikal devrimci hareketin etkinlik gösterdiği dönemde dibe çökmüş tortular yenilginin bulanık ortamında prim yapmaya çalışıyorlar. Samimi duygulan birlikçilerce sömürülen iyi niyetli insanları belirtmek gerekiyor. ’80 öncesinde revizyonizmle devrimci-demokrasi arasında yalpalayan bazı yoğunlukların bugün revizyonizme ve troçkizme sıcak bakışları ve bunun etkisiyle “birlikçiler” arasında görünmeleri bir başka gerçek. İşçi sınıfı ve halk kesimlerinin birliğe gerçekten ihtiyaç duydukları bu dönemde “birliğin” bu kadar yaygın tartışılması, ülkemizin gerçek Marksistleri ve devrimcileri tarafından sevindirici bir gelişme olarak değerlendirilemiyor.
Değerlendirilemiyor, çünkü bu “birlikçilik” devrimci-demokrasi güçlerinin, işçi sınıfı ve ezilen diğer sınıfların gerçek birlik özlemlerini yansıtmıyor. Tersine, ’80 öncesi hareketin her yönüyle mahkûmiyeti, güçsüzlüğün bir ifadesi olarak, yenilginin sınıf ve örgüt dışına düşürdüğü unsurların, kitlelerden ve onların taleplerinden tümüyle kopmuş tasfiyeciliğin üzerinde yükselip vücut buluyor. İlkesiz legalist, 141-142’siz “Eylül demokrasisini savunan her mezhepten unsurları bir partide birleştirmeye çalışan bu platform, yıllardır üzerinde tartışılan birliğin ruhudur. En son Kuruçeşme ‘de büyük iddia ve gürültüyle toplanan ve ardından fare bile doğuramayan “birlik” toplantılarının ruhu da aynı ruhtur.
Kanatları ve sesleri çok olan, fakat içinde devrimcilik adına bir şey bulunmayan bu birlikçiler tartışa dursunlar, çok farklı, devrimci temelde birliğin gereği üzerinde duran Marksistler, birliği iki yönde ele alıyorlar. Birincisi, işçi sınıfının en kararlı, en fedakâr ve en girişken unsurlarını ve Marksizm’e yönelmiş kişi ve grupları, kanatları olmayan, proletaryanın gönüllü çelikten disiplinine sahip, Marksist teoriyi rehber edinmiş M-L partinin saflarında birleştirmek; ikincisi, işçi sınıfı ve diğer ezilen sınıfların, proletaryanın asgari programı temelinde stratejik ittifakını ve taktik birliğini sağlamak, buna bağlı olarak kitleleri şu ya da bu oranda harekete geçirme potansiyeli taşıyan devrimci-demokrat siyasal yoğunluktan devrimci bir platform temelinde birleştirmek.
Yazımızın konusunu ikinci türden birlikler oluşturuyor: Proletaryanın, ezilen diğer sınıflarla stratejik ittifakları, proletarya partisinin ittifak politikası ve taktikleri.
Proletaryanın ittifaklar politikası
Demokrasi için birleşik bir mücadele cephesi dendiğinde, yaygın olarak akla gelen şey, halk saflarında yeşeren siyasal grupların birliğidir. Bu anlayış yanlıştır. Gerçekte birleşik cephe, proletaryanın, devrimin o anki aşamasında, stratejik dolaysız yedek olma özelliğine sahip sınıf ve tabakalarla girdiği sınıfsal ittifaklardır. İttifaklar politikasını sınıflar temelinden koparan yanlış anlayışlar, sınıfla siyasi gruplan aynılaştırıyor, sınıfın yerine siyasi grupları geçiriyorlar. Siyasi gruplar birleşince, böylece, sınıflar da birleşmiş olacak. Sınıf mücadelesi, devrimci siyasetçilerle karşı-devrimci siyasetçiler arasında bir mücadele olmadığı gibi, mücadele cephesinin birliği de siyasetçilerin, yani sınıfların siyasal öncüleri gibi gözükenlerin birliği değildir. Kuşku yok ki, siyaset sahnesinde boy veren şu ya da bu grubun belirli bir sosyal sınıftan kaynaklandığı doğrudur; sınıflar, siyasal arenada siyasal parti ve örgütlerce temsil edilirler. Fakat siyaset, sınıftan kaynaklansa da, sınıfın kendisi değildir. Ve devrim, sınıfların kitleler halinde katıldıkları bir siyasal olay olduğundan, devrimin temel koşulu olan birlik için de sınıflardan söz etmek gerekir. Siyasal örgütlülük, bilinç, kısaca sübjektif etken, devrimin zaferini garanti altına alır. Fakat özne, üzerinde etki yarattığı nesne olmadan dünyayı değiştiremez.
Olmayan bir hedefe karşı konuşuluyor sanılmasın. Hiç bir kitle temeli olmayan, ama birleşik cephe anlamı yüklenen sayısızca birlik girişimi anılardadır. “İdeolojik önderlik”, “kır kenti kuşatsın” gibi düşünceler sonuçta, proletarya adına onun “ideolojisine sahip” bir grubun köylülük ya da küçük-burjuvazi içindeki konumuna proletarya önderliği adını veriyorlar.
Yanlış anlamayı önlemek bakımından şunu vurgulamak gerekir: Eğer siyasal gruplar, gerçek temellerine oturmuş sınıf partileri, kitle partileri haline gelmişlerse, bu grupların birliği sınıfların geniş kesimlerini birleştiriyorsa, bu gerçekten de bir birleşik cephedir. Eleştirilen, kitle temeline oturmamış grupların birliği ile sorunun çözüleceğini sanma şeklindeki anlayıştır, ikinci bir hatırlatma: Siyasal grupların birliğinin küçümsendiği sanılmasın. Bu birlikler sınıfları birleştirmeye, onları harekete geçirmeye hizmet ettikleri oranda faydalı, ondan da ilerde gereklidirler.
Proletaryanın ittifaklar politikası nesnel zorunluluklara dayanır ve bu nesnelliğin tahlilinden çıkar. Proletaryanın nihai hedeflerine ulaşması, ülkenin ekonomik ve siyasal yapısına, sürekli değişen toplumsal-siyasal koşullara, ezen ve ezilen sınıflar arasındaki güç ilişkilerinin gösterdiği gelişmeye bağlı olarak şekillenen bir dizi sınıfsal ve siyasal ittifakla olanaklıdır.
Proletaryanın ittifak politikasını belirleyen nesnel zorunluluklar nelerdir? Bu zorunluluklar, ülkenin ekonomik-toplumsal yapısının, siyasal koşullarının, devrim ve karşıdevrim arasındaki çatışmanın niteliğinin, vb.nin tahlilinden çıkar. Proletaryanın stratejik ittifaktan, içinde bulunulan devrim aşamasına göre toplumsal gelişmenin ve devrimin engeli olan sınıflara karşı mücadele potansiyeli taşıyan toplumsal sınıflardan meydana gelir. Bu aynı zamanda proletaryanın ve öncü partisinin asgari/azami programının bir yönüdür.
Proletaryanın ve siyasal öncüsünün asgari-azami programının bir yönü olarak ifade edilen stratejik ittifaktan kısaca özetlemek gerekirse:
İçinde bulunulan demokratik devrim aşamasında, proletarya, işçi-köylü temel ittifakı üzerinde bütün köylülükle, kentin küçük burjuvazisiyle stratejik ittifaklar kurar, orta (ulusal) burjuvaziye karşı tarafsızlaştırma ve tecrit politikası izler.
Devrimin bir üst aşamaya yükselerek sosyalist bir karakter taşıdığı dönemde; proletarya, yoksul köylülük ve kentin yarı-proleter tabakalarıyla bütün kapitalizmi tasfiye etmek üzere stratejik ittifaklar kurarken, küçük burjuvaziyi etkisiz kılmaya, tarafsızlaştırmaya çalışır.
Devrimin her iki aşamasında da, proletaryanın ittifaklar stratejisi işçi-köylü temel ittifakı üzerinde şekillenir. Bu ittifak, demokratik devrimde bütün köylülükle ittifak, sosyalist devrim aşamasında yoksul köylülükle ittifak biçimindedir ve birincisi asgari, ikincisi azami programa tekabül eder.
Bütün bir demokratik devrim sürecinde proletarya, geliştirdiği günlük ve geçici, dönemsel ittifak ve birlik taktiklerini oluştururken nihai hedefini gözden ırak tutmaz. Bu taktikler, yığınların hareketini ilerletmenin yanı sıra, proletaryanın azami/asgari stratejik amaçlarım ve ittifaklarını kolaylaştırma, yakınlaştırma, güçlendirme taktikleridir. Nasıl ki, bir savaşı kazanabilmek için, her biri savaşın bir parçası olan çarpışmalara girmek çarpışmayı savaşın genel çıkarına tabi kılmak zorunluysa, proletarya da azami hedefine bağlı olarak stratejik ve taktik ittifaklar ve birlikler kurar.
Proletarya, hedefine varabilmek için, her aşamada temel hedeflere karşı mümkün olan en geniş cepheyi kurmak zorundadır. Bunun için de, kapitalizmin gelişme sürecinde, kapitalist gelişmeyle eşzamanlı olarak eriyen ve dağılan, proletarya ve burjuvazi arasında bir kategori oluşturan köylülüğü, proletaryanın yedeği haline getirmek zorundadır. Bu görevi proletarya, köylülüğün talepleri için en etkin mücadeleyi üstlenmek, kararlı ve cesaretli tutum almakla başarabilir. Proletarya dışındaki diğer bütün sınıflar, çıkarları nihayet kapitalizm sınırlarını aşmayan sınıflardır. Proletarya, kapitalizmin yıkılmasıyla kendini kurtarabilecek sınıf olma özelliği ile diğer sınıfların önderidir. “… Yalnızca proletarya… emekçi ve sömürülen nüfusun geri ve dağınık katmanlarını bir araya getirecek ve ardından sürükleyecek…” güçtedir (Lenin) “… çalışan halkın proletaryaya karşı gösterdiği kaçınılmaz sempati doğmuştur, çünkü proletarya, yiğitçe ve cesaret ve acımasızca sermayenin boyunduruğunu atmakta, sömürücüleri alaşağı etmekte, onların direnişini bastırmakta…”dır. Proletaryanın diğer sınıflan peşinden sürükleyebilmesinin nedeni onun kapitalizmin mezar kazıcısı olması, bu anlamda biricik devrimci sınıf olması, diğer sınıfların çıkarları için kahramanca savaşmasıdır.
Proletaryanın önderliği, sınıfsal ve fiili bir önderliktir. Proletaryanın önderliği, proletaryanın ideolojik önderliği düzeyine indirgenemez. Proletarya ideolojisine sahip bir grubun proletarya adına diğer sınıflarla birleşmesi ile bu grup proletaryayı temsil edemez; birleştiği sınıf m bir sözcüsü olabilir. Çünkü önderlik iradi bir sorun değildir
Proletarya, diğer sınıfları, platonik gösterilerle, ideolojik sempatiyle demokrasi mücadelesine kazanamaz. Ve ayrıca devrim mücadelesi bir çırpıda gerçekleşen tek bir hareket değil, içinde barışçıl ve silahlı bir dizi eylem ve örgüt biçimleri taşıyan karmaşık bir süreçtir. Proletarya ye öncüsü, bu zengin ve çeşidi eylemlilik mozaiği içinde yığınları kazanabilmek için “sadece propaganda ve ajitasyonla yetinemez”. Yığınların kazanılması ve kapsamı giderek genişleyen bir platforma çekilebilmesi, yanı sıra “yığınların kendi öz-deneyimleri gereklidir”.
Proletarya partisi, propaganda ve ajitasyonla “ideolojik bakımdan” kitlelerin öncülerinin bir kısmını kazanabilir. “Ama oradan zafere varmaya çok yol vardır.” Yığınların kazanılması gerekir. Yığınlar ise, ancak “kendi öz siyasal deneyimleri” ile kazanılabilirler. Bunun için dönemsel koşullardan, hareketin gösterdiği iniş-çıkışlardan ve taşıdığı eğilimlerden yola çıkılması, dönemsel ve günlük taktikler tespit edilmesi, günlük mücadele içinde taktiklerin doğruluğunun kavratılması gerekir.
Diğer sınıfların kazanılması yolunda proletarya, kapitalizm koşullarında bütün savaşkanlığını ortaya koyarken, iktidarı altında buna iktidardan gelen gücünü de ekler. Burada 1917 Ekim’i ve sonrasında Bolşeviklerin küçük burjuva yığınlarım kazanabilmek için başvurduktan bir dizi taktiği, köylü yığınlarıyla birleşebilmek için Sosyalist Devrimcilerin Tarım Programını virgülüne bile dokunmadan kabul ettiklerini hatırlamak gerekir.
Kitlelerin siyasi öz-deneyimler, yığınların kazanılması ve proletaryanın tartışılmaz önderliğini kabullenmeleri için gerekli olduğu gibi, dönemsel ve günlük, geçici veya nispeten uzun süreli ittifaklar içinde, proletaryanın bütün bir sınıf olarak kendi devrimci tarihsel rolünü kavraması, diğer ezilen sınıflan önderliği altında toplaması gerektiği bilincine varması için de gereklidir.
Proletaryanın ittifaklar politikası, bir yönüyle, “uzlaşma” ve” taviz” politikasıdır. Fakat proletarya ve partisi, diğer sınıflarla yaptığı ittifaklar içinde, bağımsızlığından, bağımsız ideolojik, siyasi ve örgütsel çalışmasından asla vazgeçmez. Çalışmasını hiç bir şekilde sınırlamaz. Proletarya ittifaklarını demokrasi ve özgürlük yönünde daha da ileriye götürmek ve sosyalizmin güçlerini geliştirmek için mücadele ederken, müttefiklerinin devrimdeki yalpalamalarına, devrimi yozlaştırma ve ya-n yolda bırakma eğilimlerine karşı mücadele eder. Proletarya hareketi, bağımsız ajitasyon ve eylem hakkını, birliğin baş koşulu olarak görür. Taviz ile ideolojik ödünsüzlüğün örneği olarak Lenin’in İngiliz “Sol”larına önerdiği yöntemi aktarmak faydalı olacaktır:
“Komünist Partisi, Henderson ve Snowden’e, bir “uzlaşma”, bir seçim anlaşması önerir: Lloyd George ve muhafazakârlar koalisyonuna karşı birlikte yürürüz; biz tam bir propaganda, ajitasyon ve siyasi eylem özgürlüğünü muhafaza ederiz. Bu sonuncu şart olmadan, besbelli ki, blok da kurulamaz, çünkü siyasi eylem özgürlüğünü elde etmeden uzlaşmaya varmak ihanet olur?’ (Sol Komünizm, 92-93)
B urdan çıkan ilk sonuç, ajitasyon ve siyasi eylem özgürlüğünün pazarlık konusu yapılamayacağı; ikincisi, (söz konusu birlik İşçi Partisi’yleydi) İşçi Partisi’nin niteliğinin yığınların kendi deneyleriyle anlaşılması gerçeğidir. Yazımızın akışı içinde “yığınların siyasi öz-deneyimleri” konusuna tekrar döneceğiz.
Siyasal grupların taktik birliği
Yukarıda anlatıldığı gibi, kitlelerin eseri olarak devrim, içinde bulunduğu aşamaya göre temel hedeflere karşı, devrimci rol oynama potansiyeli taşıyan sınıf ve tabakaların birleşik bir mücadele cephesi ile olanaklıdır. Devrimci sınıflar ittifakı çok çeşitli ve karmaşık koşullar altında farklı biçimlerde gerçekleşir, örneğin, Arnavutluk’ta bütün ezilen sınıfların proletarya ve partisi etrafında Milli Kurtuluş Cephesi’nde doğrudan örgütlenmesinde olduğu gibi, Bulgaristan’da, İspanya iç savaşında proletarya ve öncü partisinin diğer sınıfların partileriyle kurduğu birleşik cephe şeklinde de gerçekleşebilir.
Fakat her iki ittifak biçiminde de ittifak, sınıflar temeline oturmuştur. Proletarya için önemli olan devrimci sınıfların asgari program temelinde ittifakıdır.’
Fakat bundan çeşitli siyasal gruplarla yapılan geçici ya da uzun süreli ittifak ve eylem birliklerinin gereksiz olduğu sonucu çıkarılamaz.
“… geniş bir toplumsal temele dayanan ve sınıfsal ve siyasal pek çok gücün katıldığı bu karmaşık süreçte, proletaryanın devrimci partisi, devrimin şu ya da bu aşamasında, ortak çıkara dayanan şu ya da bu sorunda, diğer siyasal parti ve örgütlerle işbirliği yapmak ve ortak cephe kurmak sorunuyla sık sık karşılaşmaktadır. Bu sorunda, kitleleri devrime ve kurtuluş mücadelesine çekmek, hazırlamak ve seferber etmek için en önemli olan şey, her tür oportünizmden ve sekterlikten uzak, ilkelere uygun ve aynı zamanda esnek tutumdur. Devrim davasının çıkarları gerektirdiği ve durum zorladığı zaman, M-L parti, diğer siyasal parti ve güçlerle işbirliğine ya da ortak cephe kurmaya ilke olarak karşı değildir ve karşı olamaz.
Bununla birlikte o, bu işbirliğini bir şefler koalisyonu ya da kendi başına bir amaç olarak asla görmez. Aksine bunu, kitleleri mücadele içinde birleştirecek ve ayağa kaldıracak bir araç olarak görür. Bu nitelikte ortak cephelerde önemli olan şudur: Proletarya partisi, proletaryanın sınıf çıkarlarını, mücadelesinin nihai amacını hiç bir an gözden kaybetmemelidir; cephe içinde erimemen, kendi ideolojik kişiliğini ve siyasal, örgütsel ve askeri bağımsızlığını korumalıdır; cephe içinde önderliği sağlamak ve devrimci bir siyaset uygulamak için mücadele etmelidir.” (E. Hoca, Emperyalizm ve Devrim, s.171)
İşçi sınıfı çoğunluğunun ve ezilen sınıflar çoğunluğunun proletarya partisi etrafında toplanmadığı koşullarda, kitleleri devrim hedefinde birleştirmek ve eyleme çekebilmek için, proletarya partisinin, işçi sınıfı, köylülük ve diğer emekçi tabakalar içinde belirli bir örgütlülüğe sahip, halk sınıf ve tabakalarının hareketinin gelişmesi ve birleştirilmesi potansiyeli taşıyan devrimci gruplarla birlikler kurması, M-L parti için zorunludur. ML parti, düzene karşı siyasal bir mücadelenin içinde yer alan kitlelerle birleşebilmek için, bu potansiyeli taşıyan siyasal gruplarla birliği gündeme getirir.
Fakat bu birliğin tayin edici olmadığı, kitlelerin birleştirilip seferber edilmesi amacına bağlı olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Sınıflar mücadelesinden kopuk, kitleleri birleştirme ve mücadeleyi ileri mevzilere götürme amacı taşımayan, kitlelerin gündelik, acil ve somut taleplerinden yola çıkmayan “birlikler’ kısır olmaktan ve hemen dağılmaktan ve işlevsizleşmekten kurtulamazlar. Bu türden birlik, olsa olsa “şefler koalisyonu” olur. “Birlik cephesi taktiğinin gerçek başarısı ‘aşağıdan’, bizzat işçi kitlesinin derinliğinden çıkacaktır.” (Kom. Enternasyonal Belgesi sf. 69)
Proletarya partisinin cephesel ve eylem birliğinin bir yönü taviz, diğer yönü ise ilkelerden ödün vermemedir. Farklı ideolojik ve siyasal çizgilere sahip parti ve grupların ortak eylemler ve ittifaklar yapabilmeleri için karşılıklı siyasi tavizler vermeleri gerekli ve zorunludur. Proletarya partisinin başka siyasal parti ve gruplarla birlikler kurması hiçbir zaman onun bu birlik içinde erimesini, ideolojik hatundan taviz vermesini, ajitasyon ve eylem özgürlüğünü kısıtlamasını gerektirmez. Bu birlikler için proletarya partisinin “tam bir propaganda, ajitasyon ve eylem özgürlüğü” başat koşuldur. Bu eylem özgürlüğü olmaksızın eylem birliğine girmek “ihanet olur”. Proletarya partisi farklı siyasal gruplarla birlik yaparken, bir yandan bu birlikleri uzun süreli ve istikrarlı kılmaya çalışır, aynı zamanda bu siyasal grupları ve özellikle etkilediği kitleyi dönüştürmeye, doğru platforma çekmeye çalışır. Amaç uzun erimli birlikler olmakla birlikte, kısa süreli şu ya da bu günlük taleple sınırlı eylem birlikleri de reddedilmez. Fakat parti, tek tek reform talepleri için gerçekleşen eylem birliklerini devrim perspektifine hareketin devrimci bir hareket haline gelmesine bağlı olarak ele alır, reformist eğilim ve platformlara karşı savaşır. Müttefiklerinin uzlaşma, yozlaşma ve devrimi yarı yolda bırakma eğilimlerine karşı savaşmadan, proletarya partisi, stratejik hedeflerine ulaşamaz.
Yapılan ittifaklarda ve eylem birliklerinde, eylem birliği yapan tarafların ajitasyon ve siyasi eylem özgürlüğünü korumaları, ‘eylemde birlik, propaganda-ajitasyonda özgürlük’ sloganı 12 Eylül öncesinde en çok tartışılan, üzerinde anlaşılamayan konu oldu. Bugün de etkisini şu ya da bu şekilde gösteren dayatmacı, ben-merkezci anlayış, kitlesel birleşmelerin önemli bir engeli oldu.
“Proletarya, proleterden yarı-proletere (işgücünün satışından geçimini ancak kısmen sağlayan yarı-proletere), yarı-proleterden küçük köylüye (şehir ve köydeki küçük zanaatçıya, genel olarak küçük işletmeciye), küçük köylüden orta köylüye vb. geçişi yansıtan son derece çeşitli sosyal tiplerle çevrili olmasaydı; proletaryanın kendisi de, mesleki gruplar gibi, bazen dini vb. gruplar gibi kategorilere bölünmeseydi, kapitalizm, kapitalizm olmazdı. Proletaryanın öncüsü için,onun bilinçli bölümü için, Komünist Partisi için, gerektiğinde zikzaklı, dolambaçlı yoldan yürümenin, ayrı ayrı proleter grupları ile, ayrı ayrı işçi partileri ve küçük üreticiler partileriyle anlaşmalar yapmanın, uzlaşmalara varmanın gereği bundan doğmaktadır. (Sol Komünizm, s.76-77)
Bütününü halk kategorisi içinde ifade edebileceğimiz bu sınıflar çok çeşitli tabakalara, kategorilere, proletaryanın kendisi bile değişik mesleki ve dini vb. kategorilere bölünmüşse, bu sınıfların siyasal planda birbirinden çok farklı program, fikir ve yönelimlere, parti ve örgütlere sahip olacakları açık bir gerçektir. Ayrı ayrı parti ve gruplarda, farklı programlar ve yönelimler etrafında birleşmiş bu çok çeşidi tabakalarla birleşmenin gereği Lenin tarafından konuyor.
Peki, bu birlik nasıl gerçekleşecek? Elbette ki, birlikte yapabileceklerini birlikte; birlikte yapamayacaklarını ayrı ayrı yapmak suretiyle. Birlikte yapılacaklar yapılırken, bu birlik homojen bir birlik olmadığına göre; farklılıklar da ortaya konmak zorundadır. Lenin’in, proletarya partisinin kurduğu bloklarda “tam bir ajitasyon-propaganda ve siyasi eylem özgürlüğü”nden vazgeçmeyeceği, bundan vazgeçmenin “ihanet” olacağı şeklindeki sözleri hatırlanırsa, bu hakkı bütün taraflara verme zorunluluğu anlaşılır bir şeydir. Yoksa bu hak sadece proletarya partisinin mi olacak? Her ittifak bir uzlaşma ise eğer, bu koşullarla bir uzlaşma imkânsız olur.
Devam edelim. Birlik gereği, zaten farklı siyasal gruplar gerçeğinin bir sonucu değil midir? Her grup aynı şeyi söylüyorsa, farklı gruplar olarak örgütlenmenin anlamı olmazdı. Fakat iktisadi ve sosyal koşullardan kaynaklanan, ezen ve ezilen sınıfların karşılıklı ilişkileri, ezilen sınıfların kendi aralarındaki ilişkileri üzerinde şekillenen çok çeşitli ve farklı siyasal yapılanmalar siyasal arenada farklı parti, grup ve örgütler olarak boy verir. Ezilen sınıflar proletaryanın bayrağı altında tek bir cephe oluştursaydı, gruplar arası birlik diye bir sorun olmazdı. Fakat yaşam karşımıza çok karmaşık bir siyasal örgütlenmeler mozaiği çıkarıyor. Bu durumda sorun bu grupların demokrasi temelinde, devrimci bir platform etrafında birliği olarak proletarya hareketinin karşısına çıkar. Siyasal gericiliğe karşı demokrasi mücadelesi veren, hem de bu mücadelenin öncüsü olmak gibi büyük bir iddia taşıyanlar, diğer devrimci ve demokrat güçlere demokrasi tanımazlarsa, bu acı bir paradoks olur. Ajitasyonda özgürlükten kaynaklandığı iddia edilen sorunlar, yine ajitasyon özgürlüğü ortamında çözülebilir.
Bu yanlış anlayıştan kaynaklanan ve aslında bu yanlış anlayışın bir başka tezahürü olan diğer bir yanlış da yapılan birliklerde ideolojik kıstaslar ariyan, birliği “ideolojik yakınlığa” göre ele alan anlayıştır. İdeolojik yakınlık başka türlü bir birliğin, bir parti içinde birliğin konusudur. Eğer farklı siyasal gruplar, her biri kendisini diğerine yakın hissediyorsa, ortak bir örgüt çatısı altında birleşir. Yok, eğer bu olmuyorsa “bize en yakın olanlarla birlik” ve diğerlerinden uzak durma yanlıştır. Eğer grupların yönelimi ve eyleminin içeriği devrimciyse, ideolojik ve siyasal plandaki eksik ve yanlış kavrayışları birlik önünde engel olmaz.
12 Eylül öncesinde bu yanlış başlıca iki şekilde ortaya çıkıyordu:
Birincisi, kimi çevrelerce TKP revizyonizmine karşı çıkmak ve onu karşıdevrimci nitelendirmek ve S. Birliği’ne sosyal-emperyalist demek tepkiyle karşılanıyor ve M-L’ler, olmayan düşmanlara karşı hayali bir mücadele içinde olmakla suçlanıyor, bu konudaki tahliller değişmedikçe birliğin imkânsız olduğu söyleniyordu.
İkinci yanlış anlayış da SB’nin sosyal-emperyalist olduğu ve bunların uşağı revizyonistlerin karşıdevrimci olduğu gerçeğinden hareketle, bu gerçeği kabul etmeyenlerle (bunlar devrimci olsa bile) yapılacak birlik sosyal-emperyalizmi ve revizyonizmi güçlendirecektir, onunla uzlaşmaya götürecektir şeklindeydi.
Bu yanlış anlayışlara karşı M-L’ler düşüncelerini şöyle ifade ediyorlardı: S. Birliğinin sosyal-emperyalist olduğu, TKP vb.lerinin revizyonist ve karşıdevrimci oldukları objektif gerçeklerdir. Programlan esas itibariyle devrimci bir öz taşıyan gruplar, bu gerçeği kabullenmeseler bile, eylemlerinin içeriği emperyalizme ve dolayısıyla sosyal-emperyalizme karşıdır. M-L’ler bu görüşlerinden vazgeçmeksizin söz konusu devrimci gruplarla eylem birliği yapabilir; bu birlik devrimin yararına ve sosyal-emperyalizme karşıdır. Bu tür eylem birlikleri M-L’leri revizyonizmin yedeğine düşürmez. Çünkü devrimci mücadele, devrimci örgütlerin ve devrimci siyasetçilerin gerici-faşist siyasetçilerle savaşına indirgenemez. Bu mücadele, temelinde emperyalist bağımlılık ilişkilerine, tekelci sermayeye ve toprak ağalarına karşı, işçi ve emekçi yığınlarının demokrasi ve özgürlük mücadelesidir. Bu bakımdan birlik platformu, sermayeye ve topraklar ağalarına emperyalizme karşı bir platform olmalıdır. Bu konudaki yanlış değerlendirmeler, sosyal-emperyalizme açık tavır almamak, bu platform içindeki tartışmalarla ve bizzat yaşamın canlı pratiği tarafından aşılabilecektir. Sosyal-emperyalizme tavır almak, devrimci-demokrasinin zafiyetini daha aza indirecektir bu doğrudur. Bu tespit yapılmasa da yine birliğin oluşması mümkündür.
Kuşkusuz Eylül öncesinde yaşamıyoruz, sözünü ettiğimiz zaaflar eski biçimiyle varlığını korumuyor. Yine de önemli etkilerinin bugün de var olduğunu son yılların pratiğinde gözlemek mümkün. Köprülerin altından çok sular akü ve dün ‘sosyal-emperyalist denirse, birlikte eylem yapmam’ şeklinde ifade edilebilecek bir anlayışı savunan bazıları, ajitasyon özgürlüğünü Bernstein’in ‘eleştiri özgürlüğü’ne benzeten bazıları, bugün, artık bu yanlışı ‘savunmuyorlar’. O kadar ki, varlığı ve disiplini hizipleri yadsıyan işçi sınıfının yekpare partisinde bile ajitasyon özgürlüğünü savunuyorlar ve tam da Bernstein vari bir ‘eleştiri özgürlüğü’nü ellerinde bayrak olarak sallıyorlar.
12 Eylül yenilgisinin dersleri üzerine konuşan her devrimci kişi ya da grup, bu yenilgide devrimci-demokrasi güçlerinin dağınıklığı üzerinde vurgu yapmadan geçmez. Ama görülen o ki, eski yanılgılar yeterince aşılmış değil. Sekterizm, siyaset dikte etme, ajitasyona tahammülsüzlük… gibi eğilimler, teslim edelim geçmişin aynısı gibi değil, ama 12 Eylül’ün imbiğinden süzülmüş haliyle varlığını koruyor.
Geçmişte bazı yanlış tutumlar
Yukarıda, yazı içinde değişik grupların dün ve bugün birlik ve ittifaklar ve özellikle somut eylem birlikleri konusunda taşıdıktan zaaflara konuyla bağlantılı olduğu ölçüde zaman zaman değindik. Bu konuda M-L Partinin de sahip olduğu ve bugün sadece teorik düzlemde değil, pratikte da aşma sürecinde azımsanmayacak bir yol aldığı bazı yanlış yaklaşımlarına değinmek doğru olacaktır.
Asgari ve azami programının bir yönü olarak sınıfların stratejik konumlanışı ve proletaryanın ittifak politikası konusundaki geçmişteki görüşleri yukarıda ifade ettiğimiz gibi olan M-L Parti, bazı önemli ve O’nu işçi ve emekçi kitlelerin çıkarları ve birliği konusunda sekter hatalara sürükleyen pratik tutuma sahipti.
Hatalar kendini gerek revizyonizme karşı ve gerekse de devrimci-demokrat yapılanmaların büyük ölçüde revizyonist etkiden kaynaklanan baskıcı ve anti-demokratik eğilimlerine karşı ideolojik mücadele alanıyla kitlelerin günlük eyleminde birliğin ye siyasal ittifaklar alanının birbirine karıştırılmasında gösterdi. Bu yanlış yaklaşımın etkisi altında bazı yanlış siyasal platform taktikleri, dar kitle örgütleri ve sendikalar şekillendi. Bu hataların bazıları Eylül öncesinde düzeltildi, fakat yanlış anlayış tamamıyla aşılamadığı için hatalar başka zaman ve biçimlerde pratik içinde kendine yer buldu. Yığınlar karşısında belli bir sekterizmde ifade bulan bu hatalardan kaynaklanan durum sermayenin ve faşizmin saldırılan karşısında mümkün olan en geniş cepheyi oluşturma ve yığınların hareketini devrim ve sosyalizm yönünde ilerletme görevine önemli zararlar verdi.
Bu hatalar üç başlık halinde ele alınabilir.
a) Çeşitli grupların Marksist-Leninist parti karşısındaki sekter tutumları ve bazı grupların komünizme demokrasi tanımayan saldırı eğilimi içine girmesi geçmişte, onun çeşidi grupların sınıfsal niteliklerini tespitle ilgili bakış açısında ve giderek taktik birliklerin belirlenmesinde başlıca kıstaslardan biri oldu.
Bu anlayış nedeniyle, ulusal bir hareket olma özelliği taşıyan PKK “faşist”, başka bazı örgütler de “provokatör” vb. sıfatlarla nitelendirildiler. Bu tespitler yanlıştı. Bazı örgütlerin M-L’lere karşı sekter bir tutum almaları, komünizme ve kendileri dışındaki eğilimlere karşı demokrasi tanımamaları, o grupların sınıfsal niteliklerini tahlil etmek için kıstas alınamaz. Grup ve örgütlerin sınıfsal niteliklerinin ve siyasal sıfatlandırılmalarının ölçütü, sadece anti-demokratik, sekter, proletarya hareketine karşı şiddet uygulayan yön ve eğilimleri olamaz. Böyle bir tespit için faaliyetinin bütünü, eylemi ve karşısında mücadele ettiği siyasal-örgütsel hedeflerin bütünü esas alınmalıdır. TKP önderlerini yok etmeye kadar varan anti-komünizmine, bütün muhalefeti zorla bastırmasına rağmen Kemalistler, güdük de olsa anti-emperyalist haklı bir savaş verdiklerinden bir süre S. Birliği’nin ve Lenin’in müttefiki oldular.
Bu bakımdan bir yandan bu grupların anti-demokratik ve sekler eğilimlerine karşı mücadele ederken, diğer yandan bu gruplarla döneme uygun taktiksel birlikler yapmak ve bu birliğin kapsamını genişletmek ve devrimci bir platform üzerinde yükseltmek gerekirdi. Yanlış siyasal tespitler birliğin engeli olamayacağı gibi, antidemokratik sekler yaklaşımların da birliğin engeli olduğu düşünülmemelidir. Çünkü birliği belirleyen şey mücadelenin üzerinde şekillendiği platformdur. Başkaca bir kıstas aramak gereksiz, ayrıca temel hedeflere karşı “mümkün olan en geniş cepheyi” oluşturmanın engelidir.
b) Geçmişte, “Proletarya partisinin değişik siyasal gruplarla girdiği eylem birliklerinin ve siyasal ittifaklarının amacı, işçilerin ve ezilen halkın eylem birliğini ve ittifakını sağlamak, proletaryanın diğer ezilen sınıflar üzerindeki etkisini güçlendirmektir.” şeklindeki doğru halka kavranmış ve adımlar atılmış olmasına rağmen bu politika doğru bir şekilde hayata geçirilemedi. Bu başarısızlığın, siyasal gruplarla doğru temelde birlik ve ittifak yapamamanın başlıca nedeni, Türkiye ‘sofunda önemli ölçüde etkili olan grupçuluk ve rekabetçilik eğilimleriydi. Bu eğilim, esas olarak, revizyonizmin halk içindeki değişik siyasal yapılanmalar üzerindeki etkilerinden kaynaklanıyor, küçük-burjuva sosyal konumları gereğince değişik siyasal gruplarca körükleniyor, kitlelerin önemli ölçüde politikleştiği o günün koşullarında tam bir siyasal yarış, rekabet ve keşmekeş ortamı yaratıyordu. Öyle ki, çoğu zaman devrim perspektifi unutuluyor, bu grupların devrim yapmak için yola çıktıkları, bunun yolunun da halkın ve siyasal grupların birliğinden geçtiği ancak yazılı metinlerde hatırlanıyordu. Bu güçlü olumsuz dalgadan M-L terin kendilerini tümüyle koruduğunu söylemek mümkün değil. Onlar da küçük-burjuvaziden gelen ve bu özelliklerini kısmen koruyan bir kitleye sahipli ve ayrıca bazı örgütler hakkındaki hatalı tespitleri de bu eğilimi besliyordu.
Türkiye ‘sol’ hareketinde, işçi sınıfı ve ezilen sınıfların çıkarlarından ayrı olarak “grup çıkarı” geleneği önemli ölçüde hâkimdir. İşçi sınıfı ve halkın çıkarları dışında çıkan olmayan, çıkarları proletarya ve halkın çıkarlarıyla uyum halinde olan M-L’lerin “grup çıkan” eğilimine karşı en katı mücadeleyi vermesi, siyasal grupları proletarya ve diğer emekçi sınıfların birliğinin ve mücadelesinin yükseltilmesi yönünde birleştirilmesi, bu birlik ve ittifaklar içinde proletaryanın etkisini güçlendirmesi gerekmektedir.
c)Revizyonist-reformist grupların bulunduğu platformları “revizyonist ve reformist” olarak nitelendirip bu platform içinde yer almama şeklinde beliren hatalı tutumun Marksist saflarda da bir dönem etkili olduğu biliniyor. “Kahrolsun faşizm, sosyal faşizm” sloganı al unda yürütülen mücadele içinde alınan tutumlar daha baştan revizyonistleri kitle içinde teşhir etmeyi engelliyordu. Ayrıca böyle bir slogan revizyonistlerin ‘bunlar bölücüdür’ vb. yollu demagojilerine prim veriyordu. Bu yanlış anlayışın etkisi altında örgütlenen dar kitle örgütleri, örneğin DSM’ler kendisini sınıf sendikası olarak tanımlayarak varolan sendikaları yıkılması gereken merkezler olarak görüyordu. Sekter muhalefet taktikleri, “sol” hareketi etkisi altına alan revizyonizmin ve reformizmin etkisinin kırılmasını engelleyen önemli bir faktördü.
1980 yılında revizyonistlerle aynı platform içinde yer almama tavrı terk edilmeye başlandı. İçinde revizyonistlerin de bulunduğu veya revizyonistlerin oluşturduğu kitle platformlarına katılma çizgisi izlendi. Fakat bu politika değişikliğinin pratik anlamı saflarda iyi kavranamadığından bir çok alanda hatalı olan tutum varlığını korudu.
Genel olarak devrimci-demokrasi cephesinde bu konuda bir dönem kafaların oldukça karışık olduğu ve bu karışıklığın kısmen de olsa halen var olduğunu ve ayrıca bu konudaki doğru anlayış lafız olarak tekrarlansa bile pratikte hatalı tutumlar alınabileceğini göz önünde bulundurarak bu konu üzerinde biraz daha geniş duralım.
Revizyonizm, işçi sınıfı hareketi içinde ortaya çıkan, fakat işçi sınıfına yabancı, sürekli bir biçimde işçi sınıfını ve eylemini yozlaştırmaya çalışan gerici bir burjuva akımdır. Sovyet modern revizyonizminin ve sosyal-emperyalizmin uzantısı ve işbirlikçisi olan revizyonist TKP, hiç bir şekilde ilerici bir güç değildir, proletaryanın ve halk güçlerinin içinde olamaz; müttefik bir güç değil, teşhir ve tecrit edilmesi gereken karşıdevrimci bir akımdır. Bu söylediklerimiz ’80 öncesindeki TKP için doğru olduğu gibi, bugünün kötü ünü daha geniş bir yelpaze tarafından kavranan TBKP’si için de doğrudur. Gorbaçovcu modern revizyonizmin belirlediği karşı-devrimci platform üzerinde kendisini “yenileyen” TBKP, açıkça karşıdevrimci cephenin bir bileşeni, parlamenter bir eklentisi haline gelmiştir. Bu durum M-L’ler ve geniş çevreler için gerçektir, fakat bu, bu gerçeğin kitlelerce hemen kavranılması anlamına gelmez. Öncü için gerçek olanın kitleler nezdinde de gerçek olabilmesi için yaygın ve sürekli bir propaganda ve ajitasyon gereklidir. Fakat bu çaba sadece propaganda ve ajitasyon düzeyinde kaldıkça, kitlelerin günlük talepleri üzerinde yükselen somut bir mücadele ile birleştirilmedikçe revizyonizmin etkinliği kırılamaz.
Şu ya da bu alanda ve farklı şekillerde birçok devrimci grup ya da kişi geçmişte, etkileri bugün de korunan bir tavır içindeydi. İçinde revizyonistlerin yanı sıra, devrimci siyasal akımların da bulunduğu platformlara katılmama yolunu seçmekteydi. Bu durum da, revizyonizmin niteliğini iyi kavrayamamış grupları ve kitleleri revizyonizme terk etmek anlamına geliyor, daha dar ‘anti-revizyonist’ platformlar arayışına girilmesini birlikte getiriyordu. Bu anlayış “revizyonistlerle bir arada olamayız, bizim için ilke sorunudur” denilerek teorileştiriliyordu. Uzlaşmazlığı kanıtlamanın bu “ilke”si, daha büyük ilkelerden ödün anlamındaydı. Böyle bir “ilke”nin saçmalığı ortadadır, çünkü M-L’ler için en önemli ilke, yığınların ve onları şu ya da bu derecede temsil eden grupların (bu gruplar revizyonistlerden etkilenseler bile) doğru bir platforma çekilmesi ve bunlarla birleşilebilmesidir. Bu ilke, M-L’lerin, revizyonistlerin bulunduğu platformlara girmesini ve oradaki yığınlara yönelmesini gerektiriyorsa, bir an bile durak şamam ak ve diğer “ilkeleri feda etmek (!) gerekir. M-L’ler açısından revizyonizme karşı ilkeli olmak, revizyonizme karşı etkin bir ideolojik mücadele ile revizyonizmle M-L arasında ideolojik duvarlar örmek ve revizyonistleri kitlelerden tecrit ettikten sonradır ki, yalnız bırakmakla mümkündür. Tabii bu söylenenlerden, belirli durumlarda revizyonizmle yan yana bulunmanın uzlaşma anlamına gelmeyeceği anlaşılmamalıdır. Tecrit olmuş bir revizyonist grubun devrimci kamuoyunda kendine meşruiyet kazandırma çabasına kesin olarak karşı durulmalıdır. Burada önemli olan, yığınlarla birleşmek, yığınları kazanmaktır. Yoksa sorun, revizyonistlerle yan yana olup olmama sorunu değildir. Revizyonistlerin içinde bulunduğu platformlara girmek her koşulda M-L’leri uzlaşmacı yapmaz.
TBKP’den Sosyalist Parti’ye kadar uzanan revizyonist cepheye karşı mücadele, onların sınıf işbirlikçisi niteliklerini ortaya serip teşhir etmekle sınırlı olamaz. Bununla birlikte onların niteliğinin kitlelere, sınıf mücadelesinin gündelik sıcak pratiği içinde “kitlelerin kendi öz-deneyimleri” yoluyla kavratılması gereklidir.
Revizyonizmin ve reformizmin niteliğinin işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıfların çoğunluğu tarafından “kendi siyasal öz-deneyimleri” ile kavranılması nasıl olabilir?
Bu, ancak içeriği her gün genişleyen bir ajitasyon ve propagandanın kitlelerin günlük mücadeleleri içinde ve somut talepler temelinde yükselen bir faaliyetle mümkündür. Kitleler, somut talepleri için mücadele içinde revizyonizmin ve reformizmin ihanetini ve gerçek yüzünü daha iyi kavrarlar.
Alman Sosyalistlerine tavsiye ve öneride bulunan, sosyal demokrasinin nasıl teşhir ve tecrit edilebileceğini anlatan Stalin’i dinleyelim:
“Sosyal demokrasi ancak, işçi sınıfının somut ihtiyaçları uğruna günlük mücadele süreci içinde teşhir edilip işçi sınıfı içinde çok küçük bir azınlık durumuna düşürülebilir. Sosyal demokrasi uzak sorunlar temelinde değil, işçi sınıfının maddi ve siyasal durumunun iyileştirilmesi uğruna yürütülen günlük mücadele temelinde mahkûm edilmelidir ve bu arada ücret, işgünü, barınma koşulları, sigorta, vergiler, işsizlik, yaşam düzeyinin düşmesi vb. gibi sorunlar, belirleyici olmasa bile, son derece ciddi bir rol oynamalıdır. Bu sorunlar temelinde sosyal demokratlara karşı her gün darbe indirip, onun ihanetini ortaya çıkarmak, işte görev budur.”
Yine Komünist Enternasyonal Belgelerinde konuya ilişkin şunlar söylenmektedir:
“Birlik cephesi taktiği, komünist öncünün geniş işçi yığınlarına en zorunlu hayati ihtiyaçları için giriştikleri günlük mücadeleler sırasında yaklaşması anlamına gelir. Komünistler bu mücadele içinde, Sosyal Demokratların ve Amsterdam Enternasyonali’nin hain önderleriyle bile görüşmeğe hazırdırlar.”
İşçi sınıfı ve emekçi halka düşman olanlar ancak emekçi halkın çıkarları için verilen mücadele içinde tecrit edilebilirler.
Siyasal parti ve gruplar, program ve taktikleriyle kitlelerin karşısına çıkarlar. Sınıf mücadelesi pratiği dışında ele alındığında güzel tümceler toplamı olan bu program ve taktikler, kitlelerin, kitle eyleminin karmaşık ve öğretici pratiği içinde ve hele fırtınalı günlerde yaşam tarafından ciddi bir sınavdan geçirilirler. Bu süreçte revizyonist, uzlaşmacı program ve taktiklerin yaşamları nispeten pek kısa sürer.
Leninizm, çeşitli türden oportünist mihraklara karşı mücadele içinde doğdu. Fakat değişik oportünist mihrakların her biri somut bir süreçte işçi hareketinden tecrit oldular. Dünya solu içinde pek itibar sahibi olan Kaustkyci 11. Enternasyonal, 1. Dünya Paylaşım Savaşı’nın sıcağı içinde dağıldı. Menşevik ve sosyalist devrimci önderler Şubat 1917’den sonra ‘yurt savunması’nı sürdürdükleri, kitlelerin kabaran barış özlemlerinin karşısında yer aldıktan için, tabii diğer etkenlerle de birlikte, Bolşevizm yığınların içine derin bir şekilde nüfuz edebildi, vb… vb…
Ülkemiz yakın tarihinden de benzer birçok örnek verilebilir. Onlarca yıllık geçmişe sahip “ordu-gençlik el ele” sloganı, 15-16 Haziran eylemleriyle ordunun diğer saldırgan devlet güçleriyle aynı misyona sahip olduğunun anlaşılmasıyla gündemden çıktı.
Revizyonizmin teori ve taktiğinin her gün, her saat günlük mücadele içinde, somut talepler temelinde teşhiri özel bir önem taşımaktadır.
Karşıdevrim cephesine karşı mücadele bir bütün olmakla birlikte, revizyonizm, işçi sınıfı hareketi içinde ortaya çıkan ve ‘sosyalizm’ maskesi taşıyan bir burjuva akım olduğundan, ona karşı özel mücadele taktikleri geliştirilmesi zorunludur.
İçinde az çok yığınları temsil eden platformlarda revizyonizme karşı ideolojik olarak ödünsüz, fakat kitlelerin ML’lerin taktiklerini anlamasını sağlayacak şekilde esnek bir mücadele, revizyonizmle irtifaka girilmiş gibi görünse bile revizyonizmin zararına, proletaryanın yararınadır.
Eylül 1990