“Mücadele” Laf Üretiyor Kafa karışıklığı ve olguculuk üzerine

Mücadele’nin 1. sayısında, Arif Soylu imzasıyla, “Sosyal Emperyalizm Teorileri Üzerine Yöntem ve Terminoloji Dersleri” başlığı ile bir yazı yayınlandı. Başlık böyle iddialı olunca insan, elbette yöntem ve terminoloji üstüne bir şeyler “öğreneceğini” umuyor. Ama ne var ki yazar, daha ilk paragraflardan itibaren okuyucunun beklentisini kırıyor. Çünkü “yöntemim ilk akla getirdiği şey, hiç olmazsa bir iç tutarlılıkken, biraz sonra göstereceğimiz gibi yazar daha ilk paragraflarda kendisiyle apaçık çelişen düşünceler öne sürerek, yöntem konusunda nerelerde bulunduğunu ele veriyor. “Yöntem” başlığına gelindiğinde, bu yöntemsizliği nasıl açıklayacak diye merak ediyorsunuz, ama o bunu hiç umursamadan, “önce yöntem” başlığı altında; yöntem konusunda yanlış ya da doğru hiç bir söylemeden, özel mülkiyet olmadan kapitalizmin olamayacağını kanıtlamaya koyuluyor. Üstelik de bunu, Japonya’dan ABD’ye, Türkiye’den Güney Afrika’ya kamu iktisadi teşebbüslerinin varlığını, bunların kapitalist mülkiyetin bir biçimi olduğunu unutup, devlet mülkiyeti varsa sosyalizm vardır, özel mülkiyetsiz kapitalizm olmaz iddiasıyla yapmaya çalışıyor.
A. Soylu “terminoloji” konusunda da ilgili ara başlığın altını ilgisiz alıntılar, spekülatif iddialarla dolduruyor.
Yukarıdaki nedenlerden dolayı, A. Soylu’nun yazısını sadece bir şeyler söylemeye çalıştığı bölümlerle sınırlı olarak eleştireceğiz.
Mücadele’nin tedirginliği neden?
MÜCADELE dergisi, orta sayfalarını “sosyal emperyalizm teorileri”ne ayırmış. Daha önce Yeni Çözüm dergisini çıkaran siyasi eğilimin çevresince çıkarılan bu dergi, tıpkı Yeni Çözüm gibi konuyu sık sık gündemine almasına karşın, soruna soğukkanlı ve sağlıklı bir yaklaşım yerine, anlaşılmaz (ya da anlaşılır) bir telaş ve tedirginlikle yaklaştığı için olumlu olabileceği noktalarda bile sağa sola savrulmaktan kurtulamıyor. Soruna yaklaşımdaki telaş ve tedirginlik daha yazının ilk paragraflarında açıkça belli oluyor.
Arif SOYLU yazısına şöyle başlıyor:
“Sosyal emperyalizm teorileri yeniden gündemde…
“Sınıflar mücadelesinin yıllar önce çöp sepetine attığı bu safsata yığınının bugün yeniden ısıtılarak gündeme sokulma çabalarının altında yatan, idealizm ve çarpık kafa yapılarından başka bir şey değildir.
“Uluslararası alanda sosyalizmin karşı karşıya kaldığı sorunlar her devrimci grup ve yapının değerlendirmek, çözüm aramak, en azından ilgi duymak zorunda olduğu sorunlardır. Çünkü bu sorunlar ‘devrim’ diye bir derdi olan her grup ve yapı açısından sadece geleceğin değil, bugünkü mücadelenin de yakıcı sorunları olarak kendini dayatmaktadır. Dünya çapında, sosyalizm mücadelesinin içinde yer alan herkesin, ister genel enternasyonalist, isterse özel -ülke özgülünde- planda sahip olması gereken sorumluluk duygusu böyle bir yaklaşımı gerekli kılmaktadır. Hiç kimsenin “bizi ilgilendirmiyor, “önemli bir sorun değil”, “biz ülkemize bakalım” demeye hakkı yoktur.” (Mücadele, Sayı: 1, s. 16) (abç)
Mücadele’nin kafa karışıklığı daha ilk paragraflarda kendini açığa vuruyor: “Sosyal emperyalizm teorileri ısıtılarak yeniden gündeme getiriliyor”muş! Getirenler de Özgürlük Dünyası ve diğer sosyal emperyalizm teorisini savunan çevrelermiş!. Önce şunu belirtelim ki, okuyucularımızın da yakından bileceği gibi, Özgürlük Dünyası (bu durumun Emeğin Bayrağı ve Yeni Demokrasi için de geçerli olduğunu izleyenler bilecektir) sosyal emperyalizm konusunu gündeme getirmek için hiçbir özel çaba göstermedi. Çünkü Özgürlük Dünyası için bu sorunun teorik olarak tartışması daha 1970’lerin sonunda tamamlanmıştı ve bu yüzden de sorunun teorik tartışmasının yeniden gündeme getirilmesi anlamsız olurdu. Ama bu teorik yaklaşımı doğrulayan olgular ortaya çıktıkça da, bu olgulardan söz edildi ve onlar yerli yerine oturtulmaya çalışıldı, oturtuldu. Kaldı ki; bu olgulardan, burjuva basın ve yayın araçlarından Yeni Çözüm’e kadar pek çok basın ve yayın aracı herhalde Özgürlük Dünyası’ndan daha çok söz etmiştir. Ama olup bitenler ve ortaya çıkan olguların artık en bağnaz revizyonistlerce bile reddedilemez biçimde kendini kabul ettirmesi ve olup bitenlerin Özgürlük Dünyası ve okuyucuları için hiç bir gizemli yanının olmaması nedeniyle Özgürlük Dünyası bu olgulara sadece değinmekle yetindi. Bu yüzden de, “sosyal emperyalizm teorilerini” Özgürlük Dünyası “ısıtarak gündeme” sokmadı. Ama doğrusu bir ısıtan oldu, fakat bu “ısıtan” Özgürlük Dünyası ya da diğer “sosyal emperyalizm teorisi”ni savunanlar değildi. Bizzat hayatın kendisiydi. Ortaya çıkan, artık diyalektik materyalist bir dünya görüşüne sahip olmayanların bile görmezden gelemeyeceği kadar açıkça kendisini ortaya koyan olgulardır. Ama “Mücadele” her zamanki sübjektivizmi nedeni ile bu nesnel gerçeği görmek istemediği için bir sorunun gündeme gelmesinde hep bir “kışkırtıcı” arıyor. Oysa sorunu gündeme getiren gerçekler ortada. Dönüp Yeni Çözüm’ün son aylardaki sayılarına bakılırsa, “Polonya’da Kapitalist Restorasyon”, “Sosyalizmin Sorunları”, Romanya’da olup bitenler üstüne söylenenler yanlış da olsa, son aylarda bu konuda Yeni Çözüm’ün Özgürlük Dünyası’ndan daha çok sayfayı bu konuya ayırdığı görülür.
Arif Soylu, dönüp Yeni Çözüm’ün aylardır bu konuyla uğraştığını görmezden gelerek, “Sınıflar mücadelesinin yıllar önce çöp sepetine attığı bu safsata yığınının bugün yeniden ısıtılarak gündeme sokulma çabalarının altında yatan idealizm ve çarpık kafa yapılarından başka bir şey değildir” diyerek hem kendisiyle hem de Y. Çözüm’ün aylardır sürdürdüğü tartışmalarla çelişkiye düşüyor. Aslında çelişkiye düşüyor demek hafif kalıyor, çam deviriyor. Çünkü eğer yazarın dediği gibi, bu teoriyi sınıflar mücadelesi yıllar önce çöp sepetine atmışsa, Yeni Çözüm ve Mücadele neden bugün, çok zor koşullarda çıkabilen ve her sayfası için pek çok emek harcanan dergilerinin en okunan sayfalarını (bu dergiler genellikle orta sayfalarını bu konuya ayırıyorlar) bu “çöp sepetine atılmış” “safsatalara” ayırıyor? Hangi akıllı insan, bir değeri olmayan şeylerle uğraşır?
Kaldı ki yazar, bu “çöpe atılmış” konuda kendisi yazmakla da yetinmiyor “sosyalizm mücadelesi içinde yer alan herkes”i de bu konuda kafa yormaya, tartışmaya çağırıyor: “Hiç kimsenin ‘bizi ilgilendirmiyor’, ‘önemli bir sorun değil’, ‘biz ülkemize bakalım’, demeye hakkı yoktur” diyerek konunun önemine parmak basıyor. Oysa Marksistler bu çağrıyı hemen hemen aynı sözcüklerle 1970’lerde yapıyorlardı ve o zaman Y. Çözüm eğilimi “bizi ilgilendirmez”, “biz ülkemize bakarız” diyordu. 15 yıl sonra da olsa onlar için bir “ilerleme” bu durum.
Mücadele’nin yazarı, yukarıda aktardığımız üç giriş paragrafında iki kez kendisiyle çelişkiye düşen “fikirler” öne sürdükten ve niçin yazıldığı pek anlaşılmayan birkaç paragraftan sonra saptamalar yapıyor:
“Sınıflar mücadelesinin yıllar önce bertaraf etliği ancak yeniden canlandırılmaya çalışılan sosyal emperyalizm ‘teorileri’nin bugün ortaya çıkardıkları etkenleri çeşitli yönlerden ele alabiliriz.
“Birincisi, sosyal emperyalizm ‘teori’leri dün olduğu gibi bugün de sübjektivizmin ürünüdür. Hiçbir bilimsel temeli yoktur. Temelinde Çin-Sovyet çelişkisinde Çin’in siyasi birlikleri vardır.
“İkincisi, sosyal emperyalizm ‘teori’lerinin yeniden tartışma gündemine sokulmasının altında geçmişi aklama, doğru bir geçmiş yaratma niyetleri vardır.
“Son olarak da, bu “teori”leri yeniden gündeme getirme zeminini yaratan olgular oligarşinin 12 Eylül sürecinde izlediği ideolojik-siyasi hat ve sınıflar mücadelesinin bugünkü seviyesi ile emperyalizmin izlediği saldırı politikası ve revizyonizmin iflasıdır. Tüm bunlar sosyal emperyalizm ‘teori’leri için uygun bir zemin yaratmıştır.” (A. Soylu, Mücadele, Sayı: 1, S. 16) (abç)
Okuyucunun da dikkatini çekmiş olacağı gibi Mücadele’den yaptığımız aktarmaları uzun uzun ve hiç atlamadan yapıyoruz. Çünkü Mücadele’nin bu yazısını okumamış olan okuyucularımız, iddialı bir yazıda böylesi açık çelişkilerin olacağını akıllan yatmayarak, bizim aktarmalarda Mücadele’nin söylediklerini anlamsız hale getirdiğimizi, ya da değişik yerlerde söylenenleri bir araya getirerek, Mücadele yazarını çelişkiye düşürmeyi amaçladığımızı düşünebilir. Kesinlikle değil; yukarıdaki aktarmalar aynen Mücadele dergisinden yapıldı. Yani, ‘Temelinde Çin-Sovyet çelişkisinde Çin’in siyasi birlikleri vardır” gibi anlamsız ve anlaşılmaz cümleler ve bir paragraf üstte bu “teorilerin dün olduğu gibi bugün de sübjektivizmin ürünüdür” derken iki paragraf aşağıda “bu ‘teori’leri yeniden gündeme getirme zemini yaratan olgular” sıralanmasının çelişkisi tümüyle Mücadele ve onun yazarına aittir.
Bu ara açıklamadan sonra Mücadele yazarının iddialarının temelsizliğine dönelim.
Önce ikinci iddia üstünde duralım: A. Soylu, bu tartışmanın gündeme sokulmasında “sosyal emperyalizm teorilerini savunanların kendilerine “doğru bir geçmiş yaratma niyetleri vardır” diyor. Yukarıda, “bu teorileri” gündeme sokmak için özel bir çaba harcamadığımızı belirttik. Ancak, bu kuramın savunucularının “yeni” ortaya çıkan olguların kuramlarını ne ölçüde doğruladığı ve yalanladığı konusunda kuramlarını sınamaları en doğal haklarıdır. Dahası bu Marksizm’in en temel yöntemlerinden birisidir. Çünkü kuramlar, olgular henüz herkesçe görülemez, ancak bilimsel bir yaklaşımla anlaşılabilecek durumdayken oluşurlar ve olgular bütün bağlantılarıyla ortaya çıktığında da kuramın olgularla ne ölçüde uyuştuğu sınanır. Eğer olgular, kuramı doğruluyorsa, kuram (teori), doğru kabul edilir. Bazı olgular kuramı doğruluyor, bazıları onunla tam bir uygunluk göstermiyorsa kuramda düzeltmeler yapılır. Kuramın olgularla uyuşmayan yönleri reddedilir. Yok, ortaya çıkan olgular kuramla çelişikse kuram tümüyle reddedilir. Bu, hem doğa bilimleri için hem de toplum bilim için tek doğru yöntemdir. Olgular herkesçe görülür hale gelince kuram oluşturulur düşüncesi (ki Mücadele kuram oluşturmayı böyle anlıyor) saçmadır. Çünkü gerçek herkesçe görülür hale geldiğinde zaten kurama da ihtiyaç kalmamıştır. Artık Polonya’da devlet iktidarını ele geçirenler “biz sosyalist, komünist değiliz”, “biz kapitalistiz” diye dünyaya ilan ettiklerinde, kahvede oturan sade yurttaşların Polonya’da sosyalizm değil kapitalizm uygulanıyor diye konuştuğu bir zamanda “Polonya’da kapitalist restorasyon nasıl oldu” gibi yazılar yayınlamak, ve bu temelde bir görüş oluşturmaya çalışmak, ne kuram geliştirmektir, ne de sosyalizm düşüncesi ve Marksizm’e yaratıcı bir katkıda bulunmaktır. Bu aşamadan sonra izlenmesi gereken doğru yol, ben bu gelişmeleri neden önceden göremedim diye kendi ideolojik-siyasi çizgisini sorgulamak, görüş açışım darlaştıran anti-Marksist, anti-Leninist etkilerden arınmak için bir çabaya girmektir. Ama dün Y. Çözüm, bugün de Mücadele bu sağlıklı yola girmekten özenle kaçınıyor ve tam bir küçük burjuva tutumuyla, bu konuda öngörüde bulunanları “kâhin”lik yapmakla suçluyor. Bu nasıl kahinliktir ki; 15-20 yıl önce söylenenler bugün artık herkesçe görülür ve kabul edilir hale geliyor? Eğer bu uzak görüşlülüğe kâhinlik deniyorsa, böyle “kâhin”lere, dünyanın, daha iyi bir dünya kurma misyonunu yüklenmiş emekçi sınıflar ve proletaryanın hep ihtiyacı olacaktır. Tanrı herkesi, burnunun ucunu görmeyen “önderlerden” ve böylesi “Marksistler”den korusun!
Yöntem sorununa kısaca değindikten sonra burada konuyu yöntem sorununa getiren “doğru bir geçmiş yaratma” iddiasına ilişkin bir iki şey daha söylemek gerekiyor.
Kendi geçmişiyle hesaplaşmak, doğrularını geliştirmek, yanlışlarını atmak her siyasi eğilimin hem hakkı hem de görevidir. Konumuz açısından bakıldığında, sosyal emperyalizm konusunda Özgürlük Dünyası’nın savunucusu olduğu ideolojik eğilimin kendi haklı tutumunu öne çıkarmasında yadırganacak hiçbir şey yoktur. O bunu asla böbürlenmek için yapmıyor. Amacı kendi teorik zeminini pratikte sınamak ve sağlamlaştırmaktır. Bundan da kimse komplekse kapılıp alınmamalıdır ve konunun Özgürlük Dünyası tarafından “yanlış” zemine kaydırıldığı sanılmamalıdır.
Nitekim Mücadele de, bir yandan “sosyal emperyalizm ‘teori’lerinin sınıflar mücadelesi tarafından yıllar önce bertaraf edildiğini, ancak yeniden canlandırılmaya çalışıldığı”nı iddia ederken, yukarıdaki alıntının son paragrafında, bir paragraf önce söylediklerini unutmuşçasına, bu tartışmayı yeniden gündeme getiren “olgular”dan (yani nesnel etkenlerden) söz, ediyor: “… bu ‘teori’leri yeniden gündeme getirme zeminini yaratan olgular oligarşinin 12 Eylül sürecinde izlediği ideolojik-siyasi hat ve sınıflar mücadelesinin bugünkü seviyesi ile emperyalizmin izlediği saldırı politikası ve revizyonizmin iflasıdır.”
Bu tartışmaların nesnel nedeni için gösterilen olguların doğruluğu ve yanlışlığı bir yana (bize göre asıl neden revizyonizmin iflasıdır ve kanımızca diğer nedenler bulanıklık yaratmak için öne çıkarılmaktadır) bir nesnel “zemin”‘in varlığı kabul ediliyorsa bu tartışmaların gereksiz yere “kışkırtıldığını”, ikide bir yinelemenin anlamı nedir? Bu “teori”lerin bir yandan “sınıflar mücadelesi tarafından yıllarca önce çöp sepetine atıldığı”nı iddia edip, sonra da herkesi bu “çöp kutusundan” çıkmış “teori”leri tartışmaya çağırmanın gereği nedir?
Bir tek yazının sınırları içinde ele alındığında bu çelişkinin anlaşılması mantıksal bakımdan olanaksızdır. Ama sorun, tarihsellik ve Mücadele’nin savunduğu ideolojik-siyasi tutumun sınıflar mücadelesi içinde aldığı konum bakımından ele alındığında her şey daha anlaşılır olmaktadır.
“Mücadele”nin savunduğu ideolojik-siyasi tutum, bir yandan Marksizm’den (dışından) öte yandan da kendi küçük burjuva dünya görüşünden ve bu dünya görüşüyle uygunluk içinde olan revizyonizmden etkilenmektedir. Mücadele’nin savunduğu eğilim sınıflar mücadelesi içinde genel olarak devrimci bir konumda olduğu ve bundan dolayı da kendi dışındaki Marksizm’in etkilerine açık bulunduğu için sosyalizm ve onun sorunlarına karşı ilgisiz kalamamakta, dahası sosyalizm maskesi taksa da revizyonistlerin reformcu siyasi tutumlarına karşı, devrimciliğinden gelen bir tepki göstermektedir. Bu nedenle revizyonistleri, sosyalizme, onun devrimci ilkelerine ihanet ettikleri için suçlamaktadır. Ama öte yandan bütünüyle Marksist bir platformda olmadığı, sosyalizm kavrayışı Marksist sosyalizme kadar uzanmadığı için, revizyonistleri, kötü de olsa sosyalist olarak görmeye devam etmekte, revizyonist diktatörlükleri ise, zaafları olan proletarya diktatörlükleri olarak görmektedir. Nitekim bu yüzden yıllardır revizyonist, iflah olmaz dediği partilerin iktidarda bulunduğu ülkeleri sosyalist diye tanımlamakla, bu diktatörlüklerin yıkılışını, sosyalizmin yıkılışı olarak anlayarak, Çavuşesku, Jaruzelski, Honnecker gibi revizyonistlerin safında yer almakta bir sakınca görmemektedir. Bu nedenle de bir yandan Marks’tan, “Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinden ötekine devrim yoluyla geçiş dönemi yer alır. Buna bir siyasi geçiş dönemi tekabül eder ki, burada devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz” biçimindeki aktarmayı yaptıktan sonra, 1960’ların sonunda “proletarya diktatörlüğünden vazgeçtiğini açıklayan SB ve diğer Doğu Avrupa ülkelerini sosyalist saymaya devam ediyor. Daha da kötüsü bu alıntıyı onların “proletarya diktatörlüğünden vazgeçtikten sonra da sosyalist olmaya devam ettiklerini “kanıtlamak” için kullanmaya çalışıyor, ama aktarılanlar Özgürlük Dünyası’nın savlarını öylesine doğruluyor ki, “Mücadele” yazarı ister istemez bir paragrafta söylediğinin tam aksini hemen bir sonraki paragrafta söylüyor. Ve sonunda mücadele yazan, tam bir sübjektivizmle, geriye dönüş sizin dediğiniz gibi 4-14 yılda olmaz, ama 30 yılda olabilir demek zorunda kalıyor.
Öte yandan “Mücadele” yazarının bağlı olduğu siyasi eğilim, hemen bütün diğer küçük burjuva siyasi eğilimler gibi bir özeleştiri geleneğine sahip değildir ve özeleştiriyi bir “gurur sorunu” olarak görmektedir. Bu yüzden de, artık olgular kendisini dayatıp, kendisini inkar edilmez bir biçimde ortaya koyduğunda, geçmişteki tutumunun haklı olduğunu göstermek için Marksist teoriyi zorlayarak sorunu “çözme” yolunu tutmaya çalışıyor. Böyle olunca da yapılan alıntılarla savunulan tez arasında çelişkili bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu ise, bu durumda olanları, bir çelişkiden kurtulayım derken bir diğerine sürüklemekte, savunulan tezi de belirsizleştirmektedir. Tıpkı, “Yeni Çözüm”ün Polonya’da kapitalist restorasyon” ve Mücadele’nin eleştirdiğimiz yazısında savunduğu tezlerde olduğu gibi.
Öyle görünüyor ki; “Mücadele”, bugün bulunduğu ideolojik platformda kalarak bu çelişmelerden kurtulamaz. Kendisinden çok önce Doğu Avrupa’da “kapitalist restorasyon” ve bunun sonucu olarak bu ülkelerin sosyal emperyalist politikalar izlediği tezini öne sürenlere saldırmakla da bu çelişmelerin üstü örtülmez; tersine, çelişkiler daha da açık hale gelir. Ancak sorun, ben önce dedim öteki sonra söyledi, ben her zaman doğruyu söylerim vb. biçimindeki ön yargılardan ve kaygılardan uzak ele alınırsa anlaşılır hale gelebilir ve olup bitenlerin tutarlı bir açıklaması yapılabilir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da tutarlılığa varmanın tek yolu budur.
“Mücadele” elmalarla armutları topluyor
Matematik gibi, bilimlerin en soyutunda bile öğrencilere, ilk önce elmalarla armutların toplanamayacağı öğretilir. Yani ayrı nitelikteki şeyler ayrı ayrı sayma konusu olsalar bile birlikte sayılıp ortak bir sayı ile ifade edilemezler. Bu durum sosyal bilimler alanında matematikte olduğundan daha çok geçerlidir. Hele diyalektik yöntemi benimsediğini iddia edip, başkalarına diyalektik dersi vermeye kalkanların, bunu iyi bilmesi gerekir. Bu yüzden de biz herkese “yöntem ve terminoloji dersleri” vermeye kalkan birisinin bu basit kuralları bilmediğini düşünmek istemiyoruz. Ama o zaman bilgisizlikten daha da kötü bir zaafla karşılaşıyoruz ki; o da, spekülasyonculuk.
Mücadele dergisinin yazan, yazısında, “sosyal emperyalizm” tezini savunan herkesi aynı kefeye koyup, bazen Aydınlıkçılara göndermeler yaparak, işine geldiğinde Yeni Demokrasi’den, işine geldiğinde E. Bayrağı’ndan alıntılar yaparak ve sonra bunları Özgürlük Dünyası da savunuyormuş gibi göstererek kendi çelişkilerini ve açmazlarını gözlerden saklamaya çalışıyor.
Böylesi iddialı başlıklar atan bir yazarın 1970’li yıllar boyunca Doğu Avrupa ve SB’de kapitalizmin restorasyonuna ve bununla ilgili olarak da sosyal emperyalizm tezinin kavranışına ilişkin ayrışmaları ve farklı görüşleri bilmeden yazı yazdığı düşünülemez. Öyle olunca da, o yıllarda Marksist eğilimin taraftarlarınca çıkarılan Parti Bayrağı dergisinin 17, 18, 20, 21, 22. sayılarının Mao Zedung’un görüşlerinin eleştirisine ayrıldığı ve Mao Zedung ve Çinli revizyonistlerin sorunu milliyetçi bir tarzda ele aldıklarının, ideolojik temellerinden kopartarak Çin-Sovyet çatışmasında kendilerine bir pozisyon sağlamak için kullandıklarının eleştirildiğini bilmesi gerekir. Dahası, kendilerinin Mücadele sayfalarında birkaç paragrafta ifade ettiği eleştirilerin çok ötesinde belgelerle, Çinlilerin bu konuyu nasıl olumsuz bir platforma çektiklerinin sergilendiğini geçmiş tartışmalarla az çok ilgisi olan herkes bilir. Ama Mücadele, Yeni Demokrasi’den yaptığı alıntılarla Özgürlük Dünyası’nı da eleştirmeyi bütün bunları bilerek sürdürüyor.
Bırakalım 10-15 yıllık tartışmaları, son Doğu Avrupa’daki gelişmelerle ilgili olarak da Mücadele aynı tutumu sergiliyor. Emeğin Bayrağı’nın Romanya olayları üstüne yazdığı (ve sonradan özeleştirisini yaptığı) bir yazıdan alıntılar yaparak işte “sosyal emperyalizm teoricilerinin sosyal emperyalizm kavrayışları bu” diyor. Oysa, Özgürlük Dünyası’nın, Doğu Avrupa’daki gelişmeler ve buradaki kitle hareketlerinin niteliği üstüne çeşitli yazıları vardır ve yazar zahmet edip bunlara baksaydı, Özgürlük Dünyası yaklaşımının ne E. Bayrağı, ne de Yeni Demokrasi’nin yaklaşımıyla ilgisi olmadığını görürdü. Dahası, Özgürlük Dünyası, 15. sayısında, Romanya olaylarını değerlendirirken, Mücadele’nin E. Bayrağı’ndan aktarma yaptığı yazıyla aynı bakış açısından kaynaklanan Yeni Demokrasinin Çin olayları ile ilgili, kille kuyrukçusu, popülist tutumunu eleştiriyor, her kitle hareketinin desteklenemeyeceğini, kitlelerin bazen gericilerin ve emperyalistlerin aleti olarak da sahneye çıkabileceklerini, D. Avrupa ve Çin’de olanların da bugün böyle olduğunu söylüyordu.
İşte yazılanlardan bir kaç paragraf:
“Oysa Yeni Demokrasi dergisi, revizyonist ülkelerdeki ayaklanmaları desteklemek için hiçbir çözümlemeye gerek duymuyor. Arkadaşlara göre, bu ülkelerde patlak verecek her ayaklanma desteklenmeye layıktır. Bu yaklaşımın bir nedeni, ayaklanmanın taleplerine önem vermeyiş ve gerici bir diktatörlüğe karşı tüm ayaklanmaları nesnel olarak ilerici varsayarak, gericiliğe karşı yönelen halkın hoşnutsuzluğu ve öfkesinin saygıdeğerliğiyle bu hoşnutsuzluk ve öfkenin ne tür bir zarf ya da çerçeve içinde şekillendiği ve ne tür bir yönelimle hangi kanalda aktığının ayırt edilmesiyle ilgilenmemeyse, diğer neden de burjuva demokratik diktatörlüğün faşist diktatörlüklere -ehveni şer görülerek- tercih edilmesidir ki, bu da, bir teorik yaklaşım yanlışlığıdır.

“Açık olmalıdır ki, burjuva hareketin içeriği ve talepleri, Marksizm ve Marksistler karşısındaki tutumu, destek açısından karar vermenin, şu ya da bu tutumu almanın temel kıstasıdır.

“Yeni Demokrasi, ayaklanmada halkın yer almış olmasından yanlış sonuç çıkarıyor, emekçilerin gerici burjuva liberallerin peşinde olduğunu görmüyor ve önemsemiyor. Bu tutum, liberal burjuva gericiliği, onun uluslararası merkezi Gorbaçov ve Gorbaçovculuğu güçlendirir. Yeni Demokrasi, revizyonist ülkelerde ortaya çıkan olay ve gelişmelerde, eylem ve ayaklanmalarda gerici burjuva liberallerin rolünü görmezlikten gelerek, halk kitlelerini gelişmenin etken dinamiği olarak değerlendiriyor…” (Özgürlük Dünyası, Sayı: 15, Doğu Avrupa’da neler oluyor?)
Aktarmalardan da açıkça anlaşılacağı gibi, Mücadele’nin aktarma yaptığı E. Bayrağı dergisindeki yazı ile aynı içerikte olan Yeni Demokrasi dergisinin tutumu Özgürlük Dünyası tarafından eleştirilmiştir.
Doğu Avrupa’daki gelişmelere bakıldığında, liberallerin peşine takılmış kitlelerin yanında yer alan Yeni Demokrasi ve E. Bayrağı’nın tutumuyla Çavuşesku ve Jaruzelskilerin yanında yer almış olan Yeni Çözüm ve Mücadele’nin tutumu Özgürlük Dünyası’ndan aynı uzaklıktadır. Ama görünüşte, farklı uçlarda yer almalarına karşın Mücadele ve Yeni Demokrasi, soruna aynı dünya görüşü açısından yaklaşmakla, bu bakımdan da aralarında Yeni Demokrasi ile Özgürlük Dünyası arasında olandan daha fazla bir yakınlık vardır. Bu bir paradoks gibi görünse de değildir. Çünkü daha kötüye karşı daha az kötü olarak gördükleri güçleri desteklemekledirler ve bütün mantıkları bu Maocu, pragmatist ilkeye göre işlemekledir. Bu yüzden de akla hemen yeni bir soru geliyor: Acaba Mücadele ve yazarı revizyonizmin kötü de olsa sosyalizm olmadığını fark ederse, bu sefer de liberal gericilerin ve emperyalistlerin peşine takılan “kulelerin” (tıpkı eleştirdiği E. Bayrağı ve Y. Demokrasi gibi) yanında yer almaz mı? Onun dünya görüşü açısından bakıldığında bu soruya hayır demek olanaksız oluyor. Çünkü sorun, Mücadele yazarının göstermeye çalıştığı gibi bir olguya aynı adı verenlerin aynı olmadığı sorunudur. Önemli olan o olgunun kavranışı ve mücadele açısından yerli yerine oturtulmasıdır. Nitekim Sovyetler Birliği’ne, Doğu Avrupa ülkelerinde halk demokrasilerinin kuruluşuna yardım ettiği için ya da Orta ve Balı Asya’daki halkları SSCB içinde tuttuğu için sosyal emperyalist diyenler de vardır. Ama bu kavram benzerliğinden başka bir şey değildir. Çünkü Özgürlük Dünyası’nın sosyal emperyalizm kavramı Sosyalist SB’nin revizyonistler tarafından kapitalist bir ülkeye dönüştürülmesi temeline bağlı bir içerik kazanmış kavramdır. Bu içerik farkı bu gerici çevrelerle ve olgular karşısındaki tulumlarda açıkça ortaya çıktığı gibi Yeni Demokrasi ve E. Bayrağı ile de vardır. Bu yüzden de biz Mücadele yazarının elmalarla armutları toplayan matematik bilmeyen birisi gibi davrandığını söylüyoruz.
Evet, Özgürlük Dünyası bir taraftır:
Mücadele’nin yazarı Mao Zedung’un Çin’ini bile sosyalizmin ders çıkarılacak ülkelerinden biri olarak sayarken. 30 yıldır Marksizm-Leninizm ilkelerini savunan Arnavutluk’u bu kategoriye sokmaktan özenle kaçmıyor. Aslında bu tepkinin nedenini anlıyoruz. Bu, küçük burjuvazinin bozulmamış Marksizm-Leninizm’e gösterdiği tepkidir ama bu tepkinin böylesi ileri bir boyuta varması ve yazarın ölçüsüz saptamalarını yine uzunca bir aktarmayla kendi ağzından dinlemek okuyucu için daha öğretici olacaktır.
“… bu sekler bakış açılarının temel özelliklerinden biri de, şablonculuğun da ötesinde, bir taraftarlıktır. Ve bugünkü haliyle ‘fanatik bir futbol taraftarından’ daha geniş bir bakış açısına sahip olduklarını söylemek zordur.
“Sosyalizmin sorunlarında ‘taraftar’ gözlüğü ile bakan bu kesimlerin bu kesimdeki nadir örneklerinden iki tanesi de EB ve Özgürlük Dünyası dergilerinde ifadesini bulan anlayışlardır.
“Onlara göre bugün dünyada AEP dışında Marksist-Leninist bir parti, Arnavutluk dışında sosyalist bir ülke yoktur…
“Örneğin Özgürlük Dünyası ‘Biz proletarya ele geçirdiği tüm iktidarları birer birer yitirmiştir düşüncesinde değiliz. Arnavutluk sosyalizmin kalesi olarak durmakladır ve sağlamdır’ derken bu anlayışı yansıtmakladır.” (A. Soylu, Mücadele, Sayı: 1, s. 17) (abç)
Şu ünlü demagojik propaganda sözcüğü “şablonculukları da öle taraftarlık” nitelemesine geçmeden önce, yazarın çelişkilerini ölçüsüz iddialarla örtme çabalarının bir uç noktasına değinmek istiyoruz.
Yazar, yukarıya aktardığımız bölümdeki 3. paragrafta, “Onlara göre bugün dünyada AEP dışında Marksist-Leninist bir parti, Arnavutluk dışında sosyalist bir ülke yoktur” diyor. Cümlenin son bölümü doğru, ama ilk bölümü ölçüsüz olduğu kadar da saçma. Kim iddia ediyormuş “dünyada AEP dışında Marksist-Leninist bir parti yoktur” diye? Bırakalım Özgürlük Dünyası’nı, bugün ülkemizde böyle bir iddiası olan bir dergi ya da siyasi eğilimi biz bilmiyoruz. Hayır, bay yazar, dünyanın pek çok ülkesinde gerçekten Marksist Leninist olan partiler var. İsterseniz var olduğu birkaç ülkeyi burada sayalım. Her şeyden önce Türkiye’de var. Fransa, İngiltere, Danimarka, İtalya, Almanya, Portekiz, Brezilya, İran, Togo, Tigre ve daha birçok ülkede var. Demek ki, Özgürlük Dünyası Marksist Leninist parti olarak tek AEP’i görmüyormuş. Başka partiler de var. Özgürlük Dünyası bu partilerin sayısının daha da çoğalmasından ancak sevinç duyar.
Arnavutluk’un tek sosyalist ülke olarak görülmesine gelince; bunda Özgürlük Dünyası’nın hiçbir suçu yok. Özgürlük Dünyası Marksizm Leninizm’i dünya görüşü olarak benimsediği, bu nedenle de çeşitli partileri ve ülkeleri kendilerine taktıkları ada göre değil de onların gerçek durumlarına göre değerlendirdiği için kendine sosyalist, komünist diyen revizyonistleri sosyalist saymamaktadır. Bu türden “sosyalistleri” de Mücadele’ye bırakıyoruz. Onlarla birlikte dünyada sosyalizmin zaferi için savaşsın diye!
“Şablonculuktan da öte taraftarlık”, “fanatik futbol taraftarlığı” gibi nitelemelere gelince, bu kahve “terminolojisi”ni sahiplerine iade ediyoruz. Ama bu basit terminolojinin arkasındaki düşüncelere elbette söylenecek birkaç şey var.
Mücadele’nin yazarı da bilir ki, sosyalizm daha doğuşunda uluslararası bir dünya görüşü olarak doğmuş, milliyetçi çitleri yıkan ilk ideoloji olmuştur. Bu sadece teorik bir iddia olarak da kalmamıştır. Marksizm, doğuşundan itibaren uluslararası proletaryayı uluslararası burjuvaziye karşı birleştirmeyi vazgeçilmez bir amaç olarak her zaman en önde tutmuşlar. Bu amaçla, kendisini, 1. 2. ve 3. Enternasyonaller olarak da ete kemiğe büründürmüştür.
Bunun anlamı çok açıktır: Bütün dünyadaki proletarya partileri, burjuvazinin ideolojik-siyasi-ekonomik saldırıları karşısında ortak bir tutum almak olarak kendini açığa vurur.
Epey uzun bir zamandan beri bir enternasyonal yok, ama dünyadaki bütün proletarya partileri, yine de aralarında dayanışma, karşılıklı düşünce alışverişinde bulunma, burjuvazinin saldırıları karşısında ortak tutum alma geleneğini sürdürüyorlar. AEP de bu partilerin içindedir. Ama onun özgün konumu, sosyalist bir ülkede devlet iktidarını elinde tutan tek Marksist Leninist parti olmasından ayrıca da 30 yılı aşkın bir süredir revizyonizme karşı en önde savaşıyor olmasından gelmektedir. Yani AEP, Türkiye ve dünyadaki Marksist partilerden ve Marksistlerden saygı görüyorsa bu onun tarihi boyunca izlediği tutarlı ve yiğitçe tutumdan dolayıdır.
Mücadele yazarını rahatlatacaksa, şunu söyleyelim ki, eğer Özgürlük Dünyası AEP’in çizgisini destekliyorsa bu, onun sandığı gibi “dayanacak bir kale” aramasından değil, kendi çizgisi ile AEP’in dünya ve sosyalizm sorunları konusundaki görüşlerinin örtüşmesindendir. Kaldı ki, bugüne kadar AEP kimseye kendi çizgisini dayatmaya kalkmamıştır ve Marksist-Leninist partiler arasındaki ortak görüşler her Marksist partinin kendi Marksizm Leninizm kavrayışı ölçüsünde gerçekleşmiştir. Bu yüzden de ortak tutumda bir “şablonculuk” değil bir ortak kavrayış ve karşılıklı dayanışma vardır.
Elbette Mücadele yazarı da bunları bilir ama anlayamaz. Anlayamaz, çünkü onun dünya görüşü içinde ne proleter enternasyonalizmi ne de revizyonizm ve oportünizme karşı ortak uluslararası bir tutum alma anlayışı vardır, bu yüzden de Mücadele yazarı, AEP’le Özgürlük Dünyası’nın pek çok konuda aynı görüşü paylaşıyor olmasını rahatlıkla “şablonculuk”, “futbol” taraftarlığı gibi taraftar olma” olarak niteleyebilmektedir.
Evet, Özgürlük Dünyası taraftır. Tarafı ise, iki ayağı da Marksizm’in platformunda olanların tarafıdır. Ama bunu, bir ayağı devrimci demokraside öteki ayağı revizyonizmde olanların “taraftarlık” (futbol taraftarlığı anlamında) olarak anlamalarına da bir diyeceğimiz yoktur. İnsanlar ve tabii siyasi eğilimler de yaşadıkça öğreniyorlar, Mücadele’nin yazan da nasıl bugün, geçmişte, tartışılmasına bile, karşı çıktığı “kapitalist restorasyonu” tartışmak zorunda kalmışsa, giderek kendisi Marksizm’in tarafında olmasa bile, yer alanların, neden yer aldığını anlayacaktır.
Somut koşulların somut tahlili mi, olguculuk mu?
Yeni Çözüm’ün 1989 Eylül sayısında yayınlanan “Polonya’da Kapitalist Restorasyon” adlı yazının “kapitalist restorasyona” yaklaşımı Özgürlük Dünyası’nın 13. sayısında eleştirilmiş ve bu yaklaşımın diyalektik materyalist değil olgucu bir yaklaşım olduğu sergilenmişti.
Mücadele bu eleştiri içinde Yeni Çözüm’e yönelik olarak söylenen başka şeyleri söylenmemiş sayarak, olguculuk eleştirisini öne çıkarıyor.
Kanımızca Mücadele yazarının bir paragrafı ötekiyle çelişen, söyledikleriyle aldığı alıntılar birbirini yalanlayan uzun yazısı boyunca yanlış da olsa soruna sağlıklı bir yaklaşım içinde olduğunu hissettiren tek konu bu.
Neden “sağlıklı bir yaklaşım” diyoruz. Çünkü Yeni Çözüm ve Mücadele’nin sorunlara yaklaşımındaki yanlışlık ve sığlık onun politikalarına yön veren diyalektik materyalist olmayan bir dünya görüşüne sahip olmasından kaynaklanmakladır. Bu yüzden de yazar konuyu öne çıkarıp tartışmayı sürdürmek istemesi bakımından olumlu bir yaklaşım içine girmiştir diyoruz.
Mücadele’nin yazarı “Olguculuk olgulara teslim olmaktır”, “biz olgulara teslim olmuyoruz, somut koşulların somut tahlilini yapıyoruz ” diyor.
İlk bakışta bir olgucu ile bir Marksist’in olgulara önem vermesi benzer görülürse de olgulara yaklaşım ve bundan sonuçlar çıkarmada iki eğilim tamamen karşıt tulumdadırlar. Çünkü olgucu için, olup bitmiş bir sonuç olan olgu, kendi başına bir değer taşır, başkaca önemli bir şey de yoktur. Dahası duyumlar ve algıların araçsız olarak verdiği dışında başkaca bir bilimsel olgu yoktur. Bir diyalektik materyalist için ise son olgu olmuş bilmiş olmasına karşın başka olgularla da sıkı bir ilişki içinde yeni bir sürecin de başlangıcı olması bakımından önem taşır. Bir başka söyleyişle olgu yaşanan (toplum bilim alanında) tarihsel ve toplumsal süreç içinde anlam kazanır.
Bu nedenle de, olguculuk, bilimsel teoriyi reddeden bir tutuma karşılık gelirken, diyalektik materyalist dünya görüşü bilimsel bir dünya görüşüne karşılık gelir. Bunun anlamı ise, diyalektik materyalist dünya görüşünün olaylar ve olguların kendisinden çok olay ve olgular arasındaki ilişkiyi kavrayarak bunlardan gerçeğin çıplak gözle görünmeyen yönlerini ortaya çıkararak nesnel gerçeği tüm yönleriyle kavramayı amaçlamaktır. Çünkü gerçek hiçbir zaman (ister doğa biliminde ister toplum biliminde olsun) insanın karşısına bütün yönleriyle görünür biçimde çıkmaz. Tersine gerçek, her zaman karşımıza, ilk bakışta insanı yanıltabilecek sayısız başka olgu ve olaylarla örtülü yanıltıcı bir biçimde kendisini onaya koyar. Eğer böyle olmayıp da gerçek kendisini açıkça ortaya koysaydı, gerçekten de o zaman olgucular haklı olur, bilimsel bilgiye, teoriye hiç gerek kalmazdı. Böylece kötü niyetliler dışında kimseyle de gerçek şu mu, bu mu diye bir tartışmaya ihtiyaç kalmazdı. Tıpkı bugün ABD’de de kapitalizm mi var sosyalizm mi var tartışmasını yapmadığımız gibi. Ya da Polonya’da Yeni Çözüm ve Mücadele ile en azından olgusal düzeyde farklı şeyler söylemediğimiz gibi…
Bu açıdan Yeni Çözüm’ün “Polonya’da Kapitalist Restorasyon” yazısında ortaya koyduğu “kapitalist restorasyon” tespitine dönersek, her şeyden önce Yeni Çözüm, artık Polonyalı revizyonistlerin bile kapitalizmi açıkça savundukları, sıradan insanların bile artık Polonya’da sosyalizm diye bir şeyin kalmadığını söyledikleri, bir başka söyleyişle gerçeğin artık hiçbir inceleme ve araştırmaya ihtiyaç duyurmayacak kadar açıkça ortaya çıktığı bir dönemde, “kapitalist restorasyon” teşhisini koyuyor. Bugün bu teşhiste bulunmak için bir teorik bakış açısına hiç de ihtiyaç yoktur. Nitekim bugün, ne Marksist ne de başka bir teorik bakış açısına sahip olmayanlar da aynı teşhisle bulunabiliyorlar. Bu durumda da, Yeni Çözüm ve Mücadele’nin sahip olduklarını iddia ettikleri teorinin bir anlamı kalmıyor.
Teorik bir bakış açısına sahip olmakta amaç, varolanı değerlendirerek görünen gerçekten kalkarak gerçeğin henüz olgu olarak ortaya çıkmamış yanları hakkında da bilgi sahibi olarak gelecekte izlenmesi gereken yol ve yöntemler konusunda kestirimlerde bulunabilmektir. Burada Mücadele’nin yazarı “bizde kestirimde bulunduk, örneğin revizyonizmin iflas edeceğini söyledik” diyecektir, diyor da. Ama en tipik olgucular bile, kendi felsefelerine aykırı olmasına karşın kestirimlerde bulunurlar. Bu durumda da tutumları, açıkça ortaya çıkmış olguları yinelemekten öteye geçmez. Kaldı ki Mücadele yazarı, olgulara teslim olan bir olgucu olmakla birlikte ilkel bir olgucu değildir. O öte yandan Marksizm’den de etkilendiği için içeriği boş da olsa kestirimlerde bulunmaktadır. Ama onların bu tutumlarını asıl belirleyen Marksizm’den etkilenmeleri değildir.
Onların “revizyonizm iflas edecektir” kestirimlerinin neden içeriği boştur? Çünkü onlara göre revizyonizm, bir burjuva ideolojisi, revizyonistler de bürokrat-burjuvalar değildir. Tersine onlara göre, revizyonizm biraz yozlaşmış bozulmuş da olsa sosyalizm, revizyonistlerse “kötü” sosyalistlerdir. Bu yüzden de SB ve Doğu Avrupa ülkelerinde kapitalizmi bunlar restore etmiyor, bunların uzlaşıcılığından yararlanan revizyonistlerin dışındaki kapitalist güçler yapıyorlar. Örneğin Polonya’da Jaruzelski vb. revizyonistler bütün çabalarına karşın Dayanışma ve benzeri açıkça liberal kapitalizmi savunan güçlerin iktidara gelmesini önleyemedikleri için Polonya’da kapitalist restorasyon başlıyor, yoksa kapitalizm revizyonistlerin uyguladıkları ekonomi politikalar ve onların sosyalist kuruluşları yozlaştırdıkları, proletarya diktatörlüğünü bir bürokrat-burjuva diktatörlüğüne dönüştürmeleri sonucu ortaya çıkmıyor. Yeni Çözüm’ün mantığına göre bakarsak, Jaruzelski revizyonistinin önlemleri başarılı olsa da Dayanışma ve öteki Batı yanlısı güçlerin iktidara gelmesi önlenseydi Polonya’da restorasyon olmayacaktı! Yani revizyonizm iflas etmeyecek, Polonya da sosyalist olmaya (Yeni Çözüm henüz Polonya’nın sosyalist olmadığını söylemiyor zaten) devam etmek bir yana “kapitalist restorasyon”u bile başlatmayacaktı. Çünkü ona göre kapitalist restorasyonu ancak, açıkça kapitalizmi savunan güçler yapabilir. Dolayısıyla restorasyoncu güçler revizyonistlerin dışındadır. Bu yüzden de “revizyonizm iflas edecektir” öngörüsü Marksizm’den kabaca aktırılmış bir laftan ibaret haline geliyor.
Oysa Marksizm’in tarihi ve büyük Marksistlerin değerlendirmeleri açıkça gösteriyor ki revizyonizm, Marksizm’in yozlaşmış, burjuva bir platforma sürüklenmiş, biçimsel olmak ötesinde Marksizm’le hiç bir bağı kalmamış burjuva bir dünya görüşüdür. Revizyonistler ise, işçi sınıfı içinde burjuvalaşmış bir kesim olan işçi aristokrasisiyle özdeşleşmiş (bazı ülkelerde ise küçük ve orta burjuvaziyle bütünleşmiş) bir kesimdir ki, 2. Enternasyonalin de açıkça gösterdiği gibi giderek açıkça Marksizm’i reddeden bir konuma varmaları sadece bir zaman ve uygun koşullar sorunudur. Nitekim bugün Doğu Avrupa’nın revizyonist partileri paramparça olurken içlerinde her renkten burjuva fraksiyonlar çıkmaktadır. Çok azı ise, hala Marksist olduğunu söylemekte yarar umuyorlar. Ama hepsinin ortak yanı özde Marksizm’e, sosyalizme karşı çıkmak, liberal kapitalist uygulamaları desteklemekte birleşmek oluyor.
Görüldüğü gibi Mücadele’nin yazarının, “biz de öngörü yaptık” dediği ve tek örnek olarak öne sürdüğü “revizyonizm iflas edecektir” savı Marksizm’den içeriği anlaşılmadan aktarılmış bir slogandır ve kaldı ki, onların kavrayışı açısından bakıldığında da bu öngörü bile gerçekleşmemiştir. Bu yüzden de Yeni Çözüm teorik bir bakış açısına sahip değil, sadece olguları kabul etmektedir diyoruz.
1970’li yıllarda Marksistlerin hangi gelişmeleri değerlendirerek Doğu Avrupa ve SB’de kapitalist restorasyonun gerçekleştirdiği saptamasını yaptığına Özgürlük Dünyası’nın 13. sayısında uzunca değinildiğinden burada bu konuya ayrıca değinmeyeceğiz.
Kısaca söylenecek olursa, Mücadele’nin yazan A. Soylu Özgürlük Dünyası’nı çok iddialı başlık altında, eleştirirken geçmişte; bugün Gorbaçov’un kollarına atılan revizyonistlerin söylediklerinden farklı ve yeni bir şey söylemiyor. Onlardan tek farkı kafasının son derece karışık olmasıdır. Karışıklığın olumlu bir doğrultuda çözümlenebilmesi için ise, kafa karışıklığını kışkırtan olguculuktan uzaklaşması, Marksizm’e yaklaşması, en azından 1970’lerde bu konuda süren tartışmaları ciddi bir biçimde incelemesi gerekmektedir. Ancak o zaman “kapitalist restorasyon”, yöntem ve terminoloji üstüne tutarlı şeyler söyleme olanağını elde edecektir.

Eylül 1990

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑