Eski Solcular Kapitalizme Nefer Yazılıyor: Misyonerlik ve Hadi Uluengin

İnsanların görüşlerinden vazgeçmesi şaşırtıcı değil; bazen iyi, bazen ibret verici. Ama günümüzde, insanlık tarihinde her biri bir abide oluşturabilecek, aradan zaman geçse de unutulmayacak büyük çark edişler yaşanıyor. Gorbaçov’culuk bugün, ibret verici kategorisine giren çarkların yolunu açan dozer işlevini görüyor.
Emperyalizm ile anti-komünizm ortak paydasında bileşen Gorbaçov’culuk pek çok taraftar topluyor. Emperyalist devlet yönetimleri, tekeller vs., “barışçı Gorbaçov” imajı “kan dökücü”ye evrildiğinde bile onu desteklemekten kaçınmıyorlar. Gorbaçov’un komünizm ile birlikte ayağına dolaşan Azerbaycan halkını da gömmeye yeltenmesi, pek tepki toplamıyor. Gorbaçov, Sovyet halklarından daha çok emperyalistleri gözettiği, ABD tekellerini yöneten iş adamlarından kapitalizmin sırlarını öğrenmek için sık sık, en büyük 150 şirketi barındıran Minneapolis’e giderek onlardan sebatkâr bir öğrenci gibi feyiz aldığı sürece de bu böyle olacağa benziyor. Gazeteler, Haziran ayı başında kendilerini ziyarete gelen Gorbaçov konusunda Minneapolis’li iş adamlarının “Gorbaçov’a kapitalizmi öğreteceğiz” dediklerini yazıyor.
Gorbaçov dozeri ABD tekellerinden aldığı dersle önüne halkları katıp “yeni” dünyaya doğru yol alırken, açlığı yoldan ilerleyenler de boş durmuyor. Yine gazete haberlerine göre TBKP il örgütlerinin yemekli davetlerinde “güneşin sofrasındayız”ı söyleyerek göbek atan N. Yağcı-N. Sargın ve arkadaşlarının yanı sıra, pek çok yeni liberal türedi. Bunlara Gorbaçov misyonerleri de denebilir, içlerinde modern kapitalizmle en dolaysız bağı kuran ve bu nedenle en evlere şenlik bir manzara arz edeni Güneş gazetesinin Brüksel muhabirliğinin yanı sıra, pazar günleri aynı gazetede “Modern Zamanlar” isimli köşenin de yazarı olan Hadi Uluengin. Bu yazı, HU’in daha çok çeşitli tarihlerde yazdığı “Modem Zamanlarında ifade ettiği görüşlerinden yola çıkarak, HU şahsında bir “yeni Liberal” tipi eleştiri-yorumunu kapsıyor. (Parantez içindeki tarihler yazının gazetede çıktığı günü belirtiyor.)
Kendisiyle tanışma fırsatını da bulduğum HU bir anti-komünist. Fakat bu, onun Gorbaçov misyoneri olmasına engel olmuyor. Sovyet KP’sinin iktidar tekelinden vazgeçtiği günün ertesinde, demokrasi yolunda ilerleyen Gorbaçov’un önündeki engelleri sıralarken, en büyük engellerden birinin, bizzat Rus ve Sovyet halklarının siyasi-sosyolojik yapısı olduğuna dikkat çekiyor. Sovyetler Birliği’ndeki milliyetçi unsurlara da değinen HU, bu ülkede demokrasinin yerleşmesi konusunda, bu unsurun da ciddi konjonktürel engeller oluşturacağının düşünülmesi gereği üzerinde duruyor (8 Şubat). Yazarın kaleminden eksik etmediği modern çağ ve evrensel demokrasiye ulaşmanın yolu bu satırların arasında gizlidir. HU’in sergilediği aynı zamanda görkemli bir liberal ikiyüzlülüğüdür. Buyandan barış ve demokrasi gösterisi yaparken diğer yandan Azerbaycan halkının üzerine Tank’la yürüyen Gorbaçov’culuk daha başka nasıl alkışlanabilir? HU, Gorbaçov’un demokrasi yolunda ilerlediğine gönülden inanıyor. Münasebetsiz Azerbaycan halkı, “siyasi-sosyolojik” yapısındaki uyumsuzluktan dolayı demokrasinin yolunu tıkıyor. “Kızılordu yolu aç” komutu veren Gorbaçov bu nedenle tepki toplamıyor, aksine alkışlanıyor. Fakat ortada dökülen kan var. Bu da görmemezlikten gelinemez. Görülüyor. Basın tekelleri, Gorbaçov’un kafasındaki kırmızı lekeyi sızan bir kan haline getiriyorlar, fotoğraflarda. Bu da olayın boyutunu vurgulamaktan ziyade, konuya ilişkin olarak keşfedilmiş “parlak” bir görsel malzemeyi ifade etmekten öteye gitmiyor. Çünkü tekeller “I Love Gorbi” imajının değişmesini istemiyorlar. HU de bu doğrultuda düşünen biri olarak yazılarında oklarını “Gorbi”ye değil, Sovyet ve Rus halklarına çeviriyor.
İflah olmaz bir metafizikçi olduğunu söyleyen (11 Şubat) HU’in sınıf mücadelesine arbede (29 Nisan) gözü ile bakması onun temel mantığının reddiye olduğunu gösteriyor. TİKP saflarından geliyor olması ona Söke ovasına gittiği bir sıra nostalji yaşatıyor (1 Nisan). Şu banal 12 Eylül’ü milat kabul eden görüşü ileri sürdükten sonra, Söke ovasında milattan önce yakmayı planladıkları “isyan ateşi” ve başlatmayı düşündükleri “uzun yürüyüş”e o günlerde katılmayan köylülerin haklı olduğunu belirtiyor. Uluengin şimdi fark etmiş ki, Söke ovası köylüleri, bütün köylüler gibi, isyan ateşiyle değil, zenginleşme ateşiyle yanıyorlar. HU, birdenbire Sökelilerin köklü bir demokrasi terbiyesine sahip olduklarını keşfediyor. Yalnız bu değil, artık kasabada bile umumi telefonda Brüksel ile konuşabildiğini, insanların Levi’s blucinler, ithal muzlar satın aldıklarını ve Amerikan sigarası içtiklerini vurguluyor. Eski Mao’cu, yeni Gorbaçov misyoneri HU, Mao’cu günlerini düşünerek büyük bir pişmanlık ve acıyla “Gençliğim Eyvah” diye bağırmak istiyor (14 Ocak).
Eskiden şöyle veya böyle solculuk yapmış, sonradan çark etmiş liberallerin düşünmeye değil “doğrulanmaya” ihtiyacı var. Bu nedenle ikiyüzlülük, en temel noktalan göz ardı etmek, liberallerin temel politikaları ve ortak özellikleridir. Bu nedenledir ki Süleyman Demirci gibileri demokrat ilan edilebilmekte, dünü, sınıfsal kotlumu bir anda unutulup gitmektedir. Sayılan bütün özellikleri üzerinde taşıyan HU, şehir kültürü ve şehirlilik olgusunun altını yazılarında sık sık çizmesine, buna karşılık taşralılık ve köylülüğün aynı oranda aşağılanmasına rağmen doğrulanmaya olan ihtiyacının verdiği telaşla, bu yazısında, kendisini gerçek bir köylü dostu ilan ediyor, onlara tapmıyor. Köylüler kendisini doğruluyor, o öyle görüyor. Bir kere, başında kavak yelleri estiği dönemde isyan ateşi yakma çağrılarım reddeden köylüler ne kadar isabetli bir tavır göstermiştir. Köylülerin gözünde şimdi bir de zenginleşme ateşini gören eski Mao’cu, elbette onları daha sempatik bulacaktır. İthal muz yiyen (ve eminim bir başka zaman olsaydı aşağılayarak yerin dibine batırmakta hiç tereddüt etmeyeceği) köylülüğe övgüler dizmek artık elzemdir: “Köylülerin ayakları yere basıyor… Çünkü onların demokrasi terbiyesi ‘kurtarıcıların’ demokrasi terbiyesinden daha köklü… Köylülerin demokrasi isteyen bir öndere (Demirel-İZA) sahiplenmesinden haz alıyorum” (1 Nisan). Hâdi, hidayet veren, hidayet ise doğru yola girme demek oluyor. Hâdi adı, doğru yolu gösteren kişi anlamına geliyor. Hâdi Uluengin Güneş gazetesinde Doğru Yol’u gösteriyor. Hâdi’yi Demirel ve Doğru Yol doğruluyor. Hâdi Uluengin Demirel’e de övgüler düzüyor.
İkiyüzlü liberal yalnız görmek istediklerini görür. HU bu satırları DYP genel başkam Süleyman Demirel ile gittiği bir Ege seyahatinin arkasından yazıyor. Aynı dönem Söke ovasında pamuk dikme mevsimidir. Ovada toprak ağalarının pamuk tarlalarında çalışmak üzere iç ve doğu Anadolu’dan gelen, ovayı ikiye bölen şose üzerinde sağlı sollu dizilmiş naylon kondularda yaşayan yoksul tarım işçilerini görmemek için ancak kör olmak gerekir. Burada sergilenen bir ortaçağ görüntüsüdür. Söke ovasında gün onlar için şafak sökmeden başlar. Kadın-erkek, yaşlı-genç yüzlerce yoksul köylü, çok düşük bir ücrete 12-13 saat çalışır, iflah olmaz metafizikçi HU bunları görmek istemez. Fakat açık pencerelerden T. Chapman’ın şarkılarını duyar, genç kızların delikanlılara zeybek gelini fettanlığıyla baktığını görür. (1 Nisan). HU yalnız görmek istediklerini görüyor.
Eski solcu liberaller ikiyüzlülük ve inkâr konusunda kendilerini gidebildikleri kadar derine gitmek zorunda hissediyorlar. Çünkü açmazların verdiği çaresizlikle marjinal düşüncelere eğilim duyan bir kesim okur, ileri sürülen düşünce ne kadar aykırıysa, yazarına o kadar sempati duyuyor. Fakat aykırı düşünce üretmenin de bir sınırı ve kuralı olması gerekiyor. Bu sının yakalayamayanlar komik oluyor. HU, devrimcileri dağdan inen solcular (21 Ocak) diye aşağılamaya çalışırken, İngiliz asıllı burjuva film ve sahne artisti Suna Yıldızoğlu kadar bile samimi olamıyor. Yıldızoğlu, belki de ilk kez kalemi eline alarak devrimci gençlere ilişkin olarak şu görüşlerini dile getiriyor: “O yaşa kadar politikayla pek ilgilenmemiştim, ama üniversiteye yakın oturduğumdan, her sokağa çıkışımda bir şeylere, bir takım olaylara tanık oluyordum. Bu gençlerle yaşıttım, ama benden çok farklı yaşıyorlardı, İngiltere’de okurken benim tek düşüncem iyi bir eğitim görüp hayatımı kazanmaktı. Bu çocuklar daha büyük bir sorumluluğu taşıyorlardı” (X).
Liberal ikiyüzlüdür demiştik. HU iyi bir liberal örneği olduğunu neredeyse bütün yazılarında gösteriyor. Hele hele üç ay ara ile yazdığı iki yazıdaki ikiyüzlülük karşısında insan gülsün mü, ağlasın mı şaşırıyor. HU yazıyor, diyor ki: “Fahişelerini sahiplenmeyen toplum özgür olamaz” (21 Ocak) Fahişelerin özgürlüğü konusuna birazdan döneceğiz. Önce, özgür toplum konusuna değinelim.
Biz, bir toplumun özgür olup olmadığının bazı kıstaslara bakılarak anlaşılabileceğini biliyoruz. Bunlardan biri de “bir başka ulusu ezen ulus özgür olamaz” şeklinde Marks tarafından formüle edildi, insanların fikri neyse zikri de odur derler. HU’in fikri fahişelerin özgürlüğünde takılı kalmış. Anlaşılabilir bir şey, yadırganacak bir durum yok. Ezilen uluslar bu günlerde mümkün mertebe gözden uzak tutulmaya çalışılıyor. Fahişelerin, Orangutanların özgürlüğü, parfüm seçme özgürlüğü, “sosyalizm mi, sizin olsun” diye bağırma özgürlüğü gibi özgürlüklerin tartışmasını yapmak daha revaçta. HU’den öğreniyoruz ki Berlin duvarından küçük bir parçayı evdeki kütüphanenin rafına, tam “Anti-Dühring” cildinin önüne koymak büyük bir zaruret. Ayrıca “Ray-Ban” marka güneş gözlüğü takmamak görgüsüzlük işareti. Kıyafet çok önemli. Erkeklerde ceketler kruvaze. Yaka cebine de mutlaka mendil yerleştirmek gerekiyor. Kadınlarda klasizm hakim. Döpiyeslerin koyu renk olması lüzumu var (4 Şubat)… Ezilen uluslar mı? Geçiniz. Yazıdan öğreniyoruz ki bu yıl modalar içinde ulusların özgürlüğü yok. “Müthiş demode”. Yalnızca bir başka yazıda Kürtler üzerine düşüncelerini öğreniyoruz. Şöyle diyor: “Milliyetçi ve şoven duygular taşımıyorum. Şimdiki şartlarda da Türkiye Cumhuriyeti topraklarının bölünmemesi gerektiğini düşünüyorum” (22 Nisan). HU, toplumların özgürlüğünü fahişelerinin durumuna bakarak tespit ediyor, özgürlük kriterini fahişeler gösteriyor. Normal. Çünkü HU’in yeni moda temayüllere ihtiyacı var. Zaten bu nedenle o, Marks’ı da yeniden keşfediyor (4 Şubat).
Şimdi fahişelerin özgürlüğü konusuna gelelim. HU yazıyor, diyor ki: “Orospular özgürlüktürler. Onlar, insanların yaşamak istediği, fakat ahlakçıların zapturaptından dolayı yaşanamayan gerçek cinsellikleri simgelerler. Orospularını sahiplenmeyen, onları anayasa mahkemesinin şerrinden ve Gürcünün hışmından koruyamayan toplumlar ise, hiç bir zaman özgür olamazlar. Böyle toplumlar, yalnız esaret hak ederler. Özgürlüğümüz, riyakâr ahlak zaptiyelerine karşı orospuların safında olmaktan geçiyor” (21 Ocak).
HU tarafından orospulaştırılan, özgürleştirilen dünya, herhalde, “Modern zamanlar” köşesinin en modem önermelerinden biri olmaktadır. Burada, yukarıda dile getirilen bir görüşün hatırlanması gerekiyor.
Eski solcu liberallerin marjinal okuruna seslenebilmesi için mümkün olduğu kadar aykırılık yapması gerektiğinin altını çizmiştik. Bu, önce tercih, sonra da, iç tutarlılık gereği bir zorunluluk oluyor. Değerlerini kaybetmiş marjinal okur, bu aykırı düşüncelerle kendi açmazının dışına çıkabilmekle ve iç dünyasında teselli olabilmektedir. Milan Kundera ve romanlarının topladığı ilgi de bu açıdan değerlendirilebilir. Kundera, Türkiye’de satış rekorları kıran “Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği”nde özellikle “ihanet”in altını çizmiş ve kutsamıştı. HU de aynı dilden konuşuyor. “Özgürlük” kavramının içeriği, yalnız Türkiye ilerici kamuoyunda değil, bütün dünyada ve gerçek ifadesi ile geleceği ve onun taleplerini ifade eden kavramlarla birlikte anlamlandırıldı. Sınıfsız, mutlu toplumu simgeledi. Şimdi, HU’in, hedefi bu simgedir, özgürlük kavramını orospulukla ilişkilendiren HU burada yalnızca fahişelerin özgürlüğünü tartışmıyor. Aynı zamanda bu kavramı yozlaştırıyor.. İleriyi temsil etmiyor. Toplumların özgür, eşit ve mutlu yaşamasının yollarını tartışan, dünyayı bugünkü cehennem halinden, cennete dönüşmesini sağlayacak, insanlığa bir altın çağ yaşatacak fikirler bu dille ifade edilemiyor. Bu dil, kapitalist vahşeti insanların dikkatinden uzaklaştırmanın, sömürü ve zorbalığı gizlemenin son on yıllardır keşfedilen yeni versiyonu oluyor.
Yeni doğmuş bir çocuk korkuyu tanımaz. Karşısına en vahşi Asya Kaplanını da çıkarsanız, bütün şirinliğiyle, o yırtıcı dişlere dokunmaya, oynaşmaya çalışır. Bilim, yeni doğmuş bir çocuğun tek korkusunun “dayanaksız kalmak” olduğunu bildiriyor. Bu çocuğu korkutmak için yapılacak tek şey, sırtım dayadığı yastığı çekerek onu “boşlukta” bırakmaktır. Çocuk korku tepkisini o an veriyor. O an, çocuğun zaaf anıdır, şaşırmıştır ve çaresizlik duygusuyla tanışmıştır.
Çocuğun büyümesi, bilgi ve tecrübe edinmesi onu değiştiriyor, fakat duygular kalıyor. Hangi yaşta olursa olsun insan, sırtından yastık çekilerek olmasa da, başka şekillerde, çaresizlik ve şaşkınlık duygusunu yaşıyor. HU, bu insani duyguyu kullanıyor. Özgürlük ve orospuluk kavramlarım ilişkilendirerek okurunu şaşırtıyor. Şaşkınlık anı insanın zaaf anıdır, insan, şaşkınlık anında şu veya bu ölçüde bilinçsizdir. Tersinden söyleyecek olursak; bilinç bir ölçüde şaşkın olmama halidir. HU, “orospular özgürlüktür” diyerek bir kesim okurun bilincine çelme atıyor. Ayaklan yerden kesilen bilinç “boşlukta”dır ve en çaresiz arımı yaşamaktadır. Düştüğü noktada bulunan Asya kaplanı, bilince bir şey ifade etmemektedir. Asya kaplanım yazıdaki son cümleler temsil ediyor: “böyle toplumlar (orospularına sahip çıkmayan-İZA), yalnız esaret hak ederler”. Düşme noktası bilincin tekrar yerine geldiği anı ifade eder. Fakat bilinç boşlukta yeniden oluşturulmuştur. Okur, artık ulusların özgürlüğü sorununa, orospuların özgürlüğü penceresinden bakmaktadır.
HU’in bütün yazılarında bu çelmeler vardır. Bu çelmeler okura soru sordurmaz. Bu yazısında orospuluğu öve öve göklere çıkaran HU, bir başka yerde, Romanyalı fahişelerden söz ederken onları toplumun olumsuz manzaraları arasında gösteriyor. Diyor ki: “Romanya ihtilaline kara çalanlar yalan söylüyorlar… Onlar… hiç sıfırın altında 20 derece sühunette Bükreş’te ekmek kuyruğuna girmediler. Sibiu otellerinde bir paket Kent sigarası için “kardeş parti” temsilcileri ile yatan kadınları tanımadılar (7 Ocak). HU’in deyimiyle orospuluk ‘kızıl’ bir renk alınca her şey değişiveriyor. Sibiu otellerinde orospuluk yapan kadınlar, bunu, “parti görevi” olarak değil de “özgür iradeleri” ile yapmış olsalardı, HU’den alkış alacaklardı (kaldı ki “parti görevi” olarak yaptıkları bizim yorumumuz. Sigara karşılığı yapılan fahişelik her halde “özgür iradeye” dayanır). Fahişelere “devrim”in kurtaracağı kadınlar gözü ile bakılıyor. Fakat devrimin nasıl bir devrim olduğu tartışılmadığı için, bu “devrim” sonunda Sibiu otellerinde fahişelik yapan kadınların, yeni dönemde, artık fahişelik yapmayacaktan mı, yoksa “vizite” ücretlerine zam yapıp daha çoğalacaktan ihtimali mi söz konusu olacak, belirtilmiyor. HU, yalnızca Romen fahişelerinin kurtulduğunu ileri sürüyor. Sosyalistler ise Romanya’da olan bilenden dolayı bir kurtuluşun değil, yukarıdaki ikinci ihtimalin gerçekleştiğini biliyor. Yine sosyalistler biliyor ki, Romen fahişeleri HU kadar şanslı değil. HU, Avrupa başkentlerinde ekmek elden yaşayıp, gazete köşelerinde kalem oynatma şansı bulabildi. Kapitalizmin çarkları arasında tümden ezilip çözülecek Romen fahişeleri “gençliğim eyvah” demeye fırsat bulamayacak. Romanya’ya yolu düşeceğinden emin olduğum HU, eğer Sibiu otellerinde bu kadınlarla karşılaşırsa, yine eminim ki, onların gözüne baktığında, “ben Romanya ihtilali ile sizlerin kurtulduğunu yazmıştım. Sizler özgürlüğün göstergesisiniz” demeye cesaret edemeyecek.
HU Avrupa başkentlerinde modem kapitalizmin pişkin, ikiyüzlü misyonerini oynuyor. Avrupasız yapamıyor. Taşralılıktan nefret ediyor. Türkiye ona taşra gibi geliyor, bunaltıyor, İstanbul’a “yerlisi olduğum ve artık alışamadığım”, Brüksel’e ise “yabancısı olduğum ve alışık olduğum şehir” (14 Ocak) diyor. Sık sık oraları anlatıyor, müjdeler veriyor. Gençliğe örnek gösteriyor. Modaları anlatıyor, ideal tipler çiziyor, “böyle olun” diyor. Diyor ki, “aksi takdirde birey olamayacağız” (4 Şubat). Şehirli bekârları anlatıyor: bireyci, kendine dönük, kıyafet ve fanteziler için çok harcama yapabilen’ (4 Şubat). Bir Avrupalılık imajı propaganda ediyor Bu imaj satırlarından da anlaşılabileceği gibi tüketici, modaların-markaların köleleştirdiği, bireyci kapitalistin imajıdır. Misyonerlik daha nasıl yapılabilir? Kapitalizm eski sokulan misyoner olarak kullanıyor. Yeni bir dil ve üslupla Gorbaçov’un açtığı yoldan ilerleyen bu “sol”cular kapitalizme nefer yazılıyor.
İsmail Zekeriya Ayman
(X) Broy, Aylık Şiir Dergisi. Sayı 55-56

H. Uluengin gibi muhabir bulmak zor!
27 Haziran tarihli Güneş gazetesinin iç sayfalarında çıkan bir haberde “Kürt ulusal kimliği” ve “terörü PKK’nın mı yoksa güvenlik kuvvetlerinin mi yarattığı” konusunda kuşkuların dile getirildiği satırlar yer alınca gazete karıştı,
İngiliz pasaportlu genel yayın yönetmeni Metin Münir bir gün önce haber toplantısına katılmamış, bu nedenle haberin sayfaya girmesinden haberdar olmamıştı. Haberi ertesi gün sayfada görünce küplere bindi ve şu duyuruyu bütün Güneş bürolarına iletti:
“Bundan sonra gazetemizde, muhabirlerin yazdığı Güneydoğu haberleri kullanılmayacaktır. Güneydoğu haberlerinde bugünden itibaren ajansın geçtiği haberler yayınlanacaktır. Eğer ilerde bu konudaki yeteneğiniz gelişirse yasak gözden geçirilecektir.”
Muhabirlere hitaben yazılan ve devamı da olan duyurunun bu kadarı bile, Takrir-i Sükun kararnamesinin, İngiliz terbiyesi almış genel yönetmeni mi bütün “batılılığı” ve “kibarlığına” karşın nasıl bir gözü dönmüş sansürcü-başı yaptığını gösteriyor. Güneş’in başına geçtiği ilk günlerden bu yana “özgürlükçülüğü”, “çağdaşlığı” hiç yanından ayırmayan Metin Münir, kafa olarak TS (“Takrir-i Sükûn”, dileyen ‘Türk Standardı” olarak da okuyabilir) normları içinde kalmaya özen gösteriyor.
Metin Münir bu duyurunun diğer gazetelerin eline geçmesinden ve teşhir edilmekten korkmuyor. Çünkü bütün günlük burjuva basın Güneydoğu haberleri konusunda Güneş’in tutumundan farklı bir tavır göstermiyor. Hepsi Bölge Valiliği’nin açıklamaları ve Devlet ajansı haberlerini kullanmaya özen gösteriyor. Güneydoğu konusunda birbirlerinin suç ortağıdırlar. Güneydoğu muhabirleri TS’dan sonra, kör ve sağır edildiler. Kör ve sağır olmayanlar ise, öyle görülüyor ki “yeteneksiz”. Devletin islediği doğrultuda haber yazan (kör ve sağır) muhabirin baş-göz üstünde yeri var.
Metin Münir duyurusuna devam ediyor
“Gazetemizde son günlerde marjinal grup ve görüşlere yer veren haberler yer almaktadır. Oysa geniş ve liberal olmakla salak olmak arasında ince bir ayrım çizgisi vardır. Bu nedenle bugünden itibaren gazetemizde marjinal grup vç düşüncelerin haberleri ya kullanılmayacaktır ya da bu çerçevede kullanılacaktır.”
TS’a uymayan haberlere yer vermek ‘salaklık’ oluyor. Metin Münir, “hücre ev” diye basılan ve burada delik deşik edilen devrimcilerin nasıl öldürüldüğünü sorgulayan haberler islemiyor. Bu olaylarda bulunan insanların yaptığı açıklamaların gazetesine haber olarak girmesinden rahatsız oluyor. Muhabirlerine İngiliz İmparatorluğu’nun müstemleke valisi edasıyla ‘salaklık’ ve ‘yeteneksizlik’ yapmamalarını duyuruyor. Bunda ısrar edenleri haberin yayınlamayacağı konusunda uyarıyor.
İngiliz terbiyeli Metin Münir müstemleke valisi gibi davranıyor. Yayınladığı duyum şüpheye yer vermeyecek kadar açıktır. Bir yandan “batılılık” ve “özgürlükçülük” oyunu oynarken ve bunun adı “Güneş çizgi değiştirdi. Artık Güneş özgür düşünce ve gerçeğin sesi olacak” demagojisi yaparken, bir yandan da “imparatorluğun” müstemlekeyi idare etmek için aldığı tedbirleri kraldan çok kralcı olarak aynen uyguluyor. İngiliz imparatorluğu da sömürgelerine uygarlığı götürmek demagojisi ile girmiş, onları bu demagojilerin arkasında azgınca sömürmüştür. Metin Münir de terbiyesini aldığı uygarlığın (!) yöntemleri ile Türkiye’de gazete çıkarıyor!
Güneşin başında gazetenin sahibi Asil Nadir’den sonra gelen ikinci isim eski emniyetçi Fahri Görgülü artık Metin Münir’den memnun olmalıdır. Haftada bir de olsa çıkmasından rahatsız olduğu İnsan Hakları sayfası bu eski emniyetçi tarafından nasıl susturulduysa, TS kafalı Metin Münir de yayınladığı duyuru ile “marjinal” grup ve görüşlerin gazetedeki sesini kesti. Görgülü-Münir ikilisi artık “hizada” bir gazetenin kaynaşmış imtiyazsız iki mutlu yöneticisidir şimdi! 60 bin ve giderek düşen tiraj müstemleke valisine ve emniyetçi eskisine kutlu olsun.

Ağustos 1990

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑