F. Ertuğrul ekibi öğretmen mücadelesini bölüyor Öğretmenlerin hedefi: Eğît-der’den Eğit-sen’e

Son aylarda öğretmenlere ve öğretmen mücadelesine ilgi duyanlar için “öğretmen sendikası”, “kamu çalışanlarının sendikalaşması” ve sanki bunlarla bağlantısı varmışça-sına “EĞİTİM-İŞ” adlı sözde sendika, gündemin temel meselesi oldu.
Açıktır ki, öğretmenlerin bugünkü gündeminin başında grevli-toplu sözleşmeli sendika bulunmaktadır. Sendika en acil ve en temel talebimizdir. Bu yazı çerçevesinde, İstanbul’un şahsında, Eğit-Der Genel Merkezi’nin, daha doğrusu Genel Merkez’de Feyzullah Ertuğrul’ca temsil edilen mahut anlayışın, sendika meselesine yaklaşımını ve sendika talebini nasıl istismar ettiklerini; bununla birlikte, belki de daha önemli olarak, 21-22 Temmuz’da yapılacak Eğit-Der Olağanüstü 1. Kongresi’nin ve bu kongre şahsında sendikalaşma mücadelesinin yakalaması gereken ivmenin ne olması gerektiğini tartışacağım.
İlk Yol ayrımı: Sendikal Haklar Kurultayı
Eğit-Der 1. Olağan Genel Kurulu 4 Şubat 1989 tarihinde yapılmış ve bu kongrede A. Bozkurt ekibi yerini Feyzullah Ertuğrul ekibine (ittifaklarına) bırakmıştır. Bu yönetimde, sendikal mücadelemizde doğru adımlar atabilecek kararlı, mücadeleci arkadaşlar azınlıktadır. Genel yapısıyla, sendikalaşma mücadelemizde egemen sınıfları incitmeden, onların onayını gözeterek yaklaşan bir yapıdadır.
Bu anlama gelmek üzere ilk icraatını 21-23 Eylül 1989’da, “SENDİKAL HAKLAR KURULTAYI” toplayarak yapmıştır. Bu kurultay esas olarak Demirel, İnönü, Erbakan, İlsever gibi faşist-gericisinden reformcusuna bir dizi politikacının, iktidara geldiklerinde “öğretmenlere sendika hakkı vermeye nasıl ve ne kadar hazır olduklarını”(!) “ne kadar öğretmen ve örgütlenme dostu”(!) olduklarını kanıtladıkları ve Genel Merkezin sendika mücadelesine ilişkin düşüncelerinin ilk ipuçlarının zımnen görüldüğü kurultaydır.
Kurultay’da çalışan öğretmenlere ve on yıllardır öğretmen mücadelesine gönül veren sendikacı öğretmenlere söz verilmemiştir. Farklı eğilim ve düşüncelere propaganda imkânı tanımayan anti-demokratik bir kurultaydır bu. Kurultay, hâkim sınıf kliklerinin sendika meselesine yaklaşımlarını bir kez daha göstermesi açısından, bu anlamda, önemlidir. Ama aynı zamanda, her şeye karşın öğretmenlerin kararlılığı da görülmüştür. Sendika hakkını egemen sınıfların insafına terk ederek sendika hakkının bir takım pazarlıklarla (öğretmen aleyhine) kotarılabileceği yanlışlığını, bazı gerici niyetleri ortaya koyması bakımından da önemlidir. Kurultayı izleyen öğretmenler, çeşitli biçimlerde kendi aralarında tartışarak, kulis yaparak, engellenen söz haklarını protesto ederek sendika talebinin sahibi ve savunucusu olduklarını gösterdiler. Bizce Kurultay’da ortaya çıkan esas kazanım da buydu.
O koşullarda, hemen bir sendika başvurusu -öğretmenin ruh hali, örgütlülük düzeyi, hesaba katılmadan ilk bu kurultayda “sendika girişim kurulu” oluşturulması amacıyla başlatılan imza kampanyasıyla ortaya çıktı. Dolayısıyla Genel Merkezdeki anlaşmazlık bu vesileyle ortaya çıktı. Eğit-Der’de “gruplaşmalara karşı” olduklarını söyleyenler yavaş yavaş gerçek grupçular olduklarını, sendika talebini bir “mutabakata mülteciler” grubunun genel siyasetlerinin ve özel olarak da “sendikacılık siyasetlerinin” bir parçası yapma gayretlerini, henüz tam bir açıklıkla olmasa da gösterdiler.
Genelgeler… Öneriler ve Yapılmayanlar:
Genel Merkez, 18 Kasım 1989 gün ve 220 saydı genelgesiyle, “sendikal haklar kurultayının kazanımla-rına dayanarak, önümüzdeki dönemde sendika hedefi için neler yapılabileceğini tartışmak ve kararlaştırmak üzere…” bazı genel doğrulan biçimsel olarak içeren bu genelge ile “bölge toplantıları” yapılmasını istemiştir. Biz, Eğit-Der İst. Şubesi olarak, bağlı 11 ilçede yüzlerce öğretmeni seferber ederek taraştık. Tüm ilçe temsilcileri kitlenin görüşleri doğrultusunda rapor hazırladılar.
Ortak bir toplantı ile şubemizin görüşlerini, önerilerini, sendikalaşmaya ilişkin imkân, plan ve anlayışımızı görüşüp saptadılar.
9 Aralık 1989 günü yapılan bölge toplantısına Beykoz, Uzunköprü, Kartal, Kadıköy, Ümraniye, İzmit, Kırklareli, Edime, Keşan, Lüleburgaz, Meriç, Vize, Saray, Çorlu, Tekirdağ, Pınarhisar, İstanbul (11 ilçeyi temsilen) şubeleri katıldılar. Bu bölge toplantısı, Eğit-Der’in ülke çapında düzenlediği 6 toplantının (Malatya ve Karadeniz toplantıları yapılamadı) en görkemlisidir. Bu toplantıya katılan şubelerin tümü ve ayrıca kişisel konuşma yapan 28 kişinin 25’i Genel Başkan’ın yapağı konuşmanın tümünü eleştirdi. Eleştirmekle de kalmadı, somut öneriler sundu. Eğit-Der’e çalışan öğretmenlerin asil üyeliğini neden önemsemediklerini, güçlü bir Eğit-Der’in sendikalaşmadaki önemini, rolü ve gereğini, sendikalaşmadaki asıl gücün öğretmenler olduğunu, ancak buna bağlı olarak uluslararası hukuk ve iç hukuktaki “yasal desteklere” güvenilebileceğini anlattılar.
Kapanış konuşması yapmak üzere kürsüye gelen Genel Başkan, açış konuşmasında sunduğu programın onaylandığını çok ilginç bir pişkinlikken hafif deyim budur) ifade edince şaşıp kaldık. Toplantı bir sağırlar diyalogu olarak düşünülmüştü herhalde!
Genel Merkez, 30 Aralık 1989 gün ve 251 sayılı genelgesiyle de; “sendika hedefine daha da yaklaştığımız bu günlerde yapılacak işleri görüşmek üzere 13 Ocak günü Ankara’da toplanılacağını, bu toplantıya şube başkanları ile her şubeden birer çalışan öğretmenin katılacağını” ayrıca, “bölge toplantılarının değerlendirilmesi, başvuru tarihinin incelenmesi, sendika tüzük taslağı konusunda bilgilendirme…” yapılacağını belirtiyordu. Bu toplantıya 45 kadar şube katıldı. Genel Başkan açış konuşmasında, 12 sayfanın 4 sayfasını hukuksal duruma ayırıyor, ILO, Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı gibi birtakım uluslararası sözleşmelerin TBMM’den geçerek onaylandığını, dolayısıyla iç hukukta da bir yasa statüsü kazandığından hareketle, iç hukukun öğretmenlerin sendika kurmalarına engel teşkil etmediğinden bahsediyordu.
Anayasa ve yasalarda sendika hakkını yasaklayan herhangi bir hüküm bulunmadığını, bu durumun hukuk dilinde SERBESTLİK REJİMİ olarak nitelendirildiğini, ayrıca, egemen sınıflarca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İLO’nun 98 sayılı kararının da TBMM’de onaylandığını, yine dolayısıyla öğretmenlerin toplu sözleşme hakkını kapsayan bir HAK REJİMİNİN de doğduğunu, sendikal haklarımızın hukuki gerekçelerinin bulunduğunu belirtiyordu.
Buraya kadar söylenenlere kimsenin bir diyeceği yoktu ve olamazdı. Çünkü bunlar, egemen sınıfların uyup uymamalarından bağımsız yasal gerçeklerdi. Bu kararların imzalanmasının her şeyi çözmediği, adı geçen kuruluşların yaptırım gücü bulunmadığı ve ülkemizde hiçbir zaman gerçek demokrasinin yaşanmadığı, egemen sınıfların bu tür yükümlülükleri hiçbir zaman yere getirmediği biryana bırakılacak olursa, denilenler elbette doğruydu. Ama sorunun temeli bu değildi. Daha doğrusu olay bu haliyle ele alındığında tek yanlı olurdu. Sendikalaşma eyleminin daha önemli bileşenleri de vardı, olmalıydı.
Talebin öğretmenlerce kavranışı, öğretmenlerin gücünün tespiti doğru bir sendikalaşmada izlenen taktikler, somut eylem planı, güçlerin seferber edilebilmesi için daha nelerin yapılabileceği, egemen sınıfların içinde bulunduğu durum ve kriz vb. gibi daha birçok öznel ve nesnel koşul ve koşulların irdelenmesi Genel Başkan’ın konuşmasında yoktu. Ayrıca Genel Başkan, grevli sözleşme hakkı olan öğretmenlerin haklarını kararlıca savunacak, onların birliğini sağlayıp pekiştirecek direnme ve mücadele örgütü bir sendika değil de egemen sınıflarca kabul edilebilir grevsiz, aslında dernek olduğu bile tartışılabilir, ondan da geri, bir icazet, bir uzlaşma Örgütü öneriyordu. En kabul edilmez yan ise, bunun bilinçlice yapılmasıydı. Ve Genel Başkan, yukarda sözü edilen nitelikte bir sendika için başvurunun en kısa zamanda yapılacağım söylüyordu, öyle ya! ‘141’ kaldırılıyordu, kaldırılacaktı…!”, “komünist partiye özgürlük vaat edilmişti, her şey karşılıklı Çözülüyordu”! Bu durumda öğretmenlerden sendika esirgenebilir miydi!
Sonraki gelişmeler gözlendiğinde; hesaplar ve pazarlıkların böyle olduğu daha bir anlaşılır hale geldi.
Genel Merkez’deki “Birlik Dayanışmacılar” böyle istiyordu. Ama öğretmenler onların planını yine reddettiler. 7 şube kararsızdı, 3 şube Genel Merkez’e tam destek veriyordu (ki, bu şubelerde çalışan öğretmen temsilciler seçimle değil, Genel Merkez’in atamasıyla gelmişlerdi).
Genel Başkan, kapanış konuşması için yine kürsüye geldi. Yaşından beklenmeyen, terbiye sınırlarını aşan bir tavırla, önerilerinin tüm arkadaşlarca onaylanmasından dolayı teşekkür ettiğini söyledi. , Genel Başkan (biz onun şahsında daima bir anlayışı anlatmak istiyoruz) öğretmenlerin olağanüstü sabrını, sendika ve örgüte duydukları güveni işte böyle istismar ediyordu.
Fakat artık, Genel Merkez’deki devrimci demokrat arkadaşların ve bazı dürüst üyelerin muhalefeti, henüz dışa vurul masa da, saklanamaz hale gelmişti.. Genel Merkez bu kez, 15 Şubat 1990 gün ve 274 sayılı genelgesiyle; “sendika üyesi olmak isteyen arkadaşları saptamamızı, bu üyeler arasında SENDİKAL HAKLAR KOMİSYONU seçilmesini, ayrıca sendika kurucuları saptamamızı ve sendika üyelerinin aylıklarının % 2’sini sendika fonuna vermelerini, diğer kamu çalışanlarıyla sendikal dayanışmaya girmemizi…” istedi. Genel Başkan farklı şeyler söylese de, Genel Merkez çoğunluğunun örgütün sesine kulak verdiği, tutum almak için acele edilmemesi gerektiği örgüte iletildi. Sendikalaşma süreci yaklaşık 15 yıldır sürdüğü ve öneri içinde sendika komiteleri, sendika fonları, grev komiteleri vb. gibi olumlu yanlar olduğu için, diğer mücadeleci arkadaşlarla birlikte -kaygılarımız olmakla birlikte- çalışmaya koyulduk. Ancak, Genel Merkez’deki uzlaşmacıların, biçimdeki bir takım olumluluklara karşın her zaman manevra yapıp uzlaşacakları konusunda bir rezervimiz oldu.
İstanbul Şubesi olarak yüzlerce sendika üyesi yaptık. Bildirilerle okullara gittik. Sendika üyeleri, “sendikal haklar komisyonu” üyelerini seçtiler, İstanbul’da fiili bir sendika oluşmaya başladı. Haklı olarak diğer Eğit-Der şubelerinde de aynı şeylerin yapılmasını bekliyorduk ve sendikal haklar komisyonu üyelerinin merkezilenip, genel bir toplantıyla sendikalaşma sorunlarımızın tümünü (başvuru, yasallaşma vb.) görüşeceğini umuyorduk, doğrusu da buydu.
Bu sırada, 25 Nisan 1990 tarihli, 306 sayılı genelge geldi: “Sendikal hakların kazanılmasında yaşanan sürecin değerlendirilmesi, girişim zamanı ve yöntemi…” konusunda kesin değerlendirmelerin yapılacağı bir genel toplantının 12 Mayıs’ta Ankara’da toplanacağı belirtiliyordu
Biz sendikacılığı tutarlı savunan öğretmenler olarak, sendikalaşma konusunda tüm çabaların seferber edemediğini bilmekle birlikte, bu karan olumladık. Yapılacak olan kendi programımızın yaşama geçirilmesi İçin öğretmenleri ikna etmekti. Ama çabalarımıza karşın çoğunluk bizim yanımızda yer almazsa, görüşlerimizle uyuşmasa bile çoğunluğun kararına saygı gösterecektik. Bizim demokratik merkeziyetçilik anlayışımız, tabanın söz ve karar sahibi olması ilkesi anlayışımız bunu gerektiriyordu.
Eğit-Der’de bunlar yaşanırken, Niyazi Altunya ve 22 arkadaşından “Eğit-Der’in başlattığı sendika kurma çalışmalarını bir grup çalışan öğretmen üstlenmiştir…” diye başlayan ve “sendika dersi’ veren, devamla, “bu konuların çevrenizde tartışılması ve bilgi verilmesini…” isteyen bir mektup aldık. Durum şaşırtıcıydı, ama biz bunu bekliyorduk. F. Ertuğrul ekibinin, sendika kurucularının demokratik bir tarzda seçilerek, bütün işleri bunları yürütmesine razı olacağına aklımız yatmıyordu.
Onlar değil miydi, 1978’de, Ali Başpınar’ın başkanlık ettiği Genel Kurul Divanını ve kongresini iptal yoluna gidenler? Onlar değil miydi, İstanbul’da ayrı şube açıp TÖB-DER şubesini aylarca İGD’lilere işgal ettirenler? Her şey beklenirdi bunlardan, yeter ki yığınların mücadelesini bölsün, burjuvaziyle uzlaşan bir çizgiye çeksin.
Genel Merkez’in ve örgütün çoğunluğu, kurucuları ve kuruluşu bir genel toplantıyla seçmek istiyordu. Ama Genel Merkez azınlığı buna karşıydı. Genel Merkez’in bölücü azınlığı N. Altunya’yı destekliyordu. Üstelik onları Eğit-Der’in sendika kurucuları olarak lanse ediyordu. Belki kamuoyunda hala öyle bilenler de var.
Biz bu kuruculara şu nedenlerle karşı çıktık:
İlk olarak Eğitimciler Sendikası bu bileşime teslim edilemeyecek kadar ciddi ve önemli bir talepti.
Bununla bağlantılı olarak, 14 Eylül 1980’de Cunta’ya basan telgrafı çeken ve bugün de aynı düşünceyi taşıdığını söyleyenlerle sendika kurulamazdı. 12 Eylül’ün halka geniş bir soluk aldırdığını… anarşi mihraklarına karşı alınacak tedbirlerin öğretmenlere derin nefes aldıracağını… yurt bütünlüğü ve ulusal birliği sağlamak ve mahalle kabadayılarının terörünü ortadan kaldırmak için ordunun müdahaleye mecbur kaldığını… parlamentonun önleyemediği anarşiyi generallerin önlediğini… şimdi öğretmen örgütlenmesi konusundaki tartışmayı da bitirdiklerini…” açıkça (belgeler elimizde) ifade eden .”Öğretmen Dünyası” Dergisi Yazı İşleri Müdürü Ayhan bey, şimdi sendika kurucusuydu.
Bu bileşimin programı da, tabiatlarına uygun olarak, öğretmenlere sendika vaat etmiyordu. Biz bu kurucularla, kurduk dedikleri sendikanın niteliği arasında doğrudan bir ilişki olduğunu düşünüyoruz.
Kim seçmiştir bu kurucuları? Bu 23 kişiyi Ankaralı öğretmenler bile tanımıyor. Seçiliş tarzları meşru değil. Bunlar öğretmen mücadelesini arkadan hançerleyen bölücülerdir. Yasallaşma çabası içinde olan bir tövbekârlar örgütünün güdümündedirler.
23 kişinin içinde yer alan ve kendisine yurtsever devrimci öğretmen diyen 3 kişinin yolu kesin yanlıştır, yanlış değirmene su taşıyorlar.”iyi niyetliyiz” diyorlar ama iyi niyet bir şeyi çözmüyor. İçlerinde gerçekten dürüst, demokrat, samimi olduklarını ifade edenler varsa, hemen halalarını kabul edip istifa etmeli, özeleştiri yapmalıdırlar. Aksi halde kendi “iyi niyetleri” ile baş başa bırakılıp teşhir edileceklerdir. Bunların içinden geldiklerini söyledikleri geleneği hiç bir şekilde temsil etme durumları yoktur.
Tekrar konuya dönelim: 12 Mayıs’ta, Ankara’daki toplantıya gittik. Ankara Valiliği’nin toplantıya izin vermediğini öğrendik. F. Ertuğrul ve bu 23 kişi Metropol denilen bir yerde ayrı bir toplantı düzenlediler. Bu toplantıya bizzat gittik. N. Altunya, “çok büyük destek gördüklerini ve Mayıs’ın son haftasında mutlaka başvuru yapacaklarını…” merdivene çıkarak açıkladı. Toplantıya katılan şubelerin ezici çoğunluğu, Genel Başkanı yüzüne karşı acımasızca, hatta açması hale getirecek biçimde eleştirmişlerdi.
F. Ertuğrul ve ekibine şunu sormak gerekir Eğer önerilerinizi örgüt çoğunluğu destekliyorsa neden önerilerinizi örgüte oylatmadınız? Bize göre neden açık. Çünkü örgütten hiç destek alamayacaklarını biliyorlardı. Ne onların öğretmenlere, ne de öğretmenlerin onlara güveni var. Angaje olmuş küçük bir grubun desteğinden başka destek alacakları bir kitle yok. Bundan dolayı, Genel Başkan ve yandaşları, Genel Merkez karar defterine, “sendika girişimi ile ilgili her konuda karar ve irade Ankara’da, kurucular belgesini hazırlamış arkadaşlarımızda olduğundan, böyle bir toplantı külfet olacaktır…” diye yazabiliyor.
Genel Başkan, şubelerden gelen temsilcilerce istifaya çağırıldığında, istifa etmeyeceğini, ancak görevden alınabileceğini söylüyor. Bunun üzerine Genel Yönetim Kurulu, çoğunluk kararlarım hiçe sayan, tüzüksel yetkilerini aşıp kötüye kullanan bir grubun temsilcisi gibi davranan Genel Başkan’ı görevinden aldı. Bu geç kalmış bir karardı, ama sonunda yerine getirilebildi.. Ancak Genel Merkez’deki çoğunluğun bunlara karşı liberal tutumu Genel Başkan ve yandaşlarını cesaretlendiren, olumsuz sonuçlara yol açan bir tutum olmuştur.
Olağanüstü Kongre’de Görevlerimiz
Bugüne kadar Eğit-Der’i yönetmede basiretsizlik örnekleri veren Genel Merkez, oybirliği ile 21-22 Temmuz’da Olağanüstü Genel Kurul kararı aldı. Bu arada N. Altunya ekibi 28 Mayıs’ta “Eğitim-İş” adlı sözde bir sendika için Ankara Valiliği’ne başvuruda bulundu. Başvuru kabul edilmedi, posta ile gönderildi vb. vb.
Bir aylık bir zaman geçti. 45 bin öğretmenin bulunduğu İstanbul’da yaptıkları örgütlenme yemeğine 200 kişiyi zor katabildiler. Bu başvuru öğretmenlerden destek görmüyor. Salt İLO ve diğer dış desteklere güvenerek kurulan, tüzüğü bir okul aile birliği tüzüğü kadar geri ve ilkel, grev hakkı içermeyen böyle bir başvuru bizlerin başvurusu değildir. Böyle bir başvuru, sendika mücadelemiz önünde bir engeldir. Gerçek anlamda bir sendika için yürüttüğümüz, yükseltip olgunlaştırdığımız mücadelemizi ve sendika talebimizi istismar etmektedir.
Ve görülen odur ki, onlar tüm umutlarını bizim eksikliğimize, başarısızlığımıza, yapacağımız hatalara bağlamışlardır. Diğer şeylerin yanı sıra, salt bu nedenledir ki, Temmuz Genel Kurulu tüm dikkatini sendika konusunda yoğunlaştırmalıdır. Bu kongre, sendika kuruluş kongresine dönüştürülmelidir. Bu kongrede seçilecek genel yönetim, bir geçiş yönetimi olmalıdır. Bu yönetim, sendikalaşma sürecini sonuçlandırmak için planlar yapmalı, Eğit-Der öncülüğünde bir girişimi kotarma yönünde somut eylem planları, çalışmalar yapmalıdır. İş teoriden çıkarılmalı (çünkü bu yön yeterince kavrandı), somut pratik adımlar atılmalıdır.
Bugün bir başvurunun şartlan vardır. Yeter ki, başvuru olayı sendikalaşma sürecinde önemli bir durak, sürecin bir parçası olarak algılansın. Elbette ki başvuru olayı tek başına mutlaklaştırılıp sendikalaşma sürecinin kendisi (tamamı) olarak algılanmamalıdır.
Öğretmenlerin birliğinden yana olanlar, sendikayı gerçekten isteyenler birlik olup, bir başvuru ile sendikalaşmayı niyetlerden bağımsız erteleyen, kendiliğindenci tavırlardan vazgeçmelidir. Sendika kurmak, elbette zorluklan olmakla birlikte, devrim yapmak kadar -deyimi hoş görün- zorlaştırılıp bir devrim sorunuymuş gibi görülmemelidir. Bizler, dünya işçi sınıfının ve ülkemiz işçi sınıfının asırlardır sürdürdüğü mücadelenin kazanımlarına dayanıyoruz. Her şeyi yeniden keşfetmek ve sıfırdan başlamak diye bir sorunumuz yok.
Sendika kurmak, bizim bilinç ve örgütlülüğümüze, ülkemizdeki sınıf mücadelesinin durumuna vb. bağlı bir olaydır. Biz öğretmenler, asgari düzeyde ele alınsa dahi, sendika kurabilecek kararlılık, kavrayış ve birliğe sahibiz.
Sendika talebi öğretmenlerce benimsenmiştir. Yapılması gereken, sendika komisyonlarını Temmuz sonrası toplayıp bir kurultayla, sendikaya varmanın, somut, belirli bir zamana yayılmış planını, eylemliliklerini tespit etmektir, sendikayı örgütlemektir. Son bir yılda alınan mesafe küçümsenmemelidir.
Aksi halde sendika karşıtlarının, sözde sendikaların ekmeğine yağ sürülmesi olasılığı vardır. Bugün Milli Eğitim Bakanı’nın ortaya attığı ve gizlice hazırlıkları sürdürülen ODA tipi örgütlenme ve sözde Eğitim-İş de dâhil tüm karşıtlarımızın başarısı bizim başarısızlığımıza bağlı olacaktır.
Tüm sendika güçleri 21-22 Temmuz Eğit-Der Olağanüstü Kongresi’nde güçlerini birleştirmelidir. Yıkıcıların Eğit-Der’i ele geçirip bir düzen örgütü yapmalarına, Eğitim-İş adlı sözde sendikaya payanda bir örgüt durumuna düşürülmemize izin vermemelidir. Eğit-Der’in varlığına yönelik saldırılara karşı konulmalıdır.
Hedef, grevli-toplu sözleşmeli, sınıf sendikacılığı ilkeleriyle donanmış bir sendikadır. Eğit-Der, sendika mücadelemizin önemli bir dayanağıdır.
EĞİT-DER’den EĞİT-SEN’e, hedef budur. Görev başına!

*EĞİT-DER İstanbul Şube Y. K. Üyesi
Temmuz 1990

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑