Grevleri ertelendi, işçiler öfke dolu Cehenneme atılmış bir adım

Sonunda hükümet grevleri erteledi. Erteleme 1 ay olarak açıklandı. Ama çalışma hayatının burjuvazi tarafından yönetilmesinin bakanı İmren Aykut’un da söylediği gibi, erteleme 1 değil 2 aylıktır. Bu iki ay süresince Bakan Hanım resmi arabulucu olarak sendikalar ve işveren kuruluşları arasında anlaşma sağlanarak toplu sözleşmenin imzalanması için çalışacak, olmazsa anlaşmazlık Yüksek Hakem Kuruluna gidecek, bu kurulun vereceği karar kesin ve bağlayıcı olacaktır. Bu kurulun şöhretini bilmeyen, onun burjuva karakterini tanımayan işçi hemen hemen yoktur.
Alınan karar, savaş ortamından yararlanarak işçi sınıfına yöneltilmiş dolaysız bir saldın ve burjuvazinin proletaryaya karşı örgütlemekte olduğu kapsardı ve genel saldırının ilk adımıdır.
Gerekçe, “milli güvenlik”tir. Böyle bir saldırının, hem de “milli güvenlik” gerekçesiyle başlatılacağı sır değildi, bekleniyordu. Hatta işçiler, çeşitli sendikalar ve sendikacılar olası böyle bir gelişme karşısında ne yapılabileceğini önceden tanışıyorlar ve tavırlar bile açıklıyorlardı. “Bizi zorla çalıştıramazlar”, “zorla işbaşı yaptırsalar bile, üretim yaptıramazlar” gibi açıklamalar, reformcu YO hatta faşist sendika bürokratları tarafından dahi yapılmaktaydı, işte zaman geldi. “El mi yaman bey mi yaman”, bu, fiili olarak ortaya konmazsa, sadece grevci işçileri değil, tüm sınıfı olağanüstü zor günler beklemektedir. Bu karan kabullenip uygulayan sendika bürokratları, sınıfın sefalete, işsizliğe ve özgürlüksüzlüğe, koyu bir karanlığa mahkûm edilmesinin suç ortağı olacaklar, sınıfa ihanetleri tescillenecektir.
Burjuvazi ve onun siyasi temsilcilerinin savaşçı politikalarının temel bir nedeni, savaş ortamından yararlanarak işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini bastırıp ezme ihtiyacıydı. Burjuvazi işçi hareketini, grev ve direnişleri olağan koşullarda bastıramıyor, işçilerin taleplerim karşılayarak da grevleri sonuçlandıramıyordu. Sorunun bir ekonomik yönü vardı. Kapitalizmin krizi giderek içinden çıkılmaz hal almaktaydı ve burjuvazi tatlı karlarından vazgeçme eğiliminde değildi, hiçbir zaman olmamıştı. Krizin yüzerinin işçilerin ve diğer ezilen sınıfların sırtına yıkılarak yürünmesi politikası sürdürülmek isteniyordu. Hemen hiçbir iş kolunda burjuvazi işçilerin ücret taleplerini ve sosyal hak isteklerini, en azından talep edilene yalan düzeyde karşılama içine girmiyor, giremiyor, tüm TİS görüşmeleri uyuşmazlık ve grevle sonuçlanıyor, sınıf kararlı tutumlarla grevlere çıkıyordu. Yıllardır işçilerin gerçek ücretleri geriledikçe gerilemiş, işçilerin milli gelirden aldıkları pay 10 yıl öncesine göre 3 kat azalmıştı. Şimdi mücadele içine giren işçiler yıllardır sırtlarına vurulan kamburlardan kurtulmak istiyor, yaşamaya yetecek ücret düzeyini talep ediyorlardı. Bu, yıllardır dikensiz gül bahçesinde katmerli sömürüye alışmış burjuvazi için kabul edilebilir bir şey olmuyor, hemen hiçbir sektörde uzlaşma ve “iş barışı” gerçekleşmiyordu. Ama çözüm de bulunamıyordu, işçiler taleplerinden vazgeçmedikleri gibi, girdikleri burjuvaziyle mücadele ortamında eğitimlerini ilerletiyor, ekonomik taleplerin ötesine yönelme eğilimi içine giriyor; her grev, onlara daha çok şey öğretiyor ve işçi hareketinin siyasallaşma potansiyelini artırdığı gibi, hareketin bu yönde güç kazanarak gelişmesinin zeminini oluşturuyordu. Genel grev gündeme gelmiş, sınıf ilk kez genel grev yapmıştı. Şevket ağa ve Türk-İş yönetimi ne denli geriye çekmeye çalışırsa çalışsın, bir kez yol açılmıştı. Artık yol olacaktı. Zonguldak grevi ve Ankara yürüyüşü burjuvaziyi yerinden hoplatmıştı. Korku dağları bekliyordu. Burjuvazi önceden de gelişmenin eğilimi ve yönünü hesaplıyor ve tahmin ediyordu, ama artık somut olarak görmeye, yaşamaya başlamıştı. Sınıf, hükümetin ve devletin karşısına dikilme yolundaydı. Hem de henüz sendika bürokratlarının yönetimlerini tümden silkeleyip başından atmadan. Burjuvazi, onun yönetici siyasal şefleri, çözümü zorbalıkta, sınıf hareketini zora dayanarak bastırmaya yönelik politikalarda gördüler. Bu politika olağan koşullarda pek kolay uygulanamayacaktı. Koşullan üzerine düşünüldü. Körfez krizi burjuvazinin imdadına yetişti. Hesap, savaş koşullarından yararlanma üzerine kuruldu. “Ülke savunması”, “milli güvenlik” gibi gerekçelerle işçi hareketinin üzerine gidilebilir, savaş koşullarında işçilerin taleplerinin karşılanmasının olanaksızlığı ileri sürülebilir ve işçilere boyun eğme dayatılabilirdi. O da olmazsa, “olağanüstü hal”, “savaş hali”, “sıkıyönetim” gibi zorbalık önlemleri ne güne duruyordu!
Şimdi hesap uygulamaya sokulmuştur, ilk adım grevlerin ertelenmesidir. Yetmezse, diğer önlemler, giderek doz artırılmak üzere, uygulamaya konulacaktır. Burjuvazi kararlıdır, işçilerin mücadelesi ezilmelidir! İşçiler taleplerinden vazgeçmeye “ikna” edilmelidir. Açlığa, sefalete, işsizliğe, özgürlüksüzlüğe katlanmaları sağlanmalıdır.
Sınıfın da kararlı davranması, en azından burjuvazinin kararlılığına eş bir kararlılıkla, başlatılan saldırının karşısında durması gerekiyor. Aksi halde saldın durmayacak, gidebileceği son noktaya kadar, açlık sınırına, hiçbir şeye ses çıkaramama sınırına kadar sürdürülecektir.
Saldırı göğüslenemezse, yere sereceği sınıfın üzerine çıkıp tepinecektir. İşçi sınıfı buna layık olmadığı gibi, bu duruma düşürülmesini engelleyecek güç birikimine de sahiptir. Gereken, uzlaştırıcıların, sendika bürokratlarının, yumuşaklık ve boyun eğme, talepler ve mücadeleden tavizler verme ve geri adım atma öneren yatıştırıcıların, düzen ve burjuva yandaşlarının, grev satıcılarının, hainlerin eylemsizlik ve teslimiyete giden yolun sessizce kabullenilmesi yönündeki “yol göstericiliklerinin, moral bozucu tutumlarının, “yapacak şey yok” propagandalarının reddedilmesidir.
Sınıf kararlıca saldırının karşısına dikilirse, şimdiye kadar izlediği yasakları ve yasaları aşma ve sınıf yasasını yapma tutumunu sürdürürse, “Bahar Eylemleri”nde başlayıp Zonguldak’ta geliştirilen yasalara rağmen kendini ortaya koyma tavandan geri adım atmazsa, gelecek aydınlıktır. Saldırıyı kararlılıkla göğüsleme tutumu, maceracı bir tutum değildir, uygun koşulları vardır, sınıf hoşnutsuzluk ve öfke doludur ve işçi hareketi düşme eğilimi içinde de değildir, sınıf ihanete uğramazsa -ve hatta uğrasa bile- mücadele ve direnme potansiyeline sahiptir. Direnmenin ve aydınlık geleceğe yürümenin koşullan vardır ve uygundur. Ve ama saldırı göğüslenemezse, bu, yenilgiye giden yolun açılması ve yenilginin sonuçlarına, esaret ve sefalet koşullarına mahkûmiyeti kabullenme anlamına gelecektir.
Burjuvazi bugünkü 105 bin işçinin grevini ertelemekle kalmayacaktır. Onlar, o güzelim Zonguldak günlerinin intikamını almakla, madencilerin grevini ezmekle ve onları üç kuruşluk bir ücret artışına -ertelemeyi kabullenen madenci 1 milyon TL civarında bir ücrete rıza göstermeye hazır olsun- “razı” etmekle de kalmayacaklardır. Saldırının göğüslenememesi, yeni saldırıları gündeme getirecektir. Örneğin Zonguldak’ta öteden beri söylenen ocakların ya da bazı ocakların kapatılması ve işsizlik gündeme gelecek -ilk anda 16-17 bin işçi çıkarılacağı söylentisi yaygındır-, burjuvazinin intikamı yalnızca sefalet ücretinin dayatılmasıyla sınırlı olmayacaktır. Burjuvazi, o, tüm Zonguldak’ı miting alanına çevirip yürüyen işçilerin bacaklarını kırmayı, yani sokak ve caddelerini “güvenlik” altına almayı, o, “ölmek var dönmek yok” diye haykıran ağızlan fermuarlamayı, yani sömürü, sefalet ve özgürlüksüzlük düzenini muhalif sesleri susturarak sürdürmeyi dayatıyor.
Mart’ta 600 bin işçi toplu sözleşme dönemine giriyor. Bugün grev ertelemelerine karşı durulmaması, bu işçileri de aynı durumla karşı karşıya bırakacaktır. Erteleme saldırısı, yalnızca bugünkü grevcilerin değil yarın greve çıkacak olanların da haklarına saldırıdır, tüm işçilere, sınıfa saldırıdır. Grevde olsun olmasın tüm işçilerce, sınıf olarak göğüslenmelidir. Aksi durumda, toplu sözleşme yenilemesine gidecek her iş kolu ve sektörün işçisi, sözleşme görüşmelerine, artık grev silahı elinden alınmış olarak oturacaktır. Silahsızlandırılmış işçiler, silahsız işçi sınıfı boyun eğmeye kolaylıkla zorlanabilecektir. Ve silahsızlık, yalnızca toplu sözleşme görüşmelerinde boyun eğmenin değil, işçilerin tüm hak taleplerinin, tüm mücadele girişimlerinin, tüm haksızlıklara karşı ses yükseltme yönelimlerinin, örneğin savaş karşıtlığının etkisizleşmesinin ve giderek olanaksızlaşmasının temel faktörü olacaktır.
Sınıfın karşı karşıya bırakıldığı bu saldırının suç ortakları da var. 90’ın her grevini satan ya da satılması propagandası yapan, Tekstil işçilerini bir tabak çorba fiyatından daha azına burjuvaziye peşkeş çeken, Zonguldak’a karşı hükümetin yanında saf tutup madencileri başından beri geri döndürmeye uğraşan Şevket ağa, MESS grevinin satışını gerçek ücretlerin gerilemesi karşısında hiçbir şey ifade etmeyen küçük bir ücret artışıyla gerçekleştiren M. Özbek, işçi hareketinin ilerlemesinde kendi sonlarını da görerek bu ilerleyişi durdurmaya çalışan satışçı sendika bürokratları, yatıştırıcı politikalarıyla burjuva muhalefet partileri, sınıfa yöneltilen bu son saldırının suç ortakları, bu saldırı ortamının hazırlanmasının sorumluları arasındadırlar.
Burjuvazi, siyasal temsilcileri, düşmanlarının, proletaryanın ve hareketinin nabzını ölçmeye çalışarak ileri adım atmaktadırlar. Atılan geri adımları gördükçe saldırmaktadırlar. Bu saldırı, ancak sınıfın kararlı tutamları ve mücadelesiyle önlenebilirdi. Kararlılıktan her uzaklaşma, atılan her geri adım, burjuvazi ve hükümetin kararlılığını ve saldırganlığını artırmıştır. Aynı, ilk gün barikata yürüse onu aşacak olan madencilerin ilk gerilemesiyle, karşısındakilerin kararsızlığıyla cesaretlenen ve barikatı kararlılıkla savunmaya yönelen hükümetin saldırganlaşmasında olduğu, gerilemeci tutumuyla Denizer’in hükümetin durumunu sağlamlaştırıp kararlılığını pekiştirmesine ve saldırganlaşmasına yardım etmiş olduğu gibi. Eskiçağa’da durdurulmayıp yürüselerdi madenciler, barikatı aşacaklardı; gerileyince hükümetin konumu, morali ve saldırganlığı sağlamlaştı, sertleşti. Gerilemeciliği ve madenci grevini yönetmedeki, yürüyüşü sürdürmedeki kararsızlığı, sürekli “diyalog” ve “anlaşma-uzlaşma” eğiliminde oluşuyla, muadelenin kararlılıkla sürdürülmesi yerine kararlılığı törpüleyen uzlaşma girişimleriyle, hükümetin tehditlerinden ürkerek yürüyüşü bitirip madencileri Zonguldak’a geri yollayan ve madenci Zonguldak’tayken en hayati 20 günü hükümetle görüşme dilenciliğiyle Ankara’larda harcayan Denizer, son saldırının örgütlenmesinde büyük sorumluluk altına girmiştir. Denizer’in ezdirmeye yöneldiği büyük ve kararlı madenci gücüydü çünkü. Sınıfın büyük bir kaldıracını, madenci etkenini işlevsizleştirmenin sorumlusu oldu çünkü Denizer. Erteleme ve “olağanüstü hal” vb. saldırıları ihtimali karşısında, önceden, “çalışmayız”, “ocaklara indirseler bile üretmeyiz” diyen Denizer, bugün erteleme kararı karşısında anında “karara uyacağız” diye demeç veriyor. “Ancak kararın hukuki dayanağı olmadığı inancı içinde”ymiş ve yasal girişimleri olacakmış!
Sınıfın saflarının pekiştirilmesinin hayati önem taşıdığı günlerdeyiz. Denizer sınıftan tümden kopmak istemiyorsa, önceleri açıkladığı gibi davranmaya çalışmalı, saldırıya karşı koymaya yönelecek işçilerin direniş eğilimiyle uyum sağlamalıdır. Sınıf bu saldırıyı da, yenilerini de püskürtecek güçtedir, örgütlerinin başında bulunan sendikacılar işçileri güçsüz sanıp hükümet safına açık ya da örtülü biçimde geçerlerse aldanacaklardır. Sınıf ihanete rağmen ilerleyecek gücü bulacak, zorlanacak ama bulacaktır. Ama işçilerin direniş eğilimiyle birleşmeyen sendikacılar bir daha sandalyelerini bulamayacaklardır.
Sınıf bilmelidir ki, Türk-İş yönetiminden kendisine hayır yoktur, hiçbir zaman olmamıştır, bugün de yoktur. Onlar bugün erteleme kararına uyacaklarını açıklıyorlar, işçilerin kontrolünü tümüyle ellerinden kaçırmaktan kaçınmak için hükümeti, bu kararıyla “yetkilerini kötüye kullanmak”la eleştiriyor ve Danıştay’a gideceklerini söylüyorlar.
Hukuki yollar, Danıştay’a gitme vb. sınıfın sorununu çözemeyecektir. Burjuvazi sınıfa savaş açmıştır, saldırı halindedir. Danıştay da hukuk da onun kurum ve kurallarıdır. Sınıf eğer kendi hukukunu Zonguldak gösterilerinde olduğu gibi, kendi yasalarını yapmaya yönelerek ortaya koymazsa, yenilginin yolu açılacaktır. Son saldırının püskürtülmesinin yolu Danıştay vb. yolu değil, genel grev ve direnişlerin yolu olabilir. Burjuvazi sınıfın ve emekçilerin nabzını ölçmektedir. Karşısında gerilenirse, saldırı dozajı artarak sürecektir. İşçi sınıfı kendi gücüyle, gücünün somutlanması olan genel grev ve direnişlerle ancak saldırıyı bertaraf edebilir.
Bu son saldırıya karşı mücadelede kimin işçi sınıfının yanında kimin karşısında olduğu bir kez daha görülecek. Ve işçiler, dostlarıyla düşmanlarını bir kez daha sınayacaklar.
Sınıf, ancak, fabrikaları, işletmeleri, meydan ve sokakları mücadelenin alanı haline getirebilirse, önüne konan işsizlik, açlık ve özgürlüksüzlük alternatifini geçersizleştirebilecek, yenilgi ve hareketinin ezilmesinin önüne geçebilecektir.
Sessizce ve sanki zorlu mücadeleler verilmemiş gibi, bunlar içinde güç ve tecrübeler biriktirilmemiş gibi işbaşı yapılırsa, gittikçe koyulaşacak karanlığa doğru yol alınacaktır. Saldırıyı püskürtmeye yönelik mücadele, aydınlık günlerin zorunlu koşuludur.

Şubat 1991

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑