Haberler-Mektuplar

ÖZGÜRLÜK DÜNYASI’NA
Türk Metal’e bağlı fabrikamızda sözleşmenin bitiminden sonraki ilk işgününde 17 işçi işbaşı yaptırılmadan işten atıldı. Daha sonraki günlerde onlu, yedili gruplar halinde, bugün 47 işçi fabrikadan atılmış durumda.
Çıkarılan işçilerin paralan hala işveren tarafından kullanılmakta, işçilere ödenen para çok az, kesintili, ödenen zamanlar arasında uzun süre olmakta ve bazen çekle karşılanmaktadır. Ayrıca işveren, on bir aylık sözleşmeli (sözleşme başlangıcı ve bitimine kadar çalışıyor) olan işçilerin bu haktan yararlanamadığını ileri sürmektedir. Kendilerinin hiçbir şey yapamayacağım ve bu sorunu Türk Metal Sendikası’yla çözmemiz gerektiğini, çünkü sendikanın bu olaylar karşısında işverene herhangi bir karşı tutumda olmadığım söylemektedir.
İşverenin bu tutumu karşısında on bir aylık sözleşmeli dokuz arkadaş soluğu Türk Metal Sendikası’nın Beyazıt şubesinde aldık. Alaycı ve umursamaz tavırlarıyla birlikte zorunlu olarak sordukları “hayrola ne oldu, hangi fabrikadan geliyorsunuz?” sorularıyla karşılandık. Bunun üzerine ilk konuşmayı ben aldım: “Bizler, fabrikadan atılan 47 işçiden dokuzu, yüz iki aya yakın bir süredir fabrika önünde hakkımız olan ihbar, kıdem tazminatı ve sözleşme farklarımızın ödenmesini bekliyoruz. Bu olayda işverenin tutumu belli. Sonuna kadar işçiyi sömürmek ve parasını kullanmak istiyor. İçerideki işçi tedirgin, aylığım zamanında alamıyor, sözleşme farklarının ne zaman ödeneceği belli değil, daha fazla üretim bekleniyor ve her geçen gün baskı artırılıyor. Sözleşmeli olanların hiçbir konuda hak iddia edemeyeceğini söylüyor. Tüm bu olaylar karşısında Türk Metal Sendikası nerede? Güçlü olduğunu zanneden ve bunu her fırsatta sözleriyle yineleyen, sizlerin deyişiyle güçlü Türk Metal Sendikası ne yapıyor?”
Yüksek sesle ben bunları anlatırken çok rahatsız olmuş bir şekilde İstanbul Şube Başkanı Erdoğan Aslı Yüce içeri geldi: “Ne istiyorsunuz, niye geldiniz, biz, bize düşen görevi yerine getiriyoruz. Sadece siz değilsiniz, bir sürü fabrika var bu durumda. Çok şey bildiğinizi sanıyor, hiçbir şey bilmiyorsunuz, size ne içerideki işçilerden, sen kendini kurtar. Hem mademki bu kadar çok şey biliyorsunuz neden buraya geldiniz. Üstelik kim dedi size sözleşmeli girin diye, adam tabii vermez, ben de olsam ben de vermem. Paralarınızı veremiyorsa biz ne yapalım, zorla mı alalım, bize derebeylik mi yaptırmak istiyorsunuz? Boşuna uğraşmayın, hiç bir hakkınız yok.”
Diğer arkadaşlar da tartışmaya başladılar. Ve Erdoğan Aslı Yüce’ye şu cevabı verdik:
“Bugün buraya gelmemizin nedeni sorumsuzluğunuzun, rahatlığınızın hesabım sormak. Bu her zaman böyle sürmeyecek. Türk Metal gibi sendikaların, saltanatının biteceği günler yakındır. Her zaman göbeğiniz önde dolaşamayacaksınız. Bir gün, sizin de ağalığınız son bulacak”
Sözlerimiz onları oldukça sinirlendirdi. Özellikle, Erdoğan Aslı Yüce bizi “ukalalıkla suçladı. “Hiçbir bok yapamazsınız” dedi. Bunun üzerine biz: “Göreceksiniz yakındır, bir gün sizin gibileri yok edeceğiz! Çünkü buranın sahibi biz işçileriz, sizler değilsiniz! ” deyip oradan ayrıldık.
Yaşadığımız olaylar bize bir kez daha faşist Türk Metal Sendikası’nın içyüzünü göstermistir.
(Türk Metal’e üye işten atılan bir grup işçi)


Sevgili Özgürlük Dünyasına

Bizler, İstanbul’da bir inşaat şirketinde çalışan, 1 Mayıs’ı işçi sınıfının birlik ve mücadele günü, bir işçi bayramı olarak gören işçileriz.
Geçmiş 1 Mayıs’lara da aynı duygu ve düşüncelerle katıldık. Ama 1990 1 Mayıs’ında bir yanlışımızı anladık. Çünkü: bizler, bizim şantiyede bir şey olmaz düşüncesiyle Taksim’e gittik. Ve tabi hayal kırıklığı ile şantiyeye döndük. Şantiye’deki arkadaşlar, önce ne olup bittiğini sordular. Sonra da bizi eleştiri yağmuruna tuttular. Neden kendilerini bırakıp gittiğimizi, eğer isteseydik, iş yerinede işi durdurup hep birlikte yürüyüşe geçebileceğimizi, eğer illa da Taksime gidilecekse hep birlikte gitmemiz gerektiğim söylediler. Kendilerini işçiden saymadığımız, 1 Mayıs’ı kendilerine layık görmediğimiz konularında da sitem ettiler. Biz de ancak o zaman, niyetimiz ne olursa olsun, 1 Mayıs’ın işçi bayramı olduğunu unutup, bir avuç devrimcinin bayramı gibi düşündüğümüzü fark ettik. Ama bu 1 Mayıs’ta aynı hatayı yenilemeyeceğiz. 1 Mayıs’ı hepimiz birlikte, iş bırakarak, sokağa taşarak kutlayacağız.
(İstanbul’dan bir grup inşaat işçisi)


Kültür-Sanat, Amatör Tiyatro Şenlikleriyle Şenleniyor

Amatör tiyatro topluluktan Mayıs ayı içinde ürünlerini sergilemek Üzere değişik şenliklerde biraraya geliyor.
Ankara’da Ortadoğu Teknik Üniversitesi şenliği 26 Nisan – 5 Mayıs arasında ODTÜ Oyuncuları, Çukurova Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu, Ankara Üniversitesi Dişçilik, Fen, Ziraat ve Tıp Fakülteleri, İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi, Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu, Yıldız Üniversitesi, MİFTOK, Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Kolu ve Tiyatro Devran’ın katılımıyla yapılıyor.
Ankara’da bir başka şenlik de Devlet Tiyatroları’nın ilk kez düzenleyeceği Amatör Tiyatro Şenliği.
ODTÜ Şenliği geçmişte öğrenci gençliğin demokratik-kültürel mücadelesiyle iç içe gelişen bir şenlikken 12 Eylül’den sonra gerek tarih seçimi gerekse düzenleniş biçimiyle ODTÜ kitlesinden kopuk bir biçimde gerçekleşiyor. Dileğimiz, şenliğin önümüzdeki yıllarda 80 öncesi görkemine kavuşması.
Devlet Tiyatroları ise, tarih seçimiyle, Ankara’da öğrenci gençliğin en az bulunduğu ya da sınavlardan başkaldıramadığı bir dönemi seçerek baştan ölü bir şenlik doğurmayı göze aldı.
Ege Üniversitesi’nin İzmir’de düzenleyeceği şenlik dar kapsamlı. İstanbul’dan ve Ankara’dan birkaç üniversitenin çağrılı olduğu şenlik Mayisin ilk haftasında gerçekleştirilecek.
İstanbul şenliklerine gelince: Amatör Tiyatrolar Çevresi İstanbul’da Kağıthane Belediyesi ile birlikte 2. Bahara Merhaba Şenliği’ni 30 Nisan-20 Mayıs tarihleri arasın da Gültepe’de gerçekleştiriyor. İstanbul’un yanı sıra Anadolu’nun bazı yörelerinden de toplulukların katılacağı şenliği Gültepe dışında Pendik’te de düzenlemek isteyen ATÇ’nin girişimleri, Pendik Belediyesi’nin gerici yöneticileri tarafından engellendi.
İstanbul’da bir başka şenlik de Sarıyer’de. 10 yıldır Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Kolu tarafından düzenlenen ve İstanbul çapında amatör tiyatronun örgütlenmesine büyük katkısı olan şenliğin yamsıra İstanbul liselerinin yoğun bir biçimde katıldığı Liseler Arası Tiyatro Şenliği Mayisin ikinci yansından sonra İstanbul ve Anadolu yakası olmak üzere iki bölgede yapılacak.


Yusuf Doğar’ın Resim Sergisi 1 Mayıs’ta Açılıyor

Ressam Yusuf Doğar, resimlerini 1-11 Mayıs tarihleri arasında Beyoğlu Belediyesi Sanat Galerisinde sergiliyor. Resimlerinde çoğunlukla kapitalizmin insanı aşağılayan ve kendine yabancılaşman propaganda ve reklam kampanyalarını teşhir eden ressam Doğar, hazırladığı sanat bildirisinde, serginin açılışının işçi sınıfının birlik ve mücadele günü olan 1 Mayıs’a denk gelişinden duyduğu mutluluğu ifade ediyor. Her alanda olduğu gibi, sanat alanında da burjuvazinin ancak kendi çürümüşlüğünü yeniden ürettiğini belirten Doğar, teknolojik gösterilerle burjuvazinin kendi açığını kapayamayacağını, “sanatsal gelişme” adı altında öne sürülen şeyin saman alevi olmaktan öteye geçemediğini savunuyor.
Geçen yıllarda TV’nin kendisine yönelik sansürünü onur kabul ettiğini söyleyen Doğar, sergilerine ilginin emekçilerin sorunlarını resmetmekten kaynaklandığını savunuyor.
Yusuf Doğar Resim Sergisi
Kemirilen Beyinler, Sızlatılan Yürekler
1-11 Mayıs 1991 Yer: Beyoğlu Belediyesi Sanat Galerisi Tünel-Taksim

Basına Gizli Örgüt Suçlaması
Yeni Demokrasi dergisi genel yayın yönetmeni M.A1İ Eser ve yazı işleri müdürü Tuncer Dilaveroğlu 1 Nisan’da gözaltına alınıp 10 gün süreyle gözaltında tutuldular. 4 Nisan’da derginin merkez bürosu polis tarafından arandı. Yeni Demokrasi dergisinden gözaltına alman dergi yöneticilerine falaka, askı, elektrik verme gibi türlü yöntemlerle ağır işkence yapıldı. Suçlama, gizli örgüt yöneticiliğiydi. Devrimci dergiler, henüz “anti-terör yasası” çıkmadan gizli örgüt ve yöneticileri de bu örgütlerin üye ve yöneticiliğiyle suçlanmaya başlandı.
Ayrıca Gaziantep’te Yeni Ülke muhabirleri Şadiye Manap ve Cem Yeşilay, PKK soruşturması nedeniyle 30 kişiyle birlikte gözaltına alındılar.
Bir başka haber değeri olan olay ise şu: aylık “Komün” dergisi, son sayısı toplatılmayan tek devrimci, dergi durumunda.
Yusuf Erişti’nin Dev-Sol üyeliğiyle suçlanarak alındığı gözaltında “kaybolması”ndan sonra, gözaltında cinayetler serisi devam ediyor. Solhan’da petrol boru hatundan petrol çalındığı gerekçesiyle yapılan aramalarda gözaltına alınan 3 kişiden Haşim Sincar,” gözetim altında” tutulduğu Bingöl Alay Komutanlığından 31 Mart’ta kaldırıldığı Bingöl Devlet Hastanesinde öldü. Her iki el bileklerinde morluklar saptanan Sincar’ın kalp krizinden öldürüldüğü açıklandı.


Kurtuluş “Kurtuluş” Yolunda!..

Adı “Kuruçeşme toplantıları” ile özdeşleşmiş bir çevre yeni ve “farklı” bir dergi çıkarmaya başladı. “Kurtuluş” adıyla yayın hayatına atılan bu derginin gerçekten farklı olmasını arzu edilirdi. Ancak derginin önüne koyduğu hedefleri açıklayan “Yeni Koşullarda Hareket ve Örgütlenme Sorunları” başlıklı yazı okunduğunda, yeraltı düşmanlığı ve yasalcılığın bu çevre tarafından yeni dergi aracılığıyla sürdürüldüğü görülüyor. Uzun “birlik”, “sosyalist demokrasi”, “yasal parti” vb. tartışmalarının ardından yeniden mücadele içine girileceği görüntüsü veren yeni dergi ve etrafında oluşturulması tasarlanan “hareket”, aslında yasalcılığın yeni biçimde sürdürülmesi demek oluyor.
Çıkış açıklaması niteliğindeki yazıda, gelinen nokta, şu sözlerle ifade ediliyor “örgüt olmadan birlik için girişimde bulunabilmek olanaklı değildir. O halde: ÖRGÜT. Birlik olmadan örgütün bir anlamı olmayacaktır, zira eldeki malzeme politika yapmaya yetmemektedir. O halde: BİRLİK.” Yani Türkçesi, biz kendimiz artık politika yapamayız çünkü tükendik, deniyor. Haklılar, Kuruçeşme’de, tartışacağız, birleşeceğiz diye bütün bir pratik mücadeleyi tatil etmişlerdi. Kuşkusuz bu, bir çevrede ne militan bırakır ne kendine güven duygusu. İki yılı aşkın süren “birlik tartışmalarının vardığı noktadır bu… Ya şu sözlere ne demeli: “… bizleri oligarşi ile mücadelenin problemleri ile uğraşmak yerine, kendi yarattığımız problemlerle uğraşma durumunda bırakmışlardır.” Kim? Ama bu da bir şey…
Zararın neresinden dönülürse kardır diyerek “Kurtuluş”un önüne koyduğu hedeflere bakıldığında, ne yazık ki burada ne 80 öncesinden ne de sonrasından ders çıkarma eğilimi görülebiliyor. Anlaşıldığı kadarıyla, Lenin’in Iskra için öngördüğü yayın ve örgütlenme planına öykünen “proletarya sosyalistleri”, önlerine “Kurtuluş” aracılığıyla örgütlenmeyi koymuşlar. Böylece partinin de örgütlenmesine kılavuzluk edecek “duvarcı ipi”ni çekecekler:
“Gazetenin bayiler aracılığıyla dağıtımı tali bir biçim haline getirilmeli ve bunun için de her birimde dağıtım grupları oluşturulmalıdır… Yapılanmaların olmadığı yerlerde bu dağıtım grupları en ilkel düzeyde bile olsa örgütlenme grupları olarak da görevlendirilmelidir. İlişkilerin gelişmesine paralel olarak yapılanmanın oluşturulmasıyla birlikte farklı türden iş bölümleri, uzmanlık grupları oluşturulma yoluna gidilmelidir. Bu görevin yerine getirilmesi için bütün Kurtuluşlulara ulaşmayı amaçlayan merkezi bir örgütlenme grubu oluşmalı…”
Ama bu “kılavuz ipi” ile ancak bir “iş merkezi” inşa edilebilir. Çünkü yasal bir dergi aracılığıyla “yapılanmaları”, “merkezi örgütlenme grubu”yla ancak yasal ve açık bir parti kurulabilir. Ve zaten yasalcılığa soyunuluyor. Kurtuluşçularda yasa-dışılık, yeraltı korkusu ve düzene uyum öyle boyutlara varmış ki, şu sözleri edebiliyorlar: “Yeraltında büyüyenler polisin kolaylıkla avlayabildiği örgütler haline gelmişlerdir. Tabii bu küçük kalmış olanları aynı akıbetten kurtarmamış tır.” Evet, aslında Lenin de Okrahana’dan korktuğu ve “avlanmayı” önlemek için (!) yasalara uygun ve açık bir örgütlenmeye gitmişti!..
Hangi koşullarda yasal parti olarak örgütlenilecek?
Biliniyor, Kurtuluşçulara göre, Türkiye’de faşist diktatörlük yok “askeri diktatörlük” var! Peki, o, demokratik bir diktatörlüğe mi dönüştü yoksa zaten demokratik bir diktatörlük müdür?
Eh! Artık 141 ve 142 de kalktığına göre, yeni “anti terör yasasıyla “proletarya sosyalistleri” çok genişleyen örgütlenme olanaklarından yararlanacaklar. Artık ne gerek var yasadışı örgütlenme, yeraltı yayını basım ve dağıtımı gibi anlamsız faaliyetlere!
Ne diyelim. Huylu huyundan vazgeçmiyor.

Ceyhan Cezaevinden;
Kamuoyuna,

Son günlerde basın ve TV’den yansıyan haberlerle kamuoyu iktidar tarafından bir yanılsamaya düşürülmüştür. Emekçi halka, devrimci demokratik güçlere ve biz siyasi tutsaklara yönelik baskı ve zorbalığın yeni girişimleri, iktidarın gündeme getirdiği “cezaların tecili” konusuyla birlikte kamuoyunun gözünden kaçırılmak istenmektedir. “Demokratikleşme” adına TCK’nın kimi maddelerim kaldırıp yerine toplum yaşamını bütünüyle faşist bir kıskaç içine alan ve çok ağır baskı koşullarını içeren ANTİ-TERÖR YASASI’nı devreye sokmaktadır.
12 Eylül’den bugüne uzanan süreçte korkunç bir sindirme ye korkutma altında tutulan toplumun yakıcı sorunları, ortaya konan çeşitli düzeylerdeki tepki ve mücadelelerle birlikte su yüzüne çıkmakta ve çözümünü dayatıcı bir düzeye gelmektedir. Bu gelişimden telaşa kapılan ve varlık nedenlerini sömürücü ve baskıcı bir işleyişe oturtan iktidar, toplumun özgürlük, demokrasi ve insanca yaşam talebini etkisiz kılmak için çeşitli manevralara ve yeni senaryolara başvurmaktadır.
Cezaların tecili de bu girişimlerin ikiyüzlü bir örneğidir. Cezaların tealiyle, bir yandan toplumun yakıcı bir sorununu oluşturan ve 12 Eylül’ün tümüyle hukuk dışı yargılamalarıyla ortaya çıkan bizlerin içerde tutuluşunun geçersizliğini kabullenmekte; diğer yandan da biz devrimci tutsakları içeride tutmanın hesabını yapmaktadır. Bu ceza teciliyle, biz devrimci tutsakların dışındaki bütün adi suçtan yatanlar faşistler ve işkenceciler salıverilmektedir.
Şeker Bayramı ve 23 Nisan için verilen iki açık görüş hakkımız birleştirilerek 5 gün olarak belirlenmiştir. Ancak yapılan düzenlemeyle 5 günlük bu süre içinde bir kişi bir defaya mahsus olmak üzere iki saatlik bir görüş yapabilecektir. 5 günlük süre boyunca yakınlarımızla yan yana olmamızı engelleyen ve açık görüş yapılmasına uygun olmayan bir yerde iki saat gibi bir zaman sınırlamasını açık görüş olarak göstermek olanaklı değildir, kabul edilemez. Çünkü yıllarca canımızı eriterek elde ettiğimiz bir insani hakkımızın yok sayılmasına sessiz kalamayız.
Açık görüşün gasp edilmesine sessiz kalamayacağımızı bildirirken, bütün duyarlı kesimleri bu mücadelemize sahip çıkmaya ve desteklemeye çağırıyoruz.
(Ceyhan Özel Tip Tutsakları adına: Nihat ŞEKER, Hilal AYDIN, Halit AYDİÇ, Hasan AKBABA, Mehmet ÇİFTKUŞ, Hüseyin CEVHER, Tahsin ALPŞAR, M. Şah YILDIRIM, İlker DİLCAN, Hüseyin ÇAPARTAŞ, Fahri IŞIKSAL, Rıfat BARIŞ, Serdar CAN.)


Yurtdışında Irak Kürtleriyle Dayanışma

Irak’taki faşist Saddam diktatörlüğünün katliamlarından kaçan yüz binlerce Kürt emekçisinin yaşadığı vahşet karşısında yurtdışında çeşitli protesto gösterileri yapıldı. Başta ekonomik ve siyasi sürgüne gönderilmiş Türk ve Kürt emekçileri olmak üzere çeşidi ülkelerden emekçiler ve duyarlı insanlar protesto gösterilerine ve maddi yardım kampanyasına katıldılar. Başta Almanya olmak üzere, Hollanda, İsviçre, İngiltere, Avusturya, Fransa, Danimarka, İsveç, Belçika ve diğer ülkelerde çok sayıda mitingi yapıldı, konsolosluklar önünde Irak faşizmi İanedendi ve açlık grevleri yapıldı. Bu gösterilerde aynı zamanda, başta ABD olmak üzere emperyalistlerin Kürt halkına yönelik oyunları ve göstermelik yardımları teşhir edildi.
Dişe diş silahlı ve kitlesel direnişle kendini dünyanın ilgi odağı haline getiren Kürt halkını dağlarda yaşayan küçük bir azınlık gibi göstermeye uğraşan emperyalistler, halkın kendi kaderini tayinini özerk bölgeyle sınırlandırmak istiyorlar. “Tampon bölge”, “güvenlikli bölge” gibi planlarla bölgeye yerleşmeye çalışıyor ve ikiyüzlü sahte barışçıl maskeler takıyorlar.
Komünistler ve devrimcilerin önderliğinde yapılan gösteriler, bu ikiyüzlü emperyalist insan-severliğe ve dökülen timsah gözyaşlarına yanıt oldu.

İşçi Sınıfından Haberler
Petkim işçileri, toplu sözleşme görüşmelerinin uyuşmazlıkla sonuçlanmasını protesto etmeye devam ediyor. Petkim’in Aliağa ve Yarımca tesislerinde çalışan 6500 işçi, servis araçlarından inerek tesislere yürüme, alkışlı protesto, işyeri işgali, topluca viziteye çıkarak üretimi durdurma gibi eylemlerde bulunuyorlar. 1 Nisan’daki Aliağa yürüyüşüne polisin saldırısına işçiler, dört gün süreyle işyerlerini işgal ederek tepki gösterdiler. 23 Nisan’da yeniden eyleme başlama kararı alan işçiler, grev yasağı kapsamında olan Petkim’de şalter indirmeye varacak etkin eylemlerde kararlı olduklarını açıkladılar.
İETT Sürücüleri, 5 Nisan’da 4 saat, 12 Nisan’da da 3 saat iş bırakarak maaş ödemelerinin gecikmesini ve toplu sözleşme görüşmelerinin uzamasını protesto ettiler.
İETT Merkez Atölye İşçileri de, genel müdürlük önünde toplanarak işverenin ücret teklifini arttırmasını istediler.
İzmir’de ESHOT işçileri, 12 Nisan’da işi durdurarak Konak alanında Belediye binasına yürüyerek ücretlerinin ödenmemesini protesto ettiler.
Devam eden işten atmalara karşı açlık grevine giden Pendik Belediyesi işçileri de, işe geri alındılar.
Grevde olan Belpa, TÜMTİS’e bağlı Eskişehir, Bursa ve Ankara terminal, Adana Pilsa ve Kütahya Porselen işçilerinin yanı sıra, grevdeki THY ve HAVAŞ’ta çalışan 3 bin işçi 11 Nisan’da sendika merkezinden özgürlük Meydanı’na yürüdüler.
Maga Deri işçilerinin işyeri işgal eylemleri ikinci ayını doldurdu.
Sovyetler Birliğinde 300 bin maden işçinin grevi sürerken, Minsk’te 10 Nisanda 70 bin, 11 Nisan’da 200 bin işçi olağanüstü önlemler ve fiyat artışlarına karşı ve “Komünist Parti” mallarının millileştirilmesiyle Gorbaçov’un istifası taleplerini ileri sürerek genel greve çıktılar.
SSCB Parlamentosu Yüksek Sovyet’i onayladığı anti kriz programı ile ülkede tüm grevlerin yasaklanması ve üretim sürecinin normale döndürülmesi için sert önlemler alınmasını öngördü. Dillerde “Olağanüstü Hal” uygulaması dolaşıyor. Hükümetle görüşmek üzere eylemlerine ara veren işçiler ise, görüşmelerde anlaşma sağlanamaması üzerine 23 Nisan’da yeniden genel greve gittiler.
ABD’de demiryolu yük işçilerinin grevi başkan Bush’un müdahalesi üzerine 65 gün ertelendi.
Kapitalist revizyonist dünya pek huzurlu değil bugünlerde!


Burjuva Basın Etiyopya’daki Mücadeleden Söz Etmeye Başladı

Yıllardır ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesi veren Etiyopya halklarına karşı derin bir suskunluğa gömülen emperyalist burjuva haber ajansları, nihayet suskunluklara bozmaya başladılar.
Etiyopya Devrimci Demokratı Halk Cephesi (EPRDF) karşı-devrime ağır darbeler vurmaya hazırlanırken, şu ana kadar “objektif habercilik” gereği susan haber ajansları nihayet uyandılar. DPA ve AFP ajanslarının geçtiği ve Almanya’da bir günlük gazetede, Süddeutsche Zeitung’da 29 Mart 1991 tarihinde yayınlanan haberin bazı bölümlerini aşağıya alıyoruz:
“Tigre ve Eritreli isyancılar başkent Adisababa’ya doğru ilerliyorlar, son üç hafta içinde 120 km kadar yaklaştılar. Hükümet kontrolündeki tek liman kenti Assab’a giden yol hala açık olmasına rağmen, başkentte petrol ve benzin darlığı başladı. EPRDF Adisababa’ya 150 km uzaklıktaki Mezezo kentinin ele geçirildiğini bildirdi. EPRDF’ye dahil olan Tigre Halk Kurtuluş Cephesi kuzeybatıdaki iki önemli kent olan Gojam ve Goldan kentlerini ele geçirdi. Ülkenin doğusunda da Mengitsu rejimine baskı giderek artıyor…”
“Dış haber” sayfaları emperyalist ajans ve gazetelerin kötü bir kopyası olan Türkiye’nin burjuva basını bakalım ne zaman sözünü etmeye başlayacak?


Ekonomide “Kıyamet Günü” ve “Umut Işığı

Ülke ekonomisi “gelişiyor-geriliyor” tartışmaları süredursun, Merkez Bankası Başkanı Rüştü Saraçoğlu ekonominin geleceği hakkında, şöyle bir öngörüde bulunuyordu:
“Şayet herhangi bir altı aylık dönemde Merkez Bankasının döviz varlıkları 2 milyar dolar düşer, bankanın verdiği iç krediler 4 trilyon TL. artarsa ve bu arada kurlar anmıyorsa, bilin ki kıyamet günü yakındır.”
Günlük gazetelerin ekonomi sayfalarına yansıyan verilere bakılırsa, son 3 ayda Merkez Bankasının döviz varlığı 2 milyar 52 milyon dolar düştü. İç krediler ise 4 trilyon 179 milyar TL. arttı. Yani Saraçoğlu’nun bunlar “6 ayda olursa kıyamet kopar” dediği şey 3 ayda gerçekleşmiş oldu. Demek ekonomide “kıyamet günü” kapıyı çaldı çalacak. Artan döviz kurları “kıyameti” önler mi bilinmez.
Bu arada TOBB başkanı Yalım Erez de “kıyamet” alarmım gürültülü bir şekilde çaldı. Ona göre “bugün uygulanan serbest piyasa ekonomisi değil komuta ekonomisi”ydi (Gorbaçov’un adamları dünyayı sosyalizmin “komuta ekonomisi” belasından kurtarırken, Rusya’dan atılan pislikler anlaşılan Türkiye çöplüğüne gelmişti.) ve rakamlar bir yana gerçek durum karamsar bir tabloya işaret ediyordu. Erez, “Türkiye ekonomik açıdan büyük bir açmaz ve çıkmazla karşı karşıya. Bu sıkıntıları günlük kararlarla halletmek mümkün değil. Artık rakamlar öyle bir noktaya geldi ki, Türkiye’nin yeniden bir istikrar programına ihtiyacı var. Bazı acı reçetelerin uygulanması gerekiyor. Belli bir kemer sıkma politikasına ihtiyacı var” diyor ve bugünkü hükümetin 24 Ocak önlemleri benzeri böyle bir reçeteyi uygulamaya koyma kudretinde olmadığım söylüyor ve “erken seçim” istiyordu.
Fakat Türkiye ekonomisinde umut verici gelişmeler de yok değil. Geçen yılki sıralamada birinciliği kaçıran ünlü genelev patroniçesi Matild Manukyan bu yıl tüm rakiplerini sollayarak vergi rekortmeni oldu. Böylece ekonomideki propaganda edilen gelişmenin de hangi sektörde olduğu anlaşıldı. Milliyetçi muhafazakâr ve de liberal yönetim altında, Manukyan, “hür teşebbüs” adına “vergilendirilmiş kazancın kutsallığını” niçin temsil etmesin? Bütün şom ağızlılara karşın kalkınma hızı % 9,3 gibi yüksek bir orana kavuşmuştu. Varsın gelişen sektör, kadın eti ticareti üzerine kurulu olsun! Bu durum, “milli” bir ruhla kurumlaştırılan “çağdaş aile” ve muhafazakâr eğitimin meyvelerini verdiğinin göstergesi olsa gerek.


Nostaljik “68’liler”

Başlıca, ülkenin “şerefli” 12’lerinin, 12 Mart ve Eylül”ün fiziksel zordan daha da çok ideolojik baskısı ve yaydığı korkuyla silkelenip dökülen bir dizi eski ünlü, Mülkiyeliler Birliği’nde yemekli bir 68 nostaljisi toplantısı düzenliyor.
Kuruçeşme, gelecekte ülkenin Bab-ı Ali’si yapılmaya layık olacak denli ünleniyor. Çabalan akamete uğramış olsa bile,”birlikçiler” de Kuruçeşme’yi üs edinmişlerdi. Şimdi onlara rakip çıkıyor: “68’liler”. Onlar da aynı yerde üsleniyorlar. Rekabeti dostlukla çözümleyebilirler, çünkü iki platformun belli başlı kişileri her iki “platforma” da dâhiller.
Toplantı pek neşeli geçecek. Kapitalist düzene entegre olmuş bir dizi eski solcu işadamı ve tüccarın yanı sıra, bu düzenin kıyılarında dolaşan ve paçaları onun sahile vuran dalgalarıyla ıslanmış ve pek çoğununki de sırılsıklam olmuş, yaşamında gerçekçi, geçmişi ve 68’li olma konusunda nostaljik aydın, gençlik heyecanlarını yeniden “yaşayıp” o güzelim günleri kim bilir hangi çirkin düşünce ve sululuklarla yad edecekler. Belki “baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş” şarkısını söyleyeceklerdir. O eski marş ve türküleri, örneğin “tanklarıyla toplarıyla gelseler bile…”yi söyleyecek değiller ya! Bugün komünistlerle Zonguldak işçilerinin eylemlerinde bir üst düzeyde dillerde olan 68’in bu mücadele ve kararlılık marşını, 68 emeklilerinin keyifle kadeh tokuştururken mırıldanıp huzursuzlanmaları, gecenin “mana ve ehemmiyetini” gölgelendirir doğal ki.
Emekli 68’liler vakıf kuracaklarmış. Ne işe yarayacak belli değil. Herhalde ticari faaliyetlerde dayanışmanın aracı olacaktır. Ama onlara, vakıf yerine müze kurmak ve en anlı şanlılarına burada seyirlik malzeme olarak hafta tatillerinde görev vermek daha çok yakışacaktır. Hem mumyalamak! ya da içlerini saman doldurmak gibi ek masrafa neden olacak operasyonlar da gerekmeyecek; kuruluş, kolay başarılacaktır.
Yine de, memlekette “demokrasi var”, isteyen herkes, anma ve kutlama yapma izni pek alamasa ve bunların çoğu “bilek hakkı”yla başarılsa bile, gece vb. düzenleyebiliyor. 68 gecesi için de, ne hükümetin ne de gerçek 68’lilerin izin vermesi gerekmiyor. Bir elin parmaklarını ancak bulan sayılarıyla “68’liler” arasında azınlıkta kalan, bugün hala aynı ruhla mücadelelerini sürdüren gerçek 68’lilerin izin mercii olmadıkları ve böyle geceler için esamilerinin okunamayacağı bir gerçek. Emekli ve döküntüler, devrim kaçkını nostaljistler yiyip için geçmişleriyle ilgili şaklabanlık yapabilirler. Ancak ilgilileri uyarıyoruz: 60 bin TL. gibi bir ödemeyle biraz tuzluya patlayacak bu gecenin katılımcıları çevreyi kirleteceklerdir. Yıllardır kirletiyorlar, havayı bir çürüme kokusuyla dolduruyorlar, kafaları çekince ortalık iyice kirlenecek!


PERDECİ – Mehmet Esatoğlu

Yaşasın Komünizm
“Oh be!”
1 Mayıs’a bir kala
Geriliyor dört bir yanından
Gece yarısı On ikiye bir kala
Gözaltına aldılar SON DAKİKAyı
Son dakika sıfıra varamadı.
Nisan Mayıs olamadı.
“Gerekirse bütün Mayıs feda edilecek
Zaman durdurulacak” mantığıyla Tıkıldı son dakika parmaklıklar ardına

Gözaltı önden geldi.
Arkadan istim misali gerekçe bekleniyor.

Gerekçe..
Çaresiz “Sonra açıklanacak”
Çünkü yukarıdan emir böyle…

Emirlemek kolay
Son dakikayı demirlemek kolay
Açıklamak
Zor.

Kimine göre geç kalındı.
Çok önceden kapılar tıklatıldı
fısıltılar ihbarladı.
Mayıs yine geliyor
Kan kızıl giysisiyle
1 MAYIS geliyor.
Dudağında “Gün gelir” türküsüyle

En tepenin şişmanı
Kaim gözlük camlarının ardında
Gözlerini kıstı
Yanındaki ahizeye baktı.
Öfkeyle söylendi:
“Dünya alt üst oluyor
Duvar yıkılıyor
Ama ne gam.

Mayıs hiçbir şey olmamışçasına
Geliyor. Yüreğimize taş gibi oturarak.”

Evet MAYIS gelecekti..
Bir gece yansı saatler çalarken
Ay değişecek gün değişecekti.
Güzelim Nisan yumuşacık bir kayışla
Terk edecekti yerini baharın son ayına
MAYIS’A.

1981 30 Nisanında Fabrika’da gece vardiyasındayım. Elektronik saatimin alarmını 24’e ayarladım. Çalışırken bir gözüm saatte. 23.59’da bir saate bir çevremdekilere bakıyordum. 23.59’da gözlerimizle geriye sayıyorduk. Saniyeler nabız gibi titanlarken hafif bir sesle 1 Mayıs’ı söylüyoruz. Motor gürültüsünden hiçbir şey duyulmuyor. Yalnızca birbirimizin dudağından anlıyoruz ne söylediğimizi. Ne güzel söz “Devrimin şanlı yolunda…” Okyanusu hiç görmedim nasıl çalkalanıyor acaba fırtınada.

Nisandan Mayısa ulaşmak isteyen son dakika
Baktı parmaklıkların ardından ufka
Zaman durmuştu.
Aynı yerde durmaktan ayın ışığı solmuştu.
Hafiften kokuşmuş bir yel esiyordu.
Parmaklığın önünde ayak sesleri
Kaçırmamak üzere son dakikayı bekliyordu.

En tepenin şişmanı
Kalın gözlüklerinin ardından
Dünyaya bakıyordu.
Koltuğunun hemen kenarındaki ahize
bir hamlede açılacak kadar yakın
Eli telefonun yanında
Belli ki o da emir bekliyor
Daha yukarı bir yerlerden

Telefon sesiyle irkildi
Donuk bakışlar ahizeden ayrılmadan

Dinledi emirleri
Ahizeyi kapattı.
Notlar aldı
Aldığı emirleri uygulayıcılara iletti
Bir anten gibiydi.
En büyük patronla uygulayıcılar arasında.

Bir hafta önce
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletin” diye
Nutuklar atmış da olsa
Egemenlik kayıtsız şartsız büyük patronundu.
Büyük patronu atayan tekellerindi.
Ve diğer biçare figüranlar
Meclisi dolduranlar
Elinde mühür Süleyman’ım diye gezenler…

Kalın gözlüklü şişmandan
Emirleri alan şişman dağıtımını yapacakken işlerin duraladı.
Ahizeye elini uzatıp soracakken
“Vardır bir bildikleri” diye vazcaydı.

Şişmanın adamları
Toplandılar bir masa etrafında
Emirlere baktılar, kaş çattılar
(Emirleri getiren şişman bir terslik olduğuna o an daha çok inandı.)
Toplandıktan masada
birden geçen yılı anımsadılar.
O masa etrafında geçen yıl
Kürt diyeni nasıl tıkarız içeri diye
SS kararnameleri imza bekliyordu.

Hey koca dünya
Hey koca memleket
Bu ne değişim
Vay başıma.
Bu yıl Kürt sözcüğü
Manşet oldu sekiz sütuna

Şişmanın adamlarından biri
Soru attı ortaya
baylar… şaşırdı mı patronlar
Şaşıracak zaman mı
Mayıs kapımızda…
-Bir sessizlik-

Şaşırır mı hiç onlar
Şaşıranı şaşırtırlar
Koltuğunu altından aşırtırlar
Affı yoktur bu işin
Lamı-cimi hiç yok.
Peki şaşırmadılarsa
Bu kararlar da ne?

Yakaladık son dakikayı
Tıktık deliğe
Çekersek ipe
Mayıs’a varılmayacak
Belki bir kez daha 1 Mayıs diye haykırılmayacak
(Masada olur mu olur havası)

Baylar… baylar komik olmayın
Hatırlasanıza geçen yılı
Belki gelecek yıl biz
Hatta bu masa…
(Toplu “Aman Allah” korosu)
-Yine bir sessizlik-

Mayıs yüzyıldır gelmiş
Motor sesleriyle birlikte Gelmiş.
Onların tezgahların başına geçişiyle

Onların “tezgâh”a gelişiyle
Gelmiş
Bir ülkede gelmiş
Ardından yüz ülkede gelmiş
Sen sekiz saat uğrunayı bilir misin
Sekiz saat Uğruna kan dökülen
Can verilen
Geleneğinde idam sehpaları yatan
Sekiz saat
Makinâ sesleri arasından
Sokaklara dökülen
Gövde siper edilen
En küçük geri adımda
Geri sökülen
Sekiz saat
(Paris konfeksiyon atölyelerinde 12 saat boğuşan işçi dostlarımın kulaktan çınlasın.)
Sahi o gün bıçak kemiğe nasıl dayandı.
Kalabalık nasıl haykırdı gayrı yeter diye.
Ve tarih her günkü gibi yazılırken
Nasıl bozuldu?
! Mayıs’ta
Sekiz saatle başlayan dövüş
Nereye vardı.
Sekiz saat için can veren işçiler
Komünist Cumartesi için
Sabahın köründe makinayla sevişen işçiler.
Nerden Nereye…

(Kömür madeninin en dibinde saatine baktı. Yanındakine takıldı. “Biliyor musun bu 1 Mayıs gelmeyecekmiş”. “Ya Niye” “Biz madencilere kızmış onu Ocak ayında kutladık diye”)

Masanın etrafındaki yöneticiler
Ellerinde emirler
düşünmekteler derin
İşin ucu nereye gider…

Baş beyefendi
Emrindeki bizim beyefendi
bize emirleri getiren beyefendi
karar almışlar
Kapılar açılsın, içerdekiler salınsın
Hadi diyelim taş koyduk
Bazılarını saldık

Peki ya son dakika ne olacak
Birden iş yapıyormuşçasına
başlattılar bir tartışmayı
“İttifakla sövdüler” sövgüler yayıldı.

Telefonlar çaldı
“İttifakla oyladılar”
Demir kapı şangırtıları arasında
Biri sordu diğerine
Peki, Mayıs ne olacak?

Gözaltındaki son dakika
Belki salınacak
23.59’dan 24’e varmaması koşuluyla…

Son dakika
Salıverme koşuluna uyacak mı?

Saatler Yirmidört’e vardığında
(Eylül ortası Mayıs’ı
Saat sinyalleri ve ağız dolusu
Gülücükle karşılaşmış işçi)
Yemekhanede masa üstüne fırlayacak
Mayıs’a merhaba diyecek
Baretler kasketler sallanacak
Her bir yanda
Merhaba Mayıs
Hoşgeldin 1 Mayıs
Görkemine yaraşır bir yıl yaşadık.
Takvimler 1991 yazdığında
Ayaktaydık yurdun her bir yanında
Haydi alın şu kırmızı karanfilleri
Takın yakasına herkesin
Mayıs’ı bütün bir yıl kucaklayanlar
Hazır olun halaya
Haydi artık çalsın davullar
1 Mayıs geldi, hoş geldi.

Yürüyelim birlikte
NİCE MAYISLARA HEY!
(Gözaltındaki son dakika bir ayağı Nisan’da, bütün gözler üstünde. 30 Nisan’ı 1 Mayıs’a bağlarsa gece anlayacağız ki, bütün şartlı-şurtlu salıvermeler çıktı boşa.)

Mayıs 1991

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑